tag:blogger.com,1999:blog-74478806824157538202024-02-07T05:34:15.679+03:00Sağlık BilgileriMaggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comBlogger5651125tag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-20195492701558803802015-01-18T19:45:00.002+02:002015-01-18T19:45:45.397+02:00D Vitamini ve Cocuklarda Kemik Sagligi
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D Vitamini ve Çocuklarda Kemik Sağlığı'na Etkileri</span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Maternal
vitamin D seviyeleri bebeklerdeki kemik sağlığını etkilemektedir. İngiltere ‘de
yapılan bir kohort çalışmada kış mevsiminde doğan bebeklerin kemik minarel
içeriğinin yaz mevsiminde doğan bebeklere göre daha düşük olduğu tespit
edilmiştir. Gebeliğin son dönemindeki maternal D vitamini düzeyi çocukların ilk
9 yılki kemik minarel içeriği ile yakın ilişkilidir. D vitamini eksikliği
kalsiyum ve fosfor metabolizmasında anormalliklere sebep olmaktadır. D
vitaminin asıl görevi serum kalsiyum konsantrasyonunu normal seviyelerde
tutmaktır. Bunu da intestinal kalsiyum emilimini arttırarak sağlamaktadır.
Gebelikte, laktasyonda ve büyüme çağında D vitaminin eksiklik ve yetersizlik
durumlarında intestinal kalsiyum emilimi %15’den %80’lere kadar artış
göstermektedir. D vitaminin eksikliğinde yeterli kalsiyum desteği alınamadığı
takdirde kemiklerdeki osteoklastların etkileşmesiyle kalsiyum mobilizasyonu
başlamaktadır. D vitamini eksikliği PTH salgılanmasına neden olur. PTH serum
kalsiyum seviyesini normal aralıkta tutmaya yardımcı olur. PTH böbrekten
tübüler kalsiyum reabsorsiyonunu arttırır. Bu kompansasyon mekanizmaları
çocuklarda ve erişkinlerde riketsin ve osteomalazinin normal kalsiyum
seviyeleri ile seyir etmesine sebebiyet vermektedir. Bu nedenle hekimler bazen
klinik tanı koymada gecikebilmektedirler. Aslında sadece serum kalsiyum
düşüklüğü riketse neden olmamaktadır. D vitamini eksikliğine bağlı oluşan
sekonder hiperparatiroidizm fosfatüriye ve intestinal fosfor emiliminde
azalamaya neden olur. Serumdaki kalsiyum ve fosfor dengesindeki bozulmalar
kemik mineralizasyon bozukluğuna sebebiyet vermektedir. Böylelikle çocuklarda
rikets ve adolesanlarda osteomalazi oluşmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Birçok
insan çalışmalarında maternal D vitaminin kord kanı D vitamini ile arasında
güçlü korelasyonlara sahip olduğu tespit edilmiştir. Ciddi maternal D vitamini
eksikliğinde nadirde olsa intrauterin rikets gelişmesine neden olabileceği
biliniyor. Maternal D vitamini eksikliği olan gebelerden doğan term bebeklerin
D vitamini eksikliği ile doğmaları aşikardır. Son trimesterde gebelere verilen
400 lU D vitamini anne kanında ve doğacak olan bebeğin kanında minimal bir
yükselme oluşturmaktadır. Suplemente edilmemiş annelerden doğan bebeklerin
suplemente edilmiş olan annelerden doğan bebeklere nazaran vitamin D
eksikliğine yakalanmaları daha hızlı bir süreçte gerçekleşmektedir. Yeterli
maternal vitamin D seviyesine sahip olmak fetal iskelet gelişimi, diş gelişimi
ve fetal büyüme ve gelişmesi için büyük önem arz etmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Maternal
risk faktörlerinden gebelik döneminde kötü beslenme, güneş ışınlarına az maruz
kalma ve sık aralıklarla gebe kalınması doğacak bebekde konjenital rikets
gelişmesine sebebiyet vermektedir. Bu yenidoğanlarda semptomatik hipokalsemi,
intrauterin gelişme geriliği, kemik ossifikasyonunda gerilik ve uzun dönemde
raşitik özellik gelişmektedir. Konjenital rikets endüstriel ülkelerde oldukça
nadir görülen bir hastalıktır. Gebelik döneminde maternal D vitamini düzeyinin
ciddi eksik olması gerekmektedir. Konjenital rikets tedavisinde D vitamini
suplemantasyonu,yeterli kalsiyum ve fosfor alımı önemlidir. Prenatal dönemde
vitamin D içeren ilaçların kullanılması ile bu hastalıktan korunma
sağlanmaktadır.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-80076495293442226292015-01-18T19:44:00.001+02:002015-01-18T19:44:18.339+02:00D Vitamini ve Gebelik
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D Vitamini ve Gebelik</span></b><br />
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;"></span></b><br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D
vitamini alımı anne sağlığı açısından önemli ve gereklidir.Önceden D vitamini
eksikliği olan insanlarda gebelik hipokalsemiyi ve sekonder hiperparatroidizmi
arttırmaz. Ancak D vitamini eksikliği gebelik döneminde insülin resistansını,
preeklampsiyi ve gestasyonel diabetin sıklığını arttırabilir. İnsanlarda
yaşadıkları ülke ve etken faktörler etkisiyle gebelik döneminde D vitamini
eksikliği %20-85 olarak gözlenmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Preeklampsi,
gebelik sırasında yeni başlangıçlı hipertansiyon ve proteinüri ile tanımlanan,
gebeliklerin %5-8 ini etkileyen ciddi bir hastalıktır. Sadece doğumun
gerçekleştirilmesi ile düzelir. Preeklampsi sıklığı kış aylarında artış
gösterir. Bunun da düşük D vitamini düzeyleri ile ilişkisi olduğu bilinmektedir.D
vitamini süplementasyonu alan gebelerde preeklampsi görülme sıklığı almayanlara
göre çok düşüktür. Preeklampsi serumdaki düşük IGF-1 ve 1,25 (OH) 2D ile
ilişkilidir (153,154). Preeklamptİk gebelerde IGF-1 in 1,25 (OH) 2D üretimini
gerçekleştiremediği tespit edilmiştir. Normal sağlıklı gebelerde ise primer
olarak human sinsityotrofoblastlardan IGF-1 ve 1,25 (OH) 2D sentez edilir.Ayrıca
preeklamptik gebelerin plasentasından izole edilen trofoblastlarda normal
gebelerin trofoblastlarına oranla CYP27B1 (1 alfa hidroksilaz) enzimi çok çok
düşük seviyede tespit edilmiştir. D vitamini eksikliğinin preeklampsi ile net
bir ilişkisi bulunamamıştır. Bir hipoteze göre düşük D vitamini seviyesi Th1 in
Th2 ye dönüşümünde bozukluğa neden olup sitokin dengesini bozmaktadır. Th1 den
salınan fazla sitokinler embriyo implantasyonuna karşı immünolojik toleransı
olumsuz yönde etkilemektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">İnsülin
rezistansı, glukoz intoleransı ve diabet D vitamini eksikliği ile ilişkilidir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">1.25
(OH) 2D pankreas beta hücrelerinde insülin sekresyonunu sağlayarak glukoz seviyesini
etkilemektedir. 25 (OH) D seviyesinin düşüklüğü glukoz intoleransına neden
olur. Yüksekliği ise insülin sensitivitesini düzenletir. D vitamini eksikliği
gebelikte gestasyonel diabete zemin hazırlamaktadır. D vitamini gebelik
sırasında enfeksiyon hastalıkların seyrini etkileyebilir. Sınırlı sayıda
yapılan çalışmalarda HIV (+) ve D vitamini eksikliği olan gebelerde bebeğe HIV
transmisyonunda ve mortalitede artış saptanmıştır. Düşük vitamin D seviyeleri
gebeliğin ilk trimesterinde bakteriyel vaginozisin görülme sıklığını arttırır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D
vitamini seviyesi 15 ng/dL nin altında olan gebelerde sezaryen doğum riski 4
kat daha fazladır. VDR ve 1,25 (OH) 2D gebelik döneminde iskelet kas sisteminde
artış gösterir. D vitamini eksikliğinde proksimal kaslarda zayıflık ve alt
extremite kas fonksiyonlarında gerileme olur. Böylelikle sezaryen riski artar.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Gebelik
döneminde yeterli miktar alınan vitamin D fetal ve çocuk sağlığı açısından çok
önemlidir. Gebelikte düşük miktar alınan D vitamini ise düşük doğum ağırlıklı
infanta neden olabilir. Maternal D vitamini eksikliği hipokalsemik infanta,
iskelet gelişim defektlerine ve aynı zamanda kraniotabes ve yumuşak kafa
kemikleri gibi riketsin erken bulguları ile nadir de olsa konjenital riketse
neden olabilmektedir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-30538788697984375562015-01-18T19:42:00.001+02:002015-01-18T19:42:58.554+02:00Cocuklarda D Vitamini Eksikligi ve Etkileri<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Çocuklarda Vitamin D Eksikliği, Kalsiyum, Fosfor
ve Kemik Üzerine</span></b><a href="https://www.blogger.com/null" name="bookmark1"></a><span style="mso-bookmark: bookmark1;"><b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">
Etkisi</span></b></span><span style="mso-bookmark: bookmark1;"></span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><o:p></o:p></span><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Pediatrik
popülasyonda D vitamini yetersizliği veya eksikliği için başlıca risk
faktörleri kış mevsimi, etnik köken, ileri yaş, kız cinsiyet, ergenliğin ileri
evresi, obezite, yetersiz süt tüketimi, düşük sosyoekonomik durum ve dışarda az
harcanan zamandır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Mevsimsel
değişkenlik D vitamini durumu üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Kışın
vitamin D seviyeleri, bahar, yaz ve sonbahar aylarına göre daha düşük seviyelerdedir.
Çünkü vitamin D sentezi derimizin güneş ışığına maruz kalması ile sentez
edilmektedir. Vitamin D nin vücudumuz için en temel kaynağı güneş ışığıdır.Az
bir kısmı ise diyetle vücudumuza alınmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Çocuklarda
D vitamini yetersizliği ya da eksikliği prevalansı ile ilgili epidemiyolojik
veriler ülkelerin çoğunda net değildir. Ancak çocuklarda ve ergenlerde
prevelansının tahmini %29-100 arasında olduğu düşünülmektedir. Prevelansı
yüksek olan D vitamini eksikliği halen gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin
ciddi bir halk sağlığı problemi olmaya devam etmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D
vitamini eksikliği en sık beslenme yetersizliğine bağlı gelişen bir durumdur.
Aynı zamanda dünyanın en yaygın teşhisi dikkatten kaçabilen tıbbi durumlardan
birisidir. D vitamini vücutta sadece kalsiyum ve kemik metabolizmasına etki
eden değil aynı zamanda kronik hastalıkların riskini azaltan bir prohormondur.
Dünyada yaklaşık 1 milyon insanda D vitamini yetersizliği ve eksikliği
mevcuttur. Bu kadar önemli bir sağlık problemi olan D vitamini eksikliğinin
tanısı, profilaksisi ve tedavisi tekrardan tartışılmaya başlanmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D
vitaminin vücutta yeterli seviyede olduğu dönem intestinal kalsiyum emilimi
%30’ lara kadar çıkmaktadır. D vitamini eksikliğinde ise bu oran sadece %10-15
olmaktadır. Bununla beraber intestinal fosfor emiliminde de yüksek oranda
azalma görülmektedir. Büyüme gelişme döneminde intestinal kalsiyum emilimi
%60’lardan %80’lere kadar yükselebilmektedir (88).D vitamini eksikliği
nedeniyle düşen iyonize kalsiyum serum PTH seviyesini arttırır. Yükselen PTH
seviyesi ise renal tübüllerde kalsiyum emilimini arttırır. Böbreklerde 1 alfa
hidroksilaz enzimi aktive olur ve 1,25 (OH) 2D sentezi artar. PTH seviyesinin
artması böbreklerden fosfor atılımını da yükseltir. Düşük fosfor ve kalsiyum
seviyesi kemiklerdeki mineralizasyonu azaltır. Yüksek PTH seviyesi kemikten
kalsiyum mobilizasyonuna neden olur. Böylelikle rikets hastalığı meydana gelir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Rikets
hastalığının üç evresi vardır. İlk evresinde subklinik hipokalsemi ve osteopeni
mevcuttur. Bu durumu yükselen PTH seviyesi izler ve ikinci evreye geçilmiş
olunur. Yükselen PTH seviyesi kemikte kalsiyum mobilizasyonunu sağlar ve
hipokalsemiyi düzeltir. Deminarelize olan kemiğin periostunda genişlemeler ve
şişmeler meydana gelir. Bunun sonucunda kemik ağrıları oluşmaya başlar. Son
aşamada, kemik değişiklikleri daha şiddetli hale gelir ve hipokalsemi bir kez
daha ortaya çıkmaya başlar. Rikets hastalığında huzursuzluk, motor gelişim bozukluğu,
kemik ağrısı, bileklerde ve ayak bileklerinde genişlemeler, genu varum-valgum,
raşitik rosary, frontal bossing, kapanması gecikmiş fontaneller, kraniotabes
görülür. Erken bebeklik döneminde veya intrauterin D vitamini eksikliğinde
hastalarda diş çıkmasında gecikme veya dişlerde çürük görülebilmektedir. Rikets
aynı zamanda gelişme geriliğini ve enfeksiyonlara duyarlılığı arttırabilir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Rikets
hastalığı tanısı klinik, radyolojik ve laboratuar özellikleri ile konulur.
Riketsin radyolojik görüntülerinde uzun kemiklerin kortikal kısımlarında
incelme, osteopeni, stres fraktür ve metafizyel genişlemeler mevcuttur.
