İnsanda Kan Dolasimi

İnsanda Kan Dolaşımı

İnsan kalbi dört gözlüdür. Bunlardan alt bölümlere sağ ve sol karıncık, ya da VENTRİKÜL; üst bölümlere sağ ve sol kulakçık veya ATRİUM denir.

KUÇUK KAN DOLAŞIMI denir. Akciğere taşman kan, C02'i bırakıp, 02ni alır. 02'ce zenginleşen kanı bu sefer akciğer toplardamarı kalbin sol kulakçığına getirir, daha sonra kan mitral kapakçığını geçerek sol karıncığa dolar; oradan da büyük bir basınçla, büyük atar damar; yani aorta doğru itilir. Böylece O2'oe zengin kan en uzak çevre atardamarlarına ulaşabilir. Bu nedenle aort kapakçığının görevi oldukça ağırdır ve bazı hastalık durumları veya patolojik hallerde değiştirilmesi bile gündeme gelebilir. Aort kapakçığının açılıp, atardamarlara kan iletilmesine AORT KAN DOLAŞIMI veya BÜYÜK KAN DOLAŞIMI denir Akciğer dolaşımında toplardamarlar 02'ce zengin kan (temiz kan), aort dolaşımında ise toplardamarlar 02'i tükenmiş, C02'ce zengin kan (kirli kan) taşır. Bu dolaşımda temiz kan atardamarlarla dağılır. Bir kısmı koroner atardamarlara gidip kalbi besler, diğer bir kısmı beyin ve kol atardamarlarını doldurur; geri kalanı da karındaki organlara ve bacaklara iletilir. Kalbin sol yarısı sadece oksijence zengin, sağ yarısı oksijence fakir kan içerir. Oksijence zengin kan arteriyel, oksijence fakir kan da venöz olarak adlandırılır.

Kalp Kasının Çalışması

Kalp bir emme-basma pompasına benzetilebilir. Kalp toplardamarın taşıdığı kanı günde yüzbin kez içine çeker. Toplardamarlar ve kulakçıklarda; diğer bir ifade ile alıcı boşluklarda basınç sıfıra yakındır. Kanın atardamarlarla organlara nakli için itilmesi gerekir. Karıncıklar, yani itim boşlukları ve kalp kası iki tip hareketi yapabilir. Bunlardan SİSTOL başlangıcında karıncık gerginleşir ve kanla dolar, kulakçıklar ise kasılır. Bu durumda her iki karıncık aynı anda çekilerek kasılır ve kanı akciğer arteri ve aorta pompalar. Aynı anda iki kulakçık da genişler ve kanla dolar. Kapaklar, kanın karıncıklardan kulakçığa geriye akmasını önler. DİYASTOL'de karıncık kası gevşer karıncıklara kan pasif olarak dolmaya başlar. Sonunda kasılan kulakçıklardan açılan kapakçıklar kanalı ile kan karıncığa aktif olarak dolar. Bu esnada kapak ventilleri kanın toplardamara geri akmasını önler Sistol

basınç dalgası, atardamarlarda "NABIZ ATIŞI" şeklinde belirginleşir, bilek veya şakağa dokunulursa nabız atışı rahat bir şekilde hissedilir. Sistol esnasında Aortanın çeperi genişler. Aorta elastik oluşu nedeniyle diyastolde tekrar daralır. Bu esnada kan vücut arterlerine pompalanır. Böylece hem belli bir kan basıncı korunmuş olur ve hem de diyastolde arter kan akımı durmaz (ikinci pompa olayı).

Bir atım kalp atışı ile kalbe 80 mililitre kan girer. Bir insanın kalbinden günde 8 bin itre kan geçer. Kalp atışı, yoğun bir şekilde çalışırken ve heyecanla­nınca, sakin duruma göre daha çabuk olur. Kalp atış frekansı, yani bir dakikadaki kalp atış sayısı yaş, vücut büyüklüğü ve antrenmanlı oluş gibi etmenlere bağlıdır. Sakin bir yetişkinin kalbi dakikada 70 defa çarpar ve bu sırada hemen hemen vücuddaki kanın miktarına eşdeğer olan 5 litre kanı pompalar. Büyük çaba sarfetmeyi gerektiren durumlarda bu miktar, birkaç misli artar (en fazla 7 misli) Aort kapak genişlemesi gibi (aort yetmezliği) hastalıklarda ise 20 litreye ulaşabilir.

