Yüksek Tansiyon Tedavisi
Yüksek tansiyon hastalığının tedavisinde, en önemli gelişmeyi yakın zamanda mı yaşadık? Bundan 20 yıl önce ya da sizin asistanlığa başladığınız dönemlerde, hastalar nasıl bir yaklaşımla ele alınıyordu, şimdi nasıl ele alınıyor?
Benim asistanlığım döneminde, yani 1975'te, eldeki kan basıncı düşüren ilaçlar kısıtlıydı. Birkaç cins ilaç vardı ve bunları kullanmak zorunda kalıyorduk. Ama son 30 yılda çok önemli tansiyon ilaçları kullanıma girdi. Bu ilaçlar, kan basıncının hem daha iyi kontrol edilmesine hem de yan etkilerinin daha az ortaya çıkmasına yaradı. Özellikle son 10 yıl içerisinde, "anjiyotensin reseptör bloker" dediğimiz, kısaca ARB olarak vasıflandırdığımız ilaçlar ortaya çıktı. Bu ilaçlarla, hem daha etkin hem daha az yan etkili ilaçlar kullanılmaya başlanmış oldu. Tabii ondan önce "ACE inhibitörü" dediğimiz ilaçlar vardı. Ondan önce de "kalsiyum antagonistleri" (kalsiyum düşmanı), "beta bloker'lar", "diüretikler" vardı. Bu beş grup ilaç, şu anda kan basıncı tedavisinde ilk sırada kullanılıyor. Eğer bu ilaçlarla yeterli tedavi elde edilemezse, bu ilaçların kombinasyonları devreye giriyor. Ya da daha önceleri de kullanılan, kendi içinde birtakım gelişmeler gösteren, merkezi sinir sisteminde etkili bazı ilaçlar veya gene "periferik" dediğimiz, damar sisteminde etkili bazı ilaçlar ilave edilebiliyor. Ama bunları artık çok nadir kullanıyoruz. Daha önce saydığım 5 grup ilacın birleşimiyle aşağı yukarı, bütün tansiyon hastaları kontrol altına alınabiliyor.
Hipertansiyon Tedavisi
Son 30 yılda, özellikle son 10 yılda, ilerleme kaydedilse bile, diüretikler'den başlayarak, bu 5 grup ilacın hâlâ sahnede olması ilginç. En büyük rol bu ilaçlara düşmüş gene...
Evet! Tabii buradaki en önemli şey, hipertansiyon tedavisindeki en önemli durumla ilgili. Hem etkin, hem yan etkisi az, hem ideal, hem ucuz, hem de 24 saat kan basıncını kontrol altına alan böyle bir hipertansiyon ilacı henüz bulunabilmiş değil.
Tansiyonun Tedavisi; İlaçlar hastaya zarar verir mi?
Hasta için ilaca başlama kararı nasıl veriliyor ve nasıl tedavi ediliyor?
Elimizde hem Avrupa'nın hem Amerika'nın kılavuzları var. Bu kılavuzlardaki kan basıncının değerine göre olan derecelenmeyle hastada bulunan hedef-organ tutulumuna, yani kalbinin, beyninin veya böbreklerinin etkilenip etkilenmediğine bakıyoruz. Diğer başka hastalıklarının olup olmadığı, böbrek, karaciğer fonksiyonlarının durumu ve gene hastada bazı risk faktörlerinin bulunup bulunmadığı hepsi birden göz önüne alınarak, hastaya hangi ilacın daha etkin olacağına karar veriyoruz. Genellikle bugünkü uygulamaya, ya bir "kalsiyum antagonisti" grubu ilaçlarla ya da "ACE inhibitörü" veya "ARB" dediğimiz ilaç grubuyla başlıyoruz. Bazen hastanın kan basıncı seviyesine, düşük, orta ve yüksek risk grubunda oluşuna göre ya hemen ya da sonra ikinci bir kombinasyona geçiyoruz ve bu ikinci ilaç, genellikle diüretik oluyor. Eğer bu ikili ilaç kombinasyonuyla da arzu ettiğimiz seviyede yeterli kontrolü sağlayamazsak, o zaman üçüncü ilacı ilave ediyoruz. Üçüncü ilaç da genellikle ilk başladığımız ilaç hangi grup-taysa, bu ilaç grubunu, başladığımız ilaç grubuna ilave ediyoruz. Böylece üçlü, yani "ACE inhibitörü, ARB + diüretik + kalsiyum antagonisti" veya "kalsiyum antagonisti, ACE inhibitörü, ARB + diüretik" gibi bir birleşim şekline getiriyoruz ve genellikle de bu üçlü birleşimle kan basıncı yüksekliklerinin çoğu kontrol altına alınıyor.
Yüksek tansiyon ilaçlarının hep yan etkileri konuşulur. Bu ilaçların kişiye zarar vermesi söz konusu mu? Kan basıncının kontrol altına alınması, yani ideal değerlere indirilmesi ile ilaçların yan etkilerinin ortaya çıkışı, birbirinden farklı durumlar. Tabii her ilaç grubunun kendine has bazı yan etkileri var. Bu yan etkiler genellikle kişiden kişiye değişiyor. Çünkü bir ilaç grubu bir hastada herhangi bir yan etki yapmazken, diğer bir hastada yapabilir. Bu biraz da kişinin o ilacın metabolizmasındaki özelliklere karşı hassasiyeti ve genetik yapısıyla ilgili. Bu nedenle hangi hastada o ilacın yan etkisinin çıkıp çıkmayacağını tahmin etmek çok zor. Bunu ancak deneme-yanılma yöntemiyle görüyorsunuz ve ilaç yan etkileri genel kaide olarak doz arttıkça daha çok ortaya çıkar, ama her zaman doza da bağımlı değildir. Bazen en düşük dozunda bile yan etki ortaya çıkabilir. Onun için ilaca başlanırken, hastanın yan etkiler konusunda da bilgilendirilmesi gerekir. Bu durum, doktorun da hastanın da menfaatinedir. Hasta doktoruna güvenir, doktor da kendini istenmeyen bir durumdan korumuş olur. Yan etki meselesi sadece antihipertansif, yani kan basıncını kontrol altına alan ilaçlar için değil, bütün ilaçlar için geçerli. Hastaya göre ilaç seçiminde de biraz dikkatli olmak gerekir. Kaldı ki antihipertansif ilaçların yan etkileri, öyle hayati önemde yan etkiler değildir. Ancak hastayı çok rahatsız edecek olursa, o zaman ilaç kesilebilir ve tabii bu yan etkiler de derhal düzelir. Herhangi bir problem olmaz. Biz rahatlıkla antihipertansif ilaçları kullanıyoruz ve kullanırken de dediğim gibi hastaya kullanacağı ilacın ne gibi yan etkilerinin olabileceğini anlatıyoruz. Zaten belirli aralıklarla da kontrole çağırdığımız için bu yan etkilerinin ortaya çıkıp çıkmadığına bakmış oluyoruz.
Yüksek Tansiyonun Tedavisi
Genel bir değerlendirme yapmak istersek, en sık görülen yan etkiler neler?
Özellikle, "diüretik" dediğimiz, halk arasında "idrar söktürücü" olarak bilinen ilaçlarda, potasyum (K), magnezyum (Mg) ve sodyum (Na) gibi bazı elektrolitlerin düşüklüğü sorunu olabiliyor. "Hiperürisemi", yani "ürik asitte yükselme" veya bazen "hiperglisemi", yani "kan şekerinin yükselmesi" ortaya çıkabiliyor. Bazen de deri döküntüleri olabiliyor. Beta bloker dediğimiz ilaçlardaki en önemli yan etki ise, hastanın biraz halsizlik, yorgunluk, el ve ayaklarında soğukluk hissetmesi ve gene bazı beta blo-ker'larda özellikle cinsel güçte azalma, isteksizlik olabiliyor. Kalp atış hızını düşürüyor bu ilaçlar. Aslında bu kalp atış hızının düşürülmesi hadisesi o ilacın zaten tabii etkisi, ancak çok düşürür de hastanın buna bağlı, örneğin baş dönmesi, halsizlik gibi bir şikayeti olursa, o zaman ya ilacın dozunu azaltmak veya ilacı kesmek gerekebilir. "Kalsiyum antagonisti" veya "kalsiyum kanal blokerı dediğimiz ilaçlar var. Bu ilaçlar da aslında birkaç grup. Bazıları daha çok damar üzerinden etkili, bazıları kalp üzerinden etkili. Özellikle damar üzerinden etkili olan "dihidropridin" grubu dediğimiz ilaçlar da kan basıncı düşüşüyle birlikte kalp atım hızında artma, elde, ayakta, yüzde sıcak basması hissi yaratabilir, baş ağrısı hissi ve ödem (ayak şişliği) yapabilir. Bunları belirtiyoruz. "Kalsiyum kanal blo-ker'ı" dediğimiz ilaçların, diğer bir grubunun da yine kalp hızını düşürücü etkileri var. Bu nedenle, mesela "beta bloker" dediğimiz ilaçlar ile bu grup ilaçların beraber kullanılması tavsiye edilmez. ACE inhibitörü dediğimiz ilaçlara gelince, bunlarda en çok görülen yan etki, kuru, balgamı olmayan, gıcık veren bir öksürüktür. Bu yüzden hastaların çoğu KBB kliniklerine müracaat eder. Aslında bu tamamen ilacın yan etkisidir, eğer KBB ile ilgili bir durum yoksa tabii. İlacı kestiğimiz zaman, 1 hafta içerisinde bu yan etki tamamen kalkar. ARB'lerde de yine bir öksürük olabilir, ama ACE inhibitörleri kadar değil, genellikle plasebo kadar, ama ARB'lerin çok belirgin bir yan etkisi yoktur. Fakat gerek ACE inhibitörleri, gerek ARB'ler eğer "potasyum tutucu" dediğimiz bir grup diüretik'li birlikte kullanılıyorsa, gene potasyumun kan değerlerini takip etmek gerekir. Artı bu iki ilaç grubu, özellikle böbrek fonksiyonlarında bozukluk olan hastalarda kullanılıyorsa, üre, kre-atinin takibinin yapılması gerekir.
İlaçlar ömür boyu
Yani burada hem doktorlara hem de hastalara büyük sorumluluk düşüyor...
Evet, kesinlikle. Bu nedenle bir hastaya ilaç vermeden önce hastanın bütün kan, idrar değerleri, elektrosu, akciğer filmi, gerekiyorsa eko-kardiyografik tetkik gibi bazı temel tetkiklerin yapılması lazım ki sonradan gelişecek durumların ilaca mı, yoksa başka bir nedene mi bağlı olduğu anlaşılabilsin.
Hastanıza, "Artık bu ilaçları kullanacaksınız" diyorsunuz. Sonuçta hasta da bir insan. Yan etkileri anlattınız. Zaten bu hastalığa karşı herkesin bir direnci gelişiyor ister istemez. Hastanın tedaviye uyumu konusunda ne düşünüyorsunuz? Hastalar kafalarına göre ilaç alıyor mu hâlâ? "Ona iyi geldi, bana da iyi gelir" diye düşünüyorlar mı?
Çok nadir de olsa rastlıyoruz ve tabii bunun doğru olmadığını özellikle belirtiyoruz. Çünkü her hasta özeldir. İlaç ayarlamasının her hastaya göre özel olarak yapılması gerekiyor. Çünkü eğer hastanın bir hastalığı varsa, belki vereceğimiz ilaç o kişide zararlı olabilir, o hastalığa göre vermek lazım veya bazı hedef-organ hasarları olmuşsa, bunları düzeltecek ilaçları vermemiz gerekir. Risk faktörleri varsa, bu risk faktörlerini artırmayacak ilaç gruplarını vermemiz önemli. O nedenle, başkalarına önerilen ilaçlan asla kullanmamaları gerektiğini hastalara özellikle anlatıyoruz. Bir diğer konu, "antihipertansif" dediğimiz, kan basıncını düşürücü ilaçların, bir kere teşhis konduktan ve doğrulandıktan sonra hayat boyu kullanılacak ilaçlar olmasıdır.
Ömür boyu kullanmaları gerekiyor, öyle mi?
Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, kan basıncını normal seviyeye, arzu edilen seviyeye kadar indirebilmek için en az, 1-2 veya 3 ilaç gerekmektedir. Birçok çalışmada da bu böyledir. Kişi, mezara kadar bu ilaçları kullanmak zorundadır.
Hastaların yüzde 60'ında tek ilaç yetersiz
Tek ilaç yetmiyor mu?
Tek ilaç, maalesef hastaların yüzde 40'ında bunu sağlayabiliyor. Geri kalanı için mutlaka 2 veya 3 ilaç kullanılıyor, yani hiçbir ilaç tek başına arzu edilen etkiyi yapmıyor. O yüzden, arzu edilen seviyeye getirebilmek için mutlaka 2'li, 3'lü ilaç kullanmak zorunda kalıyoruz. Hayat boyu 2-3 ilacı almak, hele bir de tansiyona eşlik eden şeker hastalığı varsa veya kalp damarları hastaysa, ağrıları sızıları varsa hasta günde en az, 7-8 ilaç almak zorunda kalıyor ki bu gerçekten hiç kolay değil. Bu nedenle bütün ilaç gruplarında olduğu gibi özellikle hipertansiyon ilaçlarında da günde bir kere alınan ve gün boyu etkili olan ilaçları tercih ediyoruz. Böylece ilaç sayısını azaltmış oluyoruz. Artı, birleşim halindeki ilaçları tercih ediyoruz, yani 2 ilaç kullanması gerekiyorsa, o 2 ilacın tek bir tablet içinde bulunabildiği kombinasyonları tercih ediyoruz ki, bu kadar çok ilaç alan hastalar için en azından tablet sayısı düşsün diye. Çünkü bütün dünyada gösterilmiştir ki, hastalar ne kadar az ilaç alıyorlarsa, günde ne kadar az tablet kullanıyorlarsa, ilaçlarına o kadar'dikkat ediyorlar. Ama aldıkları ilaç sayısı ne kadar fazlaysa birkaç gün sonra dayanamıyorlar. Bir kısmını kendi başına ya kesiyor ya da unutuyorlar. Böylece arzu edilen tedavi elde edilememiş oluyor. Hastanın tedaviye uyum göstermesi çok önemli. Bir diğer şey ise, hastanın bu ilaçlan alması için ikna edilmesi. İlaçların neye yarayacağının, niye hayat boyu alması gerektiğinin çok iyi anlatılması gerekir ki hasta da buna uysun. Eğer hekim buna vakit ayırmaz, bunu anlatmazsa, hasta ilaçlarını bir süre kullandıktan sonra genellikle kesiyor.
İlaçların her gün aynı saatte mi alınması gerekiyor? Genellikle evet, ilaçların söylendiği saatte alınması gerekiyor. Ama sabah 10.00'da alınıyorsa o saatte illa alarm verir gibi, "Saat 10.00" deyip alınması diye bir şey yok. Bu 09.00 olur, 11.00 olur, 10.30 olur, o saatler içerisinde bir iki saat oynayabilir, önemli değil, ama o saatler içerisinde alınmasında fayda var. Genellikle sabah saatlerinde veriyoruz, ama bazen 24 saatlik kontrollere göre diyelim ki 2-3 ilaç alıyorsa, bazılarını öğleden sonraya, bazılarını akşama kaydırarak, 24 saati kontrol etme ihtiyacı duyuyoruz.
ideal tansiyonun 120-80 olarak verilmesinin bilimsellikten uzak bir sorumsuzluk olduğu yolunda görüşler var. Buna göre tansiyonu yüksek seyreden ve bu bilginin etkisinde kalan hastalar tansiyonlarını düşürmek için kullandıkları ilaçların dozunu artırarak felç riskiyle karşı karşıya kalabilir. Özellikle diyabetli hastalar. Ne diyeceksiniz bu konuda?
12'ye 8 kampanyasını Türk Kardiyoloji Derneği yürüttü. 120-80 ideal kan basıncı olarak gösterilen bir değerdir. 140-90'a kadar, biliyorsunuz daha önce de söyledik, "prehipertansiyon" dediğimiz, bir aralık vardır. Aslında düşürmeye çalıştığımız şey, 140-90'ın altıdır, ama 120-80'e düşürebiliyorsak, bu erişilmesi gereken ideal kan basıncıdır. Tabii bilindiği gibi bu şekildeki itirazlar, bize de zaman zaman ulaştı, ama bizim burada kastettiğimiz, insanlara çarpıcı bir rakam vermek, işin idealinin ne olduğunu göstermek ve bu yüzden, gerçekten birçok hastamız bunun aslını veya ne olduğunu öğrenmek için de doktorlarına başvurmuşlardır ki aslında bu arzu edilen bir şeydi. Böylece bilinçlenip doktorların onları yeniden bilgilendirmesi bir nevi sağlanmış oluyordu. Bugün normal kan basıncı, ideal kan basıncı 120-80'in altındadır. Bunu daha önce belirtmiştik; 115'e 75 olarak. Onun için burada bir yanlışlık yok, ama bazı hastaların, "Benim 130'a 80, yanlış mı, yetersiz mi" demeleri bir endişeye neden olabilir, ama doktoruyla konuştuktan sonra bu endişesinde haklı olmadığını görecek ve kendisinin normal kan basıncına sahip olduğunu anlayacaktır. Bizim burada vurgulamaya çalıştığımız, tabii reklamlarda her zaman bu var, çarpıcı olanı öne çıkarmak, insanları şöyle bir irkiltmektir. Nitekim bu da amacına ulaşmıştır. 120-80 ideal, erişilmesi gereken kan basıncı değeridir. Herkes bu değere erişebilir mi, erişmesi mutlaka gerekiyor mu? Hayır! Aslında önemli olan 140-90'ın altına indirebilmektir ama kişi şeker veya böbrek hastasıysa o zaman bu değerlere yaklaştırmak için de elden gelenin yapılması lazım. Mesela protein üri'si olan bir hastanın tansiyonunun 125-85'e indirilmesi gerekir. Şeker hastalarında 130-80'in altına indirilmesi gerekir. O nedenle, bu çarpıcı bir slogandır ve bu şekliyle de başarıya ulaşmıştır. Felç geçirme işi, tamamen yanlış. Felç geçirenlerde, tam tersine kan basıncı yüksektir, yüksek olanlarda, "felç geçirme" veya "inme" dediğimiz risk yüksekliği vardır. Kan basıncını düşürerek felç geçirilmez, ancak kan basıncı, çok yaşlı kişilerde, kalp hastası olanlarda, tabii hızla düşürülmemelidir; gözetim altındayken yavaş yavaş düşürülmelidir. Bu hastalarda da düştüğü zaman, felç değil, kalp krizine eğilimli olup olmadığı araştırılmalı. Kampanyamızın böyle değerlendirilmesi doğru değil. Hastaların bu şekilde yönlendirilmesi de faydadan ziyade zararlı oluyor. Aslında bu kampanyayla kişilerde kan basıncına yönelik bir farkındalık yaratmak, sonrasında doktoruna başvurmasını, ondan sonra da tedavisini ve kontrol altına alınmasını sağlamak istedik.
