Panik Atak Tedavisi
Tedaviyle ilgili neler söylenebilir?
Panik atağın tedavisine gelecek olursak, önce şunu belirtmekte yarar var. Panik atak sadece ve sadece psikiyatrların tedavi etmesi gereken bir hastalıktır. Tedavi, birçok yöntemin kombine uygulanmasıyla' daha çabuk sonuç verir. Sadece ilaçla ya da sadece terapiyle iyileşmesi çok nadir görülür. En önemlisi de söylediğim gibi hastalık hakkında bilinçlenmedir. Örneğin alıştığımız bir panik nöbet türü birden başka bir görünüme bürünebilir. Onun için olabilecekleri bilmek, hazırlıklı olmak çok önemlidir. Panik atak tedavisine yönelen hekimlerin söyledikleri gibi, evde kendi kendini tedavi etmeye çalışmanın, kendi kendine apandisit ameliyatı yapmaktan farkı yoktur. Mutlaka bir uzmandan yardım alınmalıdır. Ve bu sorunu tedavi ederken hastalığın bir gün tekrarlayabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Panik Atak tedavi yöntemlerini anlatabilir misiniz?
Son yıllarda kaygı ve panik ataklarının, fobik ve obse-sif-kompülsif bozuklukların tedavisine ilişkin olanaklar arttı, özellikle ilaç tedavisinde büyük gelişmeler oldu. Ve ruhsal tedaviler üzerine yapılan araştırmalar daha çok panik atakları ve nöbetleri konusunda yoğunlaştı. Tabii bu sorunlardaki tedavinin olumlu sonuçlanması için nedenlerinin çok iyi belirlenmesi gerekiyor.
Kaygı, panik ataklarının; fobik, obsesif-kompülsif nevrozların tedavisinde öncelikle psikotrop ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar öncelikle merkezi sinir sistemini etkileyen, hastalık nedeniyle bozulmuş davranışları ya bütünüyle ya da kısmen düzelten, hastanın iç ve dış dünyayla barışını, uyumunu sağlayan ilaçlar. Bu tip ilaçlar kişiliğe yeni yeti, beceri katmaz, kişilikte bulunan, ancak bozulmuş, karışmış davranışları düzenler.
Psikotrop ilaçların tümü kaygı ve panik ataklarında, fobik ve obsesif-kompülsif bozukluklarda ve bunların üzerine ortaya çıkan depresyonlarda kullanılabilir.
Ruhsal tedaviler, Panik atak Nasıl Tedavi Edilir
Ruhsal tedavi yollarının adlandırılması ve sınıflandırılması tartışma konusudur. Temelde tedavi durumun biçimine ve bu biçim içinde kullanılan ruhsal öğretiye göre ikiye ayrılır.
Biçimine göre bireysel ve grup tedavileri vardır.
Tedavi biçimi ne olursa olsun hekimin hastaya yaklaşımında kullandığı yöntemin dayandığı anlayışın, kuramın, öğretinin içeriğine göre günümüzde geçerli olan ruhsal tedaviler şöyle:
Panik Atağın Tedavisi
Destekleyici,
Çözümleyici,
Davranışçı,
Bilişsel,
Görüngücü,
Varoluşçu,
Hasta merkezli,
Bütüncül,
Davranış çözümlenmesi.
(Bunlar tüm psikiyatride kullanılan ve şu anda bizim kullandığımız tedavi yöntemleri, ama bu tedavi yöntemleri içinde biz özellikle kaygı bozuklukları ve panik atakta davranışçı ve bilişsel tedaviyi kullanıyoruz.)
Destekleyici tedaviler, Panik atak Bitkisel Tedavisi
Destekleyici tedavi, hiçbir tıbbi özelliği olmayan, hastaya hastalığını anlatmak, kullandığı ilaçlarla ilgili olarak hastayı bilgilendirmek şeklinde gelişen bir tedavi yöntemidir. Bazı ekoller panik atak konusunda psikanalizi de kullanmayı öneriyor. Ama yine bazı hekimler psikanalizle sonuç alınamayacağını söylüyor. Bu anlamda davranışçı ve bilişsel tedavi, panik atak için en uygun olanı.
Destekleyici tedavileri aşağı yukarı her hekim kullanıyor. Bu yönteme, analitik, derinlemesine yöntemleri kullanmadan moral vermek bile denilebilir. Ruhsal tedavide en çok kullanılan yöntem destekleyici tedavidir. Gerçekte telkin ve ikna sadece tedavi alanında değil, günlük ilişkilerde bile insanların birbirlerini etkilemekte kullandıkları bir yaklaşımdır. Tatlı bir söz, tatlı bir gülümseme, güven verici bir hareketin insanın ruhsal yaşantısında yarattığı olumlu etkiye karşılık, kırıcı söz, asık surat, ters bir hareketin uyandırdığı olumsuz duygular bütün bir gün insanı karamsar, sıkıntılı ve tedirgin yapar.
Geniş anlamda doktor ile hastanın karşılaştığı her yerde ve her hastalıkta destekleyici ruhsal tedavi söz konusudur. Doktoruna güvenen, onun etkisi altında olan hasta ondan gelen tatlı bir söz ve gülümsemeyle kaygı ve sıkıntısından kurtulur.
Bu tür tedavide hastanın benlik gücüne dayanarak bozulmuş olan ruhsal dengesinin düzeltilmesine çalışılır. Destekleyici ruhsal tedavide ruhsal çözümleme yönteminde olduğu gibi, hastaya yaklaşırken çocukluk dönemlerini deşmek, içgüdülere, dürtülere, çatışmalara ve karmaşaya ilişkin bastırılmış duygu ve düşünceleri bilinç alanına çıkarmak söz konusu değildir. Hastayla konuşan hekimin bunlara ilişkin sezgileri, bulguları, verileri, çözümleri olsa bile bunları açığa çıkarmak, bilinçaltını yeniden yaşatmak düşünülemez.
Bu tedavide hastanın aile, iş, günlük yaşamıyla ilgili sorunları konusunda bilgi verilir, danışmanlık yapılır, yol gösterilir. Hastanın yaşamıyla ilgili önemli konular ve sorunlar tartışılarak bilgi verilir. Onun doğru ve sağlıklı karar almasında rol oynayacak olanaklar ve seçenekler gösterilir.
Psikanaliz, Panik Atak Tedavi Yolları
Çözümleyici ruhsal tedavilerin başında psikanaliz gelir. Bu yöntemin temeli bastırılmış, bilinçaltına itilmiş dürtülerin, ruhsal güçlerin, karmaşaların bilinçli duruma getirilerek "benlik" tarafından kabul edilmesine, benimsenmesine dayanır.
Bunu sağlamak için serbest çağrışım, rüyaların yorumlanması, dil sürçmeleri, unutulmuş ya da hatalı kullanılmış sözcükler ve hareketlerden yararlanılarak, hastaya geçmiş yaşantısındaki coşkular, karmaşalar hatırlatılır. Bu tür tedavinin temel ilkelerinden biri hasta ile hekim arasındaki duygu alışverişidir. Bütün ruhsal tedavilerde olduğu gibi çözümleyici tedavilerde de bir sınır ve ölçü içinde, hasta ile hekim arasında duygu alışverişi gereklidir. Böylece hasta hekim karşısında çocukluk ve ilk gençlik döneminde, annesi, babası ve çevresindeki yakınlarına beslediği duyguları ve coşkuları dile getiren bir davranış gösterebilir.
Yararlı ve sınırlı ölçü içinde gerçekleşen duygu alışverişi sürecinde, hasta geçmişteki nesnel ilişkilerini yeniden yaşar. Takıntılarını, bağlantılarını, bastırılmış duygu ve düşüncelerini, ruhsal karmaşalarını, gerçeğe uymayan fantezilerini anlar. Çatışmalar karşısında düştüğü kaygıyı, bunlardan kurtulmak için başvurduğu savunma düzenlerini tanır. Ruhsal yakınmalara neden olan olumsuz savunma düzenlerinden kurtulup olumlu savunma düzenlerini kullanmayı öğrenir.
Davranış tedavisi
Daranış tedavisinin temeli Pavlov'un şartlı reflekslerine ve öğrenmeye dayanır. Bu tür tedavide davranışı oluşturan etkenler üzerinde durulmadan, doğrudan doğruya davranışın kendisi ele alınır. Kişi ve toplum açısından uyumsuz görülen davranışlar söndürülerek, yeniden şartlandırma yoluyla uyumlu davranışların ortaya çıkmasına çalışılır.
Bu tür tedavide hastanın etkin bir biçimde katkısı gereklidir. Hasta tedaviyi sürdüren kişinin önerilerine uymak ve bunları aşama aşama gerçekleştirmek zorundadır, yoksa tedaviden sonuç alınamaz.
Sistematik duyarsızlaştırma, Panik Atak Hastalığı Tedavisi
Bu yöntem ilk olarak Wolpe tarafından tanımlanmış, uygulama yolları yöntemleri belirlenmiştir. Bu tedaviye başlamadan önce hastaya, rahatlama ve gevşeme yöntemleri öğretilir. Hastadan, kendine kaygı ve korku veren durumları, kişileri, nesneleri, olayları, algıları saptaması, incelemesi, tasarlaması istenir. Amaç, kişiye kaygı ve korku veren nesneleri, kişileri, durumları saptadıktan sonra, önce imgeleme sonra tasarlama yoluyla yavaş yavaş, söz konusu durum, kişi, nesne, olay ve algılamalarla hastayı karşılaştırıp, tepki olarak ortaya çıkan aşırı duygulanım ve coşkuyu söndürmektir.
Bunu sağlamak amacıyla hastadan kaygı ve korku yaratan tüm durum ve olayları listelemesi istenir. Listede yer alan nesneler ya da durumlar en zayıftan güçlüye, başka bir deyişle en az kaygı ve korku yaratandan en çok yaratana doğru sıralanır. Tedaviyi yapan kişi hastadan, en az korku yaratan nesne ya da durumu düşünmesini, tasarlamasını ister. Bu süre içinde hastanın rahat ve gevşek olması gerekir. Hasta bu tasarlamayı rahatça başarır, paniğe kapılmadan halledebilirse ikinci aşamadakileri tasarlaması istenir. Bu süre içinde hasta kaygı duyup paniğe kapılırsa tedaviye yeniden başlanır. Hasta korku ve kaygıdan kurtulana kadar listedeki tasarlamalar gerçekleştirilir. Sistematik duyarsızlaştırmada olumlu pekiştirme ve söndürmeyle hastanın korku ve kaygısı azalır ve söner. Hasta gevşer ve rahatlar.
Üstüne gitme
Üstüne gitme ya da yüzleştirme adını alan bu tedavi yöntemi hastanın kaygısını artıran, korku veren düş ürünü, imgeleme, tasarıma dayanan ya da gerçek durumların, kişilerin, nesnelerin, olayların, olguların üstüne gitme biçiminde uygulanır.
Temel ilke, korku ve kaygıdan kaçmak yerine bu durumların üstüne gitmektir. Hastanın korku ve kaygı sonucu kötü bir şey olmayacağına inanması, bu durumu yaşaması güven duygusunu artırır.
Panik Atak ve Kalp Krizi İliskisi
Panik Atak ve Kalp Krizi
Panik atak ile kalp krizi arasındaki farklar anlatılırsa belki durum daha açık hale gelebilir öyle değil mi?
Evet. Mesela panik atak sırasında yaşananlar, aslında kalp krizi sırasında yaşanan olaylardan farklıdır. Ama ölüm korkusu, her ikisinin benzer olduğu konusunda hastayı yanıltır. Örneğin panik atak geldiğinde öncelikle kişinin kalbi çarpmaya başlar. Bu çarpıntıya ek olarak göğüste ve tam da kalbin üzerinde bulunan noktada ağrılar olduğu hissi uyanır. Bu ağrılar genelde saplanıp sonra aniden geçen türdendir. Bu ağrılar kişi hareket ederken ya da başkalarıyla konuşurken geçer. Ama atak yaşayan kişi sorununu düşünmeye başlayınca artar. Kalp atım hızı fazladır, taşikardi vardır, ama kalpte fiziksel bir sorun izlenmez. Kalp atım hızına bağlı olarak kişinin tansiyonu yükselir, ama genel olarak düşmez. Panik atak yaşayan kişiler korktukları için mideleri de bulanır. Zaten bunların tümü kalp krizi korkusunu iyice alevlendirir.
Kalp krizi anında neler yaşanır peki?
