Hipertansiyonun Vücuda Etkileri
Dramatik bir belirtisi olmuyor. Olunca da tam...
Olunca da tabii, çok kötü etkileri oluyor. Hipertansiyon niye bu kadar önemli, çünkü çok hayati üç organ; beyin, kalp ve böbrekler etkileniyor ve eğer kontrol edilmezse, yıllar sonra beyinde bir hasarla, kalpte kriz veya yetmezlikle, böbreklerde yine yetmezlikle kendini gösteriyor. Bir de periferik dediğimiz, tüm damar sistemimizi etkileyen bir yönü var. Ayrıca oralarda da birtakım belirtiler ortaya çıkıyor.
Yani aslında bütün organları bir şekilde etkiliyor...
Bütün damar sistemini etkiliyor, tabii.
Bölüm başlığımız sadece Türkiye'yi kastetmiyor değil mi? Yetişkin nüfusta her üç kişiden biri derken aslında tüm dünyayı anlatmak istediniz sanırım...
Evet, evet! Yani bu bazı ülkelerde yüzde 25 olarak söylenir, yani 1/4. Yani genelde her dört kişiden biri, her üç kişiden biri tansiyon hastası.
Hastalığın görülme sıklığına dair rakamlarda Türkiye, İngiltere'yle, ABD'yle, Hindistan'la çok büyük farklılıklar gösteriyor diyebiliyor muyuz?
Hayır! Çok büyük farklılıklar göstermiyor. Genelde gelişmiş Batı ülkelerinde söylenen rakam yüzde 25-26, ama bizim ülkemiz için yüzde 30-31,8. Ülkemizde gerçekten çok önemli bir araştırma yapıldı. Yapılan bu son araştırmanın ismi, "Türk Hipertansiyon Prevelans Çalışması". Kısa başlığıyla "Patent Çalışması." Bu çalışma, Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği tarafından yürütüldü. Çok yakın bir zamanda da yurtdışında bir dergide yayınlandı. 5.000'e yakın kişi, bütün Türkiye'deki kırsal ve kent nüfusları oranlanarak tek tek tarandı. (Tansiyon dengelemek)
26 il, değil mi bocam?
Evet, 26 ilde tarama yapıldı ve bu taramanın sonucuna göre de Türkiye'de hipertansiyonun prevelansı yüzde 31,8 olarak bulundu. Yani...
Preuelans derken neyi anlatmak istiyorsunuz?
O anda yaptığınız çalışmada, aldığınız grupta, bulduğunuz rakamın yüzdesi. Böylece Türkiye'de her üç yetişkin kişiden birinin hipertansiyon hastası olduğu görüldü. Yetişkin nüfus derken 18 yaş ve üstünü aldılar. Bu çalışmada, yüzde 31,8 olarak görüldü. Bu hastalık, Türkiye için, yetişkin nüfusumuz için çok ciddi ve toplumsal bir problem. Bunun mutlaka tanınıp kontrol edilmesi gerekiyor.
Kadın-erkek oranlarına şöyle bir baktım; Türkiye'de 5 milyon erkeğin, 7 milyon kadının yüksek tansiyon hastası olduğuna dair bir rakama rastladım. Bu rakam hâlâ geçerliliğini sürdürüyor mu?
Bu rakamı daha da yükseltmemiz gerekiyor, çünkü bu rakam, 1990 yılında başlayan ve halen devam eden bir çalışmanın, Türk Kardiyoloji Derneği'nin de büyük destek verdiği "Tek Harf" çalışmasının sonuçlarına göre yapılmıştır. Bu, 2003-2004 yılı sonuçlarıdır. Bu sonuçlara göre, o günkü nüfus değerimiz ve buna uygun olarak bulunan yüzdeye göre yaklaşık 5,2 milyon erkekte, 6,6 milyon kadında yüksek tansiyon bulunduğu tahmini yapıldı.
Hocam, kadın oranının yüksekliği dikkatimi çekti...
Evet, çok haklısınız, mesela Patent Çalışması'na göre de benzer sonuçlar çıktı. Kadınlarda erkeklere göre daha yüksek oranlarda görülüyor. Bu biraz da ülkemizdeki kadınlarda görülen pasif hayatın, evde oturup sürekli atıştırmanın, spor yapmadan yaşamanın bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yapılan ölçümlerde, kadınların kilolarının, erkeklere oranla daha fazla oluşunun da bunda etkili olduğunu düşünüyoruz.
Bir de tabii herhalde sigara konusunda da...
Sigara konusunda erkekler, tabii daha önde. Kadınlar henüz erkeklerle baş edemediler bu konuda. Yarışta önde değiller. Sigara burada büyük bir faktör değil. En çok düşündüğümüz veya açıklamaya çalıştığımız iki faktörden biri, "sedantal hayat", yani "hareketsiz, pasif hayat". İkincisi de kilolarının fazla oluşu, "obezite" önemli bir faktör. Bir de kadın nüfusu Türkiye'de biliyorsunuz erkek nüfusuna göre biraz daha fazla. Onun da katkısı var mı, bilemiyorum. (Tansiyon Hastalık)
Biliyorsunuz bazı hastalıklarda kadınlar erkekleri sonradan bir şekilde yakalıyor. Mesela kalp hastalıklarında olduğu gibi, değil mi?
Elbette! Özellikle kadınlar menopoza kadar biraz daha şanslılar, ama menopozdan sonra o avantajları kayboluyor ve erkeklerle kalp hastalıkları bakımından eşitleniyorlar.
Hocam, yüksek tansiyon sınıflandırmalarına uluslararası temelde baktığımızda ortaya ilginç bir manzara çıkıyor. Gerek sizin, gerekse Türk Kardiyoloji Derneği'nin uluslararası üyelikleriniz var; Avrupa dernekleri var, Amerikan dernekleri var. Yani bütün dünyada böyle bir sınıflandırma yarışı var gibi geliyor bana. Ülkeden ülkeye, batta araştırmacıdan araştırmacıya değişiklik gösteriyor diye düşünüyorum. Sizce de öyle mi?
