Radyoaktivite Kirliliği
Canlılar potasyum, kalsiyum, uran ve radon gibi doğal radyonuklidler ve onların parçalanma ürünlerinin yerden ışınlanması ve kozmik yüksek ışınların etkisi altındadır. İnsan tarafından yapay olarak tesis edilen ışın kaynakları, çekirdek patlamaları ve reaktörler, tıp ve araştırmalarda kullanılan röntgen aletleri ve radyoaktif maddeler, bunlara ilave edilebilir. Işın kaynakları, parçacık ışını veya elektromanyetik dalgalar ya da her ikisini birden yayabilir. Parçacık ışınları olarak alfa (helyum çekirdeği), beta (elektronlar) ışınları, proton ve nötron ışınlarını sayabiliriz. Elektromanyetik ışınlara ise röntgen ve gama (UV-ışınları gibi) ışınları dahildir. Işınlar hücredeki DNA ve diğer moleküllere olumsuz etki yapar ve tehlikeli olur. Bu ise hücrelerin ölümüne veya kanserleşmesine yol açar.
Işın etkisi hücredeki moleküllerin iyonize olmasına dayanır. Böylece mutasyonlar ortaya çıkabilir ve hücreler ölür. Işınların etkinliği çeşitli birimlerin yardımı ile gösterilir. (Doğal Radyoaktivite)
a) Radyoaktif bir maddenin aktivitesi BEKEREL (=Bq) olarak ifade edilir. 1 Bq, bir saniyedeki çekirdek yıkımına eşdeğerdir.
b) Işın enerji akımı olarak da ifade edilebilir. Çeşitli atom çekirdekleri parçalanmalarında ışını farklı enerji şeklinde açığa çıkarır. 1 kg'lık bir kütle 1 joullük ışın enerjisini emerse, ışığın enerji dozu 1 J/l kg'dur.
c) Işının canlıya etkisi sadece her kütle birimi tarafından emilen enerjiye bağlı olmayıp aynı zamanda ışının çeşidi de onu emen organa bağlıdır.
Örneğin belli bir enerji dozuna sahip alfa ışını daha yüksek enerji dozlu beta ışınının hücreye yaptığı etkinin aynısını yapar (biyolojik eşdeğerlik = ekuivalenz). Eşdeğer doz, enerji dozu ve değerlendirme faktörünün ürünü olup Sievert (Sv)le ölçülür. Röntgen ve beta ışınları için değerlendirme faktörü l'dir.
Radyoekoloji Nedir
Radyoekoloji
Radyoekoloji, bitki ve hayvanların radyoaktif maddelerle ve özellikle de fiziko-kimyasal ve fizyolojik kurallar ile onların madde çevrimi içine alınma ve birikmesi gibi karşılıklı ilişkileri araştırır. Mümkün olduğunca çok organizma veya organizma birlikleri ve dış koşullar da dikkate alınarak, doğal ve yapay RADYONUKLİD lerin örneğin K-40, Toryum-232 vd. gibi, karasal ve sucul ekosistemlerdeki canlılara olan etkileri araştırılır.
Radyoaktif ışının etkilerinin biyolojik yayılım mekanizmasında görülmesi yanında, ayrı ayrı organizma, populasyon ve yaşama birliklerine yaptığı etki daha da önemlidir. Radyoaktif ışına duyarlı ekosistemin üyeleri ve nihayet insana yaptığı etkilerin önemi çok daha büyüktür.
Radyonuklidlerin Abiyotik Dağılımı
Bugün yüksek aktiviteye sahip atık maddeler kapalı kaplarda saklandığı halde, orta ve düşük aktiviteli gaz ve atıksu ve diğer smayi atıkları seyreltik halde biyosfere gönderilmektedir. Bu şekilde kontrol dışı havaya gönderilen radyonüklidler atmosferde çok hızlı ve geniş bir şekilde yayılır. Bu maddelerin difüzyon, sedimentasyon ve özellikle hava ve sudaki akıntılarla, dünyanın her tarafına gitmesi mümkündür. Atmosferde olaylanan sirkülasyon hareketleri, bu maddelerin orada eşit bir şekilde yayılmasını engeller. Yerüstünde yürütülen atom bombası denemeleri bunu doğrular.
Gaz şeklinde atmosfere gönderilen yıkım ürünleri, beta parçalanması nedeniyle elektriki olarak yüklenir. Bu da onların kolayca "AEROSOLE" birikmesine yol açar. Aynı şekilde rüzgarın etkisi ile radyoaktif kum ve toz da çeşitli yönlere doğru dağılır. Sedimentasyona uğrayan veya yağmurla yıkanan tanecikler de bu yolla atmosfere geçer. Radyom-226, Plutonium-239 gibi yarılanma süresi uzun olan radyonük-lidlerde bu mekanizmanın önemi çok büyüktür.
Nükleer enerji ve teknik kullanan kuruluşlardan atılan radyoaktif gazların yayılışını önceden söyleyebilmek için çeşitli yardımcrmaddeler geliştirilmiştir; ama bunların pratikte kullanımı başarılı olamamıştır. Yerel ve zamana bağlı olan farklı meteorolojik koşulların olmasının da gösterdiği gibi, bu maddelerin yayılışını tam ölçmelerle vermek mümkün değildir. Oysa bu ölçümlerin çok dikkatli ve duyarlı bir şekilde yapılması zorunludur.
Topraktan giren radyoaktif akıcı maddeler, taban suyu kanalı ile yüzey suyuyla temasa geçer. New York'taki West Valley işleme tesislerinde, katı atıklar toprağa gömülmüştür. Çevredeki nehirlerin % 15-20'sinin radyoaktivitesi bu depodan kaynaklanmaktadır. Bu şekilde nehirlere geçerek biriken birçok kimyasal madde ile birlikte radyoaktif maddeler de denizlere geçmiş olur. Bunlara ilaveten deniz tabanındaki radyoaktif mezarlıklardan da bazı maddeler doğrudan denize geçer. Okyanusların sabit tabakaları olmadığı anlaşıldıktan beri, yüksek aktiviteli atıkların büyük oranda denizlere depolanmasından kaçınılmakta ve yüksek radyotoksik atıkların derin kuyularda saklanma yoluna başvurulmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara ve uluslararası yaptırımlara rağmen, deniz ve nehirlerdeki düşük ve orta aktivitedeki atık maddelerin gün geçtikçe artması, insanın kendi kendinin sonunu hazırladığı anlamına gelir. Etrafı denizlerle çevrili olan yurdumuzun radyoaktif atıkların depolanmak istendiği bir mezarlık olmaması için, hepimizin çok dikkatli olması ve bilinçlenmesi gerekir. Yakın çevremizde, radyoaktif madde kullanarak işletime açılmak istenen reaktörlerin faaliyete geçirilmesini önlemek her doğaseverin görevi olmalıdır. Zira doğada daha henüz el bile sürülmemiş ve tehlikesiz olan birçok enerji kaynağı bizleri beklemektedir.
Radyoekoloji, bitki ve hayvanların radyoaktif maddelerle ve özellikle de fiziko-kimyasal ve fizyolojik kurallar ile onların madde çevrimi içine alınma ve birikmesi gibi karşılıklı ilişkileri araştırır. Mümkün olduğunca çok organizma veya organizma birlikleri ve dış koşullar da dikkate alınarak, doğal ve yapay RADYONUKLİD lerin örneğin K-40, Toryum-232 vd. gibi, karasal ve sucul ekosistemlerdeki canlılara olan etkileri araştırılır.
Radyoaktif ışının etkilerinin biyolojik yayılım mekanizmasında görülmesi yanında, ayrı ayrı organizma, populasyon ve yaşama birliklerine yaptığı etki daha da önemlidir. Radyoaktif ışına duyarlı ekosistemin üyeleri ve nihayet insana yaptığı etkilerin önemi çok daha büyüktür.
Radyonuklidlerin Abiyotik Dağılımı
Bugün yüksek aktiviteye sahip atık maddeler kapalı kaplarda saklandığı halde, orta ve düşük aktiviteli gaz ve atıksu ve diğer smayi atıkları seyreltik halde biyosfere gönderilmektedir. Bu şekilde kontrol dışı havaya gönderilen radyonüklidler atmosferde çok hızlı ve geniş bir şekilde yayılır. Bu maddelerin difüzyon, sedimentasyon ve özellikle hava ve sudaki akıntılarla, dünyanın her tarafına gitmesi mümkündür. Atmosferde olaylanan sirkülasyon hareketleri, bu maddelerin orada eşit bir şekilde yayılmasını engeller. Yerüstünde yürütülen atom bombası denemeleri bunu doğrular.
Gaz şeklinde atmosfere gönderilen yıkım ürünleri, beta parçalanması nedeniyle elektriki olarak yüklenir. Bu da onların kolayca "AEROSOLE" birikmesine yol açar. Aynı şekilde rüzgarın etkisi ile radyoaktif kum ve toz da çeşitli yönlere doğru dağılır. Sedimentasyona uğrayan veya yağmurla yıkanan tanecikler de bu yolla atmosfere geçer. Radyom-226, Plutonium-239 gibi yarılanma süresi uzun olan radyonük-lidlerde bu mekanizmanın önemi çok büyüktür.
Nükleer enerji ve teknik kullanan kuruluşlardan atılan radyoaktif gazların yayılışını önceden söyleyebilmek için çeşitli yardımcrmaddeler geliştirilmiştir; ama bunların pratikte kullanımı başarılı olamamıştır. Yerel ve zamana bağlı olan farklı meteorolojik koşulların olmasının da gösterdiği gibi, bu maddelerin yayılışını tam ölçmelerle vermek mümkün değildir. Oysa bu ölçümlerin çok dikkatli ve duyarlı bir şekilde yapılması zorunludur.
Topraktan giren radyoaktif akıcı maddeler, taban suyu kanalı ile yüzey suyuyla temasa geçer. New York'taki West Valley işleme tesislerinde, katı atıklar toprağa gömülmüştür. Çevredeki nehirlerin % 15-20'sinin radyoaktivitesi bu depodan kaynaklanmaktadır. Bu şekilde nehirlere geçerek biriken birçok kimyasal madde ile birlikte radyoaktif maddeler de denizlere geçmiş olur. Bunlara ilaveten deniz tabanındaki radyoaktif mezarlıklardan da bazı maddeler doğrudan denize geçer. Okyanusların sabit tabakaları olmadığı anlaşıldıktan beri, yüksek aktiviteli atıkların büyük oranda denizlere depolanmasından kaçınılmakta ve yüksek radyotoksik atıkların derin kuyularda saklanma yoluna başvurulmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklara ve uluslararası yaptırımlara rağmen, deniz ve nehirlerdeki düşük ve orta aktivitedeki atık maddelerin gün geçtikçe artması, insanın kendi kendinin sonunu hazırladığı anlamına gelir. Etrafı denizlerle çevrili olan yurdumuzun radyoaktif atıkların depolanmak istendiği bir mezarlık olmaması için, hepimizin çok dikkatli olması ve bilinçlenmesi gerekir. Yakın çevremizde, radyoaktif madde kullanarak işletime açılmak istenen reaktörlerin faaliyete geçirilmesini önlemek her doğaseverin görevi olmalıdır. Zira doğada daha henüz el bile sürülmemiş ve tehlikesiz olan birçok enerji kaynağı bizleri beklemektedir.
