Radyoekoloji
Radyoekoloji, bitki ve hayvanların radyoaktif maddelerle ve özellikle de fiziko-kimyasal ve fizyolojik kurallar ile onların madde çevrimi içine alınma ve birikmesi gibi karşılıklı ilişkileri araştırır. Mümkün olduğunca çok organizma veya organizma birlikleri ve dış koşullar da dikkate alınarak, doğal ve yapay RADYONUKLİD lerin örneğin K-40, Toryum-232 vd. gibi, karasal ve sucul ekosistemlerdeki canlılara olan etkileri araştırılır.
Radyoaktif ışının etkilerinin biyolojik yayılım mekanizmasında görülmesi yanında, ayrı ayrı organizma, populasyon ve yaşama birliklerine yaptığı etki daha da önemlidir. Radyoaktif ışına duyarlı ekosistemin üyeleri ve nihayet insana yaptığı etkilerin önemi çok daha büyüktür.
Radyonuklidlerin Abiyotik Dağılımı
Bugün yüksek aktiviteye sahip atık maddeler kapalı kaplarda saklandığı halde, orta ve düşük aktiviteli gaz ve atıksu ve diğer smayi atıkları seyreltik halde biyosfere gönderilmektedir. Bu şekilde kontrol dışı havaya gönderilen radyonüklidler atmosferde çok hızlı ve geniş bir şekilde yayılır. Bu maddelerin difüzyon, sedimentasyon ve özellikle hava ve sudaki akıntılarla, dünyanın her tarafına gitmesi mümkündür. Atmosferde olaylanan sirkülasyon hareketleri, bu maddelerin orada eşit bir şekilde yayılmasını engeller. Yerüstünde yürütülen atom bombası denemeleri bunu doğrular.
Gaz şeklinde atmosfere gönderilen yıkım ürünleri, beta parçalanması nedeniyle elektriki olarak yüklenir. Bu da onların kolayca "AEROSOLE" birikmesine yol açar. Aynı şekilde rüzgarın etkisi ile radyoaktif kum ve toz da çeşitli yönlere doğru dağılır. Sedimentasyona uğrayan veya yağmurla yıkanan tanecikler de bu yolla atmosfere geçer. Radyom-226, Plutonium-239 gibi yarılanma süresi uzun olan radyonük-lidlerde bu mekanizmanın önemi çok büyüktür.
Nükleer enerji ve teknik kullanan kuruluşlardan atılan radyoaktif gazların yayılışını önceden söyleyebilmek için çeşitli yardımcrmaddeler geliştirilmiştir; ama bunların pratikte kullanımı başarılı olamamıştır. Yerel ve zamana bağlı olan farklı meteorolojik koşulların olmasının da gösterdiği gibi, bu maddelerin yayılışını tam ölçmelerle vermek mümkün değildir. Oysa bu ölçümlerin çok dikkatli ve duyarlı bir şekilde yapılması zorunludur.
Topraktan giren radyoaktif akıcı maddeler, taban suyu kanalı ile yüzey suyuyla temasa geçer. New York'taki West Valley işleme tesislerinde, katı atıklar toprağa gömülmüştür. Çevredeki nehirlerin % 15-20'sinin radyoaktivitesi bu depodan kaynaklanmaktadır. Bu şekilde nehirlere geçerek biriken birçok kimyasal madde ile birlikte radyoaktif maddeler de denizlere geçmiş olur. Bunlara ilaveten deniz tabanındaki radyoaktif mezarlıklardan da bazı maddeler doğrudan denize geçer. Okyanusların sabit tabakaları olmadığı anlaşıldıktan beri, yüksek aktiviteli atıkların büyük oranda denizlere depolanmasından kaçınılmakta ve yüksek radyotoksik atıkların derin kuyularda saklanma yoluna başvurulmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara ve uluslararası yaptırımlara rağmen, deniz ve nehirlerdeki düşük ve orta aktivitedeki atık maddelerin gün geçtikçe artması, insanın kendi kendinin sonunu hazırladığı anlamına gelir. Etrafı denizlerle çevrili olan yurdumuzun radyoaktif atıkların depolanmak istendiği bir mezarlık olmaması için, hepimizin çok dikkatli olması ve bilinçlenmesi gerekir. Yakın çevremizde, radyoaktif madde kullanarak işletime açılmak istenen reaktörlerin faaliyete geçirilmesini önlemek her doğaseverin görevi olmalıdır. Zira doğada daha henüz el bile sürülmemiş ve tehlikesiz olan birçok enerji kaynağı bizleri beklemektedir.