Panik Atak Tedavisi Yontemleri

Panik Atak Tedavisi

Tedaviyle ilgili neler söylenebilir?


Panik atağın tedavisine gelecek olursak, önce şunu be­lirtmekte yarar var. Panik atak sadece ve sadece psikiyatr­ların tedavi etmesi gereken bir hastalıktır. Tedavi, birçok yöntemin kombine uygulanmasıyla' daha çabuk sonuç ve­rir. Sadece ilaçla ya da sadece terapiyle iyileşmesi çok na­dir görülür. En önemlisi de söylediğim gibi hastalık hak­kında bilinçlenmedir. Örneğin alıştığımız bir panik nöbet türü birden başka bir görünüme bürünebilir. Onun için olabilecekleri bilmek, hazırlıklı olmak çok önemlidir. Pa­nik atak tedavisine yönelen hekimlerin söyledikleri gibi, evde kendi kendini tedavi etmeye çalışmanın, kendi kendi­ne apandisit ameliyatı yapmaktan farkı yoktur. Mutlaka bir uzmandan yardım alınmalıdır. Ve bu sorunu tedavi ederken hastalığın bir gün tekrarlayabileceği de göz önün­de bulundurulmalıdır.

Panik Atak tedavi yöntemlerini anlatabilir misiniz?

Son yıllarda kaygı ve panik ataklarının, fobik ve obse-sif-kompülsif bozuklukların tedavisine ilişkin olanaklar arttı, özellikle ilaç tedavisinde büyük gelişmeler oldu. Ve ruhsal tedaviler üzerine yapılan araştırmalar daha çok pa­nik atakları ve nöbetleri konusunda yoğunlaştı. Tabii bu sorunlardaki tedavinin olumlu sonuçlanması için nedenle­rinin çok iyi belirlenmesi gerekiyor.

Kaygı, panik ataklarının; fobik, obsesif-kompülsif nevrozların tedavisinde öncelikle psikotrop ilaçlar kulla­nılır. Bu ilaçlar öncelikle merkezi sinir sistemini etkile­yen, hastalık nedeniyle bozulmuş davranışları ya bütü­nüyle ya da kısmen düzelten, hastanın iç ve dış dünyayla barışını, uyumunu sağlayan ilaçlar. Bu tip ilaçlar kişiliğe yeni yeti, beceri katmaz, kişilikte bulunan, ancak bozul­muş, karışmış davranışları düzenler.

Psikotrop ilaçların tümü kaygı ve panik ataklarında, fobik ve obsesif-kompülsif bozukluklarda ve bunların üzerine ortaya çıkan depresyonlarda kullanılabilir.

Ruhsal tedaviler, Panik atak Nasıl Tedavi Edilir

Ruhsal tedavi yollarının adlandırılması ve sınıflandı­rılması tartışma konusudur. Temelde tedavi durumun bi­çimine ve bu biçim içinde kullanılan ruhsal öğretiye göre ikiye ayrılır.
Biçimine göre bireysel ve grup tedavileri vardır.

Tedavi biçimi ne olursa olsun hekimin hastaya yakla­şımında kullandığı yöntemin dayandığı anlayışın, kura­mın, öğretinin içeriğine göre günümüzde geçerli olan ruhsal tedaviler şöyle:

Panik Atağın Tedavisi

Destekleyici,
Çözümleyici,
Davranışçı,
Bilişsel,
Görüngücü,
Varoluşçu,
Hasta merkezli,
Bütüncül,
Davranış çözümlenmesi.

(Bunlar tüm psikiyatride kullanılan ve şu anda bizim kullandığımız tedavi yöntemleri, ama bu tedavi yöntem­leri içinde biz özellikle kaygı bozuklukları ve panik atak­ta davranışçı ve bilişsel tedaviyi kullanıyoruz.)

Destekleyici tedaviler, Panik atak Bitkisel Tedavisi

Destekleyici tedavi, hiçbir tıbbi özelliği olmayan, has­taya hastalığını anlatmak, kullandığı ilaçlarla ilgili ola­rak hastayı bilgilendirmek şeklinde gelişen bir tedavi yöntemidir. Bazı ekoller panik atak konusunda psikana­lizi de kullanmayı öneriyor. Ama yine bazı hekimler psi­kanalizle sonuç alınamayacağını söylüyor. Bu anlamda davranışçı ve bilişsel tedavi, panik atak için en uygun olanı.
Destekleyici tedavileri aşağı yukarı her hekim kullanı­yor. Bu yönteme, analitik, derinlemesine yöntemleri kul­lanmadan moral vermek bile denilebilir. Ruhsal tedavide en çok kullanılan yöntem destekleyici tedavidir. Gerçekte telkin ve ikna sadece tedavi alanında değil, günlük ilişki­lerde bile insanların birbirlerini etkilemekte kullandıkları bir yaklaşımdır. Tatlı bir söz, tatlı bir gülümseme, güven verici bir hareketin insanın ruhsal yaşantısında yarattığı olumlu etkiye karşılık, kırıcı söz, asık surat, ters bir ha­reketin uyandırdığı olumsuz duygular bütün bir gün in­sanı karamsar, sıkıntılı ve tedirgin yapar.

Geniş anlamda doktor ile hastanın karşılaştığı her yer­de ve her hastalıkta destekleyici ruhsal tedavi söz konusudur. Doktoruna güvenen, onun etkisi altında olan hasta ondan gelen tatlı bir söz ve gülümsemeyle kaygı ve sıkıntı­sından kurtulur.

Bu tür tedavide hastanın benlik gücüne dayanarak bo­zulmuş olan ruhsal dengesinin düzeltilmesine çalışılır. Des­tekleyici ruhsal tedavide ruhsal çözümleme yönteminde ol­duğu gibi, hastaya yaklaşırken çocukluk dönemlerini deş­mek, içgüdülere, dürtülere, çatışmalara ve karmaşaya iliş­kin bastırılmış duygu ve düşünceleri bilinç alanına çıkar­mak söz konusu değildir. Hastayla konuşan hekimin bun­lara ilişkin sezgileri, bulguları, verileri, çözümleri olsa bile bunları açığa çıkarmak, bilinçaltını yeniden yaşatmak dü­şünülemez.

Bu tedavide hastanın aile, iş, günlük yaşamıyla ilgili so­runları konusunda bilgi verilir, danışmanlık yapılır, yol gös­terilir. Hastanın yaşamıyla ilgili önemli konular ve sorunlar tartışılarak bilgi verilir. Onun doğru ve sağlıklı karar alma­sında rol oynayacak olanaklar ve seçenekler gösterilir.

Psikanaliz, Panik Atak Tedavi Yolları

Çözümleyici ruhsal tedavilerin başında psikanaliz gelir. Bu yöntemin temeli bastırılmış, bilinçaltına itilmiş dürtüle­rin, ruhsal güçlerin, karmaşaların bilinçli duruma getirile­rek "benlik" tarafından kabul edilmesine, benimsenmesi­ne dayanır.