Kalpte çarpıntı artar, ama buna ağır bir ağrı eşlik eder. Devamında kriz gelir. Göğüsteki ağrı tam göğüs bölgesinde ve ağırlık verecek şekilde artar. Kalpteki aşırı çarpıntı ve göğüs bölgesindeki yaygın ağrı dinlenme sırasında azalma gösterebilir, yani panik atakta yaşanan durumun tam tersi geçerlidir. Kalple ilgili yapılan tetkiklerin sonucu normal değil, anormaldir. Göğüs bölgesindeki yaygın ağrı çok uzun süre geçmeyebilir. Bu ağrı geçen zaman içinde vücudun başka bölgelerine de sıçrar. Mesela boyuna, çeneye, sol kola. Bulantıya kusma eşlik eder. Panik atakta tansiyon yükselirken burada düşebilir.
Panik ataklıyla yaşayanlara öneriler, Panik Atak Kalp
Bir panik ataklıyla birlikte yaşayanlara öneriler neler olabilir?
Sürekli olarak elden geldiği kadar ona, "Sen bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı birisin, bu senin özelliklerinden kaynaklanan bir durum" denmeli. Kişi nöbet geçiriyor endişesini yaşarken yanında bulunan onun kadar telaşlı gö-rünmemeli. Bazı korkuların aşılmasında akılcı, gerçekçi bir konuşma biçimi belirlenmeli. Nazardır, cindendir, peridendir denmemeli. "Sen hastalıklı değil, endişeli, tedirgin bir insansın, istersen bunu ortadan kaldırabilirsin" şeklinde konuşulmalı.
Bana göre bütün hastalıkların ortaya çıkışında ve çözümünde duygusal zekanın beş öğesini hem hastanın, hem doktorun, hem de hasta ailesinin kullanması lazım. Duygusal zekanın beş öğesi şunlardır: Birincisi öz bilinçtir. Hastaya yaptığımız konuşmalarda onun kendisini çok iyi tanımasını isteriz. İkincisi öz güdülenmedin "Ben bunu yaparım", "Bende bunu yapacak güç, kuvvet var" demek önemli. Çoğu güçsüz olduğunu düşünüyor çünkü. Öz bilincini tanımak, kendindeki gücün farkına varmak önemli. Üçüncüsü duygusal denetim ve bu çok önemli. İlkçağ filozoflarından bu yana üzerinde durulan şey bu. Duygular bizi üzgün, kızgın yapıyor. Duygular akılla bastırılır, engellenir, denetlenir. Bunu anlatmaya çabalıyoruz ve dördüncüsü ne olur başkasını da tanı, onunla empati kur diyoruz. Beşincisi de, "Bir çocuğun dünyada gelişmek için nasıl anne babasına ihtiyacı varsa benim yaşayabilmem için başkalarına gereksinimimim var" demektir. Bu beş öğe tanı koymakta, kendini tanımasında, karşılaştığı sorunları aşmakta önemli.
Panik atak hastası öleceğini sanıp sokağa çıkamıyor örneğin, bu durumda eşi ne yapmalı?
Bir kere tabii ki hasta o duruma gelmişse, sen hasta değilsin, sokağa çıkınca bir şey olmayacak demenin çok da faydası yok. Ancak o kişiye içinde bulunduğu durum mantıklı bir şekilde ve cesaretlendirilerek anlatılmalı. Mesela, "Bu aslında senin beklentinden başka bir şey değil. Senin kafanda yarattığın korkunun korkusu" demek gerekiyor. Çünkü bu, öğrenilmiş çaresizliktir. Orada dışarı çıkınca neyi yaşayacağını, ilk düşünce biçimi olarak olumla-mak lazım. Bilişsel tedavinin temelinde yatan, üstüne gitme ve yüzleşmedir. Gel bugün karşıki eve gidip dönelim, yarın sen git, ben bakacağım, sonra tek başına gidip dön gibi aşılama yapılabilir. İnsan, "Ben bunu yapamam" düşüncesinden uzaklaştırılabilir. Kafasında yaptığı bazı genellemeler var çünkü bu kişilerin. Sokağa çıkınca bayılacağını sanan kişiye dayanakları sorulmalı. "Benim hiç şansım yok" diyene de sorulmalı. "Ne yaptın da bunu gördün" denirse ve cevap vermeye zorlanırsa o cevaplar etkili olabilir. Hasta geliyor, "Sokağa çıkamıyorum" diyor bana, "Buraya geldin" deyince uyanıyor duruma mesela. Bilişsel kalıpları değiştirmek bu anlamda çok önemli.
Bu konuda sizin de bir anınız var, onu anlatır mısınız?
Size kendi anımdan bahsetmek istiyorum. 15 yaşında Anadolu'dan gelmiştim ve yüzme bilmiyordum. Sudan korkuyordum açıkçası. Arkadaşlarım ise Arnavutköy'den geçen takalara takılıp, Rumelihisarı'na gidip geri yüzerlerdi. Gençlik var serde. Bir gün dayanamayıp ben de atladım suya. 8-10 kulaçtan sonra panik oldum, savunma düzenim kalmadı. Elimi salladım, bir kayık geldi de kurtuldum. Sonra yüzmek ne kelime, iki ay ortadan kayboldum ve "Bunu mutlaka yapacağım" dedim. İki ay sonra çok iyi serbest yüzmeye başladım, hatta Yüzme İhtisas'a girdim ve 60 senedir hâlâ yüzüyorum. Korkunun üzerine gidilirse yenilebilir. Ben bu korkuyu yendiğim için bir sürü arkadaş edindim. Eğer sürekli kaygım olsaydı, sanırım ben de yüzemezdim hiç.
Panik atak ile kalp krizi arasındaki farklar anlatılırsa belki durum daha açık hale gelebilir öyle değil mi?
Evet. Mesela panik atak sırasında yaşananlar, aslında kalp krizi sırasında yaşanan olaylardan farklıdır. Ama ölüm korkusu, her ikisinin benzer olduğu konusunda hastayı yanıltır. Örneğin panik atak geldiğinde öncelikle kişinin kalbi çarpmaya başlar. Bu çarpıntıya ek olarak göğüste ve tam da kalbin üzerinde bulunan noktada ağrılar olduğu hissi uyanır. Bu ağrılar genelde saplanıp sonra aniden geçen türdendir. Bu ağrılar kişi hareket ederken ya da başkalarıyla konuşurken geçer. Ama atak yaşayan kişi sorununu düşünmeye başlayınca artar. Kalp atım hızı fazladır, taşikardi vardır, ama kalpte fiziksel bir sorun izlenmez. Kalp atım hızına bağlı olarak kişinin tansiyonu yükselir, ama genel olarak düşmez. Panik atak yaşayan kişiler korktukları için mideleri de bulanır. Zaten bunların tümü kalp krizi korkusunu iyice alevlendirir.
Kalp krizi anında neler yaşanır peki?
Kalpte çarpıntı artar, ama buna ağır bir ağrı eşlik eder. Devamında kriz gelir. Göğüsteki ağrı tam göğüs bölgesinde ve ağırlık verecek şekilde artar. Kalpteki aşırı çarpıntı ve göğüs bölgesindeki yaygın ağrı dinlenme sırasında azalma gösterebilir, yani panik atakta yaşanan durumun tam tersi geçerlidir. Kalple ilgili yapılan tetkiklerin sonucu normal değil, anormaldir. Göğüs bölgesindeki yaygın ağrı çok uzun süre geçmeyebilir. Bu ağrı geçen zaman içinde vücudun başka bölgelerine de sıçrar. Mesela boyuna, çeneye, sol kola. Bulantıya kusma eşlik eder. Panik atakta tansiyon yükselirken burada düşebilir.
Panik ataklıyla yaşayanlara öneriler, Panik Atak Kalp
Bir panik ataklıyla birlikte yaşayanlara öneriler neler olabilir?
Sürekli olarak elden geldiği kadar ona, "Sen bedensel ve ruhsal açıdan sağlıklı birisin, bu senin özelliklerinden kaynaklanan bir durum" denmeli. Kişi nöbet geçiriyor endişesini yaşarken yanında bulunan onun kadar telaşlı gö-rünmemeli. Bazı korkuların aşılmasında akılcı, gerçekçi bir konuşma biçimi belirlenmeli. Nazardır, cindendir, peridendir denmemeli. "Sen hastalıklı değil, endişeli, tedirgin bir insansın, istersen bunu ortadan kaldırabilirsin" şeklinde konuşulmalı.
Bana göre bütün hastalıkların ortaya çıkışında ve çözümünde duygusal zekanın beş öğesini hem hastanın, hem doktorun, hem de hasta ailesinin kullanması lazım. Duygusal zekanın beş öğesi şunlardır: Birincisi öz bilinçtir. Hastaya yaptığımız konuşmalarda onun kendisini çok iyi tanımasını isteriz. İkincisi öz güdülenmedin "Ben bunu yaparım", "Bende bunu yapacak güç, kuvvet var" demek önemli. Çoğu güçsüz olduğunu düşünüyor çünkü. Öz bilincini tanımak, kendindeki gücün farkına varmak önemli. Üçüncüsü duygusal denetim ve bu çok önemli. İlkçağ filozoflarından bu yana üzerinde durulan şey bu. Duygular bizi üzgün, kızgın yapıyor. Duygular akılla bastırılır, engellenir, denetlenir. Bunu anlatmaya çabalıyoruz ve dördüncüsü ne olur başkasını da tanı, onunla empati kur diyoruz. Beşincisi de, "Bir çocuğun dünyada gelişmek için nasıl anne babasına ihtiyacı varsa benim yaşayabilmem için başkalarına gereksinimimim var" demektir. Bu beş öğe tanı koymakta, kendini tanımasında, karşılaştığı sorunları aşmakta önemli.
Panik atak hastası öleceğini sanıp sokağa çıkamıyor örneğin, bu durumda eşi ne yapmalı?
Bir kere tabii ki hasta o duruma gelmişse, sen hasta değilsin, sokağa çıkınca bir şey olmayacak demenin çok da faydası yok. Ancak o kişiye içinde bulunduğu durum mantıklı bir şekilde ve cesaretlendirilerek anlatılmalı. Mesela, "Bu aslında senin beklentinden başka bir şey değil. Senin kafanda yarattığın korkunun korkusu" demek gerekiyor. Çünkü bu, öğrenilmiş çaresizliktir. Orada dışarı çıkınca neyi yaşayacağını, ilk düşünce biçimi olarak olumla-mak lazım. Bilişsel tedavinin temelinde yatan, üstüne gitme ve yüzleşmedir. Gel bugün karşıki eve gidip dönelim, yarın sen git, ben bakacağım, sonra tek başına gidip dön gibi aşılama yapılabilir. İnsan, "Ben bunu yapamam" düşüncesinden uzaklaştırılabilir. Kafasında yaptığı bazı genellemeler var çünkü bu kişilerin. Sokağa çıkınca bayılacağını sanan kişiye dayanakları sorulmalı. "Benim hiç şansım yok" diyene de sorulmalı. "Ne yaptın da bunu gördün" denirse ve cevap vermeye zorlanırsa o cevaplar etkili olabilir. Hasta geliyor, "Sokağa çıkamıyorum" diyor bana, "Buraya geldin" deyince uyanıyor duruma mesela. Bilişsel kalıpları değiştirmek bu anlamda çok önemli.
Bu konuda sizin de bir anınız var, onu anlatır mısınız?
Size kendi anımdan bahsetmek istiyorum. 15 yaşında Anadolu'dan gelmiştim ve yüzme bilmiyordum. Sudan korkuyordum açıkçası. Arkadaşlarım ise Arnavutköy'den geçen takalara takılıp, Rumelihisarı'na gidip geri yüzerlerdi. Gençlik var serde. Bir gün dayanamayıp ben de atladım suya. 8-10 kulaçtan sonra panik oldum, savunma düzenim kalmadı. Elimi salladım, bir kayık geldi de kurtuldum. Sonra yüzmek ne kelime, iki ay ortadan kayboldum ve "Bunu mutlaka yapacağım" dedim. İki ay sonra çok iyi serbest yüzmeye başladım, hatta Yüzme İhtisas'a girdim ve 60 senedir hâlâ yüzüyorum. Korkunun üzerine gidilirse yenilebilir. Ben bu korkuyu yendiğim için bir sürü arkadaş edindim. Eğer sürekli kaygım olsaydı, sanırım ben de yüzemezdim hiç.
