Serotonin Nedir Serotonin Hormonu

Serotonin Nedir, Serotonin Hormonu

Bu üçlü içinde toplumda adı en çok bilinen, ama ne ol­duğu çok net bilinmeyen serotonin hakkında bilgi verir misiniz?

Serotonin 1948'de Page tarafından dokulardan ve öte­ki maddelerden ayrılıp bulunmuştur. Birçok sebze ve mey­vede doğal olarak bulunur. Serotoninin ön maddesi olan triptofan, besinlerden alınır. Önemli bir aminoasittir ve vücutta yapılmadığı için besinlerden alınır. Beyin dokusuna geçmesi çevresel etkenlere bağlı olarak değişir. Beyne geçen oran, alınan besinlerle doğru orantılıdır. Besinlerle alınan oran arttıkça beyne geçen miktar da artar.

Serotonin İçeren

Serotoninin insan ve hayvanlarda davranış üzerindeki etkisi 1950'li yıllardan beri biliniyor. Serotonin alıcıların­da- işlevsel bozukluk olduğunda aşağıdaki davranış bozuk­lukları ve akıl hastalıkları ortaya çıkar:

Endişe, kaygı,
Depresyon,
Cinsel işlev bozukluğu,
Akıl hastalığı,
Migren,
Uyku sorunu,
Bellek bozukluğu,
Duygulanım bozuklukları,
Mevsimlerle gelen duygulanım bozukluğu,
Obsesif-kompülsif bozukluklar,
Saldırgan davranışlar,
İntihar davranışı,
Beslenme bozuklukları,
Alkol ve madde bağımlılığı,
Panik bozukluk,
Dikkat azalmasıyla olan bozukluklar,
Çocukluk çağı ruh hastalıkları,
Orta yaşta bunamayla ortaya çıkan Alzheimer.

Stres (zorlanma) ile kaygı arasındaki ilişki nedir?, Serotonin Sendromu

Ruhbilim ve tıp alanında kaygı ile zorlanma arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk araştırmalar 1970'li yılların başların­da yapılmış, sonlarına doğru bu tür araştırmaların sayısı artmıştır.
Kaygıyı ve kaygı ile zorlanma arasındaki ilişkiyi anlat­madan önce, bu konuları içeren araştırmalarda çok rastlanan bir kavram karışıklığının üzerinde durmak istiyorum. Bu kavram karışıklığı kaygının zorlanmayla eşanlamlı kul­lanılmasından; kimi yerde kaygı yerine zorlanma, kimi yerde zorlanma yerine kaygı kavramına yer verilmesinden kaynaklanıyor.

Birçok araştırmacı gibi ben de bu iki kavramı birbirin­den ayıran kesin sınırları çizdim ve her iki kavramın ta­nımlarını ayrı ayrı verdim. Buna göre kaygı, elem doğrul­tusunda bir duygulanım durumudur. Bu duygulanım duru­mu ile zorlanma arasındaki ilişki iki biçimde olur. Dış ve iç ortamdan kaynaklanan zararlı etkenler organizmanın de­ğişik alanlarında, yapılarında zorlanma yaratır. Ruhsal alanda ortaya çıkan zorlanma belirtisi ya da tepkisi, kaygı düzeyinin yükselmesidir. Zorlanma yaratan zararlı etkenin niceliğine ve niteliğine göre kaygı düzeyi doğrudan doğru­ya ya da dolaylı olarak yükselir. Kaygı düzeyinin yüksel­mesi organizmanın öteki alanlarına, yapılarına, işlevlerine yansır, kan basıncı yükselir, iç salgı bezlerinin işlevleri ak­sar. Fizyolojik kaynaklı zararlı etken ise iç salgı bezleri, kimyasal ileticiler, bağışıklık sistemi gibi yapıların işlevleri­ni etkiler ve organizmayı zorlar. Yani kaygı düzeyinin yük­selmesi ruhsal kaynaklı zararlı etken olarak değerlendirilir. Birçok yazar ve düşünür 20. yüzyıla ve özellikle bu yüzyı­lın ikinci yarısına, "Kaygı Çağı" adını vermiştir.

Kaygı ve konsantrasyon bozukluğu, Serotonin Eksikliği

O zaman kaygının tüm dünyada yayıldığını ve bunu şartların zorladığını söyleyebilir miyiz? Evet, bunu söyleyebiliriz. Evrensel boyutta bakarsak, kaygı aslında insanın savunma mekanizmasını harekete geçiren bir çeşit adaptasyon mekanizması, ama bazen öy­lesine yoğunlaşıyor ki, patalojik boyutlara erişebiliyor.

