Bebek ve Cocuklarda Asi Takvimi

Bebek Aşı Takvimi, Bir Aşı takviminin belirlenmesi

Çocukların Aşı Takvimi


Aşı takvimi belirlenirken birçok epidemiyolojik, teknolojik, lojistik ve sosyoekonomik unsur göz önünde bulundurulur. Ayrıca bu takvim, kolay uygulanabilmen ve toplum tarafından kabul edilebilmelidir.

Aşılamaya yalnızca hastalığın toplum açısından, düzeltilebilecek bir halk sağlığı sorunu yarattığı zaman ve eğer elde etkili aşılar varsa başvurulmalıdır.

Epidemiyolojik açıdan, uygulamalar arasında uzunca süreler bırakılmaması tercih edilir. Çocuklar, mümkün olduğunca çabuk ve erkenden aşılanmalıdır. Ayrıca bazı aşıların (kızamık) yaşla ilgili immünolojik etkinliği veya epidemiyolojik faktörler de (oral poliomyelit aşısının enterovirüsler etkisiyle istenilen sonucu vermemesi) göz önünde tutulmalıdır.
Aşı takviminin, toplum tarafından kabul edilebilir olması gerekir. Bu bakımdan şu noktaların üzerinde durulmalıdır:

- Toplumun mevsimsel ve günlük çalışma zamanları,
- Ulaşımı zorlaştıran hava değişikliklerinin mevsimi,
- Bağışıklama programına engel ya da destek olabilecek kültürel gelenek ve inanışlar.

Uygulama açısından bir aşı takvimi, her çocukta mümkün olan en az sayıda aşılama işlemini ve birçok aşının eşzamanlı olarak yapılabilmesini öngörmelidir.
Son olarak da aşılar, her zaman için gereken soğuk koşullarda (buzdolabı) saklanmalıdır.

Aşı takvimi, ekipten ekibe değişebilmektedir. Bir bağışıklama programının başarılı olması isteniyorsa, enjeksiyonların zamanlaması üzerinde titizlikle durulmalıdır; yıllık aşı sayısının ikiyi ya da üçü geçmemesi gerekir. Bugün kullanılan bağışıklama takvimlerinin hemen hepsi, bu kurala uymaktadır.

DSÖ tarafından GBP (genişletilmiş bağışıklama programı) çerçevesinde önerilen aşı takvimi, şu şekildedir:

Bebeklerin Aşı Takvimi

Yaş -----------------------Aşılar
Doğumda BCG + Oral polio
6. haftada DTP + Oral polio
10. haftada DTP + Oral polio
14. haftada DTP + Oral polio
9. ayda Kızamık
15. yaşta Tetanoz

GBP yakınlarda, oral polio aşısının doğumda, BCG ile birlikte uygulanmasını önermiştir.
Epidemiyolojik duruma bakılarak, bu takvime 3 aşı daha eklenebilir. Bunlar sarı humma, meningokok A+C ve hepatit B aşılarıdır.

Bu aşı takvimi, tatmin edici bir soğuk zincire ve kalifiye personele sahip sürekli bir aşı merkezi açısından idealdir. Basitleştirilmiş EPI çizelgelerinde yalnızca, 4-6 ay arayla iki enjeksiyon yapılması söz konusudur. Bu çizelgelerde DTCOO aşısı, konsantre bir inaktive poliomiyelit aşısıyla (lmovax Polio) birlikte uygulanır.

Oral poliomiyelit aşısının gelişmekte olan ülkelerdeki kullanımı, nispeten etkisiz olması nedeniyle pek güvenli sayılmamış ve inaktive aşı araştırmaları yoğunlaştırılmıştır.
Bazı biyolojik ve lojistik zorlukları, biyoteknolojik yeniliklerle yenmek mümkün olmuştur. Nitekim bazı yeni sellüler substratlar (VERO hücreleri) ve aşı üretimindeki yeni teknolojik gelişmeler, daha antijenik ve daha ucuz aşıların geliştirilmesine olanak tanımıştır. İnaktive bir poliomiyelit aşısı olan Saik aşısı, buna örnek gösterilebilir ve biyoteknolojik keşiflerden faydalanılan ilk aşı olmuştur.

Yarının aşıları gerekli enjeksiyon sayısını azaltarak daha az sayıda aşı uygulamasına olanak verecektir. Bu durumda halkının büyük bölümü kırsal kesimde yaşayan ve bu nedenle de kendilerine zor ulaşılan ülkelerde daha fazla sayıda kimseyi aşı koruması altına almak mümkün olacaktır.

