Beynin Yaşlanması, Beyin Yaşlanması ve Alzheimer Hastalığı
Didem Unsal — Merhaba Hocam. Konumuz, beynin yaşlılık dönemi hastalıkları, özellikle de Alzheimer ve Parkinson hastalığı. Siz yıllarınızı bu iki önemli beyin hastalığına vermiş bir bilim adamısınız. İstanbul Ttp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı'nda görev yapıyorsunuz. Beynin yaşlanmasına geçmeden önce biraz "baş"a dönelim mi; beyin ne zaman ve nasıl gelişiyor?
Prof. Dr. Murat Emre — Embriyon, yani cenin anne karnında oluşmaya başladığı zaman... Doğduğumuzda beyin aslında şekilsiz bir kitle ya da henüz işlenmemiş bir maden gibi. İçinde milyarlarca sinir hücresi var. Beyin anne karnında gelişirken bu hücreler çoğalmış, çoğaldıktan sonra da olmaları gereken yerlere gitmişler, yerleşmişler. Bazı bağlantılarını kurmuşlar, ancak henüz tam işlevsel değiller. Böyle olmadığı için de bebek doğduğunda henüz yürüyemiyor, konuşamıyor, anlayamıyor. Bütün maden orada, ama henüz işlenmemiş bir şekilde.
Yani beynin gelişimi de anne karnında mı başlıyor?
— Evet, beynin işlenmemiş bir maden haline gelişi anne karnında. Embriyon rahim içinde gelişirken, beyin hücreleri bölünüp çoğalıyor, yerlerini buluyorlar, yerlerine yerleşiyorlar. Bir göç süreci var başlangıçta. Hücreler doğdukları yerden gitmeleri gereken yerlere göç ediyorlar. O göçlerini anne karnında tamamlıyorlar. Bütün hücreler yerli yerini buluyor. Ondan sonra bağlantılarını kurmaya başlıyorlar. Ama söylediğim gibi bu bağlantılar henüz çok ilkel düzeyde, doğduğumuz zaman. Onun için de bir bebeğin yapabilecekleri çok kısıtlı. Yıllar içinde giderek bu bağlantılar kurulmaya başlıyor. Bağlantıların kurulmasıyla da bebek, çocuk; çocuk, erişkin haline geliyor. Oldukça yavaş işleyen bir süreç bu... Önce temel işlevleri kazanıyoruz; hareket etmeyi, yürümeyi, konuşmayı, anlamayı...
Beyin yapısal anlamda olgunlaşmasını aşağı yukarı 17-18 yaşlarında tamamlıyor. Beyinde, myelin dediğimiz bir izolasyon maddesi var, beyin hücrelerinin uzantılarının etrafını saran bir madde bu. Myeîin beyin hücrelerinin uzantılarının etrafını sararak sinir uyarısının sadece gitmesi gereken yere ve hızlı gitmesini sağlıyor. Myelin'leşme süreci beyinde 18 yaşlarında tamamlanıyor. Bu yüzden teknik açıdan beynin olgunluğuna erişmesi aşağı yukarı 18 yaşında gerçekleşiyor diyebiliriz. Bu süreçte ve sonrasında deneyimlerimizi, anılarımızı kazanıyoruz. Beynimizde yaklaşık elli milyar hücre var. Ve bu elli milyar hücrenin her birinin yaklaşık binbin beş yüz adet bağlantısı olduğu düşünülüyor. Elli milyar hücre ile bin adet bağlantıyı çarpın. Ortaya kapasitesi çok yüksek olan bir sistem çıkıyor. Bu bağlantılar sayesinde anılarımız düşüncelerimiz ve hislerimiz giderek olgunlaşmaya başlıyor. Nihayetinde olduğumuz kişi haline geliyoruz. Yani myelinleşmenin tamamlanmasıyla birlikte beynimiz, 18-20 yaşına geldiğimizde yapısal olarak olgunluğuna erişiyor. Fakat bir tür kara mizah örneği olarak söyleyebilirim ki bu süreç sırasında ve sonrasında diğer yandan da bir kısım beyin hücreleri ölüyorlar. Bevindeki bu "doğal hücre ölümü"ne apoptoz diyoruz. Apopioz bir anlamda programlanmış bir hücre ölümü çünkü dışarıdan doğrudan bir müdahale, görünen bir etken olmadan gerçekleşiyor. Her hücrenin içinde apoptoz'u harekete geçirebilecek bir mekanizma var. Belirli şartlar oluştuğunda hücre o mekanizmayı harekete geçirip kendisini öldürüyor. Bu yüzden de buna "programlanmış hücre ölümü" adını veriyoruz.
