Fibromiyalji Sendromu Tedavisi
Fibromiyaljide pek çok patoloji bir aradadır. Tedavi yaklaşımı da tüm patolojileri kapsamalı ve multidisipliner olmalıdır. Bu nedenle, FM tedavisi periferik ve santral analjezi sağlamalı, uyku bozukluklarını düzeltmeli, psikolojik bozuklukları azaltmalı, kas ve yüzeyel dokularda kan akımını arttırmalıdır
FM’de Tedavi Yöntemleri:
Hastanın eğitimi: Tedavi hastayla iletişim kurulması ile başlar. Hastaya rahatsızlığının ne olduğunun iyi açıklanması ve güveninin kazanılması birinci koşuldur. FM’nin iyi karakterli olduğu, yaşamını tehdit etmeyen, sakatlık bırakayan, gerçek, hayali olmayan bir hastalık olduğu hastaya iyice anlatılmalıdır.
Hasta, fazla çalışma, anksiyete, stres, depresyon, fiziksel şartların bozuk olması, kötü postür, obezite gibi ağrıyı arttırıcı faktörlerden uzaklaşmalıdır. Lokal ısı ve germe egzersizleri gibi rahatlatıcı faktörleri kullanmaya teşvik edilmelidir. Bazı hastalar psikiyatrik danışmaya ihtiyaç görebilirler. Hasta eğitimi hekimin hasta ile teke tek görüşmesi şeklinde olabildiği gibi günümüzde giderek popülaritesi artan şekilde fibromiyalji hasta eğitim programları ile de yapılmaktadır.
Egzersiz: FM tedavisinde egzersizin de önemli bir yeri vardır. Çeşitli çalışmalar egzersizin serum beta endorfin düzeylerini arttırdığını göstermiştir. Bu artış, koşu sonrası hipoaljezi denilen duruma yol açar. Bu şekilde analjezi ortaya çıkıyor olabilir. Ayrıca kanda egzersiz sonrası ACTH ve kortizol düzeylerinin artması, kaslarda kan akımı artışı da FM’ ye bağlı yakınmaları ortadan kaldırabilir. Bu amaçla kardiyovasküler uyum egzersizleri kullanıldığı gibi, hızlı yürüme, bisiklete binme, yüzme ve su içi aerobik egzersizleri gibi düşük yoğunlukta aerobik egzersizlerde kullanılabilir. Ancak bu egzersizlere yeni başlayanlar, ağrı ve yorgunluk yakınmalarının daha da arttığını ifade ederler. Zira hastaların çoğu yeterli kondisyona sahip değillerdir. Bu nedenle egzersiz tedavisine başlangıçta düşük sayı ve şiddette başlayıp zaman içinde egzersizin dozunu artırmak gerekir. Yine de egzersiz programının tip ve yoğunluğu her hastanın kapasitesine göre ayrı ayrı belirlenmelidir.
Medikal tedavi: Basit analjezikler, NSAİ ilaçlar ve kas gevşeticiler istenilen düzeylerde olmasa da bir miktar etkiye sahiptir. Diğer tedavilerin etkinlikleri elde edilinceye kadar kısa süreli kullanılabilirler. Kas gevşeticilerin gece verilmesi gevşeme ve uykuyu rahatlatmaya yarayabilir. Medikal yönden etkinliği kanıtlanan ilaçlar ise trisiklik antidepresanlardır. Bu ilaçların depresyonda kullanılan dozdan çok daha düşük dozda başarılı sonuçlar vermesi, farklı bir mekanizma üzerinden etkili olabileceklerini
düşündürmektedir.
Lokal enjeksiyonlar: Eğer hassas noktalar 1-4 bölge içinde sınırlıysa lokal anestezikler tedaviden yarar görür. Hassas noktalara lokal anesteziklerle kombine steroid de enjekte edilbilir. Etkileri 2 hafta ile 2 ay arasındadır
Kaplıca Tedavisi: Kaplıcalar fibromiyalji tedavisi için çok uygun ortamlardır. Hastalar bir yandan termomineral sular ve çamur uygulamalarından yararlanırken diğer yandan egzersiz, fizik tedavi gibi ek tedavi olanaklarından da yararlanabilirler. Ayrıca yaşadığı yerden, stres kaynaklarından uzaklaşma, ortam değiştirme, benzer sorunları olan kişilerle bir arada bulunma hastaların semptomları üzerine olumlu etkilerde bulunabilir
Fizik tedavi ve rehabilitasyon: Fibromiyaljide yaygın olarak kullanılan bu grup tedaviler; fizik tedavi uygulamaları ve egzersiz tedavilerini ve EMG- biofeedback uygulamalarını kapsar. Fibromiyaljide yüzeyel ve derin ısı uygulamaları ve analjezik akımlar gibi çeşitli fizik tedavi modaliteleri kullanılmaktadır
Fibromiyalji Sendromu
Fibromiyalji Sendromu
Tanım
Fibromiyalji (FM) kronik yaygın vücut ağrıları, belirli anatomik bölgelerde basınca hassasiyet, sıklıkla psikolojik sorunlar, uyku bozuklukları ve yorgunluğun eşlik ettiği eklem dışı romatizmal bir hastalıktır. 1990 American College of Rheumatology (ACR) klasifikasyon kritelerine göre FM tanısı konulması için en az 3 ay devam eden yaygın ağrılar ve 18 hassas noktanın en az 11’inde hassasiyet olması gerekir
Romatoloji kliniklerine başvuranların %10-20 sini fibromiyaljili hastalar oluşturmaktadır (18). Toplumdaki sıklığı ise %2-4 olarak saptanmıştır. Kadınlardaki sıklığı %3,5 erkeklerdeki sıklık %1,6 olarak bulunmuştur (17). Fibromiyaljili hastaların %80-90 ını kadınlar oluşturmakta, orta yaşlarda sık olmakla birlikte çocuklarda da görülmektedir
Semptomatolojisinde yaygın ağrılara, baş ağrısı (migren ya da gerilim tipi), irritabl barsak ve mesane sendromu, paresteziler, dismenore, Raynaud fenomeni, ellerde subjektif şişlik hissi gibi yakınmalar ve bulgular eşlik eder
Etyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte genetik eğilim, bazı enfeksiyonlar, fiziksel ve emosyonal travmaların fibromiyaljinin gelişmesinde rolü olduğu öne sürülmektedir
Fibromiyaljide kas iskelet sistemi ağrısının başlıca semptom oluşu araştırmacıları kasta patoloji aramaya yöneltmiştir. Ancak kasta Fibromiyaljiye özgü herhangi bir patoloji saptanmamıştır. Saptanan bazı patolojilerin de fibromiyaljiye özgü olmadığı, hastaların sedanter yaşam sürdürmeleri ile bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır
Klinik Belirtiler
Fibromiyalji klinik belirtiler toplamıdır. En yaygın ve tipik semptomları ağrı, yorgunluk ve uyku bozukluğudur .