Vücutdaki bazı organların dinlenme ve çalışması sırasındaki, kan dolaşım debileri farklılık gösterir. Buna göre dakikadaki milimetreküp kan debisi beyinde değişmez; yani 750/750; kalpte 250/750; kaslarda 1200/1250; deride 500/1900; böbrekte 1100/600 ve karında 1400/600 (ilk değer dinlenmeye, ikinci değer çalışma dönemine aittir). Buna göre çalıştığında kan gereksinimi artan organlar ile kas hareketine katılmadığı için kan akışı azalan organları ayırabiliriz. Her ne.olursa olsun, beynin kanlanma debisi değişmez

Kalp Faaliyetinin Elektriki Uyarımı

Kurbağa kalbi vücuttan ayrılıp bir besi çözeltisine konursa, kalp o durumda da­ha saatlerce atmasını sürdürür. Yani kalbin kendisine özgü bir UYARI MERKEZİ vardır. Toplar damarların kulakçığa açıldığı yerde SİNÜS DÜĞÜMLERİ de denen bir grup hücre bulunur. Eğer bu hücre grubu izole edilen kurbağa kalbinden ayrılırsa kalbin atışını hemen kestiği izlenir. Kalp bir süre sonra, çok yavaş bir tempoyla, tekrar kan pompalamaya başlar. Uyarı impulsları, Atrio ventriküler düğüm (=Aschoff tawara düğümü) denen başka bir merkez tarafından gönderilir Kalp sağlıklı ise sinüs düğümleri bu görevi üstlenir. Bu vejetatif sinir sisteminin sinir iplikleri ile ilişkisini gösterir

Kalp ve Kan Dolasimi

Kalp ve Kan Dolaşımı

Birçok hayvanın kanı, kaslı bir yapı olan "KALP" tarafından "KAN DAMARLARF'na pompalanır. Kalbin büyüklüğü sahibinin sıkılmış yumruğunun birbuçuk misli kad­ardır. Kansız ağırlığı, vücut ağır­lığının % 0,5'i kad­ardır. Bu da eriş­kinlerde 300-350 gr ve hacim olarak or­talama 780 ml'dir. Ağır işlerde çalı­şanların ve sporcu-larınki ise daha iri­dir. Yuvarlak bir küreyi andıran kalp, diyaframın üstünde, üçte ikisi göğüs ka­fesinin solunda üçte biri sağında olacak şekilde yerleş­miştir. Ucu 5. ka­burga ile 6. kabur­ga arasına kadar uzanır Omurgasız hayvanların ço­ğunda, örneğin böcek ve yumuşakçalarda kan damarlarının ucu açık olduğu için kan, vücut dokusunun ara bölmelerine serbestçe akar. Burada kan dokuyu direkt olarak besler. Bu duruma AÇIK DOLAŞIM denir

Omurgalı hayvanların kalbinden atardamar(=ARTER)lar çıkar. Arterlerin çe­perleri çok yüksek basınca bile dayanacak güçtedir. Atardamarlar ince çeperli ve daracık kılcal (=KAPİLLER) damarlara dallanır. Burada madde değişimi kan ve doku arasındadır. Kılcal kan damarları, toplar (=VENA) damarlarda birleşir. Bunlar kanı kalbe geri götürür. Eğer kan izlediği yolun bütününü damarlarda tamamlarsa burada "KAPALI KANDOLAŞIML'ndan söz edilir.

Kapalı kan dolaşım sistemi, besin maddelerini daha hızlı naklettiği için açığa göre daha iyi çalışır.

Omurgalı Hayvanların Kan Dolaşım Sistemleri

Kuş ve memeli hayvanların vücut sıcaklığı ortama göre değişmediğinden (=HOMOİOTERMAL) bunlar her türlü koşulun hüküm sürdüğü bölgelerde bile rahatça yaşar. Bu durum homoiotermal canlıların kan dolaşım sisteminin daha verimli çalışmasıyla ilgilidir. Balık, kurbağa ve sürüngenlerdeki kan dolaşım sistemleri daha basit olduğu için, bunların vücut sıcaklıkları ortamın sıcaklığına göre değişir(=POİKİLOTERMAL).

Kemikli balıkların kalbi bir ön, bir de kalp karıncığından oluşan "S" şeklinde bir boruyu andırır. CO, içerikli, oksijence fakir balık kanı ön karıncık tarafından emilir ve kalp karıncığı vasıtası ile solungaç atar damarına pompalanır. Bu kan oradan 4 çift solungaç arterine (=arter yayı) ve oradan da solungaç kılcal damarlarına girer. Buradan oksijence zenginleşen kan çifter olan aort köküne ve daha sonra en büyük atardamara (=AORTA) geçer. Aort kanı tekrar vücuda taşır. Bu şekildeki dolaşıma "BASİT DOLAŞIM" denir. Kalpte sadece kirli kan (=oksijence fakir kan) bulunur

Kurbağalarda, karasal yaşama geçişe bağlı olarak, solungaç ve akciğer solunumu değişir. Erişkin kurbağalarda kalp, kanı evrimsel olarak solungaç arterinden kökenlenen akciğer arterine pompalar. Akciğer toplardamarı, gaz değişiminden sonra kanı kalbe götürür. Kalp bu sefer kanı büyük atardamara yani "AORTA"ya pompalar. Görüldüğü gibi akciğer kan dolaşımı vücut kan dolaşımından ayrıdır. Bu durumda "ÇİFT KAN DOLAŞIMI'ndan söz edilir. Kalpde akciğerden gelen oksijence zengin kan, vücuttan dönen kirli, yani oksijence fakir kanla karışır.