Ama 12-8, bazı kişileri rahatsız da ediyor olamaz mı, yani bir türlü 12-8'e ya da 12-8'in altına düşmüyorsa, hep 13'lerde seyrediyorsa ne olacak?
Tansiyonu 13'lerde seyreden bir insanınkini mutlaka 12-8'e düşüreceğiz diye bir gayret göstermiyoruz ki zaten. Kan basıncı 14-9'un altındaysa biz bunu yeterli sayıyoruz. Ama yapabiliyorsak, ilaç dozunu artırarak veya yaşam tarzını değiştirerek, 12-8'e düşürmeyi istiyoruz. Mutlaka 12-8 yapacağız diye bir çabamız yok.
Aspirini, ancak gerekiyorsa alın
O zaman bu itirazın çıkış noktası ne?
Bu görüş sahibinin hipertansiyon konusundaki son gelişmeleri biraz daha iyi değerlendirmesi gerekirdi. Son kılavuzlar, son uygulamalar, hatta normal değerde olan "prehipertansiyon" dediğimiz, 120-80 ile 140-90 arasındaki kan basıncı değerleri hakkında daha bilgili olmalıydı. Tansiyonunu böylesi normal kabul ettiğimiz insanların 5-10 yıllık bir takip sonrasında kan basıncı daha alt seviyede olanlara göre daha yüksek oranda komplikasyonlarının ortaya çıktığına dair yapılan yeni çalışmaları görseydi, bu şekilde konuşmayacaktı.
"ilaçlar" demişken, şu meşhur aspirinden konuşalım isterseniz. Hem inmede hem kalp hastalıklarında kullanılıyor. Siz aspirini yardıma güç olarak tedavilerinize ekliyor musunuz?
Hiçbir şikayeti olmayan bir kişinin durup dururken, "Ben biraz aspirin alayım" demesi, çok yanlış. Böyle bir şey yok. Aspirin, en azından 2 veya 3 risk faktörü olan, 40 yaşının üzerindeki kişilerde uyguladığımız bir şey, yani sigara içecek, kan basıncı yüksek, kan yağlan yüksek olacak, şeker hastası olacak veya bir başka risk faktörü daha olacak. Bunun gibi, yani 2'li, 3'lü risk faktörü varsa ve yaşı da 40'ın üzerindeyse tamam. Ama tabii aspirine karşı herhangi bir alerjisi bulunmuyorsa, midesinde ülseri yoksa, almasını engelleyecek bir durumu söz konusu değilse o zaman 100 mg'lık düşük dozda aspirin veriyoruz. Tamamen koruyucu etkisinden dolayı.
Günde mi?
Günde. Ama dediğim gibi her aklına esenin, "Ben aspirin alayım" demesiyle olmaz. Bunun da mutlaka doktor tavsiyesiyle, gerekiyorsa alınması gerekir, yoksa aspirinin kanama yapıcı etkisi, getireceği faydadan daha fazla kötü neticelere sebep olabilir.
Günümüzde şişmanlık, hareketsiz yaşam ve kötü beslenme kilolara kilo katıyor ne yazık ki. Obezite sağlık sorunlarına da yol açıyor ve artık neredeyse herkes bir diyet listesine sığınır halde. Bir de ilaçlar devreye girmiş durumda. Çok yaygın kullanılan zayıflatıcı etkiye sahip ilaçlar tansiyonumuzu etkiler mi?
Bugün piyasada farklı etki ve mekanizmaya sahip iki ilaç var. Bunlar mutlaka doktor kontrolünden sonra ve doktor tavsiyesiyle kullanılmalıdır. Bu iki ilaçtan biri sinir sistemi üzerinden (beyinden) etkilidir. Diğeri ise bağırsaklar üzerinden. İşte bu sinir sistemi üzerinden etkili olan zayıflatıcı ilaçta kan basıncını yükseltici etki görülebilmektedir.
İlaçlar bağımlılık yapar mı?
Hayır. Kan basıncını düşüren hiçbir ilaç bağımlılık yapmaz. Bu yüzden hayat boyu, düzenli kullanmak gerekir.
Hamilelikte Hipertansiyon
Hamilelikte Yüksek Tansiyon
"Gebelik tansiyonu" diye önemli bir rahatsızlık
Bazen ölümcül olabiliyor. Allah'tan, artık eskisi kadar çok sık görülmüyor. Çünkü artık gebelerimiz daha iyi kontrolden geçiriliyor. Konuşmamızın ilk başında, her doktorun, kendisine başvuran her hastasının kan basıncını ölçmesi şart demiştim. Hamilelerde bu çok daha önemli. Her hamile kadının, mümkünse hamile kalmadan önce ya da kalır kalmaz, tam bir fizik muayeneden geçmesi gerekir. Bu muayene sırasında hem kan basıncının hem de kalbinin incelenmesi lazım. Çünkü o yaşa kadar doğuştan gelen veya romatizmayla ilgili kapak hastalıkları gözden kaçabiliyor. Hamile kadınlar kalp hastası olduklarını, çoğunlukla hamile kaldıkları zaman öğreniyorlar. Hamilelik şikayetleri tetikliyor. Bu yüzden her kadın doğum uzmanının, hastalarının kan basınçlarını ölçmesinde, kalbini en azından bir dinlemesinde, bir elektrosunu çektirmesinde fayda var. Bu, gizli kalmış kalp hastalıklarının ortaya çıkarılması veya hamilelik öncesi tansiyon yüksekliğinin, kan basıncı yüksekliğinin olup olmadığının tespiti için gerekli. Çünkü doktor baştan önlemini alırsa, hamileliğin ilk 3 ayında veya doğumdan sonra ortaya çıkabilecek kan basıncı yüksekliklerini daha iyi değerlendirebilecektir. Bu nedenle her hamilenin kan basıncı takibi ve idrar tetkikinin yapılması lazım. Çünkü idrardaki "proteinüri" dediğimiz, yani idrarda normalden fazla protein miktarının olması bir tehlike işaretidir. Özellikle tansiyon yüksekliğiyle buna "preeklampsi" diyoruz. Bir de hastada bu iki bulguya ilave olarak, yani "kan basıncı yüksekliği" ve "idrarda proteinüri" dışında kasılmalar da oluyorsa o zaman da "konvülziyon" dediğimiz çok daha tehlikeli bir durum meydana geliyor. Hele bir de göz dibi bulguları ortaya çıkarsa, bu daha da tehlikeli, ona da "eklampsi" diyoruz. Bu durumda, çocuğun hızla alınması, yani kürtaj yapılması gibi bir durum ortaya çıkar ki annenin hayatı kurtulsun. Onun için her hamilede kan basıncı takibi çok önemli ve ciddi bir durumdur. Yapılması şart!
Erkeklerde tansiyonu tetikleyen böyle dönemler var mı?
Erkekler için kadınlardaki gibi benzer süreçler yok. Kullanılan bazı ilaçlar, hem kadında hem erkekte, kan basıncını yükseltebilir. Gene kadınlarda çok önemli bir konu, doğum kontrol ilaçlarıdır. Doğum kontrol ilaçlarının da uzun süreli kullanımı kan basıncını yükseltebilir. Hele özellikle o kadın hem doğum kontrol hapı kullanıp hem de sigara içiyorsa çok daha ciddi bir şekilde kalp ve damar hastalıkları riski içine girmektedir. Bunun dışında kortizon veya "steroid" dediğimiz ilaçları bazı durumlarda kullanmak zorunda kalabiliyoruz veya yaşlı hastalar çok yüksek dozlarda, uzun süreli ağrı kesici {nonsteroid antienflamatuar) ilaçlar kullanabiliyorlar. Bu ilaçlar, kan basınçlarının yükselmesine katkıda bulunuyor.
Adeta hemen herkesin peynir ekmek gibi yuttuğu antibiyotikler?
Antibiyotiklerin böyle bir etkisi yok.
Hipertansiyonu olsun veya olmasın; mesela profesyonel sporcular, ağır ve bedenen çok çalışan insanlar ya da günde 16-18 saat yoğun çalışan kişilere ilişkin soracağım. Yani bazı mesleklerde bu risk biraz daha artıyor mu? Ağır çalışma şartları tetikleyici etkiye sahip mi?
Bizim yaptığımız çalışmada, "Şu meslekte daha çok görülüyor" gibi bir durum saptamadık. Çünkü hipertansiyonun meslekten ziyade çevresel ve ailevi faktörlerle bağlantısı var. "Şu meslekte daha çok olacaktır" gibi bir durum yok. Tabii yaşam tarzının ağırlığı, stresin fazlalığı, altta bir potansiyel varsa, daha çabuk ortaya çıkmasına sebep olur.
O zaman şöyle sorayım: Hipertansiyonu olduğu, tansiyonu bir türlü kontrol altına alınamadığı için hakkıyla yapılamayan meslek var mıdır?
Günümüzde kontrol edilemeyen hipertansiyon, hemen hemen yok. Bu yüzden hiçbir meslekte, "Kan basıncı yüksek, o işi yapamaz" diye bir yaklaşım olamaz. Yeter ki söylenenlere riayet etsin, tedbirlerini alsın, ilacını kullansın, kan basıncı mutlaka kontrol altına alınır.
50 yaşında yüzde 50
Beni ele alalım. 40 yaşındayım, aileme baktığımda kimsede tansiyon geçmişi yok. Sadece babaannem ve babamda olduğu gibi yaşa bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bu benim, yüksek tansiyon hastası olmayacağımı gösterir mi? Bunu söyleyemiyoruz. 50 yaşına geldiğinizde hâlâ hipertansiyonunuz olmasa bile, ileriki yaşlarda hipertansiyon olma riskiniz çok yüksek.
50 yaşında yüzde 50 mi?
Evet, kesinlikle engelleyemiyorsunuz, çünkü dediğimiz gibi yaşla birlikte damar yüzeyindeki endotel tabakasında bozulmalar oluyor. Kalbin fonksiyonlarında yaşla birlikte görülen azalma, damar duvarındaki sertleşme gibi durumlar nedeniyle, kan basıncımız gene ortaya çıkıyor. Eğer 60 yaşındaysanız ve çok şanslıysanız, riskin yüzde 60'lık bölümünde değil de yüzde 40'ın içinde olabilirsiniz ki bu az bir şey değil. 70 yaşında yüzde 70 olan riski bertaraf edip, yüzde 30'un içinde olabilirsiniz. 80 yaşında geri kalan yüzde 20'nin içinde olabilirsiniz, yani kan basıncı yükselmeyen grubun içinde. Buralarda olabilmek için elinizden geleni yaptığınız halde kan basıncınız yükseliyorsa, o zaman tedbirini alırsınız ve kan basıncını yükseltecek faktörlerden uzak durmaya çalışırsınız.
Önlenebilir faktörlere dikkat! Hamilelikte Hipertansiyon
Bu tedbirleri yeniden sayalım mı?
Kilo almazsanız, ideal kilonuzda kalırsanız, kendinizi büyük oranda korumuş olursunuz. Kan basıncınızı yükseltecek sigara faktörü de önemli. Sigara, kan basıncını içildiği anda birkaç saat süreyle yükseltiyor. Sigara içmezseniz, damar yapınızı korumuş oluyorsunuz. Bunun dışında, mesela şeker hastası olabilme ihtimaliniz varsa, bunu geciktirebilirsiniz. Önlenebilir faktörlere dikkat ederek hipertansiyonunuzun ortaya çıkışını geciktirebilirsiniz, ortaya çıktığı zaman da hemen tedbir alıp kontrol altına alırsınız.
Yaşlandıkça hemen herkes yakın gözlüğü kullanıyor ya, onun gibi bir şey mi bu? Bir nevi kader mi?
Evet, bir nevi öyle. Hipertansiyon ortaya çıkmayacak diye bir şey yok. Biz çıkan hipertansiyonu kontrol etme derdindeyiz ve çıkmaması veya geciktirilmesi için gerekenleri yapma durumundayız, daha geç çıksın diye.
Yine korunmak işin içinde, değil mi?
Gayet tabii!
Peki, bilinçlenme ya da bilinç düzeyimiz... Bunca yıldır bocasınız, ders anlatıyorsunuz, size onlarca, yüzlerce, binlerce hasta danıştı, tedavi ettiniz, hâlâ takip ediyorsunuz tabii. Bunların hepsi ömür boyu tedavide...
Elbette, elbette!
Bilinç düzeyimize 1980'lerden itibaren şöyle bir baktığınızda, ne durumdayız. Dünya için de soruyorum bunu, çünkü yurtdışına da çıkıyorsunuz, gözlemliyorsunuz, meslektaşlarınızla bir araya geliyorsunuz. Türkiye için de soruyorum. Hakikaten karamsar bir yapımız da vardır, ama belki de siz o kadar karamsar değilsinizdir...
Hiç değilim, çünkü birçok kuruluş, medya; görsel medya, yazılı medya devamlı olarak bu konuyu zaten işliyor. Biz de elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Doktorlar hastalarını, çevrelerini ikaz ediyorlar. Belki çok arzu edilen seviyede etkisi olmasa bile yavaş da olsa, toplum giderek bunu kabul edip daha dikkatli oluyor Sağlık sistemine erişim kolaylaştıkça daha rahat check-up'a gidecek insanlar ve burada tabii özellikle doktorların, her gelen hastanın mutlaka kan basıncını ölçmesi şart. Eğer kan basıncını ölçüp çok kısa da olsa hastaya bilgi verirse, bu da çok büyük bir katkı olacaktır. Sürekli gayret etmemiz gerekiyor.
Gebelikte Hipertansiyon
Türk Kardiyoloji Derneği'nin 2003 yılındaki, "Tansiyonunuz Kontrol Altında mı?"
kampanyasının sonuçlarını anlattınız. Sizin farkındalığınızı merak ediyorum. Kampanyanın satır arası sonuçlarına değinelim mi? Bu kampanyanın en önemli kısmı üçüncü basamağı olacak. İlk iki basamağından bahsetmiştik. Üçüncü basamağında hastaneler düzeyinde çok daha yaygın bir kampanya yürütüp, hastaneye kan basıncı yüksekliğiyle gelsin veya gelmesin her gelen hastanın kan basıncım ölçüp, onlan o pilot olarak yaptığımız çalışmada elde ettiğimiz neticeye göre yönlendirmeye çalışacağız. Bunun hazırlıkları devam ediyor.
Türkiye'de 15 milyon tansiyon hastasının yarısı hastalığının farkında değil. Bu kişilere nasıl ulaşmayı planlıyorsunuz?
Sağlık Bakanlığı, kampanyalarla bu kişilere ulaşmalı. Okullarda sürdürülmeli. Konuyla ilgili bilim dallarının uzmanları nefroloji, endokrinoloji, kardiyoloji, iç hastalıkları, pratisyen hekimler çalışmalara katılmalı. Türk Tabipler Birliği'nin, tabip odalarının, eczacı odalarının temsilcilerinin katkılarıyla düzenlenecek toplantılar yardımıyla erişmek gerekiyor. Türkiye'de yaşayan herkes, bir numaralı ölüm nedeni olan kardiyovasküler hastalıkların risk faktörlerini bilmeli ve derhal tedbir almalı. İnsanları uyarmalıyız. Hipertansiyon bu risk faktörleri içinde en önemli, ama en kolay kontrol edilebilenlerinden biri. Bu yüzden herkese görev düşüyor. Özellikle Sağlık Bakanlığının Ulusal Kalp Sağlığı Politikası Dokümanı'yla artık bu işi bir politika haline getirip ciddi olarak ele alarak, mesela sıtmayla, tüberkülozla mücadelede olduğu gibi, kalp hastalıklarıyla da mücadele etmesi lazım. Zaten tümüyle kontrol altına alamıyorsunuz, ama en azından ilk kademede yarı yarıya indirecek kampanyaları yürütmesi gerekiyor. Ki bunlardan bir tanesi yapıldı, hâlâ da yapılıyor: Sigarayla mücadele. Bütün açık alanlarda, kapalı alanlarda sigaranın yasaklanması, özellikle gençlerin ve çocukların korunması için her türlü tedbirin alınması çok faydalı oluyor.