Ağrı: Kronik, yaygın, ve genellikle simetriktir. Hastaların %90’ında bel, boyun ve omuzlarda lokalizedir. Yanıcı, oyucu tarzdadır ve tamamen kaybolması enderdir. Gün boyu değişiklik gösterir. Genellikle soğuk nem, stres, fiziksel çevre ve işyeri şartları, travma, aşırı yorgunluk gibi faktörlerle artar.
Tutukluk: Sabahları daha belirgin olmak üzere tüm vücutta tutukluk hakimdir ve tüm gün sürer. Ancak bu tutukluk fonksiyonel kayıp yaratmaz.
Yorgunluk: Fibromiyaljili hastalarda en sık rastlanan semptomlardandır. Hastalar sürekli yorgun olduklarından günlük işlerini yapmakta güçlük çektiklerinden ve halsizlikten yakınırlar.
Uyku Düzensizliği: Hastalarda geceleri sık uyanma, sabah yorgun kalkma, kendilerini dinlenmemiş hissetme yakınmaları vardır.
Subjektif Yumuşak Doku Şişliği Hissi: Hastaların yarısında, genellikle ekstremitelerde olmak üzere yakındıkları bir histir. Artiküler ya da non artiküler lokalizasyonlu olabilir ancak fibromiyaljide objektif eklem şişliği bulunmaz.
Parestezi: Fibromiyaljide yaygındır. Karıncalanma, duyu hissi kaybı, iğne batması şeklinde tanımlanır. Alt ekstremiteden çok üst ekstremitede ve gövdede varolduğu belirtilir.
Birlikte Görülen Diğer Semptomlar İrritabl barsak sendromu, gerilim başağrısı ve primer dismenore hastaların %40-50’sinde mevcuttur. Kadın üretral sendromu (sık miksiyon, dizüri ve suprapubik rahatsızlık hissi) hastaların %12’sinde vardır. Fibromiyaljili hastalar soğukta ekstremitelerinin renk kaybedip beyazlaştığını söylerler (Raynaud fenomeni), %9 oranında bulunmuştur. Hastaların %12 sinde ağız kuruluğu bildirilmiştir. Fibromiyaljili hastaların %50-70’inde anksiyete ve mental stres saptanmıştır. Araştırmanın yapıldığı merkezlere bağlı olarak değişmekle birlikte genellikle hastaların %30 kadarında ise depresyon bildirilmektedir. Fibromiyaljililerde mitral valv prolapsusu, temporomandibular eklem disfonksiyonu, seksüel disfonksiyon, hipotiroidi, tekrarlayan tendinit, plantar fasit, kostokondrit ve bursit görülebilir. Tendinit veya bursit; bisipital tendon, lateral epikondil, ekstansör pollisis longus veya femur büyük trokanterinde daha sık görülmüştür.
Yakınmaları Etkileyen Faktörler
En önemli faktörler, fiziksel ve emosyonel travma, grip gibi rahatsızlıklardır. Hastalar özellikle soğuk ve nemli havalarda, aşırı çalışma ile, gürültüde ve menstrüasyon öncesi yakınmalarının arttığını, sıcak uygulama , hafif egzersizler, tatil ve masaj ile rahatladıklarını bildirmişlerdir
Fibromiyaljili bireylerin uzun bir süre boyunca üst ekstremitelerini stabilize eden, omuz ve boyun kaslarının izometrik kontraksiyonla kullanımını gerektiren meslekleri tolere edemedikleri bildirilmiştir Bu konudaki bir çalışmada; bilgisayar ve daktilo kullanmak, uzun süre oturma, uzun süre ayakta durma ve yürüme, stres, ağır kaldırma ve eğilme, tekrarlayıcı hareketler gibi aktivitelerin fibromiyalji semptomlarını arttırdığı bildirilmiştir
Tanım
Fibromiyalji (FM) kronik yaygın vücut ağrıları, belirli anatomik bölgelerde basınca hassasiyet, sıklıkla psikolojik sorunlar, uyku bozuklukları ve yorgunluğun eşlik ettiği eklem dışı romatizmal bir hastalıktır. 1990 American College of Rheumatology (ACR) klasifikasyon kritelerine göre FM tanısı konulması için en az 3 ay devam eden yaygın ağrılar ve 18 hassas noktanın en az 11’inde hassasiyet olması gerekir
Romatoloji kliniklerine başvuranların %10-20 sini fibromiyaljili hastalar oluşturmaktadır (18). Toplumdaki sıklığı ise %2-4 olarak saptanmıştır. Kadınlardaki sıklığı %3,5 erkeklerdeki sıklık %1,6 olarak bulunmuştur (17). Fibromiyaljili hastaların %80-90 ını kadınlar oluşturmakta, orta yaşlarda sık olmakla birlikte çocuklarda da görülmektedir
Semptomatolojisinde yaygın ağrılara, baş ağrısı (migren ya da gerilim tipi), irritabl barsak ve mesane sendromu, paresteziler, dismenore, Raynaud fenomeni, ellerde subjektif şişlik hissi gibi yakınmalar ve bulgular eşlik eder
Etyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte genetik eğilim, bazı enfeksiyonlar, fiziksel ve emosyonal travmaların fibromiyaljinin gelişmesinde rolü olduğu öne sürülmektedir
Fibromiyaljide kas iskelet sistemi ağrısının başlıca semptom oluşu araştırmacıları kasta patoloji aramaya yöneltmiştir. Ancak kasta Fibromiyaljiye özgü herhangi bir patoloji saptanmamıştır. Saptanan bazı patolojilerin de fibromiyaljiye özgü olmadığı, hastaların sedanter yaşam sürdürmeleri ile bağlantılı olduğu sonucuna varılmıştır
Klinik Belirtiler
Fibromiyalji klinik belirtiler toplamıdır. En yaygın ve tipik semptomları ağrı, yorgunluk ve uyku bozukluğudur .