Sürüngenlerde de oksijence zengin ve fakir kan karışıktır. Bunlarda kalp bir zarla kısmen iki bölüme ayrılır. Hatta bu ayrılış timsahlarda tamamen gerçekleşmiştir
Kuş ve memeli hayvanlarda kalbi ikiye bölen duvar tamdır. Yani kalp iki bö­lüme ayrılır. Kulakçıklar üst bölümde karıncıklar alt bölümde yer alır. Kulakçıklar toplardamardaki kan akışım düzenler. Vücutta dolaşmakta olan kan karışık değildir ve oksijence zengin kan organlara gönderilir

Kan Plazmasi ve Kan Hucreleri

Kan ve Lenf

Kan Bileşimi ve Kan’ın Yapısı

Oksijen gibi maddeler dokulara getirildiği halde, bazı maddeler örneğin C02, dışarıya nakledilir. Nakil difüzyonla gerçekleşir. Böcek ve omurgalı hayvanlar gibi ileri organizasyonlu canlılar bir nakil ortamına yani "KAN"a ihtiyaç duyar. Bir insanda bulunan kan miktarı Ağırlık x 8 / 100 formülü ile bulunur. Yani kan miktarı vücut ağırlığının %8'i kadar olmalıdır.

Kan Plazması ve Kan Hücreleri

Bir damla insan kanı mikroskop altında incelenirse, sarı renkli bir sıvıda yüzen kırmızı renkli yapılar görülür (Tablo 137.1). Akıcı sıvı karbonhidrat, protein, yağ ve mineral tuzlarından oluşan sulu bir çözeltidir. Buna KAN PLAZMASI denir ve kanın % 56'sını oluşturur. Kanın diğer % 44'lük kısmı kan hücrelerinden oluşur. Kan hücrelerinin % 99'u, kırmızı renkli alyuvar, kırmızı küre (=ERÎTROSİT)'lardır. Bunlar disk şeklinde, kenarları hafifçe şişkin hücrelerdir. Alyuvarlar "KEMİK İLİĞİNDE" meydana getirilir, örneğin göğüs kemiğinde, ilk oluştuklarında (=ERİTROPOEZİS) çekirdekleri vardır; ama daha sonra onları yitirir. Renklerinin kırmızı oluşu, demir içeren bir protein olan HEMOGLOBİNE bağlıdır. 100 mi erkek kanında, 14-18 gr, kadın kanında 12-16 gr hemoglobin bulunur. Vücuttaki hemoglobin miktarı 750 gr.'dır. 1 gr. hemoglobin 1,3 mi 02'i bağlayabilir. Alyuvarlar en fazla dört ay yaşar. Daha sonra KARACİĞER v e DALAK'da yıkılırlar. Günde 200 milyar alyuvar yıkılır. Bunlar 02 nakli, karbonik asit nakline katılma ve hidrojen iyonlarını düzenleyerek kanın yoğunluğunu ayarlama gibi görevler üstlenir. İranı3 erkek kanında 4,5-5,5 milyon, kadın kanında 4-5 milyon kadardır. Bir insanda kapladığı yüzey 3000 m2'yi bulur. İnsan vücudundaki tüm sayısı 25 bilyondur. Hayvan organizasyonu ilerledikçe küçülür; ama sayıları artar. İnsan yoğun antrenman yaparsa (yüksek 02 gereksinilir) ya da 5000 m. yüksekteki(havadaki 02 miktarı az ise) 1 mm3 kanda sayıları 8 milyona ulaşır

Akyuvar, beyaz küre (=LÖKOSİT)laı, kan hücrelerinin % 0,3'ünü oluşturur. Bunlar amipsi hareketle yer değiştirir. Bakteri, ölü hücre ve diğer yabancı maddeleri içlerine alıp kimyasal olarak yıkarlar. Birkaç günden 4 aya kadar yaşarlar. Bunlar alyuvarların aksine kan damarı cidarlarına girer ve onları çevreleyen dokulara geçerler. Akyuvarların "LENFOSİT" adı verilen bir grubu, hastalık yapıcılarını fagositoz özelliği ile yok eder. Kemik iliği, lenf, lenfatik organlar, doku sıvısı, beyin sıvısı ve vücut boşluğu sıvılarında bulunur. 1 mm3 insan kanında 6000-8000 akyuvara rastlanır. Bu sayı "LÖKOFONİ" hastalığında 5000'in altına düşer. "LÖKOSİTOZ" hastalığında ise 10 000' in üstüne çıkar.

Kan hücrelerinin üçüncü çeşidini, renksiz ve oldukça küçük olan kan plakacıkları veya TROMBOSIT'ler oluşturur. Bunlar, gerçek hücreler olmayıp, kemik iliği hücrelerinin parçalanması ile meydana getirilir. En fazla iki hafta yaşar. Kan pıhtılaşmasındaki rolü çok büyüktür. 1 mm3 insan kanında 150-300 bin kadardır.
Omurgalı hayvan kanı benzer bir bileşim gösterirse de, eritrositlerin bazı farklara sahip
olduğu bilinir. Örneğin bunlar bazı sürüngenlerde olduğu gibi, yuvarlak, çekirdekli
ve insandakinden daha iridir.