Kuzey yarımküre ülkeleri, güney yarımküredekilerin, çocuklarında ihtiyaç duyulan yaşamsal öneme sahip aşıların gerektirdiği harcamaları yapamadıklarının farkındadır. Ayrıca son yıllarda dünyanın her yanında kendini gösteren ekonomik kriz, mevcut durumu daha da kötüleştirmiştir. Ancak ulusal ya da uluslararası, özel ya da resmi birçok kuruluşun Dünya Sağlık Orgütü'ne, Üçüncü Dünya ülkelerindeki bagışıklama programlarının finansmanında yardımcı olmaları, cesaret verici bir gelişmedir.

Bebeklerde Cocuklarda Bagisiklik Sistemi

Bebeklerde ve Çocuklarda Bağışıklık Sistemi

Daha önce de gördüğümüz gibi anneden pasif olarak alınan ve varlıklarını yaşamın ilk yılı boyunca devam ettiren antikorlar, bebe­ğin belirli virüs veya bakteri hastalıklarına karşı korunmasında baş­lıca rolü üstlenir. Buna karşılık yine bu maternal antikorlar, çocuk 1 yaşına girmeden önce yapılacak kızamık, kızamıkçık veya kabaku­lak aşılarının gerekli bağışıklığı sağlamasını engelleyebilir.

Bağışıklama konusunda hergün yeni ufuklar açılmaktadır. An­cak çocukların veya büyüklerin olası bütün enfeksiyon hastalıklarına karşı aşılanması ideal olsa bile, henüz elimizde bulunan bir ola­nak değildir.

Eğer çocuklar gereken şekilde korunabilecekse, bunun sırası, zamanı ve birlikte yapılacak aşılar belirlenmelidir. Burada amaç ço­cukların mümkün olduğunca erken yaştan itibaren, eldeki en etkili ve en basit olanaklarla nasıl korunabileceğinin saptanması olmalı­dır.
Etkili bir bağışıklık için, temel aşıların doğru ve eksiksiz yapıl­ması şarttır. Dozlar, enjeksiyon sayıları, bunların arasındaki süre­ler, ilk ve daha sonraki rapeller gerektiği şekilde uygulanmalıdır.

Enjeksiyonlar arasındaki ideal teorik sürenin 1 ay olduğu hatırlanmalıdır. Pratikte ise bir aylık süre antikorların gereken şekilde meydana gelmesi açısından uygundur, ancak enjeksiyon­ların zamanlamasında yapılacak herhangi bir değişiklik, bağışıklamanın başarısızlıkla sonuçlanacağı ve bütün aşılara yeniden başlanması gerektiği anlamına gelmez.

Bağışıklama sonrasındaki antikor titrasyonları, enjeksiyonlar arasındaki sürelerin uzatılmasının, enjeksiyon sayısında veya bağışıklama programında herhangi bir değişikliğe gerek olmadığını göstermiştir.

Gerçekten de birinci ve ikinci enjeksiyon arasındaki sürenin 3, ikinci ve üçüncü enjeksiyon arasındaki sürenin ise 6 aya uzatılabileceği; kontrollü çalışmalarda gösterilmiştir. Bu, rapel dozları için de geçerlidir ve daha önce de söylendiği gibi rapel, bağışıklama programının tamamlayıcısı değil, temel bir bölümüdür ve üçüncü enjeksiyondan 6-24 ay sonra yapılmalıdır. Daha son raki rapeller çocukluk döneminde her 5-7, erişkinlerde ise her 10 yılda bir tekrarlanır.

Enjeksiyonun yapılması geciktiğinde bağışıklama programına yeniden başlanmasına ve inokülasyonların tekrarlanmasına gerek yoktur. Programa yalnızca, ara verildiği yerden devam edilmeli ve bağışıklık, kişinin yaşına göre gereken sayıda en­jeksiyonlar yapılarak tamamlanmalıdır

Bagisiklik Sistemi ve Bagisiklik Programi

Bağışıklık Sistemi Nedir

Bağışıklama Programı


Bağışıklamanın, enfeksiyon hastalıkları ile aynı mekanizmalara sahip olması nedeniyle; birindeki gelişme, diğerine de yansımıştır. Böylece iler­leyen aşı teknolojisi, enfeksiyon hastalıklarının anlaşılmasında büyük rol oynamıştır.