Panik Atak Yapan Hastaliklar
Panik atak yapan hastalıklar
Panik atak görüntüsünü neler ortaya çıkarıyor?* Bir insan panik atak geçirirken acil polikliniklere gidiyor, burada da en çok kalp rahatsızlığıyla karıştırılıyor, hastaların bu konuda bilgili olması lazım. Panik atak diye önyargıyla psikologlara gidenlerin de, "acaba bu panik atağı ortaya çıkaran başka hastalıklar var mı" diye düşünmesi gerekir. Bu hastalıkları ise şöyle sıralayabiliriz:
Kalp-damar hastalıkları,
Kalp vurum sayısının artması,
Mitral kapak darlığı, miyokart enfarktüsü,
Mitral kapak yetersizliği,
Aort kapak darlığı yetersizliği,
Mitral kapak prolapsusu,
Kan basıncı yüksekliği ya da düşüklüğü,
Gelip geçici kansızlık,
Solunum güçlüğü,
Akciğer hastalıkları,
Kan şekerinde düşme,
Kansızlık,
Sinir sistemi hastalıkları,
Miyasteni,
Epilepsiler,
Baş dönmesi,
Kişilik bunalımları,
Cinsel kimlik bozukluğu,
Madde bağımlılığı,
Akut ve kronik tüm organik hastalıklar,
Şizofreni başlangıcı,
Histeri,
Aşırı çay ve kahve kullanımı.
Bu hastalıkların çoğu panik atak gibi nöbet geliştirebilir. Böyle durumlarla karşılaşınca hekimlerin ne düşünmesi lazım?
Her iki seçeneği de düşünmesi lazım. Herkes kendi stresini kendi yaratır, ortamın sizin için endişe verici, kaygı verici, bedensel ve ruhsal olarak sizi tehdit eden bir ortam olması bunları doğurur. Bulutlu bir havanın arkasından bir sürü dram üretebilirsiniz. Yalnızsanız karamsar, korkak hale gelebilirsiniz. Sadece koşullar değil, ortam değil, o koşulları algılayan insan önemli, sürekli kaygısı yüksek olan, duyarlı, duygusal ve mükemmeliyetçi insanlar bu sorunları en çok yaşıyor. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen insanlar bunu yaşar. Bunun yararları ve zararları olabilir, çünkü insanlardan da ayrıntılı olmalarını beklersiniz ve bulamazsınız. O zaman kendinizi ruhsal olarak tehdit altında görüp bedeninizi de zorlarsınız. Bunlar bir araya gelince genel kaygı bozukluğunu ve panik nöbet yaşama şanssızlığını gösteriyorsunuz. Enerjinin bir başka yere nakliyle atabilir insan bunu. Resim yapabilir, müzik yapabilir, mesleğinde iyi olma konusunda gayret gösterebilir. Çoğulcu zekanız nerede gelişmişse o doğrultuda kendinizi geliştirebilirsiniz. Çoğulcu zekayı tanımlamak gerekirse; öncelikle zeka testlerini değerlendirmek gerekiyor. Zeka testleri 1905 yılında geliştirildi. Öğrencilerin okul başarısını somut olarak değerlendirmek için yapıldı bu testler. Ve görüldü ki, aynı IQ'ya sahip çocukların farklı yönleri gelişmişti ve bu gelişmişlik onlara farklı başarılar sunuyordu. Bu noktada zekaya, IQ içinde gelişmiş olan bir beceri, yetenek olarak yaklaşan da var, ayrıca IQ dışında oluşmuş bir zekalar toplamından söz eden de var. Çoğulcu zeka denildiğinde; dil ve sözün ön planda olduğu zeka, mantık ve matematik zekası, görsel zeka, işitsel zeka, iletişim becerisi zekası, içsel zeka, doğa zekası, bedensel zeka akla gelebilir.
Panik nöbeti ortaya çıkaran korkular
Panik nöbeti en fazla çıkaran korkular hangileri? Genel kaygı bozukluğu içine giren rahatsızlıklar. Her an insanın kendini kaygı içinde hissetmesi. "Yola çıkacağım ama trafikte sorun yaşarım, işe giriyorum ama mutlak başarısız olacağım, sınava giriyorum ama mutlak başarısız olacağım" gibi kendi içinde her durum için mutlak başarısızlık görüşünün hakim olması. Kaygının ruhsal olarak anlatımı negatif bir duygudur. Panik nöbetinden önce birçok kişide bu oluyor. Olası kötülükleri görüp önlem almayı sağlayan bu duygu, sürekli hale gelince paniğe neden olabiliyor. Bu yüzergezer kaygılar bazen takıntı-saplanfiya neden oluyor. Esasında tüm bu saplantıların, korkuların altında yatan kaygı düzeyi o kadar yüksek olmalı ki paniğe dönüşsün. Bir insanda korku, kaygı varsa insan mutsuz olur. Çünkü olumlu ve olumsuz duygu var insanda, insana elem veren duygular, kaygı, korku, kötümserlik var. İnsanlar bunlardan kurtulmak ister, savunma düzenleri de kaygıya karşı oluşmuş dengeleşimdir. Dengeleşim ruhsal yaşantıyı korkuya, kaygıya, öfkeye, karamsarlığa karşı dengede tutan savunma düzenleridir. Bunlar her an çalışıyor," bunlar kaygı düzeyi arttıkça çöküyor. Kaygı düzeyi savunma düzenleriyle belirli bir sınıra kadar korunuyor. Bazı korkular ortaya çıkarıyor, karanlıktan korkmak, sokağa çıkmaktan korkmak gibi, dolayısıyla bilişsel işlevlerini başka şeylerle meşgul ederek o kaygıyı azaltıyor. Bu kişilerde en çok görülen korku agorafobidir. Çünkü sokağa çıkınca hastalanacağını, başına kötü bir şey geleceğini, fenalaşacağım, tedirgin olacağını düşünür.
İkincisi sosyal fobiler. Onlar da kendini yetersiz, eksik, çirkin, becerisiz, beceriksiz bulur. Başka insanlarla birlikte olunca travmatize olacağını düşünür. Güven duygusunu kaybeder. İlk insanın yaşantısından gelen korkular var ayrıca. Bunlar da ortak bilinç ve bilinçaltıyla taşınıyor. İlk insanın yaşadığı korkular gök gürültüsü, örümcek gibi korkular ve bunlar ortak bilinçte ilk insandan geliyor. Ne yaparsak yapalım ilk insandan gelen bazı korkuları, beklentileri koruyoruz. Bunların hemen hepsi doğayla iç içe olan insanların tabu diye gösterdiği şeyler, onlar da bize kadar geliyor. Şunu iyi bilin ki, bir insanın hastalıkla ilgili korkusu varsa o hastalığın ciddi bir tedavisi yoktur, bu nedenle korkulur.
Panik nöbetsiz korkular var. Birçok kişi sokağa çıkar çıkmaz, birçok kişi de sokağa çıkmayı tasarladığı zaman panik nöbeti geçirebilir. En büyüğü agorafobidir. İnsan kendini evde güvenli hisseder. Ayrılık endişesi de korku yaratır.
Panik atak görüntüsünü neler ortaya çıkarıyor?* Bir insan panik atak geçirirken acil polikliniklere gidiyor, burada da en çok kalp rahatsızlığıyla karıştırılıyor, hastaların bu konuda bilgili olması lazım. Panik atak diye önyargıyla psikologlara gidenlerin de, "acaba bu panik atağı ortaya çıkaran başka hastalıklar var mı" diye düşünmesi gerekir. Bu hastalıkları ise şöyle sıralayabiliriz:
Kalp-damar hastalıkları,
Kalp vurum sayısının artması,
Mitral kapak darlığı, miyokart enfarktüsü,
Mitral kapak yetersizliği,
Aort kapak darlığı yetersizliği,
Mitral kapak prolapsusu,
Kan basıncı yüksekliği ya da düşüklüğü,
Gelip geçici kansızlık,
Solunum güçlüğü,
Akciğer hastalıkları,
Kan şekerinde düşme,
Kansızlık,
Sinir sistemi hastalıkları,
Miyasteni,
Epilepsiler,
Baş dönmesi,
Kişilik bunalımları,
Cinsel kimlik bozukluğu,
Madde bağımlılığı,
Akut ve kronik tüm organik hastalıklar,
Şizofreni başlangıcı,
Histeri,
Aşırı çay ve kahve kullanımı.
Bu hastalıkların çoğu panik atak gibi nöbet geliştirebilir. Böyle durumlarla karşılaşınca hekimlerin ne düşünmesi lazım?
Her iki seçeneği de düşünmesi lazım. Herkes kendi stresini kendi yaratır, ortamın sizin için endişe verici, kaygı verici, bedensel ve ruhsal olarak sizi tehdit eden bir ortam olması bunları doğurur. Bulutlu bir havanın arkasından bir sürü dram üretebilirsiniz. Yalnızsanız karamsar, korkak hale gelebilirsiniz. Sadece koşullar değil, ortam değil, o koşulları algılayan insan önemli, sürekli kaygısı yüksek olan, duyarlı, duygusal ve mükemmeliyetçi insanlar bu sorunları en çok yaşıyor. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen insanlar bunu yaşar. Bunun yararları ve zararları olabilir, çünkü insanlardan da ayrıntılı olmalarını beklersiniz ve bulamazsınız. O zaman kendinizi ruhsal olarak tehdit altında görüp bedeninizi de zorlarsınız. Bunlar bir araya gelince genel kaygı bozukluğunu ve panik nöbet yaşama şanssızlığını gösteriyorsunuz. Enerjinin bir başka yere nakliyle atabilir insan bunu. Resim yapabilir, müzik yapabilir, mesleğinde iyi olma konusunda gayret gösterebilir. Çoğulcu zekanız nerede gelişmişse o doğrultuda kendinizi geliştirebilirsiniz. Çoğulcu zekayı tanımlamak gerekirse; öncelikle zeka testlerini değerlendirmek gerekiyor. Zeka testleri 1905 yılında geliştirildi. Öğrencilerin okul başarısını somut olarak değerlendirmek için yapıldı bu testler. Ve görüldü ki, aynı IQ'ya sahip çocukların farklı yönleri gelişmişti ve bu gelişmişlik onlara farklı başarılar sunuyordu. Bu noktada zekaya, IQ içinde gelişmiş olan bir beceri, yetenek olarak yaklaşan da var, ayrıca IQ dışında oluşmuş bir zekalar toplamından söz eden de var. Çoğulcu zeka denildiğinde; dil ve sözün ön planda olduğu zeka, mantık ve matematik zekası, görsel zeka, işitsel zeka, iletişim becerisi zekası, içsel zeka, doğa zekası, bedensel zeka akla gelebilir.
Panik nöbeti ortaya çıkaran korkular
Panik nöbeti en fazla çıkaran korkular hangileri? Genel kaygı bozukluğu içine giren rahatsızlıklar. Her an insanın kendini kaygı içinde hissetmesi. "Yola çıkacağım ama trafikte sorun yaşarım, işe giriyorum ama mutlak başarısız olacağım, sınava giriyorum ama mutlak başarısız olacağım" gibi kendi içinde her durum için mutlak başarısızlık görüşünün hakim olması. Kaygının ruhsal olarak anlatımı negatif bir duygudur. Panik nöbetinden önce birçok kişide bu oluyor. Olası kötülükleri görüp önlem almayı sağlayan bu duygu, sürekli hale gelince paniğe neden olabiliyor. Bu yüzergezer kaygılar bazen takıntı-saplanfiya neden oluyor. Esasında tüm bu saplantıların, korkuların altında yatan kaygı düzeyi o kadar yüksek olmalı ki paniğe dönüşsün. Bir insanda korku, kaygı varsa insan mutsuz olur. Çünkü olumlu ve olumsuz duygu var insanda, insana elem veren duygular, kaygı, korku, kötümserlik var. İnsanlar bunlardan kurtulmak ister, savunma düzenleri de kaygıya karşı oluşmuş dengeleşimdir. Dengeleşim ruhsal yaşantıyı korkuya, kaygıya, öfkeye, karamsarlığa karşı dengede tutan savunma düzenleridir. Bunlar her an çalışıyor," bunlar kaygı düzeyi arttıkça çöküyor. Kaygı düzeyi savunma düzenleriyle belirli bir sınıra kadar korunuyor. Bazı korkular ortaya çıkarıyor, karanlıktan korkmak, sokağa çıkmaktan korkmak gibi, dolayısıyla bilişsel işlevlerini başka şeylerle meşgul ederek o kaygıyı azaltıyor. Bu kişilerde en çok görülen korku agorafobidir. Çünkü sokağa çıkınca hastalanacağını, başına kötü bir şey geleceğini, fenalaşacağım, tedirgin olacağını düşünür.