"Gebelik tansiyonu" diye önemli bir rahatsızlık
Bazen ölümcül olabiliyor. Allah'tan, artık eskisi kadar çok sık görülmüyor. Çünkü artık gebelerimiz daha iyi kontrolden geçiriliyor. Konuşmamızın ilk başında, her doktorun, kendisine başvuran her hastasının kan basıncını ölçmesi şart demiştim. Hamilelerde bu çok daha önemli. Her hamile kadının, mümkünse hamile kalmadan önce ya da kalır kalmaz, tam bir fizik muayeneden geçmesi gerekir. Bu muayene sırasında hem kan basıncının hem de kalbinin incelenmesi lazım. Çünkü o yaşa kadar doğuştan gelen veya romatizmayla ilgili kapak hastalıkları gözden kaçabiliyor. Hamile kadınlar kalp hastası olduklarını, çoğunlukla hamile kaldıkları zaman öğreniyorlar. Hamilelik şikayetleri tetikliyor. Bu yüzden her kadın doğum uzmanının, hastalarının kan basınçlarını ölçmesinde, kalbini en azından bir dinlemesinde, bir elektrosunu çektirmesinde fayda var. Bu, gizli kalmış kalp hastalıklarının ortaya çıkarılması veya hamilelik öncesi tansiyon yüksekliğinin, kan basıncı yüksekliğinin olup olmadığının tespiti için gerekli. Çünkü doktor baştan önlemini alırsa, hamileliğin ilk 3 ayında veya doğumdan sonra ortaya çıkabilecek kan basıncı yüksekliklerini daha iyi değerlendirebilecektir. Bu nedenle her hamilenin kan basıncı takibi ve idrar tetkikinin yapılması lazım. Çünkü idrardaki "proteinüri" dediğimiz, yani idrarda normalden fazla protein miktarının olması bir tehlike işaretidir. Özellikle tansiyon yüksekliğiyle buna "preeklampsi" diyoruz. Bir de hastada bu iki bulguya ilave olarak, yani "kan basıncı yüksekliği" ve "idrarda proteinüri" dışında kasılmalar da oluyorsa o zaman da "konvülziyon" dediğimiz çok daha tehlikeli bir durum meydana geliyor. Hele bir de göz dibi bulguları ortaya çıkarsa, bu daha da tehlikeli, ona da "eklampsi" diyoruz. Bu durumda, çocuğun hızla alınması, yani kürtaj yapılması gibi bir durum ortaya çıkar ki annenin hayatı kurtulsun. Onun için her hamilede kan basıncı takibi çok önemli ve ciddi bir durumdur. Yapılması şart!
Erkeklerde tansiyonu tetikleyen böyle dönemler var mı?
Erkekler için kadınlardaki gibi benzer süreçler yok. Kullanılan bazı ilaçlar, hem kadında hem erkekte, kan basıncını yükseltebilir. Gene kadınlarda çok önemli bir konu, doğum kontrol ilaçlarıdır. Doğum kontrol ilaçlarının da uzun süreli kullanımı kan basıncını yükseltebilir. Hele özellikle o kadın hem doğum kontrol hapı kullanıp hem de sigara içiyorsa çok daha ciddi bir şekilde kalp ve damar hastalıkları riski içine girmektedir. Bunun dışında kortizon veya "steroid" dediğimiz ilaçları bazı durumlarda kullanmak zorunda kalabiliyoruz veya yaşlı hastalar çok yüksek dozlarda, uzun süreli ağrı kesici {nonsteroid antienflamatuar) ilaçlar kullanabiliyorlar. Bu ilaçlar, kan basınçlarının yükselmesine katkıda bulunuyor.
Adeta hemen herkesin peynir ekmek gibi yuttuğu antibiyotikler?
Antibiyotiklerin böyle bir etkisi yok.
Hipertansiyonu olsun veya olmasın; mesela profesyonel sporcular, ağır ve bedenen çok çalışan insanlar ya da günde 16-18 saat yoğun çalışan kişilere ilişkin soracağım. Yani bazı mesleklerde bu risk biraz daha artıyor mu? Ağır çalışma şartları tetikleyici etkiye sahip mi?
Bizim yaptığımız çalışmada, "Şu meslekte daha çok görülüyor" gibi bir durum saptamadık. Çünkü hipertansiyonun meslekten ziyade çevresel ve ailevi faktörlerle bağlantısı var. "Şu meslekte daha çok olacaktır" gibi bir durum yok. Tabii yaşam tarzının ağırlığı, stresin fazlalığı, altta bir potansiyel varsa, daha çabuk ortaya çıkmasına sebep olur.
O zaman şöyle sorayım: Hipertansiyonu olduğu, tansiyonu bir türlü kontrol altına alınamadığı için hakkıyla yapılamayan meslek var mıdır?
Günümüzde kontrol edilemeyen hipertansiyon, hemen hemen yok. Bu yüzden hiçbir meslekte, "Kan basıncı yüksek, o işi yapamaz" diye bir yaklaşım olamaz. Yeter ki söylenenlere riayet etsin, tedbirlerini alsın, ilacını kullansın, kan basıncı mutlaka kontrol altına alınır.
50 yaşında yüzde 50
Beni ele alalım. 40 yaşındayım, aileme baktığımda kimsede tansiyon geçmişi yok. Sadece babaannem ve babamda olduğu gibi yaşa bağlı olarak ortaya çıkıyor. Bu benim, yüksek tansiyon hastası olmayacağımı gösterir mi? Bunu söyleyemiyoruz. 50 yaşına geldiğinizde hâlâ hipertansiyonunuz olmasa bile, ileriki yaşlarda hipertansiyon olma riskiniz çok yüksek.
50 yaşında yüzde 50 mi?
Evet, kesinlikle engelleyemiyorsunuz, çünkü dediğimiz gibi yaşla birlikte damar yüzeyindeki endotel tabakasında bozulmalar oluyor. Kalbin fonksiyonlarında yaşla birlikte görülen azalma, damar duvarındaki sertleşme gibi durumlar nedeniyle, kan basıncımız gene ortaya çıkıyor. Eğer 60 yaşındaysanız ve çok şanslıysanız, riskin yüzde 60'lık bölümünde değil de yüzde 40'ın içinde olabilirsiniz ki bu az bir şey değil. 70 yaşında yüzde 70 olan riski bertaraf edip, yüzde 30'un içinde olabilirsiniz. 80 yaşında geri kalan yüzde 20'nin içinde olabilirsiniz, yani kan basıncı yükselmeyen grubun içinde. Buralarda olabilmek için elinizden geleni yaptığınız halde kan basıncınız yükseliyorsa, o zaman tedbirini alırsınız ve kan basıncını yükseltecek faktörlerden uzak durmaya çalışırsınız.
Önlenebilir faktörlere dikkat! Hamilelikte Hipertansiyon
Bu tedbirleri yeniden sayalım mı?
Kilo almazsanız, ideal kilonuzda kalırsanız, kendinizi büyük oranda korumuş olursunuz. Kan basıncınızı yükseltecek sigara faktörü de önemli. Sigara, kan basıncını içildiği anda birkaç saat süreyle yükseltiyor. Sigara içmezseniz, damar yapınızı korumuş oluyorsunuz. Bunun dışında, mesela şeker hastası olabilme ihtimaliniz varsa, bunu geciktirebilirsiniz. Önlenebilir faktörlere dikkat ederek hipertansiyonunuzun ortaya çıkışını geciktirebilirsiniz, ortaya çıktığı zaman da hemen tedbir alıp kontrol altına alırsınız.
Yaşlandıkça hemen herkes yakın gözlüğü kullanıyor ya, onun gibi bir şey mi bu? Bir nevi kader mi?
Evet, bir nevi öyle. Hipertansiyon ortaya çıkmayacak diye bir şey yok. Biz çıkan hipertansiyonu kontrol etme derdindeyiz ve çıkmaması veya geciktirilmesi için gerekenleri yapma durumundayız, daha geç çıksın diye.
Yine korunmak işin içinde, değil mi?
Gayet tabii!
Peki, bilinçlenme ya da bilinç düzeyimiz... Bunca yıldır bocasınız, ders anlatıyorsunuz, size onlarca, yüzlerce, binlerce hasta danıştı, tedavi ettiniz, hâlâ takip ediyorsunuz tabii. Bunların hepsi ömür boyu tedavide...
Elbette, elbette!
Bilinç düzeyimize 1980'lerden itibaren şöyle bir baktığınızda, ne durumdayız. Dünya için de soruyorum bunu, çünkü yurtdışına da çıkıyorsunuz, gözlemliyorsunuz, meslektaşlarınızla bir araya geliyorsunuz. Türkiye için de soruyorum. Hakikaten karamsar bir yapımız da vardır, ama belki de siz o kadar karamsar değilsinizdir...
Hiç değilim, çünkü birçok kuruluş, medya; görsel medya, yazılı medya devamlı olarak bu konuyu zaten işliyor. Biz de elimizden gelen gayreti gösteriyoruz. Doktorlar hastalarını, çevrelerini ikaz ediyorlar. Belki çok arzu edilen seviyede etkisi olmasa bile yavaş da olsa, toplum giderek bunu kabul edip daha dikkatli oluyor Sağlık sistemine erişim kolaylaştıkça daha rahat check-up'a gidecek insanlar ve burada tabii özellikle doktorların, her gelen hastanın mutlaka kan basıncını ölçmesi şart. Eğer kan basıncını ölçüp çok kısa da olsa hastaya bilgi verirse, bu da çok büyük bir katkı olacaktır. Sürekli gayret etmemiz gerekiyor.
Gebelikte Hipertansiyon
Türk Kardiyoloji Derneği'nin 2003 yılındaki, "Tansiyonunuz Kontrol Altında mı?"
kampanyasının sonuçlarını anlattınız. Sizin farkındalığınızı merak ediyorum. Kampanyanın satır arası sonuçlarına değinelim mi? Bu kampanyanın en önemli kısmı üçüncü basamağı olacak. İlk iki basamağından bahsetmiştik. Üçüncü basamağında hastaneler düzeyinde çok daha yaygın bir kampanya yürütüp, hastaneye kan basıncı yüksekliğiyle gelsin veya gelmesin her gelen hastanın kan basıncım ölçüp, onlan o pilot olarak yaptığımız çalışmada elde ettiğimiz neticeye göre yönlendirmeye çalışacağız. Bunun hazırlıkları devam ediyor.
Türkiye'de 15 milyon tansiyon hastasının yarısı hastalığının farkında değil. Bu kişilere nasıl ulaşmayı planlıyorsunuz?
Sağlık Bakanlığı, kampanyalarla bu kişilere ulaşmalı. Okullarda sürdürülmeli. Konuyla ilgili bilim dallarının uzmanları nefroloji, endokrinoloji, kardiyoloji, iç hastalıkları, pratisyen hekimler çalışmalara katılmalı. Türk Tabipler Birliği'nin, tabip odalarının, eczacı odalarının temsilcilerinin katkılarıyla düzenlenecek toplantılar yardımıyla erişmek gerekiyor. Türkiye'de yaşayan herkes, bir numaralı ölüm nedeni olan kardiyovasküler hastalıkların risk faktörlerini bilmeli ve derhal tedbir almalı. İnsanları uyarmalıyız. Hipertansiyon bu risk faktörleri içinde en önemli, ama en kolay kontrol edilebilenlerinden biri. Bu yüzden herkese görev düşüyor. Özellikle Sağlık Bakanlığının Ulusal Kalp Sağlığı Politikası Dokümanı'yla artık bu işi bir politika haline getirip ciddi olarak ele alarak, mesela sıtmayla, tüberkülozla mücadelede olduğu gibi, kalp hastalıklarıyla da mücadele etmesi lazım. Zaten tümüyle kontrol altına alamıyorsunuz, ama en azından ilk kademede yarı yarıya indirecek kampanyaları yürütmesi gerekiyor. Ki bunlardan bir tanesi yapıldı, hâlâ da yapılıyor: Sigarayla mücadele. Bütün açık alanlarda, kapalı alanlarda sigaranın yasaklanması, özellikle gençlerin ve çocukların korunması için her türlü tedbirin alınması çok faydalı oluyor.
Hipertansiyon ve İnme Hastaligi
Hipertansiyon ve İnme
Yüksek tansiyon söz konusu olunca, kol kola giren hastalıkları da böylece anlatmış oldunuz. Ama şimdi isterdeniz "inme", "beyin krizi" dediğimiz hadiseyi konuşalım...
Beynin damarlarının pıhtıyla tıkanması veya kanamayla beyin dokusunun harabiyetine "inme" diyoruz. "İnme "nin altında yatan en önemli neden ise hipertansiyon.
Çok dramatik ve ölümcül sonuçları var, değil mi?
Türkiye'de yapılan Türk Kardiyoloji Derneği'nin de desteklediği THINK (Türkiye'de Hipertansif Hastalarda İnme Riski Araştırması) çalışmasına göre hipertansif hastaların yaklaşık yüzde 17'si inme geçiriyor, yani bu çok ciddi bir durum. Özellikle ileri yaşlarda hipertansiyonun en önemli komplikasyonu, inme. Tabii inme, kalp krizi gibi çok rahat müdahale edilebilen, geri döndürülebilen veya bir şeyler yapılabilen bir durum değil. Onun için de hipertansif hastaların, özellikle inme geçirmemesi için kan basınçlarının kontrol altında tutulması şart.
Hep duyuyorum tek taraflı, çift taraflı felç diye. Yatağa bağlı olan genç insanların sayısı da bir hayli fazla. Demek ki belirli bir yaştan sonra ortaya çıkmıyor. İnme gerçekleşmeden hemen önce hiçbir şey yapamıyor muyuz? İnsanlar "tak" diye gidiyor mu? Belirtileri var mı? Mesela burun kanaması geldi ilk anda aklıma...
Burun kanamalarının altında hipertansiyon var mıdır diye her zaman bakarız. Ama her burun kanaması mutlaka hipertansiyonla bağlantılı değil. Eğer hastanın hipertansiyonu var ve burnu kanıyorsa ve bu genellikle de kan basıncının yükseldiği ana denk geliyorsa, bunu hipertansiyona bağlayabiliriz belki. Ama kan basıncı normalken kişinin burnu kanıyorsa, hipertansiyonu varsa bile gene de kanıyorsa, mutlaka bir KBB (kulak-burun-boğaz) muayenesinden geçmesi gerekir. Bundan kaynaklanmadığının tespit edilmesi lazım. O tespit edildikten sonra gene kan basıncının kontrol altına alınması gerekir. Genellikle yaptığımız şey budur. Bu gibi durumlarda bir KBB uzmanı meslektaşımızla işbirliği yapıyoruz.
-
Kardiyovasküler hastalık birinci ölüm nedeni
Tansiyonun böbrekte yaptığı harabiyet ile kalpte yaptığı barabiyet oranına baktığımızda, kişiye en çok zarar vereni, en ölümcül sonuçlara sahip olanı, beyne verdiği zarar mı?
Hayır! Kardiyovasküler hastalıklar (kalbin ve beynin damarlarıyla ilgili hastalıklar) dediğimiz zaman, hem kalp hem beyin hadiselerini kastediyoruz. Bu yüzden Türkiye'de ve tüm dünyada en önemli ve bir numaralı ölüm nedeni kalbin ve beynin damarlarıyla ilgili hastalıklar. Böbrek hastalıklarının sonucunda gelişen şey, yine kardiyovasküler hastalıklar. Böbrek yetersizliğinin ilerlemesi de öldürücü, ama böbrek hastalarında da ölümlerin çoğu gene, kardiyovasküler dediğimiz hastalıklardan oluyor. O yüzden, o veya bu, sonuçta hepsi kalp ve beyinle ilgili damar hastalıklarına bağlanıyor.
Aslında her cümlenizin sonunda biraz da şuna vurgu yapmak istiyorsunuz anladığım kadarıyla: Farkındalığı artırmak ve hepimizi uyanık olmaya davet etmek...
Kesinlikle! Yani her şeyin başı, kişinin kendisinde bulunan, önlenebilir risk faktörlerinin kontrol altına alınması. Bunları önlemek, ileriye yönelik çok iyi bir yatırım yapmak demek.
Gerçekten sağlımızın kıymetini bilebiliyor muyuz?
Gençken mi bilmeliyiz, yoksa birçoğumuzun yaptığı gibi ille de yaşlanmayı mı beklemeliyiz?
Yaşlanmayı beklemek son derece yanlış. Her zaman sağlığın kıymetini bilmek gerekir. Gerçekten Kanuni Sultan Süleyman'ın deyişini hep hatırlamak lazım. Dünyada bence, sağlığın ötesinde değerli hiçbir şey yok, çünkü sağlığınız yoksa hiçbir şeyin değeri yok. Ancak sağlıklıysanız her şeyden zevk alabiliyorsunuz, hayatın tadını çıkarabiliyorsunuz. Hem kendinizi hem çevrenizi hem ailenizi değerlendirerek, olabilecek her türlü hastalığa karşı elinizden gelen her şeyi yapacaksınız, yapmalısınız. Son pişmanlık fayda etmiyor, mesela kalp dokusu zarar gördükten sonra kendini yenileyemiyor. Yenilenmek için biliyorsunuz son zamanlarda çok moda olan kök hücre tedavileri gündeme geliyor, ama bunlar işin daha çok başında. Bu yüzden her dokumuzu, her organımızı zarar görmeden koruyabilmemiz lazım. Ha, her şeyi yaparsınız da gene olur. Tabii bu ayrı bir şey, ama j) zaman en azından teselliniz olur, "Ben elimden geleni yaptım, bu gene oldu" diye. Ama yapmazsanız, o zaman kendinizi suçlarsınız, "Niye yapmadım" dersiniz. Bu pişmanlığı yaşamamak için önceden tedbir almak şart. Aslında bütün hastalıklar için önemli olan koruyucu hekimlik, yani ta işin başından, gerek çevreyle, gerek kendi sağlığımızla ilgili kurallara uyarak; yediğimiz, içtiğimiz her şeye dikkat ederek, önceden koruyucu tedbirleri alabilmek önemli. Bu bir devlet politikası da olmalı. İyi beslenme, iyi hava, iyi su ve aşılanma gibi birçok tedbiri önceden almak lazım ki daha sağlıklı yaşayabilelim.
Otomobile bakım yaptırıyoruz ama kendimize...
Bütün bunları yıllarca anlatmanıza rağmen, insanlar neden hâlâ böylesine umursamazlar?
Çünkü insanların başka birçok derdi var. Yaşam kavgası var, bu kavganın içinde çoğu zaman sağlık arka plana atılıyor, yani bir, "Bana bir şey olmaz" rahatlığı hakim oluyor sanırım. Ta ki sağlık elden gidinceye kadar. Gerçekten hiçbirimiz normal yaşam kavgamız içerisinde, sağlığımızı aklımıza pek getirmiyoruz. Bir yerde okumuştum, "Her yıl belli kilometrede otomobilimizin bakımını yaptırıyoruz, ama kendimize baktırmıyoruz" diye, çok doğru. Yani otomobilimize verdiğimiz değeri kendi vücudumuza vermiyoruz.