Dogayi Koruma Yollari
Doğayı Koruma Yolları
İnsanoğlu çevreyi kullanırken ekolojik yapı ve ilişkileri çok az önemser. Yani doğanın kendi doğal koşullarının geçerli olduğu yapısı, insanoğlunca kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirilir. Örneğin bataklık ve sulak alanlar kurutulur, dere ve nehir yatakları kazılır; tarla kenarındaki çit ve çalılıklar, arazi büyütülecek diye ortadan kaldırılır. Böylece bitki ve hayvanların yaşama alanları daralır veya yok edilir. Bu yüzden birçok bitki ve hayvan türünün nesli tükenmiş ya da tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu olumsuzlukların temelinde, insanoğlunun sürekli olarak artan nüfusu önemli rol oynar. İkibinli yıllara doğru artan nüfusa bağlı olarak, soyu tükenen diğer canlıların tür sayısı da artmaktadır
Doğa Koruma Alanı
Birçok ülkede, bitki ve hayvan türlerinin populasyon düzeylerinin ne durumda olduğunu belirlemek için KIRMIZI LİSTELER hazırlanır. Bunların görevi soyu tehdit altındaki, bitki ve hayvan
türlerini belirlemektir. Bu amaçla Almanya. Avusturya, İsviçre vd. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, yurdumuzda da bitki ve hayvan türleri için kırmızı listeler hazırlanmaktadır. Bu listeler da bazı kriterler, uluslararası kulanımda olduğu gibi, gözününde tutulur. Bu kategoriler şöyle sıralanır.
A GRUBU: Bu gruptaki hayvanlar yurdumuzda çoğalır. B GRUBU: Bu gruptakiler, yurdumuzda çoğalmaz, beslenme ve transit göçleri sırasında, kışın ve göç mevsimi yurdumuzda izlenir. Bu gruplar alt gruplara ayrılır:
A.l .1. Soyu tükenen hayvan türleri bu gruba girer. Daha önce yurdumuzda yaşayan ama şimdi soyu tükenmiş olan Asya fili, yaban öküzü, yaban eşeği, aslan, çitah, Anadolu Leopan, yılanboyun kuşu ve kelaynak soyu tükenen örneklerdir.
Doğayı ve Çevreyi Koruma
A.1.2. Soyu tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan türler bu gruba girer. Bunların nüfusları gözlendikleri çeşitli bölgelerde ancak 1-25 çifttir. Bunlara vaşak, sansar, ceylan, yaban koyunu ve keçisi, kunduz, Akdeniz foku, mersin balığı ve 28 kuş türü girer. Bu gruba giren kuş türlerine örnek olarak toy kuşu, mezgeldek, ürkeklik, sülün, turaç, dağ horozu, kadı kuşu, bağırtlak, dikkuyruk ördek, uhu, uludoğan, balık kartalı ve gri yalıçapkınmı verebiliriz.
A.2. Grubu, büyük tehlike altındaki türleri içerir. Bunların izlendikleri bölgelerdeki populas-yonları 26-50 çifttir. Deniz kaplumbağası, bozayı, kurt ve hatta tilki ile 62 kuş türü bu gruba girer. Kuş türlerine örnek olarak karabatak, pelikan, suna, şah kartalı, kınalı keklik, üveyik ve akbaba türlerini verebiliriz.
A.3. Grubundaki türler tehlike altında olup nüfusları 51-250 çifttir.
A.4. Grubuna giren türler, gizli bir tehlike altındadır, nüfusları 251 çiftten daha yüksektir. Bu türler, çevredeki değişim bu hızla gider ve doğa tahribatı artarsa, tehlike altına girerlar.
Çevre ve doğaya saygı, sevgi insanın kendi türünün devamını sağlar, yoksa bir gün farkında olmadan kendi sonunu hazırlar. Yeni bir türün oluşması 15-20 bin yılda gerçekleşir. Bu, türün ölümünün ne denli önemli olduğunu, somut bir şekilde izah etmeye yeter.
İnsanoğlu çevreyi kullanırken ekolojik yapı ve ilişkileri çok az önemser. Yani doğanın kendi doğal koşullarının geçerli olduğu yapısı, insanoğlunca kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirilir. Örneğin bataklık ve sulak alanlar kurutulur, dere ve nehir yatakları kazılır; tarla kenarındaki çit ve çalılıklar, arazi büyütülecek diye ortadan kaldırılır. Böylece bitki ve hayvanların yaşama alanları daralır veya yok edilir. Bu yüzden birçok bitki ve hayvan türünün nesli tükenmiş ya da tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu olumsuzlukların temelinde, insanoğlunun sürekli olarak artan nüfusu önemli rol oynar. İkibinli yıllara doğru artan nüfusa bağlı olarak, soyu tükenen diğer canlıların tür sayısı da artmaktadır
Doğa Koruma Alanı
Birçok ülkede, bitki ve hayvan türlerinin populasyon düzeylerinin ne durumda olduğunu belirlemek için KIRMIZI LİSTELER hazırlanır. Bunların görevi soyu tehdit altındaki, bitki ve hayvan
türlerini belirlemektir. Bu amaçla Almanya. Avusturya, İsviçre vd. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, yurdumuzda da bitki ve hayvan türleri için kırmızı listeler hazırlanmaktadır. Bu listeler da bazı kriterler, uluslararası kulanımda olduğu gibi, gözününde tutulur. Bu kategoriler şöyle sıralanır.
A GRUBU: Bu gruptaki hayvanlar yurdumuzda çoğalır. B GRUBU: Bu gruptakiler, yurdumuzda çoğalmaz, beslenme ve transit göçleri sırasında, kışın ve göç mevsimi yurdumuzda izlenir. Bu gruplar alt gruplara ayrılır:
A.l .1. Soyu tükenen hayvan türleri bu gruba girer. Daha önce yurdumuzda yaşayan ama şimdi soyu tükenmiş olan Asya fili, yaban öküzü, yaban eşeği, aslan, çitah, Anadolu Leopan, yılanboyun kuşu ve kelaynak soyu tükenen örneklerdir.
Doğayı ve Çevreyi Koruma
A.1.2. Soyu tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olan türler bu gruba girer. Bunların nüfusları gözlendikleri çeşitli bölgelerde ancak 1-25 çifttir. Bunlara vaşak, sansar, ceylan, yaban koyunu ve keçisi, kunduz, Akdeniz foku, mersin balığı ve 28 kuş türü girer. Bu gruba giren kuş türlerine örnek olarak toy kuşu, mezgeldek, ürkeklik, sülün, turaç, dağ horozu, kadı kuşu, bağırtlak, dikkuyruk ördek, uhu, uludoğan, balık kartalı ve gri yalıçapkınmı verebiliriz.
A.2. Grubu, büyük tehlike altındaki türleri içerir. Bunların izlendikleri bölgelerdeki populas-yonları 26-50 çifttir. Deniz kaplumbağası, bozayı, kurt ve hatta tilki ile 62 kuş türü bu gruba girer. Kuş türlerine örnek olarak karabatak, pelikan, suna, şah kartalı, kınalı keklik, üveyik ve akbaba türlerini verebiliriz.
A.3. Grubundaki türler tehlike altında olup nüfusları 51-250 çifttir.
A.4. Grubuna giren türler, gizli bir tehlike altındadır, nüfusları 251 çiftten daha yüksektir. Bu türler, çevredeki değişim bu hızla gider ve doğa tahribatı artarsa, tehlike altına girerlar.
Çevre ve doğaya saygı, sevgi insanın kendi türünün devamını sağlar, yoksa bir gün farkında olmadan kendi sonunu hazırlar. Yeni bir türün oluşması 15-20 bin yılda gerçekleşir. Bu, türün ölümünün ne denli önemli olduğunu, somut bir şekilde izah etmeye yeter.
Gurultu Kirliligi Nedenleri
Gürültü Kirliliği Nedenleri İle İlgili Bilgiler
Gürültü, nüfus artışı ve ilerleyen teknikleşme (trafik, makine vs.)nin bir sonucudur. Gürültünün kuvvetinin rahatsız edici olup olmaması bireysel olarak farklıdır. Bu yaşa, sağlık ve duyarlı olma durumuna bağlıdır. Doğal gürültü, rüzgar, fırtına, dalga çarpması makine gürültüsüne göre daha az tehlikelidir.
Gürültünün sübjektif algılaması ölçülemeyip, ses dalgalarının basıncı ölçülür. Gürültü ile savaş herkesin sağlığını ilgilendiren bir olgudur. Bunun için az gürültü ile çalışan motorların üretim ve geliştirilmesi, işletmelerde gürültüyü asgariye indirme, ana caddeler boyunca gürültüyü önleyici tedbirler alma akla gelen ilk önlemlerdir.
Gürültü kirliliği nasıl önlenir?
Örneğin radyo, hoparlör televizyon, çim kesme makineleri ve telsiz kullanırken başkalarının rahatsız edilmemesine dikkat edilmelidir. Aynı sorunlarla birgün kendimizin karşılaşacağını düşünüp bilinçli olarak hareket etmek herkesin görevidir.
Gürültü, nüfus artışı ve ilerleyen teknikleşme (trafik, makine vs.)nin bir sonucudur. Gürültünün kuvvetinin rahatsız edici olup olmaması bireysel olarak farklıdır. Bu yaşa, sağlık ve duyarlı olma durumuna bağlıdır. Doğal gürültü, rüzgar, fırtına, dalga çarpması makine gürültüsüne göre daha az tehlikelidir.
Gürültünün sübjektif algılaması ölçülemeyip, ses dalgalarının basıncı ölçülür. Gürültü ile savaş herkesin sağlığını ilgilendiren bir olgudur. Bunun için az gürültü ile çalışan motorların üretim ve geliştirilmesi, işletmelerde gürültüyü asgariye indirme, ana caddeler boyunca gürültüyü önleyici tedbirler alma akla gelen ilk önlemlerdir.
Gürültü kirliliği nasıl önlenir?
Örneğin radyo, hoparlör televizyon, çim kesme makineleri ve telsiz kullanırken başkalarının rahatsız edilmemesine dikkat edilmelidir. Aynı sorunlarla birgün kendimizin karşılaşacağını düşünüp bilinçli olarak hareket etmek herkesin görevidir.
Atik Su Aritma Yontemleri
Atık Su Temizliği ve Arıtma Yöntemleri
Atık suyun temizlenmesi birkaç basamakta gerçekleşir:
Mekanik Temizleme Basamağı
Suyun akışı istikametinde inşa edilen süzgeçte, atık sudaki bütün kaba maddeler tutulur ve oradan uzaklaştırılır. Bunun akabinde kum havuzunda atık suyun sürati öyle azaltılır ki, kum tanecikleri dibe çöker. Bunu izleyen ÖN TEMİZLEME HA-VUZUnda hız daha da azalır ve böylece kirli olan kaba maddeler zemine birikir. Dibe çöken çamur, çamur çekici ile zaman zaman, biriktirme kabına itilir ve pompalarla oradan uzaklaştırılır. Bu mekanik temizleme yöntemi ile atık su dolu kirli maddelerin % 20-30'u uzaklastırılabilir
Biyolojik Temizleme Basamağı ve atık su arıtımı
Biyolojik temizlemenin esası doğadaki mikrobiyolojik aerob yıkımdan yararlanmaktır. Bakteriyel yıkım ya "damlatma cihazlarında" ya da havalandırmalı mek-anizmalı "canlı çamur havuzlarında" olur.
Damlatma cihazlarında kırıntı şeklindeki lav cürufu gibi havaya dayanıklı materyal üst üste yığılır. Atık su yavaşça lav cürufundan akıp gider, hava ise alttan boşluklu alanlardan girer. Cürufta yerleşen canlı birliği ilk planda 3. kalite sudaki organizmalardan oluşur. Bu organizmalar arasında bakteri yanında, bakterilerle beslenen protozoalar da bulunur.