Ağrı: Kronik, yaygın, ve genellikle simetriktir. Hastaların %90’ında bel, boyun ve omuzlarda lokalizedir. Yanıcı, oyucu tarzdadır ve tamamen kaybolması enderdir. Gün boyu değişiklik gösterir. Genellikle soğuk nem, stres, fiziksel çevre ve işyeri şartları, travma, aşırı yorgunluk gibi faktörlerle artar.
Tutukluk: Sabahları daha belirgin olmak üzere tüm vücutta tutukluk hakimdir ve tüm gün sürer. Ancak bu tutukluk fonksiyonel kayıp yaratmaz.
Yorgunluk: Fibromiyaljili hastalarda en sık rastlanan semptomlardandır. Hastalar sürekli yorgun olduklarından günlük işlerini yapmakta güçlük çektiklerinden ve halsizlikten yakınırlar.
Uyku Düzensizliği: Hastalarda geceleri sık uyanma, sabah yorgun kalkma, kendilerini dinlenmemiş hissetme yakınmaları vardır.
Subjektif Yumuşak Doku Şişliği Hissi: Hastaların yarısında, genellikle ekstremitelerde olmak üzere yakındıkları bir histir. Artiküler ya da non artiküler lokalizasyonlu olabilir ancak fibromiyaljide objektif eklem şişliği bulunmaz.
Parestezi: Fibromiyaljide yaygındır. Karıncalanma, duyu hissi kaybı, iğne batması şeklinde tanımlanır. Alt ekstremiteden çok üst ekstremitede ve gövdede varolduğu belirtilir.
Birlikte Görülen Diğer Semptomlar İrritabl barsak sendromu, gerilim başağrısı ve primer dismenore hastaların %40-50’sinde mevcuttur. Kadın üretral sendromu (sık miksiyon, dizüri ve suprapubik rahatsızlık hissi) hastaların %12’sinde vardır. Fibromiyaljili hastalar soğukta ekstremitelerinin renk kaybedip beyazlaştığını söylerler (Raynaud fenomeni), %9 oranında bulunmuştur. Hastaların %12 sinde ağız kuruluğu bildirilmiştir. Fibromiyaljili hastaların %50-70’inde anksiyete ve mental stres saptanmıştır. Araştırmanın yapıldığı merkezlere bağlı olarak değişmekle birlikte genellikle hastaların %30 kadarında ise depresyon bildirilmektedir. Fibromiyaljililerde mitral valv prolapsusu, temporomandibular eklem disfonksiyonu, seksüel disfonksiyon, hipotiroidi, tekrarlayan tendinit, plantar fasit, kostokondrit ve bursit görülebilir. Tendinit veya bursit; bisipital tendon, lateral epikondil, ekstansör pollisis longus veya femur büyük trokanterinde daha sık görülmüştür.
Yakınmaları Etkileyen Faktörler
En önemli faktörler, fiziksel ve emosyonel travma, grip gibi rahatsızlıklardır. Hastalar özellikle soğuk ve nemli havalarda, aşırı çalışma ile, gürültüde ve menstrüasyon öncesi yakınmalarının arttığını, sıcak uygulama , hafif egzersizler, tatil ve masaj ile rahatladıklarını bildirmişlerdir
Fibromiyaljili bireylerin uzun bir süre boyunca üst ekstremitelerini stabilize eden, omuz ve boyun kaslarının izometrik kontraksiyonla kullanımını gerektiren meslekleri tolere edemedikleri bildirilmiştir Bu konudaki bir çalışmada; bilgisayar ve daktilo kullanmak, uzun süre oturma, uzun süre ayakta durma ve yürüme, stres, ağır kaldırma ve eğilme, tekrarlayıcı hareketler gibi aktivitelerin fibromiyalji semptomlarını arttırdığı bildirilmiştir
Agri Kontrolu ve Kaplica Tedavisi
Kaplıca Tedavisinin Ağrı Kontrolüne Etkileri
1. Ağrı nedenini azaltarak veya ortadan kaldırarak: Termomineral sular hem kaslarda relaksasyon hem de periferik dolaşımda, kas ve eklem dolaşımında artma yaparak, spazma bağlı ve hipoksik ağrılarda ağrının nedenini ortadan kaldırırlar. Kükürtlü ve tuzlu sular kronik inflamasyonlarda anti-inflamatuar etkileriyle ağrı kontrolünde rol oynayabilirler (35). Termik ve mekanik etkilerle su içinde postür ve bozuk hareketlerin düzeltilmesi ve eğitimi normal koşullara göre daha kolay sağlanır. Termomineral su ortamı bu yollardan kaynaklanan ağrıların azalması veya ortadan kalkmasını sağlar.
2.Endojen antinosiseptif reaksiyonların aktivasyonuyla: Kapı kontrol teorisi kapsamında ele alınan iki antinosiseptif sistem vardır.
a. Çıkan antinosiseptif sistem yoluyla ağrılı olmayan taktil ve termik uyaranlar ağrılı girdiyi, spinal düzeyde substantia gelatinosa’da inhibe edebilirler. Termomineral banyo ve peloidler, çıkan antinosiseptif sistem aktivasyonunu, derinin taktil stimulasyonuyla etkileyebilirler. Whirpool banyoları ve basıncı ayarlı su uygulamaları gibi daha aktif yöntemlerle bu etki arttırılabilir (35).
b. İnen inhibitör kontrol sistemi farklı uyaranlarla tetiklenen endojen nörohormonal bir sistemdir.
Beta endorfin, serotonin gibi opiaterjik ve nonopiaterjik nörohormonların üretimini uyararak omurilik seviyesinde inhibisyon sağlar. Termomineral banyolar sırasında endojen opiatların salgılanmasının arttığı çeşitli çalışmalarda bildirilmiştir. Ayrıca insan keratinositlerinin ısı, ultraviyole radyasyonu gibi belli uyaranlar altında proopiyomelanokortin üretebildikleri gösterilmiştir. Proopiyomelanokortin çeşitli endorfinlerin prekürsörüdür
3. Kimyasal maddeler yoluyla: Deride serotonin, asetilkolin, bradikinin, histamin gibi maddelerin açığa çıktığı bilinmektedir. Bunlardan serotonin, endojen opiatların serbestleşmesini sağlamaktadır
1. Ağrı nedenini azaltarak veya ortadan kaldırarak: Termomineral sular hem kaslarda relaksasyon hem de periferik dolaşımda, kas ve eklem dolaşımında artma yaparak, spazma bağlı ve hipoksik ağrılarda ağrının nedenini ortadan kaldırırlar. Kükürtlü ve tuzlu sular kronik inflamasyonlarda anti-inflamatuar etkileriyle ağrı kontrolünde rol oynayabilirler (35). Termik ve mekanik etkilerle su içinde postür ve bozuk hareketlerin düzeltilmesi ve eğitimi normal koşullara göre daha kolay sağlanır. Termomineral su ortamı bu yollardan kaynaklanan ağrıların azalması veya ortadan kalkmasını sağlar.