Ruhsal sorunların gündeme geliş süreci şöyle işliyor: Önce sorun anksiyete-kaygıyla başlıyor, sonra depresyon gelişiyor ve onun sonucunda da obsesyonlar meydana ge­lebiliyor. Eğer depresyon uzun süreli olursa ve bu süreç içinde kişi bir iki kez panik atak geçirirse, bu kimi zaman panik bozukluğa dönüşebiliyor. Ve en önemlisi psikiyatrik hastalıkların beraberinde de mutlaka kaygı gözlemleniyor. Kaygılı kişiler hayatın her alanında ciddi anlamda bunu yaşıyor. Mesela işyerinde bu kaygıyı taşıdığı için işini kay­bedebiliyor ya da eşiyle sorunlar yaşıyor. Kaygı o kişiye panik yaşattığı için devamında kayıplar geliyor. Kayıplar insanı iyice çıkmaza sokuyor ve bir döngü halinde süreç uzayıp gidiyor. Kaygılı insanlar ayrıca, yeni insanlarla ta­nışmaktan da çekiniyor. Biraz da sosyal fobik olduklarını gösteriyor bu durum.

Türk toplumu için kaygılı bir toplum demek mümkün müdür?, Doğal Serotonin

Bu tüm dünya için söylenebilir. Türk toplumu da hızla kaygılı bir toplum olmaya doğru gidiyor. Bunu yapılan araştırmaların sonuçları da gösteriyor.

Giderek daha kaygılı bir toplum oluşumuzdaki neden­ler neler olabilir?

Çok basit bir yaklaşımla şu söylenebilir ki, korku ar­tık hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor. Zaten insanoğlu korku temelli yaşamayı hayatının başlangıcın­dan itibaren öğreniyor.

Türk toplumu da artık eskisi kadar birbirine güvenli topluluklardan oluşmuyor. Bunu yaşam şartları zorlu­yor. Gelecekle ilgili kaygılarımız yoğunlaştı. Ekonomik krizleri, büyük kentlerde yaşanan terör olaylarını da ne­denler arasında sayabiliriz.

Kişisel ve toplumsal kayıgıdan bahsettik de, kaygının kronikleşmesi halinde insan ne gibi sorunlar yaşar. Bunun bedeli ne olur? Serotonin Etkileri

Kaygının kronikleşmesi, kaygıyla baş başa olan insan­da birtakım psikolojik sorunların yaşanmasına yol açar. Bu sorunlar kimi zaman da psikosomatik hale dönüşür. Bu durumda kaygıyı yaşayan kişi zamanla, hayattan zevk alamaz hale gelir. Zevk alamayan insan kolaylıkla depres­yona sürüklenebildiğinden bu insan da depresyon yaşama­ya başlar. Yaşama güveni kalmadığı için yukarıda da be­lirttiğim gibi hiçbir konuda başarılı olamaz. Aile ve iş ya­şamında birçok sorunla karşılaşır.

Kaygıdan kurtulmak mümkün mü, bunun için neler yapılabilir?

Herkesin yaşamın getirdiği günlük kaygılar yaşaması kaçınılmazdır. Ancak günlük kaygıların dışında, kronik hale gelmiş kaygı bozukluğunda mutlaka doktor yardımı almak ve terapi görmek gerekiyor. Kişi tedavi olmak yeri­ne, kendi kendine bu süreci aşacağını düşünürse çok yanı­lır ve sorun giderek büyür.

Tıpkı panik atakta olduğu gibi kaygı için de aynı soru­yu sormak istiyorum. Daha çok kimler kaygılı oluyor? Serotonin Depresyon

Kaygı herkesin yaşadığı bir sorun, ama kadınlar erkek­lere göre daha kaygılı oluyorlar. Belki de kadınlar sorunla­rını erkeklere göre daha net anlatabildikleri, sorunları ol­duğunu belli etmekten çekinmedikleri için. Kişilerin belirli dönemlerde kaygıya daha yatkın olduklarını da görüyo­ruz. Mesela, insanın kariyerine ilişkin önemli bir karar ve­receği durumlarda, emeklilik zamanlarında, evliliğe karar verme durumunda ya da tam tersi boşanma durumunda insanlar daha kaygılı oluyor.