Riketsin erken radyolojik görünümünde ise osteopeni ile birlikte olan
metafizyel ve büyüme plağında genişleme, metafizyel kısımda eğimli, kadeh şekli
ve fırçamsı bir görünüm vardır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Laboratuvar
bulgularında hipofosfatemi, hipokalsemi, ALP ve PTH yüksekliği mevcuttur. D
vitamini eksikliğinde hipokalsemik nöbetler ve tetani bebeklik döneminde
çocukluk dönemine göre daha sık görülmektedir. Büyüme ve gelişme hızının
arttığı dönemlerde vücudun kalsiyum ihtiyacı da artmaktadır. Ancak bu dönemde
karşılanamayan kalsiyum nedeniyle öncelikle hipokalsemi gelişir ve ardından
kemik mineralizasyonunda azalma ve raşitizm meydana gelir. D vitamini eksikliği
olan çocuklarda oluşan hipokalsemi apneik nöbetlere, </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US;">stridor, wheezing, </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">hipotoni, kas
zayıflığı ve reflekslerin artmasına neden olabilmektedir. Şiddetli D vitamini
eksikliğinde tedaviyle düzelebilen kardiyomyopati de görülebilmektedir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-580162488763446312014-11-16T14:12:00.001+02:002014-11-16T14:12:42.425+02:00Akne ve Psikiyatrik Hastaliklar
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Akne
ve Psikiyatrik Hastalıklar<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Akne
vulgarisin genellikle ciddi fiziksel semptoma yol açmayan bir hastalık olması
ve toplumun bazı kesimleri tarafından ergenlik-gençlik döneminde yaşanan doğal
bir süreç olarak değerlendirilmesi sebebiyle, hastalar üzerinde yarattığı
ruhsal etkiler sıklıkla göz ardı edilmektedir. Ancak yapılan bir çalışmada,
akne hastaları kendilerini hasta olarak görmemelerine rağmen, yaşam kalitesi ve
ruhsal durumlarının astım, epilepsi, diyabet, bel ağrısı, artrit gibi ciddi sağlık
sorunlarına sahip hastalardan daha kötü olduğu saptanmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Akne
vulgaris genellikle psikolojik açıdan gelişim içinde olan, vücut görüntüsündeki
değişikliklere karşı daha hassas olan ergen ve gençleri etkilemektedir. Aknenin
sıklıkla yüzü etkilediği ve yüz görünümünün de insanın beden imajı algısında ve
sosyalleşmede önemli bir yere sahip olduğu düşünüldüğünde, aknenin kişiler
üzerinde yarattığı ruhsal stres daha kolay anlaşılabilir. Yüzünde akne
bulunan kişilerin, diğer insanlar tarafından yüzünde akne olmayanlara göre daha
az çekici, güvenilir ve dost canlısı bulunduğu bildirilmiştir. İnsanların
karşılarındaki kişi hakkında ilk izlenimlerini fiziksel görünüşü
değerlendirerek oluşturduğu bilinmekte, bu nedenle de akne sosyal ilişkilerde
hasta açısından bir dezavantaj yaratmaktadır. Ayrıca günümüzde medya
aracılığıyla yaratılan ideal, mükemmel cilt algısı kişilerde gerçekçi olmayan
beklentilere yol açmakta, bu nedenle akne gelişimi kişileri derinden
etkileyebilmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Akne
hastalarında erken dönemde utanma, çekinme, öfke, reddedilme beklentisi,
kendine az değer verme gibi duygular nedeniyle özgüvende azalma, içine kapanma,
sosyal ilişkilerden kaçınma, sosyal kaygı ve beden imajı algısında bozulma
meydana gelmektedir. Bu durum hastaların yaşam kalitesinde bozulma, sosyal
ilişkilerde, iş ve okul hayatında zorluklar ve fonksiyon kaybı yaratmakta, bu
da hastalarda depresyon, anksiyete, intihar düşüncesi ve girişimi gibi
psikiyatrik morbiditelerin gelişimine neden olmaktadır. Yapılan çalışmalarda
aknenin sosyalleşme, sportif aktivitelere katılım, iş bulma, akademik
performans, romantik ve cinsel ilişkide bulunma gibi alanlarda hastaların sorun
yaşamasına neden olduğu belirlenmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Hastaların
psikolojik yönden etkilenme düzeylerini belirleyen faktörler arasında
lezyonların yerleşim yeri, görünürlüğü, hastalık süresi, yaş, cinsiyet, kişinin
görünümüne verdiği değer, sosyal çevre desteği ve çocukluk çağı tecrübeleri yer
almaktadır. Hastalığın yarattığı ruhsal etki hastalık şiddetiyle her zaman
orantılı değildir, özellikle yüz gibi bölgelerde hafif-orta şiddette hastalık
varlığı bile kişiler için ciddi ruhsal stres yaratabilmektedir. Akne
hastalarında tedaviyle sosyal kaçınma davranışlarında ve ruhsal streste azalma
olduğu bildirilmiştir. Aknenin tedavi edilmediğinde hastalarda yaşam boyunca
sürebilecek duygusal ve psikolojik izler de bırakabileceği dikkate alındığında,
hastaların ruhsal stres yönünden değerlendirilmesi ve erken dönemde etkin bir
şekilde tedavi edilmesi büyük önem taşımaktadır.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-57041080003597993172014-11-16T14:10:00.002+02:002014-11-16T14:10:55.269+02:00Vitiligo ve Psikiyatrik Hastaliklar
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Vitiligo
ve Psikiyatrik Hastalıklar<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Vitiligo
kişinin dış görünüşünü etkileyen başlıca deri hastalıklarından biri olup,
hastaların psikolojik durumları üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Fiziksel
bir semptoma neden olmaması nedeniyle, genellikle sadece kozmetik bir sorun
olarak algılanmaktadır. Ancak, dış görünüşte yarattığı değişikliklerin kişinin
psikolojik durumu üzerine olumsuz etkileri olabileceği göz ardı edilmemelidir.
Ayrıca vitiligonun ortalama başlangıç yaşının, kişilerin ruhsal gelişiminin
sürdüğü ve duygusal olarak daha hassas oldukları ergenlik ya da genç erişkinlik
dönemine rastladığı düşünüldüğünde, vitiligonun psikolojik durum üzerine
olumsuz etkileri daha kolay anlaşılabilir. Hastalıkla ilgili etkin bir
tedavinin olmaması, seyrinin belirsiz ve kronik olması, sıklıkla yüz, el gibi
görünür alanları tutması, uzun tedavi süreleri de vitiligonun kişi üzerindeki
olumsuz etkilerine katkıda bulunmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Hastalarda,
sıklıkla stigmatize olmaları nedeniyle, lezyonlu vücut bölgelerinin
görülebileceği aktivitelerden kaçınma, diğer insanların olumsuz tepkilerinden
çekinme, öfke, endişe, utanma, kendilerini diğer insanlardan farklı hissetme,
kıyafet değişikliği ve kozmetik kullanımıyla lezyonları gizleme, ayrıma
uğradığı hissi gibi duygu ve davranışlar gözlenmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Vitiligo
hastalarında psikiyatrik morbidite sıklığına ilişkin çalışmalar genellikle
Hindistan’da yapılmış olmakla beraber, morbidite sıklığı %25-47 arasında
değişmektedir. Çalışmalardaki oranların değişkenliği, hastaların farklı ırksal,
sosyokültürel ve dinsel özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Yapılan çalışmalarda
vitiligonun hayatını olumsuz etkilediğini düşünen hastaların oranı %48 ile %59
arasında değişmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Vitiligo
hastalarında uyum bozukluğu, depresyon ve anksiyete bozukluğu gibi sık görülen
psikiyatrik morbiditelerin yanı sıra distimi, uyku bozuklukları, intihar düşüncesi
</span><span lang="FR" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: FR;">de </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">bildirilmiştir. Psikiyatrik </span><span lang="FR" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: FR;">morbidité </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">görülme sıklığı
hastalık şiddetinden bağımsız olup, özellikle yüz ve boyun gibi, hastaların
beden algısında önemli bölgelerin hafif şiddette tutulumu bile, hastaları
ruhsal yönden ciddi şekilde etkilemektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Görünür
alanlarda lezyon varlığının yanı sıra, kadın cinsiyeti de psikiyatrik morbidite
gelişimi açısından bir risk faktörüdür.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Psikolojik
yardımın hastalıkla başa çıkmada, tedavi uyumunun ve tedavi yanıtlarının
artmasında etkili olduğu bildirilmiştir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-62762495381808757922014-11-16T14:09:00.000+02:002014-11-16T14:09:34.703+02:00Obezite Komplikasyonlari<b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Obezitede Komplikasyonlar<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Obezite, morbidite ve mortalite için başlı
başına bir risk faktörüdür. VKİ arttıkça mortalite riskinde artış oluşur. Obezitenin
neden olabileceği ikincil problemler insülin direnci, Tip-2 DM, akontosiz
nigrikans, hiperandrojenemi, prematur adrenarş ve bunun neticesinde erken
puberte, oligomenore, hirşutizm, infertilite, polikistik over sendromu,
hiperlipidemi, hipertansiyon, ateroskleroz, solunum sistemi hastalıkları,
ortopedik problemler, safra taşı, hepatosteatoz, karaciğer fibrozisi, siroz,
kolorektal kanser, gut hastalığı, psödotümör serebri ve psikososyal
bozukluklardır.</span><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p> </o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Obezite de vücuttaki tüm sistemleri
etkilediği için neden olduğu bozuklukları sistemlere göre de sıralanabilir.</span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p> </o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Tıbbi Komplikasyonlar</span></b><b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p></o:p></span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Kardiyovasküler</span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Hipertansiyon</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Dislipidemi</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Hiperkolesterolemi<o:p></o:p></span></div>
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Hipertrigliseridemi<br />
Artmış LDL<br />
Artmış VLDL<br />
Azalmış HDL<o:p></o:p></span><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Endokrinolojik<o:p></o:p></span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Hiperinsülinemi ve insülin rezistansı</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Tip 2 Diyabetes Mellitus -Kadınlarda<o:p></o:p></span></div>
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Fertilitede azalma</span><br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Erken menarş</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Erken menopoz</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Menstrüel bozukluklar</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Polikistik over hastalığı -Erkeklerde<o:p></o:p></span></div>
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Azalmış testosteron</span><br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Artmış östradiol ve östron</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Oligospermi</span><b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p> </o:p></span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Gastrointestinal</span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Safra kesesi (özellikle kolelitiazis)</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Hepatik steatoz<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">İmmünolojik<o:p></o:p></span></b></div>
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Azalmış hücresel immünite</span><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Kas iskelet sistemi</span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Blount hastalığı</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Gut</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Osteoartritis</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Femur başı epifiz kayması<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Dermatolojik<o:p></o:p></span></b></div>
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Akantozis nigrikans<o:p></o:p></span><br />
<span style="color: black; font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Fragilis kutis inguinalis<o:p></o:p></span><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Pediatrik
yaş grubunda obezite komplikasyonları arasında yer alan ve potansiyel olarak
hayatı tehdit eden en önemli komplikasyon uyku apnesi olduğu unutulmamalıdır.
Polikistik over sendromu insülin direnci olan obez adolesan kızlarda sık
görülen bir bozukluktur. Obez çocukların %10-30'unda hipertansiyon
tanımlanmıştır. Hem kilo fazlalığı olan kişilerde hem de normal kilolu
bireylerde kilo vermek kan basıncını düşürmektedir. Obezite ile VLDL kolesterol
düzeylerinin pozitif, HDL kolesterol düzeylerinin negatif yönde korele olduğu
gösterilmiştir. Obez bireylerde kolesterolün bilier atılımının artması safra
taşı oluşumunu kolaylaştırmaktadır. Safra taşı olan çocukların %8-33'ünde
obezite saptanmıştır. İleri derecede obez olan çocukların %40-50"sinde
hepatosteatoz görülür, karaciğer fibrozisi ve siroz ile sonuçlanabilir. Genu
varum ve valgus deformiteleri, femur başı epifiz kayması, tibia vara obez
bireylerde sık görülen ortopedik bozukluklardır. Obezite artmış intraabdominal
basınç plevral ve kardiak dolum basıncında artışa, bu da serebral venlerde
karşı dirence bağlı psödotümör serebriye neden olur .</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-80616595210926386762014-11-16T14:06:00.001+02:002014-11-16T14:07:13.832+02:00Obezite Tanisi Olcutleri<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Obezite Tanısı Ölçütleri</span></b><b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;"><o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Obeziteyi tanımlarken vücuttaki yağ dokusu ile
yağsız dokunun oranı önemlidir. Vücuttaki yağ ölçümü için kullanılan direk ve
indirek yöntemler vardır. Yağ dokusunun önemli bir bölümü deri altındadır ancak
azımsanmayacak bir bölümü de organların çevresindedir. Kas dokusunda da bir
miktar yağ bulunmaktadır.<o:p></o:p></span><br />
</div>
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Direkt Yöntemler</span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Vücut dansitesi ölçümü<br />
</span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">Total </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">vücut suyu<br />
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Toplam vücut potasyum ölçümü Nötron
aktivasyon analizi<br />
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ultrasound ile yağ kalınlığının
ölçülmesi<br />
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bilgisayarlı tomografi<br />
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Manyetik rezonans görüntüleme yöntemi<br />
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">Dual </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">foton absorpsiyometre ve </span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">Dual </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">enerji X-ışını absorpsiyometre </span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">(DEXA)<br />
</span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İdrarla
kreatinin atımı<br />
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İnfraruj interaktans yöntemi (İnfrared
İnteractance)<br />
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Biyoelektriksel impedans(Bioelectric
İmpedans Analysis, BIA)</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Bu laboratuar yöntemleri ile tanı konulabilse de özellikle 1. basamak
sağlık merkezlerinde kolay ygulanabilirliği ve güvenirliği nedeni ile
antropometrik ölçümlerden yararlanarak tespit edilen tanı ölçütleri
kullanılması kaçınılmazdır. Vücut yağının direk yöntemler ile ölçümü pratikte
yaygın kullanılan yöntemler değildir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">İndirekt
Yöntemler</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Kolay, hızlı, pratik ve ucuz oldukları için
antropometrik ölçümler obezite tanısında sıklıkla kullanılırlar. Bunlar içinde
en sık kullanılanlar boya göre ağırlık (rölatif ağırlık), vücut kitle indeksi,
cilt kıvrım kalınlıkları ve çevre ölçümleridir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Boya
göre ağırlık (Rölatif ağırlık)</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Çocuklarda obezite tanısında yaygın olarak
kullanılan ölçüttür. Yaş ve cinsiyete göre düzenlenmiş boy ve ağırlık
değerlerini içeren tablolardan yararlanarak çocuğun boy yaşına (boyunun 50.
persentilde olduğu yaş) göre olması gereken ağırlık (ideal ağırlık) bulunur.