Yani hücreler bir bakıma intihar ediyor.
Tam anlamıyla öyle... Her hücrenin içinde bu şifre var.
O genetik şifreyi her hücre içinde taşıyor ve işe yaramaz duruma geldiği zaman, basit deyimiyle "düğmesini kapatıyor" hücre. Bu. hayat boyunca belli ölçüde süregelen, normalde yavaş gerçekleşen bir süreç aslında.
Doğru işleyen bir süreç mi bu?
Yanlış işlediği zaman zaten her şey ters gidiyor. Doğru işlemesi gereken bir sistem bu... Yani beyinde olması gereken yerde, olması gereken kadar hücre kaybı hiç de yanlış değil. Ancak yaşlanmayla beraber, diğer organlarımızda olduğu gibi beyinde de hızlanmış bir hücre kaybının ortaya çıktığı düşünülüyor. Çünkü ne kadar uzun yaşarsak beyin hücrelerimiz dıştan gelen yıpratıcı etkenlere o kadar çok maruz kalıyor. Diğer taraftan hücrelerin her biri ve organlar sürekli işleyen bir fabrika gibiler, işledikçe de zamanla aşmıyorlar. Hücrelerin sürekli yapması gereken işlevler var. Fabrikanın sürekli enerji üretmesi lazım. Eskiyen parçalarını yenilemesi lazım. Bunu da genetik şifresi sayesinde yapıyor. İşine yarayacak proteinleri sentez ediyor, imal ediyor. Onlar eskiyip, yıpranınca yıkıp, yenilerim yapıyor. Bu yaşam boyu hep devam ediyor.
Beyin kendini yenileyemiyor
Aslında beynimizin avantajı mı bu? Diğer organlarımızda böyle sürekli bir doğal hücre ölümü var. Bu organların yenilenme özelliği de var mı?
Diğer organlarda da apoptoz var. Fakat beyin hücreleri doğumdan sonra artık bölünmüyorlar. Beyin kendini yenileyen bir organ değil. Deri öyle değil, yaralandığı zaman yerine yenisini yapabiliyor. Karaciğer yaralandığı zaman yerine yeni hücreleri yapabiliyor. Bağırsak da öyle. Ama beyin hücreleri kaybedildikleri zaman yenisi gelmiyor. Hatta yine bir teoriye göre beyin hücrelerinin bölünmemesinin sebebi, anıları tutabilmek; zira doğumdan sonra hücreler arasında oluşan bağlantıların belleğin temelini oluşturduğu düşünülüyor. Eğer hücre bölünüp yenilense artık ait olduğu ağın bir parçası olmayacak, bağlantılar kopacak. Bir ihtimal, beyin, onun için kendisini yenilemiyor. Beyin tüm işlevlerini birbirine bağlanmış hücrelerin oluşturduğu ağlar (network) ile başarıyor. Eğer bölünüp yeni-lenseydi o ağlar bozulurdu. Ağdaki hücreler örneğin birtakım hastalıklar sonucunda öldüğünde, devre dışı kaldığında zaten işler bozuluyor. Yaralanan ya da hasar gören beyin yerine yeni hücre koyamıyor. Beynin karmaşık yanı da burada gizli. Kendini yenileme kapasitesi olmadığından belli bir rezervden sürekli yiyor. Bu rezerv, belli bir sınırın altına düşerse o zaman da işlev bozukluğu ortaya çıkıyor.