Gaz Nakli

Enerjice zengin besin maddelerinin oksidasyonu ile vücut gerekli enerjiyi kazanır. Bu hücrede olursa HÜCRE SOLUNUMU=İÇ SOLUNUM adım alır. DIŞ SOLUNUMDA ise solunum organları, Oz'i hava ve sudan alır, kana iletir. 02'nin kan plazmasında çözünmesi çok az olup doku için yetmez. Bu nedenle omurgalı hayvanlarda 02 alyuvarlardaki renk maddesi hemoglobine bağlanır. Hemoglobin molekülü her birinin bir hem-grubu içerdiği dört polipeptid zincirinden oluşur. Böyle bir grubun merkezinde demir (II) iyonu oturur. Buna, iyon yüklenmesinde çok karışık bir şekilde hiçbir değişiklik olmadan bir 02 molekülü bağlanır. Bir hemoglobin molekülü, 4-02 molekülünü nakledebilir. Hemoglobinin bağlama yeteneği, çevredeki 02 yoğunluğuna bağlıdır. Solunum organlarında 02 yoğunluğu oldukça yüksektir. Burada 02 hemoglobine bağlanır ve kanın kırmızı renk maddesi 02'ye doyar. 02'ce fakir dokularda ise bağlama yeteneği azdır, yani buralarda hemoglobin 02'i kolayca parçalar. Hemoglobinin bu özel bağlama yeteneği, yapısı ile ilgilidir. Eğer bir 02 molekülü ile hem-grubuna bağlanırsa, molekülün tamamı bir başka biçimde birikerek, diğer 02 moleküllerinin girişini kolaylaştırır. Bu ilişki, S- şeklindeki 02 bağlama grafiği ile gösterilmektedir. Hemoglobinin 02 verişinin nedeni, birçok dokudaki düşük 02 yoğunluğuna bağlıdır. Kas hücrelerinde başka bir olay cereyan eder; kas hücreleri MİYOGLOBİN'lc kırmızı bir renk alır. Bunun 02'i bağlama yeteneği daha büyük olduğu için, 02 deposu görevi yapar. Gerektiğinde miyoglobin 02'ini solunum zincirindeki enzimlere verir.

Kan, 02 nakli yanında, C02 de taşır. Bu gazın az bir kısmı, fiziksel olarak C02 molekülleri şeklinde çözülerek, kan plazmasında nakledilir.

Diğer bir bölümü 02'in bağlandığı yerin dışındaki bir noktada, hemoglobine birikir. C02'in en büyük bölümü eritrositlere difüzyonla girer ve orada KARBO-ANHİDRAZ enzimi ile HİDROKARBONAT (HC03) IYONlanna dönüşür. Bu, tekrar kan plazmasına girer ve solunum organına iletilir. Orada tekrar C02'e dönüşerek solukla dışarıya atılır.

Kanın Diğer Görevleri

Gaz nakli yanında kanın başka taşıma görevleri de vardır. Örneğin besini dokulara ve atık maddeleri de boşaltım organlarına nakleder. Kan, organizmadaki olayları düzenleyen hormonları taşır. Homoiotermal canlılarda vücut sıcaklığını nakleder. Ayrıca kan, hastalık etkenleri ve zehirli maddelere karşı koyucu madde üretir.

Kan Pıhtılaşması

Eğer yaralanan bir yerden kan akışı olursa, kısa bir süre sonra yaranın jelimsi bir maddeyle kaplandığı ve kan akışının durduğu görülür. Bu olaya KAN PIHTILAŞ­MASI (=AGLUTİNASYON) denir. Bu tabaka kan hücrelerinin elastik fibrillerinin oluşturduğu bir karışımdır. Fibrilleri FİBRİN adlı protein yapar. Akıcı kanda fibrin bulunmaz; ama kan plazmasında çözünen ön basamağı olan FİBRİNOJEN vardır. Kan pıhtılaşması çok basamaklı bir olaydır. Burada enzim ve diğer faktörlerin etkisi ile fibrinojenden fibrin oluşturulur

Epitel hücrelerin yer aldığı kan damarı cidarındaki hücrelerin, damarın yaralanıp kanla ilişkiye geçmesi, kan pıhtılaşmasını aktive eder. Bunlar pıhtılaşma faktörü adı da verilen özel bir protein salgılar. Ayrıca trombositler yaralanan noktaya birbirleri ile yapışarak birikip PLAKACIK FAKTÖRÜ' nü oluşturur. Plakacık ve pıhtılaşma faktörleri plazmada çözünmüş olan PROTROMBIN adlı proteinden TROMBIN adlı enzimi yapar. Bu olaya Ca+2 iyonları da katılır. Trombin, molekülünden iki peptidi ayırdığı fibrinojeni aktive eder. Aktive edilen fibrinojenden zincir oluşumu ile FİBRİN meydana gelir.