Rölatif ağırlık hastanın ağırlığı x 100/ideal ağırlık formülüyle hesaplanır.
Rölatif ağırlık %110-120 arasında ise fazla kilolu </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">(overweight), </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">%120"nin üstünde ise obezite olarak kabul
edilir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Times New Roman","serif"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Deri Kıvrım Kalınlığı
Ölçümü<o:p></o:p></span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Obezitede fazla yağın büyük bir kısmı deri altında toplandığından deri
kıvrım kalınlığı ölçümü iyi bir tanı ölçütüdür. Cilt altı kalınlığı triceps,
biceps, supscapular, suprailiak bölgelerden kaliper adı verilen bir alet ile
ölçülür. Cinsiyet ve yaşa göre geliştirilmiş tablolara göre 85. persentil üzeri
ise obezite olarak tanımlanır.</span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<b><span style="color: black; font-family: "Times New Roman","serif"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Bel / Kalça Oranı</span></b><b><span style="color: black; font-family: "Times New Roman","serif"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p> </o:p></span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 0pt;">
<span style="color: black; font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.5pt; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Yağ dağılımını belirleyen ölçütlerden biridir. Özellikle obezite
tiplendirilmesinde kullanılmaktadır. Bel / kalça oranının artışı bireyde
abdominal obezite olduğunu düşündürür. Abdominal obezite ise kardiyovasküer
hastalıklar ve tip 2 diyabet için risk yaratmaktadır. Bel / kalça oranı
ülkelere, yaşam stiline, kültürel özelliklere göre farklılık gösterir. Bu
nedenle her topluma özgü eğrilerin kullanılması gereklidir</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-70048488948667026042014-11-11T19:51:00.003+02:002014-11-11T19:51:44.020+02:00Sizotipi Nedir
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Şizotipi
Nedir<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<b><u><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Şizotipi,
şizotipal kişilik, şizotipal bozukluk ile igili genel bilgiler</span></u></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Bleuer, şizofreni hastalarının yakın akrabalarının
sıradışı kişiler olması gözleminden yola çıkarak; şizofreni belirtilerinin bu
akrabalarda örtük bir biçimde var olabileceğini öne sürmüştür (20). Dikkat
çeken bu örtük fenotipi tanımlamak için geçmişte şizoidi,.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Rado’nun görüşünden yola çıkan Paul Meehl ‘şizogen’
adını verdiği genin merkezi sinir sisteminde ‘hipokrisi’ ye yol açarak
‘şizotaksi’ oluşturduğu şeklinde bir şizotipi gelişim modeli oluşturmuştur.
Kuramda hipokrisi nöronların bir uyaran karşısında hızlıca etkinleşip
ateşlenmesini tanımlanmak için kullanılmakta; hızlı nöron ateşlenmeleri ile
uyarılma seçicilikten uzaklaşmakta ve duyusal entegrasyon </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">ile duyu-motor eş güdümü bozulmaktadır (30). Meehl’e
göre şizotaksi, çevresel ve poligenik faktörlerle etkileşime girerek hafif bir
klinik tablo olan şizotipi ya da şiddetli kliniği olan şizofreni ile
sonuçlanır. Meehl şizofreni yatkınlığının taksonik özellikte olduğunu;
yatkınlık derecesinin olamayacağını; yatkınlık geninin merkezi sinir sisteminde
yol açtığı kalıtsal nörolojik kusurun bütün nöronları etkileyecek kadar yaygın,
ancak merkezi sinir sisteminin temel işlevlerini bozmayacak kadar hafif
olduğunu öne sürmüştür.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">‘Şizofreni belirtileri genetik yatkınlık
taşımayanlarda da ortaya çıkıyor, şizotipal özellikler gösteren her insan
şizofreni için genetik yatkınlık taşımıyor, şizotipal kişilerin her birinde
şizofreni ortaya çıkmıyor’ eleştirileri ile derinden sarsılmasına rağmen
Meehl’in kuramı, şizofreni araştırmalarına yeni bir bakış getirmiş, şizofreni
endofenotip adayları olarak şizotaksi, şizotipi ve şizotipal bozukluğu
nörobiyolojik çalışmaların gündemine taşımıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Başta Eysenck olmak üzere dönemin kişilik
kuramcıları Meehl’den devraldıkları şizotipi bayrağını o dönemde daha çok bir
kişilik boyutu içinde açıklamaya çalışmıştır. Kuramcılara göre şizotipi kavramı
daha genel anlamda özgün olmayan ‘psikoza yatkınlığı’ ya da ‘psikotizmi’
düşündürmektedir (32,33). Yüksek kendini aşma, düşük iş birliği yapma ve düşük
kendini yönetme şizotipal kişide sıkça görülen olağan dışı fikir ve çarpık
algılar ile ilişkili davranışlardan sorumlu tutulmuş; ‘şizotipal kişilik’ temel
olarak aşağıdaki dört özellik ile açıklanmaya çalışılmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Olağan dışı deneyimler: Olağan dışı algısal ve
bilişsel deneyimleri büyülü ya da batıl yorumlamaya eğilim.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Bilişsel düzensizlik: Düşüncelerin düzensiz,
teğetsel olması ya da raydan çıkmasına eğilim.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">İçe dönük anhedoni: Sosyal ve fiziksel stimülasyon
içinde zevk hissetme yeteneği eksikliği ile ilişkili içe dönük duygusal düz ve
asosyal davranış eğilimi.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Dürtüsel uygunsuzluk: Özellikli veya sosyal kurallar
ile ilgili kararsız ruh hali ve davranışa eğilim.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Şizotipinin, Amerikan Psikiyatri Birliği’nin tanı
sistemine dönemin kişilik kuramcılarının etkisinde kalınarak bir kişilik
bozukluğu şeklinde alınmıştır. Şizotipi kliniğinin, bir kişilik bozukluğu kategorisi
içinde ele alınması tartışmalı bir konudur. Dünya Sağlık Örgütü şizotipiyi,
kişilik bozukluğundan ziyade şizofreni ile ilişkili bir örüntü olarak ele
almakta ve tanı sistemi içerisinde ‘Şizotipal Kişilik Bozukluğu’ yerine
‘Şizotipal Bozukluk’ tanımını kullanmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Dünya Sağlık Örgütü’nün tanı sistemi içerisinde
‘Şizotipal Bozukluk’; şizofreniye benzer eksantrik davranış, anormal düşünce ve
affekt ile karakterize bir kliniği olan fakat kesin ya da karakteristik
şizofrenik anomalilerin görülmediği, kişide baskın ya da belirgin bir
rahatsızlığa yol açmayan belirtiler ile tanımlanmaktadır. Dünya Sağlık
Örgütü’ne göre ‘Şizotipal Bozukluk’ diyebilmek için aşağıda listelenen
özelliklerin dördünün en az 2 yıl boyunca, sürekli olarak veya uzun süre mevcut
olması beklenmektedir</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Uygunsuz ya da kısıtlı affekt</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Eksantrik, tuhaf ya da garip görünüm veya davranış</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Bozulmuş uyum
ve sosyal içe çekilme eğilimiKültürel normlar ile açıklanamayan inanç ya da
düşünce sistemlerinin etkilediği davranış örüntüsü</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Şüpheci veya paranoid düşünceler</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">İç direnç ile karşılaşmadan gelen dismorfofobik,
cinsel ya da agresif içerikli ruminatif obsesif düşünceler</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">İlüzyon, depersonalizasyon ya da derealizasyonu da
içine alan olağandışı algısal deneyimler</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Net bir tutarsızlık olmadan garip konuşma veya başka
şekillerde tezahür eden, mecazi, aşırı ayrıntılı ya da basmakalıp düşünce
sistemi.<o:p></o:p></span></div>
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Zaman zaman meydana gelen ilüzyonlar, işitsel ya da
diğer varsanılar ve sanrısal fikirleri barındıran psikoz benzeri yaşantılar</span>Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-12641410060996922322014-11-11T19:50:00.001+02:002014-11-11T19:50:07.738+02:00Endofenotip Nedir
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Endofenotip
Nedir<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Epidemiyolojik veriler, farklı psikotik hastalıklara
yatkınlığın kategorik değil, sürekli bir ölçek üzerinde incelenmesi ve
fenotipin de nitelik değil nicelik ölçümlerine dayandırılması gerektiğine
işaret etmektedir. Kategorik tanı sistemindeki hastalık tanı eşiği altında
kalmış hastalık durumları günümüzde endofenotip ile tanımlanmaktadır. Genetik
kuramlarda endofenotip, gen ile tanı eşiğini geçmiş hastalık arasında bir yerde
duran; biyokimyasal test ya da mikroskobik inceleme ile saptanabilecek bir iç
fenotip olarak öne sürülmektedir (21). Günümüzde ‘arafenotip’, ‘biyolojik
gösterge’, ‘eşik-altı özellik’ gibi terimler endofenotiple eş anlamda
kullanılmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Şizofreni hastalarının akrabalarındaki şizofreni
riskinin, hastayla olan biyolojik ilişkilenme derecesi ile korele bir şekilde
artış gösterdiği ve şizofreninin yüksek derecede kalıtılabilir olduğu aile,
evlat edinme ve ikiz çalışmaları ile gösterilmiştir. Çeyrek asrı bulan
şizofreni genetiği çalışmalarında önemli veriler elde edilse de hastalıktan
sorumlu ‘asıl gen’ tespit edilememiştir. Şizofreninin tek bir genden
kaynaklanmak yerine, orta ya da küçük etkili çok sayıda genin, kendi aralarında
ve çevresel etkenlerle etkileşimine dayalı bir mekanizma sonucu ortaya çıktığı;
gen-gen ve gen-çevre etkileşimlerinin derecesine göre belirti ve hastalık
yelpazesinin fenotipik farklılıklar gösterdiği öne sürülmektedir(24). Şimdiye
kadar yapılan çalışmalarda şizofreni genetiğinin temellerinin tam olarak
açıklığa kavuşturulamamasının önemli bir nedeninin, moleküler biyoloji ve
genetik epidemiyolojide olan ilerlemelerin, fenotipi tanımlamlarında olan
ilerlemeden çok daha hızlı oluşu ile açıklanmaktadır (25). Bu noktada genetik
bir hastalığın yığılım gösterdiği bir ailede yatkınlık genlerini taşıdığı halde
hastalanmamış olan bireylerini araştıran daha geniş yaklaşımların gerekliliği
vurgulanmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Endofenotip kavramı ilk kez 30 yıl önce ortaya
atılmış; endofenotiplerin genlerden kliniğe giden yolda ara özellikler
olabileceği öne sürmülmüştür. Çalışmacılara göre hastalık ile ilişkilenmiş
biyokimyasal, endokrinolojik, nörofizyolojik, nöroanotomik, bilişsel ya da
nöropsikolojik birçok özellik birer endofenotip adayı olabilir. Hastalık
endofenotipleri pek çok durumda açık bir klinik belirti ve bulgu
oluşturmadıkları için dışarıdan gözlenemez, kesin olarak saptanabilmeleri için
özgül yöntemler gerektirirler.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Genetik kuramcıların hastalıklarla ilgili endofenotiplerin
belirlenebilmesi için önerdikleri bazı ölçütlere göre bir biyolojik göstergenin
endofenotip adayı olabilmesi için; hastalık ile birlikte aktarılması, genetik
olarak kalıtılması, hastalık aktifken ya da aktif değilken saptanabilmesi ve hasta
olmayan aile üyelerinde genel toplumdan daha yüksek oranda bulunması
gerekmektedir. Bu ölçütlerin yanısıra endofenotipin ölçülebilir olması,
hastalığın başlangıcından önce da var olması, bir süreklilik göstermesi,
hastalığın tedavisinden etkilenmemesi ayrıca da tedavi gerektirmemesi
gerekmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Genetik çalışmalarda kullanılan geleneksel bağlantı
analizlerinde, hasta olan ve olmayan bireyler klinik tanı için kullanılan
ölçütlerle belirlendiğinde, açık psikotik bir klinik tablo sergilemeyen ancak
bazı yatkınlık genleri taşıyan bireyler atlanmış olmaktadır. Oysa bu
bireyler, örneğin şizofreni için penetransı tam olmayan bir yatkınlığa sahip
olabilir ve şizofreni ile genetik ilişkisi olan yelpazedeki başka bozuklukları
ya da klinik olarak hiç fark edilemeyecek ara fenotipleri sergiliyor
olabilirler. Örneğin şizofreni olan ve olmayan eş yumurta ikizlerinin
çocuklarında şizofreni görülme riski eşit bulunmuş, böylece yatkınlık
genlerinin aktarımı için şizofreni fenotipine mutlak bir gereklilik olmadığı gösterilmiştir. ‘Hasta’ görünmeyen akrabalarının, şizofreni yelpaze bozuklukları için
genetik yatkınlık taşıdıkları halde şizofreni geliştirmek için gereken özgül
genetik yapıya sahip olmadıkları düşünülebilir. Özet olarak özgül olmayan ve
daha geniş bir hastalık yelpazesi ile ilişkili gibi görünen bu endofenotip
adayları bir araya getirildiğinde biyolojik olarak tutarlı yeni fenotiplerin
oluşturulmasının mümkün olabileceği öne sürülmektedir. Böylece psikotik
hastalıklarda klinik sınıflandırmalar için geçerlik ölçütleri yeniden
şekillendirilebilecek ve sonuçta da yeni tedavi yaklaşımları