En son ne zaman bakım yaptırdınız diye sorayım hemen size?
Birkaç ay önce bütün tetkiklerimi yaptırdım.
Her yıl yaptırıyor musunuz?
Evet, her yıl yaptırıyorum. 40 yaşından sonra her yıl yaptırmakta fayda var, ama tüm değerleriniz normalse 2 yılda bir de olabilir.
Gelmeden önce araştırdığımda gördüm ki, uykuda solunum durmaları ya da "uyku apnesi" dediğimiz bir hastalık var. Önemli bir uyku bozukluğu. Bu hastalık, tansiyon yükselmesine yol açar mı ya da tansiyonu yüksek olanlarda bu hastalık ortaya çıkar mı?
Uyku bozukluğuna neden olan sleep apne dediğimiz hastalık, gerçekten tansiyon yüksekliğiyle beraber giden bir hastalık. Çünkü mekanizmasında kan basıncını yükseltecek faktörler rol oynuyor. Ayrıca bu hastaların çoğu zaten kilolu hastalar. Kilo da zaten kan basıncını yükselten faktörlerden biri.
Bu nedenle, her "uyku apne sendromu"nda hipertansiyonun araştırılması gerekiyor. Hakikaten bu sendrom, hem hipertansiyonla hem de diğer kalple ilgili bozukluklarla beraber seyrediyor. Bunun için zaten özel merkezler var. Çünkü bu, çok ayrı bir durum. Sadece kiloyla ilgili değil, kulak-burun-boğaz hastalıkları, göğüs hastalıkları ve nörolojiyle de ilgili bir durum. Onun için çok yönlü araştırmak şart. Bu konularda uzmanlaşmış uyku merkezlerinde incelenerek, gereken tedbirlerin alınması lazım.
Göğüs hastalıkları deyince aklıma hemen babam geldi. Kendisi KOAH hastası. Zaman zaman sıkışıyor. Yaşa bağlı ortaya çıkan tansiyon sorunu da var. KOAH yüzünden her gün "fıs fıs" dediğimiz ilaçlardan kullanıyor. Çok kilolu ve tansiyonu da olunca, nefes darlığı olduğunda akciğer kapasitesi de yetersiz kalınca tansiyonu çok yükseliyor. Bağlantı kurmak doğru mu?
"Kronik obstrükfıf akciğer hastalığı" ya da baş harfleriyle KOAH diye tabir ettiğimiz hastalık, daha çok kronik bronşit ve amfizem (akciğer dokularının elastikiyetini kaybederek fazla genişlemesinden ileri gelen bir durum) sonucunda ortaya çıkıyor. Bu hastalık, doğrudan tansiyon yapar diyemeyiz. Ama söz konusu kişi zaten yaşlı ve diğer risk faktörlerine sahip biri olunca beraberinde tansiyon sorunu da gündeme gelebilir. Tabii ki o kriz anında, yani soluk alamadığı durumlarda, vücutta meydana gelen reaksiyonların neticesinde, kan basıncı da yükselebilir. Orada çok önemli bir diğer faktör var: Genellikle hastaların kullandığı nefes açıcı ilaçlar, içlerinde barındırdıkları sempatik aktiviteyi artıran etken maddeleriyle aynı zamanda kan basıncını artırabiliyorlar. Bu yüzden dikkatli kullanmak gerekir. Fakat ilaçların alternatifi yok. Kişinin önce soluk alması lazım. Kan basıncı da o arada düzeltilir tabii.
Yüksek tansiyon söz konusu olunca, kol kola giren hastalıkları da böylece anlatmış oldunuz. Ama şimdi isterdeniz "inme", "beyin krizi" dediğimiz hadiseyi konuşalım...
Beynin damarlarının pıhtıyla tıkanması veya kanamayla beyin dokusunun harabiyetine "inme" diyoruz. "İnme "nin altında yatan en önemli neden ise hipertansiyon.
Çok dramatik ve ölümcül sonuçları var, değil mi?
Türkiye'de yapılan Türk Kardiyoloji Derneği'nin de desteklediği THINK (Türkiye'de Hipertansif Hastalarda İnme Riski Araştırması) çalışmasına göre hipertansif hastaların yaklaşık yüzde 17'si inme geçiriyor, yani bu çok ciddi bir durum. Özellikle ileri yaşlarda hipertansiyonun en önemli komplikasyonu, inme. Tabii inme, kalp krizi gibi çok rahat müdahale edilebilen, geri döndürülebilen veya bir şeyler yapılabilen bir durum değil. Onun için de hipertansif hastaların, özellikle inme geçirmemesi için kan basınçlarının kontrol altında tutulması şart.
Hep duyuyorum tek taraflı, çift taraflı felç diye. Yatağa bağlı olan genç insanların sayısı da bir hayli fazla. Demek ki belirli bir yaştan sonra ortaya çıkmıyor. İnme gerçekleşmeden hemen önce hiçbir şey yapamıyor muyuz? İnsanlar "tak" diye gidiyor mu? Belirtileri var mı? Mesela burun kanaması geldi ilk anda aklıma...
Burun kanamalarının altında hipertansiyon var mıdır diye her zaman bakarız. Ama her burun kanaması mutlaka hipertansiyonla bağlantılı değil. Eğer hastanın hipertansiyonu var ve burnu kanıyorsa ve bu genellikle de kan basıncının yükseldiği ana denk geliyorsa, bunu hipertansiyona bağlayabiliriz belki. Ama kan basıncı normalken kişinin burnu kanıyorsa, hipertansiyonu varsa bile gene de kanıyorsa, mutlaka bir KBB (kulak-burun-boğaz) muayenesinden geçmesi gerekir. Bundan kaynaklanmadığının tespit edilmesi lazım. O tespit edildikten sonra gene kan basıncının kontrol altına alınması gerekir. Genellikle yaptığımız şey budur. Bu gibi durumlarda bir KBB uzmanı meslektaşımızla işbirliği yapıyoruz.
-
Kardiyovasküler hastalık birinci ölüm nedeni
Tansiyonun böbrekte yaptığı harabiyet ile kalpte yaptığı barabiyet oranına baktığımızda, kişiye en çok zarar vereni, en ölümcül sonuçlara sahip olanı, beyne verdiği zarar mı?
Hayır! Kardiyovasküler hastalıklar (kalbin ve beynin damarlarıyla ilgili hastalıklar) dediğimiz zaman, hem kalp hem beyin hadiselerini kastediyoruz. Bu yüzden Türkiye'de ve tüm dünyada en önemli ve bir numaralı ölüm nedeni kalbin ve beynin damarlarıyla ilgili hastalıklar. Böbrek hastalıklarının sonucunda gelişen şey, yine kardiyovasküler hastalıklar. Böbrek yetersizliğinin ilerlemesi de öldürücü, ama böbrek hastalarında da ölümlerin çoğu gene, kardiyovasküler dediğimiz hastalıklardan oluyor. O yüzden, o veya bu, sonuçta hepsi kalp ve beyinle ilgili damar hastalıklarına bağlanıyor.
Aslında her cümlenizin sonunda biraz da şuna vurgu yapmak istiyorsunuz anladığım kadarıyla: Farkındalığı artırmak ve hepimizi uyanık olmaya davet etmek...
Kesinlikle! Yani her şeyin başı, kişinin kendisinde bulunan, önlenebilir risk faktörlerinin kontrol altına alınması. Bunları önlemek, ileriye yönelik çok iyi bir yatırım yapmak demek.
Gerçekten sağlımızın kıymetini bilebiliyor muyuz?
Gençken mi bilmeliyiz, yoksa birçoğumuzun yaptığı gibi ille de yaşlanmayı mı beklemeliyiz?
Yaşlanmayı beklemek son derece yanlış. Her zaman sağlığın kıymetini bilmek gerekir. Gerçekten Kanuni Sultan Süleyman'ın deyişini hep hatırlamak lazım. Dünyada bence, sağlığın ötesinde değerli hiçbir şey yok, çünkü sağlığınız yoksa hiçbir şeyin değeri yok. Ancak sağlıklıysanız her şeyden zevk alabiliyorsunuz, hayatın tadını çıkarabiliyorsunuz. Hem kendinizi hem çevrenizi hem ailenizi değerlendirerek, olabilecek her türlü hastalığa karşı elinizden gelen her şeyi yapacaksınız, yapmalısınız. Son pişmanlık fayda etmiyor, mesela kalp dokusu zarar gördükten sonra kendini yenileyemiyor. Yenilenmek için biliyorsunuz son zamanlarda çok moda olan kök hücre tedavileri gündeme geliyor, ama bunlar işin daha çok başında. Bu yüzden her dokumuzu, her organımızı zarar görmeden koruyabilmemiz lazım. Ha, her şeyi yaparsınız da gene olur. Tabii bu ayrı bir şey, ama j) zaman en azından teselliniz olur, "Ben elimden geleni yaptım, bu gene oldu" diye. Ama yapmazsanız, o zaman kendinizi suçlarsınız, "Niye yapmadım" dersiniz. Bu pişmanlığı yaşamamak için önceden tedbir almak şart. Aslında bütün hastalıklar için önemli olan koruyucu hekimlik, yani ta işin başından, gerek çevreyle, gerek kendi sağlığımızla ilgili kurallara uyarak; yediğimiz, içtiğimiz her şeye dikkat ederek, önceden koruyucu tedbirleri alabilmek önemli. Bu bir devlet politikası da olmalı. İyi beslenme, iyi hava, iyi su ve aşılanma gibi birçok tedbiri önceden almak lazım ki daha sağlıklı yaşayabilelim.
Otomobile bakım yaptırıyoruz ama kendimize...
Bütün bunları yıllarca anlatmanıza rağmen, insanlar neden hâlâ böylesine umursamazlar?
Çünkü insanların başka birçok derdi var. Yaşam kavgası var, bu kavganın içinde çoğu zaman sağlık arka plana atılıyor, yani bir, "Bana bir şey olmaz" rahatlığı hakim oluyor sanırım. Ta ki sağlık elden gidinceye kadar. Gerçekten hiçbirimiz normal yaşam kavgamız içerisinde, sağlığımızı aklımıza pek getirmiyoruz. Bir yerde okumuştum, "Her yıl belli kilometrede otomobilimizin bakımını yaptırıyoruz, ama kendimize baktırmıyoruz" diye, çok doğru. Yani otomobilimize verdiğimiz değeri kendi vücudumuza vermiyoruz.
En son ne zaman bakım yaptırdınız diye sorayım hemen size?
Birkaç ay önce bütün tetkiklerimi yaptırdım.
Her yıl yaptırıyor musunuz?
Evet, her yıl yaptırıyorum. 40 yaşından sonra her yıl yaptırmakta fayda var, ama tüm değerleriniz normalse 2 yılda bir de olabilir.
Gelmeden önce araştırdığımda gördüm ki, uykuda solunum durmaları ya da "uyku apnesi" dediğimiz bir hastalık var. Önemli bir uyku bozukluğu. Bu hastalık, tansiyon yükselmesine yol açar mı ya da tansiyonu yüksek olanlarda bu hastalık ortaya çıkar mı?
Uyku bozukluğuna neden olan sleep apne dediğimiz hastalık, gerçekten tansiyon yüksekliğiyle beraber giden bir hastalık. Çünkü mekanizmasında kan basıncını yükseltecek faktörler rol oynuyor. Ayrıca bu hastaların çoğu zaten kilolu hastalar. Kilo da zaten kan basıncını yükselten faktörlerden biri.
Bu nedenle, her "uyku apne sendromu"nda hipertansiyonun araştırılması gerekiyor. Hakikaten bu sendrom, hem hipertansiyonla hem de diğer kalple ilgili bozukluklarla beraber seyrediyor. Bunun için zaten özel merkezler var. Çünkü bu, çok ayrı bir durum. Sadece kiloyla ilgili değil, kulak-burun-boğaz hastalıkları, göğüs hastalıkları ve nörolojiyle de ilgili bir durum. Onun için çok yönlü araştırmak şart. Bu konularda uzmanlaşmış uyku merkezlerinde incelenerek, gereken tedbirlerin alınması lazım.
Göğüs hastalıkları deyince aklıma hemen babam geldi. Kendisi KOAH hastası. Zaman zaman sıkışıyor. Yaşa bağlı ortaya çıkan tansiyon sorunu da var. KOAH yüzünden her gün "fıs fıs" dediğimiz ilaçlardan kullanıyor. Çok kilolu ve tansiyonu da olunca, nefes darlığı olduğunda akciğer kapasitesi de yetersiz kalınca tansiyonu çok yükseliyor. Bağlantı kurmak doğru mu?
"Kronik obstrükfıf akciğer hastalığı" ya da baş harfleriyle KOAH diye tabir ettiğimiz hastalık, daha çok kronik bronşit ve amfizem (akciğer dokularının elastikiyetini kaybederek fazla genişlemesinden ileri gelen bir durum) sonucunda ortaya çıkıyor. Bu hastalık, doğrudan tansiyon yapar diyemeyiz. Ama söz konusu kişi zaten yaşlı ve diğer risk faktörlerine sahip biri olunca beraberinde tansiyon sorunu da gündeme gelebilir. Tabii ki o kriz anında, yani soluk alamadığı durumlarda, vücutta meydana gelen reaksiyonların neticesinde, kan basıncı da yükselebilir. Orada çok önemli bir diğer faktör var: Genellikle hastaların kullandığı nefes açıcı ilaçlar, içlerinde barındırdıkları sempatik aktiviteyi artıran etken maddeleriyle aynı zamanda kan basıncını artırabiliyorlar. Bu yüzden dikkatli kullanmak gerekir. Fakat ilaçların alternatifi yok. Kişinin önce soluk alması lazım. Kan basıncı da o arada düzeltilir tabii.
Tansiyon ve Kolesterol İliskisi
Tansiyon ve Kolesterol
Peki, kolesterol yüksekliği de etkili mi?
Kolesterol yüksekliği, kardiyovasküler Hastalıklar için çok önemli. Özellikle, halkımızın "iyi kolesterol" dediği HDL kolesterolün düşük olması ki bu bizim toplumumuzda diğer toplumlara göre biraz daha düşük, "LDL" dediğimiz, kötü kolesterol de daha yüksek. Bu bir risk. Kolesterol yüksekliği, kardiyovasküler hastalıkların, özellikle ateroskleroz'un (damar sertliği) en önemli nedenlerinden biri. Bu nedenle çok dikkat etmek lazım. Aslında yaşam tarzımızdaki genel değişiklikler kolesterol için de geçerli. Yanı tansiyonda olduğu gibi uygun bir beslenme biçimi, kolesterolümüzün düşmesine yarayacak. Ancak bu kolesterol düzeyini iyi beslendiğiniz ve fazla kilonuz olmadığı halde yeterli seviyelere getiremi-yorsanız, mutlaka ilaç kullanmak zorundasınız. Bunun için diyoruz ki; 40 yaşından sonra tüm risk faktörlerini kapsayan genel bir kontrolden geçmek ve buna göre değerlendirildikten sonra karar vermek önem kazanıyor. Bazı skorlama tabelaları var. Bunlardan en meşhuru "Framingham Risk Skorlaması". Buna göre yaşınız, cinsiyetiniz, sistolik kan basıncınız, kolesterolünüz, sigara içip içmediğiniz göz önüne alınarak, 10 yıl içinde kalp hastalığına, kardiyovasküler hastalığa yakalanma riskiniz değerlendirilir; hafif, orta, ağır gibi sınıflamalara sokulursunuz ve ona göre de daha ciddi tedbirler alırsınız. Burada skorlamanın yüksek riskli, orta derece ve üstünde riskli çıkması gerekiyor. Tabii kolesterol yüksekliği de son derece önemli bir kıstas. Ayrıca hipertansiyon ile kolesterol yüksekliği genellikle birlikte görülüyor. Tıpkı bir kardeş gibi yan yana gelme olasılıkları çok yüksek. Bu yüzden dediğim gibi hipertansiyon hastasının sadece kan basıncının yüksekliğine bakarak hemen, "Tamam, bunun kan basıncı yüksek. Bir ilaç verelim olsun bitsin" demek doğru değil. Hastayı global olarak, tüm risk faktörleriyle ve hipertansiyonun yarattığı, yaratabileceği hedef-organ hasarlarıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Çünkü tedavi, zaten bu değerlendirmenin sonucuna göre bir bütün olarak yapılıyor. Tedavinin amacı sadece kan basıncını düşürmek değil, eğer o hastanın kolesterolü de yüksekse, kolesterolünü de düşüreceksiniz, şekeri varsa şekerini de kontrol altına alacaksınız. Sigara içiyorsa mutlaka vazgeçmesini söyleyeceksiniz, kilosu varsa mutlaka kilo vermesi gerektiğini vurgulayacaksınız, tuzunu kısıtlayacaksınız, alkolünü azaltacaksınız, yani hastayı bir bütün olarak değerlendirip, bir bütün olarak tedavi edeceksiniz.
Kardiyovasküler riske dikkat!
Doktorun sorumluluğu işte burada, değil mi?
Kesinlikle. Buna "kardiyovasküler risk" deniliyor. Doktorun hastaya bu konunun önemini hastanın anlayacağı şekilde, özellikle tıbbi deyimler kullanmadan anlatması lazım.
Şu anda tam da sizin yaptığınız gibi...
Aynen öyle. Bu faktörler niye önemli? İleride nelere mal oluyor? Bunlar önlenebilir mi, önlenemez mi? Hastanın neler yapması gerekiyor? Doktorun tüm bunları hastayı sıkmadan, çok çaresiz bırakmadan, özendirici bir tarzda anlatılması lazım. Eğer hasta size inanır ve güvenirse bunları uyguluyor.
Hastalarınızın ya da size danışanların sizi çok sorgulanmadıklarını gözlemliyorum. Lütfen yanılıyorsam düzeltin. Hekimin yanında ya heyecanlanıyorlar ya da çekiniyorlar. Biraz teslimiyetçi bir tavır görüyorum. Katılıyor musunuz?
