Morfin Nedir Morfinin Etkileri

Morfin Nedir, Morfinin Etkileri

Afyon içinde en yüksek oranda bulunan afyonun doğal bir alkoloididir. Morfin çok şiddetli ağrıları dindirmede kullanılan ilaçların en önemlilerinden biridir.

Morfin, invatöz (damar içi) oral (ağız) ve subcutan (deri altı) yollar ile kullanı­lır. Çabuk tesir ettiği için genellikle deri altı yol tercih edilir. Vücutta dalak, karaciğer, böbrek dokularında toplanır. Morfin demetilasyon ve safara ile atılır. Plesentadan ge­çer. Morfinman annenin çocuğu da morfinman doğar. Çocuk doğduktan sonra morfin almaz ise yoksunluk belirtileri gösterir. Morfinin etkisi merkezi sinir sistemi ve periferik etkisi olmak üzere iki grupta toplanabilir. Morfinin depresyon yapıcı etkisi merkezi sinir sisteminde beyin korteksi üzerinde belirgindir. Sağladığı sedasyon ve depresyon etkisi psişik uyuşukluğa ve hayal görmeye neden olur. Konvilziyonları ön­lemez beyin kortikal merkezleri etkileyerek ağrı duyusunu kaldırır. Bunun yanında i-şitme, görme ve dokunma duyularını etkilemez. Bu da morfinin analjezik etkisinin selektif olduğunu gösterir. Morfin ağrıyı dindirirken uykuya da sebep olur. Ancak bu etki yüksek dozda olursa gerçekleşir. Morfinin ağrıyı ortadan kaldırıcı etkisinin yanın­da kendini iyi hissetme kendinden emin olma duygusu (öfori) meydana getirir. Bu da niçin ilaç bağımlılarınca tercih edildiğini gösterir.

Morfinin Zararları ve Yan Etkileri


Morfinin solunum sistemi üzerine inhibe-baskılayıcı- edici etkisi vardır. Solunumu yavaşlatır ve sakinleştirir. Gözde myosis (pupillanın küçülmesi) yapar. Morfinin periyodik etkisi ise kardiovasküler sis­tem üzerinde hipotansiyona neden olur. Sindirim sistemi üzerinde mide ve bağırsak bezlerinin salgısını azaltır ve konstipasyona (peklik- kabızlık) neden olur. Dolayısıyla eskiden beri afyon ishal kesici olarak kullanılmıştır. İdrar yolları düz kasları üzerinde spazm oluşturur. Bazı kişiler üzerinde eksitasyona ve deliryum belirtilerinin oluşma­sına neden olur.

Ucucu Madde Bagimliligi

Uçucu Madde Bağımlılığı

Uçucular solunum yoluyla kullanılan gazlar ve yüksek derecede gaz haline ge­lebilen maddelerdir. Bilgi kaynaklarının çeşitliliği yüzünden uçucu madde kullanımının insidensi ve prevalansı tam olarak bilinmemekle birlikte bu maddeler daha çok adölesans döneminde 12-17 yaş grubunda sık kullanılmaktadır. Çünkü, ucuz temini kolay ve yasaldır. Uçucu madde kullanımında çeşitli risk grupları olarak bir sınıflama yapılırsa yine başta çocuklar ve adölesanlarda görülür. Özellikle okulu bırakmış, sosyo-ekonomik olarak geri şehir alanlarında yaşayan, azınlıklara mensup çocuk ve adölesanlar, uçucu madde meslek mensupları ve yetişkinler. Yani yağlı boyacılar, anestezi ternisyenleri ve dişçiler gibi tıp mensupları, mahkumlar, cinsel istek (lipido) uyandırmak için çeşitli madde (amilnitrit, butilnittrit v. b) kullanan homoseksüeller, başka madde kullanan kişiler vs. sınıflandırılabilir.
Uçucu maddeleri (çözücü, temizleyici, yapıştırıcı, solvent volatil) şöyle sırala­yabiliriz; eter, kloroform, çakmak gazı, sulandırma sıvıları, tiner, temizleme sıvıları, model uçak tutkalı, sarı vernik, tırnak cilası, aseton gibi, kuru temizleme sıvıları, bally, uhu, benzin, bazı silgiler, eterli zamk, amil nitrit, toluen, benzen ve naphta vb.
Uçucuların, kullananlarda meydan getirdiği belirtiler esas olarak birbirine ben­zer ve bu maddelerin psikolojik etkilerini açığa çıkaracak çok az bilimsel araştırma vardır. Bununla beraber bu maddeler az miktarda alındıktan sonra kişide ruhsal yön­den canlılık yaratırlar.