Ortada rakamlar olunca tabii belli sınırların da olması gerekiyor. Aslında rakamlar hep aynı, ama Avrupa'da veya Amerika'da sınırlarda değişiklik yapılıyor. Bu sınırlardaki değişiklikler de tabii yıllar içerisinde geliştirilen çalışmaların sonuçlarına göre yeniden düzenleniyor, ayarlanıyor. Hatta bir süre önce normal gibi kabul ettiğiniz bir sınır, bir süre sonra yüksek olarak görülebiliyor. Normal gibi kabul edilen sınırdaki hastaların uzun süreli takipleri sonucunda risk altında olduğu görülüyorsa eğer, sınır daha aşağıya çekiliyor. İşte bu nedenle günümüzde gelinen en son sınır, 115-75 (mmHg) olarak kabul edildi. Bu bir bakıma en ideal kan basıncı değeri. Bundan yola çıkılarak, yukarıya doğru sınırlar çiziliyor. Bu sınırlar çizilirken, Avrupa ile Amerikan ekolleri arasında bazı farklar olabiliyor. Amerikan Kardiyoloji Cemiyeti, 120-80 ile 140-90'a kadar olan seviye arasındaki değerleri prehipertansif, yani "hipertansiyon öncesi değer" olarak kabul ediyor. Tansiyon öncesi değeri kabul ettiğiniz zaman, tabii orada, "Bunlara da mı bir şeyler yapacağız" diye biraz durup düşünmeniz gerekiyor. Nitekim bu sınırlarda olanlara mutlaka yaşam tarzı değişikliği tavsiyelerinde bulunulması gerektiğini artık biliyoruz. Aslında hangi sınırda olursa olsun, hepimiz için bu geçerli. Sağlığımızı koruyacak tarzda, yaşam kalitemizi yükseltmek önemli bir konu. Kan basıncı normal değer olarak kabul edilen 120-80 ve altı ile üst sınır kabul edilen 140-90 arasındaki kan basıncı değerlerine sahip olanların, özellikle daha dikkatli olmaları gerektiği üzerinde duruluyor. Avrupalılar, kan basıncı değerlerini tek başına almıyorlar. Kan basıncı değeriyle birlikte, hipertansif hastada diğer risk faktörlerini de birlikte değerlendiriyorlar. Amerikalıların son sınıflamasında bu risk faktörleri pek göz önüne alınmayıp sadece kan basıncı değerlerine bakılarak tedavi tavsiye edilmişti. Ama bunun çok doğru olmadığı artık açığa çıktı. Büyük bir ihtimalle Amerikalılar burada bir düzeltmeye giderek, yeniden risk faktörlerini devreye sokacaklar. Çünkü bir hipertansiyon hastasını ele aldığınız zaman, sadece kan basıncına bakmayacaksınız. O kişiyi 3 yönden değerlendirmeniz gerekiyor:
1. Hipertansiyon gerçekten var mı? (Tansiyon Problemi)
2. Varsa bunun sebebi ne? Biraz önce söylediğimiz gibi, esansiyel bir hipertansiyon mu, yoksa sekonder dediğimiz, sebebi bilinen bir hipertansiyon mu?
3. Bu hastada diğer risk faktörleri, yani kalp hastalıkları için, kardiyovasküler dediğimiz hastalıklar için diğer risk faktörleri de beraberinde var mı? Hastanın başka hastalıkları da var mı?
Hastayı muayene ederken, tetkiklerinizi yaparken, bu 3 faktörü göz önüne alarak değerlendirmeniz gerekiyor. Yoksa sadece, "Kan basıncını ölçtüm, tamam, yüksek. İlaca başlayalım" veya "Normal, tamam ellemeyelim" gibi değerlendirmeler yanlış olur. Hastayı mutlaka bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor.
Avrupa kılavuzunda bu değerlendirmeye göre kişinin kan basıncı normal değerlerde olsa bile, diğer risk faktörleri olduğu takdirde vakit geçirilmeden ilaç tedavisine başlanıyor.
Buna koruyucu hekimlik mi diyoruz?
Koruyucu hekimlikten ziyade, eğer hastayı bütünüyle değerlendirdiğimizde, kan basıncı yüksekliğinin yanı sıra diğer kalp ve damar hastalıklarına neden olabilecek risk faktörlerinin de varlığı söz konusuysa durumun daha ciddi olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Çünkü bu hastalar, yüksek risk dediğimiz bir gruba giriyor. Onları vakit kaybetmeden tedavi etmek gerekiyor, ama risk faktörleri veya hipertansiyonun ortaya çıkardığı "hedef-organ hasarı" dediğimiz durum yoksa belki o zaman sadece genel yaşam değişikliği gibi bazı tavsiyelerle kan basıncını kontrol edebilirsiniz. Edemezseniz zaten gene ilaç tedavisine başvuracaksınız. Amerikalılar sadece kan basıncına bakıp tedaviye yönlendiriyorlar, ama Avrupalılar hem kan basıncını hem de genel olarak diğer tüm risk faktörlerini bir araya getirip hastayı değerlendiriyorlar. Ondan sonra tedaviye başlıyorlar.
Peki, ülkemizde hangisi uygulanıyor?
Biz daha çok Avrupa ekolüyüz, çünkü Türk Kardiyoloji Derneği aynı zamanda Avrupa Kardiyoloji Derneği'nin bir üyesi. Oradaki bütün kılavuzları plduğu gibi biz de kabul ediyoruz. O kılavuzlara uygun davranıyoruz. Çünkü bizim ülkemiz de Avrupa'daki halklarla aynı özellikleri paylaşıyor. Bizde yapılan çalışmalarda da aşağı yukarı Avrupa'daki çalışmalara benzer neticeler ortaya çıkıyor. Onun için biz, daha çok Avrupa Kardiyoloji Derneği'nin tavsiyelerine, kılavuzlarına uyuyoruz ve onları uyguluyoruz. Ayrıca tabii kendi ülkemizde yaptığımız çalışmalara göre de değişiklik olması gerekiyorsa onları da düzeltip kendimize uygun hale getiriyoruz.
Tansiyonu Yukselten Nedenler
Tansiyonu Yükselten Nedenler
Peki, kan basıncını yükselten, onu yükselmeye zorlayan ya da ona zemin hazırlayan bir aile öyküsü var mıdır? Bir de tabii kişinin bazı kronik hastalıklarını da sormalıyım hemen...
Kan basıncı niye yükseliyor veya hipertansiyonun altında yatan şey nedir, diye soruyorsunuz. Kan basıncının yükselmesinde iki ana faktör var: Bunlardan bir tanesi, "genetik faktörler". Bir diğeri de "çevresel" dediğimiz faktörler. Genetik faktörlerde bazı genetik hastalıklarda olduğu gibi, "İşte şu kromozomun şu geninde, şu noktasında, şöyle bir bozukluk olduğu için bu hastalık vardır" denilen spesifik genler henüz yok. Birçok genin etkileyebileceği biliniyor, bunun için poligenik deniliyor ve henüz bu konu aydınlığa kavuşmuş değil. Ama şunu biliyoruz: Eğer birinci derece akrabanızda, yani annenizde, babanızda ve kardeşlerinizde hipertansiyon varsa, sizde de olma ihtimali çok yüksek. Ailevi faktör çok önemli burada. Bu yüzden özellikle biz hekimler, ailesinde hipertansiyon olan kişilerin özellikle dikkatli olmalarını tavsiye ediyoruz. Öncelikle onların kan basınçlarının kontrol altına alınmasını istiyoruz. (Tansiyon Yükseldiğinde)
Çevresel faktörlere gelirsek eğer; bu daha çok yaşam tarzımızla ilgili. Stresli hayat, beslenme tarzımız, kilolarımız ve bazı alışkanlıklarımız hipertansiyonun ortaya çıkmasında yardımcı oluyor.
Genetik için yapabileceğimiz pek bir şey yok herhalde...
Hayır, yani araştırma yapmıyoruz: "Hipertansiyonu var. Bu hastanın hangi geninin hangi noktasında, hangi kromozomun hangi noktasında bozukluk var" diye bir araştırma yapmıyoruz. Bu konuyu araştırmaya gerek yok. Zaten bugün için yüksek kan basıncında hastaların yüzde 90'ında primer veya esansiyel dediğimiz hipertansiyon var, yani bugün için sebebini tam olarak açıklayamadığımız mekanizmaların rol oynadığı hipertansiyon. Bir de geri kalan yüzde 10 var. Bu yüzde 10'luk bölümde sebep belli. Bu sebepler genellikle ya böbrek hastalığı ya da hormon hastalıkları veya doğuştan gelen, konjenital dediğimiz bazı hastalıklar. (Tansiyon Yükselten)
Ortada yüzde 90 gibi büyük bir oran var. Bunun nedenini bilememek tuhaf, öyle değil mi?
Haklısınız ama yapılacak şimdilik pek bir şey yok. Sadece etkileyen, ortaya çıkmasına ve artmasına neden olan kan basıncı faktörlerini biliyoruz.