Evet, maalesef haklısınız!
Neden soramıyorlar? Sanırım sizi sorgulamalarını istersiniz...
Elbette! Sanıyorum bütün bunlar, ta küçüklükten, çocukluktan başlayarak, "Sen sus" gibi ihtarlara maruz kalınmasından dolayı oluyor. Çünkü hayatının her devresinde soru soranlar pek hoş karşılanmıyor. Bu hiç güzel bir şey değil. Ayrıca doktorların tavırlarında acaba yanlışlık var mı diye düşünmüyor da değilim. Sanırım kendilerini kontrol etmelerinde fayda var. Eğer hastaya onu soru sormaya ikna edecek veya heveslendirecek bir tutumla yaklaşırsanız bunu sağlarsanız veya bir iki ufak tefek açılım yaratırsanız, o zaman hasta aklına gelen her şeyi sorabilir. Yani bu noktada biraz bizim de gayret etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü eğer hasta sormuyorsa, sizin o hastayı açmanız, ona güzelce bunları izah etmeniz şart. Çünkü hipertansiyon tedavisinde de, diğer bütün hastalıkların tedavisinde de en önemli nokta, hastanın işin ciddiyetini anlaması, size inanması ve yanınızdan berrak bir zihinle ayrılmasıdır. Bunu sağlayamadığınız takdirde, kesinlikle başarısız olursunuz. Zaten bugün hâlâ bütün dünyada ve Türkiye'de, hastaların kontrol altına alınamamasının nedenlerinden bir tanesi, hastaya yeterince vakit ayrılmaması ve bu işin ciddiyetinin anlatılamaması.
Yani insanlarımızın zaten tansiyonları yüksek. Size bu problemle geliyorlar ama bir de hekim korkuları var...
Kesinlikle! Bizden korkmalarına gerek yok, ama sanırım yanlış bir şey sorma endişesiyle bizden çekiniyorlar. Bence çekinme faktörü çok önemli, ama buna hiç gerek yok. Artık hasta hakları diye bir şey var. Hasta, her zaman haklı. Doktorundan her şeyi sorup öğrenmek de onun hakkı. Bence artık insanlarımızın bu çekingenliği üzerinden atıp her türlü konuyu, her türlü şekilde sorup öğrenerek tartışabilmesi lazım. Bunun örneklerini de görüyoruz. Çünkü internet kullanımı yaygınlaştıkça hastalar daha bilinçli bir şekilde bize geliyorlar. "Bu böyle mi efendim?" "Araştırdım, şöyle bir gelişme mi varmış, yeni bir ilaç mı çıkmış" diye de soruyorlar. Bu konudaki çekingenliğin, birkaç 10 yıl içinde düzeleceğini umuyorum.
Umarım...
Hastalarımız daha bilinçli olacak.
Ben de çok isterim aslında akıllarına gelen her şeyi
sorabilmelerini. Ben kendimden örnek vereyim. Kesinlikle soruyorum...
Sormaları lazım. Hatta biliyorsunuz yurtdışında, özellikle Batı ülkelerinde hasta yapacağınız tedaviyi bile sorgulayabiliyor. Başarılı olup olmadığınızı izleyebiliyor. Kurum olarak veya kişisel olarak başarılı olup olmadığınızı belgelemenizi isteyebiliyor. Ancak ondan sonra size teslim oluyor veya olmuyor.
Hipertansif hastalarda en sık rastlanan yanlışlar şöyle:
"Şikayetlerim geçince ilacımı almayı bırakıyorum."
"İlaç kullanmaya başladım, demek ki tansiyonum kontrol altında."
"Nasıl olsa ömür boyu ilaç kullanacağım diye ilaçlara geç başlamak istiyorum."
"ilaçlar yan etki yapıyor bu yüzden kullanmıyorum."
"Doktorum tansiyonum için 2 ilaç verdi. Hiçbir şikayetim yok, birini kullanmıyorum."
"Yemeklerde tuz kullanmaya devam ediyorum."
"Nasıl olsa ilaç kullandığım için sigara kullanmaya devam ediyorum."
"Tansiyonumu yükselteceği için egzersiz yapmıyorum."
Sık yapılan yanlışlar
Toplumumuzda bu alanda mitler söz konusu mu? Yanlış bilinen doğrular, doğru bilinen yanlışlar var mı? Biz bununla ilgili olarak, 12-8 kampanyası sırasında yanlışlar-doğrular diye bir broşür bastırmıştık. Her hipertansif hastaya bunu veriyoruz.
Doğruları da aşağıda belirtelim:
İlacı sürekli kullanmak gerekiyor.
Hasta ilacı kullandıktan sonra tansiyonunun kontrol altında olup olmadığını, ancak bir doktorun kontrolünde ölçtürerek ve devamlı olarak takip ederek bilebilir.
İlaç kullanmaya geç başlamak, tam tersine her bakımdan geç kalmış olmak demektir.
Ne kadar erken başlanırsa ve ne kadar iyi kontrol edilirse hipertansiyonun ortaya çıkaracağı hasarlar da o kadar azaltılmış, geriletilmiş olur.
Doğru bilinen yanlışlar
Doğru bilinen yanlışlar neler?
Doğru bilinen yanlışlara en güzel örnekler şunlar:
"Yan etki yapıyor, bu yüzden kullanmıyorum": Bu yanlış, tabii ki her ilacın yan etkileri olabilir, ama o zaman, yan etkisinin ciddiyetine göre ilaç değiştirilebilir, dozu azaltılabilir, bunun tabii doktor kontrolünde olması lazım.
"Doktorum tansiyonum için iki ilaç verdi. Hiçbir şikayetim yok, birini kullanmıyorum": Bu çok yanlış! Eğer iki ilaçla o tansiyon kontrol altına alınıyorsa, hasta mutlaka iki ilacı da kullanmak zorunda, birini kestiğinde tekrar yetersiz kontrol haline gelecektir.
"Yemeklerde tuz kullanmaya devam ediyorum": Bu yanlış. Doktorun tavsiyesi üzerine yemeklerde tuz kullanmayı bıraktım, doğru olan şey. Tuz kısıtlamasını hayat boyu, aynı ilaçlar gibi devam ettirmek gerekiyor.
Önemli bir başka konu da sigara. Sigaranın mutlaka bırakılması gerekiyor. Çünkü her içilen sigarayla 1-2 saat bir kere kan basıncı yükseliyor. Aynı zamanda sigara, kardiyovasküler hastalıklar için çok ciddi bir risk faktörü. Her gün düzenli olarak yürüyüş yapılması da çok önemli. Eğer her gün düzenli egzersiz yapılırsa, kan basıncı yükseleceğine tam tersine düşer.
Neden tuz yükseltiyor tansiyonu? Şeker değil de tuz olması ilginç değil mi?
Hayır, şeker de yükseltiyor. Şeker hastalarının yüzde 70'inde hipertansiyon olduğunu daha önce söylemiştik.
Ama şekeri kestirmiyorsunuz...
Çünkü hipertansiyonun altında yatan mekanizmalardan bir tanesi ve en önemlisi, renin anjiyotensin aldoste-ron dediğimiz, "RAAS" diye geçen sistemdir. Bu sistem birçok hastalığın altında yatar. Vücudumuzdaki hormo-nal sistemlerden biri ve işin içine sempatik sistem (sinir sistemimizin bir kısmı) de giriyor. Bu sistem, böbrekte de çok etkin olduğu için tuzun önemi ortaya çıkıyor. Biliyorsunuz tuz böbreklerde emiliyor ve atılıyor. Bütün hücrelerimizin içinde ve dışında belli bir oranda tuz var. İşte bu yüzden tuzun hipertansiyonda çok önemli katkısı var.
Şahsi bir soru soracağım size. Kardiyoloji ihtisasına ne zaman başladınız?
Bundan 26 yıl önce, 1981'de kardiyolog oldum.
Sebzeyi de, meyveyi de bol tüketin
Yani tam 26 yılı geride bıraktınız. Bunca yıl boyunca hep başkalarının sağlığı için çalıştınız. Ama bence siz aynı zamanda kendi sağlığınızdan da sorumlusunuz. Çünkü ancak sağlıklı olursanız insanlara faydalı olabilirsiniz. Kendi sağlığınız için neler yapıyorsunuz?
Beslenmeme dikkat ediyorum. Kesinlikle! Sebzeyi de, meyveyi de çok seviyorum. Ete çok fazla düşkün değilim, özellikle kırmızı ete. Ama yemiyorum demek değil bu, haftada 1-2 kez yiyorum. Yumurtaya dikkat ediyorum. Haftada en fazla î tane, haydi bilemediniz 2 tane yumurta yiyorum, ama daha çok sebze ve meyve tüketiyorum. Katıyağ, tereyağı gibi yağları kullanmıyorum. Yürüyüş yapıyorum.
Ne kadar, mesela?
Fırsat bulabildiğim her an yürüyüş yapıyorum. Zaten hareketli bir tipimdir. Öyle çok oturan biri değilim. Devamlı hareket halindeyim. Kiloma dikkat ediyorum, yağlı ve çok tatlı şeylerden kendimi mahrum etmiyorum ama çok fazla da yemiyorum. Kendimi tutuyorum.
Kilolu değilsiniz. Peki ya sigara?
Sigara içmiyorum. Arada bir pipo tüttürüyorum. Ben hayatta bazı şeylerin eğer istek ve zevkle yapılırsa çok zararlı olmadığına da inanıyorum. Bir de eğer hayatta bazı şeyleri elde edemediyseniz ya da başaramadıysanız bunun üstünde çok fazla durmamak gerekiyor. Tabii bunu insanın kendine itiraf etmesi pek kolay değil, ama mutlaka başka bir yan yola sapıp hayata devam etmek gerekiyor. Yani bir problem varsa çözebiliyorsam ne âlâ! Çözemiyor-sam o problemi orada bırakıp, yoluma başka bir güzergahtan devam etmeye çalışıyorum. Bir de birazcık şanslı olduğumu düşünüyorum, yani ailemde, anne, babam ve kardeşlerimde şeker hastalığı yok, kan basıncı yüksekliği tek tük görülüyor. Yağlarımı ölçtürdüm, kolesterolüm de normal sınırlarda. Demek ki şansın veya genetiğin de yardımıyla kendimize dikkat ediyoruz. Şans faktörü önemli. Çünkü annenizi, babanızı seçemiyorsunuz. Eğer genetik açıdan şanslı bir anneden, babadan doğmuşsanız, bu sizin için ömür boyu bir armağana dönüşebiliyor.
Sigara kullanmadığınızı söylediniz, peki daha önce denemiş miydiniz?
Hiçbir zaman sigara alışkanlığım olmadı. Dedim ya, hani çok nadir durumlarda, arkadaşlarla çok güzel bir yemekte veya gençken, belki 1-2 tane tüttürmüş olabilirim, ama bunun dışında hayır. Bir bağımlılığım olmadı.
Alkol kullanıyor musunuz?
Alkolde sadece daha önce söylediğim sınırlar içerisinde kalıyorum. Sadece şarap içiyorum. Alkole de bir bağımlılığım yok.
Bir kardiyoloji uzmanı, yıllarını bu işe adamış bir hekim olarak iyi bir örneksiniz. Keşke herkes sizin gibi, bütün bunları biraz olsun hayatına geçirebilse, değil mi?
Evet, evet!
Bunu başarabilirsek, riskleri biraz bertaraf etmiş olabiliriz...
Bir de tabii karşınızdaki hastaya etkili olabilmeniz için onun yapmamasını söylediğiniz her şeyin, sizin tarafınızdan da yapılmamış olması gerekiyor, yoksa hasta size şöyle bir tebessümle bakabiliyor. Bu da çok önemli. Aşırı kilolu bir hekimin, "Kilo ver" uyarısı karşısında hastalar, "Peki hocam siz" diye cevap veriyorlar genellikle.
Hasta hekimine güvenmeli
İnsanlar sizin dikkat ettiklerinize dikkat ederlerse bence birçok şey değişebilir...
Bütün bunların uygulanabileceğini söylediğiniz ve kendi yaşamınızdan örnekler verdiğiniz zaman hasta size biraz daha inanıyor.
Ve güveniyor...
Evet!
Peki ya tansiyonunuz? 12-8 gibi ideal bir ölçüye mi
sahip?
Kan basıncım genellikle 12-8, yani 120-80 (mmHg)
seyrediyor.
Her gün ölçtürüyor musunuz?
Yok, yok! Arada bir, 2 ya da 3 ayda bir.
Niye böyle?
Çünkü normal olduğunu bildiğim için o aralıklarla
ölçtürmek yeterli geliyor.
Dilimize yerleşmiş deyimler var, "Ortamın tansiyonu yükseldi" gibisinden. Bu tür ifadeleri sıklıkla ana haber bültenlerinde duyuyoruz. "Stres tansiyonu doğrudan yükseltmez" dediniz. Peki, tansiyon yükselmesi gerilim ya da sinir yapıyor mu? Mesela şeker hastalarında olduğu gibi yüksek tansiyonu olanlar gergindir, huzursuzdur diyebiliyor musunuz?
Hayır! Hipertansiyonun çok, çok yüksek seviyelerde olmamak şartıyla sinirlilik, gerginlik yaptığına dair herhangi bir bilimsel gerçek yok. Ama sinirlilik ve gerginliğin kan basıncını yükselttiği malum, bu biliniyor. Ama bu yükselme, hipertansiyonu olan hastalarda gerçekleşirse önemli. Bulunan seviyeyi daha yükseğe çıkarıyor. Eğer tansiyonu normal değerlerde olan bir insan aşırı yorulduysa veya sinirlendiyse büyük kan basıncı değeri biraz yükselebiliyor. Sinirli ruh hali ortadan kalktıktan sonra tekrar normale dönüyor. Bu süreklilik gösteren bir durum değildir elbette.
Tansiyonun çok tipik belirtileri yok dediniz. Fakat kişi yine de tansiyonunun yükseldiğini hissedebiliyor. Sizin bunca yıllık tecrübeniz, tansiyonu yüksek seyreden bir insanı ayırt etmenize yarıyor mu?
Ne yazık ki böyle bir yetenek yok hiçbirimizde. Gerçekten belli bir süre sonra hasta, tecrübeyle sabit bir şekilde kan basıncının yükseldiğini hissedebiliyor; ya yüzünde renk değişikliği, kafasının belli bir noktasındaki bir ağrı ya da bir sersemlik hissi gibi şikayetleri yorumlayabiliyor. Tabii bu, kişiden kişiye değişiyor, hipertansiyon hastası olan herkes, kan basıncının yükseldiğini mutlaka hissediyor ama bir doktorun dışarıdan bakarak, "Ha, bu hastanın tansiyonu yükselmiş, kan basıncı yükselmiş" diyebilmesi mümkün değil. Keşke olsaydı.
O zaman, "Ortamda tansiyon yükseldi" gibi bir şey, tamamen mecazi bir deyim...
Basınç yükselmesinin ortama yansıtılması gibi bir şey sanırım. Etraftaki insanların kan basıncı yükseldi anlamında kullanılmıyor elbette. Ortamdaki gergin havayı iyi ifade ediyor.
Sinsi ve Ölümcül Bir Hastalık
Yüksek kan basıncı en çok hangi organlarımıza zarar veriyor?
Daha önce de belirttiğimiz gibi "kan basıncı yüksekliği", yani hipertansiyon, öncelikle 3 hayati organı; beynimizi, kalbimizi ve böbreklerimizin damarlarını etkileyerek, bu organların fonksiyonlarını bozuyor. Ayrıca "peri-ferik damar sistemi" dediğimiz, bacak damarlarımızı ve iç organlarımızın damarlarını da etkileyebilir. Beynimizde "inme" dediğimiz hadiseye yol açar ve genellikle inmelerin çoğunun altında yüksek tansiyon vardır. Halkımız tarafından "kalp krizi" diye bilinen "miyokart enfarktüsü"nün ve onun altında yatan asıl aterosklerotik (damar sertliğine bağlı) kalp hastalığının en önemli risk faktörüdür.
Metabolik sendrom
Bu hastalığın hormon sistemimizle bir ilgisi var mı?
Hormonal hastalıkların bazıları; örneğin tiroit bezinin fazla çalışması, yani "hipertiroidi" dediğimiz durum veya "Cusbing hastalığı" dediğimiz, vücudumuzdaki glukokor-tikoit hormonların fazlalığı gibi durumlarda veya "feo kromastoma" dediğimiz, vücuttaki sempatik aktivitenin daha fazla olmasına neden olan hastalıklarda hipertansiyon görülür. Biz bunu zaten sebebi bilinen olarak değerlendirdiğimiz yüzde 10'luk hipertansiyon hastasında görüyoruz. Hastayı ilk kez görüyorsak Ve bu hastalıklara ait bazı işaretler bulunuyorsa, şüpheleniliyofsa, bu sebepler de araştırılmalı.
Şimdilerde "metabolik sendrom " diye anılan ama eskiden "sendrom X" denilen bir hastalık grubu var. Aslında birçok hastalık bir araya geliyor ve bu metabolik sen-dromlu hastalar grubunu oluşturuyor, değil mi?
Metabolik sendrom, 5 tane bulgudan 3'ünün bulunduğu durumdur. Bu 5 bulguyu şöyle sıralayabiliriz:
1. "Göbeklilik" dediğimiz, bel çevresi ölçümü,
2. Hipertansiyon, yani kan basıncının üst sınırda veya biraz üstünde olması,
3. Şekerin 100'ün üzerinde olması,
4. Hipertrigliserilemi (bir kan yağı cinsi),
5. HDL kolesterolün, yani iyi kolesterolün düşüklüğü.
Eğer kişide bu 5 faktörden 3'ü varsa, "Bu kişide metabolik sendrom vardır" diyoruz.