Bunu sağlamak için serbest çağrışım, rüyaların yorum­lanması, dil sürçmeleri, unutulmuş ya da hatalı kullanılmış sözcükler ve hareketlerden yararlanılarak, hastaya geçmiş yaşantısındaki coşkular, karmaşalar hatırlatılır. Bu tür te­davinin temel ilkelerinden biri hasta ile hekim arasındaki duygu alışverişidir. Bütün ruhsal tedavilerde olduğu gibi çözümleyici tedavilerde de bir sınır ve ölçü içinde, hasta ile hekim arasında duygu alışverişi gereklidir. Böylece hasta hekim karşısında çocukluk ve ilk gençlik döneminde, an­nesi, babası ve çevresindeki yakınlarına beslediği duyguları ve coşkuları dile getiren bir davranış gösterebilir.

Yararlı ve sınırlı ölçü içinde gerçekleşen duygu alışveri­şi sürecinde, hasta geçmişteki nesnel ilişkilerini yeniden yaşar. Takıntılarını, bağlantılarını, bastırılmış duygu ve düşüncelerini, ruhsal karmaşalarını, gerçeğe uymayan fan­tezilerini anlar. Çatışmalar karşısında düştüğü kaygıyı, bunlardan kurtulmak için başvurduğu savunma düzenleri­ni tanır. Ruhsal yakınmalara neden olan olumsuz savun­ma düzenlerinden kurtulup olumlu savunma düzenlerini kullanmayı öğrenir.

Davranış tedavisi

Daranış tedavisinin temeli Pavlov'un şartlı reflekslerine ve öğrenmeye dayanır. Bu tür tedavide davranışı oluşturan etkenler üzerinde durulmadan, doğrudan doğruya davra­nışın kendisi ele alınır. Kişi ve toplum açısından uyumsuz görülen davranışlar söndürülerek, yeniden şartlandırma yoluyla uyumlu davranışların ortaya çıkmasına çalışılır.

Bu tür tedavide hastanın etkin bir biçimde katkısı ge­reklidir. Hasta tedaviyi sürdüren kişinin önerilerine uymak ve bunları aşama aşama gerçekleştirmek zorundadır, yok­sa tedaviden sonuç alınamaz.

Sistematik duyarsızlaştırma, Panik Atak Hastalığı Tedavisi

Bu yöntem ilk olarak Wolpe tarafından tanımlanmış, uygulama yolları yöntemleri belirlenmiştir. Bu tedaviye başlamadan önce hastaya, rahatlama ve gevşeme yöntem­leri öğretilir. Hastadan, kendine kaygı ve korku veren durumları, kişileri, nesneleri, olayları, algıları saptaması, in­celemesi, tasarlaması istenir. Amaç, kişiye kaygı ve korku veren nesneleri, kişileri, durumları saptadıktan sonra, önce imgeleme sonra tasarlama yoluyla yavaş yavaş, söz konu­su durum, kişi, nesne, olay ve algılamalarla hastayı karşı­laştırıp, tepki olarak ortaya çıkan aşırı duygulanım ve coş­kuyu söndürmektir.

Bunu sağlamak amacıyla hastadan kaygı ve korku yara­tan tüm durum ve olayları listelemesi istenir. Listede yer alan nesneler ya da durumlar en zayıftan güçlüye, başka bir deyişle en az kaygı ve korku yaratandan en çok yaratana doğru sıralanır. Tedaviyi yapan kişi hastadan, en az korku yaratan nesne ya da durumu düşünmesini, tasarlamasını is­ter. Bu süre içinde hastanın rahat ve gevşek olması gerekir. Hasta bu tasarlamayı rahatça başarır, paniğe kapılmadan halledebilirse ikinci aşamadakileri tasarlaması istenir. Bu süre içinde hasta kaygı duyup paniğe kapılırsa tedaviye ye­niden başlanır. Hasta korku ve kaygıdan kurtulana kadar listedeki tasarlamalar gerçekleştirilir. Sistematik duyarsız­laştırmada olumlu pekiştirme ve söndürmeyle hastanın korku ve kaygısı azalır ve söner. Hasta gevşer ve rahatlar.

Üstüne gitme

Üstüne gitme ya da yüzleştirme adını alan bu tedavi yöntemi hastanın kaygısını artıran, korku veren düş ürü­nü, imgeleme, tasarıma dayanan ya da gerçek durumların, kişilerin, nesnelerin, olayların, olguların üstüne gitme biçi­minde uygulanır.

Temel ilke, korku ve kaygıdan kaçmak yerine bu du­rumların üstüne gitmektir. Hastanın korku ve kaygı sonu­cu kötü bir şey olmayacağına inanması, bu durumu yaşa­ması güven duygusunu artırır.

Panik Atak ve Kalp Krizi İliskisi

Panik Atak ve Kalp Krizi

Panik atak ile kalp krizi arasındaki farklar anlatılırsa belki durum daha açık hale gelebilir öyle değil mi?


Evet. Mesela panik atak sırasında yaşananlar, aslında kalp krizi sırasında yaşanan olaylardan farklıdır. Ama ölüm korkusu, her ikisinin benzer olduğu konusunda has­tayı yanıltır. Örneğin panik atak geldiğinde öncelikle kişi­nin kalbi çarpmaya başlar. Bu çarpıntıya ek olarak göğüs­te ve tam da kalbin üzerinde bulunan noktada ağrılar ol­duğu hissi uyanır. Bu ağrılar genelde saplanıp sonra ani­den geçen türdendir. Bu ağrılar kişi hareket ederken ya da başkalarıyla konuşurken geçer. Ama atak yaşayan kişi so­rununu düşünmeye başlayınca artar. Kalp atım hızı fazla­dır, taşikardi vardır, ama kalpte fiziksel bir sorun izlen­mez. Kalp atım hızına bağlı olarak kişinin tansiyonu yük­selir, ama genel olarak düşmez. Panik atak yaşayan kişiler korktukları için mideleri de bulanır. Zaten bunların tümü kalp krizi korkusunu iyice alevlendirir.

Kalp krizi anında neler yaşanır peki?

Kalpte çarpıntı artar, ama buna ağır bir ağrı eşlik eder. Devamında kriz gelir. Göğüsteki ağrı tam göğüs bölgesin­de ve ağırlık verecek şekilde artar. Kalpteki aşırı çarpıntı ve göğüs bölgesindeki yaygın ağrı dinlenme sırasında azal­ma gösterebilir, yani panik atakta yaşanan durumun tam tersi geçerlidir. Kalple ilgili yapılan tetkiklerin sonucu nor­mal değil, anormaldir. Göğüs bölgesindeki yaygın ağrı çok uzun süre geçmeyebilir. Bu ağrı geçen zaman içinde vücu­dun başka bölgelerine de sıçrar. Mesela boyuna, çeneye, sol kola. Bulantıya kusma eşlik eder. Panik atakta tansi­yon yükselirken burada düşebilir.

Panik ataklıyla yaşayanlara öneriler, Panik Atak Kalp

Bir panik ataklıyla birlikte yaşayanlara öneriler neler olabilir?

Sürekli olarak elden geldiği kadar ona, "Sen bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı birisin, bu senin özelliklerinden kaynaklanan bir durum" denmeli. Kişi nöbet geçiriyor en­dişesini yaşarken yanında bulunan onun kadar telaşlı gö-rünmemeli. Bazı korkuların aşılmasında akılcı, gerçekçi bir konuşma biçimi belirlenmeli. Nazardır, cindendir, peri­dendir denmemeli. "Sen hastalıklı değil, endişeli, tedirgin bir insansın, istersen bunu ortadan kaldırabilirsin" şeklin­de konuşulmalı.