2.Endojen antinosiseptif reaksiyonların aktivasyonuyla: Kapı kontrol teorisi kapsamında ele alınan iki antinosiseptif sistem vardır.
a. Çıkan antinosiseptif sistem yoluyla ağrılı olmayan taktil ve termik uyaranlar ağrılı girdiyi, spinal düzeyde substantia gelatinosa’da inhibe edebilirler. Termomineral banyo ve peloidler, çıkan antinosiseptif sistem aktivasyonunu, derinin taktil stimulasyonuyla etkileyebilirler. Whirpool banyoları ve basıncı ayarlı su uygulamaları gibi daha aktif yöntemlerle bu etki arttırılabilir (35).
b. İnen inhibitör kontrol sistemi farklı uyaranlarla tetiklenen endojen nörohormonal bir sistemdir.
Beta endorfin, serotonin gibi opiaterjik ve nonopiaterjik nörohormonların üretimini uyararak omurilik seviyesinde inhibisyon sağlar. Termomineral banyolar sırasında endojen opiatların salgılanmasının arttığı çeşitli çalışmalarda bildirilmiştir. Ayrıca insan keratinositlerinin ısı, ultraviyole radyasyonu gibi belli uyaranlar altında proopiyomelanokortin üretebildikleri gösterilmiştir. Proopiyomelanokortin çeşitli endorfinlerin prekürsörüdür
3. Kimyasal maddeler yoluyla: Deride serotonin, asetilkolin, bradikinin, histamin gibi maddelerin açığa çıktığı bilinmektedir. Bunlardan serotonin, endojen opiatların serbestleşmesini sağlamaktadır
Romatizma Hastaligi ve Kaplica Tedavisi
Romatizmal Hastalıklarda Kaplıca Tedavisi
Kaplıca tedavisi, doğal mineralli suların ve gazların; çıktıkları yörede belirlenmiş doz ve sürelerle belli bir zaman diliminde, kür şeklinde uygulanmasıyla yapılan bir tedavi biçimidir. Hastanın gereksinmelerine göre hasta eğitimi, ilaç, egzersiz, psikoterapi, diyet ve diğer tedavi yöntemlerini kullanır. Balneoterapi ise doğal tedavi edici unsurların, termal ve termomineral suların, çamurların, gazların tedavi amacıyla kullanımını ifade etmektedir.
Genel olarak hastalıkların tedavisinde temel yaklaşım hastalık nedeninin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak romatizmal hastalıklarda çoğu kez etyoloji bilinmemektedir. Bu nedenle bu hastalık grubunda tedavinin amacı; ağrı, eklem ve ekstremite fonksiyonlarında kısıtlanma gibi bulgu ve belirtilerin, kısmen de hastalık sürecinin kontrolüdür. Bunların yanında modern kaplıca merkezlerinde sağlanan hasta eğitimi ve benzeri desteklerin de katkısıyla günlük yaşam aktivitelerinin ve yaşam kalitesinin sürdürülmesi amaçlanır.
Kaplıcalarda çeşitli tedavi yöntemlerinin uygulanabilmesine karşın tedavinin temelini öncelikle balneoterapi oluşturur. Termomineral sular mekanik, termik ve kimyasal özellikleriyle etkili olurlarken kür şeklinde uygulanmaları sonucu uzun süreli etkiler (genel etki) sağlarlar.
Kaplıca Tedavisinin Eklem ve Ekstremite Fonksiyonlarına Etkileri
1. Kaslar üzerinde uzun süre orta derecede sıcak uygulamanın sedatif etkisi vardır.
2. Termomineral su banyoları ve peloid uygulamalarında vücuttaki sıcaklık artışı ile g fibrillerinin aktivitesinde azalma ve aynı zamanda taktil uyaranlarla kaslarda refleks relaksasyon ortaya çıkmaktadır.
3. Kollajen dokunun esnekliği artmaktadır.
4. Sinovial sıvı viskozitesinde artış sağlanmaktadır.
5. Kaldırma kuvveti ile su içinde hareket kolaylaşmakta, kaslarda relaksasyon olmaktadır.
6. Sıcak ve soğuk uygulamaların uzun sürede anti inflamatuar etkileri vardır.
Kaplıca tedavisi, doğal mineralli suların ve gazların; çıktıkları yörede belirlenmiş doz ve sürelerle belli bir zaman diliminde, kür şeklinde uygulanmasıyla yapılan bir tedavi biçimidir. Hastanın gereksinmelerine göre hasta eğitimi, ilaç, egzersiz, psikoterapi, diyet ve diğer tedavi yöntemlerini kullanır. Balneoterapi ise doğal tedavi edici unsurların, termal ve termomineral suların, çamurların, gazların tedavi amacıyla kullanımını ifade etmektedir.
Genel olarak hastalıkların tedavisinde temel yaklaşım hastalık nedeninin ortadan kaldırılmasıdır. Ancak romatizmal hastalıklarda çoğu kez etyoloji bilinmemektedir. Bu nedenle bu hastalık grubunda tedavinin amacı; ağrı, eklem ve ekstremite fonksiyonlarında kısıtlanma gibi bulgu ve belirtilerin, kısmen de hastalık sürecinin kontrolüdür. Bunların yanında modern kaplıca merkezlerinde sağlanan hasta eğitimi ve benzeri desteklerin de katkısıyla günlük yaşam aktivitelerinin ve yaşam kalitesinin sürdürülmesi amaçlanır.
Kaplıcalarda çeşitli tedavi yöntemlerinin uygulanabilmesine karşın tedavinin temelini öncelikle balneoterapi oluşturur. Termomineral sular mekanik, termik ve kimyasal özellikleriyle etkili olurlarken kür şeklinde uygulanmaları sonucu uzun süreli etkiler (genel etki) sağlarlar.