Bu gerçek bunca yıllık hekim ve bunca yıldan beri bu konuda çalışan biri olarak kendinizi kötü hissetmenize yol açmıyor mu? Yüzde 90'lık kesim için soruyorum...
Hayır! Bu tabii, o noktada büyük bir endişeye sebep olmuyor. Çünkü sonuçta ortaya çıkan kan basıncı yüksekliğini kontrol edebiliyorsunuz. Yani kontrol edemeseydik, eğer bu yüzde 90'lik nüfus için bir şey yapamasaydık belki çok daha fazla endişe edecektik ve mutlaka sebebini bulmaya yönelik çok büyük çalışmalar yapılacaktı. Yapılmıyor da değil. Aslında dünyada bu konuda çok büyük çalışmalar yapılıyor. Ama bunlar hücresel, yani moleküler seviyede çalışmalar ve bu çalışmaların sonucunda da zaten tedaviye yönelik çok büyük bir ilerleme kaydedilmiyor. Mekanizma belli, o mekanizmaya yönelik tedaviler yapılıyor. Bu yüzden çok da büyük bir kayıp olmuyor.
Ulaşamadığınız ya da hâlâ tansiyonu olduğunu bilmeyen insanlar için durum çok kötü, öyle değil mi? Çünkü bu çok tehlikeli bir hastalık...
Maalesef bu bütün dünyada büyük bir sorun. Yani insanların kan basınçlarını ölçtürüp yüksek olup olmadığını bilmelerini sağlamak. Kampanyaların amacı da bu zaten.
Türkiye için sormadım zaten...
Bütün dünyada maalesef böyle.
Bu konuda büyük bir bilinçsizlik mi var? Tansiyon Nasıl Yükseltilir
"Yarı yarıya kuralı" bütün dünya için geçerli. Ancak çok büyük çabalarla bu farkındalığı artırabiliyorsunuz. Dediğim gibi, ayrıca farkındalığı artırsanız bile, daha sonra bunun tedavi edilebilmesi, tedavi edilenlerde de gerçekten istenilen değerlere inilmesi çok zor. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile hastalığı kontrol altında tutma oranları yüzde 20'leri, 30'ları geçmiyor ne yazık ki.
Bu durum hastalar açısından bir direnç mi oluşturuyor? Bu bilinçsizlik yüzünden mi yakalayamıyoruz hastaları?
En önemli noktalardan biri, hastalığın komplikasyon-ları ortaya çıkana kadar sessiz kalması. Bu yüzden insanlar bu konuyu pek ciddiye almıyorlar sanıyorum, çünkü önceden herhangi bir belirtisi olmuyor.
Peki, kan basıncını yükselten, onu yükselmeye zorlayan ya da ona zemin hazırlayan bir aile öyküsü var mıdır? Bir de tabii kişinin bazı kronik hastalıklarını da sormalıyım hemen...
Kan basıncı niye yükseliyor veya hipertansiyonun altında yatan şey nedir, diye soruyorsunuz. Kan basıncının yükselmesinde iki ana faktör var: Bunlardan bir tanesi, "genetik faktörler". Bir diğeri de "çevresel" dediğimiz faktörler. Genetik faktörlerde bazı genetik hastalıklarda olduğu gibi, "İşte şu kromozomun şu geninde, şu noktasında, şöyle bir bozukluk olduğu için bu hastalık vardır" denilen spesifik genler henüz yok. Birçok genin etkileyebileceği biliniyor, bunun için poligenik deniliyor ve henüz bu konu aydınlığa kavuşmuş değil. Ama şunu biliyoruz: Eğer birinci derece akrabanızda, yani annenizde, babanızda ve kardeşlerinizde hipertansiyon varsa, sizde de olma ihtimali çok yüksek. Ailevi faktör çok önemli burada. Bu yüzden özellikle biz hekimler, ailesinde hipertansiyon olan kişilerin özellikle dikkatli olmalarını tavsiye ediyoruz. Öncelikle onların kan basınçlarının kontrol altına alınmasını istiyoruz. (Tansiyon Yükseldiğinde)
Çevresel faktörlere gelirsek eğer; bu daha çok yaşam tarzımızla ilgili. Stresli hayat, beslenme tarzımız, kilolarımız ve bazı alışkanlıklarımız hipertansiyonun ortaya çıkmasında yardımcı oluyor.
Genetik için yapabileceğimiz pek bir şey yok herhalde...
Hayır, yani araştırma yapmıyoruz: "Hipertansiyonu var. Bu hastanın hangi geninin hangi noktasında, hangi kromozomun hangi noktasında bozukluk var" diye bir araştırma yapmıyoruz. Bu konuyu araştırmaya gerek yok. Zaten bugün için yüksek kan basıncında hastaların yüzde 90'ında primer veya esansiyel dediğimiz hipertansiyon var, yani bugün için sebebini tam olarak açıklayamadığımız mekanizmaların rol oynadığı hipertansiyon. Bir de geri kalan yüzde 10 var. Bu yüzde 10'luk bölümde sebep belli. Bu sebepler genellikle ya böbrek hastalığı ya da hormon hastalıkları veya doğuştan gelen, konjenital dediğimiz bazı hastalıklar. (Tansiyon Yükselten)
Ortada yüzde 90 gibi büyük bir oran var. Bunun nedenini bilememek tuhaf, öyle değil mi?
Haklısınız ama yapılacak şimdilik pek bir şey yok. Sadece etkileyen, ortaya çıkmasına ve artmasına neden olan kan basıncı faktörlerini biliyoruz.
Bu gerçek bunca yıllık hekim ve bunca yıldan beri bu konuda çalışan biri olarak kendinizi kötü hissetmenize yol açmıyor mu? Yüzde 90'lık kesim için soruyorum...
Hayır! Bu tabii, o noktada büyük bir endişeye sebep olmuyor. Çünkü sonuçta ortaya çıkan kan basıncı yüksekliğini kontrol edebiliyorsunuz. Yani kontrol edemeseydik, eğer bu yüzde 90'lik nüfus için bir şey yapamasaydık belki çok daha fazla endişe edecektik ve mutlaka sebebini bulmaya yönelik çok büyük çalışmalar yapılacaktı. Yapılmıyor da değil. Aslında dünyada bu konuda çok büyük çalışmalar yapılıyor. Ama bunlar hücresel, yani moleküler seviyede çalışmalar ve bu çalışmaların sonucunda da zaten tedaviye yönelik çok büyük bir ilerleme kaydedilmiyor. Mekanizma belli, o mekanizmaya yönelik tedaviler yapılıyor. Bu yüzden çok da büyük bir kayıp olmuyor.
Ulaşamadığınız ya da hâlâ tansiyonu olduğunu bilmeyen insanlar için durum çok kötü, öyle değil mi? Çünkü bu çok tehlikeli bir hastalık...
Maalesef bu bütün dünyada büyük bir sorun. Yani insanların kan basınçlarını ölçtürüp yüksek olup olmadığını bilmelerini sağlamak. Kampanyaların amacı da bu zaten.
Türkiye için sormadım zaten...
Bütün dünyada maalesef böyle.
Bu konuda büyük bir bilinçsizlik mi var? Tansiyon Nasıl Yükseltilir
"Yarı yarıya kuralı" bütün dünya için geçerli. Ancak çok büyük çabalarla bu farkındalığı artırabiliyorsunuz. Dediğim gibi, ayrıca farkındalığı artırsanız bile, daha sonra bunun tedavi edilebilmesi, tedavi edilenlerde de gerçekten istenilen değerlere inilmesi çok zor. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile hastalığı kontrol altında tutma oranları yüzde 20'leri, 30'ları geçmiyor ne yazık ki.