Bana göre bütün hastalıkların ortaya çıkışında ve çözü­münde duygusal zekanın beş öğesini hem hastanın, hem doktorun, hem de hasta ailesinin kullanması lazım. Duy­gusal zekanın beş öğesi şunlardır: Birincisi öz bilinçtir. Hastaya yaptığımız konuşmalarda onun kendisini çok iyi tanımasını isteriz. İkincisi öz güdülenmedin "Ben bunu ya­parım", "Bende bunu yapacak güç, kuvvet var" demek önemli. Çoğu güçsüz olduğunu düşünüyor çünkü. Öz bi­lincini tanımak, kendindeki gücün farkına varmak önemli. Üçüncüsü duygusal denetim ve bu çok önemli. İlkçağ filo­zoflarından bu yana üzerinde durulan şey bu. Duygular bizi üzgün, kızgın yapıyor. Duygular akılla bastırılır, engel­lenir, denetlenir. Bunu anlatmaya çabalıyoruz ve dördüncüsü ne olur başkasını da tanı, onunla empati kur diyoruz. Beşincisi de, "Bir çocuğun dünyada gelişmek için nasıl an­ne babasına ihtiyacı varsa benim yaşayabilmem için baş­kalarına gereksinimimim var" demektir. Bu beş öğe tanı koymakta, kendini tanımasında, karşılaştığı sorunları aş­makta önemli.

Panik atak hastası öleceğini sanıp sokağa çıkamıyor örneğin, bu durumda eşi ne yapmalı?

Bir kere tabii ki hasta o duruma gelmişse, sen hasta de­ğilsin, sokağa çıkınca bir şey olmayacak demenin çok da faydası yok. Ancak o kişiye içinde bulunduğu durum mantıklı bir şekilde ve cesaretlendirilerek anlatılmalı. Me­sela, "Bu aslında senin beklentinden başka bir şey değil. Senin kafanda yarattığın korkunun korkusu" demek gere­kiyor. Çünkü bu, öğrenilmiş çaresizliktir. Orada dışarı çı­kınca neyi yaşayacağını, ilk düşünce biçimi olarak olumla-mak lazım. Bilişsel tedavinin temelinde yatan, üstüne git­me ve yüzleşmedir. Gel bugün karşıki eve gidip dönelim, yarın sen git, ben bakacağım, sonra tek başına gidip dön gibi aşılama yapılabilir. İnsan, "Ben bunu yapamam" dü­şüncesinden uzaklaştırılabilir. Kafasında yaptığı bazı ge­nellemeler var çünkü bu kişilerin. Sokağa çıkınca bayıla­cağını sanan kişiye dayanakları sorulmalı. "Benim hiç şan­sım yok" diyene de sorulmalı. "Ne yaptın da bunu gör­dün" denirse ve cevap vermeye zorlanırsa o cevaplar etkili olabilir. Hasta geliyor, "Sokağa çıkamıyorum" diyor bana, "Buraya geldin" deyince uyanıyor duruma mesela. Bilişsel kalıpları değiştirmek bu anlamda çok önemli.

Bu konuda sizin de bir anınız var, onu anlatır mısınız?

Size kendi anımdan bahsetmek istiyorum. 15 yaşında Anadolu'dan gelmiştim ve yüzme bilmiyordum. Sudan korkuyordum açıkçası. Arkadaşlarım ise Arnavutköy'den geçen takalara takılıp, Rumelihisarı'na gidip geri yüzerler­di. Gençlik var serde. Bir gün dayanamayıp ben de atla­dım suya. 8-10 kulaçtan sonra panik oldum, savunma dü­zenim kalmadı. Elimi salladım, bir kayık geldi de kurtul­dum. Sonra yüzmek ne kelime, iki ay ortadan kayboldum ve "Bunu mutlaka yapacağım" dedim. İki ay sonra çok iyi serbest yüzmeye başladım, hatta Yüzme İhtisas'a girdim ve 60 senedir hâlâ yüzüyorum. Korkunun üzerine gidilirse yenilebilir. Ben bu korkuyu yendiğim için bir sürü arkadaş edindim. Eğer sürekli kaygım olsaydı, sanırım ben de yüzemezdim hiç.

Panik Atak Yapan Hastaliklar

Panik atak yapan hastalıklar

Panik atak görüntüsünü neler ortaya çıkarıyor?* Bir insan panik atak geçirirken acil polikliniklere gidi­yor, burada da en çok kalp rahatsızlığıyla karıştırılıyor, hastaların bu konuda bilgili olması lazım. Panik atak diye önyargıyla psikologlara gidenlerin de, "acaba bu panik atağı ortaya çıkaran başka hastalıklar var mı" diye düşün­mesi gerekir. Bu hastalıkları ise şöyle sıralayabiliriz:

Kalp-damar hastalıkları,
Kalp vurum sayısının artması,
Mitral kapak darlığı, miyokart enfarktüsü,
Mitral kapak yetersizliği,
Aort kapak darlığı yetersizliği,
Mitral kapak prolapsusu,
Kan basıncı yüksekliği ya da düşüklüğü,
Gelip geçici kansızlık,
Solunum güçlüğü,
Akciğer hastalıkları,
Kan şekerinde düşme,
Kansızlık,
Sinir sistemi hastalıkları,
Miyasteni,
Epilepsiler,
Baş dönmesi,
Kişilik bunalımları,
Cinsel kimlik bozukluğu,
Madde bağımlılığı,
Akut ve kronik tüm organik hastalıklar,
Şizofreni başlangıcı,
Histeri,
Aşırı çay ve kahve kullanımı.

Bu hastalıkların çoğu panik atak gibi nöbet geliştirebi­lir. Böyle durumlarla karşılaşınca hekimlerin ne düşünme­si lazım?

Her iki seçeneği de düşünmesi lazım. Herkes kendi stresini kendi yaratır, ortamın sizin için endişe verici, kay­gı verici, bedensel ve ruhsal olarak sizi tehdit eden bir or­tam olması bunları doğurur. Bulutlu bir havanın arkasın­dan bir sürü dram üretebilirsiniz. Yalnızsanız karamsar, korkak hale gelebilirsiniz. Sadece koşullar değil, ortam değil, o koşulları algılayan insan önemli, sürekli kaygısı yüksek olan, duyarlı, duygusal ve mükemmeliyetçi insan­lar bu sorunları en çok yaşıyor. Her şeyi en ince ayrıntısı­na kadar düşünen insanlar bunu yaşar. Bunun yararları ve zararları olabilir, çünkü insanlardan da ayrıntılı olmaları­nı beklersiniz ve bulamazsınız. O zaman kendinizi ruhsal olarak tehdit altında görüp bedeninizi de zorlarsınız. Bun­lar bir araya gelince genel kaygı bozukluğunu ve panik nöbet yaşama şanssızlığını gösteriyorsunuz. Enerjinin bir başka yere nakliyle atabilir insan bunu. Resim yapabilir, müzik yapabilir, mesleğinde iyi olma konusunda gayret gösterebilir. Çoğulcu zekanız nerede gelişmişse o doğrul­tuda kendinizi geliştirebilirsiniz. Çoğulcu zekayı tanımla­mak gerekirse; öncelikle zeka testlerini değerlendirmek ge­rekiyor. Zeka testleri 1905 yılında geliştirildi. Öğrencile­rin okul başarısını somut olarak değerlendirmek için ya­pıldı bu testler. Ve görüldü ki, aynı IQ'ya sahip çocukla­rın farklı yönleri gelişmişti ve bu gelişmişlik onlara farklı başarılar sunuyordu. Bu noktada zekaya, IQ içinde geliş­miş olan bir beceri, yetenek olarak yaklaşan da var, ayrıca IQ dışında oluşmuş bir zekalar toplamından söz eden de var. Çoğulcu zeka denildiğinde; dil ve sözün ön planda ol­duğu zeka, mantık ve matematik zekası, görsel zeka, işit­sel zeka, iletişim becerisi zekası, içsel zeka, doğa zekası, bedensel zeka akla gelebilir.