Hepsi merkezi sinir sistemindeki inhibitör merkezlerin depres­yonu sebebiyle başlangıçta uyarıcı etki yapabilirler. Yine başlangıçta etkisi alkol sar­hoşluğuna benzer, neşelenme duygusundan halüsilasyonlara kadar değişen ruhi deği­şiklikler ortaya çıkabilir. Fazla miktarda kullanılırsa ileri derecede sükunet hali ve bü­tün davranışlarda yavaşlama olur. Bunu merkezi sinir sisteminin genel bir depresyonu izler bu sırada kullanıcı öforik (kendini aşırı zinde hissetmekten doğan haz) olabilir. Bazı vakalarda hezeyan ve görme halüsilasyonları olabilir. Eksitasyon hali gösterebilir ve müstehcen konuşmalar yapabilir. Kullanıcı konfizyon (zihin karışıklığı) halinde ga­rip davranışlarda bulunabilir. Fizyolojik olarak isek kullanıcıda nistagmus (görme ko­ordinasyonunun bozulması) kaslarda koordinasyon bozukluğu -sallanarak yürüme-gibi geveleyerek konuşma, baş dönmesi, kusma, reflekslerde azalma, titreme ve adale zayıflığı, muhitsel sinirlerde (bacak sinirleri gibi) felçler, karaciğer bozukluğu ve işitme kaybı vb. bozukluklar sayılabilir.

Dengesiz Beslenmenin Sonuclari

Dengesiz Beslenmenin Sonuçları

Yetersiz ve dengesiz beslenmenin toplum sağlığını olumsuz yönde etkilediği, sosyal ve ekonomik gelişmeyi yavaşlattığı kabul edilmektedir. Yapılan araştırmalar Türkiye'de günümüzde en sık rastlanan sorunların başında beslenme geldiğini gös­termektedir. Bu sorunlar; 0-5 yaş grubu çocuklarda; protein-enerji malnütrisyonu, ra­şitizm, anemi, diş çürükleridir. Okul çağı çocukları ve gençlerde; anemi, şişmanlık ve­ya zayıflık, avitaminozisler, basit guatr gelir. Gebe ve emzikli kadınlarda ise anemi, zayıflık veya şişmanlık avitaminosizler ile guatr gelir.

Raşitizm

Ülkemizde güneş ışığının bol olmasına karşın D vitamini eksikliğine bağlı raşi­tizm önemli bir sağlık sorunudur. Aktif olarak 0-2 yaş arası bebek ve küçük çocuklar­da rastlanır. Prevalansı % 6-20 arasındadır. Bebek ve çocukların açık havada güneşe çıkarılmaması, süt ve süt ürünleri gıda unsurlarının çocuğa yeterince yedirilmemesi sorunun başlıca nedenleri arasında yer alır. Bebeklerin anne sütü ile beslenmelerine karşın raşitizmin gelişmesi, anne sütünün tek başına D vitamini eksikliğinden koru­mada yeterli olmadığını göstermektedir. Aileler, D vitamininin çocuklara düzenli ve yaygın bir şekilde verilmesi konusunda eğitilmelidir. Çocuklara kalsiyum, fosfor, pro­tein yönünden zengin besinler verilmeli, çocuklara süt ve süt ürünleri tüketme alış­kanlığı kazandırılmalıdır.

Beslenme Anemileri (Kansızlık)

Beslenme yetersizliğine bağlı anemilerin çoğunluğu demir mineralinin eksik tü­ketimi sonucu oluşur. Beslenme anemileri özellikle genç kızlar, doğurganlık çağındaki kadınlar ile gebe anneler arasında daha sıkça (%30-40) görülür. Demir elementinden zengin olan et, sakatat, baklagil ve kuruyemiş ile pekmez gibi yiyeceklerin az tüketil­mesi demir minerali emilimine (absorbsiyon) engel koyan fitik asit, tanen ve fosfat gi­bi bileşiklerin diyetlerde bulunması, çok sayıda ve sık aralıklar ile doğum yapılması yanında, düşükler (abortus) ve kürtaj sonucu oluşan kan kaybı, bazı barsak parazitle­rinin ve toprak yeme gibi kötü alışkanlıkların demir kaybına ve emilim bozukluğuna sebep olmaları demir eksikliği anemilerinin başlıca nedenleridir.