Canlı çamur havuzlarında atık su uzunlamasına havuzlara gönderilir ve buraya havalandırma cihazları yüzeyden hava pompalar. Atık sudaki pislikler havuzda yüzen, bakteri kümelerince emilir ve yıkılır. Biyolojik arıtmada atık sudan 10-12 saatte biyolojik olarak yıkılabilir, organik maddenin % 90'ı işlenir. Çamur ve temizlenmiş atık su karışımı son arıtma havuzuna pompalanır. İlk arıtmada olduğu gibi ağır çamur, zemine çöker ve daha sonra toplayıcılarla depolara iletilir. Bu çamurun bir bölümü canlı çamur havuzuna geri gönderilir. Böylece yeni gelen atık suya bakteri aşılanır. Temizlenen atık su ön depo olarak görev yapan su sistemine gönderilir.
Kimyasal Arıtma Basamağı ve atık su projesi
Gerçi biyolojik olarak arıtılan atık suda bakterilerce yıkılabilen maddeler artık yoktur; ama daha anorganik yıkım ürünleri bulunur. Bunlardan en önemlileri "Fosfat, Nitrat ve Sülfaf'lardır. Bu maddeler ön depoda ötrofiye neden olacaklarından, uzaklaştırılır. Örneğin fosfatlar, son arıtma havuzuna ilave edilen demir (lll)-klorid veya alüminyum sülfat gibi çökeltme maddeleri kullanılarak toplanırlar. Zor çözünen demir (III) veya alüminyum fosfat meydana getirilir. Nitratların uzaklaştırılması çalışmaları sürdürülmektedir. Bakterilerin nitratı, nitrit ve azot oksitleri üzerinden mo-leküler azota indirgedikleri denitrifikasyon havuzlarını kullanma yöntemi deneme halindedir.
Çamur Arıtma İşlemi ve atık su temizleme
Ön ve son arıtma havuzlarındaki arıtma çamuru, çoğu kez diğer bir muameleye tabi tutulur. Örneğin arıtma çamuru çürüme kulelerinde metan mayalanmasına tabi tutulur. Su sisteminin çürüme çamurundaki, metan bakterileri anaerob koşullarda, çamurun organik bölümü parçalanır. Metan bakterilerinin etki optimumu 30°C olduğundan, arıtma çamuru sık sık ısıtılır. 20-30 günde metan bakterileri arıtma çamurunun yarısını yıkar. Ayrı olarak oluşan çürüme gazının % 70'i metan ve % 30'u C02 dir.
Atık suyun temizlenmesi birkaç basamakta gerçekleşir:
Mekanik Temizleme Basamağı
Suyun akışı istikametinde inşa edilen süzgeçte, atık sudaki bütün kaba maddeler tutulur ve oradan uzaklaştırılır. Bunun akabinde kum havuzunda atık suyun sürati öyle azaltılır ki, kum tanecikleri dibe çöker. Bunu izleyen ÖN TEMİZLEME HA-VUZUnda hız daha da azalır ve böylece kirli olan kaba maddeler zemine birikir. Dibe çöken çamur, çamur çekici ile zaman zaman, biriktirme kabına itilir ve pompalarla oradan uzaklaştırılır. Bu mekanik temizleme yöntemi ile atık su dolu kirli maddelerin % 20-30'u uzaklastırılabilir
Biyolojik Temizleme Basamağı ve atık su arıtımı
Biyolojik temizlemenin esası doğadaki mikrobiyolojik aerob yıkımdan yararlanmaktır. Bakteriyel yıkım ya "damlatma cihazlarında" ya da havalandırmalı mek-anizmalı "canlı çamur havuzlarında" olur.
Damlatma cihazlarında kırıntı şeklindeki lav cürufu gibi havaya dayanıklı materyal üst üste yığılır. Atık su yavaşça lav cürufundan akıp gider, hava ise alttan boşluklu alanlardan girer. Cürufta yerleşen canlı birliği ilk planda 3. kalite sudaki organizmalardan oluşur. Bu organizmalar arasında bakteri yanında, bakterilerle beslenen protozoalar da bulunur.
Canlı çamur havuzlarında atık su uzunlamasına havuzlara gönderilir ve buraya havalandırma cihazları yüzeyden hava pompalar. Atık sudaki pislikler havuzda yüzen, bakteri kümelerince emilir ve yıkılır. Biyolojik arıtmada atık sudan 10-12 saatte biyolojik olarak yıkılabilir, organik maddenin % 90'ı işlenir. Çamur ve temizlenmiş atık su karışımı son arıtma havuzuna pompalanır. İlk arıtmada olduğu gibi ağır çamur, zemine çöker ve daha sonra toplayıcılarla depolara iletilir. Bu çamurun bir bölümü canlı çamur havuzuna geri gönderilir. Böylece yeni gelen atık suya bakteri aşılanır. Temizlenen atık su ön depo olarak görev yapan su sistemine gönderilir.
Kimyasal Arıtma Basamağı ve atık su projesi
Gerçi biyolojik olarak arıtılan atık suda bakterilerce yıkılabilen maddeler artık yoktur; ama daha anorganik yıkım ürünleri bulunur. Bunlardan en önemlileri "Fosfat, Nitrat ve Sülfaf'lardır. Bu maddeler ön depoda ötrofiye neden olacaklarından, uzaklaştırılır. Örneğin fosfatlar, son arıtma havuzuna ilave edilen demir (lll)-klorid veya alüminyum sülfat gibi çökeltme maddeleri kullanılarak toplanırlar. Zor çözünen demir (III) veya alüminyum fosfat meydana getirilir. Nitratların uzaklaştırılması çalışmaları sürdürülmektedir. Bakterilerin nitratı, nitrit ve azot oksitleri üzerinden mo-leküler azota indirgedikleri denitrifikasyon havuzlarını kullanma yöntemi deneme halindedir.
Çamur Arıtma İşlemi ve atık su temizleme
Ön ve son arıtma havuzlarındaki arıtma çamuru, çoğu kez diğer bir muameleye tabi tutulur. Örneğin arıtma çamuru çürüme kulelerinde metan mayalanmasına tabi tutulur. Su sisteminin çürüme çamurundaki, metan bakterileri anaerob koşullarda, çamurun organik bölümü parçalanır. Metan bakterilerinin etki optimumu 30°C olduğundan, arıtma çamuru sık sık ısıtılır. 20-30 günde metan bakterileri arıtma çamurunun yarısını yıkar. Ayrı olarak oluşan çürüme gazının % 70'i metan ve % 30'u C02 dir.
Su Kirliligi Nedenleri Nedir
Su Kirliliği Nedenleri Nedir
İnsanoğlu sulak alanları çeşitli şekillerde kullanır. Yeraltı ve yüzey suyundan içme ve kullanma suyu elde edilir. Kullanım suyundan endüstri ve tarımda da yararlanılır. Bu yolla her iki su çeşidine de atık maddeler girer. Atık maddeler çeşitlidir. Bu hususta Ren Nehri çok iyi incelenmiştir. Ren nehrinde 50 000 çeşit madde olduğu ve bunun 2 000'inin belirlendiği bilinir.
Su sistemini tehdit eden bozucu faktörler 5 grup altında toplanır:
1. GRUP: Bu gruba, kolayca yıkılan maddeler girer. Burada bakteriyel olarak parçalanabilir organik maddeler, örneğin dışkı ve evsel atıklardaki maddeler söz konusudur.
2. GRUP: Endüstri kökenli atıklarda görülen, zor yıkılan organik, daha çok ha-lojenli, zincir ve halka şeklindeki hidrokarbonlar bu gruba girer.
3. GRUP: Bu gruba, örneğin fosfat yataklarından çıkan tuzlar girer.
4. GRUP: Çok zehirli ağır metal bileşiklerini içeren Galveniz atölyeleri ve da-bakhane işletmelerinin atık suları bu gruba girer.
5. GRUP: Soğutuculardan çıkan sıcaklık, zarar yapıcı olarak bu gruba girer. Nehirlerin kirlenen suları denize karışır ve denizi daha da kirletir. Hava, nehirler
kanalıyla ya da doğrudan atılarak veya tasfiye havuzlarındaki çamur ve çöplüklerle 1984 yılında 970 000 t azot, 123 000 t fosfor, 31 000 t çinko, 6 000 t klor, 7 800 t kurşun ve 840 t kadmiyum bileşiği Kuzey Denizi'ne girmiştir. Petrol eldesi için işletilen 50 platform ise denizin daha da kirlenmesine yol açmıştır.
Su Kalitesinin Saptanması ve su kirliliği kontrolü
Belli organizmalar suyun kirlilik derecesi hakkında fikir verir. Bunlara İN-DİKATÖR ORGANİZMA denir. Bunların yardımı ile suyun kalitesi belirlenebilir. Bu biyolojik bulgular fiziksel ve kimyasal araştırma yöntemleri ile desteklenir. BİYOKİMYASAL ve KİMYASAL OKSİJEN GEREKSİNİMİ'nin tayini bu yöntemlerden yalnızca ikisidir. Biyokimyasal oksijen gereksinimi ile bakterilerin kirleticileri oksidatif olarak kullandığı oksijen miktarı ölçülür.
Kimyasal oksijen gereksinimi, kirli suya, örneğin potasyum dikromat gibi bir oksidasyon maddesi ilavesi ile tayin edilir. Organik kirleticinin yıkımında su sisteminde eksilen 02 miktarı oksidasyon maddesinin kullanımından hesaplanır. Bu me-todla sudaki bakteriyel olarak değiştirilemeyen organik madde belirlenir.
Biyolojik ve fiziko-kimyasal verilere ve kirlenme derecesine dayanarak su sistemi 4 "KALİTE SINIFI"na ayrılır: 1. kalite sularda kirlilik ya hiç yok veya çok azdır: 2. kalite sularda kirlilik orta derecededir, 3. kalite sularda kuvvetli ve 4. kalite sularda çok kuvvetli kirlenme vardır.
Su kirliliği kontrol ve slayt
Kendi Kendini Temizleme Gücü (=Ötrofi, Besince Zenginlik)
Bir su sistemi, bakterilerin yıkabileceği atık suyun, çok az miktarda ilave edilmesi halinde, bütün organik içerikli maddeleri mineralize edebilir. Buna onun KENDİ KENDİNİ TEMİZLEME GÜCÜ denir.
Atık su ilavesinde, besin sunumu nedeniyle bakteriler ve diğer atık su organizmaları kitle halinde çoğalır. Oksijen miktarı ise artan yıkım nedeniyle azalır. Böylece kuvvetli bir oksijen tüketimi olur. Oksijenin olup olmamasına bağlı olarak an-aerob veya aerob olan parçalanma, göldeki madde döngüsüne benzer şekilde olur. Açığa çıkan fosfat ve azot bileşikleri algler için önemli besinlerdir. Bunlar alglerin çoğalma ve büyümesini hızlandırır. Nehirin aktığı yönde yıkılabilir kirletici maddeler az çok parçalanır ve böylece kirlilik nisbeten azalır ve su kalitesi iyileşir.
Kendi kendini temizleme ile işlenebilecek atık sudan daha fazlası su sistemlerine geçer. Özellikle fosfor ve nitratlı evsel atıklar çok fazla besin maddesi içerdiklerinden ÖTROFİ denen bir olaya neden olurlar. Ötrofik sularda bakteriler tarafından yapılan parçalanma işlemi ileri düzeydedir.
Serbestleşen mineral tuzlar da alglerin büyüyerek ALG ÇİÇEĞİ oluşturmalarına neden olur. Agler ölürse, parçalayıcılar daha çok O2 kullanır ve böylece diğer canlıların solunumu için gereken 02 tamamen biter. Bu şekilde su sistemi DENGESİNİ KAYBEDER.