1955 yılından önce dünyada yaygın olarak kullanılan aşılar çok azdı. Bunlar daha çok difteri, tetanoz, çiçek, TAB ve BCG aşıları şeklindeydi.

Virüs kültürlerinin yapılabilmesi, bağışıklık da yeni ufuklar açarak virüs aşılarının gelişmesine olanak tanıdı. Günümüzde A, C, Y ve W 135 tipi menenjitlere, tifo Vi'ye ve pnömokoklara karşı polisakkarit aşılar ar­tık mevcuttur.

Diğer bakteri ve virüs aşılarıyla sentetik olanlar ve genetik mühendis­liği ürünü olarak yapılanlar, önümüzdeki yıllarda kullanıma geçecektir. Parazit hastalıklarına ve diş çürümelerine karşı bağısıklama olanağı da, gün geçtikçe artmaktadır.

Bağışıklamanın faydalı etkileri konusunda artık kimsenin en küçük bir şüphesi bile yoktur. En son DSO bildirisi; çiçek hastalığının yeryüzünden silindiğini ve bağışıklamanın yaygın olarak uygulandığı ülkelerde boğ­maca, difteri, poliomiyelit gibi hastalıkların ortadan kalktığını vurgula­maktadır.

Bağışıklık Güçlendirici

Elimizdeki aşı sayısının yüksek olması; bu aşılarla elde edilen bağışık­lığın kalitesiyle, enjeksiyonların zamanlamasıyla birlikte yapılacak aşı­larla ve birer birer ve bir bütün olarak bağışıklık sağlanacak hastalıkla­rın saptanması ve yeni aşıların da dahil olduğu yeni bir bağısıklama programının belirlenmesi olarak özetleyebileceğimiz global bağısıklama stratejisinin ne olması gerektiği şeklindeki sorunla ilişkili, spesifik sorula­rın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ayrıca bir hastalık yeryüzünden tamamen yok olduğunda, aşılama ve kitle bağısıklama konularında neler yapılması gerektiği sorusuna yanıt bulunmalıdır.

Bağışıklık programları hem hastalığın epidemiyolojisi konusundaki bilgilere, hem de aşılanan bireylerin bağışık yanıtına göre hazırlanır. Şe­killenen son önerilerde bu faktörler ve daha önceki bağısıklama program­larının başarı ya da başarısızlık derecelerini gösteren uygulamalı veriler göz önünde bulundurulur.

Aşılanan popülasyonun büyük bir bölümünde; örneğin en az % 95'iil­de spesifik antikor gelişmesinin sağlanması ve bir epidemi sırasında ya da hastalık etkeniyle karşılaşan kimselerin önemli bir yüzdesinde tam ko­runma elde edilmesi; uygulanan bağışıklık programının etkili olduğuna kanıt sayılır.

Her hastalığın epidemiyolojisi, çocukların bu hastalık etkeniyle en çok karşılaştıkları dönem, enfeksiyon hastalığının farklı yaşlardaki şiddet de­recesi ve çocuğun aşı uyaranına karşı yanıt verebilme yeteneğine/eki çe­şitlilikler gibi faktörler; bağışıklık programının belirlenmesinden önce mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

Gerçek bağışıklama programları, belirli hastalıkların epidemiyolojik özelliklerine bakılarak saptanacak kurallar uyarınca geliştirilmelidir. Poliomiyelit, 6. aydan sonra çocuklar için önemli bir tehlikedir. Kızamık, gelişmekte olan ülkelerin çocuklarında son derece tehlikelidir ve sık sık ölümle sonuçlanır ama, sanayileşmiş ülkelerde genellikle daha büyük yaşta görülür ve daha iyi huyludur. Yaşamın ilk aylarındaki boğmacanın çok ağır seyretmesi, aşının mümkün olduğunca erken yapılmasının gerek­tiğini göstermektedir. Tüberküloz aşısının gerekliliği ise, hastalığın preva-lansına bağlı olarak ülkeden ülkeye değişir.

Bütün bunlara karşılık belirli zamanda geliştirilmiş, saptanmış "ide­al" bir epidemiyolojik model; büyük bir aşı kampanyası veya piyasaya ye­ni aşıların verilmesi sonucu değişebilir. Yani bağışıklık programlarının yeni koşullara uydurulması ya da diğer bir deyişle enfeksiyon hastalıkla­rının epidemiyolojisinde kaydedilen değişikliklere ve bu alandaki tecrü­belere göre uyarlanması gerekir.
Bir enfeksiyon hastalığı insidansının azaltılmasının veya kontrol altına alınmasının mümkün olabilmesi için, şu 3 koşul gereklidir.