Bu durum hastalar açısından bir direnç mi oluşturuyor? Bu bilinçsizlik yüzünden mi yakalayamıyoruz hastaları?
En önemli noktalardan biri, hastalığın komplikasyon-ları ortaya çıkana kadar sessiz kalması. Bu yüzden insanlar bu konuyu pek ciddiye almıyorlar sanıyorum, çünkü önceden herhangi bir belirtisi olmuyor.
Yuksek Tansiyon Hastalari
Yüksek Tansiyon Hastaları
Tabiri caizse silkelemekle...
Evet! Gerçekten biraz zorlamamız gerekiyor. Burada en önemli konulardan biri, gerçekten hastalara hipertansiyon konusunda kısa bile olsa biraz zaman ayırıp bilgi vermek. Bu işin ciddiyetini iletebilmek ve mutlaka doktor kontrolü altında olmaları gerektiğini belirtebilmek. Tabii bunu hastaya kabul ettirmek en önemli konulardan biri.
Az önce anlatırken, "Kişinin hipertansiyonu olup olmadığını anlamak için gün boyunca en az 2-3 kez ölçüm yapmak gerekiyor" dediniz...
Yani şöyle: Hem aynı gün, aynı saat içerisinde, 2-3 kere ölçebilirsiniz. En az 2-3 kere ölçmeniz gerekir. Hem de eğer şüphede kaldıysanız, hastaya daha sonraki günlerde günde 1-2 kere tansiyonunu ölçtürmesini önerebilirsiniz. Günün belli başka saatlerinde, farklı saatlerinde ölçtürerek, bir liste halinde kan basıncının takibini yaptırtabilirsi-niz. 10 günlük, 15 günlük takip sırasındaki gelişim size, o hastanın kan basıncının yüksek olup olmadığını, tedaviye ihtiyacı olup olmadığını da gösterir.
Peki, o zaman normal, hiç tansiyonu olmayan bir kişinin bile, gün ya da günler içinde kan basıncının yükselip düştüğünü söyleyebilir miyiz? Yanıtınız evet ise bu ne kadar normal?
Normal şartlarda da ve normal kan basıncı olanlarda da 24 saat boyunca kan basıncının bir değişimi vardır zaten. Kan basıncındaki yükselişler, gün içinde yaptığınız aktivitelere, ruh durumunuza, istirahat durumunuza, vücudunuzun ihtiyacına paralel seyreder. Genellikle aktivi-tenin en fazla olduğu sabah saatlerinden itibaren kan basıncı biraz daha yüksek, akşama doğru ise daha düşük seyreder. Bu, bir biyo-ritim gibi normalde vardır zaten, ama günlük aktivıteleriniz sırasında da vücudunuzun ihtiyacına göre kan basıncı kendini ayarlar. Kan basıncı yüksek olanlarda da bu ritim çoğu zaman bu şekilde ama daha yüksek seviyeden devam eder. Gece, mesela uyuduğunuzda kan basıncınız en düşük seviyesindedir, ama hipertansif hastaların bazılarında özellikle, geceleri bu düşüş olmaz. Bunu tespit ettiğinizde, o hastaların daha yüksek risk altında olduğunu bilirsiniz. Bunun için de genelde gerektiği zamanlarda hastaya 24 saat kan basıncı ölçen alet takarız. Bu yöntemin adı ambulatuar, yani "ayaktan kan basıncı ölçümü" dediğimiz bir yöntemdir. Müzik dinlediğimiz aletler vardı eskiden, daha büyük çaplı, bu yeni aletler gibi değil tabii. Onun gibi üstünüze takılıyor ve 24 saat boyunca kan basıncınızı ölçerek kaydediyor ve siz de bu ölçümlere göre değerlendirme yapıp, hastanın kan basıncı hangi saatlerde yükselmiş, hangi saatlerde düşmüş, yükselme derecesi nedir, günlük seyir nasıl gitmiş ve tedaviye cevap vermiş mi, vermemiş mi veya gerçekten hipertansif mi, değil mi gibi birçok sorunuza, bu tetkik sonucunda yanıt verebiliyorsunuz.
Ama herkese takmıyorsunuz...
Herkese takılmıyor. Bunun takıldığı 2-3 özel durum var: Bir tanesi, hakikaten hastanın hipertansif olup olmadığını bilebilmek için. Bazı durumlarda çok şüphede kalıyorsunuz, o yüzden bunu yapıyorsunuz. İkincisi, tedaviye cevabının ne olup olmadığını öğrenmek istediğiniz bazı hastalar oluyor. Çünkü günde 1-2 kere ölçtüğünüz kan basıncı ölçümleri yetersiz kalabiliyor. O zaman gene takıyorsunuz. Bazen de siz ölçtüğünüzde hastanın kan basıncı yüksek çıkıyor, ama hasta diyor ki: "Kan basıncımı evde kendim ölçtüğüm veyahut bir başka yerde ölçtürdüğüm zaman normal çıkıyor." Bunu tespit edebilmek için yine takıyorsunuz. Kan basıncı değeri zaten belli olmuş, teşhis koyduğunuz hastalarda gerek yok. Bir tek hipertansif olup da kan basıncını kontrol altına alamadığınızı düşündüğünüz bir hastada, belki ne kadar alamadığınızı ölçmek, bunun derecesini bilebilmek için takabilirsiniz. (Tansiyon Böbrek)
Yükselen tansiyon kendini nasıl belli ediyor? İnsan kendini nasıl hissediyor?
Hipertansiyona özgü karakteristik bir işaret veya şikayet yoktur. Hani, kalp krizinde göğsünüzün ortasında bir ağırlık gibi hissettiğiniz bir göğüs ağrısı vardır. Bu tipiktir, tarifi de tipiktir. Hipertansiyonun, "Şu şikayeti var. Tamam! Bu hipertansiyon kesinlikle" dedirtecek karakteristik veya tıp dilindeki adıyla patognomonik dediğimiz bir işareti yoktur.
Bu mu tehlikeli kılıyor biraz da?
Evet! Ancak bazı işaretler sizi, "A! Bir de kan basıncına bakayım" demeye yöneltmeli. Ama daha önce de söylediğim gibi tıbbın hangi alanından olursa olsun her doktor, muayene sırasında hastasının kan basıncını mutlaka ölç-meli.
Yani jinekolojiden kulak-burun-boğaz hastalıklarına, hatta psikiyatriye kadar, Öyle mi?
Atlamamalı. Asla! Jinekolojiden psikiyatriye bütün doktorlar ilk muayenesinde hastasının kan basıncını mutlaka ölçmeli. Ama şu var; eğer hasta genellikle kafasının arkasında, oksipital dediğimiz bölgede, bir ağrı tarif ediyorsa veya göz kararması, denge bozukluğu gibi birtakım şikayetleri varsa, kan basıncının yüksek olabileceğinden şüphe edebilirsiniz. Bunun için dikkat edip, mutlaka hastanın kan basıncını ölçmeniz lazım. Ama tekrar ediyorum, "Hipertansiyondur bu" dedirtecek, tipik bir şikayet yoktur. Hipertansiyon yaşa ve cinsiyete göre çok değişik yakınmalarla kendini gösterebilir.
Tabiri caizse silkelemekle...
Evet! Gerçekten biraz zorlamamız gerekiyor. Burada en önemli konulardan biri, gerçekten hastalara hipertansiyon konusunda kısa bile olsa biraz zaman ayırıp bilgi vermek. Bu işin ciddiyetini iletebilmek ve mutlaka doktor kontrolü altında olmaları gerektiğini belirtebilmek. Tabii bunu hastaya kabul ettirmek en önemli konulardan biri.