Metabolik sendrom bulunan bir kişide, kardiyovas-küler hastalık geçirme ihtimali, olmayan kişilere göre 2-3 kat daha yüksek. Zaten bunlar, bizim "aterosklerotik kalp hastalığı" dediğimiz hastalığa yol açan faktörlerden her biri. Bu faktörlerin bir araya gelmesi bir birlik oluşturuyor ve tabii riski artırıyor. Metabolik sendroma, bu bulguları taşıyan insanların uyarılması için önemli bir gözlem veya bu konuda yapılmış bilimsel bir bulgu diyebiliriz. Bazıları buna, "Gerekli değil böyle bir şey. Zaten bunlar kalp hastalığı için veya damar hastalığı için risk faktörü. Ne lüzumu var hepsini bir hastalık tablosu altında birleştirmeye" diyorlar. Ama farkındalık yaratma bakımından, 3 önemli faktör yan yana geliyorsa, o kişiye daha dikkatli olmasını ve bunların mutlaka kontrol altına alınması gerektiğini anlatmak bakımından önemli.
Şeker hastalığı eşittir kalp hastalığı
Siz bunu destekliyorsunuz, değil mi?
Gayet tabii! Zaten kabul edilmiş bir durum.
Peki, hastalıkların böyle bir araya gelip, insanoğluna savaş açmaları konusunda ne düşünüyorsunuz? Bunlar son yıllarda ortaya çıktı. Yakın zamana kadar metabolik sendromu bilmiyorduk, değil mi?
Metabolik sendrom, nispeten yeni bir tanım. Hepsi hastalık değil. Burada hastalık olarak belki şeker hastalığını kabul edebiliriz. Ama orada da tam ortaya çıkmış bir şekerden bahsetmiyoruz. Gerçi bir hastada, hem şeker hastalığı hem de metabolik sendrom olabilir, çünkü şeker hastahğmdaki kan şekeri yüksekliğine ilaveten, bu saydığımız faktörlerden 2 tanesi daha olursa, o hasta aynı zamanda hem şeker hastası hem de metabolik send-romdur.
Oysa şeker hastası olduktan sonra metabolik sendromun olup olmaması artık önemli değil, çünkü şeker hastalığı zaten kalp krizi geçirmiş bir hastanın riskine eşittir. Şeker- hastası bir kişi daha önce kalp krizi geçirmemiş olsa bile, riski kalp krizi geçirmiş bir hastanınkine eşit derecededir. O yüzden biz artık şeker hastalığını kalp hastalığı olarak kabul ediyoruz.
Eyvah, bu noktada bazı meslektaşlarınızla kavga çıkmıyor mu?
Endokrinologlarla çıkıyor.
Yani bir tür savaş mı?
Hayır, bir savaş halinde değil, ama tatlı bir çekişme halinde oluyoruz. Çünkü şeker hastalarının yüzde 70'ini kalp hastalığı yüzünden kaybediyoruz. Biz de bu yüzden endokrinolog (hormon bilimci) meslektaşlarımıza, "Bu işi bize bırakın" diyoruz. Onlar da tabii, bu işe pek memnun olmuyorlar.
Yüksek tansiyon konusu sadece kardiyolojinin ihtisas alanında mı, yoksa başka bilim dalları da işin içine giriyor mu?
Gayet tabii! Tansiyon yüksekliğine veya hipertansiyona nefrologlar (böbrek bilimciler), endokrinologlar, tabii ki dahiliye uzmanları müdahale edebilir. Bizim bu konuda bir çekişmemiz yok, ama genelde hipertansiyon deyince, sonuçları bakımından kardiyoloji ön planda.
Peki, kolesterol yüksekliği de etkili mi?
Kolesterol yüksekliği, kardiyovasküler Hastalıklar için çok önemli. Özellikle, halkımızın "iyi kolesterol" dediği HDL kolesterolün düşük olması ki bu bizim toplumumuzda diğer toplumlara göre biraz daha düşük, "LDL" dediğimiz, kötü kolesterol de daha yüksek. Bu bir risk. Kolesterol yüksekliği, kardiyovasküler hastalıkların, özellikle ateroskleroz'un (damar sertliği) en önemli nedenlerinden biri. Bu nedenle çok dikkat etmek lazım. Aslında yaşam tarzımızdaki genel değişiklikler kolesterol için de geçerli. Yanı tansiyonda olduğu gibi uygun bir beslenme biçimi, kolesterolümüzün düşmesine yarayacak. Ancak bu kolesterol düzeyini iyi beslendiğiniz ve fazla kilonuz olmadığı halde yeterli seviyelere getiremi-yorsanız, mutlaka ilaç kullanmak zorundasınız. Bunun için diyoruz ki; 40 yaşından sonra tüm risk faktörlerini kapsayan genel bir kontrolden geçmek ve buna göre değerlendirildikten sonra karar vermek önem kazanıyor. Bazı skorlama tabelaları var. Bunlardan en meşhuru "Framingham Risk Skorlaması". Buna göre yaşınız, cinsiyetiniz, sistolik kan basıncınız, kolesterolünüz, sigara içip içmediğiniz göz önüne alınarak, 10 yıl içinde kalp hastalığına, kardiyovasküler hastalığa yakalanma riskiniz değerlendirilir; hafif, orta, ağır gibi sınıflamalara sokulursunuz ve ona göre de daha ciddi tedbirler alırsınız. Burada skorlamanın yüksek riskli, orta derece ve üstünde riskli çıkması gerekiyor. Tabii kolesterol yüksekliği de son derece önemli bir kıstas. Ayrıca hipertansiyon ile kolesterol yüksekliği genellikle birlikte görülüyor. Tıpkı bir kardeş gibi yan yana gelme olasılıkları çok yüksek. Bu yüzden dediğim gibi hipertansiyon hastasının sadece kan basıncının yüksekliğine bakarak hemen, "Tamam, bunun kan basıncı yüksek. Bir ilaç verelim olsun bitsin" demek doğru değil. Hastayı global olarak, tüm risk faktörleriyle ve hipertansiyonun yarattığı, yaratabileceği hedef-organ hasarlarıyla birlikte değerlendirmek gerekiyor. Çünkü tedavi, zaten bu değerlendirmenin sonucuna göre bir bütün olarak yapılıyor. Tedavinin amacı sadece kan basıncını düşürmek değil, eğer o hastanın kolesterolü de yüksekse, kolesterolünü de düşüreceksiniz, şekeri varsa şekerini de kontrol altına alacaksınız. Sigara içiyorsa mutlaka vazgeçmesini söyleyeceksiniz, kilosu varsa mutlaka kilo vermesi gerektiğini vurgulayacaksınız, tuzunu kısıtlayacaksınız, alkolünü azaltacaksınız, yani hastayı bir bütün olarak değerlendirip, bir bütün olarak tedavi edeceksiniz.
Kardiyovasküler riske dikkat!
Doktorun sorumluluğu işte burada, değil mi?
Kesinlikle. Buna "kardiyovasküler risk" deniliyor. Doktorun hastaya bu konunun önemini hastanın anlayacağı şekilde, özellikle tıbbi deyimler kullanmadan anlatması lazım.
Şu anda tam da sizin yaptığınız gibi...
Aynen öyle. Bu faktörler niye önemli? İleride nelere mal oluyor? Bunlar önlenebilir mi, önlenemez mi? Hastanın neler yapması gerekiyor? Doktorun tüm bunları hastayı sıkmadan, çok çaresiz bırakmadan, özendirici bir tarzda anlatılması lazım. Eğer hasta size inanır ve güvenirse bunları uyguluyor.
Hastalarınızın ya da size danışanların sizi çok sorgulanmadıklarını gözlemliyorum. Lütfen yanılıyorsam düzeltin. Hekimin yanında ya heyecanlanıyorlar ya da çekiniyorlar. Biraz teslimiyetçi bir tavır görüyorum. Katılıyor musunuz?
Evet, maalesef haklısınız!
Neden soramıyorlar? Sanırım sizi sorgulamalarını istersiniz...
Elbette! Sanıyorum bütün bunlar, ta küçüklükten, çocukluktan başlayarak, "Sen sus" gibi ihtarlara maruz kalınmasından dolayı oluyor. Çünkü hayatının her devresinde soru soranlar pek hoş karşılanmıyor. Bu hiç güzel bir şey değil. Ayrıca doktorların tavırlarında acaba yanlışlık var mı diye düşünmüyor da değilim. Sanırım kendilerini kontrol etmelerinde fayda var. Eğer hastaya onu soru sormaya ikna edecek veya heveslendirecek bir tutumla yaklaşırsanız bunu sağlarsanız veya bir iki ufak tefek açılım yaratırsanız, o zaman hasta aklına gelen her şeyi sorabilir. Yani bu noktada biraz bizim de gayret etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü eğer hasta sormuyorsa, sizin o hastayı açmanız, ona güzelce bunları izah etmeniz şart. Çünkü hipertansiyon tedavisinde de, diğer bütün hastalıkların tedavisinde de en önemli nokta, hastanın işin ciddiyetini anlaması, size inanması ve yanınızdan berrak bir zihinle ayrılmasıdır. Bunu sağlayamadığınız takdirde, kesinlikle başarısız olursunuz. Zaten bugün hâlâ bütün dünyada ve Türkiye'de, hastaların kontrol altına alınamamasının nedenlerinden bir tanesi, hastaya yeterince vakit ayrılmaması ve bu işin ciddiyetinin anlatılamaması.
Yani insanlarımızın zaten tansiyonları yüksek. Size bu problemle geliyorlar ama bir de hekim korkuları var...
Kesinlikle! Bizden korkmalarına gerek yok, ama sanırım yanlış bir şey sorma endişesiyle bizden çekiniyorlar. Bence çekinme faktörü çok önemli, ama buna hiç gerek yok. Artık hasta hakları diye bir şey var. Hasta, her zaman haklı. Doktorundan her şeyi sorup öğrenmek de onun hakkı. Bence artık insanlarımızın bu çekingenliği üzerinden atıp her türlü konuyu, her türlü şekilde sorup öğrenerek tartışabilmesi lazım. Bunun örneklerini de görüyoruz. Çünkü internet kullanımı yaygınlaştıkça hastalar daha bilinçli bir şekilde bize geliyorlar. "Bu böyle mi efendim?" "Araştırdım, şöyle bir gelişme mi varmış, yeni bir ilaç mı çıkmış" diye de soruyorlar. Bu konudaki çekingenliğin, birkaç 10 yıl içinde düzeleceğini umuyorum.
Umarım...
Hastalarımız daha bilinçli olacak.
Ben de çok isterim aslında akıllarına gelen her şeyi
sorabilmelerini. Ben kendimden örnek vereyim. Kesinlikle soruyorum...
Sormaları lazım. Hatta biliyorsunuz yurtdışında, özellikle Batı ülkelerinde hasta yapacağınız tedaviyi bile sorgulayabiliyor. Başarılı olup olmadığınızı izleyebiliyor. Kurum olarak veya kişisel olarak başarılı olup olmadığınızı belgelemenizi isteyebiliyor. Ancak ondan sonra size teslim oluyor veya olmuyor.
Hipertansif hastalarda en sık rastlanan yanlışlar şöyle:
"Şikayetlerim geçince ilacımı almayı bırakıyorum."
"İlaç kullanmaya başladım, demek ki tansiyonum kontrol altında."
"Nasıl olsa ömür boyu ilaç kullanacağım diye ilaçlara geç başlamak istiyorum."
"ilaçlar yan etki yapıyor bu yüzden kullanmıyorum."
"Doktorum tansiyonum için 2 ilaç verdi. Hiçbir şikayetim yok, birini kullanmıyorum."
"Yemeklerde tuz kullanmaya devam ediyorum."
"Nasıl olsa ilaç kullandığım için sigara kullanmaya devam ediyorum."
"Tansiyonumu yükselteceği için egzersiz yapmıyorum."
Sık yapılan yanlışlar
Toplumumuzda bu alanda mitler söz konusu mu? Yanlış bilinen doğrular, doğru bilinen yanlışlar var mı? Biz bununla ilgili olarak, 12-8 kampanyası sırasında yanlışlar-doğrular diye bir broşür bastırmıştık. Her hipertansif hastaya bunu veriyoruz.
Doğruları da aşağıda belirtelim:
İlacı sürekli kullanmak gerekiyor.
Hasta ilacı kullandıktan sonra tansiyonunun kontrol altında olup olmadığını, ancak bir doktorun kontrolünde ölçtürerek ve devamlı olarak takip ederek bilebilir.
İlaç kullanmaya geç başlamak, tam tersine her bakımdan geç kalmış olmak demektir.
Ne kadar erken başlanırsa ve ne kadar iyi kontrol edilirse hipertansiyonun ortaya çıkaracağı hasarlar da o kadar azaltılmış, geriletilmiş olur.
Doğru bilinen yanlışlar
Doğru bilinen yanlışlar neler?
Doğru bilinen yanlışlara en güzel örnekler şunlar:
"Yan etki yapıyor, bu yüzden kullanmıyorum": Bu yanlış, tabii ki her ilacın yan etkileri olabilir, ama o zaman, yan etkisinin ciddiyetine göre ilaç değiştirilebilir, dozu azaltılabilir, bunun tabii doktor kontrolünde olması lazım.
"Doktorum tansiyonum için iki ilaç verdi. Hiçbir şikayetim yok, birini kullanmıyorum": Bu çok yanlış! Eğer iki ilaçla o tansiyon kontrol altına alınıyorsa, hasta mutlaka iki ilacı da kullanmak zorunda, birini kestiğinde tekrar yetersiz kontrol haline gelecektir.
"Yemeklerde tuz kullanmaya devam ediyorum": Bu yanlış. Doktorun tavsiyesi üzerine yemeklerde tuz kullanmayı bıraktım, doğru olan şey. Tuz kısıtlamasını hayat boyu, aynı ilaçlar gibi devam ettirmek gerekiyor.
Önemli bir başka konu da sigara. Sigaranın mutlaka bırakılması gerekiyor. Çünkü her içilen sigarayla 1-2 saat bir kere kan basıncı yükseliyor. Aynı zamanda sigara, kardiyovasküler hastalıklar için çok ciddi bir risk faktörü. Her gün düzenli olarak yürüyüş yapılması da çok önemli. Eğer her gün düzenli egzersiz yapılırsa, kan basıncı yükseleceğine tam tersine düşer.
Neden tuz yükseltiyor tansiyonu? Şeker değil de tuz olması ilginç değil mi?
Hayır, şeker de yükseltiyor. Şeker hastalarının yüzde 70'inde hipertansiyon olduğunu daha önce söylemiştik.
Ama şekeri kestirmiyorsunuz...
Çünkü hipertansiyonun altında yatan mekanizmalardan bir tanesi ve en önemlisi, renin anjiyotensin aldoste-ron dediğimiz, "RAAS" diye geçen sistemdir. Bu sistem birçok hastalığın altında yatar. Vücudumuzdaki hormo-nal sistemlerden biri ve işin içine sempatik sistem (sinir sistemimizin bir kısmı) de giriyor. Bu sistem, böbrekte de çok etkin olduğu için tuzun önemi ortaya çıkıyor. Biliyorsunuz tuz böbreklerde emiliyor ve atılıyor. Bütün hücrelerimizin içinde ve dışında belli bir oranda tuz var. İşte bu yüzden tuzun hipertansiyonda çok önemli katkısı var.
Şahsi bir soru soracağım size. Kardiyoloji ihtisasına ne zaman başladınız?
Bundan 26 yıl önce, 1981'de kardiyolog oldum.
Sebzeyi de, meyveyi de bol tüketin
Yani tam 26 yılı geride bıraktınız. Bunca yıl boyunca hep başkalarının sağlığı için çalıştınız. Ama bence siz aynı zamanda kendi sağlığınızdan da sorumlusunuz. Çünkü ancak sağlıklı olursanız insanlara faydalı olabilirsiniz. Kendi sağlığınız için neler yapıyorsunuz?
Beslenmeme dikkat ediyorum. Kesinlikle! Sebzeyi de, meyveyi de çok seviyorum. Ete çok fazla düşkün değilim, özellikle kırmızı ete. Ama yemiyorum demek değil bu, haftada 1-2 kez yiyorum. Yumurtaya dikkat ediyorum. Haftada en fazla î tane, haydi bilemediniz 2 tane yumurta yiyorum, ama daha çok sebze ve meyve tüketiyorum. Katıyağ, tereyağı gibi yağları kullanmıyorum. Yürüyüş yapıyorum.
Ne kadar, mesela?
Fırsat bulabildiğim her an yürüyüş yapıyorum. Zaten hareketli bir tipimdir. Öyle çok oturan biri değilim. Devamlı hareket halindeyim. Kiloma dikkat ediyorum, yağlı ve çok tatlı şeylerden kendimi mahrum etmiyorum ama çok fazla da yemiyorum. Kendimi tutuyorum.
Kilolu değilsiniz. Peki ya sigara?
Sigara içmiyorum. Arada bir pipo tüttürüyorum. Ben hayatta bazı şeylerin eğer istek ve zevkle yapılırsa çok zararlı olmadığına da inanıyorum. Bir de eğer hayatta bazı şeyleri elde edemediyseniz ya da başaramadıysanız bunun üstünde çok fazla durmamak gerekiyor. Tabii bunu insanın kendine itiraf etmesi pek kolay değil, ama mutlaka başka bir yan yola sapıp hayata devam etmek gerekiyor. Yani bir problem varsa çözebiliyorsam ne âlâ! Çözemiyor-sam o problemi orada bırakıp, yoluma başka bir güzergahtan devam etmeye çalışıyorum. Bir de birazcık şanslı olduğumu düşünüyorum, yani ailemde, anne, babam ve kardeşlerimde şeker hastalığı yok, kan basıncı yüksekliği tek tük görülüyor. Yağlarımı ölçtürdüm, kolesterolüm de normal sınırlarda. Demek ki şansın veya genetiğin de yardımıyla kendimize dikkat ediyoruz. Şans faktörü önemli. Çünkü annenizi, babanızı seçemiyorsunuz. Eğer genetik açıdan şanslı bir anneden, babadan doğmuşsanız, bu sizin için ömür boyu bir armağana dönüşebiliyor.
Sigara kullanmadığınızı söylediniz, peki daha önce denemiş miydiniz?