Panik nöbeti ortaya çıkaran korkular

Panik nöbeti en fazla çıkaran korkular hangileri? Genel kaygı bozukluğu içine giren rahatsızlıklar. Her an insanın kendini kaygı içinde hissetmesi. "Yola çıkaca­ğım ama trafikte sorun yaşarım, işe giriyorum ama mutlak başarısız olacağım, sınava giriyorum ama mutlak başarısız olacağım" gibi kendi içinde her durum için mutlak başarı­sızlık görüşünün hakim olması. Kaygının ruhsal olarak anlatımı negatif bir duygudur. Panik nöbetinden önce bir­çok kişide bu oluyor. Olası kötülükleri görüp önlem alma­yı sağlayan bu duygu, sürekli hale gelince paniğe neden olabiliyor. Bu yüzergezer kaygılar bazen takıntı-saplanfiya neden oluyor. Esasında tüm bu saplantıların, korkuların altında yatan kaygı düzeyi o kadar yüksek olmalı ki pani­ğe dönüşsün. Bir insanda korku, kaygı varsa insan mutsuz olur. Çünkü olumlu ve olumsuz duygu var insanda, insana elem veren duygular, kaygı, korku, kötümserlik var. İnsan­lar bunlardan kurtulmak ister, savunma düzenleri de kay­gıya karşı oluşmuş dengeleşimdir. Dengeleşim ruhsal ya­şantıyı korkuya, kaygıya, öfkeye, karamsarlığa karşı den­gede tutan savunma düzenleridir. Bunlar her an çalışıyor," bunlar kaygı düzeyi arttıkça çöküyor. Kaygı düzeyi savun­ma düzenleriyle belirli bir sınıra kadar korunuyor. Bazı korkular ortaya çıkarıyor, karanlıktan korkmak, sokağa çıkmaktan korkmak gibi, dolayısıyla bilişsel işlevlerini başka şeylerle meşgul ederek o kaygıyı azaltıyor. Bu kişi­lerde en çok görülen korku agorafobidir. Çünkü sokağa çıkınca hastalanacağını, başına kötü bir şey geleceğini, fenalaşacağım, tedirgin olacağını düşünür.

İkincisi sosyal fobiler. Onlar da kendini yetersiz, eksik, çirkin, becerisiz, beceriksiz bulur. Başka insanlarla birlikte olunca travmatize olacağını düşünür. Güven duygusunu kaybeder. İlk insanın yaşantısından gelen korkular var ay­rıca. Bunlar da ortak bilinç ve bilinçaltıyla taşınıyor. İlk in­sanın yaşadığı korkular gök gürültüsü, örümcek gibi kor­kular ve bunlar ortak bilinçte ilk insandan geliyor. Ne ya­parsak yapalım ilk insandan gelen bazı korkuları, beklen­tileri koruyoruz. Bunların hemen hepsi doğayla iç içe olan insanların tabu diye gösterdiği şeyler, onlar da bize kadar geliyor. Şunu iyi bilin ki, bir insanın hastalıkla ilgili korku­su varsa o hastalığın ciddi bir tedavisi yoktur, bu nedenle korkulur.

Panik nöbetsiz korkular var. Birçok kişi sokağa çıkar çıkmaz, birçok kişi de sokağa çıkmayı tasarladığı zaman panik nöbeti geçirebilir. En büyüğü agorafobidir. İnsan kendini evde güvenli hisseder. Ayrılık endişesi de korku yaratır.

Panik Atak ve Bedensel Hastaliklar

Bedensel Hastalıklar ve Panik Atak

Sizde biliyorsunuz ki, bazı bedensel hastalıklar panik atak belirtileriyle karıştırılabiliyor. Bunlardan söz edebilir miyiz?

Evet, bazı bedensel sorunlar kesinlikle panik atak nö-betleriyle karıştırılabiliyor. Mesela "kalp rahatsızlıkları bunların başında geliyor. Hatta araştırmalar gösteriyor ki, bu oran yüzde 10 ile 15 arasında. Yani kalp krizi gibi so­runlar panik nöbetleri başlatabiliyor. Kalp sorunları olan­ların aynı zamanda panik atak geçirdikleri çok görülen bir durum. Bazen bu hastalıktan endişe etmek de doğrudan panik nöbeti yaşanmasına neden oluyor.

Panik nöbeti yapan hastalıklar

Peki, bu durumda hangi tür hastalıklar panik nöbeti yapar?
Aslında bu hastalıkların sayısı çok fazla. Şöyle sınıfla­yabiliriz:

1. Solunum sistemi hastalıkları Bronşit,
Astım,
Amfizem,
Kollajen akciğer hastalıkları,
Akciğer fibrosis.

2. İç salgı bezleri hastalıkları
Kan şekerindeki oynamalar,
Hipertroidi,
Âdet öncesi sorunları,
Gebelik (hastalık olmasa da hormonal değişikli­ğe yol açıyor),
Karsinoit tümör,
Kansızlık.

3. Kalp-damar hastalıkları
Kalp vurum sayısındaki artış,
Koroner damar hastalıkları,
Miyokart enfarktüsü,
Mitral kapak yetersizliği,
Aort kapak yetersizliği,
Kan basıncının yükselmesi,
Kansızlık sorunları,
Kan basıncının düşüklüğü.

4. Sinir sistemi hastalıkları
Migren,
Temporal lob epilepsisi,
Baskıya bağlı sinir hastalıkları,
Baş dönmesi,
Ortakulak iltihabı.

Aslında hemen herkes biliyor ama bu hastalıkları biraz tanımlayabilir misiniz?

Evet, tabii ki, birkaçını açıklayabiliriz:

Miyokart enfarktüsü: Kalp krizi diye adlandırılan bu hastalık, kalbi besleyen koroner damarlarda kan akımının azalması ve bu damarların tıkanması sonucu kalbin kasla­rının çalışamaz hale gelmesini tanımlıyor. Bu hastalığın en önemli belirtisi ağrıdır. Bu ağrı genel olarak göğsün orta yerinde bulunan sternumun (göğüs kemiği) arkasından başlar ve öteki yakınmalarla göğsün iki yanına yayılır. Bu yayılma daha çok sol kola ve kolun iç bölgelerine olur. Ağrıyla birlikte bulantı ve kusma gözlenir. İşte bu noktada hastanın kaygı düzeyi yüksektir. Ölüm korkusu ve panik başlar.