Kaplıca Tedavisinin Eklem ve Ekstremite Fonksiyonlarına Etkileri
1. Kaslar üzerinde uzun süre orta derecede sıcak uygulamanın sedatif etkisi vardır.
2. Termomineral su banyoları ve peloid uygulamalarında vücuttaki sıcaklık artışı ile g fibrillerinin aktivitesinde azalma ve aynı zamanda taktil uyaranlarla kaslarda refleks relaksasyon ortaya çıkmaktadır.
3. Kollajen dokunun esnekliği artmaktadır.
4. Sinovial sıvı viskozitesinde artış sağlanmaktadır.
5. Kaldırma kuvveti ile su içinde hareket kolaylaşmakta, kaslarda relaksasyon olmaktadır.
6. Sıcak ve soğuk uygulamaların uzun sürede anti inflamatuar etkileri vardır.
Balneoterapide Tuzlu İcmeler
Balneoterapide Banyoların Genel Etkileri
Balneoterapi uygulaması sonunda hastalık semptomlarında değişim dışında genel bir iyilik hali ortaya çıkar. Balneoterapinin genel etkileri belli aralıklarla tekrarlayan uyaranlarla organizmanın kendi güçlerini harekete geçirmesi temeline dayanır. Bu süreçte, hem çevresel iklimsel değişimlerin hem de termomineral suların ve çamurların, fizikokimyasal ve termik etkileri söz konusudur. Bu süreç 3-4 hafta olup, uzun süreli etkisi 6-12 aya kadar devam edebilir. Otonom sinir sistemi, endokrin sistem ve immun sistem, balneoterapötik uyaranlara yanıt verirken adaptif yanıtlar geliştirirler.
Adaptasyon süreci sırasında tedavinin 7-10’uncu günleri arasında ortaya çıkan, varolan şikayetlerde artma, halsizlik, bitkinlik gibi semptomlarla karakterize tabloya kür krizi veya termal kriz denir ve bir tür uyumda zorlanma ile açıklanmaktadır. Genellikle tedavi gerektirmez, kendi kendine düzelir fakat şiddetli olduğunda tedaviye bir süre ara verilmesi gerekebilir.
Tuzlu Suların Etkileri
Tuzlu Su Banyoları en sık balneoterapötik uygulama yöntemlerindendir. Deniz suyu ile yapılan çalışmalarda Na ve Cl’ nin 1ml/cm2/h hız ile ciltten emildiği belirlenmiştir. Banyo sonrasında ciltten emilim 100 saat kadar devam etmesine karşılık ilk 24 saat içinde her saat için banyo sırasında gerçekleşenin %2-3’ü kadardır (28). Bu iyonların günlük bilançoları ve dengeleri perkütan yolla su veya deniz banyolarıyla alınan miktarla değişmemektedir. Bu sebeplerden ötürü tuzlu su banyolarında etkilerini ciltten tuz emilimine bağlı olarak oluşan kimyasal etkilerine bağlamak mümkün değildir.
Tuzun ciltteki esas etkisi osmotik yoldandır. Ek olarak derinin sinirleri (vejetatif uyarım), damarları (hiperemi) ve epidermis üzerine etkileri mevcuttur. Ciltteki hiperemi ve buharlaşmadaki değişiklikler ile termoregülasyonda uzun süreli değişiklikler gözlenir. Sıcak tuzlu su banyolarından sonra daha fazla ter atılımı söz konusudur. Osmotik etki nedeniyle keratin tabakasına su alımı tatlı su banyolarından daha azdır. Banyo sonrası tuzlu deri üzerindeki buharlaşma basıncının azalması, banyo sonrasında ciltten su kaybını azaltır. Sonuçta, tatlı su banyolarına göre derinin sıcaklığı daha çok artış gösterir. Hayvan deneylerinde kobayların ciltlerinde mitoz oranının tuz konsantrasyonuna bağlı olarak azaldığı tespit edilmiştir (28). Yine sıçanlarda yapılan çalışmalarda ayaklarında deneysel olarak oluşturulan inflamasyonun tuzlu su uygulamalarını neticesinde azaltıldığı gösterilmiştir.
Tuzlu Su Banyolarının Endikasyonları:
1.Destek ve hareket sisteminin hastalıkları: romatizmal, artritik, posttravmatik ve nörojenik orjinli
2.Cilt hastalıkları: Egzemalar, psöriasis.
3.Kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları, kanlanma bozuklukları.
4.Kronik adneksitler, fonksiyonel infertilite, vejetatif bozukluklar, jinekolojik hastalıkların nekahat devri ve rehabilitasyonu, postmenapozal dönemle ilgili yakınmalar.
Tuzlu suların banyo uygulamaları dışında kür şeklinde içilmesi ile tıbbi yarar beklenmektedir. Tuzlu su içme kürlerinin endikasyon oluşturduğu durumlar şunlardır (30):
1.İştahsızlığın giderilmesi
2.Fonksiyonel sebepli mide ve ince barsak hastalıklarında özellikle yemeklerle ilişkili durumlarda
3.Sıvı-elektrolit eksikliklerinde
4.Gut ve diabette destek tedavisinde
5.Ortostatik dolaşım bozukluklarında
Tuzla İçmeler Mineralli Sulari
Tuzla Kaplıcaları’nda kullanılan su, toplam mineralizasyonu 3367mg/L olan sodyumlu, kalsiyumlu, klorürlü hipotermal özelliktedir (31). Tuzla Kaplıca sularının balneoterapi uygulamalarındaki kullanımları banyo, içme kürleri şeklinde yapılmaktadır.
Tuzla İçmeler mineralli sularının banyo uygulamalarındaki etkinliği üzerine yapılan çalışmalarda anlamlı iyileşmeler bildirilmiştir. Sağlıklı kişilerde yapılan bir çalışmada Tuzla termomineral suyu ile yapılan banyo uygulamasının aynı sıcaklıkta çeşme suyu ile yapılan banyo uygulamasına göre basınç eğri eşiğini daha fazla yükselttiği gösterilmiştir (32). Tuzla Kaplıcaları’ nda yapılan başka bir çalışmada 2 haftalık ve 3 haftalık kaplıca kürlerinin kronik bel ağrılı hastalarda ağrı ve fonksiyon üzerine etkili olduğu saptanmıştır (33). Tuzla Kaplıcaları’ nda yapılan diğer bir çalışmada ise Romatoid artritli hastalarda 2 haftalık kaplıca kür tedavisinin, hastaların şikayetlerinde 6. aya kadar devam eden bir iyileşme ve yaşam kalitelerinde artışa yol açtığı bildirilmiştir.