İkincisi sosyal fobiler. Onlar da kendini yetersiz, eksik, çirkin, becerisiz, beceriksiz bulur. Başka insanlarla birlikte olunca travmatize olacağını düşünür. Güven duygusunu kaybeder. İlk insanın yaşantısından gelen korkular var ayrıca. Bunlar da ortak bilinç ve bilinçaltıyla taşınıyor. İlk insanın yaşadığı korkular gök gürültüsü, örümcek gibi korkular ve bunlar ortak bilinçte ilk insandan geliyor. Ne yaparsak yapalım ilk insandan gelen bazı korkuları, beklentileri koruyoruz. Bunların hemen hepsi doğayla iç içe olan insanların tabu diye gösterdiği şeyler, onlar da bize kadar geliyor. Şunu iyi bilin ki, bir insanın hastalıkla ilgili korkusu varsa o hastalığın ciddi bir tedavisi yoktur, bu nedenle korkulur.
Panik nöbetsiz korkular var. Birçok kişi sokağa çıkar çıkmaz, birçok kişi de sokağa çıkmayı tasarladığı zaman panik nöbeti geçirebilir. En büyüğü agorafobidir. İnsan kendini evde güvenli hisseder. Ayrılık endişesi de korku yaratır.
Panik Atak ve Bedensel Hastaliklar
Bedensel Hastalıklar ve Panik Atak
Sizde biliyorsunuz ki, bazı bedensel hastalıklar panik atak belirtileriyle karıştırılabiliyor. Bunlardan söz edebilir miyiz?
Evet, bazı bedensel sorunlar kesinlikle panik atak nö-betleriyle karıştırılabiliyor. Mesela "kalp rahatsızlıkları bunların başında geliyor. Hatta araştırmalar gösteriyor ki, bu oran yüzde 10 ile 15 arasında. Yani kalp krizi gibi sorunlar panik nöbetleri başlatabiliyor. Kalp sorunları olanların aynı zamanda panik atak geçirdikleri çok görülen bir durum. Bazen bu hastalıktan endişe etmek de doğrudan panik nöbeti yaşanmasına neden oluyor.
Panik nöbeti yapan hastalıklar
Peki, bu durumda hangi tür hastalıklar panik nöbeti yapar?
Aslında bu hastalıkların sayısı çok fazla. Şöyle sınıflayabiliriz:
1. Solunum sistemi hastalıkları Bronşit,
Astım,
Amfizem,
Kollajen akciğer hastalıkları,
Akciğer fibrosis.
2. İç salgı bezleri hastalıkları
Kan şekerindeki oynamalar,
Hipertroidi,
Âdet öncesi sorunları,
Gebelik (hastalık olmasa da hormonal değişikliğe yol açıyor),
Karsinoit tümör,
Kansızlık.
3. Kalp-damar hastalıkları
Kalp vurum sayısındaki artış,
Koroner damar hastalıkları,
Miyokart enfarktüsü,
Mitral kapak yetersizliği,
Aort kapak yetersizliği,
Kan basıncının yükselmesi,
Kansızlık sorunları,
Kan basıncının düşüklüğü.
4. Sinir sistemi hastalıkları
Migren,
Temporal lob epilepsisi,
Baskıya bağlı sinir hastalıkları,
Baş dönmesi,
Ortakulak iltihabı.
Aslında hemen herkes biliyor ama bu hastalıkları biraz tanımlayabilir misiniz?
Evet, tabii ki, birkaçını açıklayabiliriz:
Miyokart enfarktüsü: Kalp krizi diye adlandırılan bu hastalık, kalbi besleyen koroner damarlarda kan akımının azalması ve bu damarların tıkanması sonucu kalbin kaslarının çalışamaz hale gelmesini tanımlıyor. Bu hastalığın en önemli belirtisi ağrıdır. Bu ağrı genel olarak göğsün orta yerinde bulunan sternumun (göğüs kemiği) arkasından başlar ve öteki yakınmalarla göğsün iki yanına yayılır. Bu yayılma daha çok sol kola ve kolun iç bölgelerine olur. Ağrıyla birlikte bulantı ve kusma gözlenir. İşte bu noktada hastanın kaygı düzeyi yüksektir. Ölüm korkusu ve panik başlar.
Mitral darlığı: Sol kalp karıncığı ile kulakçığın arasında bulunan rnitral kapakçığın anatomik bozukluğu sonucu iyi ve yeterli biçimde açılmayışıdır. Belirtilerin başında soluk alıp vermede darlık olur. Buna kalp vurum sayısındaki artış eşlik eder, göğüs ağrısı, bitkinlik, halsizlik, yorgunluk bunu takip eder.
Panik nöbetlere yol açan önemli kalp hastalığı mitral kapak darlığıdır.
Mitral kapağın balonlaşması: Mitral kapağın balon yapması, sol karıncık ile kulakçık arasında bulunan mitral kapağın, kalbin kasılması sırasında hafifçe sol kulakçığa doğru girmesi durumudur. Bu sorunda kalp vuruşlarındaki artış ve fazladan kalp vurumu vardır. Bu sorunda ortaya çıkan ruhsal belirtiler ve yakınmalar paniğe yol açar.
Sizde biliyorsunuz ki, bazı bedensel hastalıklar panik atak belirtileriyle karıştırılabiliyor. Bunlardan söz edebilir miyiz?
Evet, bazı bedensel sorunlar kesinlikle panik atak nö-betleriyle karıştırılabiliyor. Mesela "kalp rahatsızlıkları bunların başında geliyor. Hatta araştırmalar gösteriyor ki, bu oran yüzde 10 ile 15 arasında. Yani kalp krizi gibi sorunlar panik nöbetleri başlatabiliyor. Kalp sorunları olanların aynı zamanda panik atak geçirdikleri çok görülen bir durum. Bazen bu hastalıktan endişe etmek de doğrudan panik nöbeti yaşanmasına neden oluyor.
Panik nöbeti yapan hastalıklar
Peki, bu durumda hangi tür hastalıklar panik nöbeti yapar?
Aslında bu hastalıkların sayısı çok fazla. Şöyle sınıflayabiliriz:
1. Solunum sistemi hastalıkları Bronşit,
Astım,
Amfizem,
Kollajen akciğer hastalıkları,
Akciğer fibrosis.
2. İç salgı bezleri hastalıkları
Kan şekerindeki oynamalar,
Hipertroidi,
Âdet öncesi sorunları,
Gebelik (hastalık olmasa da hormonal değişikliğe yol açıyor),
Karsinoit tümör,
Kansızlık.
3. Kalp-damar hastalıkları
Kalp vurum sayısındaki artış,
Koroner damar hastalıkları,
Miyokart enfarktüsü,
Mitral kapak yetersizliği,
Aort kapak yetersizliği,
Kan basıncının yükselmesi,
Kansızlık sorunları,
Kan basıncının düşüklüğü.
4. Sinir sistemi hastalıkları
Migren,
Temporal lob epilepsisi,
Baskıya bağlı sinir hastalıkları,
Baş dönmesi,
Ortakulak iltihabı.
Aslında hemen herkes biliyor ama bu hastalıkları biraz tanımlayabilir misiniz?
Evet, tabii ki, birkaçını açıklayabiliriz:
Miyokart enfarktüsü: Kalp krizi diye adlandırılan bu hastalık, kalbi besleyen koroner damarlarda kan akımının azalması ve bu damarların tıkanması sonucu kalbin kaslarının çalışamaz hale gelmesini tanımlıyor. Bu hastalığın en önemli belirtisi ağrıdır. Bu ağrı genel olarak göğsün orta yerinde bulunan sternumun (göğüs kemiği) arkasından başlar ve öteki yakınmalarla göğsün iki yanına yayılır. Bu yayılma daha çok sol kola ve kolun iç bölgelerine olur. Ağrıyla birlikte bulantı ve kusma gözlenir. İşte bu noktada hastanın kaygı düzeyi yüksektir. Ölüm korkusu ve panik başlar.
Mitral darlığı: Sol kalp karıncığı ile kulakçığın arasında bulunan rnitral kapakçığın anatomik bozukluğu sonucu iyi ve yeterli biçimde açılmayışıdır. Belirtilerin başında soluk alıp vermede darlık olur. Buna kalp vurum sayısındaki artış eşlik eder, göğüs ağrısı, bitkinlik, halsizlik, yorgunluk bunu takip eder.
Panik nöbetlere yol açan önemli kalp hastalığı mitral kapak darlığıdır.
Mitral kapağın balonlaşması: Mitral kapağın balon yapması, sol karıncık ile kulakçık arasında bulunan mitral kapağın, kalbin kasılması sırasında hafifçe sol kulakçığa doğru girmesi durumudur. Bu sorunda kalp vuruşlarındaki artış ve fazladan kalp vurumu vardır. Bu sorunda ortaya çıkan ruhsal belirtiler ve yakınmalar paniğe yol açar.
Emosyonel ve Somatik Yanit Nedir
Emosyonel Nedir, Somatik ve Psikolojik yanıt
Uyum bozukluğu nelere yol açar?
Uyum bozukluğu, kişinin aile, ev, işyeri, yakın ve uzak çevre ilişkilerini olumsuz etkiler, uyumunu bozar. Başarı göstermekte, çaba harcamakta zorlanır; çalışma gücü azalır. Güven duygusu kaybolur. Genel kaygı bozukluğunu ya da ruhsal çöküntüyü anımsatan belirtiler, yakınmalar ortaya çıkar. Zaman zaman görülen kızgınlık, öfke patlamaları, saldırı, şiddet ve taşkınlık yanında; donukluk, durgunluk, hareketsizlik gibi davranış bozuklukları da bu tabloya eklenebilir. Çünkü travmatik yaşantılar sıklıkla psikiyatrik hastalıkları açığa çıkarıyor. Travmatik yaşantılara yanıtın 3 bileşeni vardır:
1. Emosyonel (duygusal) yanıt
2. Somatik Bozukluk (bedenleştirilmiş) yanıt
3. Psikolojik yanıt
Bu sayede yaşanan travmatik olayın çözümü yapılmaya ve hatta sorun atlatılmaya çalışılır. Emosyonel ve somatik yanıtlar kaygı ve depresyon olarak ikiye ayrılır. Otonomik uyarılma, taşikardi, ağız kuruluğu kaygı belirtileridir ve bu belirtiler tehdit eden durumun sürmesiyle daha da belirginleşir. Depresyon belirtileri ise daha çok ayrılma ve kayıplarla ilgilidir. Travmatik yaşantıya üçüncü yanıt ise psikolojik mekanizmalardır ki, bunları başa çıkma stratejileri ve savunma mekanizmaları olarak incelemek mümkündür.
Bu sorunu çözmek için neler yapılabilir?, Emosyonel Stres ve Durum
Kişiler problem çözücü stratejiler geliştirir. Mesela çevresinden yardım isteme, yaşadığı problemin çözümüne yönelik bilgi, rehberlik arayışları, problemle yüzleşme, kendi haklarını savunma gibi davranışlar içine girerler. Duyguların ağırlığını üzerinden atmak için de, problem ve problemi anımsatacak konuları düşünmekten ve bunları konuşmaktan kaçınmak neredeyse ilk tepkidir. Konuyla ilgili çözümlemeler yapmak, olumlu ya da olumsuz bir karar verebilmek de buna hizmet eder. Diğer taraftan olumsuz bir dizi davranış örneği de gösterilebilir. Mesela alkole ya da yeşil reçeteyle satılan, ama reçeteyle alınmamış ilaçlara yönelme, kendine zarar vermeye kalkışma, saldırganlığın açığa çıkması gibi.
Bahar yorgunluğundan dolayı yaşanan kaygı, panik atağa dönüşebilir mi?