Beslenme anemilerini önlemenin yolu kasap ve manav dükkanlarındaki gıda unsurlarının bol miktarda tüketilmesi ve aile planlaması uygulamalarını ciddi bir şe­kilde uygulamadan geçer. Anemi oluştuktan sonra bu sorun demirli ve vitaminli preparatlar (ilaç) alınması ile tedavi edilebilir. Genelde düzenli olarak ağızdan demir emilimini artırmak için beraberinde C vitamininden zengin gıdalar yenilmelidir.


Gebe annelere doğumdan önceki son 2-3 ayda günde 50 mg ferro formunda demir içeren preparatların verilmesinden çok olumlu sonuçlar alındığı bildirilmektedir.

İyot Yetersizliği (Guatr)

İyot normal bir beslenme için gerekli olduğu bilinen minerallerden biridir. Vü­cutta iyot miktarı 25-30 mg dır. Bu miktarın yarısı thyroid bezinde toplanmıştır. İyot thyroid hormonlarının yapımı için gereklidir. Deniz ürünleri ve balık yağı iyottan zen­gindir. Çocuk sağlığı açısından iyot yetmezliğinin olması durumunda, bebekte krete­nizm denilen fizik ve mental gelişme geriliği ile karakterize olan ve düzeltilmesi müm­kün olmayan durumun ortaya çıkmasıdır. Bunu önlemenin yolu, iyotun doğal olarak eksik olduğu bölgelerde sofra tuzunun iyotlanarak eksikliğin önlenmesi ve özellikle gebelerde iyot eksikliğinin giderilmesidir. İyotlu tuz tüketimi mevcut guatrı iyileştir-mez. Ancak lezyonun büyümesine engel olur.

Kanser ve Beslenme

Kanser ve Beslenme

Kanser oluşumunda çok çeşitli faktörler rol oynamaktadır. Etiyolojik olarak multi faktöriyel olan bu hastalıkta beslenme ve diyet faktörü konusunda bir çok top­lumda epidemiyolojik incelemeler yapılmakta ve çok sayıda hayvan deneyleri ile diyet ve kanser arasındaki ilişkiler saptanmaya çalışılmaktadır. Diyetler ile vücuda giren ba­zı maddelerin kanserojen olduğu ya da ön maddelerinin (prekürsör) kanserojen ol­dukları tespit edilmiştir. Gıdalar içindeki besin unsurları (karbonhidrat, yağ, protein, vitamin, mineral md. vs.) ile posanın kendi başlarına herhangi bir karsinojenik etki yapmadığı, ancak bu besinlerden bazılarının yetersiz, dengesiz ve aşırı miktarda vü­cuda alındığı durumlarda vücuda girmiş olan karsinojen maddelerin etkisini inhibe (durdurucu) edici ya da arttırıcı yönde rol oynadıklarına ilişkin bulgular tespit edil­miştir.

Besinler içindeki en çok kanser yapıcı kimyasal maddeleri taşıyan yağlar, yağlı etler, yumurta ve yağlı tohumlar gibi yağı çok olan besinlerdir. Fazla yağ tüketimi ve şişmanlık ile deri ve meme kanserleri insidensindeki artış paralellik göstermektedir. Pek çok epidemiyolojik çalışmada yüksek miktardaki A vitamini ön maddesi (prekürsörü) P-karoten içeren diyetler tüketildiğinde akciğer, larinx, ağız boşluğu, servix uteri ve mesane epitel kanserleri riskini önemli ölçüde azaltmaktadır. C vitami­ninin de çeşitli yollarla vücuda giren birçok kimyasal karsinojeni etkisiz duruma getir­diği bilinmektedir. Örneğin günde içilen bir paket sigara C vitaminini yok eder. Bu ne­denle başta sigara içenler ve kimyasal karsinojenlerle doğrudan teması olanlar daha fazla C vitamini almaları kanser riskini azaltıcı bir etki yapar. Yine E vitaminide bazı toksik -zehirli- maddelerin- etkilerini azalttığından kanserden koruyucu maddeler içinde yer alırlar.