geliştirilebilecektir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-84480559458036393702014-11-11T19:46:00.002+02:002014-11-11T19:47:30.781+02:00Psikotik Bozukluk Nedir<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Psikotik
Bozukluk Nedir<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Psikotik belirti, bulgu ve bozukluk ile ilgili
genel bilgiler</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Psikotik belirti ve bulgular psikotik bozukluklarda,
duygudurum bozukluklarında, madde kullanımında ve bazı tıbbi durumlarda
görülebilen düşünce, algı, duygulanım ve davranışlarda bulunan sapmalar ile
karakterizedir. Psikotik belirti ve bulguların görüldüğü tüm akıl sağlığı
sorunları bir arada değerlendirildiğinde psikotik bozuklukların yaşamboyu
yaygınlığı %4’e kadar ulaşmaktadır. Örneğin Finlandiya çalışmasında affektif
olmayan psikoz yaygınlığı % 2.29, affektif psikoz yaygınlığı % 0.62, maddeye
bağlı psikotik bozukluk yaygınlığı % 0.43, genel tıbbi duruma bağlı psikotik
bozukluk yaygınlığı % 0.22 olarak bildirilmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Dünya Sağlık Örgütü’nün sınıflandırmasında yer alan
psikotik bozukluklar kategorisinde; şizofreni, şizoaffektif bozukluk, şizotipal
bozukluk, persistan delüzyonel bozukluk, başka etkenlerle ortaya çıkan
delüzyon, akut ve geçici psikotik bozukluk ile diğer ve tanımlanmamış organik
olmayan psikotik bozukluk bulunmaktadır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin
sınıflandırma sisteminde bulunan psikotik bozukluklar kategorisinde ise
şizofreni, şizoaffektif bozukluk, şizofreniform bozukluk, sanrısal bozukluk ve
kısa psikotik bozukluk yer almaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Psikotik belirti ve bulguların görüldüğü en ağır
psikotik bozukluk olarak tanımlanan şizofrenide görülen çekirdek psikotik
belirtiler; sanrılar, varsanılar, dezorganize konuşma ve davranışın oluşturduğu
pozitif psikotik belirtiler ile düz duygulanım, sosyal içe çekilme, düşünce
içeriğinde fakirleşmenin oluşturduğu negatif psikotik belirtiler olarak ikiye
ayrılmaktadır. Şizofrenide görülen çekirdek psikotik belirtiler tedavi ile
büyük oranda kontrol altına alınsa bile, bilişsel yıkım ve bu belirtilerin
neden olduğu işlevsellik kaybı tamamen durdurulamamaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Tedavi zorlukları, şizofreninin de içinde bulunduğu
psikotik bozuklukları, hastalara yüksek bedeller ödeten hastalıklar içine
taşımakta ve bu bedelin sadece hasta ile sınırlı kalmadığı, sağlık
hizmetlerine, kamuya, ailelere yani dolaylı olarak tüm topluma uzandığı
görülmektedir. Şizofreninin herhangi bir sağlık sorunundan çok daha fazla
hastane yatağı kullanımı gerektirdiği ve günümüz ulusal sağlık hizmetleri
harcaması toplamının % 1.4 ile % 2.8’ine mal olduğu öne sürülmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;"></span><b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Psikoz
benzeri yaşantılar ile ilgili genel bilgiler</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Çalışmacılar psikotik bozuklukların zamana ve mekâna
bağlı olarak genel toplumun öngörülenden daha fazla kesimini etkilediğine;
psikoz benzeri düşünce, algı, biliş ve ilişkilenme biçiminin ise genel nüfus
içinde çok daha yaygın görüldüğüne işaret etmektedir. Günümüzde psikozun ‘var
ya da yok’ şeklindeki kategorik bir olgudan ziyade, belirti şiddetinin
farklılık gösterdiği bir süreklilik içinde dağılım gösterdiğine dair görüş
ağırlık kazanmaktadır. Sürekliliğin bir ucunda hiç bir psikoz benzeri yaşantısı
olmayan bireyler bulunurken, diğer ucunda ise psikotik bozukluk hastaları
bulunmaktadır. İki ucun arasında ise belirtileri farklı şiddetlerde
yaşantılayan; farklı klinik tanılar alan ya da almayan kişiler yer almaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;"></span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Başta bilişsel ve algısal olmak üzere birçok açıdan
psikoza benzeyen, sağlıklı bireylerden oluşan örneklem gruplarında da
ölçülebilen bu yaşantılar; farklı yayınlarda eşikaltı psikotik yaşantı, psikoz
yatkınlığı, psikoz benzeri yaşantı ya da şizotipi gibi isimlerle
tanımlanmaktadır. Bu yaşantıların yaşamboyu yaygınlığının % 5.3 ve sıklığının
da % 3.1 olduğu bildirilmiştir. Psikoz benzeri yaşantıların yaygınlık ve sıklık
oranları arasında bulunan farklılık eşikaltı psikotik yaşantıların çoğunun geçici
olduğuna ve zamanla kaybolduğuna işaret etmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Çalışmacılara göre psikoz benzeri yaşantılar, 20-25
yaş arasında tepe noktasına ulaşmakta ve daha sonra yarı oranında ortadan
kalkmaktadır. Biyolojik yatkınlıkla ilişkilendirilen ve nörogelişimsel mekanizmalarla
ortaya çıkan psikoz benzeri geçici olabilen böyle durumlar diğerlerinden farklı
olarak, maruz kalınan ek çevresel risk faktörlerinin derecesine göre sıklıkla
kalıcı hale gelmekte ve biyolojik yatkınlığı olan kişilerde psikotik belirtinin
ortaya çıkması kolaylaşmaktadır. Psikoz benzeri bir yaşantı ile psikotik bir
belirti arasındaki ayrım, psikiyatrik öyküde bulunan zorlanma, işlevsellikte
bozulma, tedavi gerekliliği ya da tedavi arayışı ile yapılmaktadır. Biyolojik
ve çevresel birçok faktörün etkileşimi sonucunda oluşan, geçici eşikaltı
psikotik yaşantılar kalıcılaşıp, kliniğe yansıyan psikotik belirtilere;
psikotik belirtiler de tanı eşiğini aşıp psikotik bozukluklara neden
olabilmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Geçici olan psikoz benzeri durumun kalıcılaşmasında
biyolojik yatkınlığın şiddeti kadar etnik azınlık grubunda olma, ayrımcılığa
maruz kalma, kentsel bir yerleşim biriminde büyüme, madde kullanımı gibi bazı
çevresel etkenlerin ve affektif bozulmanın eşlik etmesinin de belirleyici
olduğu bildirilmiştir (16,17). Afektif bozulma eşlik etmediğinde psikoz benzeri
yaşantıların gidişatının genellikle iyileşme yönünde olduğu; bu nedenle psikoz
benzeri yaşantıların, psikotik bozukluk, depresyon, anksiyete bozukluğu, alkol
madde kullanım bozuklukları gibi psikiyatrik hastalıkların yaygınlığı ile de
ilişkili olduğu düşünülmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Psikoz
sürekliliği kavramı</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Psikiyatrik hastalıkların tanı ve sınıflandırma
kriterlerinin temellerini atan Emil Kraepelin, psikotik olan ve olmayan
bozukluklar arasında net bir ayrım yapmaya çalışmıştır (19). Eugen Bleuler ise
psikozun toplumda değişen derecelerde var olduğunu düşünmüş (20), akıllılık ile
delilik arasına Kraepelin gibi net bir çizgi çizmekten kaçınmıştır. ‘Hastalık’
durumu için klinik belirtiler kategorik olarak kullanıldığında, sadece tanı
eşiğinin üzerinde olanlar ‘hasta’ olarak değerlendirilmektedir. Hastalık
fenotipini kategorik tanımlamanın getirdiği dezavantajları aşıp, risk yaratan
ya da riskten koruyan biyolojik ve çevresel birçok faktör ile hastalık
ilişkisini belirlemeyi kolaylaştırmak için eşik altı hastalık tanımına olan
ihtiyaç artmıştır.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-17541568315548077562014-11-11T19:45:00.001+02:002014-11-11T19:45:49.540+02:00Dikkat Kontrolu Nedir
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Dikkat
Kontrolü Nedir<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Dikkat kontrolü bireyin dikkatinin yönlenmesini
kontrol edebilme becerisini ifade eder (Cisler ve Koster 2010). Eysenck’in
(2004) dikkat kontrolü teorisine göre anksiyete, dikkatin tehlikeyle ilişkili
uyaranlara daha fazla yönlendirilmesine neden olur. Bu da eğer mevcut görev
tehlikeli uyaran içermiyorsa verilen dikkatin azalacağı anlamına gelir. Yani,
anksiyete, merkezi yürütücünün anahtar işlevlerinden olan dikkat kontrolünü
bozar. Bu durum; kaygılı düşünceler gibi içsel veya tehlikeli uyaran içeren
konu ile ilişkisiz çeldiriciler gibi dışsal tehlikeyle ilişkili uyaranlara
dikkat yanlılığına neden olur.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Dikkat kontrolü teorisine göre iki dikkat sistemi
vardır. Birincisi beklentilerin, bilgilerin ve mevcut amacın etkisinde olan
hedefe yönelmiş dikkat sistemidir. Yukarıdan-Aşağıya </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">“top-down” </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">sistemi olarak adlandırılır ve prefrontal korteks
(PFK) ile ilişkilidir. İkincisi de belirgin uyarana cevap veren dürtü-güdümlü
Ağağıdan-Yukarıya “bottom-up” sistem olup temporopariyetal ve </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">ventral </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">prefrontal korteks ile ilişkilidir. Dikkat kontrolü
teorisine göre anksiyete bu iki dikkat sistemi arasındaki dengeyi bozar.
Anksiyete, dürtü güdümlü dikkat sisteminin etkisinin artması ve hedef amaçlı
dikkat sisteminin etkisinin azalması ile ilişkilidir ve tüm bu etkiler
anksiyete derecesi arttıkça artar.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Yürütücü işlevlerden inhibisyon ve kategori
değiştirme ile ilgili beyin bölgeleri, hedef amaçlı </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">“top-down” </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">dikkat sistemi ile ilişkili bölgelerle aynıdır
(Miller ve Cohen 2001). Çalışmalar; prefrontal korteks ve ilişkili yapıların
(ör. </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">anterior </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">singulat
korteks ve orbitofrontal korteks) dikkatin tehlikeli uyarandan ayrışmasındaki
güçlüğün altında yatan nöral mekanizma olduğunu göstermektedir. Bu nöral
yapılar düzenleyici bir amaca hizmet eder ve duygu ile ilişkili olan limbik
yapıların kontrolünde görev alır. Derryberry ve Reed (2002), iyi dikkat
kontrolü olan kaygılı bireylerin 500 ms süren tehlikeli uyaranlarda
dikkatlerini uyarandan kaydırabilme becerisine sahipken, dikkat kontrolü zayıf
olan bireylerin bunu yapamadığını göstermiştir. Bishop, Duncan, Brett ve
Lawrence’ın (2004) çalışmasına göre durumluk kaygı ile PFK aktivitesi arasında
ters korelasyon vardır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Kaygılı mizaca sahip bireylerin gerek tehlikeli
uyaran varlığında (Dolcos ve McCarthy 2006) gerekse yokluğunda (Bishop 2008)
bozulmuş PFK kontrolü sergilediği gösterilmiştir. Bu bulgular dikkatin
ayrışmasında güçlüğün altında prefrontal düzenleyici yapıların varlığını
desteklemektedir (Cisler ve Koster 2010).</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-72958679344176642792014-11-11T19:43:00.002+02:002014-11-11T19:45:05.145+02:00Esrar Bagimliligi Tedavisi<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Esrar
Bağımlılığı Tedavisi<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Esrar bağımlılığı tedavisi için yaklaşımları
farmakolojik ve psikososyal müdahaleler olarak iki ana başlık altında
toplayabiliriz.<o:p></o:p></span><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Esrar bağımlılığı alanın da etkinliği kesin olarak
gösterilmiş farmakolojik ajanlar bulunmamakla birlikte, preklinik ve klinik
çalışmalarla CB1 reseptör antagonisti SR141716, (bupropion), nefazodone,
lityum, valproik asit, vb. farmakolojik ajanların etkinliği
değerlendirilmiştir. Esrar bağımlılığında farmakolojik tedavi ile ilgili
çalışmalar değerlendirildiğinde çalışmaların küçük örneklem sayısına sahip
olmaları, özellikle esrar bağımlılığı tedavisini hedefleyen çalışmaların
olmayışı, laboratuar şartlarında gösterilen etkilerin klinik populasyonda yeterli
düzeyde olmayışı kısıtlılık olarak değerlendirilebilir. İntoksikasyon ve
yoksunluk bulgularını azaltan ilaçlar esrar bırakmanın başlangıcında, esrarın
etkilerini bastıran, aşermeyi azaltan, eşlik eden psikiyatrik bozuklukları
düzelten ilaçlar relapsların önlenmesinde yarar sağlar.</span><br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Psikososyal yaklaşımlar alanında; Relaps önleme ve
sosyal destek grupları, kısa farkındalık oluşturma, motivasyon arttırma
grupları, bilişsel davranışçı terapiler, aile eğitimi modelleri vb. birçok
psikoterapi ve kombinasyonları esrar bağımlılığının tedavisinde çalışılmış.
Psikoterapi yaklaşımlarının tümünün tedavi için yarar sağladığı, fakat
hiçbirinin bir diğerine üstünlük sağlamadığı, daha uzun süreli terapi
yaklaşımlarının kısa süreli müdahalelerden anlamlı farklılık göstermediği
belirtilmiş.</span><br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Dikkatin
gözlemlenebilen bileşenleri:<span style="mso-tab-count: 1;"> </span></span></b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Dikkat yanlılığının </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">gözlemlenebilen ve ölçülebilen özellikleridir.