Mitral darlığı: Sol kalp karıncığı ile kulakçığın arasın­da bulunan rnitral kapakçığın anatomik bozukluğu sonu­cu iyi ve yeterli biçimde açılmayışıdır. Belirtilerin başında soluk alıp vermede darlık olur. Buna kalp vurum sayısın­daki artış eşlik eder, göğüs ağrısı, bitkinlik, halsizlik, yor­gunluk bunu takip eder.
Panik nöbetlere yol açan önemli kalp hastalığı mitral kapak darlığıdır.

Mitral kapağın balonlaşması: Mitral kapağın balon yapması, sol karıncık ile kulakçık arasında bulunan mitral kapağın, kalbin kasılması sırasında hafifçe sol kulakçığa doğru girmesi durumudur. Bu sorunda kalp vuruşlarında­ki artış ve fazladan kalp vurumu vardır. Bu sorunda orta­ya çıkan ruhsal belirtiler ve yakınmalar paniğe yol açar.

Emosyonel ve Somatik Yanit Nedir

Emosyonel Nedir, Somatik ve Psikolojik yanıt

Uyum bozukluğu nelere yol açar?


Uyum bozukluğu, kişinin aile, ev, işyeri, yakın ve uzak çevre ilişkilerini olumsuz etkiler, uyumunu bozar. Başarı göstermekte, çaba harcamakta zorlanır; çalışma gücü aza­lır. Güven duygusu kaybolur. Genel kaygı bozukluğunu ya da ruhsal çöküntüyü anımsatan belirtiler, yakınmalar or­taya çıkar. Zaman zaman görülen kızgınlık, öfke patlama­ları, saldırı, şiddet ve taşkınlık yanında; donukluk, dur­gunluk, hareketsizlik gibi davranış bozuklukları da bu tabloya eklenebilir. Çünkü travmatik yaşantılar sıklıkla psikiyatrik hastalıkları açığa çıkarıyor. Travmatik yaşantı­lara yanıtın 3 bileşeni vardır:

1. Emosyonel (duygusal) yanıt
2. Somatik Bozukluk (bedenleştirilmiş) yanıt
3. Psikolojik yanıt

Bu sayede yaşanan travmatik olayın çözümü yapılma­ya ve hatta sorun atlatılmaya çalışılır. Emosyonel ve soma­tik yanıtlar kaygı ve depresyon olarak ikiye ayrılır. Otonomik uyarılma, taşikardi, ağız kuruluğu kaygı belirtileridir ve bu belirtiler tehdit eden durumun sürmesiyle daha da belirginleşir. Depresyon belirtileri ise daha çok ayrılma ve kayıplarla ilgilidir. Travmatik yaşantıya üçüncü yanıt ise psikolojik mekanizmalardır ki, bunları başa çıkma strate­jileri ve savunma mekanizmaları olarak incelemek müm­kündür.

Bu sorunu çözmek için neler yapılabilir?, Emosyonel Stres ve Durum

Kişiler problem çözücü stratejiler geliştirir. Mesela çev­resinden yardım isteme, yaşadığı problemin çözümüne yö­nelik bilgi, rehberlik arayışları, problemle yüzleşme, kendi haklarını savunma gibi davranışlar içine girerler. Duygu­ların ağırlığını üzerinden atmak için de, problem ve prob­lemi anımsatacak konuları düşünmekten ve bunları ko­nuşmaktan kaçınmak neredeyse ilk tepkidir. Konuyla ilgili çözümlemeler yapmak, olumlu ya da olumsuz bir karar verebilmek de buna hizmet eder. Diğer taraftan olumsuz bir dizi davranış örneği de gösterilebilir. Mesela alkole ya da yeşil reçeteyle satılan, ama reçeteyle alınmamış ilaçlara yönelme, kendine zarar vermeye kalkışma, saldırganlığın açığa çıkması gibi.

Bahar yorgunluğundan dolayı yaşanan kaygı, panik atağa dönüşebilir mi?

Evet, dönüşebilir, çünkü bir anlamda iç sıkıntısı yara­tan bu durum tetikleyici kabul edilebilir. Bu nedenle bahar yorgunluğunu ve depresyonunu yenmek için önerilerde bulunuyoruz. Çünkü mevsim dönümlerinde vücut, özel­likle B ve C vitaminleri ile potasyuma ihtiyaç duyar. B ve C vitaminleri sebze ve meyvelerde, potasyum da domates, patates ve kayısıda bol miktarda bulunur. Bu nedenle meyve ve sebze tüketimini artırın. Ayrıca tüm depresif hal­lerde işe yarayacak şu önerilere kulak vermekte yarar var:

Özellikle kıştan bahara geçerken bol vitamin alın,
Bol bol egzersiz yapın,
Gelenin getireceklerini bilmemenin kaygısını yaşa­mak yerine sürprizlerin güzel olduğunu düşünün,
Baharda beklentilerin gerçekleşme ihtimaline hazır olun,
Erken kalkın,
Uyku saatinize dikkat edin,
Beyninizi organize edin ki sizin için yararlı olan emirleri verebilsin,
Kendinizi kötü haberlere, uyuşukluğa teslim etmeyin,
Silkinip ben şuyum, şunu yapmak istiyorum derse­niz kendi dışınızdaki dünyayı da manipüle edebi­lirsiniz,
Güne düzenli başlayın,
Çevrenize sevgi verirseniz sevgi de alacağınızı unutmayın.

Bahar yorgunluğunun belirtileri nelerdir?

Bahar yorgunluğunun belirtileri şunlardır:
Bitkinlik,
Neşesizlik,
Uyuşukluk,
Uykuya dalamamak ve uyanamamak,
Sürekli sıkıntı hali.

Obsesif Kompulsif Bozukluk Tedavisi

Obsesif Kompülsif Bozukluk Tedavisi

En sık görülen kompülsiyonlar hangileridir?


En sık görülen kompülsiyonları şöyle sıralayabiliriz:

Saatlerce lavabonun karşısında kalarak elini yıka­mak, temizlendiğine ikna olamayıp yeniden yıka­mak,
Tekrarlama: Kaygı veren ve takıntılı hale gelen düşünceyle oluşan iç sıkıntısını rahatlatmak için sürekli olarak tekrarlayan davranışta bulunmak,

Kontrol etme: Obsesif-kompülsif bozukluğu olan hastalarda tipik olarak görülen belirti kontrol et­mektir. Hatta sorunun başlangıcı bile böyle tespit edilebilir. Mesela hasta, evden çıkarken kapıları kapatıp kapamadığını belki on kez kontrol eder; suyu açık unutup unutmadığını, ütüyü prizde bıra­kıp bırakmadığını unutup bunları kontrol etmeye çalışır.

Biriktirme: İşe yaramasa da, çok eski olup kulla­nılmasa da eşyaları evlerinden atamayan hastalar vardır. Çöp diye tabir edilen evler genelde onların­dır. Hiç eşya atamadıklarını anlamazlar bile. Bin­lerce gazete, dergi, kavanoz biriktirebilirler.