Az önce anlatırken, "Kişinin hipertansiyonu olup olmadığını anlamak için gün boyunca en az 2-3 kez ölçüm yapmak gerekiyor" dediniz...
Yani şöyle: Hem aynı gün, aynı saat içerisinde, 2-3 kere ölçebilirsiniz. En az 2-3 kere ölçmeniz gerekir. Hem de eğer şüphede kaldıysanız, hastaya daha sonraki günlerde günde 1-2 kere tansiyonunu ölçtürmesini önerebilirsiniz. Günün belli başka saatlerinde, farklı saatlerinde ölçtürerek, bir liste halinde kan basıncının takibini yaptırtabilirsi-niz. 10 günlük, 15 günlük takip sırasındaki gelişim size, o hastanın kan basıncının yüksek olup olmadığını, tedaviye ihtiyacı olup olmadığını da gösterir.
Peki, o zaman normal, hiç tansiyonu olmayan bir kişinin bile, gün ya da günler içinde kan basıncının yükselip düştüğünü söyleyebilir miyiz? Yanıtınız evet ise bu ne kadar normal?
Normal şartlarda da ve normal kan basıncı olanlarda da 24 saat boyunca kan basıncının bir değişimi vardır zaten. Kan basıncındaki yükselişler, gün içinde yaptığınız aktivitelere, ruh durumunuza, istirahat durumunuza, vücudunuzun ihtiyacına paralel seyreder. Genellikle aktivi-tenin en fazla olduğu sabah saatlerinden itibaren kan basıncı biraz daha yüksek, akşama doğru ise daha düşük seyreder. Bu, bir biyo-ritim gibi normalde vardır zaten, ama günlük aktivıteleriniz sırasında da vücudunuzun ihtiyacına göre kan basıncı kendini ayarlar. Kan basıncı yüksek olanlarda da bu ritim çoğu zaman bu şekilde ama daha yüksek seviyeden devam eder. Gece, mesela uyuduğunuzda kan basıncınız en düşük seviyesindedir, ama hipertansif hastaların bazılarında özellikle, geceleri bu düşüş olmaz. Bunu tespit ettiğinizde, o hastaların daha yüksek risk altında olduğunu bilirsiniz. Bunun için de genelde gerektiği zamanlarda hastaya 24 saat kan basıncı ölçen alet takarız. Bu yöntemin adı ambulatuar, yani "ayaktan kan basıncı ölçümü" dediğimiz bir yöntemdir. Müzik dinlediğimiz aletler vardı eskiden, daha büyük çaplı, bu yeni aletler gibi değil tabii. Onun gibi üstünüze takılıyor ve 24 saat boyunca kan basıncınızı ölçerek kaydediyor ve siz de bu ölçümlere göre değerlendirme yapıp, hastanın kan basıncı hangi saatlerde yükselmiş, hangi saatlerde düşmüş, yükselme derecesi nedir, günlük seyir nasıl gitmiş ve tedaviye cevap vermiş mi, vermemiş mi veya gerçekten hipertansif mi, değil mi gibi birçok sorunuza, bu tetkik sonucunda yanıt verebiliyorsunuz.
Ama herkese takmıyorsunuz...
Herkese takılmıyor. Bunun takıldığı 2-3 özel durum var: Bir tanesi, hakikaten hastanın hipertansif olup olmadığını bilebilmek için. Bazı durumlarda çok şüphede kalıyorsunuz, o yüzden bunu yapıyorsunuz. İkincisi, tedaviye cevabının ne olup olmadığını öğrenmek istediğiniz bazı hastalar oluyor. Çünkü günde 1-2 kere ölçtüğünüz kan basıncı ölçümleri yetersiz kalabiliyor. O zaman gene takıyorsunuz. Bazen de siz ölçtüğünüzde hastanın kan basıncı yüksek çıkıyor, ama hasta diyor ki: "Kan basıncımı evde kendim ölçtüğüm veyahut bir başka yerde ölçtürdüğüm zaman normal çıkıyor." Bunu tespit edebilmek için yine takıyorsunuz. Kan basıncı değeri zaten belli olmuş, teşhis koyduğunuz hastalarda gerek yok. Bir tek hipertansif olup da kan basıncını kontrol altına alamadığınızı düşündüğünüz bir hastada, belki ne kadar alamadığınızı ölçmek, bunun derecesini bilebilmek için takabilirsiniz. (Tansiyon Böbrek)
Yükselen tansiyon kendini nasıl belli ediyor? İnsan kendini nasıl hissediyor?
Hipertansiyona özgü karakteristik bir işaret veya şikayet yoktur. Hani, kalp krizinde göğsünüzün ortasında bir ağırlık gibi hissettiğiniz bir göğüs ağrısı vardır. Bu tipiktir, tarifi de tipiktir. Hipertansiyonun, "Şu şikayeti var. Tamam! Bu hipertansiyon kesinlikle" dedirtecek karakteristik veya tıp dilindeki adıyla patognomonik dediğimiz bir işareti yoktur.
Bu mu tehlikeli kılıyor biraz da?
Evet! Ancak bazı işaretler sizi, "A! Bir de kan basıncına bakayım" demeye yöneltmeli. Ama daha önce de söylediğim gibi tıbbın hangi alanından olursa olsun her doktor, muayene sırasında hastasının kan basıncını mutlaka ölç-meli.
Yani jinekolojiden kulak-burun-boğaz hastalıklarına, hatta psikiyatriye kadar, Öyle mi?
Atlamamalı. Asla! Jinekolojiden psikiyatriye bütün doktorlar ilk muayenesinde hastasının kan basıncını mutlaka ölçmeli. Ama şu var; eğer hasta genellikle kafasının arkasında, oksipital dediğimiz bölgede, bir ağrı tarif ediyorsa veya göz kararması, denge bozukluğu gibi birtakım şikayetleri varsa, kan basıncının yüksek olabileceğinden şüphe edebilirsiniz. Bunun için dikkat edip, mutlaka hastanın kan basıncını ölçmeniz lazım. Ama tekrar ediyorum, "Hipertansiyondur bu" dedirtecek, tipik bir şikayet yoktur. Hipertansiyon yaşa ve cinsiyete göre çok değişik yakınmalarla kendini gösterebilir.
Tansiyon Nedir Normal Tansiyon 12-8
Tansiyon Nedir, Tansiyon Nasıl
Tansiyon, kan basıncı, yani damarlarda akan kanın damar duvarında yarattığı basınç demektir. Ama bunu asıl yaratan şey kalbimizdir. Kalbimiz, hepimizin bildiği gibi kanı pompalayan organımız. Hem vücudumuz için gereken temiz kanı, hem de akciğere kirli kanı pompalayan organımız. Bu kanı pompalayabilmesi için elbette bir basınca ihtiyacı var. O basıncı kendisi yaratıyor ve kanı attığı zaman bu basınç, damar duvarlarına yansıyor. Bu kasılma sırasında oluşan basınç ve bir de tabii kalbin gevşemesi sırasında oluşan basınç var ki, biz buna "kan basıncı" veya "tansiyon" diyoruz.
O zaman kanımız da bizi oksijen veya su gibi hayata bağlıyor. Damarlarımızda dolaşan kanın bir basıncı var hiç kuşkusuz. Bu basınç bize zarar verebilecek kadar güçlü mü?