Evet, dönüşebilir, çünkü bir anlamda iç sıkıntısı yaratan bu durum tetikleyici kabul edilebilir. Bu nedenle bahar yorgunluğunu ve depresyonunu yenmek için önerilerde bulunuyoruz. Çünkü mevsim dönümlerinde vücut, özellikle B ve C vitaminleri ile potasyuma ihtiyaç duyar. B ve C vitaminleri sebze ve meyvelerde, potasyum da domates, patates ve kayısıda bol miktarda bulunur. Bu nedenle meyve ve sebze tüketimini artırın. Ayrıca tüm depresif hallerde işe yarayacak şu önerilere kulak vermekte yarar var:
Özellikle kıştan bahara geçerken bol vitamin alın,
Bol bol egzersiz yapın,
Gelenin getireceklerini bilmemenin kaygısını yaşamak yerine sürprizlerin güzel olduğunu düşünün,
Baharda beklentilerin gerçekleşme ihtimaline hazır olun,
Erken kalkın,
Uyku saatinize dikkat edin,
Beyninizi organize edin ki sizin için yararlı olan emirleri verebilsin,
Kendinizi kötü haberlere, uyuşukluğa teslim etmeyin,
Silkinip ben şuyum, şunu yapmak istiyorum derseniz kendi dışınızdaki dünyayı da manipüle edebilirsiniz,
Güne düzenli başlayın,
Çevrenize sevgi verirseniz sevgi de alacağınızı unutmayın.
Bahar yorgunluğunun belirtileri nelerdir?
Bahar yorgunluğunun belirtileri şunlardır:
Bitkinlik,
Neşesizlik,
Uyuşukluk,
Uykuya dalamamak ve uyanamamak,
Sürekli sıkıntı hali.
Uyum bozukluğu nelere yol açar?
Uyum bozukluğu, kişinin aile, ev, işyeri, yakın ve uzak çevre ilişkilerini olumsuz etkiler, uyumunu bozar. Başarı göstermekte, çaba harcamakta zorlanır; çalışma gücü azalır. Güven duygusu kaybolur. Genel kaygı bozukluğunu ya da ruhsal çöküntüyü anımsatan belirtiler, yakınmalar ortaya çıkar. Zaman zaman görülen kızgınlık, öfke patlamaları, saldırı, şiddet ve taşkınlık yanında; donukluk, durgunluk, hareketsizlik gibi davranış bozuklukları da bu tabloya eklenebilir. Çünkü travmatik yaşantılar sıklıkla psikiyatrik hastalıkları açığa çıkarıyor. Travmatik yaşantılara yanıtın 3 bileşeni vardır:
1. Emosyonel (duygusal) yanıt
2. Somatik Bozukluk (bedenleştirilmiş) yanıt
3. Psikolojik yanıt
Bu sayede yaşanan travmatik olayın çözümü yapılmaya ve hatta sorun atlatılmaya çalışılır. Emosyonel ve somatik yanıtlar kaygı ve depresyon olarak ikiye ayrılır. Otonomik uyarılma, taşikardi, ağız kuruluğu kaygı belirtileridir ve bu belirtiler tehdit eden durumun sürmesiyle daha da belirginleşir. Depresyon belirtileri ise daha çok ayrılma ve kayıplarla ilgilidir. Travmatik yaşantıya üçüncü yanıt ise psikolojik mekanizmalardır ki, bunları başa çıkma stratejileri ve savunma mekanizmaları olarak incelemek mümkündür.
Bu sorunu çözmek için neler yapılabilir?, Emosyonel Stres ve Durum
Kişiler problem çözücü stratejiler geliştirir. Mesela çevresinden yardım isteme, yaşadığı problemin çözümüne yönelik bilgi, rehberlik arayışları, problemle yüzleşme, kendi haklarını savunma gibi davranışlar içine girerler. Duyguların ağırlığını üzerinden atmak için de, problem ve problemi anımsatacak konuları düşünmekten ve bunları konuşmaktan kaçınmak neredeyse ilk tepkidir. Konuyla ilgili çözümlemeler yapmak, olumlu ya da olumsuz bir karar verebilmek de buna hizmet eder. Diğer taraftan olumsuz bir dizi davranış örneği de gösterilebilir. Mesela alkole ya da yeşil reçeteyle satılan, ama reçeteyle alınmamış ilaçlara yönelme, kendine zarar vermeye kalkışma, saldırganlığın açığa çıkması gibi.
Bahar yorgunluğundan dolayı yaşanan kaygı, panik atağa dönüşebilir mi?
Evet, dönüşebilir, çünkü bir anlamda iç sıkıntısı yaratan bu durum tetikleyici kabul edilebilir. Bu nedenle bahar yorgunluğunu ve depresyonunu yenmek için önerilerde bulunuyoruz. Çünkü mevsim dönümlerinde vücut, özellikle B ve C vitaminleri ile potasyuma ihtiyaç duyar. B ve C vitaminleri sebze ve meyvelerde, potasyum da domates, patates ve kayısıda bol miktarda bulunur. Bu nedenle meyve ve sebze tüketimini artırın. Ayrıca tüm depresif hallerde işe yarayacak şu önerilere kulak vermekte yarar var:
Özellikle kıştan bahara geçerken bol vitamin alın,
Bol bol egzersiz yapın,
Gelenin getireceklerini bilmemenin kaygısını yaşamak yerine sürprizlerin güzel olduğunu düşünün,
Baharda beklentilerin gerçekleşme ihtimaline hazır olun,
Erken kalkın,
Uyku saatinize dikkat edin,
Beyninizi organize edin ki sizin için yararlı olan emirleri verebilsin,
Kendinizi kötü haberlere, uyuşukluğa teslim etmeyin,
Silkinip ben şuyum, şunu yapmak istiyorum derseniz kendi dışınızdaki dünyayı da manipüle edebilirsiniz,
Güne düzenli başlayın,
Çevrenize sevgi verirseniz sevgi de alacağınızı unutmayın.
Bahar yorgunluğunun belirtileri nelerdir?
Bahar yorgunluğunun belirtileri şunlardır:
Bitkinlik,
Neşesizlik,
Uyuşukluk,
Uykuya dalamamak ve uyanamamak,
Sürekli sıkıntı hali.
Obsesif Kompulsif Bozukluk Tedavisi
Obsesif Kompülsif Bozukluk Tedavisi
En sık görülen kompülsiyonlar hangileridir?
En sık görülen kompülsiyonları şöyle sıralayabiliriz:
Saatlerce lavabonun karşısında kalarak elini yıkamak, temizlendiğine ikna olamayıp yeniden yıkamak,
Tekrarlama: Kaygı veren ve takıntılı hale gelen düşünceyle oluşan iç sıkıntısını rahatlatmak için sürekli olarak tekrarlayan davranışta bulunmak,
Kontrol etme: Obsesif-kompülsif bozukluğu olan hastalarda tipik olarak görülen belirti kontrol etmektir. Hatta sorunun başlangıcı bile böyle tespit edilebilir. Mesela hasta, evden çıkarken kapıları kapatıp kapamadığını belki on kez kontrol eder; suyu açık unutup unutmadığını, ütüyü prizde bırakıp bırakmadığını unutup bunları kontrol etmeye çalışır.
Biriktirme: İşe yaramasa da, çok eski olup kullanılmasa da eşyaları evlerinden atamayan hastalar vardır. Çöp diye tabir edilen evler genelde onlarındır. Hiç eşya atamadıklarını anlamazlar bile. Binlerce gazete, dergi, kavanoz biriktirebilirler.
Sayma: Aslında bu durum birçok insanın» yaptığı sıradan kabul edilebilecek bir davranıştır, ama sürekli hale gelirse hastalık durumuna dönüşebilir. Mesela evlerin pencerelerini sayma, insanların ayakkabılarını sayma gibi.
Aşırı tertipli ve düzenli olma: Örneğin evde her şeyin simetrik durması veya masanın üstündeki her şeyin belirli bir sırayla dizilmesi gibi.
Hastalık çok geç yaşta da başlayabilir, Obsesif Kompülsif Kişilik Bozukluğu
Bu hastalık daha çok hangi yaşlarda başlar?
Belirli bir yaşta başlamıyor. Bazı travmatik yaşantıların sonrasında çok geç yaşta da başlayabilir. Çok erken yaşta da. Hatta başlangıcı okul öncesi çocukluk dönemine kadar gider. Bazen de hastalığı tanımlamakta gecikmeler olabilir. Doktora gitmeye çekinmek, yaşadığının psikolojik bir sorun olduğunu fark etmekte zorlanmak, bu sorunlar nedeniyle doktora gitmek gerektiğini fark etmemek, hastalığa bir tanı konmasını geciktiren nedenler arasında sayılabilir. Kimi zaman yaşanan ağır stresler, eş ve iş sorunları, ailedeki kayıplar ve devamında yaşanan ağır depresyon,, kişideki obsesif-kompülsif bozukluğun ayırt edilmesini de güçleştirir.
Sizce bu bozukluğun nedenleri neler olabilir?
Bu bozukluğun bilinen tek bir nedeni olduğunu söylemek gerçekten zor. Nedenlerine ilişkin yapılan çalışmalar, genetik bir yatkınlığı işaret ediyor. Aslında bu soruna yol açan bir gen bulunmamakla birlikte OKB hastalarının yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı fazla. Beyinde kimyasal haberci görevi üstlenen seroto-nin seviyesindeki düşmenin bu hastalığa neden olduğu söyleniyor. Zaten serotonin birçok psikiyatrik hastalığın en önemli etmenlerinden biri olarak kabul ediliyor ve tedavide bu nedenle serotonin seviyesini artıran ilaçlar kullanılıyor. Aile içi sorunlar veya stres yaratan durumlar bu hastalığa yol açmaz, ancak var olan hastalığı tetikleyebilir
Panik atağı sorunlarında önemli bir etken de, travmatik stres bozukluğu diyebilir miyiz?
Elbette. Son yıllarda ülkemizde kaygı bozuklukları başlığı altında, travma sonrası stres bozuklukları da yer alıyor. Sel baskınından depreme, cinsel saldırıdan işkenceye, silahlı saldırıya kadar, ölüm ya da ölüm tehdidiyle karşılaşan insanların genellikle ağır stres tepkisi, travma sonrası stres uyum bozukluğu gösterdikleri belirtiliyor. Öte yandan bu tip olayların, ruhsal bozukluğa ya da hastalığa yatkın kişilerde belirtilerin ortaya çıkışını kolaylaştırdığı, ilaç ya da ruhsal tedaviyle günlük yaşantıya uyum sağlayan hastaların uyumunu bozduğu biliniyor. Ruhsal bozukluğu, hastalığı olmayan insanlarda doğal afetler, insanların yol açtığı terör olayları, yangınlar, büyük kayıplar, ayaklanmalar ağır stres tepkisini birden ortaya çıkarır. Ama zamanla bu tepki azalır. Travma sonrası stres bozukluğu tanısı koyabilmek için, insanın gerçek ölüm ya da ölüm tehdidi gibi bir tehlikeyle karşılaşmış olması, bu durum karşısında çaresiz kalması, aşırı endişe ve korkuya kapılmış olması gerekir. Buna ek olarak, başlangıçta aşırı korku, çaresizlik, dehşet belirtileri yanında, dalgınlık, donukluk, ilgisizlik, gerçek dışı değerlendirme ve düşünme, kişilik bölünmesi, bellek hataları gibi belirtiler bulunabilir. Travmatik olay ve onunla ilgili anılar yeniden yaşanır. Olayla ilgili algı ve düşünce yanılmaları, bozuklukları ortaya çıkabilir. Uyku bozuklukları yanında korkulu rüyalar, karabasan sık görülür. Hastanın dehşet içinde, korku ve panikle uyanmasına, bağırıp çağırmasına, taşkınlık, saldırganlık göstermesine, vurup kırmasına yol açabilir. Bu bozukluk en az iki gün, en fazla bir ay sürer. Bu bozukluğun uzaması travma sonrası stres ya da uyum bozukluğuna neden olabilir.
Travma sonrası stres bozukluğunda kişi daha çok neler yaşar?
Travma sonrası stres bozukluğunda kişi, sürekli olarak endişe, kaygı, korku, çaresizlik ve dehşet içinde yaşar. Olayı anımsamak, düşünmek ve konuşmak istemez. Olayı ya da olayın bir yönünü anımsatan durumlar, kişiler, nesneler karşısında endişe, kaygı düzeyi yükselir. Korku ve panik belirtileri ortaya çıkar. Ruhsal dalgınlık, donukluk, durgunluk, ilgisizlik, gerçek dışı değerlendirme, başkalarıyla, çevreyle ilişkinin azalması, uyumun bozulması, genel kaygı bozukluğunu ya da ruhsal çöküntüyü düşündüren belirtiler, yakınmalar, dehşet ve korku veren düşlemler, fanteziler, düşler görülür. Bu belirtiler üç aydan fazla sürerse bozukluğun, hastalığın uzaması, kronikleşmesi söz konusu olabilir.