Hasta kan damarlarında, örneğin varislerde, aynı şekilde fibrin eksikliği olabilir. Eğer kan pıhtısı toplardamarı tıkarsa TROMBOZ"dan söz edilir; bir tromboz kan tarafından taşınırsa EMBOLUS meydana gelir. Böylece trombozun vücudun başka bir yerde görülmesine, yani kan damarının tıkanarak hayatı tehdit eden "EMBOLÎ" nin oluşmasına yol açılır.

Sık rastlanan hemofili adlı hastalıkta, belli bir Globulin, yani "FAKTÖR VIII" in olmayışı kanın çok yavaş pıhtılaşmasına yol açar. Çok küçük yaralanmalar bile kan kaybına neden olur. Globulin günümüzde sağlıklı kişilerin kanından elde edildiği gibi, genteknolojik olarak değiştirilmiş bakterilerden de kazanılabilir.

Karaciger Hastaliklari Nelerdir

Karaciğer Hastalıkları

Sarılık çok bilinen bir karaciğer hastalığıdır. Bu hastalık daha çok virüs enfeksi­yonu veya safra kanalının taşla tıkanması sonucu olur. Böylece ölü eritrositlerden oluşan hemoglobinin yıkım maddesi olan "BİLURİBİN" kana geçer. Bu sarı kahverenkli safra maddesi, az miktarda, sağlıklı insanda da görülür; ama karaciğerde "GLUKURAN ASİDÎ"ne bağlanır. Böylece zehirsiz hale gelip suda çözünür. Bilirubin-glukuronidin (=B-G) sağlıklı insanda 100 mi ürinde, 0,5 mg'ın altındadır. Eritrosit yıkımının artması veya karaciğer hastalığında ürinde (B-G) görülür. Karaciğerin, bilirubin ve glukuron asidi için, bağlama kapasitesi artınca, serbest bilirubin kanda ve hatta idrarda görülür. Deri ve gözde birikerek sarı bir renk yapar. Özellikle virüs enfeksiyonuna bağlı olan sarılığın erken döneminde bilirubinin idrarda bulunması, zamanında tedaviye başlanmasını sağlar. Tedavi için virüslere karşı, bir antikor olan BETA GLOBULİN yüksek dozda kullanılır.

Hepatit denince karaciğerin iltihabi hastalıkları akla gelir. Bu hastalıklarda safra renk maddesinin kanda artması sonucu "SARILIK" oluşur. Hepatit-A'da olduğu gibi, çoğu kez hepatit hastalığına virüsler yol açar. Bu hastalığa bir RNA-virüsü yani (HAV) neden olur. Hastalık daha çok hastadan doğrudan doğruya, çeşitli yollarla veya iyi yıkanamamış enfeksiyonlu besin maddesi, örneğin midye ile geçer. Hastalık genellikle zararsız seyreder ve yaşamboyu bağışıklığa yol açar. Klinik olarak, özel virüsün antikoru saptanabilir.

Sindirim yoluyla geçen A virüsü çok zaman tehlikesizdir. Serumda antikorların belirlenmesiyle kendini belli eder. B, C ve D virüsü hepatidleri kan nakli yolu ile veya cinsel temasla geçer ve sirozla son bulur. Siroza fazla içki tüketimi yol açabilir. Alkol karaciğer hücrelerinin yağla dolmasına (steatoz) neden olur. Karaciğer hücrelerinin bozulması değişik boydaki nodüllerden oluşan bir fibroza yol açar.

Karaciğer hücrelerinin kanserleşmesi, siroz yüzünden olur. Bunların tedavisi sınırlıdır. Karaciğer kanseri, çok nadiren safra hücrelerinden ve karaciğer içi damarlardan kaynaklanır. Karaciğerin kronik rahatsızlığına "SİROZ" denir. Genellikle uzun süre alkol içme ve tekrarlanan karaciğer iltihaplanması sirozu yapar. Burada her seferinde daha çok olmak üzere karaciğer hücrelerinin yerini bağ doku hücreleri alır ve karaciğer işlevini yerine getirmez.
İdrardaki bilirubin, test şeritleri kullanılarak tesbit edilir. Bilirubin bir diazonyum tuzuna bağlanır, böylece kırmızı viyolet bir renk oluşur. Rengin açık veya koyu oluşu bilirubinin yoğunluğunu ifade eder.

Safra Kesesi ve Safra Yolları

Safra kesesi, safra denen öd suyunu depolar. Bu safra suyu, yemek sırasında onikiparmak bağırsağına boşaltılır ve yağların sindirimini kolaylaştırır. Safranın önemli kısmı, safra yoluyla, bileşik karaciğer kanalı ve koledoka depolanmak üzere safra kesesine dolar. Bu safra sindirim sırasında dödenuma açılan koledok kanalına akar.
Safra taşları, genelde kesede oluşan; ama safra yollarıyla karaciğer içine de göçebilen taşlardır. Yaşlılık, şişmanlık, aşırı kalorili beslenme ve bazı ilaçlar taşların oluşumunu hızlandırır. Taşlar yemeklere bağlı olarak karın ağrıları, karaciğer koliği ve kesenin iltihaplanmasına yol açabilir. Bazen taşlar kese kanserlerine de neden olabilir.