Kanın pompalanması için gerekli olan bu basınç sayesinde kan, vücudumuzun en ince noktalarına, en uç noktalarına kadar ulaşabiliyor. Tabii bu kanı sadece kan olarak düşünmeyin. İçindeki bütün besin maddeleri, oksijen, dokulara, hücrelere kadar erişip onların hayatiyetini devam ettiriyor. Onun için de bu basınca, belli bir oranda ihtiyacımız var elbette.
Bu basınç tehlikeli olmaya başladığında hastalık oluşuyor sanırım...
Evet. Bütün dünyada normal kabul edilen insanların kan basınçlarının ölçümleriyle elde edilen değerlerden yola çıkılarak, normal bir sınıra ulaşılıyor. Eğer bu normal sınırın üstünde değerler elde ediliyorsa buna, "yüksek basınç" veya "hipertansiyon" diyoruz. Hipertansiyonun önemi nerede ortaya çıkıyor? Hipertansiyon günümüzde, bütün toplumları tehdit eden çok ciddi bir sağlık problemi. Kitabımızın girişinde de bahsettiğimiz gibi her üç yetişkinden birinde görülüyor. Önemli ve en tehlikeli yanı ise basıncın yüksekliği değil, yıllar içerisinde bu basınç yüksekliğinin vücutta yaptığı tahribat.
O zaman kanımız için gerekli olan o basıncın biraz yükselmesi, vücudumuzda zamanla bazı tahribat yaratabiliyor...
Evet, zamanla bazı tahribat yaratıyor. Öncelikle şunu söylemeliyim, tüm vücut damarlarımızda, o damarları döşeyen ince bir tabaka vardır. Biz buna "endotel tabakası" diyoruz. Yüksek kan basıncı, endotel tabakasında tahribat yaratarak, damar duvarındaki fonksiyonların bozulmasına neden oluyor, yani damar sisteminin hastalıkları içinde böylece bir risk faktörü oluşuyor, bu çok ciddi bir risk faktörü. Tabii bunun engellenmesi de kolay. İşte bu yüzden erkenden tanınıp kontrol altına alınması gereken bir risk faktörü olarak kabul ediyoruz.
Normal tansiyon değeri, 12'ye 8, Tansiyon İçin
Az önce, "Normal değerler var" dediniz. Bu normal tansiyon değerleri mi?
Evet, normal kan basıncı değerleri (Tansiyon Değerleri)
Bildiğimiz gibi halkımızın arasında "büyük" denilen sistolik kan basıncı, bir de "küçük" denilen, bizim tıbbi olarak diyastolik dediğimiz kan basıncı var. Sistolik dediğimiz kan basıncı; kalbimizin kasılması sırasında yaratılan basınç. Diyastolik dediğimiz kan basıncı ise kalbimizin gevşemesi sırasında damarlarda oluşan basınç. Bu büyük ve küçük kan basınçlarının dünyada kabul edilmiş, bugün Tansiyon, kan basıncı, yani damarlarda akan kanın damar duvarında yarattığı basınç demektir. Ama bunu asıl yaratan şey kalbimizdir. Kalbimiz, hepimizin bildiği gibi kanı pompalayan organımız. Hem vücudumuz için gereken temiz kanı, hem de akciğere kirli kanı pompalayan organımız. Bu kanı pompalayabilmesi için elbette bir basınca ihtiyacı var. O basıncı kendisi yaratıyor ve kanı attığı zaman bu basınç, damar duvarlarına yansıyor. Bu kasılma sırasında oluşan basınç ve bir de tabii kalbin gevşemesi sırasında oluşan basınç var ki, biz buna "kan basıncı" veya "tansiyon" diyoruz.
O zaman kanımız da bizi oksijen veya su gibi hayata bağlıyor. Damarlarımızda dolaşan kanın bir basıncı var hiç kuşkusuz. Bu basınç bize zarar verebilecek kadar güçlü mü?
Kanın pompalanması için gerekli olan bu basınç sayesinde kan, vücudumuzun en ince noktalarına, en uç noktalarına kadar ulaşabiliyor. Tabii bu kanı sadece kan olarak düşünmeyin. İçindeki bütün besin maddeleri, oksijen, dokulara, hücrelere kadar erişip onların hayatiyetini devam ettiriyor. Onun için de bu basınca, belli bir oranda ihtiyacımız var elbette.
Bu basınç tehlikeli olmaya başladığında hastalık oluşuyor sanırım...
Evet. Bütün dünyada normal kabul edilen insanların kan basınçlarının ölçümleriyle elde edilen değerlerden yola çıkılarak, normal bir sınıra ulaşılıyor. Eğer bu normal sınırın üstünde değerler elde ediliyorsa buna, "yüksek basınç" veya "hipertansiyon" diyoruz. Hipertansiyonun önemi nerede ortaya çıkıyor? Hipertansiyon günümüzde, bütün toplumları tehdit eden çok ciddi bir sağlık problemi.
Yüzde 50 Kuralı, Tansiyon Neden
Yüksek tansiyon kendini çok da belli etmeyen sinsi bir hastalık. Her üç kişiden biri tansiyon hastasıysa, bu insanların çoğu tansiyon hastası olduğunu bilmiyor büyük olasılıkla, değil mi?
Kesinlikle bilmiyorlar. Bunun dünyada bir kuralı var: "Yüzde 50 kuralı" diyoruz, "yarı yarıya kuralı" diyoruz veya genelde söylenen şudur: Var olan hipertansif (yüksek tansiyon hastası) kişilerin yarısı hasta olduğunu bilmez. Yani hipertansiyonun ne olduğunu bilmez. Bu yarının yarısı da bildiği halde tedavi görmez. Tedavi görenlerin yarısı da istenen seviyede tedavi görmez.
O zaman ortaya son derece vahim bir tablo çıkıyor, değil mi?
Elbette! İşte bu yüzden bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de hipertansiyonun tanınabilmesi, farkında olunabilmesi, tedavi edilmesi ve bu tedavinin mutlaka devamlı kontrol altında tutularak, istenen değerlere düşüp düşmediğinin takip edilmesi gerekiyor.
Başkanı olduğunuz Türk Kardiyoloji Derneği'ne gelirsek, bu dernek Türkiye'de çok önemli işler yapıyor. Sonuçta bu konuda çalışan ve çabalayan çok fazla mesleki kuruluş yok bildiğim kadarıyla...
Evet! Kardiyoloji alanında, çok özel bazı alanlarda kurulmuş daha ufak çaplı derneklerin dışında Türk Kardiyoloji Derneği, kardiyolojiyi tümüyle bünyesinde toplayan bir dernek. Sadece kardiyoloji uzmanlarını değil, kardiyolojiyle ilgili dahiliye uzmanları, pratisyenler, kalp-damar cerrahları, çocuk kardiyologları gibi bu konuyla ilgili birçok alandaki uzmanları da bünyesinde toplayan Türkiye'nin en büyük kardiyoloji derneği.
Sağlık Tansiyon
Bu alanda sizin yürüttüğünüz en son çalışma bildiğim kadarıyla 2003 yılındaydı, değil mi hocam?