Kendini temizleme gücünün aşıldığı nehirlerde, yalnız ileri tekniklerle İÇME SUYU kazanılabilir. İçinde 50 000'den daha fazla kimyasal bileşiğin olduğu tesbit edilen Ren Nehri suyundan, 22 milyon insan için içme suyu kazanılır.
Su kirliliği etkileri ve önlemler
Su Kirlenmesi ve Enfeksiyon Tehlikesi
İnsan ve hayvan kaynaklı tüm metabolik atıklar (=fekal maddeler) enfeksiyona neden olabilir. Hatta bu lağım suları arıtma basamaklarından bile geçirilse tehlike azalmaz. Hastalık yapıcı bakteri ve virüslerden başka bu sular tenya ve bağırsak solucanlarının yumurtalarını da içerir. Lağım sularının karıştığı dere ve her türlü su sistemi salgın hastalıklara neden olur. Buralarda yıkanmak tehlikeli olduğu gibi, bu sularda balık üretimi ve hatta sulama bile olmamalıdır.
Enfeksiyon hastalığı yapıcılarının yaşama süresi doğal sularda sıcaklık, güneşlenme, 02 içeriği ve diğer sucul organizmaların etkisine bağlıdır. Bazı organizmaların aylarca bu sularda yaşayabildiği bilinir. Her enfeksiyon, hastalığa yol açmayabilir. Bunun için hastalık yapıcının miktarının belli bir düzeye, yani minimum enfeksiyon dozuna ulaşması gerekir. Bu doz tifüs ve paratifüsde yaklaşık 105 ve kolerada 108 bakteridir. Bu hastalık yapıcıların arıtma tesislerinde yokedilmesi, suyun klor veya ozonla muamelesi ile mümkündür.
ÇÖP İZALE (= Yok Etme) ve SORUNLARI
Toplumumuz çok kısa sürede büyük miktarda çöp üretir duruma gelmiştir. Bir defa kullanıp atma toplumu olma yolundayız. Paketleme ve bir kez kullanım daha da arttığı için, ortaya çıkan çöpün yok edilmesi önemli bir sorundur. Önceleri çöp şehir çöplüklerine hiç bir önlem alınmadan konurdu. Bu nedenle, özellikle büyük şehirlerde çok sayıda çöplük vardı. Tesis edilen çöplüklerin, çevreyi kirletici ve hastalık yapıcı noktalar olmaması için önlemler alınmalıdır. Bu önlemler şöyle özetlenebilir:
Tekniğe Uygun Depolama
Çöp depolarının alt kısmının balçık veya ton (=kil) gibi suyu geçirmeyen maddelerden yapılması gerekir. Böylece zehirli maddelerin taban suyuna girmesi önlenir. Deponun iç kısmında parçalanabilir organik madde bulunur ve burada bakteriyel parçalanma gerçekleşir. Sonuçta açığa çıkan gazın yarısı metan, diğer yarısı ise en azından 300 bileşikten oluşur. Gazlar çöplüklerin ağaçlandırılmasını zorlaştırır. Zira kök civarındaki 02'ni dışarıya çıkarır.
Kompostlama, su kirliliği sağlık
Çevreyi koruyarak çöpten kurtulmanın en iyi yöntemi KOMPOSTLAMA'dır. Daha çok evsel atıkların izalesinde kullanılır. Ayıklanıp çeşidine göre ayrılmış çöp, temizleme çamuruna karıştırılır ve sürekli hareket eden bir tankta 24 saat boyunca bakteriyel olarak parçalanır. Bunun akabinde altı haftalık depolamada bakteriyel yıkım kompost oluşuncaya kadar sürer.
Çöpün Yakılması
Çöpün hacmi, yakıldığında % 80-90 oranında küçülür. Yakma sonucunda enerji ve sıcaklık elde edildiği gibi oluşan gazlar çevrede yeni sorunlar yaratır. Bu nedenle çöpün yakılması tavsiye edilmez. En ileri filtrasyonlu tesisler bile zehirli gazları tutamaz. Yanma sonunda çok zehirli olan DÎOKSİN ve AĞIR METALli kül geride kalır. Bu maddeler özel çöp olarak ayrıca çok iyi izole edilmiş özel depolara konulmalı ve gözetim altında tutulmalıdır.
Özel Çöpün İzalesi (=Giderümesi) su kirliliği problemleri
Her yıl birkaç milyon tonu bulan özel çöpün izalesi önemli problemler doğurur. Her türlü pil, civalı bileşik hastane atıkları, zehirli atıklar ve eski yağın izalesi zordur. Bazı özel çöpler çocuklarımızın geleceğini tehdit eder. Bu özel çöpün çeşitli adlar altında örneğin sanayi atığı, yakıt maddesi vs. şeklinde ikinci ülkelere. bu arada Türkiye'ye ve üçüncü dünya ülkelerine ihraç edilmesi doğru bir davranış değildir ve yasaktır. Özel çöpe radyoaktif kalıntılar da girer. Bu nedenle önlemler alarak bu atıkların yeraltında depolanması gerekir. Yoksa başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıklara ve ölü çocuk doğumlarına yol açar.
Geri Kazanım (=Recycling) su kirliliği ppt
Çöpten, kullanılabilir maddelerin ayrılması çok sık uygulanan bir yöntemdir. Bu geri kazanım yöntemine RECYCLİNG denir. Endüstrinin birçok dalında kullanılır. Federal Almanya'da 1982 yılında recycling ile % 47 kurşun, % 42 bakır, % 30 alüminyum, 4 milyon t eski kağıt geri kazanıldı ve üretimde tekrar kullanıldı; 500 000 t kullanılmış yağdan, 300 000 tonu tekrar işlenir hale sokulmuştur. Aynı şekilde 700 000 ton eski cam tekrar kullanılmıştır.
Daha az çöp üretip çevreyi daha az kirletmede her vatandaşın yapması gereken bazı görevleri şöyle sıralayabiliriz:
a) Birkez paketleyip atma yerine çok kez paketleme yöntemi tercih edilmelidir;
b) Evde kullanılan kağıt ve cam kullanıma tekrar sunulmalıdır;
c) Özel çöpleri, örneğin ilaç, pil, çözme ve temizleme maddeleri, cila ve boya atıkları, pestisit kalıntısı özel çöp torbalarında saklanmalı ve ilgililere verilmelidir.
d) Recycling ürünleri tercih edilmelidir.
İnsanoğlu sulak alanları çeşitli şekillerde kullanır. Yeraltı ve yüzey suyundan içme ve kullanma suyu elde edilir. Kullanım suyundan endüstri ve tarımda da yararlanılır. Bu yolla her iki su çeşidine de atık maddeler girer. Atık maddeler çeşitlidir. Bu hususta Ren Nehri çok iyi incelenmiştir. Ren nehrinde 50 000 çeşit madde olduğu ve bunun 2 000'inin belirlendiği bilinir.
Su sistemini tehdit eden bozucu faktörler 5 grup altında toplanır:
1. GRUP: Bu gruba, kolayca yıkılan maddeler girer. Burada bakteriyel olarak parçalanabilir organik maddeler, örneğin dışkı ve evsel atıklardaki maddeler söz konusudur.
2. GRUP: Endüstri kökenli atıklarda görülen, zor yıkılan organik, daha çok ha-lojenli, zincir ve halka şeklindeki hidrokarbonlar bu gruba girer.
3. GRUP: Bu gruba, örneğin fosfat yataklarından çıkan tuzlar girer.
4. GRUP: Çok zehirli ağır metal bileşiklerini içeren Galveniz atölyeleri ve da-bakhane işletmelerinin atık suları bu gruba girer.
5. GRUP: Soğutuculardan çıkan sıcaklık, zarar yapıcı olarak bu gruba girer. Nehirlerin kirlenen suları denize karışır ve denizi daha da kirletir. Hava, nehirler
kanalıyla ya da doğrudan atılarak veya tasfiye havuzlarındaki çamur ve çöplüklerle 1984 yılında 970 000 t azot, 123 000 t fosfor, 31 000 t çinko, 6 000 t klor, 7 800 t kurşun ve 840 t kadmiyum bileşiği Kuzey Denizi'ne girmiştir. Petrol eldesi için işletilen 50 platform ise denizin daha da kirlenmesine yol açmıştır.
Su Kalitesinin Saptanması ve su kirliliği kontrolü
Belli organizmalar suyun kirlilik derecesi hakkında fikir verir. Bunlara İN-DİKATÖR ORGANİZMA denir. Bunların yardımı ile suyun kalitesi belirlenebilir. Bu biyolojik bulgular fiziksel ve kimyasal araştırma yöntemleri ile desteklenir. BİYOKİMYASAL ve KİMYASAL OKSİJEN GEREKSİNİMİ'nin tayini bu yöntemlerden yalnızca ikisidir. Biyokimyasal oksijen gereksinimi ile bakterilerin kirleticileri oksidatif olarak kullandığı oksijen miktarı ölçülür.
Kimyasal oksijen gereksinimi, kirli suya, örneğin potasyum dikromat gibi bir oksidasyon maddesi ilavesi ile tayin edilir. Organik kirleticinin yıkımında su sisteminde eksilen 02 miktarı oksidasyon maddesinin kullanımından hesaplanır. Bu me-todla sudaki bakteriyel olarak değiştirilemeyen organik madde belirlenir.
Biyolojik ve fiziko-kimyasal verilere ve kirlenme derecesine dayanarak su sistemi 4 "KALİTE SINIFI"na ayrılır: 1. kalite sularda kirlilik ya hiç yok veya çok azdır: 2. kalite sularda kirlilik orta derecededir, 3. kalite sularda kuvvetli ve 4. kalite sularda çok kuvvetli kirlenme vardır.
Su kirliliği kontrol ve slayt
Kendi Kendini Temizleme Gücü (=Ötrofi, Besince Zenginlik)
Bir su sistemi, bakterilerin yıkabileceği atık suyun, çok az miktarda ilave edilmesi halinde, bütün organik içerikli maddeleri mineralize edebilir. Buna onun KENDİ KENDİNİ TEMİZLEME GÜCÜ denir.
Atık su ilavesinde, besin sunumu nedeniyle bakteriler ve diğer atık su organizmaları kitle halinde çoğalır. Oksijen miktarı ise artan yıkım nedeniyle azalır. Böylece kuvvetli bir oksijen tüketimi olur. Oksijenin olup olmamasına bağlı olarak an-aerob veya aerob olan parçalanma, göldeki madde döngüsüne benzer şekilde olur. Açığa çıkan fosfat ve azot bileşikleri algler için önemli besinlerdir. Bunlar alglerin çoğalma ve büyümesini hızlandırır. Nehirin aktığı yönde yıkılabilir kirletici maddeler az çok parçalanır ve böylece kirlilik nisbeten azalır ve su kalitesi iyileşir.
Kendi kendini temizleme ile işlenebilecek atık sudan daha fazlası su sistemlerine geçer. Özellikle fosfor ve nitratlı evsel atıklar çok fazla besin maddesi içerdiklerinden ÖTROFİ denen bir olaya neden olurlar. Ötrofik sularda bakteriler tarafından yapılan parçalanma işlemi ileri düzeydedir.
Serbestleşen mineral tuzlar da alglerin büyüyerek ALG ÇİÇEĞİ oluşturmalarına neden olur. Agler ölürse, parçalayıcılar daha çok O2 kullanır ve böylece diğer canlıların solunumu için gereken 02 tamamen biter. Bu şekilde su sistemi DENGESİNİ KAYBEDER.