1. Elde yeterli miktarda aşı bulunmalıdır;
2. Bu aşılar bütün saklama ve kullanım dönemleri boyunca etkinlikle­rinden hiçbir şey kaybetmemelidir.
3. Kullanılan aşıya bağlı olarak; risk altında olan bireylerin en az % 80-95'ine uygulanabilmelidir.

Genişletilmiş bağışıklama programının (EPI) sonuçları ve sanayileş­miş ülkelerde kazanılan tecrübeler, çocukluk çağındaki enfeksiyon hasta­lıklarının kontrol altına alınabileceğini kanıtlamıştır.
Bir bağışıklama programı, sıkı sıkıya uyulması gereken kurallardan oluşmaz. Bu program sadece çocuğun bağışıklık kazanma yeteneğinin, hastalığın epidemiyolojisinin ve mikrobik ya da viral, canlı ya da öldürül­müş, tek başına veya birlikte yapılan aşıların antijenik kalitesinin göz önünde bulundurulduğu bir "öncelik sırası programı"dır.

İmmun Yetmezlik Nedir Gammaglobulin

Gammaglobülin ve İmmün yetmezlik Sendromu

Gammaglobülin günümüzde, profilaksi ve tedavi amacıyla yay­gın olarak kullanılmaktadır. Belirli vakalarda gammaglobülin, kendi­sinden birkaç gün sonra uygulanan bir aşının sağlayacağı aktif ba­ğışıklığa engel olabilir.

Zayıflatılmış canlı virüs aşılarının (kızamık, kızamıkçık, kabaku­lak; Trimovax) kullanılmasından sonra bağışıklığın gelişebilmesi için genellikle, aşıdaki virüslerin vücutta çoğalması gereklidir. Gam­maglobülin verilmesi, virüslerin çoğalmasını durdurur. Bu nedenle tatmin edici bir bağışıklama sağlayabilmek için, gammaglobülin profilaksisinden sonra en az 6 hafta, tercihen 3 ay beklendikten sonra aşı yapılmalıdır. Yapılan ön-çaiışmalar, immünglobülin kulla­nılmasıyla oral poliomiyelit veya sarı humma aşıları arasında her­hangi bir olumsuz etkileşim göstermemiştir.

Eğer gammaglobülin kullanımıyla canlı aşı yapılması arasında geçen süre 2 haftadan daha kısaysa; aşının 3 ay sonra tekrarlan­ması gerekir; aradaki süre 2 haftadan uzunsa, buna ihtiyaç yoktur.

Hastalıkla temas durumunda, canlı aşının, immünglobülinle bir­likte kullanılması mümkündür. Ancak aşı sonrası serolojik testler serokonversiyon göstermedikçe, yani serumda antikorların varlı­ğını ortaya koymadıkça aşıyla sağlanan bağışıklığın, immüng­lobülin etkisiyle zarar göreceği unutulmamalı ve aşılama, 3 ay son­ra mutlaka tekrarlanmalıdır.

Buna karşılık gammaglobülin, öldürülmüş mikroorganizmaların kullanıldığı aşılardan (DTP, DTP polio, tetanoz, kuduz, hepatit B vs) sonraki bağışık yanıtı olumsuz yönde etkilememektedir. Yine de bazı araştırmacılar, böyle bir uygulamayla elde edilen bağışık­lığın düşük kalitede olduğuna inanmaktadır.

Gammaglobülin kullanılmasının, serumdaki gözlemlenebilen an­tikor düzeylerinde herhangi bir değişiklik yapmadığını ve araya giren enfeksiyonların değerli bir göstergesi olan serolojik testleri et­kilemediğini de önemle belirtmek gerekir.

İmmün yetmezliği olan bir çocuğa aşı yapılabilir mi?

Genellikle bu durumdaki çocukların aşıya yanıt veremeyeceği ve güçlü ya da anormal aşı reaksiyonlarının gelişmesine elverişli oldukları düşünülür. Bu düşünce, aşılamanın yapılmasıyla sonuç­lanır; oysa bu, pek yerinde bir davranış değildir.