Türk Kardiyoloji Derneği'nin Türk halkında hipertansiyon konusunda farkındalık yaratmak için 2003 yılında başlattığı ve Novartis firmasının katkısıyla yürüttüğü kampanya, gerek görsel gerekse yazınsal malzemelerle tüm dikkati 12-8'e çekti. Bu dikkat sonucunda, "Acaba ne elde ettik" diye kampanya sonrasında bir başka araştırma yaptık. Mesela buna göre, "İdeal kan basıncı değerlerini biliyor musunuz" diye sorulduğunda, kampanya öncesi 12-8 diyenlerin oranı yüzde 19'ken, kampanya sonrası bu oran, yüzde 34'lere çıktı. Bu çok ciddi bir artış. Buna karşılık, "Kendi kan basıncı değerlerinizi biliyor musunuz" sorusuna kampanya öncesi yüzde 45'i "Evet" derken, kampanya sonrası yüzde 52'si "Evet" demiş ki bu araştırma toplam 1.750 kişiye sorularak yapıldı. "Son 2 ayda kan basıncınızı ölçtürdünüz mü" diye sorulduğu zaman, kampanya öncesi yüzde 34 olan "Evet" oranı kampanya sonrası yüzde 40'lara çıkmış. Yani eğer ciddi bir şekilde biraz gayret gösterip bir kampanya yürütürseniz, halkı bilgilendirmek üzere birtakım gayretlerde bulunursanız, bunun sonuçlarının da olumlu olduğunu görüyorsunuz. Bu, kampanyanın birinci adımıydı. Bundan sonra kampanyanın ikinci adımı yapıldı. Bu ikinci adımda, ikinci basamakta yer alan birtakım hastaneler pilot hastane olarak seçildi ve o hastanelerin özellikle dahiliye ve kardiyoloji polikliniklerinin girişlerine, kan basıncı ölçme merkezleri konuldu. Bu merkezlerde belli bir süre ölçüm yapıldı.
Aynı yıl mı?
Hayır, bu ölçümler geçen yıl, yani 2006'da yapıldı. 23.537 kişinin kan basıncı ölçülmüş bu sırada.
Büyük bir tarama aslında, bu, değil mi?
Evet! Çok büyük bir tarama, ama sadece 5-6 hastaneyi içine alan bir tarama, pilot bölge olarak.
Sadece Ankara'da değil...
Hayır, sadece Ankara'da değil; Ankara, İstanbul, Konya gibi değişik 6-7 merkezde yapıldı ve 23.537 kişide kan basıncı ölçümü yapıldı. Bu aradajcan basıncı 140-90 ve bu değerin üzerinde olan 8.343 kişi tespit edildi. Bu tespitten sonra hastalara kan basıncı hakkında kısa bilgiler verilip doktora gitmeleri tavsiye edildi. Arkasından belli bir süre sonra bu hastalar arandı. Acaba doktora gittiler mi diye. Ve ilk arama sırasında erişilen 7.266 kişiden 3.600'ü doktora gittiğini belirtti. Aradan bir süre geçtikten sonra aynı kişiler tekrar arandı. İkinci aramada birinci aramada-kilere ilave olarak doktora gittiğini söyleyenlerin sayısı ise 1.802'ydi. Her iki arama sonucunda, kan basıncı yüksekliği tespit edilen 8.343 kişiden 5.402'si, sadece kan basınçları ölçülüp bilgilendirildiği için doktora gitmiş oluyor. Bu son derece büyük bir oran tabii.
Demek ki 8.343 kişiden 5.402'si doktora gidip kontrollerini yaptırıyor...
Hatta bu kişiler ne yapılması gerekiyorsa ona uygun davranıyor. Tabii bu çok önemli! Demek ki biraz ısrarla, biraz bilgilendirmeyle halkımızı bu konuda bilinçlendirip yönlendirebiliyoruz.
Tansiyon, kan basıncı, yani damarlarda akan kanın damar duvarında yarattığı basınç demektir. Ama bunu asıl yaratan şey kalbimizdir. Kalbimiz, hepimizin bildiği gibi kanı pompalayan organımız. Hem vücudumuz için gereken temiz kanı, hem de akciğere kirli kanı pompalayan organımız. Bu kanı pompalayabilmesi için elbette bir basınca ihtiyacı var. O basıncı kendisi yaratıyor ve kanı attığı zaman bu basınç, damar duvarlarına yansıyor. Bu kasılma sırasında oluşan basınç ve bir de tabii kalbin gevşemesi sırasında oluşan basınç var ki, biz buna "kan basıncı" veya "tansiyon" diyoruz.
O zaman kanımız da bizi oksijen veya su gibi hayata bağlıyor. Damarlarımızda dolaşan kanın bir basıncı var hiç kuşkusuz. Bu basınç bize zarar verebilecek kadar güçlü mü?
Kanın pompalanması için gerekli olan bu basınç sayesinde kan, vücudumuzun en ince noktalarına, en uç noktalarına kadar ulaşabiliyor. Tabii bu kanı sadece kan olarak düşünmeyin. İçindeki bütün besin maddeleri, oksijen, dokulara, hücrelere kadar erişip onların hayatiyetini devam ettiriyor. Onun için de bu basınca, belli bir oranda ihtiyacımız var elbette.
Bu basınç tehlikeli olmaya başladığında hastalık oluşuyor sanırım...
Evet. Bütün dünyada normal kabul edilen insanların kan basınçlarının ölçümleriyle elde edilen değerlerden yola çıkılarak, normal bir sınıra ulaşılıyor. Eğer bu normal sınırın üstünde değerler elde ediliyorsa buna, "yüksek basınç" veya "hipertansiyon" diyoruz. Hipertansiyonun önemi nerede ortaya çıkıyor? Hipertansiyon günümüzde, bütün toplumları tehdit eden çok ciddi bir sağlık problemi. Kitabımızın girişinde de bahsettiğimiz gibi her üç yetişkinden birinde görülüyor. Önemli ve en tehlikeli yanı ise basıncın yüksekliği değil, yıllar içerisinde bu basınç yüksekliğinin vücutta yaptığı tahribat.
O zaman kanımız için gerekli olan o basıncın biraz yükselmesi, vücudumuzda zamanla bazı tahribat yaratabiliyor...
Evet, zamanla bazı tahribat yaratıyor. Öncelikle şunu söylemeliyim, tüm vücut damarlarımızda, o damarları döşeyen ince bir tabaka vardır. Biz buna "endotel tabakası" diyoruz. Yüksek kan basıncı, endotel tabakasında tahribat yaratarak, damar duvarındaki fonksiyonların bozulmasına neden oluyor, yani damar sisteminin hastalıkları içinde böylece bir risk faktörü oluşuyor, bu çok ciddi bir risk faktörü. Tabii bunun engellenmesi de kolay. İşte bu yüzden erkenden tanınıp kontrol altına alınması gereken bir risk faktörü olarak kabul ediyoruz.
Normal tansiyon değeri, 12'ye 8, Tansiyon İçin
Az önce, "Normal değerler var" dediniz. Bu normal tansiyon değerleri mi?
Evet, normal kan basıncı değerleri (Tansiyon Değerleri)
Bildiğimiz gibi halkımızın arasında "büyük" denilen sistolik kan basıncı, bir de "küçük" denilen, bizim tıbbi olarak diyastolik dediğimiz kan basıncı var. Sistolik dediğimiz kan basıncı; kalbimizin kasılması sırasında yaratılan basınç. Diyastolik dediğimiz kan basıncı ise kalbimizin gevşemesi sırasında damarlarda oluşan basınç. Bu büyük ve küçük kan basınçlarının dünyada kabul edilmiş, bugün Tansiyon, kan basıncı, yani damarlarda akan kanın damar duvarında yarattığı basınç demektir. Ama bunu asıl yaratan şey kalbimizdir. Kalbimiz, hepimizin bildiği gibi kanı pompalayan organımız. Hem vücudumuz için gereken temiz kanı, hem de akciğere kirli kanı pompalayan organımız. Bu kanı pompalayabilmesi için elbette bir basınca ihtiyacı var. O basıncı kendisi yaratıyor ve kanı attığı zaman bu basınç, damar duvarlarına yansıyor. Bu kasılma sırasında oluşan basınç ve bir de tabii kalbin gevşemesi sırasında oluşan basınç var ki, biz buna "kan basıncı" veya "tansiyon" diyoruz.