Kendini temizleme gücünün aşıldığı nehirlerde, yalnız ileri tekniklerle İÇME SUYU kazanılabilir. İçinde 50 000'den daha fazla kimyasal bileşiğin olduğu tesbit edilen Ren Nehri suyundan, 22 milyon insan için içme suyu kazanılır.
Su kirliliği etkileri ve önlemler
Su Kirlenmesi ve Enfeksiyon Tehlikesi
İnsan ve hayvan kaynaklı tüm metabolik atıklar (=fekal maddeler) enfeksiyona neden olabilir. Hatta bu lağım suları arıtma basamaklarından bile geçirilse tehlike azalmaz. Hastalık yapıcı bakteri ve virüslerden başka bu sular tenya ve bağırsak solucanlarının yumurtalarını da içerir. Lağım sularının karıştığı dere ve her türlü su sistemi salgın hastalıklara neden olur. Buralarda yıkanmak tehlikeli olduğu gibi, bu sularda balık üretimi ve hatta sulama bile olmamalıdır.
Enfeksiyon hastalığı yapıcılarının yaşama süresi doğal sularda sıcaklık, güneşlenme, 02 içeriği ve diğer sucul organizmaların etkisine bağlıdır. Bazı organizmaların aylarca bu sularda yaşayabildiği bilinir. Her enfeksiyon, hastalığa yol açmayabilir. Bunun için hastalık yapıcının miktarının belli bir düzeye, yani minimum enfeksiyon dozuna ulaşması gerekir. Bu doz tifüs ve paratifüsde yaklaşık 105 ve kolerada 108 bakteridir. Bu hastalık yapıcıların arıtma tesislerinde yokedilmesi, suyun klor veya ozonla muamelesi ile mümkündür.
ÇÖP İZALE (= Yok Etme) ve SORUNLARI
Toplumumuz çok kısa sürede büyük miktarda çöp üretir duruma gelmiştir. Bir defa kullanıp atma toplumu olma yolundayız. Paketleme ve bir kez kullanım daha da arttığı için, ortaya çıkan çöpün yok edilmesi önemli bir sorundur. Önceleri çöp şehir çöplüklerine hiç bir önlem alınmadan konurdu. Bu nedenle, özellikle büyük şehirlerde çok sayıda çöplük vardı. Tesis edilen çöplüklerin, çevreyi kirletici ve hastalık yapıcı noktalar olmaması için önlemler alınmalıdır. Bu önlemler şöyle özetlenebilir:
Tekniğe Uygun Depolama
Çöp depolarının alt kısmının balçık veya ton (=kil) gibi suyu geçirmeyen maddelerden yapılması gerekir. Böylece zehirli maddelerin taban suyuna girmesi önlenir. Deponun iç kısmında parçalanabilir organik madde bulunur ve burada bakteriyel parçalanma gerçekleşir. Sonuçta açığa çıkan gazın yarısı metan, diğer yarısı ise en azından 300 bileşikten oluşur. Gazlar çöplüklerin ağaçlandırılmasını zorlaştırır. Zira kök civarındaki 02'ni dışarıya çıkarır.
Kompostlama, su kirliliği sağlık
Çevreyi koruyarak çöpten kurtulmanın en iyi yöntemi KOMPOSTLAMA'dır. Daha çok evsel atıkların izalesinde kullanılır. Ayıklanıp çeşidine göre ayrılmış çöp, temizleme çamuruna karıştırılır ve sürekli hareket eden bir tankta 24 saat boyunca bakteriyel olarak parçalanır. Bunun akabinde altı haftalık depolamada bakteriyel yıkım kompost oluşuncaya kadar sürer.
Çöpün Yakılması
Çöpün hacmi, yakıldığında % 80-90 oranında küçülür. Yakma sonucunda enerji ve sıcaklık elde edildiği gibi oluşan gazlar çevrede yeni sorunlar yaratır. Bu nedenle çöpün yakılması tavsiye edilmez. En ileri filtrasyonlu tesisler bile zehirli gazları tutamaz. Yanma sonunda çok zehirli olan DÎOKSİN ve AĞIR METALli kül geride kalır. Bu maddeler özel çöp olarak ayrıca çok iyi izole edilmiş özel depolara konulmalı ve gözetim altında tutulmalıdır.
Özel Çöpün İzalesi (=Giderümesi) su kirliliği problemleri
Her yıl birkaç milyon tonu bulan özel çöpün izalesi önemli problemler doğurur. Her türlü pil, civalı bileşik hastane atıkları, zehirli atıklar ve eski yağın izalesi zordur. Bazı özel çöpler çocuklarımızın geleceğini tehdit eder. Bu özel çöpün çeşitli adlar altında örneğin sanayi atığı, yakıt maddesi vs. şeklinde ikinci ülkelere. bu arada Türkiye'ye ve üçüncü dünya ülkelerine ihraç edilmesi doğru bir davranış değildir ve yasaktır. Özel çöpe radyoaktif kalıntılar da girer. Bu nedenle önlemler alarak bu atıkların yeraltında depolanması gerekir. Yoksa başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıklara ve ölü çocuk doğumlarına yol açar.
Geri Kazanım (=Recycling) su kirliliği ppt
Çöpten, kullanılabilir maddelerin ayrılması çok sık uygulanan bir yöntemdir. Bu geri kazanım yöntemine RECYCLİNG denir. Endüstrinin birçok dalında kullanılır. Federal Almanya'da 1982 yılında recycling ile % 47 kurşun, % 42 bakır, % 30 alüminyum, 4 milyon t eski kağıt geri kazanıldı ve üretimde tekrar kullanıldı; 500 000 t kullanılmış yağdan, 300 000 tonu tekrar işlenir hale sokulmuştur. Aynı şekilde 700 000 ton eski cam tekrar kullanılmıştır.
Daha az çöp üretip çevreyi daha az kirletmede her vatandaşın yapması gereken bazı görevleri şöyle sıralayabiliriz:
a) Birkez paketleyip atma yerine çok kez paketleme yöntemi tercih edilmelidir;
b) Evde kullanılan kağıt ve cam kullanıma tekrar sunulmalıdır;
c) Özel çöpleri, örneğin ilaç, pil, çözme ve temizleme maddeleri, cila ve boya atıkları, pestisit kalıntısı özel çöp torbalarında saklanmalı ve ilgililere verilmelidir.
d) Recycling ürünleri tercih edilmelidir.
Ozon Tabakasi Delinmesi ve Onemi
Ozon Tabakası İncelmesi ve Delinmesi
Atmosferin 20 km ve 50 km yükseklikleri arasında stratosferde bulunan ve yüksek oranda ozon içeren tabakaya OZON TABAKASI denir. Ozonun yoğunluğu 35 km'de en yüksek olup 55 km'den sonra hemen hemen kaybolur. Ozon yeryüzünde hemen bozulur. Ozon 310 nm dalga boyundan küçük UV ışınlarını soğurarak ısı enerjisine dönüştürür. Böylece yeryüzünde canlılara ölümcül etki yapacak UV ışınlarının aşağıya inmesi ozon moleküllerince engellenir. Bu nedenle ozon tabakasında sıcaklık artar. Ozonun az olduğu 20-30 km'de sıcaklık -50°-70°C'ya kadar düşer.
Ozon Tabakası Deliği ve önemi
Atmosferin en alt tabakası olan troposferde, insana zararlı olan ozon gazı, stratosferde insan, hayvan ve bitkilerin hayatını koruyucu bir rol oynar Yetmişli yılların ortalarına doğru ozonun bozulduğu saptandı. Yoğunluğunun bölgesel ve mevsimsel koşullara bağlı olarak değiştiği belirlendi. Buna göre kuzey yarımküresinde ozon yoğunluğunda 1969-86 arasında %1.7-3 arasında azalma olmuştur. Bu azalma stratosferin 40 km'sinden sonra %3-9'u bulur. 1986 yılında Antartika'da MC MURDO gözlem istasyonunda yapılan ölçümlerden 28 Ağustos'da 18 km yükseklikteki ozon miktarı çok yoğun iken, 18 Ekim'de bu tabakanın tamamen yok olduğu belirlendi. Bu şekilde oluşan delik Amerika Birleşik Devletleri'nin yüzeyi kadar olup sürekli büyümektedir.
Güney kutbunda OZON TABAKASI'nda delik olduğuna özgü ilk haberler 1986 yılında bütün dünyaya duyuruldu. Bu OZON DELİĞİ Antartika'da kış mevsiminin sona erdiği dönemde meydana geldi. Güneş ışının güçlendiği Kasım ayında ise tekrar kayboldu. Gözlemin yapıldığı yılı izleyen son yıllarda, bu deliğin gittikçe büyüdüğü saptanınca, alarm çanları çalmaya başladı. Ozon kuşağı 02 moleküllerini oksijen atomlarına parçalayarak güneşin UV ışınlarını büyük ölçüde tutar. Bunlar 02 molekülleri ile OZON'a (=03) yükseltgenir. Ozon kuşağı olmadan yerkürede yaşam mümkün olamaz. Ozon miktarının çok az oranda azalması bile insanda DERİ KANSERİ'ne neden olabilir. (Ozon tabakası önemi)
Azalan ozon miktarına yol açan en önemli etmen olarak KLOROFLOR HİDROKARBON'lar kabul edilir Bunlar SPREY KUTULARINDA ve SOĞUTUCULARDA kullanılır. UV ışını bir kloroflor hidrokarbon molekülünden bir klor atomu ayırır. Bu ise bir nevi zincirleme reaksiyonda 10 000'den daha fazla Ozon moklekülünü tahrip eder. Montreal Sözleşmesi (Eylül 1987) uyarınca kloroflor hidrokarbon üreten ülkeler üretimi birkaç yıl içinde düşürmek zorundadır. Bunun sonucu olarak, klorflor hidrokarbon üretimi ABD Kanada, İsveç ve Norveç'de şu anda yasaklanmış olmasına rağmen, dünya genelinde yılda 700 000 t bu maddeden atmosfere salınmaktadır. Burada tüketici vatandaşlara önemil görevler düşer. Sprey kullanımına son vermek ve tükecinin bunları kullanmaması en iyi yoldur.
Atmosferin 20 km ve 50 km yükseklikleri arasında stratosferde bulunan ve yüksek oranda ozon içeren tabakaya OZON TABAKASI denir. Ozonun yoğunluğu 35 km'de en yüksek olup 55 km'den sonra hemen hemen kaybolur. Ozon yeryüzünde hemen bozulur. Ozon 310 nm dalga boyundan küçük UV ışınlarını soğurarak ısı enerjisine dönüştürür. Böylece yeryüzünde canlılara ölümcül etki yapacak UV ışınlarının aşağıya inmesi ozon moleküllerince engellenir. Bu nedenle ozon tabakasında sıcaklık artar. Ozonun az olduğu 20-30 km'de sıcaklık -50°-70°C'ya kadar düşer.
Ozon Tabakası Deliği ve önemi
Atmosferin en alt tabakası olan troposferde, insana zararlı olan ozon gazı, stratosferde insan, hayvan ve bitkilerin hayatını koruyucu bir rol oynar Yetmişli yılların ortalarına doğru ozonun bozulduğu saptandı. Yoğunluğunun bölgesel ve mevsimsel koşullara bağlı olarak değiştiği belirlendi. Buna göre kuzey yarımküresinde ozon yoğunluğunda 1969-86 arasında %1.7-3 arasında azalma olmuştur. Bu azalma stratosferin 40 km'sinden sonra %3-9'u bulur. 1986 yılında Antartika'da MC MURDO gözlem istasyonunda yapılan ölçümlerden 28 Ağustos'da 18 km yükseklikteki ozon miktarı çok yoğun iken, 18 Ekim'de bu tabakanın tamamen yok olduğu belirlendi. Bu şekilde oluşan delik Amerika Birleşik Devletleri'nin yüzeyi kadar olup sürekli büyümektedir.
