Tromboz Nedir
Tromboz deyimi; canlı bir organizmanın vasküler sisteminde, kanın elementlerinden trombus denilen anormal bir oluşumun meydana gelişini ifade eder ve hemostatik cevabın uygunsuz bir şekilde başlayıp ilerlemesi sonucu ortaya çıkan patolojik bir süreç olarak tanımlanabilir.
Normal şartlar altında hemostazı oluşturan faktörler, kanın akışkanlığını bozmadan devam ettirecek şekilde düzenlenmişlerdir. Bu hemostatik elementler; vasküler bir hasara karşı çabuk ve etkili bir biçimde cevap verebilmek için, pıhtı veya koruyucu bir tıkaç oluşturarak sonuçta aşırı kan kaybını önlemek üzere hazır halde bulunurlar.
Patolojik süreç ise hemostatik elementlerin normal değerler arasında seyreden miktarlarının değişmesiyle birlikte hemostazın sağlanamaması sonucu kanama veya aşırı hemostaz sonucu trombus oluşumuyla başlar.
Trombusun temel yapısı 19.yüzyıl patologları (Zahn, 1875; Bizzozero, 1882; Eberth & Schimmelbusch, 1886) tarafından açık bir şekilde tanımlanmıştır. Bu araştırıcılar trombusun; aktif, sirküle halde oluştuğunu ve statik sistemde oluşan kan pıhtısından tamamen farklı olduğunu ve bu oluşumda fibrin ağı içinde polimorfnükleer lökositlerin ve trombositlerin seçici bir şekilde depolandığını göstermişlerdir
Tromboz kanın akışı sırasında vasküler, selüler ve hümoral faktörlerin birbirleriyle etkileşimi sonucu gelişir. Kinetik bir süreç özelliğiyle, statik bir fenomen olan kan pıhtılaşmasından ayırt edilir
Trombozun fizyopatolojisi; çökelmeye neden olan etmene bağlı olmaksızın, pıhtılaşma sisteminin tüm elemanlarını kapsar ve şöyle özetlenebilir:
a) Pıhtılaşma, trombositlerin tutunup yığılarak salındıkları endotel ve subendotel bölgesinde başlar.
b) Fibrin pıhtısı oluşur ve fibrinolitik süreç boyunca normalde trombozu sınırlandıran mekanizmalar aktive olur.
c) Patolojik trombus; koagülan, antikoagülan ve fibrinolitik süreçler arasındaki dengesizliğin sonucu olarak ortaya çıkar. Bu oluşumdan sonra trombusun tamamı ya da bir parçası emboli yapar.
Kanamaya neden olan bozukluklar yüzyıllardır bilindiği halde, bunun tersi yani tromboza neden olan bozuklukların tanımı oldukça yenidir.
Rudolph Virchow’un 1856’da tarif ettiği triad hala geçerli olup, buna göre tromboz gelişiminde 3 faktör rol oynamaktadır.
1. Damar hasarı
2. Kan akımında yavaşlama
3. Kanın bileşimindeki değişiklikler
Tromboz fizyopatolojisinde rol alan bu faktörlerden herhangi biri ya da birkaçının birlikteliği trombus oluşumunu tetikleyebilir. Kan komponentleri ile ilgili anormallikler ise trombosit fonksiyonları (primer hemostaz), koagülasyon (sekonder hemostaz) ve fibrinolizis aşamalarında görülebilir. Örneğin koagülasyon sistemindeki faktörlerin normalde fazla bulunuşu, trombositlerin sayıca artması, trombositlerin adezyon ve agregasyon özelliklerinin artması gibi durumlarda hiperkoagülabilite ve trombozlar ortaya çıkmaktadır
Hiperkoagülabilite; kan komponentlerine ilişkin kuramsal bir kavram olup, kanın pıhtılaşmaya eğiliminin artışı ya da daha geniş anlamda hemostatik dengenin tromboza kayan değişiklikler göstermesi olarak tanımlanabilir. Kanda pıhtılaşma faktörlerinin konsantrasyonlarının artması (faktör VII, faktör VIII, faktör IX) ya da aktif faktörlerin bulunması (aktif faktör IX), pıhtılaşma inhibitörlerinin eksikliği (antitrombin III, protein C, protein S), fibrinolitik aktivitede azalma, trombositoz ve trombosit reaktivitesinde artış gibi değişiklikler hiperkoagülabilite örnekleri olarak sayılabilir
Tromboz toplumda sık görülen multifaktöriyel bir hastalıktır. Erişkinlerde insidansı yaklaşık % 1 iken, çocuklarda bu oran yılda 1/100000 olarak belirtilmiştir
Tromboz etiyolojisi karmaşık olup genelde birden fazla faktör içerir. Çoğu kez kalıtsal ve çevresel risk faktörlerinin etkileşimi sonucu ortaya çıkar
Trombofili, tromboza eğilimi yansıtan bir deyimdir. Edinsel ya da kalıtsal olabilir
Tanınan kalıtsal trombofilik risk faktörlerinin sayısı, son yıllarda artış göstermiştir. Çok sayıda edinsel ve kalıtsal faktörün değişik mekanizmalarla, tromboz gelişimine katkıda bulunduğu bilinmektedir. Arteriyel ve venöz sistemlerde trombus oluşumunun farklı olmasından dolayı bu iki sistemde farklı etiyolojilerin rol oynadığı düşünülmektedir