Balneoterapi uygulaması sonunda hastalık semptomlarında değişim dışında genel bir iyilik hali ortaya çıkar. Balneoterapinin genel etkileri belli aralıklarla tekrarlayan uyaranlarla organizmanın kendi güçlerini harekete geçirmesi temeline dayanır. Bu süreçte, hem çevresel iklimsel değişimlerin hem de termomineral suların ve çamurların, fizikokimyasal ve termik etkileri söz konusudur. Bu süreç 3-4 hafta olup, uzun süreli etkisi 6-12 aya kadar devam edebilir. Otonom sinir sistemi, endokrin sistem ve immun sistem, balneoterapötik uyaranlara yanıt verirken adaptif yanıtlar geliştirirler.
Adaptasyon süreci sırasında tedavinin 7-10’uncu günleri arasında ortaya çıkan, varolan şikayetlerde artma, halsizlik, bitkinlik gibi semptomlarla karakterize tabloya kür krizi veya termal kriz denir ve bir tür uyumda zorlanma ile açıklanmaktadır. Genellikle tedavi gerektirmez, kendi kendine düzelir fakat şiddetli olduğunda tedaviye bir süre ara verilmesi gerekebilir.
Tuzlu Suların Etkileri
Tuzlu Su Banyoları en sık balneoterapötik uygulama yöntemlerindendir. Deniz suyu ile yapılan çalışmalarda Na ve Cl’ nin 1ml/cm2/h hız ile ciltten emildiği belirlenmiştir. Banyo sonrasında ciltten emilim 100 saat kadar devam etmesine karşılık ilk 24 saat içinde her saat için banyo sırasında gerçekleşenin %2-3’ü kadardır (28). Bu iyonların günlük bilançoları ve dengeleri perkütan yolla su veya deniz banyolarıyla alınan miktarla değişmemektedir. Bu sebeplerden ötürü tuzlu su banyolarında etkilerini ciltten tuz emilimine bağlı olarak oluşan kimyasal etkilerine bağlamak mümkün değildir.
Tuzun ciltteki esas etkisi osmotik yoldandır. Ek olarak derinin sinirleri (vejetatif uyarım), damarları (hiperemi) ve epidermis üzerine etkileri mevcuttur. Ciltteki hiperemi ve buharlaşmadaki değişiklikler ile termoregülasyonda uzun süreli değişiklikler gözlenir. Sıcak tuzlu su banyolarından sonra daha fazla ter atılımı söz konusudur. Osmotik etki nedeniyle keratin tabakasına su alımı tatlı su banyolarından daha azdır. Banyo sonrası tuzlu deri üzerindeki buharlaşma basıncının azalması, banyo sonrasında ciltten su kaybını azaltır. Sonuçta, tatlı su banyolarına göre derinin sıcaklığı daha çok artış gösterir. Hayvan deneylerinde kobayların ciltlerinde mitoz oranının tuz konsantrasyonuna bağlı olarak azaldığı tespit edilmiştir (28). Yine sıçanlarda yapılan çalışmalarda ayaklarında deneysel olarak oluşturulan inflamasyonun tuzlu su uygulamalarını neticesinde azaltıldığı gösterilmiştir.
Tuzlu Su Banyolarının Endikasyonları:
1.Destek ve hareket sisteminin hastalıkları: romatizmal, artritik, posttravmatik ve nörojenik orjinli
2.Cilt hastalıkları: Egzemalar, psöriasis.
3.Kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları, kanlanma bozuklukları.
4.Kronik adneksitler, fonksiyonel infertilite, vejetatif bozukluklar, jinekolojik hastalıkların nekahat devri ve rehabilitasyonu, postmenapozal dönemle ilgili yakınmalar.
Tuzlu suların banyo uygulamaları dışında kür şeklinde içilmesi ile tıbbi yarar beklenmektedir. Tuzlu su içme kürlerinin endikasyon oluşturduğu durumlar şunlardır (30):
1.İştahsızlığın giderilmesi
2.Fonksiyonel sebepli mide ve ince barsak hastalıklarında özellikle yemeklerle ilişkili durumlarda
3.Sıvı-elektrolit eksikliklerinde
4.Gut ve diabette destek tedavisinde
5.Ortostatik dolaşım bozukluklarında
Tuzla İçmeler Mineralli Sulari
Tuzla Kaplıcaları’nda kullanılan su, toplam mineralizasyonu 3367mg/L olan sodyumlu, kalsiyumlu, klorürlü hipotermal özelliktedir (31). Tuzla Kaplıca sularının balneoterapi uygulamalarındaki kullanımları banyo, içme kürleri şeklinde yapılmaktadır.
Tuzla İçmeler mineralli sularının banyo uygulamalarındaki etkinliği üzerine yapılan çalışmalarda anlamlı iyileşmeler bildirilmiştir. Sağlıklı kişilerde yapılan bir çalışmada Tuzla termomineral suyu ile yapılan banyo uygulamasının aynı sıcaklıkta çeşme suyu ile yapılan banyo uygulamasına göre basınç eğri eşiğini daha fazla yükselttiği gösterilmiştir (32). Tuzla Kaplıcaları’ nda yapılan başka bir çalışmada 2 haftalık ve 3 haftalık kaplıca kürlerinin kronik bel ağrılı hastalarda ağrı ve fonksiyon üzerine etkili olduğu saptanmıştır (33). Tuzla Kaplıcaları’ nda yapılan diğer bir çalışmada ise Romatoid artritli hastalarda 2 haftalık kaplıca kür tedavisinin, hastaların şikayetlerinde 6. aya kadar devam eden bir iyileşme ve yaşam kalitelerinde artışa yol açtığı bildirilmiştir.