En sık görülen kompülsiyonlar hangileridir?
En sık görülen kompülsiyonları şöyle sıralayabiliriz:
Saatlerce lavabonun karşısında kalarak elini yıkamak, temizlendiğine ikna olamayıp yeniden yıkamak,
Tekrarlama: Kaygı veren ve takıntılı hale gelen düşünceyle oluşan iç sıkıntısını rahatlatmak için sürekli olarak tekrarlayan davranışta bulunmak,
Kontrol etme: Obsesif-kompülsif bozukluğu olan hastalarda tipik olarak görülen belirti kontrol etmektir. Hatta sorunun başlangıcı bile böyle tespit edilebilir. Mesela hasta, evden çıkarken kapıları kapatıp kapamadığını belki on kez kontrol eder; suyu açık unutup unutmadığını, ütüyü prizde bırakıp bırakmadığını unutup bunları kontrol etmeye çalışır.
Biriktirme: İşe yaramasa da, çok eski olup kullanılmasa da eşyaları evlerinden atamayan hastalar vardır. Çöp diye tabir edilen evler genelde onlarındır. Hiç eşya atamadıklarını anlamazlar bile. Binlerce gazete, dergi, kavanoz biriktirebilirler.
Sayma: Aslında bu durum birçok insanın» yaptığı sıradan kabul edilebilecek bir davranıştır, ama sürekli hale gelirse hastalık durumuna dönüşebilir. Mesela evlerin pencerelerini sayma, insanların ayakkabılarını sayma gibi.
Aşırı tertipli ve düzenli olma: Örneğin evde her şeyin simetrik durması veya masanın üstündeki her şeyin belirli bir sırayla dizilmesi gibi.
Hastalık çok geç yaşta da başlayabilir, Obsesif Kompülsif Kişilik Bozukluğu
Bu hastalık daha çok hangi yaşlarda başlar?
Belirli bir yaşta başlamıyor. Bazı travmatik yaşantıların sonrasında çok geç yaşta da başlayabilir. Çok erken yaşta da. Hatta başlangıcı okul öncesi çocukluk dönemine kadar gider. Bazen de hastalığı tanımlamakta gecikmeler olabilir. Doktora gitmeye çekinmek, yaşadığının psikolojik bir sorun olduğunu fark etmekte zorlanmak, bu sorunlar nedeniyle doktora gitmek gerektiğini fark etmemek, hastalığa bir tanı konmasını geciktiren nedenler arasında sayılabilir. Kimi zaman yaşanan ağır stresler, eş ve iş sorunları, ailedeki kayıplar ve devamında yaşanan ağır depresyon,, kişideki obsesif-kompülsif bozukluğun ayırt edilmesini de güçleştirir.
Sizce bu bozukluğun nedenleri neler olabilir?
Bu bozukluğun bilinen tek bir nedeni olduğunu söylemek gerçekten zor. Nedenlerine ilişkin yapılan çalışmalar, genetik bir yatkınlığı işaret ediyor. Aslında bu soruna yol açan bir gen bulunmamakla birlikte OKB hastalarının yakınlarında bu hastalığın görülme olasılığı fazla. Beyinde kimyasal haberci görevi üstlenen seroto-nin seviyesindeki düşmenin bu hastalığa neden olduğu söyleniyor. Zaten serotonin birçok psikiyatrik hastalığın en önemli etmenlerinden biri olarak kabul ediliyor ve tedavide bu nedenle serotonin seviyesini artıran ilaçlar kullanılıyor. Aile içi sorunlar veya stres yaratan durumlar bu hastalığa yol açmaz, ancak var olan hastalığı tetikleyebilir
Panik atağı sorunlarında önemli bir etken de, travmatik stres bozukluğu diyebilir miyiz?
Elbette. Son yıllarda ülkemizde kaygı bozuklukları başlığı altında, travma sonrası stres bozuklukları da yer alıyor. Sel baskınından depreme, cinsel saldırıdan işkenceye, silahlı saldırıya kadar, ölüm ya da ölüm tehdidiyle karşılaşan insanların genellikle ağır stres tepkisi, travma sonrası stres uyum bozukluğu gösterdikleri belirtiliyor. Öte yandan bu tip olayların, ruhsal bozukluğa ya da hastalığa yatkın kişilerde belirtilerin ortaya çıkışını kolaylaştırdığı, ilaç ya da ruhsal tedaviyle günlük yaşantıya uyum sağlayan hastaların uyumunu bozduğu biliniyor. Ruhsal bozukluğu, hastalığı olmayan insanlarda doğal afetler, insanların yol açtığı terör olayları, yangınlar, büyük kayıplar, ayaklanmalar ağır stres tepkisini birden ortaya çıkarır. Ama zamanla bu tepki azalır. Travma sonrası stres bozukluğu tanısı koyabilmek için, insanın gerçek ölüm ya da ölüm tehdidi gibi bir tehlikeyle karşılaşmış olması, bu durum karşısında çaresiz kalması, aşırı endişe ve korkuya kapılmış olması gerekir. Buna ek olarak, başlangıçta aşırı korku, çaresizlik, dehşet belirtileri yanında, dalgınlık, donukluk, ilgisizlik, gerçek dışı değerlendirme ve düşünme, kişilik bölünmesi, bellek hataları gibi belirtiler bulunabilir. Travmatik olay ve onunla ilgili anılar yeniden yaşanır. Olayla ilgili algı ve düşünce yanılmaları, bozuklukları ortaya çıkabilir. Uyku bozuklukları yanında korkulu rüyalar, karabasan sık görülür. Hastanın dehşet içinde, korku ve panikle uyanmasına, bağırıp çağırmasına, taşkınlık, saldırganlık göstermesine, vurup kırmasına yol açabilir. Bu bozukluk en az iki gün, en fazla bir ay sürer. Bu bozukluğun uzaması travma sonrası stres ya da uyum bozukluğuna neden olabilir.
Travma sonrası stres bozukluğunda kişi daha çok neler yaşar?
Travma sonrası stres bozukluğunda kişi, sürekli olarak endişe, kaygı, korku, çaresizlik ve dehşet içinde yaşar. Olayı anımsamak, düşünmek ve konuşmak istemez. Olayı ya da olayın bir yönünü anımsatan durumlar, kişiler, nesneler karşısında endişe, kaygı düzeyi yükselir. Korku ve panik belirtileri ortaya çıkar. Ruhsal dalgınlık, donukluk, durgunluk, ilgisizlik, gerçek dışı değerlendirme, başkalarıyla, çevreyle ilişkinin azalması, uyumun bozulması, genel kaygı bozukluğunu ya da ruhsal çöküntüyü düşündüren belirtiler, yakınmalar, dehşet ve korku veren düşlemler, fanteziler, düşler görülür. Bu belirtiler üç aydan fazla sürerse bozukluğun, hastalığın uzaması, kronikleşmesi söz konusu olabilir.
Obsesif Kompulsif Bozukluk
Panik bozukluğuna eşlik eden psikolojik sorunlar
Obsesif Kompülsif Bozukluk (takıntılı-tekrarlayıcı davranış) bozukluk nedir?
Obsesif Kompulsif Bozukluk Nedir
Obsesif-kompülsif bozukluk (OKB), psikiyatrik bir hastalık olarak tek başına da seyredebilen ve dolayısıyla tanımlanan ve tedavi edilen bir rahatsızlık olabiliyor. Ancak, başka belirtilerle birlikte farklı psikiyatrik hastalıklara da eşlik edebiliyor. Yani panik bozukluğuna ya da depresyona olduğu gibi. Gerçekten de OKB çok sık depresyonla ya da depresyon öncesinde görülebilir. Obsesif-kompülsif bozuklukla ilgili olarak yapılan çeşitli psikiyatrik araştırmalar gösteriyor ki, bu hastalık toplumda panik bozukluğu kadar, hatta daha da yaygın. Üstelik her^aşta görülebiliyor. OKB'nin toplumda görülme yaygınlığı yüzde 2-3 oranında. Ancak, doktora gidip tedavi görenlerin sayısının çok az olduğu düşünülürse, gerçek değerin bu oranların çok üzerinde olduğu da söylenebilir.
Obsesif Kompülsif bozukluğun belirtileri neler?
Obsesif-kompülsif bozukluklar daha çok takıntılı ve bu takıntılı davranışların tekrarı biçiminde ortaya çıkar. Birçok değişik formu vardır. Mesela bazen hastalık, sadece takıntılı düşünce biçiminde, bazen de takıntılı ve tekrarla-yıcı davranış şeklinde yaşanır. Bununla birlikte obsesyonlar düşünce ve takıntılı düşünce; kompülsiyonlar ise davranış ve tekrarlayıcı davranış biçiminde olur.
Obsesyon ve kompülsiyon kelimelerinin tam anlamlarını açıklar mısınız?
Öncelikle obsesyonun (takıntı) tanımından başlayalım isterseniz. Burada, kişinin kontrolsüzce tekrar eden düşünceleri vardır. Bu düşünceler onu devamlı uyarır. Bunu yaşayan kişi, çok ama çok anlamsız bir şey yaptığını bile bile ve bundan çok da rahatsız olarak aynı düşüncelerin içine hapseder kendini. Kişi, kendini rahatsız eden bu düşüncelerin kıskacında yaşamdan keyif alamaz hale gelir. Halk arasında takıntı olarak da kabul edilen obsesif-kompülsif bozukluklarla birlikte başka psikolojik sorunlar da yaşanmaya başlar. Mesela fobiler, ardı arkası kesilmeyen şüpheler, sürekli kaygı hali gibi sorunlar birlikte sürer gider.
Hastalar takıntılı düşüncelerden kurtulmak için akıllarına başka düşünceleri getirirler veya bazı davranışlarda bulunurlar bu tür düşünce ve davranışlara kompülsiyon (tekrarlayan davranışlar) denir. Takıntılı düşünceler anksi-yete artışına neden olurken kompülsiyonlar anksiyeteyi azaltır.
En sık görülen obsesyonlar hangileridir?
En sık görülen obsesyonları şöyle sıralayabiliriz:
Kirlilik takıntısı (çevreden kan, tükürük, mikrop gibi kir bulaşması veya kişinin çevreye kir bulaştırması düşüncesi),
Kendi başına veya yakınlarının başına bir kötülük geleceği düşüncesi,
Kontrolünü kaybetme ve saldırgan davranışta bulunma korkusu,
Tekrarlayan ve kontrol edilemeyen cinsel düşünceler,
Dinle ve ahlaki değerlerle aşırı uğraşma.
Obsesif Kompülsif Bozukluk (takıntılı-tekrarlayıcı davranış) bozukluk nedir?
Obsesif Kompulsif Bozukluk Nedir
Obsesif-kompülsif bozukluk (OKB), psikiyatrik bir hastalık olarak tek başına da seyredebilen ve dolayısıyla tanımlanan ve tedavi edilen bir rahatsızlık olabiliyor. Ancak, başka belirtilerle birlikte farklı psikiyatrik hastalıklara da eşlik edebiliyor. Yani panik bozukluğuna ya da depresyona olduğu gibi. Gerçekten de OKB çok sık depresyonla ya da depresyon öncesinde görülebilir. Obsesif-kompülsif bozuklukla ilgili olarak yapılan çeşitli psikiyatrik araştırmalar gösteriyor ki, bu hastalık toplumda panik bozukluğu kadar, hatta daha da yaygın. Üstelik her^aşta görülebiliyor. OKB'nin toplumda görülme yaygınlığı yüzde 2-3 oranında. Ancak, doktora gidip tedavi görenlerin sayısının çok az olduğu düşünülürse, gerçek değerin bu oranların çok üzerinde olduğu da söylenebilir.
Obsesif Kompülsif bozukluğun belirtileri neler?
Obsesif-kompülsif bozukluklar daha çok takıntılı ve bu takıntılı davranışların tekrarı biçiminde ortaya çıkar. Birçok değişik formu vardır. Mesela bazen hastalık, sadece takıntılı düşünce biçiminde, bazen de takıntılı ve tekrarla-yıcı davranış şeklinde yaşanır. Bununla birlikte obsesyonlar düşünce ve takıntılı düşünce; kompülsiyonlar ise davranış ve tekrarlayıcı davranış biçiminde olur.
Obsesyon ve kompülsiyon kelimelerinin tam anlamlarını açıklar mısınız?