Karaciger ve Safra Kesesi

Karaciğer ve Safra Kesesi

Diyaframın altında, sağ alt kaburga hizasındaki karaciğer yaklaşık 1500 gr ağırlığındadır. Sağ ve sol iki lobdan oluşur. Karaciğer, sindirim kanalından kapı toplar damarıyla gelen ve bol karbonhidrat, lipid ve aminoasit içeren kanla ve enzim tepkimeleri için gerekli 02'li kanı taşıyan karaciğer atardamarıyla beslenir. Karaciğerin işlediği kan, karaciğer üst toplardamarıyla büyük kan dolaşımına geçer.

Karaciğer metabolik olaylarda merkezi bir rol oynar. İnsanda karbonhidrat metabolizmasında kan şekeri düzeyinin sabit tutulmasının önemi büyüktür. Glikojenin depolanma ve harekete geçirilmesi ile düzensiz karbonhidrat alınımında bile kan şekeri 70-100 mg-Glikoz/100 mi kanda sabit tutulur. Bu, beyin hücrelerinin enerji metabolizması için son derece önemlidir.

Aminoasit metabolizması için karaciğerin önemi büyüktür. Karaciğer kanda aminoasitleri birbirlerine dönüştürerek aminoasit düzeyini sabit tutar ve gerektiğinde yenisini yapar. Aynı şekilde üre de karaciğerde oluşur. Böylece aminoasit ve protein metabolizmasından çıkan ve kuvvetli bir hücre zehiri olan "Amonyak" uzaklaştırılır.

Yağasidi metabolizmasında yağasidinin zincir kısahmı ile yıkılması gerekiyorsa veya karbonhidrattan yağasidi sentezlenecek ise karaciğerin rolü büyüktür. Bağırsakta yağın daha iyi sindirimi için karaciğer safra yapar ve incebağırsağa salgılar.

Memelilerde Beslenme ve Sindirim

Memelilerin Beslenme Şekilleri

Omurgalı hayvanların sindirim aygıtı aynı temel yapı planını taşır. Bunların uğradığı çok çeşitli değişimler farklı beslenme tiplerinin doğmasına yol açmıştır.

a) Etle Beslenenler: Et, besince zengin ve kolay sindirilir bir maddedir. Etçil­lerin bağırsağı bu nedenle kısadır ve az bir alan kaplar.

b) Otcul Memeliler: Genelde bitkisel besinin besleyici değeri azdır. Ayrıca çok sıkı bir hücre çeperince sarılıdır. Değerlendirilebilir protein miktarı düşüktür. Bu nedenle otçullar büyük miktarda besin alır. 600 kg'lık bir inek günde 50-60 kg ot yer. Otculların bağırsağı genelde uzundur. Bağırsağın vücut uzunluğuna oranı yarasada 1: 1,9, kurtta 1:4 ve köpekte 1:5 olduğu halde, atta 1:10, öküzde 1:20 ve koyunda l:25'dir.

Geviş getirenler bitkisel besini en iyi şekilde kullanır. Bunların mideleri hem selülozu sindirmeye hem de en basit azot bileşikli proteinleri yapmaya uygundur. Geviş getirenlerin midesinin dört bölümü vardır. Bunlar 1. ve 2. mide, kırkbayır ve şirden diye adlandırılır. 1. ve 2. mide bölümünde tükrükle ıslanan besin depolanır. Çeşitli türden bakteriler önce selülozu glukozâ parçalar, daha sonra enerjice zengin sirke ve yağ asidi ile propionik aside dönüştürürler. Kamçılı hayvanlar yüksek
değerde protein üretirken bakterileri de yer. Mayalanan besin 2. mideden tekrar ağıza gönderilir ve orada çiğnenir. Bu da daha sonra kırkbayıra iletilir. Burada besinin suyu çekilir. Bir inek günde 100-190 İt mide özsuyu üretir. Alkalik karakterdeki bu sıvı mikroorganizmalar için çok uygundur. Midedeki besin püre halinde en son olarak şirdene iletilir ve kamçılı hayvanlar burada öldürülür. Böylece protein kazancı sağlanmış olur. Daha sonra sindirim incebağırsakta devam eder. Diğer otcullarda mikroorganizmalarca selülozun yıkımı oldukça büyük veya çift olarak gelişen kör bağırsakta olur.