Güney kutbunda OZON TABAKASI'nda delik olduğuna özgü ilk haberler 1986 yılında bütün dünyaya duyuruldu. Bu OZON DELİĞİ Antartika'da kış mevsiminin sona erdiği dönemde meydana geldi. Güneş ışının güçlendiği Kasım ayında ise tekrar kayboldu. Gözlemin yapıldığı yılı izleyen son yıllarda, bu deliğin gittikçe büyüdüğü saptanınca, alarm çanları çalmaya başladı. Ozon kuşağı 02 moleküllerini oksijen atomlarına parçalayarak güneşin UV ışınlarını büyük ölçüde tutar. Bunlar 02 molekülleri ile OZON'a (=03) yükseltgenir. Ozon kuşağı olmadan yerkürede yaşam mümkün olamaz. Ozon miktarının çok az oranda azalması bile insanda DERİ KANSERİ'ne neden olabilir. (Ozon tabakası önemi)
Azalan ozon miktarına yol açan en önemli etmen olarak KLOROFLOR HİDROKARBON'lar kabul edilir Bunlar SPREY KUTULARINDA ve SOĞUTUCULARDA kullanılır. UV ışını bir kloroflor hidrokarbon molekülünden bir klor atomu ayırır. Bu ise bir nevi zincirleme reaksiyonda 10 000'den daha fazla Ozon moklekülünü tahrip eder. Montreal Sözleşmesi (Eylül 1987) uyarınca kloroflor hidrokarbon üreten ülkeler üretimi birkaç yıl içinde düşürmek zorundadır. Bunun sonucu olarak, klorflor hidrokarbon üretimi ABD Kanada, İsveç ve Norveç'de şu anda yasaklanmış olmasına rağmen, dünya genelinde yılda 700 000 t bu maddeden atmosfere salınmaktadır. Burada tüketici vatandaşlara önemil görevler düşer. Sprey kullanımına son vermek ve tükecinin bunları kullanmaması en iyi yoldur.
Hava Kirliligi ve Kirlenmesi Nedenleri
Hava Kirlenmesi ve Hava Kirliliği Nedir
Asit Yağmurları
Artan sınayileşme ve yaşama standardı katı, sıvı ve gaz şeklindeki artık ve atıkların üretimine ve atmosfere gönderilmesine yol açtı. Bu çöpler havanın kirlenmesine neden oldu. Eğer zararlı maddeler hayvan, bitki, insan ve taşınmazlara zarar verecek veya bu zarara neden olacak yoğunlukta havaya atılırsa BİR HAVA KİRLENMESİ'nden söz edilir
Havayı kirletici maddelerin zararları, insan sağlığını tehdit eden düzeye ulaşır. Hava kirlenmesinin milli ekonomiye getirdiği olumsuzluk yılda trilyonlarca lira düzeyindedir.
S02 gibi atık gazlar havanın nemi ile temas edince aside dönüşür. Bu da ASİT YAĞ-MURU'na yol açar. Asidite derecesi olarak alınan pH değeri, asit yağmurlarında artar ve 3-4 arasındadır. Doğal pH değerinin 5,6 olduğundan hareket edilirse, asit bakımından yüksek olan yağmurdaki asidite miktarının 100 misli arttığı görülür. Asit yağmuru korozyonla (=aşmma) eşyalara, diğer yandan da toprak ve suya olumsuz etki yapar.
Hava Kirlenmesinin Lokal Etkileri ve Hava Kirliliği Sonuçları
Bir insan günde 26 000 kez solur. Bu durum hava kirlenmesinin insan sağlığı için ne kadar önemli olduğunu gösterir. Trafik, endüstri, enerji santralları ve yaşama alanlarının ısıtılmasından kaynaklanan hava kirletici unsurlar, çevremizde önemli kirleticilerdir.
Yerleşim alanlarının üzerinde oluşan sis bulutları güneş ışımasının bir bölümünü ve özellikle ultraviyole kısmını emer. UV ışını eksikliği güneşin hastalık yapıcıları yok etme özelliğini azaltır ve deride D vitamininin oluşumu engellenir. Bazı büyük şehirler (Ankara, Bursa, Denizli, İstanbul) coğrafik konumlan sonucu duman (=smoke) ve sis (=fog)in karışımı ile oluşan "SMOG'un etkisi altındadır. Smog kış aylarında yüksek hava basıncında normal hava tabakalarına karşı, hafifçe ısınan havanın, ağır ve soğuk hava tabakaları üzerinde birikmesi ile oluşur. Havanın bu tabakalı yapısı İNVERZİYON'u yapar.
İnverziyon varken üst ve alt hava tabakaları arasında hiç sirkülasyon olmaz. Havadaki inversiyon durumu uzun sürerse eksoz gazları, kalorifer ve fabrika bacalarından çıkan sağlığa zararlı maddeler zemine yakın hava tabakalarında birikir. Bu maddeler özellikle kalp, damar ve solunum yolları hastalarında öldürücü etki yapar. Smog sonucu solunum zorluğu, baş ağrıları ve bulantı görülür. Küçük çocuklarda da boğmaca türü ök- sürük ve soluk ama gibi tehlikeli durumlar izlenir. Bu hastalığa YALANCI KUŞPALAZI denir. Hatta smoğa bağlı ölüm olayları da görülmüştür. Örneğin ellili yıllarda bu nedenle Londra'da 5 500 kişi ölmüştür. Havadaki zararlı maddelerden S02 ve diğer bazı maddelerin Dünya Sağlık Örgütünün hoş-gördüğü değerleri aşarsa, SMOG ALARMI adı altında bir dizi önlemler alınır. Böylece AKCİĞER KANSERİ ve SOLUK BORUSU KANSERİ ne de yol açan maddelerin etkinliği azaltılmış olur. Egzos gazında bulunan kanserojen maddelerden BENZİPİREN smoglu havada çok etkilidir. Smog alarmı alınırken, araçların kullanılmaması; kaloriferlerin yakılmaması; fabrikaların bacalarına filtre takılması gibi önlemler gündeme gelir. 1989-90 kışında, gerek Ankara ve gerekse Bursa'da bu tip ikinci dereceden önlemlere sık sık başvurulmuştur.
Hava sigara dumanı ile de kirlenir. Bundan sigara içenlerin yanında içmeyenler de zarar görür. Bu yüzden kapalı ve umuma açık yerlerde birçok ülkede sigara içme yasağı uygulanır.
Sağlığa zararlı havanın etkisini azaltabiliriz. Bunun için kurşunsuz benzin ve katalizatör kullanılma; ısınma, merkezi sistem ve elektrikle ya da doğal gazla yapılmalı; fabrika bacalarına % 98-99 randımanlı elektrofiltre takılması zorunlu tutulmalı; yeşil kuşak ağaçlandırılmasının artan bir şekilde sürdürülmesi; şehir merkezinde eski evlerin yıkılıp yeni yerleşim birimlerinin kesinlikle açılmaması; bunun yerine ulaşım sorunu olmayan banliyö yerleşim düzenine geçilmesi; kitle ulaşım vasıtalarının artırılıp yeraltı geçiti, tramvay ve benzeri sistemlerin getirilmesi ve geliştirilmesi gibi önlemleri sayabiliriz. Sağlıklı bir toplum sağlıklı ve zararsız havayı soluyan bir toplumdur kuralını, her yerde geçerli kılmak hepimizin görevi olmalıdır.
Hava Kirlenmesinin Genel Etkileri
Fosil yakıtların yoğun kullanımı ve bakir ormanların yakılması sonucunda atmosferde 1850 yılında 280 ppm olan C02 miktarı bugün 335 ppm'e çıkmıştır. Bilgisayar model hesaplamalarına göre 2030 ve 2080 yılları arasında havadaki C07 miktarı iki misli, yani 500 ppm olacaktır. Yerküreden yansıyan sıcaklığın geri tutulması COz'nin önemli bir özelliğidir. Bu SERA ETKİSİ'ne neden olur. C02 miktarının iki katına çıkması model hesaplamalarına göre çok yaygın, yöresel; ama atmosferin farklı bir şekilde ısınmasına neden olacaktır. Bu sıcaklık artışı 1,5-4,5 kelvin kadar olabilecektir. Kanada ve Rusya'nın tarım için bugün kullanmadığı bölgelerde tahıl yetiştirilebilecektir; ama günümüzün TAHIL AMBARI diye bilenen bölgeleri de kuruyacaktır.Yerkürenin buz örtüsü azalacak ve buna bağlı olarak deniz seviyesi yükselerek taşkın ve seller görülecektir. Bu şimdiye kadar okyanusların yüksek sıcaklık kapasitesi ve yüksek C02 depolama özelliği sayesinde büyük ölçüde engellenmiştir. IKLtM DEĞİŞMELERİnin ileride olup olmayacağı toz birikimi, bulut, nem ve atık gaz yüzünden atmosferin geçirgenliğinin azalması ve diğer etmenlere bağlıdır.
Hava Kirliliği Sebepleri
Havayı Kirleten En Önemli Maddeler
Kükürtdioksid (S02)
S02 kömür ve petrol ürünlerinin yanması ile oluşur. Kükürdün SO, ve S03'e oksidasyonu ile su buharı havada kükürt asitlerini oluşturur. Bunlar da asit yağmurlarına neden olur.
2SO, + Oz + 2H20 -> 2H2S04
H2S04 + CaC03 -> CaS04 + H20 + C02
Havadaki kükürt asitleri tarihi mermer taşları hatta bronz heykeller gibi metallere de etki yapar.
Karbonmonoksid (CO) ve hava kirliliği slayt
Taşıt ve ısıtma sistemlerindeki yanıcıların, tam yanmaması ile oluşur. CO hemoglobin ile bağlanarak 02 naklini bloke eder. Çok az miktarı bile organların işlevini engelleyebilir.
Azot Oksitleri (NO, N02)
Her türlü yanma işleminde ve özellikle taşıt trafiğinde oluşur. Azot oksitleri solunum organlarına zarar verir. Sinir zehirleri olup orman ölümlerinde de etkilidir
Tozlar
Endüstriyel kaynaklı olup bacalardan çıkar. Bunlar civa, kadmiyum, kurşun gibi zehirli maddeleri; is, asbest ve diğerlerini içerir. Gözlere zarar verir, akciğer kanserine yol açar ve deride döküntü yapar.
Hidrokarbonlar (Benzipiren ve Dioksin)
Araba yakıtları ve ısınma sistemlerindeki madde ya da ara kimyasal madde olarak oluşurlaı Bunlar kalıtsal hastalıklara ve kansere neden olabilir.
Asit Yağmurları
Artan sınayileşme ve yaşama standardı katı, sıvı ve gaz şeklindeki artık ve atıkların üretimine ve atmosfere gönderilmesine yol açtı. Bu çöpler havanın kirlenmesine neden oldu. Eğer zararlı maddeler hayvan, bitki, insan ve taşınmazlara zarar verecek veya bu zarara neden olacak yoğunlukta havaya atılırsa BİR HAVA KİRLENMESİ'nden söz edilir
Havayı kirletici maddelerin zararları, insan sağlığını tehdit eden düzeye ulaşır. Hava kirlenmesinin milli ekonomiye getirdiği olumsuzluk yılda trilyonlarca lira düzeyindedir.