Hiçbir zaman sigara alışkanlığım olmadı. Dedim ya, hani çok nadir durumlarda, arkadaşlarla çok güzel bir yemekte veya gençken, belki 1-2 tane tüttürmüş olabilirim, ama bunun dışında hayır. Bir bağımlılığım olmadı.
Alkol kullanıyor musunuz?
Alkolde sadece daha önce söylediğim sınırlar içerisinde kalıyorum. Sadece şarap içiyorum. Alkole de bir bağımlılığım yok.
Bir kardiyoloji uzmanı, yıllarını bu işe adamış bir hekim olarak iyi bir örneksiniz. Keşke herkes sizin gibi, bütün bunları biraz olsun hayatına geçirebilse, değil mi?
Evet, evet!
Bunu başarabilirsek, riskleri biraz bertaraf etmiş olabiliriz...
Bir de tabii karşınızdaki hastaya etkili olabilmeniz için onun yapmamasını söylediğiniz her şeyin, sizin tarafınızdan da yapılmamış olması gerekiyor, yoksa hasta size şöyle bir tebessümle bakabiliyor. Bu da çok önemli. Aşırı kilolu bir hekimin, "Kilo ver" uyarısı karşısında hastalar, "Peki hocam siz" diye cevap veriyorlar genellikle.
Hasta hekimine güvenmeli
İnsanlar sizin dikkat ettiklerinize dikkat ederlerse bence birçok şey değişebilir...
Bütün bunların uygulanabileceğini söylediğiniz ve kendi yaşamınızdan örnekler verdiğiniz zaman hasta size biraz daha inanıyor.
Ve güveniyor...
Evet!
Peki ya tansiyonunuz? 12-8 gibi ideal bir ölçüye mi
sahip?
Kan basıncım genellikle 12-8, yani 120-80 (mmHg)
seyrediyor.
Her gün ölçtürüyor musunuz?
Yok, yok! Arada bir, 2 ya da 3 ayda bir.
Niye böyle?
Çünkü normal olduğunu bildiğim için o aralıklarla
ölçtürmek yeterli geliyor.
Dilimize yerleşmiş deyimler var, "Ortamın tansiyonu yükseldi" gibisinden. Bu tür ifadeleri sıklıkla ana haber bültenlerinde duyuyoruz. "Stres tansiyonu doğrudan yükseltmez" dediniz. Peki, tansiyon yükselmesi gerilim ya da sinir yapıyor mu? Mesela şeker hastalarında olduğu gibi yüksek tansiyonu olanlar gergindir, huzursuzdur diyebiliyor musunuz?
Hayır! Hipertansiyonun çok, çok yüksek seviyelerde olmamak şartıyla sinirlilik, gerginlik yaptığına dair herhangi bir bilimsel gerçek yok. Ama sinirlilik ve gerginliğin kan basıncını yükselttiği malum, bu biliniyor. Ama bu yükselme, hipertansiyonu olan hastalarda gerçekleşirse önemli. Bulunan seviyeyi daha yükseğe çıkarıyor. Eğer tansiyonu normal değerlerde olan bir insan aşırı yorulduysa veya sinirlendiyse büyük kan basıncı değeri biraz yükselebiliyor. Sinirli ruh hali ortadan kalktıktan sonra tekrar normale dönüyor. Bu süreklilik gösteren bir durum değildir elbette.
Tansiyonun çok tipik belirtileri yok dediniz. Fakat kişi yine de tansiyonunun yükseldiğini hissedebiliyor. Sizin bunca yıllık tecrübeniz, tansiyonu yüksek seyreden bir insanı ayırt etmenize yarıyor mu?
Ne yazık ki böyle bir yetenek yok hiçbirimizde. Gerçekten belli bir süre sonra hasta, tecrübeyle sabit bir şekilde kan basıncının yükseldiğini hissedebiliyor; ya yüzünde renk değişikliği, kafasının belli bir noktasındaki bir ağrı ya da bir sersemlik hissi gibi şikayetleri yorumlayabiliyor. Tabii bu, kişiden kişiye değişiyor, hipertansiyon hastası olan herkes, kan basıncının yükseldiğini mutlaka hissediyor ama bir doktorun dışarıdan bakarak, "Ha, bu hastanın tansiyonu yükselmiş, kan basıncı yükselmiş" diyebilmesi mümkün değil. Keşke olsaydı.
O zaman, "Ortamda tansiyon yükseldi" gibi bir şey, tamamen mecazi bir deyim...
Basınç yükselmesinin ortama yansıtılması gibi bir şey sanırım. Etraftaki insanların kan basıncı yükseldi anlamında kullanılmıyor elbette. Ortamdaki gergin havayı iyi ifade ediyor.
Sinsi ve Ölümcül Bir Hastalık
Yüksek kan basıncı en çok hangi organlarımıza zarar veriyor?
Daha önce de belirttiğimiz gibi "kan basıncı yüksekliği", yani hipertansiyon, öncelikle 3 hayati organı; beynimizi, kalbimizi ve böbreklerimizin damarlarını etkileyerek, bu organların fonksiyonlarını bozuyor. Ayrıca "peri-ferik damar sistemi" dediğimiz, bacak damarlarımızı ve iç organlarımızın damarlarını da etkileyebilir. Beynimizde "inme" dediğimiz hadiseye yol açar ve genellikle inmelerin çoğunun altında yüksek tansiyon vardır. Halkımız tarafından "kalp krizi" diye bilinen "miyokart enfarktüsü"nün ve onun altında yatan asıl aterosklerotik (damar sertliğine bağlı) kalp hastalığının en önemli risk faktörüdür.
Metabolik sendrom
Bu hastalığın hormon sistemimizle bir ilgisi var mı?
Hormonal hastalıkların bazıları; örneğin tiroit bezinin fazla çalışması, yani "hipertiroidi" dediğimiz durum veya "Cusbing hastalığı" dediğimiz, vücudumuzdaki glukokor-tikoit hormonların fazlalığı gibi durumlarda veya "feo kromastoma" dediğimiz, vücuttaki sempatik aktivitenin daha fazla olmasına neden olan hastalıklarda hipertansiyon görülür. Biz bunu zaten sebebi bilinen olarak değerlendirdiğimiz yüzde 10'luk hipertansiyon hastasında görüyoruz. Hastayı ilk kez görüyorsak Ve bu hastalıklara ait bazı işaretler bulunuyorsa, şüpheleniliyofsa, bu sebepler de araştırılmalı.
Şimdilerde "metabolik sendrom " diye anılan ama eskiden "sendrom X" denilen bir hastalık grubu var. Aslında birçok hastalık bir araya geliyor ve bu metabolik sen-dromlu hastalar grubunu oluşturuyor, değil mi?
Metabolik sendrom, 5 tane bulgudan 3'ünün bulunduğu durumdur. Bu 5 bulguyu şöyle sıralayabiliriz:
1. "Göbeklilik" dediğimiz, bel çevresi ölçümü,
2. Hipertansiyon, yani kan basıncının üst sınırda veya biraz üstünde olması,
3. Şekerin 100'ün üzerinde olması,
4. Hipertrigliserilemi (bir kan yağı cinsi),
5. HDL kolesterolün, yani iyi kolesterolün düşüklüğü.
Eğer kişide bu 5 faktörden 3'ü varsa, "Bu kişide metabolik sendrom vardır" diyoruz.
Metabolik sendrom bulunan bir kişide, kardiyovas-küler hastalık geçirme ihtimali, olmayan kişilere göre 2-3 kat daha yüksek. Zaten bunlar, bizim "aterosklerotik kalp hastalığı" dediğimiz hastalığa yol açan faktörlerden her biri. Bu faktörlerin bir araya gelmesi bir birlik oluşturuyor ve tabii riski artırıyor. Metabolik sendroma, bu bulguları taşıyan insanların uyarılması için önemli bir gözlem veya bu konuda yapılmış bilimsel bir bulgu diyebiliriz. Bazıları buna, "Gerekli değil böyle bir şey. Zaten bunlar kalp hastalığı için veya damar hastalığı için risk faktörü. Ne lüzumu var hepsini bir hastalık tablosu altında birleştirmeye" diyorlar. Ama farkındalık yaratma bakımından, 3 önemli faktör yan yana geliyorsa, o kişiye daha dikkatli olmasını ve bunların mutlaka kontrol altına alınması gerektiğini anlatmak bakımından önemli.
Şeker hastalığı eşittir kalp hastalığı
Siz bunu destekliyorsunuz, değil mi?
Gayet tabii! Zaten kabul edilmiş bir durum.
Peki, hastalıkların böyle bir araya gelip, insanoğluna savaş açmaları konusunda ne düşünüyorsunuz? Bunlar son yıllarda ortaya çıktı. Yakın zamana kadar metabolik sendromu bilmiyorduk, değil mi?
Metabolik sendrom, nispeten yeni bir tanım. Hepsi hastalık değil. Burada hastalık olarak belki şeker hastalığını kabul edebiliriz. Ama orada da tam ortaya çıkmış bir şekerden bahsetmiyoruz. Gerçi bir hastada, hem şeker hastalığı hem de metabolik sendrom olabilir, çünkü şeker hastahğmdaki kan şekeri yüksekliğine ilaveten, bu saydığımız faktörlerden 2 tanesi daha olursa, o hasta aynı zamanda hem şeker hastası hem de metabolik send-romdur.
Oysa şeker hastası olduktan sonra metabolik sendromun olup olmaması artık önemli değil, çünkü şeker hastalığı zaten kalp krizi geçirmiş bir hastanın riskine eşittir. Şeker- hastası bir kişi daha önce kalp krizi geçirmemiş olsa bile, riski kalp krizi geçirmiş bir hastanınkine eşit derecededir. O yüzden biz artık şeker hastalığını kalp hastalığı olarak kabul ediyoruz.
Eyvah, bu noktada bazı meslektaşlarınızla kavga çıkmıyor mu?
Endokrinologlarla çıkıyor.
Yani bir tür savaş mı?
Hayır, bir savaş halinde değil, ama tatlı bir çekişme halinde oluyoruz. Çünkü şeker hastalarının yüzde 70'ini kalp hastalığı yüzünden kaybediyoruz. Biz de bu yüzden endokrinolog (hormon bilimci) meslektaşlarımıza, "Bu işi bize bırakın" diyoruz. Onlar da tabii, bu işe pek memnun olmuyorlar.
Yüksek tansiyon konusu sadece kardiyolojinin ihtisas alanında mı, yoksa başka bilim dalları da işin içine giriyor mu?
Gayet tabii! Tansiyon yüksekliğine veya hipertansiyona nefrologlar (böbrek bilimciler), endokrinologlar, tabii ki dahiliye uzmanları müdahale edebilir. Bizim bu konuda bir çekişmemiz yok, ama genelde hipertansiyon deyince, sonuçları bakımından kardiyoloji ön planda.
Tansiyon ve Tuz İliskisi
Tansiyon Tuz, Hipertansiyon ve Tuz İlişkisi
Peki, bu çevresel faktörler içinde sizin bir numaraya koyduğunuz hangisi? Sanırım beslenme, değil mi?
Evet, özellikle hipertansif bir hastam olduğu zaman, hastama ilk tavsiye ettiğim şey eğer kilosu varsa, kilosu ve tuzdur. Tuzu önceliğe alıyoruz tabii. Diyoruz ki önce hastaya, "Lütfen kullandığınız tuz miktarını azaltın". Birçok kitapta, tıp kitaplarında birtakım gramlar verilir, ama bunu uygulamak kolay değil. Bu yüzden ben genellikle şunu tavsiye ediyorum: Evde yapılan yemeklere konulan tuz miktarını yarı yarıya düşürün, en azından sofradaki tuzluğu ortadan kaldırılın.
Hocam hayatın bir tadı, bir de tuzu var ama...
Ama kullanılan ekmeğin tuzu normal devam edecek. Bu yeteri kadar fayda sağlıyor zaten. Bu çok büyük bir zevksizlik ya da lezzetsizlik yaratmıyor. Yemeklerin tuzsuz olması o kadar da kötü değil bence.
Ben tuzsuz bir yemek düşünemiyorum...
Bakın, dikkat edin ama! Yapılan yemeğin tuzunu sadece yarı yarıya azaltıyorsunuz, o kadar.
Acımasız değilsiniz bu konuda... „
Evet!
"Tuzsuz" demiyorsunuz...
Hayır, demiyorum! Sadece önüne gelenlere tuz katmasın. Çünkü zaten her türlü besinde yeteri kadar tuz var. İnanın belli bir süre sonra buna alışılıyor. Yani hasta daha önceki tuz alışkanlığını bu sefer büyük bir şaşkınlıkla karşılıyor, "Ben nasıl böyle bir şey yapmışım" diyor. Bu yüzden sıfır tuz değil, çok azaltılmış, makul ölçülere getirilmiş bir tuz kısıtlaması yapıyoruz. Sadece tuz kısıtlama-sıyla sistolik kan basıncında 2 ila 8 (mmHg) arasında değişen (kişiden kişiye değişiyor) bir kan basıncı düşüklüğü sağlayabiliyorsunuz. Bu, birinci şart ve gerçekten çok önemli. İkincisi, kilo tabii, eğer hasta ideal kilosunun üstünde bir kiloya sahipse, mutlaka kilo vermesini istiyoruz. İşin en zor taraflarından biri de bu. Çünkü kilo vermek geçekten çok zor.
1 kilo = 1,5 (mmHg) kan basıncı
Ne kadar kilo vermek gerekiyor mesela?, Tansiyon Baş Dönmesi
İlk istediğimiz şey, sahip olduğu kilonun yüzde 10'unu vermesi. Yani 70 kiloluk bir kişi için, 7 kilo. Bu 7 kiloyu da 1-2 ay içinde versin demiyoruz. Aşağı yukarı her ay 1 kilo, 2 kilo vermesi en ideali. Bunun için diyetinin ayarlanması lazım. Aldığı kalorinin kısıtlanma-sıyla birlikte hastanın mutlaka egzersiz veya en azından bir yürüyüş programına girmesi gerekiyor. Kilo vermekle elde edilen kan basıncı düşüklüğünü de söyleyeyim size: 10 kilo verdiğinizde aşağı yukarı 5 ila 20 (mmHg) arasında değişen bir sistolik kan basıncı düşüklüğü sağlayabiliyorsunuz.
İşte, bakın önlenebilir boyutu bu işte...
Evet! Hatta buna kabaca diyoruz ki 1 kilo = 1,5 (mmHg) kan basıncı.
Demek ki bir insan 4 kilo kaybettiğinde ki bu çok zor bir şey değil, tansiyonuna bir tür ince ayar yapmış oluyor...
Hasta 4 kilo verdiğinde, 6 mmHg kadar kan basıncı düşüklüğü sağlayabilir.
İlaç kullanmadan mı?
İlaç kullanmadan tabii! Bunun dışında çevresel faktörler var hiç kuşkusuz.
Bu çevresel faktörler neler?
Mesela fiziksel aktivite, eğer hastanın hareketsiz bir yaşamı varsa en azından günde yarım saat tempolu yürüyüş tavsiye ediyoruz. Bunu yaptığı zaman kan basıncında 4 ile 8 (mmHg) arasında bir düşüş sağlanabiliyor. Başka bir faktör de alkol tüketimi. Eğer kişi alkolü biraz fazla seviyorsa, bu alışkanlığını azaltmasını veya maksimum 2 kadehle sınırlamasını istiyoruz.
Günde mi? Hipertanisyon Tuz
Evet! Çünkü 2 kadehin üzerinde alınan alkol, kan basıncını yükseltiyor.
Dengeli ve sağlıklı beslenin
Hele zaten tansiyonu varsa iyice çıkıyor...
O zaman daha da artıyor. Bu nedenle alkol kısıtlaması yapıyoruz. Başka ne yapıyoruz? Bir de daha çok sebzeye, meyveye, posalı yiyeceklere yönelik diyet tavsiye ediyoruz. O zaman da yine kan basıncında oldukça iyi bir düzenleme, ayarlama elde edilebiliyor. Bunlar aslında herkesin uyması gereken kurallar. Sadece hipertansiyon hastalarının değil, herkesin.
Peki, siz inanıyor musunuz bunların hepsinin yapılabileceğine hocam?
Evet, gerçekten inanıyorum tabii! Mesela ben hemen hemen hiç tuz kullanmıyorum. Önüme gelen hiçbir şeye tuz ilavesi yapmıyorum.
Yemeğin tadına bakmadan tuz koyuyor musunuz?
Hayır, asla! Bunu hiç yapmıyorum. Hakikaten insanoğlu bir şeye alıştığı zaman problem haline gelmiyor ve alışkanlıklarını da değiştirebiliyor. Biraz zor olmakla beraber değiştirebiliyor.
Kilo kaybetmek...
Kilo kaybetmek çok zor, bunu kabul ediyorum, ama o zaman benim tavsiyem şu oluyor hastalara: "Lütfen en azından kilo almayın!" Bu biraz rahatlatıyor hastayı, sonra da diyorum ki: "Elinizden geldiği kadar kilo vermeye gayret edin. 1-2 kilo bile olsa, sizin için çok faydalı. Bakın kilo vermeniz sadece kan basıncınız için gerekli değil. İleride diz eklemleriniz, sırt eklemleriniz, bel eklemleriniz için de gerekli. Onun için biraz daha kendinize dikkat edin. Verebileceğinizden eminim". Diyet programı uygulatıyorum hastalarıma, aslında diyet şu: "Bunu yiyemezsiniz" demiyor, sadece kısıtlama, miktar kısıtlaması yapıyoruz. Aslında sadece porsiyonlarınızı küçültseniz, bu bile yeterli olabiliyor bazen.
Hatta çayı şekersiz içmek gibi... Gayet tabii.
Çok yakın bir arkadaşımdan bahsedeyim size. Gazeteci o da. 44 yaşında ama 5-6 yıldır hipertansiyon tanısı konuldu. Tuz kısıtlaması yaparak, kilosuna dikkat ederek ve hemen her gün düzenli yüzerek tansiyonunu kontrol altında tutuyor... Çok güzel bir egzersiz tarzı.