İnsan sindirim sistemini andıran veya daha farklı sindirim sistemlerine diğer canlılarda rastlayabiliriz. Örümcekler sindirim özsularını avlarına enjekte edip ekstra-intestinal sindirime (=vücut dışı sindirimi) yol açıp, avının ön sindirime uğrayan sı­vısını emerler. Kuşlar kursaklarına aldıkları besinlerini enzim salgılayarak sindirir. Kuş ve timsah midesi kaslı çiğneme midesi olup, içindeki küçük taş parçacıkları ile besini parçalar.

Besin Emilmesi (Rezorbsiyon)

Besin Emilmesi (Rezorbsiyon)

Rezorbsiyon denince besin maddelerinin bağırsak çeperi ile kana veya lenfe geç­mesi anlaşılır. Besin maddeleri daha incebağırsağm üst bölümünde, yani onikiparmak bağırsağında kana girer.

Karbonhidratlar basit şeker halinde emilir. Sakkarozun parçalanmasından ortaya çıkan fruktoz gibi diğer basit şekerler de, yavaş da olsa bağırsak çeperi ile emilir. Emilme, sıcaklık ve 02'ne bağımlıdır. Metabolik zehirlerle inhibe edilir. Yoğunluk düşmelerine karşı olaylanır. Bu nedenle bu olayda taşıyıcı moleküller (=carrier)le ak­tif taşınmanın olduğu hiç şüphe götürmez. Taşıyıcı moleküller, bağırsak çeperindeki hücrelerle iletilerek maddeyi membranın dış kısmında bağlar. Sonra beraberce membrandan difüzyonla girip, maddeyi hücre içine bırakırlar. Böylece taşıyıcı moleküller, yeni transportlar için hazır bir duruma gelir. Bu taşıyıcılar büyük olasılıkla özel membran proteinidir. Şeker taşınmasının bağırsak çeperi hücrelerince naklinin Na-iyonlarımn varlığına bağlı olduğu tesbit edilmiştir.

Proteinler bağırsakta önce aminoasitlere parçalanır ve daha sonra emilir. Aminoasit örneğinde taşıyıcı moleküllerin özelleşmiş olması çok iyi izlenir. Onlar D- ve L- aminoasitlerini bile ayırt eder.

Yağlar çeşitli yıkım basamaklarını izleyerek bağırsak çeperine alınır. Bağırsakta bir yağ molekülünün yıkımında, gliserinden 1 veya 2 yağ asidi molekülü ayrılabilir. Ayrılma ürünleri doğrudan doğruya lenf damar sistemine ve kısmen kana girer. Yağ molekülünün gliserin ve yağ asitlerine tamamen parçalanması da olaylanır. Bu yağın yıkım ürünleri, vücut yağma yükseltgenip sonrada lenfe verilir. Daha sonra bağırsak çeperi hücrelerine difüzyonla girer. Su ve tuzların emilmesi de yaşam için büyük önem taşır. Bu bağırsakta olur. Bakteri zehiri ile bozulan suyun geri emilme denge­sinin yol açtığı kuvvetli ishaller, vücudu zayıflatır, hatta kolera örneğindeki gibi ölüme neden olur. Aynı şekilde günde 8 litrelik sindirim özsuyuna giren tuzların da geri kazanımı çok önemlidir. Terleyerek kaybedilen tuz besinle alınmalıdır.

İncebagirsak Sindirimi

İncebağırsak Sindirim

Buraya kadarki sindirimde sadece karbonhidrat ve protein kısmen sindirilir. Sindirimin en önemli bölümü ince bağırsakta olur.

İncebağırsak yaklaşık 5 m. uzunluğunda iç kısmı katlantılı olup, bir mukoza tabakası ile örtülüdür (Şekil 132.1). Bu kısım sürekli olarak bağırsağa akıtılır ve insanda 2-3 günde bir tamamen yenilenir. Yani kendi bağırsağımızın günde yaklaşık 250 gr'nı sindiririz. Onikiparmak ve incebağırsakta yan yana 1 mm uzunlukta parmak gibi çıkıntılar (1 mm2'de 30, tamamı 4-6 milyon) bulunur. Her çıkıntıda lenf ve kan daman vardır. Bu bağırsak çıkıntıları, incebağırsağın yüzeyini 40-50 m2'ye çıkarır. Buradaki epitel hücrelerinin taşıdığı mikrovilluslar (mm2'de 200 milyon adet), yüzeyi daha da artırır. Bunlarla birlikte incebağırsağın besin alan yüzeyi 2000 m2'ye ulaşır. Bağırsak çeperinde oluşan sindirim enzimleri bağırsağa verilir. Bununla birlikte sindirim enzimlerinin önemli bölümünü PANKREAS salgılar. Pankreas vü-cuddaki ikinci en büyük bezdir. Alkalik etkili ve sindirim için gerekli pankreas salgı­sını üretir. Pankreas bez dokusunda dağdan hücre kümeleri, yani "LANGERHANS ADACIKLARI" önemli hormonlardan "İNZULİN VE GLUCAGON" salgılar. Her gün yaklaşık 2 litre pankreas salgısı salgılanır. Bunda çeşitli enzimler vardır; örneğin "TRYPSÎN ve CHYMOTRYPSIN" proteini, "ALFA AMİLAZ" karbonhidratı ve "LİPAZ" yağ sindiren enzimlerdir. Önemli bir husus da pankreas sıvısının, pH değe­ri 8-9 olan, bazik karakterli olmasıdır. Böylece hidrojen karbonat iyonlarının yol-açtığı bu özellikle, mideden gelen asidik mide özsuyu nötralize olur. Daha yemeğe başladıktan 1-2 dk. sonra, sinir impulsları pankreasın salgıya geçmesini sağlar. "ÖD KESESV'nden ince bağırsağa safra gönderilir. Karaciğerde salgılanan safra, besinle alınan yağı küçük damlacıklar haline getirip ona lipazın kolayca etki yapmasını sağlar