Balneoloji ve Balneoterapi Nedir
Balneoloji ve Balneoterapi Nedir
Balneoterapi; termal ve/veya mineralli suların, peloidlerin ve dozları belirlenmiş, banyo, paket, içme ve inhalasyon uygulamaları şeklinde, düzenli aralıklarla seri halde tekrarlanarak kullanılmasıyla, belirli bir zaman aralığında ve kür tarzında gerçekleştirilen bir uyarı-uyum tedavisidir (2). Bilimsel bir alan olarak balneoloji ise, toprak, su (deniz) ve iklim kaynaklı doğal iyileştirici (terapötik) etkenleri inceleyen bilim dalıdır
Balneoterapide kullanılan termal ve/veya mineralli sular, peloidler, gazlar ve iklimsel faktörler gibi doğal iyileştirici etkenlere balneoterapötik ajanlar denir
Balneoterapi yöntemleri external ve internal olmak üzere 2’ye ayrılırlar. Eksternal uygulamalar termomineral su, gaz ve peloidlerle yapılan banyo ve bunların lokal uygulamalarıdır. İnternal uygulamalar ise içme, inhalasyon, lavaj ve irrigasyonlar, vücut boşluklarına yapılan tampon şeklinde lokal uygulamalardır
Bu yöntemler arasında en yaygın kullanılanı termal ve/ veya mineralli sularla yapılan banyo kürleridir. Onları, peloid paket uygulamaları, içme kürleri ve inhalasyon uygulamaları izler.
Balneoterapötik uygulamalarda termal ve mineralli sular en yaygın kullanılan balneolojik kaynaklardır. Doğal su çevrimine bağlı olarak oluşan bu sular, toprağın alt katmanlarında belirli bir sıcaklığa ulaşırlar ve toprakta bulunan mineral ve maddeleri değişik düzeylerde çözündürürler. Böylece, belirli derecede bir sıcaklığa ve özel kimyasal bileşime sahip olurlar. Balneolojik sular, yeryüzüne ya doğal olarak kendiliğinden çıkarlar ya da yapay olarak sondaj ile çıkarılırlar
Termomineral Sularla Banyo Uygulamaları
Balneoterapinin en yaygın yöntemi olan termomineral sularla banyo uygulamalarında hastanın vücudu termomineral su ortamına daldırılır (immersiyon). Banyolar tam (baş dışarıda immersiyon), dörtte üç, yarım (göbek- diyafragma hizasına kadar immersiyon), oturma ve ayak- kol (ekstremite) banyoları şeklinde yapılabilir. Tam banyolar termal havuzlarda (Türkiye’de geleneksel uygulamalarda Türk Hamamı mimarisine entegre edilmiş kaplıca havuzlarında) veya küvetlerde (Türkiye’de geleneksel uygulamalarda sıra banyolarında) uygulanır. Hasta havuz banyolarında ayaktadır ve banyo sırasında rahatça hareket etme olanağı vardır. Küvet banyolarında ise, sırt üstü uzanmış, yarı veya dik oturur pozisyondadır ve genellikle hareketsizdir.
Termomineral Su Banyolarının Etki Mekanizması
Banyo uygulaması sırasındaki mekanik etki, suyun kaldırma gücü, hidrostatik basıncı ve viskozitesine bağlıdır. Termik etkiyi ise banyo ortamının sıcaklığı sağlar. Kimyasal etkiden de banyo ortamının kimyasal içeriği sorumludur
Termomineral Suların Etki Mekanizmaları
Özel Etkiler:
A. Mekanik Etkiler
1. Kaldırma kuvveti
2. Hidrostatik basınç
3. Viskozite
B. Termik Etkiler
C. Kimyasal Etkiler
1. Penetrasyon
2. Adsorbsiyon
3. Elüsyon
Genel Etkiler
I. Balneoterapide Banyoların Özel Etkileri Mekanik Etkiler
Suyun kaldırma kuvveti, hidrostatik basıncı (vücut yüzeyine yaptığı basınç) ve viskozitesinin etkilerinden oluşur. Bunlara topluca immersiyonun (dalma) etkileri denir
1. Kaldırma Kuvveti: İnsan vücudunun özgül ağırlığı ortalama 0,974 g/cm³ tür. Bu nedenle özgül ağırlığı 1,0 g/cm³ olan su içinde yüzer. Göbek hizasına kadar immersiyonda bir insan ağırlığının %50’ sini, ksifoid hizasına kadar %70-75’ini, C7 hizasına kadar ise %90’ını kaybeder. Hem ağırlık kaybının hem de dokunma reseptörlerinin tüm vücut yüzeyinde uyarılması ile kaslarda relaksasyon meydana gelir. Periferik dokunma reseptörlerinden ve ince miyelinli A delta liflerinden kaynaklanan uyarılarla ağrı inhibisyonu ortaya çıkar. Ağırlığın azalması, kaslarda relaksasyon ve ağrı inhibisyonu su ortamının egzersiz amacıyla kullanılmasını sağlayan en önemli olanaklardır
2. Hidrostatik Basınç: İmmersiyon sırasında suyun vücut yüzeyine yaptığı basınçtır. Bu basınç dalış seviyesindeki su sütununun yüksekliğine bağlı olarak altlarda daha fazladır, su yüzeyine yaklaştıkça azalır. Hidrostatik basıncın, kardiyovasküler, pulmoner, renal, endokrin ve gastrointestinal etkileri vardır. İmmersiyonun ilk birkaç saniyesi içerisinde, 400-800 ml kan, ekstremiteler ve abdomenden kardiyo-torasik bölgeye yönelir. Sağ kalbe gelen kan miktarı önemli derecede artış gösterir ve oluşan santral hipervolemi, röntgen incelemelerinde, ”banyo kalbi” denilen kalp büyümesiyle kendini belli eder (23). Kardiyovasküler sistemde başlıca stroke volüm artışına bağlı olarak kardiyak debide %30-50 artışlar saptanmıştır. Merkezi volüm artışına bağlı olarak, sol atriyal ve pulmoner mekanoreseptörlerin uyarılması sonucunda da, antidiüretik hormon supresyonu, renal sempatik aktivite azalması, intrarenal perfüzyon artışı, renal prostaglandin E sekresyonu artışı, atrial natriüretik peptit salınımı ve plazma renin aldosteron seviyesinde düşme olur. Bunların sonucunda diürez, diürezden bağımsız natriürez ve kaliürezde artış olur. Natriürez de, immersiyon öncesine göre % 200-300 kadar artma olabilmektedir. Termomineral banyolar sırasında, endojen dopamin aktivasyonu ve endojen opiyatların artması da, natriürez ve diüreze katkıda bulunmaktadır.