Artmış dikkat </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">(facilitated attention); </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">dikkatin
tehlike-ilişkili uyaranlara görece daha kolay ve hızlı bir şekilde çekilmesidir
(dikkat oryantasyonu). Dikkatin ayrışmasında güçlük </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">(difficulty </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">in </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">disengagement); </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">dikkatin tehlike-ilişkili uyaran tarafından zaptedilmesi ve dikkatin
tehlike-ilişkili uyarandan geri çekilip başka bir uyarana kaydırılmasında
zorluğu ifade eder. Kaçınma (attentional </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-weight: bold;">avoidance); </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">dikkatin tehlikeye ilişkin uyaranlardan kaçırılıp,
tehlike-ilişkili uyarandan uzak bir alana yöneltilmeye çalışılmasıdır.</span><br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Bu bileşenlerin ortaya çıkmasını düzenleyen
mekanizmalar: Dikkat yanlılığının gözlemlenebilen özelliklerinin oluşturan
mekanizmalar muhtemelen düzenleyici bir nitelik de taşımaktadır. (Örneğin;
tehlikeye atomatik vijilansın hem oluşmasında hem de cevabın düzenlenmesinde
ilişkili nöral mekanizma amigdaladır. Dikkatin tehlikeli uyarandan geri
çekilmesini sağlayan düzenleyici mekanizma olarak “dikkatin kontrolü”nden
bahsedilir).</span><br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Her bir düzenleyici mekanizmanın çalıştığı bilgi
işlemleme evreleri:</span></b><br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Genel olarak otomatik ve stratejik evreler olarak
ikiye ayrılır. Otomatik evre; amaç, kontrol ve farkındalık olmadan oluşan ve
sınırsız kapasiteye sahip süreçtir. Stratejik evre; amaçlı, kontrollü, sınırlı
kapasiteye sahip ve farkındalığa dayalı süreci ifade eder.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-2658809149394143642014-11-09T21:39:00.001+02:002014-11-09T21:39:11.388+02:00Sizofrenide Tedaviye Uyum<b>Şizofrenide Tedaviye Uyum</b><br />
<br />Ruhsal bozukluklar arasında tedavi uyumsuzluğunun en çok görüldüğü bozukluk şizofrenidir. Hastaların tedaviye uyum göstermemeleri ve ilaçlarını almaması, psikotik belirtilerin ve kendine ve başkalarına karşı şiddet riskinin artmasına, olumsuz prognoza, acil psikiyatriye başvurma ve hastaneye yatma sayılarında artışa ve yüksek maliyete neden olmaktadır. Şizofreni hastalarında görülen tedaviye uyumsuzluk durumu ise tekrarlayan yatış riskinin 3,7 ile 5 kat fazla olmasına neden olmakta ve tekrarlayan yatışlar hastaların sokaklarda yaşama riskini arttırmaktadır<br />
<br />Şizofrenide tedaviye uyumsuzlukla ilgili oranların % 10-80 arasında değiştiği bildirilmektedir. şizofreni tanısı alan hastaların ortalama % 41’inin tedaviyi bıraktığı veya ilaçlarını reçete edildiği gibi kullanmadığını belirtilmişdir. Araştırmalar antipsikotiklere başlamayı izleyen ilk 7-10 gün içinde hastaların % 25’inin verilen ilaçları almadığını, bir yılın sonunda bu oranın % 50 (Barnes ve Drake 2007; Kao ve Liu 2010; Kleinman ve ark. 2011), iki yılın sonunda ise % 75 olduğunu göstermiştir<br />
<br />Bressington ve ark. (2012) Hong Kong’da yaptıkları çalışmada şizofreni tanısı alan hastaların % 30’unun tedaviye uyumunun düşük olduğu saptanmıştır. Olfson ve ark. (2000) yaptıkları çalışmada ise, hastaların, hastaneden çıkmasını izleyen ilk 3 ay içinde yaklaşık % 50’sinin kısmi uyumsuzluk, % 20’sinin ise tam uyumsuzluk gösterdiklerini belirtmişlerdir. Roberts ve Velligan (2011) yayınladıkları Uzman Fikir Birliği Klavuz Serisi: Ciddi ve Ağır Ruhsal Hastalığı Olan Hastalarda Tedaviye Uyum Problemleri konsensusuna 41 uzman katılmış ve şizofrenide tedavi uyumsuzluk oranının % 51-70 oranında değiştiği ve hastaların sadece % 10’unun ilaçlarını % 80-100 oranında reçete edildiği gibi kullandıklarını ifade etmişlerdir. Ülkemizde Koç'un (2006) yaptığı çalışmada şizofreni tanılı hastaların % 74'ünün tedaviye uyumsuz olduğu; Dilbaz ve ark. (2006)’nın Ankara’da yaptıkları çalışmada ise hastaların tedaviye uyumsuzluğunun uzun dönemde % 25, akut dönemde ise % 51 olduğu belirlenmiştir.<br />
<br />Ulusal İngiliz Sağlık ve Klinik Üstünlük Enstitütüsü (National Institute for Health and Clinical Excellence- NICE) (2009) ise yayınladıkları rehberde tedaviye uzun süreli devam etmenin hastayı tekrarlayan yatışlardan koruduğunu belirtmiştir.Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-7020119399132053042014-11-09T21:38:00.002+02:002014-11-09T21:38:08.201+02:00Ruhsal Bozukluklarda Tedavi<b>Ruhsal Bozukluklarda Tedavi</b><br /><br />Tedaviye uyumsuzluğun en fazla görüldüğü kronik hastalıklar ruhsal bozukluklardır. Tedaviye uyumsuzluğun hem hasta hem de ailesi için yıkıcı sonuçları olur. Uzun süre veya ömür boyu ilaç kullanması gereken ciddi ruhsal bozukluklarda tedavi uyumu hastalığın seyri açısından önem taşır. Özellikle sürdürüm tedavisi sırasında sıkça karşılaşılan uyumsuzluk hastalığın seyrinde erken alevlenmelere neden olur. Bu durum sık hastaneye yatışa neden olarak tedavi maliyetlerini, hastanın topluma uyumunu, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler. Kişisel acı çekme ve engellilik de tedavi uyumsuzluğunda gelişen diğer problemlerdir<br />
<br />Ruhsal Bozukluklarda Tedavi Uyumsuzluğunu Etkileyen Etmenler<br />
<br />
Ruhsal bozukluklarda tedavi uyumsuzluğunun önlenmesi ve düzenli ilaç kullanımının sağlanması hasta ve sağlık ekibi için tedavinin en önemli amacıdır. Bunun için öncelikle uyum veya uyumsuzluğu etkileyen etmenleri belirlemek ve önlemek gerekir (Yılmaz 2004; Kasper ve ark 2009). Uyumsuzluğa neden olan etmenler ruhsal bozukluğa, bireye, aileye, çevreye, tedaviye ya da tedavi ekibine bağlı olabilir<br />
<br />Ruhsal Bozukluğa Bağlı Etmenler<br />
<br />Uyumsuzluk, çeşitli psikopatolojik durumlar, organik mental durumlar ve özellikle sanrıların içeriği ile ilişkilidir. Kötülük görme, büyüklük ve kontrol edilme sanrıların ön planda olduğu pozitif belirtiler tedavi uyumunu ciddi biçimde bozmaktadır. Ayrıca negatif belirtiler, motivasyon eksikliği ve apati de uyumu bozmaktadır. Hastalığın akut döneminde hostilite ve psikotik dağınıklık gibi hastalık belirtileri de tedavi reddine neden olabilir. Yine psikopatoloji şiddeti, hastalık süresinin uzun olması, hastalığın seyri, hastalığın bireyin yaşamına etkisi ve yatış sayısının fazlalığı da ilaç uyumsuzluğu ile ilişkilidir. Özellikle hastalık süresinin uzunluğu ve sık yatışlar, hastalarda hastalıklarının hiç düzelmeyeceği ve tedavi girişimlerinin etkili olamayacağı şeklindeki düşüncelerin gelişmesine neden olarak tedavi uyumunu bozmaktadır.Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-2186621621941045332014-10-31T00:01:00.002+02:002014-10-31T00:02:05.942+02:00Melamin'in Kimyasal ve Toksolojik Ozellikleri<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Melamin’in Kimyasal
Özellikleri<o:p></o:p></span></b><br />
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"></span><br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Moleküler formül; (C3H6N6), IUPAC (International Union of
Pure and Applied Chemistry-Chemical nomenclature) ismi; 1,3,5-triazin
-2,4,6-triamin, Molar kütle 126.12 g / mol. Melaminin % 66 oranında azot
içerdiği belirtilmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Melamin organik bir bileşiktir. Alman kimyager Justus von
Liebig tarafından 1834'te sentezlenen melamin, formaldehitle birleştirildiğinde
ısı ile sertleşen, çok dayanıklı bir plastik (melamin reçinesi) meydana
getirmekte ve ev aletleri (mutfak gereçleri, cihazlar, aydınlatma vs),
gübreler, mutfak tezgâhları, yangın geciktiriciler, yapıştırıcılar, kumaşlar ve
kuru-silinebilir plakalar (beyaz tahtalar) gibi malzemelerin üretiminde
kullanılmaktadır. Reçinelerden gıda üretimi sırasında gıda ile temas olsa da
genellikle gıdalarda iz miktarlarda melamin mevcuttur. Gıdalarda eser
miktarlarda bulunabilen melaminin bu seviyesi insan sağlığı için herhangi bir
risk teşkil etmediği belirtilmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Melamin 1950 ve 1960’larda yapısındaki yüksek azot
içeriğinden dolayı gübre olarak kullanılmıştır. Sonraları melaminin gübre
olarak oldukça pahalı olduğu ve yerine daha ekonomik azot kaynakları tercih
edilmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Melamin yüksek oranda azot içerdiği için 1958 'den itibaren
büyükbaş hayvan yemlerinde protein olmayan azot (NPN-non protein nitrogen)
kaynağı olarak kullanılmış, 1978 'de yasaklanmasına karar verilmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Melamin’in
Toksikolojik Özellikleri</span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İnsanlarda ağız yoluyla alınan melamin toksisitesi ile
ilgili çalışma yoktur. Toksisite verilerine esas olarak koyun, kedi, köpek,
fare ve sıçan çalışmaları gelmektedir. En endişe verici olanı renal
toksisitedir. Ciltte, gözlerde doğrudan temas sonucu ve inhalasyon ile solunum
yollarında tahrişe neden olduğu bulunmuştur.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Melaminin oral yoldan yenmesi mesane kanseri, üreme
hasarları, mesane ya da böbrek taşlarına, böbrek yetmezliğine neden olabilir.
1953 yılında yapılan bir çalışmada, bir yıl boyunca melamin ile kontamine
besinlerle beslenen köpeklerin % 3’ünde aşağıdaki değişiklikler olduğunu
bildirilmiştir. Vücut ağırlığında azalma, melamin kristalüri, idrarda protein
ve gizli kan bulunmuştur. Yine 1953 yılında koyunlar üzerinde yapılan bir
çalışma ile akut böbrek toksisitesi gösterilmiştir. 100g oral dozda melamin
verilen tüm koyunların öldüğü, azaltılarak oral verilenlerde böbrek toksisiteleri
gözlenmiştir. Melaminin düşük dozlarda toksik olmadığı bildirilmiştir. Ancak
Amerikan Veteriner Laboratuar Teşhis Derneği tarafından yaptırılan bir
araştırma da siyanürik asit ile birleştiğinde, çözünmeyen kristaller
oluşturarak böbrek taşlarına neden olmakta; özellikle bebekler ve küçük
çocuklar gibi hassas bireylerde böbrek yetmezliği sonucunda ölüme yol
açabilmektedir. Yetişkinlerde, melamin sadece çok yüksek konsantrasyonlarda
tehlike yaratmakta olduğu bu nedenle kronik toksisite potansiyeli olduğunu
belirtilmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hayvanlarda yapılan çalışmalarda melaminin üremeye olumsuz
etkisinin olduğu, kanser ve böbrek yetmezliğine yol açabildiği bildirilmiştir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-74559076355660848572014-10-18T23:31:00.002+03:002014-10-18T23:31:13.212+03:00Deri Prik Testler
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Deri Prik Testleri<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">DPT IgE aracılı
yanıtları ölçen, kolay uygulanabilir ve sonuçları hızlı elde edilebilen
testlerdir. Bu özellikleri nedeniyle uzun zamandır epidemiyolojik çalışmalarda
kullanılmış ve halen kullanılmaktadırlar. Negatif deri testi sonucu test edilen
gıda ile IgE aracılı alerjik reaksiyon ihtimalinin zayıf olduğunu gösterir,
yani yüksek negatif prediktif değere sahiptir. Fakat negatif test sonucu hücre
aracılı alerjik reaksiyonu ya da intolerans ihtimalini dışlamadığı gibi, ağır
atopisi olanlarda klinik önem arz etmeyen alerjenler ile bile reaksiyon
saptanabilir, bu yüzden uygulanacak test seçilirken ve test sonuçları
yorumlanırken klinik hikaye yönlendirici olmalıdır. Öte yandan sonuçlar birçok
etkene bağlıdır: Test solüsyonu, kullanılan bölge, hastanın steroid ve
antihistamin grubu ilaç kullanıp kullanmadığı, hastaya ait faktörler(özellikle
cilt hastalığı), ve yanıt değerlendirme yöntemleri gibi.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"></span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">En önemli etken
uygun deri testi solüsyonu kullanılmasıdır. Birçok alerjen için ticari
solüsyonlar bulunmaktadır, ancak üreticiler arası, hatta üretim serileri
arasında farklar bulunabileceğinden standardize ekstrelerin kullanılması önem
kazanmaktadır. Meyve ve sebze için ticari solüsyonlar kısa raf ömrüne sahip
olduğundan <i>prik-to-prik</i> deri testleri daha faydalı olabilmektedir.
Gelecekte biyomühendislik yöntemleri ile klinik açıdan önem arz eden
proteinlerin tasarlanması ve ekstrelerde kullanılması ile DPT değerinin daha da
artması beklenmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Genellikle deri
testi yanıtları milimetre cinsinden ifade edilir, bunun yanı sıra negatif
kontrol ve pozitif kontrol (histamin) yanıtları da belirtilir. Pozitif test
negatif kontrol çapı ile alerjen yanıtı ortalama çap farkının 3 mm’nin üzerinde
olması olarak ifade edilir. Bunun yanı sıra araştırmacıya göre ortalama çap, en
uzun çap ile ona perpendiküler olan çapın aritmetik ortalaması, yanıtın alanı,
histamin yanıtına göre alerjen yanıtının ortalama çapın kategorik değeri(örn.