İmmün yetmezlikler yakın zamana kadar klinik özellikleriyle tanımlanırdı. Ancak immünolojik olayların daha iyi anlaşılması ve moleküler biyolojideki ilerlemeler, bağışıklık eksikliklerinin birçok kategoriye ayrılmasına olanak tanımıştır (C GRISCELLI):
1. Antikor yapımı konusunda eksiklik: Cinsiyet kromozomuna bağlı olarak soya geçen agammaglabülinemi veya, çeşitli hipogammaglobülinemiler.
2. Dissosiye sıvısal bağışıklık yetmezlikleri: IgM düzeyinin yük­sek olduğu, IgA ve IgG yetmezlikleri; izole serum IgM eksikliği; lgG2 ve lgG4 izotipi: infantil hipogammaglobülinemi.
3. Hücresel bağışıklığı etkileyen predominant yetmezlikleri: DİGeorge sendromu, pürin nükleotid fosforilaz eksikliği.

Lenfosit Nedir Lenfosit Asisi Hakkinda

Lenfosit Nedir, Lenfosit Aşısı

Bağışıklık sisteminin özel hücreleri olan lenfositler özgünlükleri­ni, yüzey membranında yer alan ve genetik ya da somatik kökeni bilinmeyen antijen reseptörlerine borçludurlar.
Herbiri değişik alt tiplere sahip; T ve B lenfositleri olmak üzere iki çeşit lenfosit vardır.

a) T lenfosit, timus etkisiyle farklılaşan hücrelerdir. Bu farklı­laşma ya da T lenfositlerinin timustan geçişi sırasında doğrudan; ya da sıvısal etkenler aracılığıyla dolaylı yoldan gerçekleşir. Fitohemaglütinin (PHA) etkisi altında blast transformasyonu geçirmeleriyle tanınan bu hücreler, gecikmiş aşırı tip duyarlığın temelinde yer alan hücresel bağışıklıktan sorumludur.

T lenfositleri, karakteristik yüzey antijenlerine sahiptir. Bu hücre­ler immünglobülinleri ne taşır, ne de büyük miktarlarda salgılar; im­münolojik açıdan etkilerini hedef hücreyle doğrudan temas kurarak gösterirler.

Ömürlerine bakılarak iki tip lenfosit ayırt edilebilir. Bunlar, ömür­leri ortalama 4-5 gün olan kısa ömürlü lenfositlerle, bellek lenfosit­leri adıyla bilinen ve anamnestik reaksiyonlarda önemli rol oynayan uzun ömürlü lenfositlerdir.

T lenfositleri antijenle temasa geçtiklerinde aktive olarak, blast transformasyonu geçirir ve hücresel immünolojik tepkimelerden so­rumlu, yavru-hücreler meydana getirmek üzere parçalanır.

Antijen tarafından uyarılan T lenfositleri, çeşitli metabolik reaksi­yonları ve topluca lenfokinler adıyla bilinen, biyolojik bakımdan ak­tif birçok mediatörün şahmını sağlar. Kapiller geçirgenlik faktörü, kemotaktik faktör, makrofaj aktivasyon faktörü, sitotoksik faktör ve ayrıca da interferon, bu şekilde yapılan lenfokinlerdendir.

b) B lenfosit, İnsanlarda yalnızca kemik iliğinde yapılan bu lenfositlerin yarı-ömrü kısa olup 4-5 gün kadardır. B lenfositleri, antijenik uyarı ile çoğalarak özgün antikorlar meydana getirir. Özellik­le IgM olmak üzere immünglobülinlerin veya antikorların sentez ve salıverilmesi bakımından ileri derecede özelleşmiş hücreler olan plazma hücreleri, B lenfositlerinin farklılaşmasıyla meydana gelir. Bunların antijenleri tanıyan reseptörleri, terminal fragmanıyla lenfo­sit membranına bağlayan tam bir immünglobülinden yapılıdır.

Plazma hücreleri IgM, IgG, IgD, IgA ve IgE olmak üzere farklı tiplerde immünglobülinler salgılar.

Plazma hücreleri tarafından salınan antikorların; virüs notralizasyonu, bazı mikroorganizmaların lizisi veya opsonizasyonuyla fagositozlarının kolaylaştırılması gibi, bazen kompleman sistemiyle birlikte etkin olduğu koruyucu işlevleri vardır.

Plazmadaki IgD ve IgE konsantrasyonları çok düşüktür. Son ya­pılan çalışmalar, aynı B lenfositinin eşzamanlı olarak hem IgM hem IgD sentezleyebildiğini göstermiştir.
T ve B lenfositlerime oluşan bağışık yanıtlar (hücresel, sıvısal) birbiriyle yakın ilişki içindedir:

Kanda lenfosit

T ve B lenfositleri arasında spesifik antijenik faktörler aracı­lığıyla gerçekleşen doğrudan etkileşim: Antijen, T lenfositi tara­fından yapılan, suda erir bir faktörü birleştirerek bu hücreler arasın­da bir köprü oluşturur ve böylece onun makrofaj yüzeyine bağlan­masını kolaylaştırarak onu lenfositlere taşır.