Kalp Damar Hastaliklari ve Beslenme

Kalp Damar Hastalıklarında Beslenme

Bu hastalıklar birçok faktörün bir araya gelmesi sonucu oluşmaktadır. Bunlara multifaktöriyel hastalıklarda denir. Arteriosklerosis sonucu koroner damarlarda (kalp damarları) ateroma plaklarının oluşmasında başta hatalı beslenme, genetik meyil, si­gara içme, hipertansiyon, obesite (şişmanlık) ve stres gelmektedir.

Beslenme faktö­ründe yağ tüketim durumu en önemli bir etken olarak gösterilmektedir. Koroner ar­terlerde ateroma plaklarının oluşmasında önce damarın intima (boşluğa bakan kısmı) tabaksındaki endotel hücrelerinin hasarı oluşur (dejenerasyonu). Bu endotel hücre hasarını gidermek ve burayı onarmak için dejenerasyon yerinde trombozit agregasyonu (kümelenme) oluşur. Bu şekilde pürüzlü duruma gelen yerlerde yağ damlacıkları ile fibrin yığılmakta, daha sonra da bu yığıntıya kalsiyum eklenmesiyle damarı daraltan hatta tıkayan bir ateroma plağı oluşur. Ölüm nedenleri arasında en yüksek oranda görülen kap damar hastalıklarının önlenmesi için risk faktörlerini göz önüne alarak beslenmeyi ve yaşantıyı düzene koymak gerekir. Yağ asitleri oksidasyonunu önlemek için antioksidan özelliği olan E-vitamini tüketimini artırmak ve bu vitamini fazla miktarda bulunan fındık, fıstık, susam ve ceviz gibi yiyeceklerden her gün az miktarda tüketmenin yararlı olduğu bildirilmektedir.

Hipertansiyon ve Beslenme

Hipertansiyon ve Beslenme

Tansiyonu yüksek olan hasta şişman ise kalori kısıtlaması yapılır ve hasta ideal kiloya indirilmeye çalışılır. Tansiyondaki yükselme derecesine bağlı olarak diyetteki tuz ve sodyum elementi miktarında ayarlamalar yapılır. Tansiyon yükseldiğinin da­marlar, kalp ve böbrek üzerine yaptığı dejeneratif etkilerin durumuna göre ayrıca protein ve sıvı yönünden ayarlamalar yapılması gerekebilir, yine tuz ve sodyumu kı­sıtlanan diyetlerde tuzsuz ekmek, tuzsuz tereyağı yenilmelidir. Etlerin miktarı azal­tılmalı, peynir tuzu çıkarıldıktan sonra yenilmeli ya da bunun yerine 250 gr. yoğurt (bir bardak) diyette bulunabilir.

Hipertansiyon hastaları klavuzu

Turşular, salamura zeytin, tuzlu balıklar, sucuk, pas­tırma gibi, konserve sebze, et ve balıklar, tuzlu kuru yemişler, maden suları ve soda­ları, karbonatlı içecekler ve içine karbonatların konulduğu yiyecekler hipertansiyonlular için zararlı gıda unsurlarıdır. Hipertansiyonluların diyetlerindeki yağlar daha zi­yade sıvı bitkisel yağları, özellikle zeytinyağı olmaktadır. Tahıllardan pirinç ve her türlü taze meyveler hipertansiyonlular için yararlı besinlerdir. Hatta aşırı derecede yüksek tansiyonlu hastalarda bir süre sadece pirinç ve taze meyve ihtiva eden diyet­lerin yedirilmesi önerilir. Hipertansiyonun durumuna göre yemeklere katılacak tuz miktarı ayarlanır. Sofrada tuz bulundurulmaması doğru bir uygulamadır. Yine yağda kızartarak pişirme sistemi sakıncalıdır. Soğan ve sarımsak fazla tüketildiğinde hiper­tansiyonun azaldığı belirtilmektedir.