1+, 2+, vs) olarak da ifade edilebilir. Epidemiyolojik çalışmalar karşılaştırılırken
deri testleri yanıtının ölçülmesinde kullanılan ifadenin aynı olması önemlidir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-73051077339525482532014-10-18T23:29:00.002+03:002014-10-18T23:29:49.222+03:00Turkiye’de Besin Alerjisi
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Türkiye’de Besin Alerjisi<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Türkiye’de bu
konuyu ele alan sınırlı sayıda epidemiyolojik çalışma bulunmaktadır. 1999
yılında G.Çelik ve ark. tarafından Ankara’da 18 yaş üstü nüfusü ele alan
çalışmanın birinci aşamasında rastlantısal olarak seçilen 1300 kişiden 1056sı
ile yüz yüze görüşülmüş ve anket doldurulmuştur. Bildirilmiş besin alerjisi
prevalansı %6,2 olarak hesaplanmıştır. İkinci aşamada telefon ile kliniğe
çağrılan 130 kişiden 100’ü değerlendirilmiş ve besin alerjisi prevalansı ilginç
olarak %0 olarak bulunmuştur.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">İstanbul şehri
nüfusunu kapsayan başka bir araştırmada ise telefon ile 11816 kişiye ulaşan Gelincik
ve ark. erişkin yaş grubunda yaşam boyu bildirilmiş besin alerjisi prevalansını
%9,5 olarak rapor etmişlerdir. Klinik değerlendirme sonucu %0,3 kişiye besin
alerjisi/besin intoleransı tanısı konulurken, ÇKPKPT ile besin alerjisi
prevalansı %0.1 ve besin intoleransı prevalansı %0.1 olarak bulunmuştur.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Çocukluk yaş
grubunu ele alan tek araştırma ise Doğu Karadeniz bölgesinde 2006 yılında
gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada F.Orhan ve ark. bölgelerinden 6-9 yaş arası
3500 çocuk seçmiş ve bunların 2739’una ulaşmışlardır. Ebeveynler tarafından
bildirilmiş IgE aracılı besin alerjisi prevalansını %5,7, bu olgu grubunda
standart besin alerjisi panelinde DPT ile sensitizasyon sıklığını %33,1, ÇKPKPT
ile hesaplanmış besin alerjisi prevalansını ise %0,80 olarak bulmuşlardır. En
sık alerjenik gıda olarak, sırasıyla, kırmızı et(%31,8), inek sütü(%18,1),kakao(%18,1),
tavuk yumurtası(%13,1) ve kivi(%13,6) rapor edilmiştir.<o:p></o:p></span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-36961448911943330282014-10-18T23:29:00.000+03:002014-10-18T23:29:08.332+03:00Dunyada Besin Alerjisi
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Dünyada Besin Alerjisi</span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Besin
alerjileri en sık olarak 0-3 yaş grubunda görülmektedir. Bu yaş grubunda en sık
olarak inek sütü, yumurta beyazı, soya alerjisi görülmektedir. Genç yetişkinlik
ve erişkin yaş grubunda en sık görülen besinler farklı olup en sık sorumlu
besinler arasında fıstık, fındık ve balık yer almaktadır. Tüm ülkelerde en sık
besin- alerjisi etkeni olarak yumurta ve süt saptanmaktadır. Ancak coğrafi ve
kültürel faktörlere ve beslenme alışkanlıklarına bağlı olarak bazı bölgelerde
spesifik alerjilere daha fazla rastlanır ve buna örnek olarak Fransa’da hardal
alerjisi, İsrail’de susam alerjis] ve Hong Kong’ta arı sütü alerjisi verilebi.
1991-1994 yılları arasında Avrupa’nın 15 ülkesinden 34 merkezin katılımı ile
gerçekleştirilen ve ülkelerarası astım prevalansını karşılaştırmayı amaçlayan
ECRHS araştırmasında 20-44 yaş arası 17.280 kişinin besin ile olan semptomları
da değerlendirilmiştir. Bu populasyonun %12,2’si herhangi bir gıda ile
tekrarlayan tarzda şikayet yaşadığını belirtmiştir. Sorunlara yol açan gıdalar
arasında çikolata(%4,8), elma ve fındık(ikisi için de %4,7), çilek(%4,6),
portakal ve domates(ikisi de %3,0), karides ve yumurta(ikisi için de %2,8),
istiridye(%2,3), balık(%2,2) ve 76 başka besin belirtilmiştir[10]. </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Roberto </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">ve ark.[6] yaptığı derlemeye göre çalışmalar arası heterojenite bulunmakla
beraber tüm yaş gruplarında herhangi bir besin için bildirilmiş besin alerjisi
prevalansı %3-35, süt için %1,2-17, yumurta ve balık için %0-2, kabuklu deniz
ürünleri için %0-10, semptomatik bireylerde deri testleri veya spesifik IgE ile
duyarlanma herhangi bir besin için %2-5, süt için %0-2, yumurta için %0,5-2,5,
yerfıstığı için %0,5-2,5, balık için <%0,5, kabuklu deniz ürünleri için
%0-1,4 olarak bildirilmiştir. </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Oral </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">provokasyon testleri ile besin alerjisi prevalansı
herhangi bir gıda için %1-10,8, süt için %0-3, yumurta için %0-1,7, yerfıstığı
için %1,5-1,6 olarak bulunmuş, ancak hiç balık ve kabuklu deniz ürünleri
alerjisi saptanmamıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Zuidmeer ve ark. yazdığı derlemeye göre çocukluk yaş
grubunda tespit edilen besin alerjisi prevalansı kullanılan metodolojiye ve
değerlendirilen yaş grubuna göre değişkenlik göstermekle beraber, okul öncesi
yaş grubunda ağaçta yetişen kabuklu yemişler için sensitizasyon sıklığı %0,02-0,7
iken, meyve, sebze ve ağaçta yetişen kabuklu yemişler için saptanan bildirilmiş
besin alerjisi sıklıkları %2,2-11,5, %0,7-3,3 ve %0,03- 0,2’dir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Venter ve ark. </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Isle </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">of </span><span lang="EN-US" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-ansi-language: EN-US; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Wight </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">adasında(İngiltere) prospektif olarak 969 bebekten oluşan 2001-2002 doğum
kohortunu izlemiştir ve ilk üç yıllık izlemde ebeveyn tarafından bildirilmiş
besin alerjisi prevalansı %33.7 iken, besin alerjeni ile kümülatif
sensitizasyon prevalansı %5,3, klinik hikaye ve çift kör plasebo kontrollü
provokasyon testi(ÇKPKPT) dayalı besin alerjisi prevalansı %5 olarak tespit
edilmiştir. En sık alerjenik gıdalar olarak inek sütü, yumurta ve fıstık
saptanmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ülkeden ülkeye
besin alerjisi prevalansı ve sorumlu ajanlar değişkenlik göstermektedir, bu
farklılıklar epidemiyolojik çalışmalarda besin alerjisi tanımının standart
olmamasından ve prevalans saptamasında farklı yöntemlerin kullanılmasından,
ülkeler arası alerjen ile duyarlanma yaşının ve yolunun(deri veya oral) farklı
oluşundan, farklı beslenme alışkanlıklarından, coğrafi ve kültürel
farklılıklardan dolayı olduğu düşünülmektedir. ECRHS çalışmasına katılan
ülkeler bildirilmiş besin alerjisi/intoleransı prevalansı açısından
karşılaştırıldığında, Avustralya’da (%19,1) en yüksek, İspanya’da (%4,6) en düşük
oranlara ulaşılmıştır. Ülkelerarası farklar irdelendiğinde, İsrail’de susam
alerjisi tanısının ortalama bir yaş civarında konulduğu, prevalansının 0-2 yaş
grubunda %0,18 olup anafilaksi etkeni olarak sütten sonra ikinci sırada yer
aldığı bildirilmektedir. Aynı çalışmada yerfıstığı alerjisi prevalansı %0,04
olarak bulunmuştur. Bunun tersine, İngiltere’de 0-4 yaş grubunda kümülatif
yerfıstığı sensitizasyon prevalansı(DPT ile) %1,2 olarak bulunmuş, ve başka
çalışmalar ile benzer oranlar elde edilmiştir. İngiltere ve diğer Avrupa
ülkelerinde, Kuzey Amerika’da daha erken yaşta yerfıstığı alerjisi tanısının
konulması, prevalansının diğer ülkelere göre yüksek bulunması ve anafilaksi
etkenleri arasında önemli yere sahip olması yerfıstığının yaygın olarak
tüketilmesi, hamile kadınların bu gıdayı tüketmesi ile fetusun <i>in utero</i>
sensitizasyonu, erken yaşta diyete dahil edilmesi gibi etkenlere bağlı olduğu
tartışılmaktadır. İsrail’de ise yerfıstığı alerjisi prevalansının göreceli
olarak düşük bulunmasının diyete erken yaşta yerfıstığı yerine tahin ve
helvanın dahil edilmesi ile ilişkili olduğu speküle edilmektedir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-85512147906008238282014-10-18T23:27:00.002+03:002014-10-18T23:27:21.066+03:00Besin Alerjisi Dogal Seyri
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Besin Alerjisi ve Doğal Seyri<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Besin alerjisi
bebeklik ve erken çocukluğun önemli sağlık sorunlarından biri olup sık olarak
görülmektedir. Sıklığı 12 ay civarında pik yapmaktadır, daha sonra giderek
azalmaktadır. Bebeklikte kazanılan duyarlılıkların çoğu zaman içinde
kaybolmaktadır, ancak bebeklerin bir kısmı başka gıdalara duyarlılık
kazanabilmektedir, ileri yaşlarda ise solunum alerjenlerine duyarlanarak
alerjik astım ve alerjik rinokonjonktivit geliştirme açısından risk
altındadırlar. MAS doğum kohortundan(toplam 4082 çocuk) 216 çocuğun 1, 2, 3, 5
ve 6 yaşında radioallergosorbent(RAST) metodu ile ölçülen yumurta akı, inek
sütü soya ve buğday spesifik IgE(spIgE) değerlendirildiğinde, yıllık duyarlanma
insidansı en yüksek bir yaşında olup %10 iken, altı yaşında %3 olarak
saptanmıştır. İlginç olarak, doğumda kord kanından alınan hiçbir örnekte
herhangi alerjen ile duyarlanma saptanmamıştır. Aynı çalışmada, ailesel atopi
hikayesi, 12 aylıkken artmış log[Total IgE] ve tavuk yumurtası splgE düzeyleri
üç yaşında ev içi ve ev dışı alerjenler ile duyarlanma açısından önemli risk
faktörü olarak tanımlanmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Atopik genotipi
bulunduranlar atopik fenotipi geliştirdikten sonra bebeklikte alerjik egzema,
erken çocuklukta alerjik astım, daha ileri yaşlarda ise alerjik
rinokonjonktivit geliştirme açısından risk altındadırlar. Bu fenomen atopik
yürüyüş olarak adlandırılmaktadır, ve alerjik egzeması olan bebeklerin uzun
vadeli takibi bu açıdan önem arz eder.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Besin
alerjilerinin çoğu zamanla kaybolur. İmmüntoleransın kazanılması farklı
besinler ve farklı hastalar için değişkenlik göstermektedir. Sampson ve Scanlon
yaşları üç ile 18 arasında değişen atopik dermatiti olup besin alerjisi bulunan
75 hastayı prospektif olarak takip etmiş ve hastalara yıllık olarak duyarlı
oldukları besinler ile provokasyon testi yapmışlardır. Takibin birinci yılı
sonunda 75 hastanın 19’u duyarlı oldukları alerjenlere karşı klinik tolerans
kazanmışlardır. İki yıl sonra kalan 44 hastanın dördünde besin alerjisi
saptanmamış, üç yıl sonra ise provokasyon testi yapılan 20 hastanın hiç birinde
besin alerjisi saptanmamıştır. Shek ve ark. yumurta alerjisi olan 88 hastada ve
inek sütü alerjisi olan 49 hastada spesifik IgE düzeylerini takip etmişler ve
zamanla 66 yumurta alerjisi olan hastanın 28’inin ve inek sütü alerjisi olan 33
hastanın 16’sının alerjilerini kaybettiğini kaydetmişlerdir. Yaşa göre
tabakalandırılarak, ilk provokasyon testi tarihinde dört yaş altı ve dört yaş
üstü çocuklar spesifik IgE düşüş hızlarına göre karşılaştırılmış, dört yaş altı
grubunda spesifik IgE düşüş hızı immüntoleransın kazanılmasıyla ilişkili bulunmuş.
İmmüntolerans geliştiren grupta hem yumurta, hem inek sütü ortanca spesifik IgE
düzeyleri anlamlı olarak düşük bulunmuştur (p=0,006).</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Dannaeus ve
Inganas farklı besin alerjileri nedeniyle altı ay ile 14 yaş arası 82 çocuğu
2-5 yıl süre ile takip etmişlerdir. İnek sütü alerjisi bulunan 12 çocuğun
dördünde tam tolerans gelişmiş, yedisinde duyarlılık azalmış ve sadece birinde
alerji devam etmiştir. Yumurta alerjisi bulunan 55 çocuğun 20’si tam tolerans
kazanmış, 24’ünde duyarlılık azalmış ve 11’inde ise alerji devam etmiştir.
Balık alerjisi olan 32 çocuğun sadece beşi tolerans kazanırken fıstık veya
ağaçlarda yetişen kuruyemiş alerjisi bulunan çocuğun hiç birinde tolerans
gelişmemiştir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-37985653033853778302014-10-18T23:26:00.001+03:002014-10-18T23:28:19.647+03:00Halk Sagligi Sorunu ve Besin Alerjisi<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Halk Sağlığı
Sorunu ve Besin Alerjisi</span></b><b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Besin alerjisi
tüm dünyada her yaş grubunu etkileyen bir sağlık sorunudur. Günümüzde tek
tedavisi kaçınmak olduğu için hayat kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir.