Antijene spesifik olmayan, suda erir mediatörlerin etkisi; B lenfositleri üzerinde pozitif düzenleyici etkiler gösterir ve bunların antikor salgılayan, olgun plazma hücrelerine dönüşmesini sağlar (yardımcı etki).

B hücrelerinin çoğalmasına neden olan allojenik faktör (AEF) ve B hücrelerinin plazma hücrelerine dönüşmesini sağlayan TRF (T hücresi replasman faktörü), günümüzde bilinen en önemli fak­törlerdendir.

T helper etkisinin aksine, süpressör (baskılayıcı) T hücreleri, be­lirli B ve T hücresi klonlarmı etkileyerek bazen spesifik bağışıklık felcine yol açan depresif özelliklere sahiptir. Böylece bu hücreler B lenfositlerinin veya sitotoksik T hücresi ön-hücrelerinin farklılaşma olayı üzerinde negatif bir düzenleyici etki göstermektedir. Bu etki ya doğrudan, ya da T hücrelerinin işlevlerini baskılayarak gerçek­leşmektedir.

Yardımcı T lenfositlerinin aksine, baskılayıcı T lenfositleri; B len­fositlerinin proliferasyonlarını etkilerken, sitotoksik T lenfosit ön hücrelerini doğrudan veya proliferasyonunda rol oynayan yardımcı T hücrelerini baskılar. Bu şekilde bağışık yanıt oluşması engellenir.

Ayrıca baskılayıcı T lenfositleri olgun plazmositlerin immünglobülin salgılamasını da engelleyebilmektedir.

Makrofaj Nedir Makrofajlar İle İlgili

Aşılamanın temel ilkeleri

İmmünolojik bilgiler

İmmünoloji alanında kaydedilen son yenilikler, bağışıklama açı­sından son derece faydalı olmuştur. Aşılama sonrası bağışıklık ge­lişme mekanizmaları, organizmanın viral veya mikrobik hastalıklar­la savaşmak için kullandığı mekanizmalara benzemektedir.
Bir antijen organizmaya girdiğinde, hücresel ve/veya sıvısal ya­pıda bir bağışık yanıtı harekete geçirir. Bağışık yanıtta, antijenin immün sistem tarafından tanındıktan sonra, yanıtı organize edebi­lecek, immünolojik bakımdan elverişli belirli sayıda hücrenin hare­kete geçmesi gerekir.

Kısaca söylemek gerekirse, bağışık yanıtta makrofajlar ve lenfo­sitler olmak üzere iki çeşit hücre rol oynamaktadır.

Makrofajlar, Makrofaj Nedir

Bir monosit klonundan türeyen makrofajlar, herhangi bir antijenik özellik taşımayan bağışık yanıtın başlayıp yayılmasında temel rol oynamaktadır.
Makrofajlar, organizmadaki bağışık yanıtın hemen her aşama­sında işe karışır:

a) Belirli antijenleri, B lenfositleri tarafından tanınacak şekilde değişime uğratır,
b) T ve B hücreleri arasındaki işbirliğinde, aracı işlevi görür.
c) T lenfositlerini etkileyen çeşitli maddeler salgılayarak bağışık yanıta katkıda bulunur.

Makrofaj Aktivasyon

Bağışıklık yanıtını baskı altına alıcı özellik­teki PGE2 ya da E2 prostaglandinler; önceleri lenfosit aktivatör fak­tör (LAF) adıyla bilinen ve T hücrelerinin bazı fonksiyonlarını nons-pesifik şekilde harekete geçirebilen interleukin-1 (IL-1), makrofajların salgıladığı maddelerdendir.
Öte yandan makrofajlar, lenfokinler aracılığıyla T lenfositlerin­den bilgi alarak; sitolitik ya da süpressif bir etkide bulunabilirler.
Son olarak da makrofajlar, sitotoksik olabilir ve bazı kanser hüc­relerini öldürürler. Bu tip makrofajlara "Natural Killer" (Doğal öldü­rücü hücreler) (NK) adı verilir. Ayrıca makrofajlar, kemik iliğinden köken alan lenfositlere antijenik mesaj gönderir.