Sayma: Aslında bu durum birçok insanın» yaptığı sıradan kabul edilebilecek bir davranıştır, ama sü­rekli hale gelirse hastalık durumuna dönüşebilir. Mesela evlerin pencerelerini sayma, insanların ayakkabılarını sayma gibi.

Aşırı tertipli ve düzenli olma: Örneğin evde her şe­yin simetrik durması veya masanın üstündeki her şeyin belirli bir sırayla dizilmesi gibi.

Hastalık çok geç yaşta da başlayabilir, Obsesif Kompülsif Kişilik Bozukluğu

Bu hastalık daha çok hangi yaşlarda başlar?

Belirli bir yaşta başlamıyor. Bazı travmatik yaşantıların sonrasında çok geç yaşta da başlayabilir. Çok erken yaşta da. Hatta başlangıcı okul öncesi çocukluk dönemine ka­dar gider. Bazen de hastalığı tanımlamakta gecikmeler ola­bilir. Doktora gitmeye çekinmek, yaşadığının psikolojik bir sorun olduğunu fark etmekte zorlanmak, bu sorunlar nedeniyle doktora gitmek gerektiğini fark etmemek, hasta­lığa bir tanı konmasını geciktiren nedenler arasında sayıla­bilir. Kimi zaman yaşanan ağır stresler, eş ve iş sorunları, ailedeki kayıplar ve devamında yaşanan ağır depresyon,, kişideki obsesif-kompülsif bozukluğun ayırt edilmesini de güçleştirir.

Sizce bu bozukluğun nedenleri neler olabilir?

Bu bozukluğun bilinen tek bir nedeni olduğunu söy­lemek gerçekten zor. Nedenlerine ilişkin yapılan çalış­malar, genetik bir yatkınlığı işaret ediyor. Aslında bu so­runa yol açan bir gen bulunmamakla birlikte OKB has­talarının yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı fazla. Beyinde kimyasal haberci görevi üstlenen seroto-nin seviyesindeki düşmenin bu hastalığa neden olduğu söyleniyor. Zaten serotonin birçok psikiyatrik hastalığın en önemli etmenlerinden biri olarak kabul ediliyor ve tedavide bu nedenle serotonin seviyesini artıran ilaçlar kullanılıyor. Aile içi sorunlar veya stres yaratan durum­lar bu hastalığa yol açmaz, ancak var olan hastalığı tetikleyebilir

Panik atağı sorunlarında önemli bir etken de, travma­tik stres bozukluğu diyebilir miyiz?

Elbette. Son yıllarda ülkemizde kaygı bozuklukları baş­lığı altında, travma sonrası stres bozuklukları da yer alı­yor. Sel baskınından depreme, cinsel saldırıdan işkenceye, silahlı saldırıya kadar, ölüm ya da ölüm tehdidiyle karşıla­şan insanların genellikle ağır stres tepkisi, travma sonrası stres uyum bozukluğu gösterdikleri belirtiliyor. Öte yan­dan bu tip olayların, ruhsal bozukluğa ya da hastalığa yat­kın kişilerde belirtilerin ortaya çıkışını kolaylaştırdığı, ilaç ya da ruhsal tedaviyle günlük yaşantıya uyum sağlayan hastaların uyumunu bozduğu biliniyor. Ruhsal bozukluğu, hastalığı olmayan insanlarda doğal afetler, insanların yol açtığı terör olayları, yangınlar, büyük kayıplar, ayaklan­malar ağır stres tepkisini birden ortaya çıkarır. Ama za­manla bu tepki azalır. Travma sonrası stres bozukluğu ta­nısı koyabilmek için, insanın gerçek ölüm ya da ölüm teh­didi gibi bir tehlikeyle karşılaşmış olması, bu durum karşı­sında çaresiz kalması, aşırı endişe ve korkuya kapılmış ol­ması gerekir. Buna ek olarak, başlangıçta aşırı korku, ça­resizlik, dehşet belirtileri yanında, dalgınlık, donukluk, il­gisizlik, gerçek dışı değerlendirme ve düşünme, kişilik bö­lünmesi, bellek hataları gibi belirtiler bulunabilir. Travma­tik olay ve onunla ilgili anılar yeniden yaşanır. Olayla ilgili algı ve düşünce yanılmaları, bozuklukları ortaya çıkabilir. Uyku bozuklukları yanında korkulu rüyalar, karabasan sık görülür. Hastanın dehşet içinde, korku ve panikle uyanmasına, bağırıp çağırmasına, taşkınlık, saldırganlık göstermesine, vurup kırmasına yol açabilir. Bu bozukluk en az iki gün, en fazla bir ay sürer. Bu bozukluğun uzama­sı travma sonrası stres ya da uyum bozukluğuna neden olabilir.

Travma sonrası stres bozukluğunda kişi daha çok ne­ler yaşar?

Travma sonrası stres bozukluğunda kişi, sürekli olarak endişe, kaygı, korku, çaresizlik ve dehşet içinde yaşar. Ola­yı anımsamak, düşünmek ve konuşmak istemez. Olayı ya da olayın bir yönünü anımsatan durumlar, kişiler, nesneler karşısında endişe, kaygı düzeyi yükselir. Korku ve panik belirtileri ortaya çıkar. Ruhsal dalgınlık, donukluk, dur­gunluk, ilgisizlik, gerçek dışı değerlendirme, başkalarıyla, çevreyle ilişkinin azalması, uyumun bozulması, genel kay­gı bozukluğunu ya da ruhsal çöküntüyü düşündüren belir­tiler, yakınmalar, dehşet ve korku veren düşlemler, fantezi­ler, düşler görülür. Bu belirtiler üç aydan fazla sürerse bo­zukluğun, hastalığın uzaması, kronikleşmesi söz konusu olabilir.

Obsesif Kompulsif Bozukluk

Panik bozukluğuna eşlik eden psikolojik sorunlar

Obsesif Kompülsif Bozukluk (takıntılı-tekrarlayıcı davranış) bo­zukluk nedir?


Obsesif Kompulsif Bozukluk Nedir

Obsesif-kompülsif bozukluk (OKB), psikiyatrik bir hastalık olarak tek başına da seyredebilen ve dolayısıyla tanımlanan ve tedavi edilen bir rahatsızlık olabiliyor. An­cak, başka belirtilerle birlikte farklı psikiyatrik hastalıkla­ra da eşlik edebiliyor. Yani panik bozukluğuna ya da dep­resyona olduğu gibi. Gerçekten de OKB çok sık depres­yonla ya da depresyon öncesinde görülebilir. Obsesif-kompülsif bozuklukla ilgili olarak yapılan çeşitli psikiyatrik araştırmalar gösteriyor ki, bu hastalık toplumda panik bo­zukluğu kadar, hatta daha da yaygın. Üstelik her^aşta gö­rülebiliyor. OKB'nin toplumda görülme yaygınlığı yüzde 2-3 oranında. Ancak, doktora gidip tedavi görenlerin sayı­sının çok az olduğu düşünülürse, gerçek değerin bu oran­ların çok üzerinde olduğu da söylenebilir.

Obsesif Kompülsif bozukluğun belirtileri neler?