Hasta ve hasta yakını anksiyetelerinin beslenme alışkanlığı ve yaşam tarzı
değişikliklerine, sosyal izolasyona ve ruhsal sağlık problemlerine yol açtığına
dair yayınlar bulunmaktadır. Bunun yanında sağlık personelinin ve
diyetisyenlerin besin alerjileri tanısı ve tedavisi konusundaki bilgisi
standart olması gerekirken, çoğu zaman yetersizdir. Tanısında tek başına deri
prik testleri(DPT) veya serolojik testler yetersiz kaldığı için çoğu zaman
tanısal problemlere rastlanmaktadır. Toplumda besin alerjisi algı eşiği düşük
olup bildirilmiş besin alerjisi prevalansı %3-34 arasında değişirken
provokasyon testleri ile tanımlanan prevalans %1-2 dolayındadır. Bunun yanı
sıra, besin alerjisi sıklıkla tanınmaz ya da yanlış tedavi edilir. Yaygın
olarak rastlanan bu sağlık probleminin etkin yönetimi için sağlam
epidemiyolojik veri, etkin üçüncü basamak yönetimi, etkin karar verme
mekanizmaları, hasta eğitimi, gerekli yasal düzenlemeler ile üretilen gıda
içindeki alerjen bildirimi ve kısıtlama girişimleri, etkin anafilaksi yönetimi
ve kolaylaştırılmış epinefrin enjektör ulaşımına ihtiyaç vardır. Etkin koruma
için risk faktörleri ve risk grupları tanımlanmalı, devlet sağlık politikaları
ve sağlık bütçesi buna göre düzenlenmelidir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Besin alerjisi
epidemiyolojik özelliklerinin ve sorumlu alerjenlerin coğrafi bölgeler arası
farklarının olması sebebiyle ülkeler arası ve bölgeler arası karşılaştırma
yapabilmek amacı ile standart veri toplama ve değerlendirme, tanı, tedavi ve
izlem protokollerine ihtiyaç vardır. Yaşa göre besin alerjisi prevalansı ve
sorumlu besinlerin değişkenlik göstermesi nedeni ile çeşitli yaş gruplarını ve
özellikle de besin alerjisi sıklığının en yüksek olduğu bebeklik ve erken
çocukluk dönemini, kapsayan kohortların kurulması ve izlenmesi en uygun
yaklaşımdır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin: 0cm 0cm 10pt; mso-margin-bottom-alt: auto; mso-margin-top-alt: auto; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Teşhis
sürecinde provokasyon testlerini de içeren çok merkezli toplum bazlı
çalışmaların yapılması son 20 senede mümkün olmuştur. Bu çalışmaların öncüsü
alerjik hastalıkların epidemiyolojisini, genetik ve çevresel etkenler ile olan
etkileşimini inceleyen <i>Multicentre Allergy Study</i> (MAS), <i>Diet,
Infection, Bacteria, Allergy and the Infant</i> çalışması(INFABIO ve <i>European
Community Respiratory Health Survey</i> (ECRHS)[10] olmuştur. Alerjik
hastalıkların epidemiyolojik özelliklerinin tanımlanmasında ve zaman içindeki
seyirlerinin izlenmesinde, risk faktörlerinin belirlenmesinde bir başka önemli
adım halen devam eden <i>International Study of Asthma and Allergies in
Childhood</i> (ISAAC) Faz 1 ve 2 çalışmaları olmuştur. Avrupa Birliği
tarafından finanse edilen EuroPrevall çalışması yukarıda belirtilen sorunları
aşmayı amaçlayan ve Avrupa’nın çeşitli coğrafi konumlarını temsil eden 19
ülkenin ve ABD, Yeni Zelanda, Çin, Hindistan ve Gana’dan merkezlerin katılımı
ile yapılması planlanan geniş çaplı bir çalışmadır. Bu teşebbüs ile standart
tanı ve değerlendirme protokolleri kullanılarak güvenilir besin alerjisi
prevalansı verileri ve önemli alerji etkenleri ortaya konulması amaçlanmaktadır.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-12502330282672301522014-09-02T22:12:00.004+03:002014-09-02T22:12:28.603+03:00Anne Sutu ve D Vitamini
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Anne
Sütü ve D Vitamini<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Annedeki D vitamini yetersizliğinin dental enamel
hipoplazi, infantil rikets, konjenital kataralct gibi sorunlara yol açmasının
yanında fetal beyin gelişimi, postnatal baş çevresi gelişimini ve boy uzamasını
olumsuz etkilediği ileri sürülmektedir. Hamilelik dönemindeki D vitamini
yetersizliğinin organogenezisde bozukluklara neden olduğunım anlaşılmasıyla
gebelikte D vitamini alımı önerilmektedir. Bütün bu nedenlerle annedeki D
vitamini yetersizliği önemli bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir.
Annedeki D vitamini yetersizliği zemininde gelişen raşitizm vakalan yaşamın
erken döneminde (ilk üç ayda) daha sık görülmekte, bu dönemde hem PTH yanıtının
hem de kemik kalsiyum depolannm yetersizliği nedeniyle semptomatik
hipokalsemiye bağlı kardiyomiyopati olgulan sıkça bildirilmektedir. </span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Erzurum bölgesindeki
bir çalışmada raşitizm vakalarının %1.9’ nun ilk üç ayda başvurduğu, vakalann %6.8’
inin jeneralize nöbet ile getirildiği belirtilmiştir. Bebeklerin bir diğer D
vitamini kaynağı olan anne sütünün litresinde 12-60 lU D vitamini bulunmakta ve
bu miktar bebeklerin günlük 400 U olan gereksinimini karşılamamaktadır.
Kolostmmdaki D vitamini düzeyi olgun anne sütündeki D vitamini düzeyine göre
daha yüksek saptanmıştır. Emziren anneye günde 1000 U ya da 2000 U D vitamini
verilmesinin bebekte D vitamini düzeyinde yükselme sağladığı fakat istenilen
düzeyde olmadığı belirtilmektedir. Bu çalışmalar az sayıda vaka üzerinden
yapıldığı için yeni prospektif çalışmalara gereksinim vardır.<o:p></o:p></span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-36649423197659400812014-09-02T22:12:00.000+03:002014-09-02T22:12:00.593+03:00D Vitamini ve Bagisiklik Sistemine Etkileri
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D
Vitamini ve Bağışıklık Sistemine Etkileri<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">D vitamini veya onun aktif metabolitlerinin immun
fonksiyonlann düzenlenmesi üzerine olan etkileri yaklaşık 25 yıl öncesine
uzanan 3 önemli keşifle ayrmtılaşmaya başlamıştır. Bunlar; 1) Aktif inflamatuar
insan hücrelerinde DVR’ nin varlığı. 2) Aktif D vitamininin T hücre çoğalmasını
baskılama yeteneği. 3) Sarkoidoz gibi hastalıklarda aktiflenen makrofajlarm
1-alfa hidroksilaz yolu ile aktif D vitamini üretimini arttırmasıdır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">D vitamini ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişki
başlangıçta gözleme dayalı klinik çalışmalarla belirlendi. Multipl skleroz
(MS), inflamatuar barsak hastalıkları ve tip I DM gibi bazı kronik sistemik
hastalıklar, kuzey yanm küresindeki ülkelerde sık görülmektedir. Bu bölgelerin
ortak özelliği özellikle kış aylannda güneş ışmlannm D vitamininin sentezi için
yetersiz olmasıdır. Yeni prospektif çalışmalar, güneş ışığı dikkate
alınmaksızın ağızdan yüksek doz D vitamini aliminin Tip I Diabetes Mellitus
(DM), Multipl Skleroz (MS) ve Romatoid Artrit (RA) riskini azalttığı hipotezini
desteklemektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Kazanılmış immün cevap makrofaj 1ar ve dendritik
hücreler (DH) gibi hücreler tEirafından sunulan antijenlere karşı T ve B
lenfositlerin sırası ile sitokin ve immün globulin üreterek ekzojen ajanlara
karşı özel olarak savaşma kabiliyetidir. D vitamini kazamimış immün cevap
üzerine inhibitör etki gösterir. Aktif D vitamini özellikle immünglobulin
üretimini ve B hücrelerinin plazma hücrelerine farklılaşmasını baskılar. Yine D
vitamini T hücre çoğalması üzerine baskılayıcı etki yapar. DVR’ nin timus ve
periferik T hücrelerinde bulunması D vitamininin T hücre fonksiyonu ve gelişimi
üzerine etkisi olduğunu göstermektedir. B hücrelerinde ise DVR ihmal edilebilecek
düzeydedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Antijenle uyarılan T hücreleri sitokin üretme
durumuna göre Thl (inflamatuar T hücreler), Tlı2 (anti inflamatuar T hücreler)
olarak 2 farklı tip T hücreye aynşır (138,140). Thl hücreleri proinflamatuar
sitokinler, IFN gamma, IL-2 ve TNF-alfa üretirler ve bu sayede kuvvetli
hücresel immün cevaptan (otoimmünite) sorumludurlar. Th2 hücreleri ise
anti-inflamatuar sitokinler IL-4 ve IL-5 üretir ve antikor merkezli immun
cevaptan sorumludur. Bu iki hücre tipi arasındaki dengenin bozulması immün
yanıtın hangi yönde çalışacağım gösterir. D vitamininin Th2 hücrelerini
uyararak in-vivo ve in-vitro olarak anti enflamatuar etki gösterdiği
saptanmıştır. D vitamini ayrıca proinflamatuar Thl hücre üzerinden IFN-y, IL-2,
IL-3 ve TNF a salımmmı inhibe ederek anti-enflamatuar etki gösterebilmektedir.
D vitamini eksikliği ya da yetersizliği durumunda aktive olan proinflamatuvar
sitokinler Tip I DM, MS, RA ve inflamatuvar barsak hastahklan gibi otoimmun
tabanlı kronik sistemik hastalıkların etyopatogenezinde de yer almaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">D vitamini eksikliği durumunda daha güçlü bir Thl
cevabına bağlı olarak immun yamt bozulur ve lökosit kemotaksisi etkilenir ve
enfeksiyonlara eğilim artar. Bir başka deyişle kazanılmış immun cevabın D vitamini
tarafından baskılanması infeksiyon ajanlanna karşı verilecek cevabın azalmasına
da yol açabilmektedir. Aktif D vitamini epiteloid, myeloid seri hücrelerinin
yanı sıra doğal katil (NK -naturel killer) hücreleri ve solunum yolunun
epitelyal hücrelerinde antimikrobiyal peptid-katelisidin sentezini uyarır.
Gerek makrofajlar gerekse epitelyal hücrelerin 25(OH)D’den aktif D vitamini
sentez edebildiği ve DVR bulundurduğu öteden beri bilinmektedir. Böylece D
vitamini sayesinde solunum yolu ile bulaşan mikroorganizmaların neden
olabileceği hastalıklann engellenebileceği anlaşılmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">D vitamini düzeyi düşük olanlarda otoimmun
hastalıklar, osteoartrit, romatoid artrit (RA), multipl skleroz (MS), diabet
(DM) sıklığı artmaktadır. Aktif D vitamini ve analoglannm farelerde lupus
benzeri belirtileri engellediği, deneysel aleijik ensefalit (DAE), kollajenin
uyardığı artrit ve inflamatuar barsak hastalığı gelişimini azalttığı
gösterilmiştir. Bu dumm D vitamininin T regulatuar hücrelerini indükleyerek,
antijen sunucu hücre (ASFI), dentritik hücre (DH) ve T hücre düzenlenmesini
etkilemesi ile gerçekleşmektedir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-78183072861604391062014-09-02T22:11:00.002+03:002014-09-02T22:11:32.611+03:00D Vitamininin iskelet Sistemine Etkileri
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D
Vitamininin İskelet Sistemine Etkileri<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">D vitamini olmadan diyede alman kalsiyumun sadece
%10-15’ i, fosforun %60’ ı emilmektedir. Aktif D vitamininin (l,25(OH)2 D
vitamini) DVR ile etkileşimi sonucu kalsiyum emilimi %30-40’ a, fosfor emilimi
%80’ e çıkmaktadır. D vitamininin hem osteoblastik hem de osteoklastik serinin
farklılaşmasında rolü olduğu bilinmektedir. Organizmada kalsiyum dengesi
bağırsaklar, fosfor dengesi ise böbrekler üzerinden düzenlenmektedir.