Öncelikle obsesyonun (takıntı) tanımından başlayalım isterseniz. Burada, kişinin kontrolsüzce tekrar eden düşünceleri vardır. Bu düşünceler onu devamlı uyarır. Bunu yaşayan kişi, çok ama çok anlamsız bir şey yaptığını bile bile ve bundan çok da rahatsız olarak aynı düşüncelerin içine hapseder kendini. Kişi, kendini rahatsız eden bu düşüncelerin kıskacında yaşamdan keyif alamaz hale gelir. Halk arasında takıntı olarak da kabul edilen obsesif-kompülsif bozukluklarla birlikte başka psikolojik sorunlar da yaşanmaya başlar. Mesela fobiler, ardı arkası kesilmeyen şüpheler, sürekli kaygı hali gibi sorunlar birlikte sürer gider.
Hastalar takıntılı düşüncelerden kurtulmak için akıllarına başka düşünceleri getirirler veya bazı davranışlarda bulunurlar bu tür düşünce ve davranışlara kompülsiyon (tekrarlayan davranışlar) denir. Takıntılı düşünceler anksi-yete artışına neden olurken kompülsiyonlar anksiyeteyi azaltır.
En sık görülen obsesyonlar hangileridir?
En sık görülen obsesyonları şöyle sıralayabiliriz:
Kirlilik takıntısı (çevreden kan, tükürük, mikrop gibi kir bulaşması veya kişinin çevreye kir bulaştırması düşüncesi),
Kendi başına veya yakınlarının başına bir kötülük geleceği düşüncesi,
Kontrolünü kaybetme ve saldırgan davranışta bulunma korkusu,
Tekrarlayan ve kontrol edilemeyen cinsel düşünceler,
Dinle ve ahlaki değerlerle aşırı uğraşma.
Surekli Kaygi Olcegi Nedir
Kaygı Ölçeği Nedir
Aşağıda insanların kaygılı ya da endişeli olduklarında yaşadıkları bazı belirtiler verilmiştir. Bu belirtileri belirgin şekilde yaşıyorsanız anksiyete düzeyiniz yüksek demektir.
Sürekli Kaygı Ölçeği
Bedenin herhangi bir yerinde uyuşma veya karıncalanma,
Sıcak-ateş basması,
Bacaklarda halsizlik, titreme,
Gevşeyememe,
Çok kötü şeyler olacak korkusu,
Baş dönmesi veya sersemlik,
Kalp çarpıntısı,
Dengeyi kaybetme duygusu,
Dehşete kapılma,
Sinirlilik,
Boğuluyormuş gibi olma duygusu,
Ellerde titreme,
Titreklik,
Kontrolü kaybetme duygusu,
Nefes almada güçlük,
Ölüm korkusu,
Korkuya kapılma,
Midede hazımsızlık ya da rahatsızlık hissi,
Baygınlık,
Yüzün kızarması,
Terleme (sıcağa bağlı olmayan).
Kaygıda sınır aşıldığında, bilişsel işlevlerde ne gibi değişimler gözlenir?
Bu durumda aşağıdaki değişimler gözlenir:
Dikkatte bölünme,
Bilinç karışıklığı, bulutlanma, bulanma,
Davranışlar üzerinde denetim eksikliği,
Davranış, tutum ve eylemlerde tutarsızlık,
Azalmış uyanıklık durumu,
Uykuya eğilim, uyuşukluk, ağırlık,
Fakir, yavan düşünce ve davranış,
İyi düzenlenmemiş, ürkek, çekingen davranışlar.
Aşağıda insanların kaygılı ya da endişeli olduklarında yaşadıkları bazı belirtiler verilmiştir. Bu belirtileri belirgin şekilde yaşıyorsanız anksiyete düzeyiniz yüksek demektir.
Sürekli Kaygı Ölçeği
Bedenin herhangi bir yerinde uyuşma veya karıncalanma,
Sıcak-ateş basması,
Bacaklarda halsizlik, titreme,
Gevşeyememe,
Çok kötü şeyler olacak korkusu,
Baş dönmesi veya sersemlik,
Kalp çarpıntısı,
Dengeyi kaybetme duygusu,
Dehşete kapılma,
Sinirlilik,
Boğuluyormuş gibi olma duygusu,
Ellerde titreme,
Titreklik,
Kontrolü kaybetme duygusu,
Nefes almada güçlük,
Ölüm korkusu,
Korkuya kapılma,
Midede hazımsızlık ya da rahatsızlık hissi,
Baygınlık,
Yüzün kızarması,
Terleme (sıcağa bağlı olmayan).
Kaygıda sınır aşıldığında, bilişsel işlevlerde ne gibi değişimler gözlenir?
Bu durumda aşağıdaki değişimler gözlenir:
Dikkatte bölünme,
Bilinç karışıklığı, bulutlanma, bulanma,
Davranışlar üzerinde denetim eksikliği,
Davranış, tutum ve eylemlerde tutarsızlık,
Azalmış uyanıklık durumu,
Uykuya eğilim, uyuşukluk, ağırlık,
Fakir, yavan düşünce ve davranış,
İyi düzenlenmemiş, ürkek, çekingen davranışlar.
Surekli ve Durumluk Kaygi Bozuklugu
Kaygı düzeyini yükselten faktörler, Sürekli Kaygı
Kaygı düzeyinin yükselmesine neler yol açıyor? Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Dış ortamdan alıcılara gelen fiziksel ve kimyasal . uyaranların belirli bir şiddetin üzerinde belirli süre etkili olması,
Dış ortamda, havada ya da suda bulunan kimyasal maddelerin yoğunluğunun artması,
Dış ortamda organizma için zararlı olan fiziksel ya da kimyasal etkenlerin bulunması.
Dış ortamda bulunan toplumsal iletiler ışık ya da ses gibi fiziksel uyaranların üzerinde bilgi, haber olarak taşınır. Aşağıdaki olasılıklar da bu bilgi, haber kaygı düzeyini yükseltir:
Bilginin, haberin, iletinin zihinsel işlevler süreci içinde çözülüp anlaşılmaması,
Çözülüp anlaşılan bilginin, haberin, iletinin insan için çatışma yaratması,
Çözülüp anlaşılan bilginin, haberin, iletinin organizmayı tehdit eden tehlikeli bir durum yaratması,
Tehdit eden tehlikeli durumun hemen orada, o anda organizmayı yok edecek boyutlara ulaşması.
Kaygı düzeyinin yükselmesi bilişsel işlevlerde ne gibi değişimler yapar?
Kişiden kişiye değişmekle birlikte kaygı düzeyinin belirli düzeye kadar yükselmesi bilişsel işlevlerde aşağıdaki değişimleri yapar. Bu düzeyde belirli sınıra kadar kjıygı, yararlı, yaratıcı biçimde kullanılır:
Haberdarlık, uyanıklık artar,
Dikkatin odaklaşması artar,
Dikatte seçicilik artar,
Arka arkaya gelen uyaranlara çabuk ve kolay tepki verilir,
Tepkilerde çabukluk olur.
Kaygı düzeyinin yükselmesine neler yol açıyor? Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Dış ortamdan alıcılara gelen fiziksel ve kimyasal . uyaranların belirli bir şiddetin üzerinde belirli süre etkili olması,
Dış ortamda, havada ya da suda bulunan kimyasal maddelerin yoğunluğunun artması,
Dış ortamda organizma için zararlı olan fiziksel ya da kimyasal etkenlerin bulunması.
Dış ortamda bulunan toplumsal iletiler ışık ya da ses gibi fiziksel uyaranların üzerinde bilgi, haber olarak taşınır. Aşağıdaki olasılıklar da bu bilgi, haber kaygı düzeyini yükseltir:
Bilginin, haberin, iletinin zihinsel işlevler süreci içinde çözülüp anlaşılmaması,
Çözülüp anlaşılan bilginin, haberin, iletinin insan için çatışma yaratması,
Çözülüp anlaşılan bilginin, haberin, iletinin organizmayı tehdit eden tehlikeli bir durum yaratması,
Tehdit eden tehlikeli durumun hemen orada, o anda organizmayı yok edecek boyutlara ulaşması.
Kaygı düzeyinin yükselmesi bilişsel işlevlerde ne gibi değişimler yapar?
Kişiden kişiye değişmekle birlikte kaygı düzeyinin belirli düzeye kadar yükselmesi bilişsel işlevlerde aşağıdaki değişimleri yapar. Bu düzeyde belirli sınıra kadar kjıygı, yararlı, yaratıcı biçimde kullanılır:
Haberdarlık, uyanıklık artar,
Dikkatin odaklaşması artar,
Dikatte seçicilik artar,
Arka arkaya gelen uyaranlara çabuk ve kolay tepki verilir,
Tepkilerde çabukluk olur.
Kaygi Nedir Kaygi Bozukluklari
Kaygı Nedir, Kaygı Bozuklukları
Filozof ve psikiyatrların kaygı tanımlamalarından söz eder misiniz?
Elbette. Filozof ve psikiyatrların kaygı tanımlamaları şöyle:
Otto Rank (1884-1939): Kaygının temel bir duygu olduğunu ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.
Heidegger (1889-1976): Kierkegard'm etkisi altında kalan Heidegger de temel bir duygu olduğunu, ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.
Karen Horney (1885-1952): Kaygı ve korku kavramını eşanlamda kullanmıştır. Bu kavramları, tehlike karşısında gelişen duygusal tepki olarak tanımlamıştır. Kaygı duygusunun doğuştan temel kaygı olarak bulunduğunu öne sürmüştür. Bu duygunun doğa güçleri ve ölüm karşısında ortaya çıktığını belirtmiştir.
Erich Fromm (1900-1980): Kaygıyı insanın yalnız kalma korkusuna, çaresizliğine ve çevreye yabancılaşmasına bağlamış, kaygının kültür olayı olduğunu öne sürmüş, bireycilik, özgürlük, yabancılaşma ve yalnızlığın kaygı düzeyini yükselttiğini, ruhsal bozukluklara yol açtığını vurgulamıştır.
Jean-Paul Sartre (1905-1980): Kaygıyı, insanın varoluşunun doğasında, temelinde bulunan bir parça olarak kabul etmiştir. (Korku Kaygı)
Freud (1856-1939): Kaygının, içgüdü ve dürtülerden kaynaklanan gücün bastırılması sonucu ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Önce, kendiliğinden otomatik olarak ortaya çıkan kaygıyı tanımlamıştır. Örseleyici, zedeleyici, tehdit dolu, tehlikeli duruma karşı organizmada ortaya çıkan yanıt, tepki durumudur. Daha sonra Freud, gerçek kaygı (realistic anxiety) kavramını tanımlamıştır. Ona göre gerçek kaygı, insanın dışında bulunan ortamın yarattığı tehdit ve tehlikeden kaynaklanır.
Yaygınlaşmış anksiyete-kaygı bozukluğu tam olarak ne gibi sorunlara işaret ediyor?
Yaşadığı hayattan tam anlamıyla zevk alamamak, iş yaşamında etkinliğini yitirmek, sürekli depresyonda gezinmek, depresyona eşlik eden psikosomatik sorunlar, sıkıntılı ruh hali ve günlük yaşamı sekteye uğratacak kadar yaşamdan kopmak gibi kaygının yarattığı tüm davranışsal ve düşünsel, kişiyi rahatsız edici semptomlara işaret ediyor. Sürekli Kaygı
Kaygılı bir insanın karakteristik davranışları nasıldır?
Kaygılı insanların elleri ve sesi titrer, konuşurken takılır, bazen saçma sapan konuşur, bazen ise kesin bir şey söyleyemez, yüzü kızarır, kalbi çarpar. Bu kişiler rahatlamak için öncelikle kaygılarının nedenini anlamalı. Neden daha çok performans anksiyetesi yaşanmasından kaynaklanır mesela. Ancak kişi anksiyeteyi yaşayıp da panik atak geçiriyorsa, bunun bir anksiyete olduğunu bilirse sorun çok büyümeden çözülebilir.
İnsan yaşamında kaygının ortaya çıkışındaki etkenler neler olabilir? Bir başka deyişle kaygı bulaşıcı mıdır?
Açıkçası, kaygı insandan insana bulaşabilen bir duygudur. Mesela çok sevdiğiniz bir yakınınızın geçirdiği önemli bir rahatsızlık sizin de yaşamınızı altüst edebilir. Bu doğaldır da. Bazen bu kişi çok yakınınız değil, ama bir iş arkadaşınız olabilir. Onun sorununu kendi içinizde hissedebilir ve belki de sizin de başınıza gelebileceği endişesini yaşamaya başlayabilirsiniz. Bunların hepsi sizi kaygıya sürükler. Bir yakınını kaybeden insanda, aniden bu kaygı tablosu gelişebilir ve uzun süreli bir depresyona ya da panik atağa dönüşebilir. Kişi evhamlıysa kaygıya yatkın oluyor. Burada daha önce de söylediğim gibi genetik faktörler de önem kazanıyor. (Kaygı Envanteri)
Kaygı konusunda davranış kalıplarının seçimi nasıl oluyor?