Incebağırsakta besin maddelerinin hidrolitik olarak moleküllerine ayrılarak, bağırsak çeperi ile kana veya lenfe girmesi sağlanır. Bunlar karbonhidratlarda glikoz, proteinlerde aminoasit ve yağlarda gliserin ile yağ asitleridir.
İnsan kalın bağırsağının işlevi büyük bir olasılıkla önemsizdir. Zira ameliyatla vücuddan alınmasından sonra bile, herhangi bir olumsuzluk olmaz.

Mide Sindirim Sistemi

Mide Sindirim

Besin püresi mideye ulaşır ulaşmaz pH değeri 2-3 olan, asidik bir ortamla karşılaşır. Bu ortam mide çeperinden salgılanan tuz asidince meydana getirilir. Bu sayede lokma ile yutulup mideye giren mikroorganizmalar öldürülür. pH değeri oldukça düşük olan mide çeperindeki PEPSİN ve KATEPSİN adlı protein sindiren iki enzimin aktivitesi çok yüksektir. Bunlar proteinleri kısa zincirli POLÎPEPTİD'lere ayırır. Özellikle bağ doku hemen çözünür. (mide ve sindirim) Etli besinler bu nedenle midede çok çabuk püre haline gelir. Sıvı mide içeriği, midenin alt bölümünün çok güçlü peristaltik hareketleri ile porsiyon porsiyon onikiparmak bağırsağına doğru gönderilir. Midenin iç çeperinde mukus oluşumu ile midenin kendi kendisini sindirmesi engellenir. Eğer sinirsel etkilere bağlı olarak midenin mukus salgılaması bozulursa, mide mukozası iltihabı veya ülser gibi hastalıklar görülür. Günde 2 İt. salgılanan enzim içerikli ve buzasitli mide özsuyunun salgılanmasından birçok etmen sorumludur. Ağızdaki besinin lezzeti mide özsuyu salgılanmasını aktive eder. Hatta lezzetli besin maddelerini hayal etmek bile mide özsuyu salgılanmasını harekete geçirir. Bu, besini dezenfekte edici görev yapar.

Mide Sindirim Sistemi

Besin püresi midenin alt kısmına geçerse, mide çeperinin kimyasal olarak uyarılması sonucu bir sindirim hormonu salgılanır. Gastriti adlı bu hormon mide çeperinde meydana gelir ve tuzasidinin salgılanmasını ve mideye verilmesini artırır. Besin püresinin iyi karışması ve nakli için mide dakikada 3 kontraksiyon dalgası yapar. Çiğnenen besinin mideye geçmesinden hemen sonra, besin ince bağırsağa gönderilir. Mide aktivitesi, besinin cinsine göre pişmiş et veya sütteki büyük veya yağdaki gibi düşüktür.

Agiz Sindirim ve Besin Yikimi

Besin Yıkımı ve Besin Emilimi

Ağızda Sindirim


Besin, ağızda dişlerle parçalanır (-mekanik sindirim) ve ağız daki çok sayıda bezin özellikle üç çift büyük tükrük bezinin (kulak tükrük bezi, çenealtı ve dil altı) salgıladığı günlük 1,5 ltyi bulan tükrükle karışır. Tükrük nötral olarak etki yapar ve mukus ile "PİTYALİN" enzimi ve tuz içerir. Bir kurabi­yenin çiğnenmesinde, elma çiğnendiği zaman salgılanan tükrükten 12 kat daha fazla tükrük üretilir. Tükrük burada sadece ağızdaki besini kaygan yapmaz, aynı zamanda içerdiği sindirim enzimi alfa amilaz ile nişastayı maltoz'a parçalar. Sindirim borusu kanalı ile parçalanan lokma, yutma olayından sonra mideye geçer. Besin mideye gi­derken sindirim kanalında saniyede 2-4 cm olmak üzere kasılma (=kontraksiyon) ha­reketleri ile ilerler. Bu nedenle kafaüstü ve yatarak da yemek yenebilir. Dil ağızdaki sindirime katılır ve besinlerin tadını belirleyen bölgelere sahiptir Yut­ma sırasında, burun-yutak bölgesi ve gırtlak (=nefes borusunun üst kısmı) kapanır. Solunum refleksle kesilir.