Organizmadaki D vitamini düzeyinin normal olduğu durumlarda D vitamini
kemiklerin mineralizasyonu üzerinde pozitif etkiye sahiptir. Bir başka deyişle,
bağırsaklardan kalsiyum emiliminin yeterli olduğu durumlarda l,25(OH)2D3 düzeyi
de normal olmakta ve bu aktif hormonun etkisiyle bir taraftan bağırsaklardan
kalsiyum ve fosfor emilimi sağlanırken, öte yandan kemik mineralizasyonu devam
etmektedir. Organizmada D vitamini düzeyi kritik bir düzeyin altına indiğinde
ve/veya bağırsaklardan kalsiyum emilimi yetersiz olduğunda PTH düzeyi artmakta
(sekonder hiperparatiroidizm).</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">PTH etkisiyle 1-alfa hidroksilaz enzimi aktifi
enmekte ve l,25(OH)2D3 düzeyi yükselmektedir. Bu durumda D vitamininin
kemiklerden kalsiyum salmımmı arttıncı etkisi devreye girmektedir. Organizma için
serum kalsiyum düzeyi daha önemli olduğundan, artmış l,25(OH)2D ve PTH’ nin
ortak etkisiyle, bu kez kemiklerden kalsiyum salımmı artarak serum kalsiyum
düzeyi normal aralıkta tutulmaya çalışılmakta ve bu süreç boyunca kemiklerin
mineralizasyonu daha fazla bozulmaktadır. İşte nutrisyonel raşitizm şekli D
vitamini veya kalsiyum yetersizliği sonucu organizmanın kalsiyum dengesinin
barsak emilimi yerine, kemiklerden kalsiyum salımmı ile sağlandığı bu süreç
sonunda gelişmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Kemik mineralizasyonu sürecinde hidroksiapatit
kristalleri yapımında hem kalsiyum hem de fosfor bulunduğundan fosfor
yetersizliği durumunda da mineralizasyon bozulmakta, ancak bu durumda
kemiklerden kalsiyum salımmı olmamaktadır. Yetersiz kalsiyum alımı ve/veya
kalsiyum emilimini bozan beslenme şekli nedeniyle oluşan negatif kalsiyum
bilançosunun serum 25(OH)D düzeyi normal olan çocuklarda raşitizme neden olması
ve raşitizm bulgulannm yalnızca yeterli kasiyum verilmesi ile düzelmesi
raşitizm gelişimi için D vitamini yetersizliğinin şart olmadığını
göstermektedir. Paratlıormon normal veya düşük serum fosfor düzeyi ile
sonuçlanan fosfatüriye sebep olurken kemikte preosteoklastları olgun
osteoklastlara dönüştüren osteoblastları da aktifler, kemikte bir denge
sağlamaya çalışır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Osteokl astı ar kemikte mineralize kollajen matriksi
çözündürür, osteopeni ve osteoporoza sebep olur ve kırık oluşma riskini
arttınr. Bütün bu nedenlerle, organizma açısından en fizyolojik durum, serum
25(OH)D düzeyinin PTH yükselmesine neden olmayacak bir değerde bulunması ve
alman/emilen kalsiyum miktarının yeterli olmasıdır. Aksi dummda artmış PTH ve
yükselen serum l,25(OH)2D düze}^ nedeniyle kemik yapım/yıkımı (tumover)
artmakta ve bu süreç kemik sağlığını olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle henüz
raşitizme ait bulgulann olmadığı ama PTH yükselmesine neden olan D vitamini
düzeyi düşüklüğü başka bir deyişle D vitamini-PTH-kalsiyum dengesinde, PTH
yükselmesine neden olmayacak 25(OH)D vitamini düzeyi ‘eşik değer düzeyi’ olarak
tanımlanmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Raşitizm, gelişmesini tamamlamamış (epifizlerin açık
olduğu dönemde) kemik dokusunda mineralizasyon yetersizliğine bağlıdır ve bu
durumdan hem kemik yapımı hem de kemik sağlamlığı etkilenir. Osteomalazi ise,
epifızler kapandıktan sonra, eskimiş kemik </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">dokusunun tamiri sırasındaki mineralizasyon
yetersizliğidir ve bu durumda yalnızca kemiklerin sağlamlığı etkilenmektedir
(102). Organizmada enkondral kemikleşme büyüme plağından başlar. Kondrositler,
dinlenme, çoğalma, olgunlaşma ve hipertrofi aşamalanndan geçerek farklılaşmaya
uğramakta ve mineralizasyon gerçekleşmektedir. Büyüme plağında farklı
bölgelerdeki kondrosider spesifik proteinler ve farklılaşma modülatörleri
üretmektedir. Olgun ve üst hipertrofik bölgedeki kondrositler kalsiyum alımmda
etkin rol oynamalctadır. Raşitizm gelişim sürecinde kalsiyum ve/veya fosfor
yetersizliği nedeniyle büyüme plağındaki fizyolojik süreç aksamakta ve büyüme
plağında organizasyon bozukluğu ve genişleme meydana gelmektedir. Bir başka
deyişle mineralizasyon aksayınca büyüme alamndaki kondrositler tarafından
uygunsuz miktarda matriks proteini yapılmakta, bu sürece alkalen fosfataz (ALP)
yükselmesi eşlik etmektedir. Gecikmiş ya da yetersiz mineralizasyon nedeniyle
kemik metafizleri de yumuşamakta ve düzensizleşmektedir.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-50093672231204130152014-09-02T22:10:00.003+03:002014-09-02T22:10:55.959+03:00D Vitamini Kaynagi ve Sentezi
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D
Vitamini Kaynağı ve Sentezi<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">D vitamini dört halkadan oluşan bir sterol türevi
olup, kemik-mineral metabolizmasmda önemli rol alan hormon özellildi yağda
eriyen bir vitamindir. Vücutta birçok dokuda D vitamini reseptörü (DVR)
saptanmıştır. D vitamini reseptörü (DVR) steroid reseptör ailesinin bir
üyesidir (94). D vitamini aile üyeleri siklopentanoperhydrofenantlırene
halkasından sentezlenir ve steroidlere benzer yapıdadır. Ancak dört halka
yapılan olmadığından dolayı gerçek anlamda steroid değildir. 30’ dan fazla D
vitamini metaboliti bildirmekle birlikte çoğunluğu inaktif bileşiklerdir. D
vitamini, mayada ve mantarlarda ergosterolden (provitamin D2) ultraviole B
(UVB) ışık etkisiyle türemiş ergokalsiferol (D2 vitamini) ile hayvanlarda deri
altındaki yağ dokuda 7- dehidrokolesterolden (provitamin D3) UVB ışık etkisiyle
türemiş kolekalsiferolün (D3 vitamini) ortak adıdır. D2 Vitamini ve D3
Vitamininin her ikisi de büyük ölçüde aym yolla metabolize olup, eşit biyolojik
güce sahiptirler. İnsan vücudunda sadece D3 vitamini sentezlenir.<o:p></o:p></span><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="bookmark1"><b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">D Vitamini Kaynağı ve Sentezi</span></b></a></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">D vitamininin deride sentezlenen kolekalsiferol (D3 vitamini)
ve besinlerle alman ergokalsiferol (D2 vitamini) olmak üzere iki kaynağı
vardır. Diyetle alınan D2 ve D3 vitamini, ince bağırsakta misellere katılır ve
proksimal ince bağırsaktan emilir. Emilen D2 vitamini ve D3 vitamini, kandaki D
vitamini bağlayıcı protein (D-binding protein ; DBP) ile karaciğere taşınır.
Somon balığı, uskumru, ton balığı, sardalya gibi yağlı balık türleri; yumurta
sarısı, süt, brokoli, yeşil soğan, maydanoz, su teresi D vitamini yönünden
zengindir. Ancalc hiçbir besin maddesi günlük D vitaminini karşılayacak kadar D
vitamini içermez. Anne sütü yaklaşık olarak 10-60 U/L D vitamini içerir.
Çocuklarda günlük D vitamini gereksinimini 400 U olarak belirlenmiştir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;"></span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Normal koşullarda insan vücudunda bulunan D
vitaminin %90-95’ i güneş ışmlannm etkisi ile sentez edilir. Bu nedenle D
vitamini sentezinde temel kaynak güneş ışığıdır. Bu sentez, ülkenin bulunduğu
enlem, mevsimler, güneş ışınlarının yeryüzüne geldiği açı (Zenith açısı),
güneşlenme saati ve süresi, deri pigmentasyonu, hava kirliliği düzeyi, deriye
sürülen koruyucu kremler, giyinme tipi gibi faktörlere bağlıdır. Faktör düzeyi
15 veya üzerindeki koruyucu kremlerin kullanılması %99 oranında güneş ışmlanmn
deriye ulaşmasını engellemektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Karaciğerde kolesterolden sentez edilen 7-dehidrokol</span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">estero </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">1 (provitamin D3) kan yoluyla derinin malpighi
tabakasına gelir. Güneş ışınlannda bulunan ultraviyole B (290- 310 nm dalga
boyunda) etkisi ile kolekalsiferole (D3 vitamini) dönüştürülür (102). 7-
dehidrokolesterol ultraviyole B ışınlan etkisi ile deride önce previtamin D’ ye
daha sonra vücut ısısı ile hızla D vitaminine dönüşür. Aynı zamanda bu dalga
boyundaki güneş ışınlan D vitaminini parçalayarak inaktif ürünlere (lumisterol,
takisterol) dönüştürür. Bu mekanizma, güneşlenmenin neden D vitamini
toksisitesine yol açmadığını açıklar (103,104). Güneşlenmeye bağlı deriden
optimal D vitamini sentezi yapılabilmesi için güneş ışınlarmm atmosfere ulaşma
açısı önemli olduğu kadar, güneşlenme süresi ve güneşe maruz kalan deri
yüzeyinin boyutlan da önemlidir. Deriden D vitamini sentezi için sınır değer
olarak cm^ başına 18-20 mJ ultraviyole B (UVB) ışını gerekmektedir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Specker ve arkadaşlarına göre, bebekte 11 ng/ml
üzerinde D vitamini düzeyi sağlanması için bebeklerin ne kadar süre güneş
görmeleri gerektiği annelerinin D vitamini düzeyine göre değişmektedir (106).
Düşük serum D vitamini düzeyine sahip (25 (OH) D< 35 ng/ml) annelerin
bebeklerinin üzerlerinde yalnızca bez vai’ken haftada 10-30 dakika; baş açık,
gövdeleri giyinik iken haftada 30 dakika-2 saat arasında güneş ışığı almaları
gerektiği öne sürülmektedir. Annelerin D vitamini düzeyleri normalse,
bebeklerin bez varken haftada 10 dakikadan az, giyinik olarak 30 dakika kadar
güneş görmeleri yeterli olabilmektedir. Vücudun % 6’ sı deride hafif kızarıklık
bırakan dozda (minimal erythermal dose-MED) ultraviyole eneıjisi ile haftada
2-3 kez beş dakika karşılaştığında yaklaşık 1.000 U D vitamini sentez
edilmektedir. D vitamini sentezi için en uygun zaman dilimi saat 11 ile 15
aı*asıdır (108 ). Kistik fibroz ve kısa barsak sendromlu hastalara bir çalışmada
8 hafta boyunca haftada 2 gün 5-10 daldka (ortalama 6 dakika) UVB ışını
verilmiş. Araştırma sonunda D vitamini düzeyleri 21 ±3 ng/ml’ den 27±4 ng/ml’
ye yükseldiği saptanmıştır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Melanin, doğal bir filtre olup özellikle D3 vitamini
sentezi etti ren 290-310 nmol dalga boyundaki UV ışmlannı </span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">absorbe </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">eder. Deri pigmenti melanin, provitamin D3’ le güneş
ışığı için yanşmaya girer. Bu nedenle cilt rengi koyu olanlarda aynı miktarda D
vitaınini sentezi için daha uzun süre güneşe maruz kalmaları gerekmektedir.
Pencere camından dalga boyları 320 nm’den düşük olan güneş ışınlan
geçemediğinden, cam arkasından güneşlenmenin D vitamini sentezi açısından yaran
yoktur.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-7447880682415753820.post-38265499003984421842014-09-02T22:10:00.001+03:002014-09-02T22:10:18.532+03:00Allerjenlerle Temas
<b><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%;">Allerjenlerle
Temas<o:p></o:p></span></b><br />
<br />
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Allerjinin genetik temeli ortaya konulmuşsa da,
genetik faktörlerle çevresel faktörlerin etkileşimi hastalığın şiddeti ve
progresyonunu belirlemektedir. Bu kompleks etkileşim hayatın çok erken
döneminde; semptomlar görülmeden çok önce başlamakta ve alleıjik fenotipe yol
açacak immün cevap farklılığı doğumda oluşmaktadır. Atopi astım gelişimi için
majör risk faktörüdür. Bu nedenle aleijik sensitizasyonun zamanı ve mekanizması
önem kazanmaktadır. Fetal gelişimde çevresel faktörlerle immün cevapta Th2
yoluna bir eğilim oluşmakta ve bu Th2 cevap patemi sonucunda IL-4 ve IL-10
artmata, IL-2 ve IFN- y azalmaktadır.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Amniyotik sıvıdaki IgE ve IL-4, dendritik ve mast
hücre reseptörlerinde artışa sebep olarak fotal T hücrelerinin duyarlanmasma
yol açar. Fötus, amniyotik sıvıyı yuttuğu ve </span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">aspire </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">ettiği için IgE ve sitokin içeren amniyotik sıvıyla
temas sadece deri yoluyla değil, </span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">gastrointestinal </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">ve respiratuar yolla da oluşur. 16. gestasyon
haftasından itibaren deri, bağırsak ve akciğerler IgE’ye maruz kalırsa doğum
sonrası atopik hastalık belirtileri görülür. Sonuçta yaşamın erken döneminde
allerjen maruziyeti direk alleıjik sensitizasyona sebep olabilir.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin: 0cm 0cm 10pt; tab-stops: 47.25pt; text-align: justify;">
<span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;"></span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">Gebelik sıvılarında Dermatophagoides‘in saptanması
ile maruziyetin </span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">antenatal </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">olduğunu kanıtlamıştır. 16-17. Gestasyon haftasında rutin amniosentez
yapılan annelerin plazma örneklerinin %21’inde Dermatophagoides (ortalama
konsantrasyonu 5,9 ng/ml) saptanmış. Pozitif plazma örneği olan annelerin
%56’smda amniyotik sıvıda akar antijeni (ortalama konsantrasyonu 1,1 ng/ml)
saptanmış. Pozitif matemal plazmalı annelerin bebeklerinde doğumda kord kanında
%63 oranında Dermatophagoides saptaıumş. Bu çalışma, 16. Gestasyon haftada ve
doğumda </span><span lang="ES-TRAD" style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: ES-TRAD; mso-bidi-font-weight: bold;">fetal </span><span style="font-family: "Arial Narrow","sans-serif"; font-size: 12pt; line-height: 115%; mso-bidi-font-weight: bold;">çevrede allerjenin
varlığını göstermektedir. İkinci trimesterde bağırsaklarda antijenlerin
varlığı, antijen spesifik yanıtı başlatır. Üçüncü trimesterde matemal çevre ve
annenin IgE/IgG oranı ile antijen spesifik IgE yanıtı azalma eğiliminde
olabilir. Matemal antijen-spesifik IgG aynı allerjene karşı tekrarlayan IgE
yapımından korumaktadır.</span></div>
Maggehttp://www.blogger.com/profile/01975864745353098297noreply@blogger.com