Obsesif-kompülsif bozukluklar daha çok takıntılı ve bu takıntılı davranışların tekrarı biçiminde ortaya çıkar. Birçok değişik formu vardır. Mesela bazen hastalık, sadece takıntılı düşünce biçiminde, bazen de takıntılı ve tekrarla-yıcı davranış şeklinde yaşanır. Bununla birlikte obsesyonlar düşünce ve takıntılı düşünce; kompülsiyonlar ise dav­ranış ve tekrarlayıcı davranış biçiminde olur.

Obsesyon ve kompülsiyon kelimelerinin tam anlamla­rını açıklar mısınız?

Öncelikle obsesyonun (takıntı) tanımından başlayalım isterseniz. Burada, kişinin kontrolsüzce tekrar eden düşün­celeri vardır. Bu düşünceler onu devamlı uyarır. Bunu ya­şayan kişi, çok ama çok anlamsız bir şey yaptığını bile bile ve bundan çok da rahatsız olarak aynı düşüncelerin içine hapseder kendini. Kişi, kendini rahatsız eden bu düşünce­lerin kıskacında yaşamdan keyif alamaz hale gelir. Halk arasında takıntı olarak da kabul edilen obsesif-kompülsif bozukluklarla birlikte başka psikolojik sorunlar da yaşan­maya başlar. Mesela fobiler, ardı arkası kesilmeyen şüphe­ler, sürekli kaygı hali gibi sorunlar birlikte sürer gider.

Hastalar takıntılı düşüncelerden kurtulmak için akılla­rına başka düşünceleri getirirler veya bazı davranışlarda bulunurlar bu tür düşünce ve davranışlara kompülsiyon (tekrarlayan davranışlar) denir. Takıntılı düşünceler anksi-yete artışına neden olurken kompülsiyonlar anksiyeteyi azaltır.

En sık görülen obsesyonlar hangileridir?

En sık görülen obsesyonları şöyle sıralayabiliriz:
Kirlilik takıntısı (çevreden kan, tükürük, mikrop gibi kir bulaşması veya kişinin çevreye kir bulaştır­ması düşüncesi),
Kendi başına veya yakınlarının başına bir kötülük geleceği düşüncesi,

Kontrolünü kaybetme ve saldırgan davranışta bulunma korkusu,
Tekrarlayan ve kontrol edilemeyen cinsel düşünceler,
Dinle ve ahlaki değerlerle aşırı uğraşma.

Surekli Kaygi Olcegi Nedir

Kaygı Ölçeği Nedir

Aşağıda insanların kaygılı ya da endişeli olduklarında yaşadıkları bazı belirtiler verilmiştir. Bu belirtileri belirgin şekilde yaşıyorsanız anksiyete düzeyiniz yüksek demektir.

Sürekli Kaygı Ölçeği

Bedenin herhangi bir yerinde uyuşma veya karınca­lanma,
Sıcak-ateş basması,
Bacaklarda halsizlik, titreme,
Gevşeyememe,
Çok kötü şeyler olacak korkusu,
Baş dönmesi veya sersemlik,
Kalp çarpıntısı,
Dengeyi kaybetme duygusu,
Dehşete kapılma,
Sinirlilik,
Boğuluyormuş gibi olma duygusu,
Ellerde titreme,
Titreklik,
Kontrolü kaybetme duygusu,
Nefes almada güçlük,
Ölüm korkusu,
Korkuya kapılma,
Midede hazımsızlık ya da rahatsızlık hissi,
Baygınlık,
Yüzün kızarması,
Terleme (sıcağa bağlı olmayan).

Kaygıda sınır aşıldığında, bilişsel işlevlerde ne gibi de­ğişimler gözlenir?

Bu durumda aşağıdaki değişimler gözlenir:
Dikkatte bölünme,
Bilinç karışıklığı, bulutlanma, bulanma,
Davranışlar üzerinde denetim eksikliği,
Davranış, tutum ve eylemlerde tutarsızlık,
Azalmış uyanıklık durumu,
Uykuya eğilim, uyuşukluk, ağırlık,
Fakir, yavan düşünce ve davranış,
İyi düzenlenmemiş, ürkek, çekingen davranışlar.

Surekli ve Durumluk Kaygi Bozuklugu

Kaygı düzeyini yükselten faktörler, Sürekli Kaygı

Kaygı düzeyinin yükselmesine neler yol açıyor? Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Dış ortamdan alıcılara gelen fiziksel ve kimyasal . uyaranların belirli bir şiddetin üzerinde belirli süre etkili olması,
Dış ortamda, havada ya da suda bulunan kimya­sal maddelerin yoğunluğunun artması,
Dış ortamda organizma için zararlı olan fiziksel ya da kimyasal etkenlerin bulunması.
Dış ortamda bulunan toplumsal iletiler ışık ya da ses gibi fiziksel uyaranların üzerinde bilgi, haber olarak taşı­nır. Aşağıdaki olasılıklar da bu bilgi, haber kaygı düzeyini yükseltir:
Bilginin, haberin, iletinin zihinsel işlevler süreci içinde çözülüp anlaşılmaması,
Çözülüp anlaşılan bilginin, haberin, iletinin insan için çatışma yaratması,
Çözülüp anlaşılan bilginin, haberin, iletinin orga­nizmayı tehdit eden tehlikeli bir durum yaratması,
Tehdit eden tehlikeli durumun hemen orada, o anda organizmayı yok edecek boyutlara ulaşması.

Kaygı düzeyinin yükselmesi bilişsel işlevlerde ne gibi değişimler yapar?

Kişiden kişiye değişmekle birlikte kaygı düzeyinin belir­li düzeye kadar yükselmesi bilişsel işlevlerde aşağıdaki de­ğişimleri yapar. Bu düzeyde belirli sınıra kadar kjıygı, ya­rarlı, yaratıcı biçimde kullanılır:
Haberdarlık, uyanıklık artar,
Dikkatin odaklaşması artar,
Dikatte seçicilik artar,
Arka arkaya gelen uyaranlara çabuk ve kolay tep­ki verilir,
Tepkilerde çabukluk olur.

Kaygi Nedir Kaygi Bozukluklari

Kaygı Nedir, Kaygı Bozuklukları

Filozof ve psikiyatrların kaygı tanımlamalarından söz eder misiniz?

Elbette. Filozof ve psikiyatrların kaygı tanımlamaları şöyle:

Otto Rank (1884-1939): Kaygının temel bir duygu ol­duğunu ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.

Heidegger (1889-1976): Kierkegard'm etkisi altında kalan Heidegger de temel bir duygu olduğunu, ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.

Karen Horney (1885-1952): Kaygı ve korku kavramını eşanlamda kullanmıştır. Bu kavramları, tehlike karşısında gelişen duygusal tepki olarak tanımlamıştır. Kaygı duygu­sunun doğuştan temel kaygı olarak bulunduğunu öne sür­müştür. Bu duygunun doğa güçleri ve ölüm karşısında or­taya çıktığını belirtmiştir.

Erich Fromm (1900-1980): Kaygıyı insanın yalnız kal­ma korkusuna, çaresizliğine ve çevreye yabancılaşmasına bağlamış, kaygının kültür olayı olduğunu öne sürmüş, bi­reycilik, özgürlük, yabancılaşma ve yalnızlığın kaygı düze­yini yükselttiğini, ruhsal bozukluklara yol açtığını vurgu­lamıştır.

