Yaşlanma ve Oksidatif Stres
Canlılarda görülen oldukça karmaşık, multi faktörlü ve evrensel bir süreç olan yaşlanma, organizmanın molekül, hücre, doku, organ ve sistemler düzeyinde, zamanın ilerlemesi ile ortaya çıkan, geriye dönüşü olmayan yapısal ve fonksiyonel değişikliklerin bütünü olarak tanımlanabilir. Aristotales “Rhethorik” adlı eserinde; “hastalık erken gelen bir yaşlılık, yaşlılık ise doğal bir hastalıktır” ifadesine yer vermektedir. Galen’e göre yaşlanma doğal ve olağan bir süreçtir. Tarihin ünlü düşünürlerinden Çiçero, “Đnsan yaşlılığında da başarılara imza atabilir” demekte ve insan yaşamının bu dönemindeki üretkenliğin önemini vurgulamaktadır. Yaşlılık, doğal ve fizyolojik bir olay olması nedeniyle bireylerde artan yaşa bağlı olarak vücut faaliyetlerinde azalma, hastalıklara karşı artan hassasiyet ve dış etkenlere karşı oluşan cevapta azalma gözlemlenir.
Yaşlılık teorileri dış etkenler ve iç etkenler (kalıtsal) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır . Bilim adamları 1954'lerden beri serbest radikallerin yaşlanma ve dejeneratif hastalıklara neden olduğunu bilmektedirler. Denham Harman tarafından ortaya atılan ‘serbest radikal teorisi’ne göre yaşlanma, oksijenli solunum sırasında oluşan serbest radikallerin dokularda birikmesi sonucu oluşan hasarlar nedeniyle olmaktadır. Denham Harman’ın 1956 yılında öne sürdüğü bu teori kapsamında serbest radikalleri Pandora’nın “Felaketler kutusuna” benzeterek, biyolojik oksidasyonlar sonucu oluşan serbest radikallerin ömür boyunca tesadüfi ve birikimsel hücre hasarı oluşturarak, doku ve organ yaşlanmasına yol açtığını bildirmiş, radikallerin büyük çaplı hücresel hasar, mutagenez, kanser ve yaşlanmanın dejeneratif sürecinden sorumlu olabileceği görüşünü öne sürmüştür
Serbest radikal, dış orbitallerinde eşleşmemiş bir elektrona sahip ve elektriksel açıdan yüksüz atom ya da moleküllerdir. Serbest radikallerin bilinen en temel etkileri, lipit peroksidasyonu, proteinler arasında disülfit bağı oluşumu (protein oksidasyonu) ve DNA hasarıdır [9,10]. Yükselen oksidatif stres artan DNA hasarı ile ilişkilidir. Post mitotik hücreler kümülatif DNA hasarına karşı hassas olabilirler. Memelilerde bu mekanizmaya en yakın organlar beyin, kalp ve iskelet kaslarıdır. Beyin ve kalp diğer dokulara göre kıyaslandığında yüksek metabolik aktiviteleri nedeniyle oldukça yüksek oksidatif strese maruz kalırlar. Aynı zamanda yaşlanma ile beraber hücrelerin DNA hasar tamir kapasitlerinde azalmanın olacağı düşünülmektedir. Çok sayıda çalışmaya göre, DNA hasarının yaşa bağlı olarak arttığı bilinmektedir. Koroner aterosklerozun yaşlanmaya bağlı oksidatif DNA hasar birikimindeki artışla ilgisi olduğu önceden yapılan çalışmalarla desteklenmektedir.
“Oksidatif stres” teorisine göre ağır basan bi görüş olan ‘oksidatif hasar yaşam süresini ve kalitesini belirler’ ifadesi reaktif oksijen metabolitlerinin de (superoksit, hidrojen peroksit ve hidroksil radikalleri) serbest radikaller kadar biyolojik moleküllerde hasara neden olduğunun ortaya çıkması esasına dayanır
Yaşlanmayla beraber bireylerde meydana gelen biyolojik fonksiyonlarda gerileme ve hastalıklara karşı direncin azalması söz konusudur. Oluşan hasarların ilerleyen yaş ile beraber birikimi sonucunda oluşan dejeneratif hastalıklar arasında alzheimer, ateroskleroz, parkinson ve diyabet başta gelmektedir. Yaşlılarda ölüm oranları en çok kalp hastalıkları, serebrovasküler hastalıklar ve malign hastalıklarda görülmektedir. 65 yaş ve üzerindekilerde kalbe bağlı ölümlerin %85'inin nedeni KKH'dır. Yapılan araştırmalarda Türkiye'de ölümlerin yüzde 43'ü, koroner kalp hastalıklarından kaynaklandığı bilinmektedir. 2 milyon kalp damar hastası olan ülkemizde her yıl 130 bin kişinin dünyada ise yaklaşık 17 milyon kişinin hayatını kaybettiği KKH’den ölümün önemli bir kısmı 41 ile 58 yaş grubunda gerçekleşmiştir . Yaş, ırk, cinsiyet, alkol, sigara, beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite ve stres gibi pek çok faktörün belirleyici olduğu koroner ateroskleroz hastaları için diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi ve obezite de önemli risk faktörleridir