S02 gibi atık gazlar havanın nemi ile temas edince aside dönüşür. Bu da ASİT YAĞ-MURU'na yol açar. Asidite derecesi olarak alınan pH değeri, asit yağmurlarında artar ve 3-4 arasındadır. Doğal pH değerinin 5,6 olduğundan hareket edilirse, asit bakımından yüksek olan yağmurdaki asidite miktarının 100 misli arttığı görülür. Asit yağmuru korozyonla (=aşmma) eşyalara, diğer yandan da toprak ve suya olumsuz etki yapar.
Hava Kirlenmesinin Lokal Etkileri ve Hava Kirliliği Sonuçları
Bir insan günde 26 000 kez solur. Bu durum hava kirlenmesinin insan sağlığı için ne kadar önemli olduğunu gösterir. Trafik, endüstri, enerji santralları ve yaşama alanlarının ısıtılmasından kaynaklanan hava kirletici unsurlar, çevremizde önemli kirleticilerdir.
Yerleşim alanlarının üzerinde oluşan sis bulutları güneş ışımasının bir bölümünü ve özellikle ultraviyole kısmını emer. UV ışını eksikliği güneşin hastalık yapıcıları yok etme özelliğini azaltır ve deride D vitamininin oluşumu engellenir. Bazı büyük şehirler (Ankara, Bursa, Denizli, İstanbul) coğrafik konumlan sonucu duman (=smoke) ve sis (=fog)in karışımı ile oluşan "SMOG'un etkisi altındadır. Smog kış aylarında yüksek hava basıncında normal hava tabakalarına karşı, hafifçe ısınan havanın, ağır ve soğuk hava tabakaları üzerinde birikmesi ile oluşur. Havanın bu tabakalı yapısı İNVERZİYON'u yapar.
İnverziyon varken üst ve alt hava tabakaları arasında hiç sirkülasyon olmaz. Havadaki inversiyon durumu uzun sürerse eksoz gazları, kalorifer ve fabrika bacalarından çıkan sağlığa zararlı maddeler zemine yakın hava tabakalarında birikir. Bu maddeler özellikle kalp, damar ve solunum yolları hastalarında öldürücü etki yapar. Smog sonucu solunum zorluğu, baş ağrıları ve bulantı görülür. Küçük çocuklarda da boğmaca türü ök- sürük ve soluk ama gibi tehlikeli durumlar izlenir. Bu hastalığa YALANCI KUŞPALAZI denir. Hatta smoğa bağlı ölüm olayları da görülmüştür. Örneğin ellili yıllarda bu nedenle Londra'da 5 500 kişi ölmüştür. Havadaki zararlı maddelerden S02 ve diğer bazı maddelerin Dünya Sağlık Örgütünün hoş-gördüğü değerleri aşarsa, SMOG ALARMI adı altında bir dizi önlemler alınır. Böylece AKCİĞER KANSERİ ve SOLUK BORUSU KANSERİ ne de yol açan maddelerin etkinliği azaltılmış olur. Egzos gazında bulunan kanserojen maddelerden BENZİPİREN smoglu havada çok etkilidir. Smog alarmı alınırken, araçların kullanılmaması; kaloriferlerin yakılmaması; fabrikaların bacalarına filtre takılması gibi önlemler gündeme gelir. 1989-90 kışında, gerek Ankara ve gerekse Bursa'da bu tip ikinci dereceden önlemlere sık sık başvurulmuştur.
Hava sigara dumanı ile de kirlenir. Bundan sigara içenlerin yanında içmeyenler de zarar görür. Bu yüzden kapalı ve umuma açık yerlerde birçok ülkede sigara içme yasağı uygulanır.
Sağlığa zararlı havanın etkisini azaltabiliriz. Bunun için kurşunsuz benzin ve katalizatör kullanılma; ısınma, merkezi sistem ve elektrikle ya da doğal gazla yapılmalı; fabrika bacalarına % 98-99 randımanlı elektrofiltre takılması zorunlu tutulmalı; yeşil kuşak ağaçlandırılmasının artan bir şekilde sürdürülmesi; şehir merkezinde eski evlerin yıkılıp yeni yerleşim birimlerinin kesinlikle açılmaması; bunun yerine ulaşım sorunu olmayan banliyö yerleşim düzenine geçilmesi; kitle ulaşım vasıtalarının artırılıp yeraltı geçiti, tramvay ve benzeri sistemlerin getirilmesi ve geliştirilmesi gibi önlemleri sayabiliriz. Sağlıklı bir toplum sağlıklı ve zararsız havayı soluyan bir toplumdur kuralını, her yerde geçerli kılmak hepimizin görevi olmalıdır.
Hava Kirlenmesinin Genel Etkileri
Fosil yakıtların yoğun kullanımı ve bakir ormanların yakılması sonucunda atmosferde 1850 yılında 280 ppm olan C02 miktarı bugün 335 ppm'e çıkmıştır. Bilgisayar model hesaplamalarına göre 2030 ve 2080 yılları arasında havadaki C07 miktarı iki misli, yani 500 ppm olacaktır. Yerküreden yansıyan sıcaklığın geri tutulması COz'nin önemli bir özelliğidir. Bu SERA ETKİSİ'ne neden olur. C02 miktarının iki katına çıkması model hesaplamalarına göre çok yaygın, yöresel; ama atmosferin farklı bir şekilde ısınmasına neden olacaktır. Bu sıcaklık artışı 1,5-4,5 kelvin kadar olabilecektir. Kanada ve Rusya'nın tarım için bugün kullanmadığı bölgelerde tahıl yetiştirilebilecektir; ama günümüzün TAHIL AMBARI diye bilenen bölgeleri de kuruyacaktır.Yerkürenin buz örtüsü azalacak ve buna bağlı olarak deniz seviyesi yükselerek taşkın ve seller görülecektir. Bu şimdiye kadar okyanusların yüksek sıcaklık kapasitesi ve yüksek C02 depolama özelliği sayesinde büyük ölçüde engellenmiştir. IKLtM DEĞİŞMELERİnin ileride olup olmayacağı toz birikimi, bulut, nem ve atık gaz yüzünden atmosferin geçirgenliğinin azalması ve diğer etmenlere bağlıdır.
Hava Kirliliği Sebepleri
Havayı Kirleten En Önemli Maddeler
Kükürtdioksid (S02)
S02 kömür ve petrol ürünlerinin yanması ile oluşur. Kükürdün SO, ve S03'e oksidasyonu ile su buharı havada kükürt asitlerini oluşturur. Bunlar da asit yağmurlarına neden olur.
2SO, + Oz + 2H20 -> 2H2S04
H2S04 + CaC03 -> CaS04 + H20 + C02
Havadaki kükürt asitleri tarihi mermer taşları hatta bronz heykeller gibi metallere de etki yapar.
Karbonmonoksid (CO) ve hava kirliliği slayt
Taşıt ve ısıtma sistemlerindeki yanıcıların, tam yanmaması ile oluşur. CO hemoglobin ile bağlanarak 02 naklini bloke eder. Çok az miktarı bile organların işlevini engelleyebilir.
Azot Oksitleri (NO, N02)
Her türlü yanma işleminde ve özellikle taşıt trafiğinde oluşur. Azot oksitleri solunum organlarına zarar verir. Sinir zehirleri olup orman ölümlerinde de etkilidir
Tozlar
Endüstriyel kaynaklı olup bacalardan çıkar. Bunlar civa, kadmiyum, kurşun gibi zehirli maddeleri; is, asbest ve diğerlerini içerir. Gözlere zarar verir, akciğer kanserine yol açar ve deride döküntü yapar.
Hidrokarbonlar (Benzipiren ve Dioksin)
Araba yakıtları ve ısınma sistemlerindeki madde ya da ara kimyasal madde olarak oluşurlaı Bunlar kalıtsal hastalıklara ve kansere neden olabilir.
Toprak Kirlenmesi ve Nedenleri
Toprak Kirlenmesi ve Nedenleri
Toprak ormancılık ve ziraatcilikte temel üretimin yapıldığı alandır. Orada birçok organizma yaşar. Toprak, anorganik parçalar, çözünen organik ürün ve EDA-FON denen toprak organizmalarından oluşur. Toprak organizmaları organik atığı humusa ve mineralize olmuş besin maddelerine parçalar. Toprağın porlu kısmında yer üstündeki bitkilerin saçak kökleri yayılır ve topraktaki mineral tuzları alır.
Tarımda toprağın uzun süre ve yoğun bir şekilde ve daha çok ekonomik yanı düşünülerek kullanılması, toprağın vasfını bozar ve birçok soruna yol açar. Birleştirilen alanlarda az sayıda kültür bitki türü monokültür olarak yetiştirilince zararlı böcek tehlikesi arttığından, pestisit kullanımı da yoğunlaşır. Pestisitler yararlıları da yok ettiğinden zararlılarla savaş biyolojik yoldan yapılmalıdır. Zira bunlar bir yandan toprakta birikerek onun yapısını ve kalitesini bozarken, diğer yandan besin maddesi kanalı ile de insana geçerek zarar yapar.
Toprak kirlenmesinin insan sağlığına etkileri
Topraktan akarak giden mineral tuzlarını takviye için "gübre" kullanılır. Yalnız mineral gübreler toprağın kalitesini bu kez daha da bozar. Çiftliklerdeki büyükbaş hayvanlardan çıkan GÜBRE ŞERBETİ azot miktarını daha da artırır. Bunlar boş tarlalara getirilip nitrat miktarı da artırılır. Besin ve içme suyu ile insana geçen nitrat, ağız ve midede bakteriler kanalı ile kısmen NİTRİT'e dönüşür. Bunlar besindeki AMİN'lerle kanser yapıcı NİTROMİSİN'lere değişir ve insanda önemli rahatsızlıklara neden olur.
Toprak, hava kirlenmesi ile de tehdit edilir. Örneğin uzun sürede AĞIR METALLER toprakta birikir. Toprağın yapısına giren ve toprakla karışan bu ağır metallerin zamanla serbest kalacağından korkulur. ASİT YAĞMURU yalnız topraktaki asit miktarını artırmaz, aynı zamanda ağır metalleri etkileyip, zamanla onları açığa çıkarır.
Besin maddesi ile ana sütüne geçen ve yağ dokuda depolanan birçok pestisit kalıntısı ve ağır metal bulunmuştur. Bunlardan HEXACHLORBENZOL ve LİN-DAN çok tehlikelidir. Bu maddeleri içeren kimyasalların kullanımı yasaktır. Ama yağ dokuda depolandıkları için bunları kadmiyum ve kurşun gibi ağır metallerle birlikte ana sütünde görmek mümkündür. Yine besinde poliklorürlü BIPHENYLE gibi endüstride yumuşatıcı ve transformotor sıvısı olarak kullanılan kimyasallar da yağ dokuda depolanır ve ana sütüne geçer.
Toprak ormancılık ve ziraatcilikte temel üretimin yapıldığı alandır. Orada birçok organizma yaşar. Toprak, anorganik parçalar, çözünen organik ürün ve EDA-FON denen toprak organizmalarından oluşur. Toprak organizmaları organik atığı humusa ve mineralize olmuş besin maddelerine parçalar. Toprağın porlu kısmında yer üstündeki bitkilerin saçak kökleri yayılır ve topraktaki mineral tuzları alır.