Yaşam tarzı değişikliği şart
Evine de bir koşu bandı aldı, bisiklet aldı. Çok da duyarlı, çok da dikkat ediyor. Sigarayı bıraktı, alkol zaten çok fazla kullanmıyor. Kendisini burada sevgiyle anıyorum. İlaç kullanmadan tansiyonunu kontrol altında tutuyor. Bu mümkün, değil mi? Gayet tabii! Bu çok önemli. Zaten hem Avrupa'nın hem Amerika'nın kılavuzlarında hem de bizim benimsediğimiz kendi kılavuzlarımızda da bu var. İlk adım şu: Yüksek kan basıncı görüldüğü zaman eğer bu değerler çok yüksek değilse, beraberinde ciddi risk faktörleri veya kan basıncı yüksekliğinin ortaya çıkardığı hedef-organ hasarları yoksa bu tür durumlarda çok ciddi olarak, en az 3-6 ayda yapılabilecek yaşam tarzı değişikliği tavsiyesinde bulunuyoruz. İlaca hemen başlamıyoruz. Bunlarla eğer başarısız olursak, o zaman ilaca geçiyoruz. Bütün kılavuzlarda bu şekilde geçer. Onun için kesinlikle buna dikkat edilmesi ve uygulanması lazım. Bakın, bütün tedavi yaklaşımlarında ilk uygulama, ciddi olarak yaşam tarzı değişikliğidir. Bunu yaparak, tansiyonda ne kadar önemli düşüşler elde edilebildiğini belirtmiştim.
Kendimize ve hayata karşı çok katı olmadan herhalde...
Elbette. Yani hayatı zehir etmeden birazcık kısıtlamalarla bu faydalı etkileri ve sonuçları elde edebiliyoruz.
Hocam, yaygın tabiriyle işlenmiş ya da diğer bir deyişle hormonlu gıdalar meselesi var. Artık pek doğal beslenemiyoruz galiba...
Evet!
Sebzeler ve meyvelerin hepsi hormon içeriyor. Çocukluğumuzdaki meyveler yok artık. Bu besinler tansiyonumuzu tetikliyor mu?
Gayet tabii! Özellikle "proses edilmiş" denilen yiyeceklerin hepsinde (konserveler, koruyucu maddeler ilave edilmiş besinler gibi) aşırı miktarda tuz ve arzu edilmeyen yağlar bulunuyor çoğunlukla. Bunlar da bizim arzu etmediğimiz, kaçınılması gerektiğini söylediğimiz şeyler.
Bu yüzden mümkün olduğunca her alınan yiyeceğin üstündeki etiketten, tabii bu Türkiye'de çok ciddi olarak uygulanmıyor, yağ miktarına, tuz miktarına, diğer katkı maddelerine tek tek bakmak lazım. Bu yiyecekleri bilinçli bir şekilde almamız ve tüketmemiz gerekiyor. Tabii devletin de halkın sağlığı açısından bunları çok ciddi kontrol etmesi şart.
Amerika'dan ithal ettiğimiz fast-food (hızlı beslenme) konusuna gelelim. Çocuklarımız hem hamburgerlere hem de hareketsiz yaşama teslim oldu. Bunda bilgisayarların etkisi de bir hayli fazla...
Evet, maalesef!
"Yeni nesil" dediğimiz kesimde çok yaygın bu durum. Bütün bu olumsuz gelişmeler, ileride daha hipertansif bir toplum olacağımızın sinyallerini vermiyor mu?
Gayet tabii! Sadece hipertansiyon değil de çok daha önemli ve yaygın bir sorun ve aynı zamanda dünyada bir numaralı ölüm nedeni olan kardiyovasküler hastalıkların artışının nedeni, bütün bunlar. Zaten bütün çabamız, bunu aşağılara çekebilmek. Birçok ülkenin yapmaya gayret ettiği gibi. Bunun için de çok güzel işaretler var, örneğin Türkiye'de sigara kullanımının birçok alanda kısıtlanmış olması ve yeni kanun maddeleriyle bu alanların genişletilmesi çok önemli. Kan basıncına, hiperkolesterolemi'ye (kolesterol yüksekliği) yönelik kampanyalarla halkı bilinçlendirerek bunların kontrol altına alınması yeterli olacak aslında. Çok büyük oranda yeterli olacak. Bütün çabamız bu yönde.
"Fast-food" konusunda anne-babalara mesajınız olacak mı buradan?
Aslında bir açıdan Türkiye'de fast-food çok yaygın sayılmaz. Ama gene de bizim kendi fast-food'larımız, yabancı fast-food'\an geçecek herhalde. Tavuğa, balığa, kendi pide tarzımıza yönelik beslenmemizi henüz yenemediler, geçemediler. Geçemesinler de... Fakat asıl yapmamız gereken hamur işlerinden, lahmacundan, mantıdan ziyade sebze ve meyveden yana zengin beslenmeye ağırlık vermek. Daha çok "Akdeniz diyeti" dediğimiz, doymamış yağların, yani zeytinyağı ve onun benzeri bitkisel yağların kullanıldığı bir beslenme tarzına dönmemiz, bunun sağlıklı olduğunu vurgulamamız gerekiyor.
Arada bir belki çok canımız çektiğinde hamur işi, börek, çörek ya da abur cubur yiyebiliriz, ama hayatımızda veya günlük beslenmemizde bunlara çok yer vermemeliyiz. Zorunluysak, belki o an için yiyebiliriz, ama genel beslenmemizde mutlaka sebzeye, meyveye yönelik daha sağlıklı olan beslenme tarzını benimsememiz gerekiyor.
Peki, bu çevresel faktörler içinde sizin bir numaraya koyduğunuz hangisi? Sanırım beslenme, değil mi?
Evet, özellikle hipertansif bir hastam olduğu zaman, hastama ilk tavsiye ettiğim şey eğer kilosu varsa, kilosu ve tuzdur. Tuzu önceliğe alıyoruz tabii. Diyoruz ki önce hastaya, "Lütfen kullandığınız tuz miktarını azaltın". Birçok kitapta, tıp kitaplarında birtakım gramlar verilir, ama bunu uygulamak kolay değil. Bu yüzden ben genellikle şunu tavsiye ediyorum: Evde yapılan yemeklere konulan tuz miktarını yarı yarıya düşürün, en azından sofradaki tuzluğu ortadan kaldırılın.
Hocam hayatın bir tadı, bir de tuzu var ama...
Ama kullanılan ekmeğin tuzu normal devam edecek. Bu yeteri kadar fayda sağlıyor zaten. Bu çok büyük bir zevksizlik ya da lezzetsizlik yaratmıyor. Yemeklerin tuzsuz olması o kadar da kötü değil bence.
Ben tuzsuz bir yemek düşünemiyorum...
Bakın, dikkat edin ama! Yapılan yemeğin tuzunu sadece yarı yarıya azaltıyorsunuz, o kadar.
Acımasız değilsiniz bu konuda... „
Evet!
"Tuzsuz" demiyorsunuz...
Hayır, demiyorum! Sadece önüne gelenlere tuz katmasın. Çünkü zaten her türlü besinde yeteri kadar tuz var. İnanın belli bir süre sonra buna alışılıyor. Yani hasta daha önceki tuz alışkanlığını bu sefer büyük bir şaşkınlıkla karşılıyor, "Ben nasıl böyle bir şey yapmışım" diyor. Bu yüzden sıfır tuz değil, çok azaltılmış, makul ölçülere getirilmiş bir tuz kısıtlaması yapıyoruz. Sadece tuz kısıtlama-sıyla sistolik kan basıncında 2 ila 8 (mmHg) arasında değişen (kişiden kişiye değişiyor) bir kan basıncı düşüklüğü sağlayabiliyorsunuz. Bu, birinci şart ve gerçekten çok önemli. İkincisi, kilo tabii, eğer hasta ideal kilosunun üstünde bir kiloya sahipse, mutlaka kilo vermesini istiyoruz. İşin en zor taraflarından biri de bu. Çünkü kilo vermek geçekten çok zor.
1 kilo = 1,5 (mmHg) kan basıncı
Ne kadar kilo vermek gerekiyor mesela?, Tansiyon Baş Dönmesi
İlk istediğimiz şey, sahip olduğu kilonun yüzde 10'unu vermesi. Yani 70 kiloluk bir kişi için, 7 kilo. Bu 7 kiloyu da 1-2 ay içinde versin demiyoruz. Aşağı yukarı her ay 1 kilo, 2 kilo vermesi en ideali. Bunun için diyetinin ayarlanması lazım. Aldığı kalorinin kısıtlanma-sıyla birlikte hastanın mutlaka egzersiz veya en azından bir yürüyüş programına girmesi gerekiyor. Kilo vermekle elde edilen kan basıncı düşüklüğünü de söyleyeyim size: 10 kilo verdiğinizde aşağı yukarı 5 ila 20 (mmHg) arasında değişen bir sistolik kan basıncı düşüklüğü sağlayabiliyorsunuz.
İşte, bakın önlenebilir boyutu bu işte...
Evet! Hatta buna kabaca diyoruz ki 1 kilo = 1,5 (mmHg) kan basıncı.
Demek ki bir insan 4 kilo kaybettiğinde ki bu çok zor bir şey değil, tansiyonuna bir tür ince ayar yapmış oluyor...
Hasta 4 kilo verdiğinde, 6 mmHg kadar kan basıncı düşüklüğü sağlayabilir.
İlaç kullanmadan mı?
İlaç kullanmadan tabii! Bunun dışında çevresel faktörler var hiç kuşkusuz.
Bu çevresel faktörler neler?
Mesela fiziksel aktivite, eğer hastanın hareketsiz bir yaşamı varsa en azından günde yarım saat tempolu yürüyüş tavsiye ediyoruz. Bunu yaptığı zaman kan basıncında 4 ile 8 (mmHg) arasında bir düşüş sağlanabiliyor. Başka bir faktör de alkol tüketimi. Eğer kişi alkolü biraz fazla seviyorsa, bu alışkanlığını azaltmasını veya maksimum 2 kadehle sınırlamasını istiyoruz.
Günde mi? Hipertanisyon Tuz
Evet! Çünkü 2 kadehin üzerinde alınan alkol, kan basıncını yükseltiyor.
Dengeli ve sağlıklı beslenin
Hele zaten tansiyonu varsa iyice çıkıyor...
O zaman daha da artıyor. Bu nedenle alkol kısıtlaması yapıyoruz. Başka ne yapıyoruz? Bir de daha çok sebzeye, meyveye, posalı yiyeceklere yönelik diyet tavsiye ediyoruz. O zaman da yine kan basıncında oldukça iyi bir düzenleme, ayarlama elde edilebiliyor. Bunlar aslında herkesin uyması gereken kurallar. Sadece hipertansiyon hastalarının değil, herkesin.
Peki, siz inanıyor musunuz bunların hepsinin yapılabileceğine hocam?
Evet, gerçekten inanıyorum tabii! Mesela ben hemen hemen hiç tuz kullanmıyorum. Önüme gelen hiçbir şeye tuz ilavesi yapmıyorum.
Yemeğin tadına bakmadan tuz koyuyor musunuz?
Hayır, asla! Bunu hiç yapmıyorum. Hakikaten insanoğlu bir şeye alıştığı zaman problem haline gelmiyor ve alışkanlıklarını da değiştirebiliyor. Biraz zor olmakla beraber değiştirebiliyor.
Kilo kaybetmek...
Kilo kaybetmek çok zor, bunu kabul ediyorum, ama o zaman benim tavsiyem şu oluyor hastalara: "Lütfen en azından kilo almayın!" Bu biraz rahatlatıyor hastayı, sonra da diyorum ki: "Elinizden geldiği kadar kilo vermeye gayret edin. 1-2 kilo bile olsa, sizin için çok faydalı. Bakın kilo vermeniz sadece kan basıncınız için gerekli değil. İleride diz eklemleriniz, sırt eklemleriniz, bel eklemleriniz için de gerekli. Onun için biraz daha kendinize dikkat edin. Verebileceğinizden eminim". Diyet programı uygulatıyorum hastalarıma, aslında diyet şu: "Bunu yiyemezsiniz" demiyor, sadece kısıtlama, miktar kısıtlaması yapıyoruz. Aslında sadece porsiyonlarınızı küçültseniz, bu bile yeterli olabiliyor bazen.
Hatta çayı şekersiz içmek gibi... Gayet tabii.
Çok yakın bir arkadaşımdan bahsedeyim size. Gazeteci o da. 44 yaşında ama 5-6 yıldır hipertansiyon tanısı konuldu. Tuz kısıtlaması yaparak, kilosuna dikkat ederek ve hemen her gün düzenli yüzerek tansiyonunu kontrol altında tutuyor... Çok güzel bir egzersiz tarzı.
Yaşam tarzı değişikliği şart
Evine de bir koşu bandı aldı, bisiklet aldı. Çok da duyarlı, çok da dikkat ediyor. Sigarayı bıraktı, alkol zaten çok fazla kullanmıyor. Kendisini burada sevgiyle anıyorum. İlaç kullanmadan tansiyonunu kontrol altında tutuyor. Bu mümkün, değil mi? Gayet tabii! Bu çok önemli. Zaten hem Avrupa'nın hem Amerika'nın kılavuzlarında hem de bizim benimsediğimiz kendi kılavuzlarımızda da bu var. İlk adım şu: Yüksek kan basıncı görüldüğü zaman eğer bu değerler çok yüksek değilse, beraberinde ciddi risk faktörleri veya kan basıncı yüksekliğinin ortaya çıkardığı hedef-organ hasarları yoksa bu tür durumlarda çok ciddi olarak, en az 3-6 ayda yapılabilecek yaşam tarzı değişikliği tavsiyesinde bulunuyoruz. İlaca hemen başlamıyoruz. Bunlarla eğer başarısız olursak, o zaman ilaca geçiyoruz. Bütün kılavuzlarda bu şekilde geçer. Onun için kesinlikle buna dikkat edilmesi ve uygulanması lazım. Bakın, bütün tedavi yaklaşımlarında ilk uygulama, ciddi olarak yaşam tarzı değişikliğidir. Bunu yaparak, tansiyonda ne kadar önemli düşüşler elde edilebildiğini belirtmiştim.
Kendimize ve hayata karşı çok katı olmadan herhalde...
Elbette. Yani hayatı zehir etmeden birazcık kısıtlamalarla bu faydalı etkileri ve sonuçları elde edebiliyoruz.
Hocam, yaygın tabiriyle işlenmiş ya da diğer bir deyişle hormonlu gıdalar meselesi var. Artık pek doğal beslenemiyoruz galiba...
Evet!
Sebzeler ve meyvelerin hepsi hormon içeriyor. Çocukluğumuzdaki meyveler yok artık. Bu besinler tansiyonumuzu tetikliyor mu?
Gayet tabii! Özellikle "proses edilmiş" denilen yiyeceklerin hepsinde (konserveler, koruyucu maddeler ilave edilmiş besinler gibi) aşırı miktarda tuz ve arzu edilmeyen yağlar bulunuyor çoğunlukla. Bunlar da bizim arzu etmediğimiz, kaçınılması gerektiğini söylediğimiz şeyler.
Bu yüzden mümkün olduğunca her alınan yiyeceğin üstündeki etiketten, tabii bu Türkiye'de çok ciddi olarak uygulanmıyor, yağ miktarına, tuz miktarına, diğer katkı maddelerine tek tek bakmak lazım. Bu yiyecekleri bilinçli bir şekilde almamız ve tüketmemiz gerekiyor. Tabii devletin de halkın sağlığı açısından bunları çok ciddi kontrol etmesi şart.
Amerika'dan ithal ettiğimiz fast-food (hızlı beslenme) konusuna gelelim. Çocuklarımız hem hamburgerlere hem de hareketsiz yaşama teslim oldu. Bunda bilgisayarların etkisi de bir hayli fazla...
Evet, maalesef!
"Yeni nesil" dediğimiz kesimde çok yaygın bu durum. Bütün bu olumsuz gelişmeler, ileride daha hipertansif bir toplum olacağımızın sinyallerini vermiyor mu?
Gayet tabii! Sadece hipertansiyon değil de çok daha önemli ve yaygın bir sorun ve aynı zamanda dünyada bir numaralı ölüm nedeni olan kardiyovasküler hastalıkların artışının nedeni, bütün bunlar. Zaten bütün çabamız, bunu aşağılara çekebilmek. Birçok ülkenin yapmaya gayret ettiği gibi. Bunun için de çok güzel işaretler var, örneğin Türkiye'de sigara kullanımının birçok alanda kısıtlanmış olması ve yeni kanun maddeleriyle bu alanların genişletilmesi çok önemli. Kan basıncına, hiperkolesterolemi'ye (kolesterol yüksekliği) yönelik kampanyalarla halkı bilinçlendirerek bunların kontrol altına alınması yeterli olacak aslında. Çok büyük oranda yeterli olacak. Bütün çabamız bu yönde.
"Fast-food" konusunda anne-babalara mesajınız olacak mı buradan?
Aslında bir açıdan Türkiye'de fast-food çok yaygın sayılmaz. Ama gene de bizim kendi fast-food'larımız, yabancı fast-food'\an geçecek herhalde. Tavuğa, balığa, kendi pide tarzımıza yönelik beslenmemizi henüz yenemediler, geçemediler. Geçemesinler de... Fakat asıl yapmamız gereken hamur işlerinden, lahmacundan, mantıdan ziyade sebze ve meyveden yana zengin beslenmeye ağırlık vermek. Daha çok "Akdeniz diyeti" dediğimiz, doymamış yağların, yani zeytinyağı ve onun benzeri bitkisel yağların kullanıldığı bir beslenme tarzına dönmemiz, bunun sağlıklı olduğunu vurgulamamız gerekiyor.
Arada bir belki çok canımız çektiğinde hamur işi, börek, çörek ya da abur cubur yiyebiliriz, ama hayatımızda veya günlük beslenmemizde bunlara çok yer vermemeliyiz. Zorunluysak, belki o an için yiyebiliriz, ama genel beslenmemizde mutlaka sebzeye, meyveye yönelik daha sağlıklı olan beslenme tarzını benimsememiz gerekiyor.