Jean-Paul Sartre (1905-1980): Kaygıyı, insanın varolu­şunun doğasında, temelinde bulunan bir parça olarak ka­bul etmiştir. (Korku Kaygı)

Freud (1856-1939): Kaygının, içgüdü ve dürtülerden kaynaklanan gücün bastırılması sonucu ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Önce, kendiliğinden otomatik olarak orta­ya çıkan kaygıyı tanımlamıştır. Örseleyici, zedeleyici, teh­dit dolu, tehlikeli duruma karşı organizmada ortaya çıkan yanıt, tepki durumudur. Daha sonra Freud, gerçek kaygı (realistic anxiety) kavramını tanımlamıştır. Ona göre ger­çek kaygı, insanın dışında bulunan ortamın yarattığı teh­dit ve tehlikeden kaynaklanır.

Yaygınlaşmış anksiyete-kaygı bozukluğu tam olarak ne gibi sorunlara işaret ediyor?
Yaşadığı hayattan tam anlamıyla zevk alamamak, iş yaşamında etkinliğini yitirmek, sürekli depresyonda ge­zinmek, depresyona eşlik eden psikosomatik sorunlar, sı­kıntılı ruh hali ve günlük yaşamı sekteye uğratacak kadar yaşamdan kopmak gibi kaygının yarattığı tüm davranış­sal ve düşünsel, kişiyi rahatsız edici semptomlara işaret ediyor. Sürekli Kaygı

Kaygılı bir insanın karakteristik davranışları nasıldır?

Kaygılı insanların elleri ve sesi titrer, konuşurken takı­lır, bazen saçma sapan konuşur, bazen ise kesin bir şey söyleyemez, yüzü kızarır, kalbi çarpar. Bu kişiler rahatla­mak için öncelikle kaygılarının nedenini anlamalı. Neden daha çok performans anksiyetesi yaşanmasından kaynak­lanır mesela. Ancak kişi anksiyeteyi yaşayıp da panik atak geçiriyorsa, bunun bir anksiyete olduğunu bilirse sorun çok büyümeden çözülebilir.

İnsan yaşamında kaygının ortaya çıkışındaki etkenler neler olabilir? Bir başka deyişle kaygı bulaşıcı mıdır?

Açıkçası, kaygı insandan insana bulaşabilen bir duygu­dur. Mesela çok sevdiğiniz bir yakınınızın geçirdiği önemli bir rahatsızlık sizin de yaşamınızı altüst edebilir. Bu doğal­dır da. Bazen bu kişi çok yakınınız değil, ama bir iş arka­daşınız olabilir. Onun sorununu kendi içinizde hissedebilir ve belki de sizin de başınıza gelebileceği endişesini yaşa­maya başlayabilirsiniz. Bunların hepsi sizi kaygıya sürük­ler. Bir yakınını kaybeden insanda, aniden bu kaygı tablo­su gelişebilir ve uzun süreli bir depresyona ya da panik atağa dönüşebilir. Kişi evhamlıysa kaygıya yatkın oluyor. Burada daha önce de söylediğim gibi genetik faktörler de önem kazanıyor. (Kaygı Envanteri)

Kaygı konusunda davranış kalıplarının seçimi nasıl oluyor?

Düşünce sürecinin seçme ve karar verme aşamasında,
davranış kalıpları arasında 4 çeşit çatışma olasılığı vardır:

1. Yaklaşma-yaklaşma çatışması: Hoşlanılan, haz ve­ren benzer iki davranış kalıbından birinin seçilmesi zorun­lu olduğunda bu tip çatışma çıkar ortaya.
Aynı anda hem radyoda, hem televizyonda beğendiği bir programı dinlemek ya da izlemek zorunda kalan bir insanın; hem sevdiği bir arkadaşa, hem sinemaya gitmeyi düşünen bir gencin; hem eşiyle iyi geçinmek, hem de her akşam arkadaşlarıyla oturup bir iki kadeh içerek "gam dağıtmak", "kafa bulmak" isteyen bir kocanın durumu bu tür çatışmaya örnektir.

2. Kaçma-kaçma çatışması: İnsanın elem veren, hoş ol­mayan iki davranış kalıbından birini seçmesi zorunlu ol­duğunda bu tip çatışma ortaya çıkar.

Midesinde ülser olan birinin, ağrı çekmek ile ameliyat olmak arasında seçim yapması; eşiyle anlaşamayan ve ay­rılmayı tasarlayan bir kadının, yaşadığı çevrede dul bir ka­dının arkasından söylenecekleri, başına gelecekleri düşün­mesi; sevmediği bir yemeği yemek istemeyen, ancak anne­sinin öfkelenmesinden korkan bir çocuğun durumu bu tür çatışmaya örnek olabilir. (Kaygı Endişe)

Günlük yaşamın basit, yalın akışı içinde, yaklaşma-yaklaşma; kaçma-kaçma çatışmaları çok fazla olmaz. İn­sanların amaçları, beklentileri arttıkça, ekonomik ve kül­tür düzeyleri yükseldikçe, bu tür çatışmalar daha çok or­taya çıkar. Aynı gün ve aynı saatte iki yere davetli olan in­san, gideceği davetin seçimini yapma konusunda zorluk çeker. Veya mikroptan ve pislikten korkan bir ev hanımı zararlı diye deterjan kullanmaktan çekinir, ama bir yan­dan da çamaşırlar ve bulaşıklar temizlenmedi diye üzülür.

3. Yaklaşma-kaçma çatışması: En sık görülen çatışma tipidir. Kaygı düzeyini yükselten temel etken olup, aynı za­manda zorlanmanın ve zorlanmaya bağlı bozukluk ve hastalıkların temel nedenidir. Bireyin haz veren, elem ve­ren; hoşa giden, hoşa gitmeyen davranış kalıpları arasında seçim yapma zorunluluğu bu tür çatışmalara yol açar. Ku­ramsal olarak davranışın amacı, bireyin amaca yakın ya da uzak olması, davranış kalıplarının gücü, yaklaşma-kaç­ma biçimindeki kalıpların seçiminde rol oynar. Başka bir deyişle, bireylerin yaklaşma ya da kaçma biçimindeki dav­ranış kalıplarından birini seçmesi, karar vermesi, bu kalıp­ların içerdiği güdülerin gücüne ve davranış amacına, bire­yin bu amaca yakınlığına, uzaklığına bağlıdır. (Durumluk Kaygı)

4. İkili yaklaşma-kaçma çatışması: Bu durumda, yak­laşma-kaçma çatışması yaratan iki ya da daha fazla davra­nış kalıbından birinin seçimi için karar verilmesi söz konu­sudur.

Tıp fakültesini bitirdiğinde zorunlu hizmete gidecek olan hekim adayının, uzmanlık sınavını kazandığında zo­runlu hizmetten kurtulup uzmanlık çalışmalarına başla­ması bu tür çatışmaya örnektir.
Seçimde rol oynayan değişkenler, 4 grup içinde toplanabilen davranış biçimine yol açar
Amaca yaklaştıkça, yaklaşma biçimindeki davranış ka­lıplarının içerdiği güdülerin gücü artar. Kaçma biçiminde­ki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücü azalır.