Düşünce sürecinin seçme ve karar verme aşamasında,
davranış kalıpları arasında 4 çeşit çatışma olasılığı vardır:
1. Yaklaşma-yaklaşma çatışması: Hoşlanılan, haz veren benzer iki davranış kalıbından birinin seçilmesi zorunlu olduğunda bu tip çatışma çıkar ortaya.
Aynı anda hem radyoda, hem televizyonda beğendiği bir programı dinlemek ya da izlemek zorunda kalan bir insanın; hem sevdiği bir arkadaşa, hem sinemaya gitmeyi düşünen bir gencin; hem eşiyle iyi geçinmek, hem de her akşam arkadaşlarıyla oturup bir iki kadeh içerek "gam dağıtmak", "kafa bulmak" isteyen bir kocanın durumu bu tür çatışmaya örnektir.
2. Kaçma-kaçma çatışması: İnsanın elem veren, hoş olmayan iki davranış kalıbından birini seçmesi zorunlu olduğunda bu tip çatışma ortaya çıkar.
Midesinde ülser olan birinin, ağrı çekmek ile ameliyat olmak arasında seçim yapması; eşiyle anlaşamayan ve ayrılmayı tasarlayan bir kadının, yaşadığı çevrede dul bir kadının arkasından söylenecekleri, başına gelecekleri düşünmesi; sevmediği bir yemeği yemek istemeyen, ancak annesinin öfkelenmesinden korkan bir çocuğun durumu bu tür çatışmaya örnek olabilir. (Kaygı Endişe)
Günlük yaşamın basit, yalın akışı içinde, yaklaşma-yaklaşma; kaçma-kaçma çatışmaları çok fazla olmaz. İnsanların amaçları, beklentileri arttıkça, ekonomik ve kültür düzeyleri yükseldikçe, bu tür çatışmalar daha çok ortaya çıkar. Aynı gün ve aynı saatte iki yere davetli olan insan, gideceği davetin seçimini yapma konusunda zorluk çeker. Veya mikroptan ve pislikten korkan bir ev hanımı zararlı diye deterjan kullanmaktan çekinir, ama bir yandan da çamaşırlar ve bulaşıklar temizlenmedi diye üzülür.
3. Yaklaşma-kaçma çatışması: En sık görülen çatışma tipidir. Kaygı düzeyini yükselten temel etken olup, aynı zamanda zorlanmanın ve zorlanmaya bağlı bozukluk ve hastalıkların temel nedenidir. Bireyin haz veren, elem veren; hoşa giden, hoşa gitmeyen davranış kalıpları arasında seçim yapma zorunluluğu bu tür çatışmalara yol açar. Kuramsal olarak davranışın amacı, bireyin amaca yakın ya da uzak olması, davranış kalıplarının gücü, yaklaşma-kaçma biçimindeki kalıpların seçiminde rol oynar. Başka bir deyişle, bireylerin yaklaşma ya da kaçma biçimindeki davranış kalıplarından birini seçmesi, karar vermesi, bu kalıpların içerdiği güdülerin gücüne ve davranış amacına, bireyin bu amaca yakınlığına, uzaklığına bağlıdır. (Durumluk Kaygı)
4. İkili yaklaşma-kaçma çatışması: Bu durumda, yaklaşma-kaçma çatışması yaratan iki ya da daha fazla davranış kalıbından birinin seçimi için karar verilmesi söz konusudur.
Tıp fakültesini bitirdiğinde zorunlu hizmete gidecek olan hekim adayının, uzmanlık sınavını kazandığında zorunlu hizmetten kurtulup uzmanlık çalışmalarına başlaması bu tür çatışmaya örnektir.
Seçimde rol oynayan değişkenler, 4 grup içinde toplanabilen davranış biçimine yol açar
Amaca yaklaştıkça, yaklaşma biçimindeki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücü artar. Kaçma biçimindeki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücü azalır.
Filozof ve psikiyatrların kaygı tanımlamalarından söz eder misiniz?
Elbette. Filozof ve psikiyatrların kaygı tanımlamaları şöyle:
Otto Rank (1884-1939): Kaygının temel bir duygu olduğunu ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.
Heidegger (1889-1976): Kierkegard'm etkisi altında kalan Heidegger de temel bir duygu olduğunu, ayrılma ve kopma duygusundan kaynaklandığını söylemiştir.
Karen Horney (1885-1952): Kaygı ve korku kavramını eşanlamda kullanmıştır. Bu kavramları, tehlike karşısında gelişen duygusal tepki olarak tanımlamıştır. Kaygı duygusunun doğuştan temel kaygı olarak bulunduğunu öne sürmüştür. Bu duygunun doğa güçleri ve ölüm karşısında ortaya çıktığını belirtmiştir.
Erich Fromm (1900-1980): Kaygıyı insanın yalnız kalma korkusuna, çaresizliğine ve çevreye yabancılaşmasına bağlamış, kaygının kültür olayı olduğunu öne sürmüş, bireycilik, özgürlük, yabancılaşma ve yalnızlığın kaygı düzeyini yükselttiğini, ruhsal bozukluklara yol açtığını vurgulamıştır.
Jean-Paul Sartre (1905-1980): Kaygıyı, insanın varoluşunun doğasında, temelinde bulunan bir parça olarak kabul etmiştir. (Korku Kaygı)
Freud (1856-1939): Kaygının, içgüdü ve dürtülerden kaynaklanan gücün bastırılması sonucu ortaya çıktığını ileri sürmüştür. Önce, kendiliğinden otomatik olarak ortaya çıkan kaygıyı tanımlamıştır. Örseleyici, zedeleyici, tehdit dolu, tehlikeli duruma karşı organizmada ortaya çıkan yanıt, tepki durumudur. Daha sonra Freud, gerçek kaygı (realistic anxiety) kavramını tanımlamıştır. Ona göre gerçek kaygı, insanın dışında bulunan ortamın yarattığı tehdit ve tehlikeden kaynaklanır.
Yaygınlaşmış anksiyete-kaygı bozukluğu tam olarak ne gibi sorunlara işaret ediyor?
Yaşadığı hayattan tam anlamıyla zevk alamamak, iş yaşamında etkinliğini yitirmek, sürekli depresyonda gezinmek, depresyona eşlik eden psikosomatik sorunlar, sıkıntılı ruh hali ve günlük yaşamı sekteye uğratacak kadar yaşamdan kopmak gibi kaygının yarattığı tüm davranışsal ve düşünsel, kişiyi rahatsız edici semptomlara işaret ediyor. Sürekli Kaygı
Kaygılı bir insanın karakteristik davranışları nasıldır?
Kaygılı insanların elleri ve sesi titrer, konuşurken takılır, bazen saçma sapan konuşur, bazen ise kesin bir şey söyleyemez, yüzü kızarır, kalbi çarpar. Bu kişiler rahatlamak için öncelikle kaygılarının nedenini anlamalı. Neden daha çok performans anksiyetesi yaşanmasından kaynaklanır mesela. Ancak kişi anksiyeteyi yaşayıp da panik atak geçiriyorsa, bunun bir anksiyete olduğunu bilirse sorun çok büyümeden çözülebilir.
İnsan yaşamında kaygının ortaya çıkışındaki etkenler neler olabilir? Bir başka deyişle kaygı bulaşıcı mıdır?
Açıkçası, kaygı insandan insana bulaşabilen bir duygudur. Mesela çok sevdiğiniz bir yakınınızın geçirdiği önemli bir rahatsızlık sizin de yaşamınızı altüst edebilir. Bu doğaldır da. Bazen bu kişi çok yakınınız değil, ama bir iş arkadaşınız olabilir. Onun sorununu kendi içinizde hissedebilir ve belki de sizin de başınıza gelebileceği endişesini yaşamaya başlayabilirsiniz. Bunların hepsi sizi kaygıya sürükler. Bir yakınını kaybeden insanda, aniden bu kaygı tablosu gelişebilir ve uzun süreli bir depresyona ya da panik atağa dönüşebilir. Kişi evhamlıysa kaygıya yatkın oluyor. Burada daha önce de söylediğim gibi genetik faktörler de önem kazanıyor. (Kaygı Envanteri)
Kaygı konusunda davranış kalıplarının seçimi nasıl oluyor?
Düşünce sürecinin seçme ve karar verme aşamasında,
davranış kalıpları arasında 4 çeşit çatışma olasılığı vardır:
1. Yaklaşma-yaklaşma çatışması: Hoşlanılan, haz veren benzer iki davranış kalıbından birinin seçilmesi zorunlu olduğunda bu tip çatışma çıkar ortaya.
Aynı anda hem radyoda, hem televizyonda beğendiği bir programı dinlemek ya da izlemek zorunda kalan bir insanın; hem sevdiği bir arkadaşa, hem sinemaya gitmeyi düşünen bir gencin; hem eşiyle iyi geçinmek, hem de her akşam arkadaşlarıyla oturup bir iki kadeh içerek "gam dağıtmak", "kafa bulmak" isteyen bir kocanın durumu bu tür çatışmaya örnektir.
2. Kaçma-kaçma çatışması: İnsanın elem veren, hoş olmayan iki davranış kalıbından birini seçmesi zorunlu olduğunda bu tip çatışma ortaya çıkar.
Midesinde ülser olan birinin, ağrı çekmek ile ameliyat olmak arasında seçim yapması; eşiyle anlaşamayan ve ayrılmayı tasarlayan bir kadının, yaşadığı çevrede dul bir kadının arkasından söylenecekleri, başına gelecekleri düşünmesi; sevmediği bir yemeği yemek istemeyen, ancak annesinin öfkelenmesinden korkan bir çocuğun durumu bu tür çatışmaya örnek olabilir. (Kaygı Endişe)
Günlük yaşamın basit, yalın akışı içinde, yaklaşma-yaklaşma; kaçma-kaçma çatışmaları çok fazla olmaz. İnsanların amaçları, beklentileri arttıkça, ekonomik ve kültür düzeyleri yükseldikçe, bu tür çatışmalar daha çok ortaya çıkar. Aynı gün ve aynı saatte iki yere davetli olan insan, gideceği davetin seçimini yapma konusunda zorluk çeker. Veya mikroptan ve pislikten korkan bir ev hanımı zararlı diye deterjan kullanmaktan çekinir, ama bir yandan da çamaşırlar ve bulaşıklar temizlenmedi diye üzülür.
3. Yaklaşma-kaçma çatışması: En sık görülen çatışma tipidir. Kaygı düzeyini yükselten temel etken olup, aynı zamanda zorlanmanın ve zorlanmaya bağlı bozukluk ve hastalıkların temel nedenidir. Bireyin haz veren, elem veren; hoşa giden, hoşa gitmeyen davranış kalıpları arasında seçim yapma zorunluluğu bu tür çatışmalara yol açar. Kuramsal olarak davranışın amacı, bireyin amaca yakın ya da uzak olması, davranış kalıplarının gücü, yaklaşma-kaçma biçimindeki kalıpların seçiminde rol oynar. Başka bir deyişle, bireylerin yaklaşma ya da kaçma biçimindeki davranış kalıplarından birini seçmesi, karar vermesi, bu kalıpların içerdiği güdülerin gücüne ve davranış amacına, bireyin bu amaca yakınlığına, uzaklığına bağlıdır. (Durumluk Kaygı)
4. İkili yaklaşma-kaçma çatışması: Bu durumda, yaklaşma-kaçma çatışması yaratan iki ya da daha fazla davranış kalıbından birinin seçimi için karar verilmesi söz konusudur.
Tıp fakültesini bitirdiğinde zorunlu hizmete gidecek olan hekim adayının, uzmanlık sınavını kazandığında zorunlu hizmetten kurtulup uzmanlık çalışmalarına başlaması bu tür çatışmaya örnektir.
Seçimde rol oynayan değişkenler, 4 grup içinde toplanabilen davranış biçimine yol açar
Amaca yaklaştıkça, yaklaşma biçimindeki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücü artar. Kaçma biçimindeki davranış kalıplarının içerdiği güdülerin gücü azalır.