Tarımda toprağın uzun süre ve yoğun bir şekilde ve daha çok ekonomik yanı düşünülerek kullanılması, toprağın vasfını bozar ve birçok soruna yol açar. Birleştirilen alanlarda az sayıda kültür bitki türü monokültür olarak yetiştirilince zararlı böcek tehlikesi arttığından, pestisit kullanımı da yoğunlaşır. Pestisitler yararlıları da yok ettiğinden zararlılarla savaş biyolojik yoldan yapılmalıdır. Zira bunlar bir yandan toprakta birikerek onun yapısını ve kalitesini bozarken, diğer yandan besin maddesi kanalı ile de insana geçerek zarar yapar.
Toprak kirlenmesinin insan sağlığına etkileri
Topraktan akarak giden mineral tuzlarını takviye için "gübre" kullanılır. Yalnız mineral gübreler toprağın kalitesini bu kez daha da bozar. Çiftliklerdeki büyükbaş hayvanlardan çıkan GÜBRE ŞERBETİ azot miktarını daha da artırır. Bunlar boş tarlalara getirilip nitrat miktarı da artırılır. Besin ve içme suyu ile insana geçen nitrat, ağız ve midede bakteriler kanalı ile kısmen NİTRİT'e dönüşür. Bunlar besindeki AMİN'lerle kanser yapıcı NİTROMİSİN'lere değişir ve insanda önemli rahatsızlıklara neden olur.
Toprak, hava kirlenmesi ile de tehdit edilir. Örneğin uzun sürede AĞIR METALLER toprakta birikir. Toprağın yapısına giren ve toprakla karışan bu ağır metallerin zamanla serbest kalacağından korkulur. ASİT YAĞMURU yalnız topraktaki asit miktarını artırmaz, aynı zamanda ağır metalleri etkileyip, zamanla onları açığa çıkarır.
Besin maddesi ile ana sütüne geçen ve yağ dokuda depolanan birçok pestisit kalıntısı ve ağır metal bulunmuştur. Bunlardan HEXACHLORBENZOL ve LİN-DAN çok tehlikelidir. Bu maddeleri içeren kimyasalların kullanımı yasaktır. Ama yağ dokuda depolandıkları için bunları kadmiyum ve kurşun gibi ağır metallerle birlikte ana sütünde görmek mümkündür. Yine besinde poliklorürlü BIPHENYLE gibi endüstride yumuşatıcı ve transformotor sıvısı olarak kullanılan kimyasallar da yağ dokuda depolanır ve ana sütüne geçer.
Deniz Ekosistemi Nedir
Deniz Ekosistemi Nedir
Denizin Bölümlere Ayrılması
Denizler, yeryüzünün birbiri ile bağlantılı en büyük ekosistemini oluşturur. İç suların yüzölçümü % 1 olduğu halde denizlerin yüzölçümü, yer kürenin % 71'ini oluşturur.
Bu büyük yaşam alanı, kaba olarak açık deniz, yani PELAJİAL ve deniz zemini, yani BENTHAL olmak üzere ayrılır. Bu bölgeler, yine dikine ve yatay alt bölümlere sahiptir. Diğer yandan karasal yamaç serbest su ile birleşir. Dikine olarak 100 m derinliğinde az çok ışığın girdiği ÖFATİK ZON (=EPİPELAJİAL) ve bunu izleyen ışıksız kısım, yani AFOTİK ZON (=ABİSSAL) bulunur.
Deniz zemini de LITORAL ve SUBLİTORAL ZON'a ayrılır. Bundan bir yandan kıyı, diğer yandan da delta bölgesinin kara kenarına kadar olan kısmındaki zemin bölgesi anlaşılır. Bunu karasal yamacın 3 000-7 000 m derinliğe kadar inen kısmı izler. Derin deniz çanağı, denizin en büyük kısmıdır. Burası tüm yüzeyin 5/7'sini içine alır ve yeryüzünün yaklaşık yarısını kapsar.
Yaşama Alanı Olarak Deniz ekosistem
Tuz, besin maddesi, sıcaklık, ışık ve su hareketleri, denizin yaşama koşullarını belirleyen, abiyotik faktörlerdir. Denizlerin ortalama tuzluluğu % 0,35'dir. Sıcaklığın azalması ile deniz suyunun yoğunluğu artar. Böylece soğuyan yüzey suyu dibe çöker. Su yüzeyi donsa bile, sıcaklığa bağlı bu sirkülasyonlar durmaz; ama sadece yavaşlar. Tatlı suda görülebilen değişmeyen (=stabil) bir kış durgunluğuna (=stag-nasyon) denizde rastlanmaz. Buna karşın yaz stagnasyonu, yani sıcak suyun soğuk tabaka üzerinde bulunması durumu deniz suyunda da görülür. Tropik bölgelerdeki bu ilişkilere bütün yıl boyunca rastlanır.
Rüzgar, med-cezir ve yoğunluk farkı ile oluşan su akıntıları kompleks bir sistem oluşturur. Su akıntılarının oluşumunu, basit olarak aşağıdaki gibi açıklayabiliriz: Ekvatorun yakınındaki rüzgarlar, kıtalar ve yerkürenin dönüşü istikametinde yüzey suyunu yönlendiren ekvator akıntılarını, kuzeye veya güneye taşır. Su kütleleri orada soğudukça soğur ve deniz dibine çökerek tekrar derin su akıntısı şeklinde ekvatora doğru geriye akar.
Denizde Yaşayan Organizmalar ve deniz ekosistemi hakkında bilgi
Soğuk ve besince zengin üst düzeyde fitoplanktonlar yüksek oranda primer üretim yapar. Açık suda yaşayıp, hareket etmeyen veya çok zayıf hareket eden organizmalara genel bir kavram olarak PLANKTON denir. Bunlar pasif olarak suyun akıntı ve hareketleri ile taşınır.
Denizcil fitoplanktonlar kalkerli alg ve dinoflagellatlardan oluşur. Zooplankton-lardan yengeçler zooplankton kütlesinin % 70'ini oluşturur. Yaşam sikluslarının tamamını açık suda geçiren planktonların 30 000 türü vardır. Oklu solucan, kanatlı salyangoz ve yengeç larvaları, salyangozlar, halkalı solucanlar ve deniz kirpileri deniz planktonlarındandır.
Denizde yaşayan omurgalı hayvan ve mürekkep balıkları NEKTONları oluşturur. Nekton denince, denizde akıntıya karşı hareket edebilen canlılar anlaşılır. Yaklaşık 20 000 balık türü nektondur.
Plankton ve nektonlar besin zinciri ve ağı ile birbirine bağlıdır. Yıkımda ortaya çıkan besin maddesi derindeki suyun yükselmesi ile üretimin olduğu bölgeye gelir. Üretimin çok zengin olduğu bu tip sucul alanlara örnek olarak Kuzey Denizi'ni verebiliriz. Dünya denizlerinde, elde edilen yıllık 60 milyon ton ürünün 3 milyon tonu, balık, midye ve istridye olarak Kuzey Denizi'nden elde edilir.
Diğer deniz bölgeleri, biyolojik olarak bir çöle benzer. Örneğin okyanusun orta bölgeleri, ekvatorun kuzeyi ve güneyi, ışık ve sıcaklığın iyi olmasına rağmen üre-timsiz çöller gibidir.
Denizin Bölümlere Ayrılması
Denizler, yeryüzünün birbiri ile bağlantılı en büyük ekosistemini oluşturur. İç suların yüzölçümü % 1 olduğu halde denizlerin yüzölçümü, yer kürenin % 71'ini oluşturur.
Bu büyük yaşam alanı, kaba olarak açık deniz, yani PELAJİAL ve deniz zemini, yani BENTHAL olmak üzere ayrılır. Bu bölgeler, yine dikine ve yatay alt bölümlere sahiptir. Diğer yandan karasal yamaç serbest su ile birleşir. Dikine olarak 100 m derinliğinde az çok ışığın girdiği ÖFATİK ZON (=EPİPELAJİAL) ve bunu izleyen ışıksız kısım, yani AFOTİK ZON (=ABİSSAL) bulunur.
Deniz zemini de LITORAL ve SUBLİTORAL ZON'a ayrılır. Bundan bir yandan kıyı, diğer yandan da delta bölgesinin kara kenarına kadar olan kısmındaki zemin bölgesi anlaşılır. Bunu karasal yamacın 3 000-7 000 m derinliğe kadar inen kısmı izler. Derin deniz çanağı, denizin en büyük kısmıdır. Burası tüm yüzeyin 5/7'sini içine alır ve yeryüzünün yaklaşık yarısını kapsar.
Yaşama Alanı Olarak Deniz ekosistem
Tuz, besin maddesi, sıcaklık, ışık ve su hareketleri, denizin yaşama koşullarını belirleyen, abiyotik faktörlerdir. Denizlerin ortalama tuzluluğu % 0,35'dir. Sıcaklığın azalması ile deniz suyunun yoğunluğu artar. Böylece soğuyan yüzey suyu dibe çöker. Su yüzeyi donsa bile, sıcaklığa bağlı bu sirkülasyonlar durmaz; ama sadece yavaşlar. Tatlı suda görülebilen değişmeyen (=stabil) bir kış durgunluğuna (=stag-nasyon) denizde rastlanmaz. Buna karşın yaz stagnasyonu, yani sıcak suyun soğuk tabaka üzerinde bulunması durumu deniz suyunda da görülür. Tropik bölgelerdeki bu ilişkilere bütün yıl boyunca rastlanır.
Rüzgar, med-cezir ve yoğunluk farkı ile oluşan su akıntıları kompleks bir sistem oluşturur. Su akıntılarının oluşumunu, basit olarak aşağıdaki gibi açıklayabiliriz: Ekvatorun yakınındaki rüzgarlar, kıtalar ve yerkürenin dönüşü istikametinde yüzey suyunu yönlendiren ekvator akıntılarını, kuzeye veya güneye taşır. Su kütleleri orada soğudukça soğur ve deniz dibine çökerek tekrar derin su akıntısı şeklinde ekvatora doğru geriye akar.
Denizde Yaşayan Organizmalar ve deniz ekosistemi hakkında bilgi
Soğuk ve besince zengin üst düzeyde fitoplanktonlar yüksek oranda primer üretim yapar. Açık suda yaşayıp, hareket etmeyen veya çok zayıf hareket eden organizmalara genel bir kavram olarak PLANKTON denir. Bunlar pasif olarak suyun akıntı ve hareketleri ile taşınır.
Denizcil fitoplanktonlar kalkerli alg ve dinoflagellatlardan oluşur. Zooplankton-lardan yengeçler zooplankton kütlesinin % 70'ini oluşturur. Yaşam sikluslarının tamamını açık suda geçiren planktonların 30 000 türü vardır. Oklu solucan, kanatlı salyangoz ve yengeç larvaları, salyangozlar, halkalı solucanlar ve deniz kirpileri deniz planktonlarındandır.
Denizde yaşayan omurgalı hayvan ve mürekkep balıkları NEKTONları oluşturur. Nekton denince, denizde akıntıya karşı hareket edebilen canlılar anlaşılır. Yaklaşık 20 000 balık türü nektondur.
Plankton ve nektonlar besin zinciri ve ağı ile birbirine bağlıdır. Yıkımda ortaya çıkan besin maddesi derindeki suyun yükselmesi ile üretimin olduğu bölgeye gelir. Üretimin çok zengin olduğu bu tip sucul alanlara örnek olarak Kuzey Denizi'ni verebiliriz. Dünya denizlerinde, elde edilen yıllık 60 milyon ton ürünün 3 milyon tonu, balık, midye ve istridye olarak Kuzey Denizi'nden elde edilir.
Diğer deniz bölgeleri, biyolojik olarak bir çöle benzer. Örneğin okyanusun orta bölgeleri, ekvatorun kuzeyi ve güneyi, ışık ve sıcaklığın iyi olmasına rağmen üre-timsiz çöller gibidir.