O zaman kanımız da bizi oksijen veya su gibi hayata bağlıyor. Damarlarımızda dolaşan kanın bir basıncı var hiç kuşkusuz. Bu basınç bize zarar verebilecek kadar güçlü mü?
Kanın pompalanması için gerekli olan bu basınç sayesinde kan, vücudumuzun en ince noktalarına, en uç noktalarına kadar ulaşabiliyor. Tabii bu kanı sadece kan olarak düşünmeyin. İçindeki bütün besin maddeleri, oksijen, dokulara, hücrelere kadar erişip onların hayatiyetini devam ettiriyor. Onun için de bu basınca, belli bir oranda ihtiyacımız var elbette.
Bu basınç tehlikeli olmaya başladığında hastalık oluşuyor sanırım...
Evet. Bütün dünyada normal kabul edilen insanların kan basınçlarının ölçümleriyle elde edilen değerlerden yola çıkılarak, normal bir sınıra ulaşılıyor. Eğer bu normal sınırın üstünde değerler elde ediliyorsa buna, "yüksek basınç" veya "hipertansiyon" diyoruz. Hipertansiyonun önemi nerede ortaya çıkıyor? Hipertansiyon günümüzde, bütün toplumları tehdit eden çok ciddi bir sağlık problemi.
Yüzde 50 Kuralı, Tansiyon Neden
Yüksek tansiyon kendini çok da belli etmeyen sinsi bir hastalık. Her üç kişiden biri tansiyon hastasıysa, bu insanların çoğu tansiyon hastası olduğunu bilmiyor büyük olasılıkla, değil mi?
Kesinlikle bilmiyorlar. Bunun dünyada bir kuralı var: "Yüzde 50 kuralı" diyoruz, "yarı yarıya kuralı" diyoruz veya genelde söylenen şudur: Var olan hipertansif (yüksek tansiyon hastası) kişilerin yarısı hasta olduğunu bilmez. Yani hipertansiyonun ne olduğunu bilmez. Bu yarının yarısı da bildiği halde tedavi görmez. Tedavi görenlerin yarısı da istenen seviyede tedavi görmez.
O zaman ortaya son derece vahim bir tablo çıkıyor, değil mi?
Elbette! İşte bu yüzden bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de hipertansiyonun tanınabilmesi, farkında olunabilmesi, tedavi edilmesi ve bu tedavinin mutlaka devamlı kontrol altında tutularak, istenen değerlere düşüp düşmediğinin takip edilmesi gerekiyor.
Başkanı olduğunuz Türk Kardiyoloji Derneği'ne gelirsek, bu dernek Türkiye'de çok önemli işler yapıyor. Sonuçta bu konuda çalışan ve çabalayan çok fazla mesleki kuruluş yok bildiğim kadarıyla...
Evet! Kardiyoloji alanında, çok özel bazı alanlarda kurulmuş daha ufak çaplı derneklerin dışında Türk Kardiyoloji Derneği, kardiyolojiyi tümüyle bünyesinde toplayan bir dernek. Sadece kardiyoloji uzmanlarını değil, kardiyolojiyle ilgili dahiliye uzmanları, pratisyenler, kalp-damar cerrahları, çocuk kardiyologları gibi bu konuyla ilgili birçok alandaki uzmanları da bünyesinde toplayan Türkiye'nin en büyük kardiyoloji derneği.
Sağlık Tansiyon
Bu alanda sizin yürüttüğünüz en son çalışma bildiğim kadarıyla 2003 yılındaydı, değil mi hocam?
Türk Kardiyoloji Derneği'nin Türk halkında hipertansiyon konusunda farkındalık yaratmak için 2003 yılında başlattığı ve Novartis firmasının katkısıyla yürüttüğü kampanya, gerek görsel gerekse yazınsal malzemelerle tüm dikkati 12-8'e çekti. Bu dikkat sonucunda, "Acaba ne elde ettik" diye kampanya sonrasında bir başka araştırma yaptık. Mesela buna göre, "İdeal kan basıncı değerlerini biliyor musunuz" diye sorulduğunda, kampanya öncesi 12-8 diyenlerin oranı yüzde 19'ken, kampanya sonrası bu oran, yüzde 34'lere çıktı. Bu çok ciddi bir artış. Buna karşılık, "Kendi kan basıncı değerlerinizi biliyor musunuz" sorusuna kampanya öncesi yüzde 45'i "Evet" derken, kampanya sonrası yüzde 52'si "Evet" demiş ki bu araştırma toplam 1.750 kişiye sorularak yapıldı. "Son 2 ayda kan basıncınızı ölçtürdünüz mü" diye sorulduğu zaman, kampanya öncesi yüzde 34 olan "Evet" oranı kampanya sonrası yüzde 40'lara çıkmış. Yani eğer ciddi bir şekilde biraz gayret gösterip bir kampanya yürütürseniz, halkı bilgilendirmek üzere birtakım gayretlerde bulunursanız, bunun sonuçlarının da olumlu olduğunu görüyorsunuz. Bu, kampanyanın birinci adımıydı. Bundan sonra kampanyanın ikinci adımı yapıldı. Bu ikinci adımda, ikinci basamakta yer alan birtakım hastaneler pilot hastane olarak seçildi ve o hastanelerin özellikle dahiliye ve kardiyoloji polikliniklerinin girişlerine, kan basıncı ölçme merkezleri konuldu. Bu merkezlerde belli bir süre ölçüm yapıldı.
Aynı yıl mı?
Hayır, bu ölçümler geçen yıl, yani 2006'da yapıldı. 23.537 kişinin kan basıncı ölçülmüş bu sırada.
Büyük bir tarama aslında, bu, değil mi?
Evet! Çok büyük bir tarama, ama sadece 5-6 hastaneyi içine alan bir tarama, pilot bölge olarak.
Sadece Ankara'da değil...
Hayır, sadece Ankara'da değil; Ankara, İstanbul, Konya gibi değişik 6-7 merkezde yapıldı ve 23.537 kişide kan basıncı ölçümü yapıldı. Bu aradajcan basıncı 140-90 ve bu değerin üzerinde olan 8.343 kişi tespit edildi. Bu tespitten sonra hastalara kan basıncı hakkında kısa bilgiler verilip doktora gitmeleri tavsiye edildi. Arkasından belli bir süre sonra bu hastalar arandı. Acaba doktora gittiler mi diye. Ve ilk arama sırasında erişilen 7.266 kişiden 3.600'ü doktora gittiğini belirtti. Aradan bir süre geçtikten sonra aynı kişiler tekrar arandı. İkinci aramada birinci aramada-kilere ilave olarak doktora gittiğini söyleyenlerin sayısı ise 1.802'ydi. Her iki arama sonucunda, kan basıncı yüksekliği tespit edilen 8.343 kişiden 5.402'si, sadece kan basınçları ölçülüp bilgilendirildiği için doktora gitmiş oluyor. Bu son derece büyük bir oran tabii.
Demek ki 8.343 kişiden 5.402'si doktora gidip kontrollerini yaptırıyor...
Hatta bu kişiler ne yapılması gerekiyorsa ona uygun davranıyor. Tabii bu çok önemli! Demek ki biraz ısrarla, biraz bilgilendirmeyle halkımızı bu konuda bilinçlendirip yönlendirebiliyoruz.