Baş dışarıda su immersiyonunda, toraks ve abdomen üzerindeki hidrostatik basıncın etkisiyle, toraks çevresinde yaklaşık 3.5 cm azalma olmaktadır. Sonuçta, akciğer kompliyansında azalma meydana gelir. İnspirasyon zorlaşır, ekspirasyon kolaylaşır. Vital kapasite, toplam akciğer kapasitesi, maksimum solunum kapasitesi ve inspiratuvar rezerv hacminde azalma görülür. (23). Böyle solunum işi zorlaşır. Sonuçta, su içinde aşırı egzersiz pulmoner problemli hastalarda dispneye yol açabilir
Gastrointestinal sistemde, transdiyafragmatik basıncın artması sonucu, gastroösafagiyal reflü oluşabilir. Bundan dolayı,mide dolu iken tam banyo yapılması önerilmez.
Banyonun ilk dakikaları içerisinde hemodilüsyon gelişir . Banyonun ilk 30 dakikası içinde, hemoglobin, hematokrit, eritrosit sayısı ve albumin konsantrasyonlarında anlamlı düşüşler saptanmıştır.
3. Viskozite: Suyun, içinde yapılan harekete karşı relatif direncidir. Su içi egzersizlerde, suyun harekete asistif ve rezistif amaçlı kullanılmasını sağlar. Türbülans özelliği ise su hareketli hale geldiğinde masaj aracı olarak kullanılmasına olanak sağlar
Balneoterapi; termal ve/veya mineralli suların, peloidlerin ve dozları belirlenmiş, banyo, paket, içme ve inhalasyon uygulamaları şeklinde, düzenli aralıklarla seri halde tekrarlanarak kullanılmasıyla, belirli bir zaman aralığında ve kür tarzında gerçekleştirilen bir uyarı-uyum tedavisidir (2). Bilimsel bir alan olarak balneoloji ise, toprak, su (deniz) ve iklim kaynaklı doğal iyileştirici (terapötik) etkenleri inceleyen bilim dalıdır
Balneoterapide kullanılan termal ve/veya mineralli sular, peloidler, gazlar ve iklimsel faktörler gibi doğal iyileştirici etkenlere balneoterapötik ajanlar denir
Balneoterapi yöntemleri external ve internal olmak üzere 2’ye ayrılırlar. Eksternal uygulamalar termomineral su, gaz ve peloidlerle yapılan banyo ve bunların lokal uygulamalarıdır. İnternal uygulamalar ise içme, inhalasyon, lavaj ve irrigasyonlar, vücut boşluklarına yapılan tampon şeklinde lokal uygulamalardır
Bu yöntemler arasında en yaygın kullanılanı termal ve/ veya mineralli sularla yapılan banyo kürleridir. Onları, peloid paket uygulamaları, içme kürleri ve inhalasyon uygulamaları izler.
Balneoterapötik uygulamalarda termal ve mineralli sular en yaygın kullanılan balneolojik kaynaklardır. Doğal su çevrimine bağlı olarak oluşan bu sular, toprağın alt katmanlarında belirli bir sıcaklığa ulaşırlar ve toprakta bulunan mineral ve maddeleri değişik düzeylerde çözündürürler. Böylece, belirli derecede bir sıcaklığa ve özel kimyasal bileşime sahip olurlar. Balneolojik sular, yeryüzüne ya doğal olarak kendiliğinden çıkarlar ya da yapay olarak sondaj ile çıkarılırlar
Termomineral Sularla Banyo Uygulamaları
Balneoterapinin en yaygın yöntemi olan termomineral sularla banyo uygulamalarında hastanın vücudu termomineral su ortamına daldırılır (immersiyon). Banyolar tam (baş dışarıda immersiyon), dörtte üç, yarım (göbek- diyafragma hizasına kadar immersiyon), oturma ve ayak- kol (ekstremite) banyoları şeklinde yapılabilir. Tam banyolar termal havuzlarda (Türkiye’de geleneksel uygulamalarda Türk Hamamı mimarisine entegre edilmiş kaplıca havuzlarında) veya küvetlerde (Türkiye’de geleneksel uygulamalarda sıra banyolarında) uygulanır. Hasta havuz banyolarında ayaktadır ve banyo sırasında rahatça hareket etme olanağı vardır. Küvet banyolarında ise, sırt üstü uzanmış, yarı veya dik oturur pozisyondadır ve genellikle hareketsizdir.
Termomineral Su Banyolarının Etki Mekanizması
Banyo uygulaması sırasındaki mekanik etki, suyun kaldırma gücü, hidrostatik basıncı ve viskozitesine bağlıdır. Termik etkiyi ise banyo ortamının sıcaklığı sağlar. Kimyasal etkiden de banyo ortamının kimyasal içeriği sorumludur
Termomineral Suların Etki Mekanizmaları
Özel Etkiler:
A. Mekanik Etkiler
1. Kaldırma kuvveti
2. Hidrostatik basınç
3. Viskozite
B. Termik Etkiler
C. Kimyasal Etkiler
1. Penetrasyon
2. Adsorbsiyon
3. Elüsyon
Genel Etkiler
I. Balneoterapide Banyoların Özel Etkileri Mekanik Etkiler
Suyun kaldırma kuvveti, hidrostatik basıncı (vücut yüzeyine yaptığı basınç) ve viskozitesinin etkilerinden oluşur. Bunlara topluca immersiyonun (dalma) etkileri denir
1. Kaldırma Kuvveti: İnsan vücudunun özgül ağırlığı ortalama 0,974 g/cm³ tür. Bu nedenle özgül ağırlığı 1,0 g/cm³ olan su içinde yüzer. Göbek hizasına kadar immersiyonda bir insan ağırlığının %50’ sini, ksifoid hizasına kadar %70-75’ini, C7 hizasına kadar ise %90’ını kaybeder. Hem ağırlık kaybının hem de dokunma reseptörlerinin tüm vücut yüzeyinde uyarılması ile kaslarda relaksasyon meydana gelir. Periferik dokunma reseptörlerinden ve ince miyelinli A delta liflerinden kaynaklanan uyarılarla ağrı inhibisyonu ortaya çıkar. Ağırlığın azalması, kaslarda relaksasyon ve ağrı inhibisyonu su ortamının egzersiz amacıyla kullanılmasını sağlayan en önemli olanaklardır
2. Hidrostatik Basınç: İmmersiyon sırasında suyun vücut yüzeyine yaptığı basınçtır. Bu basınç dalış seviyesindeki su sütununun yüksekliğine bağlı olarak altlarda daha fazladır, su yüzeyine yaklaştıkça azalır. Hidrostatik basıncın, kardiyovasküler, pulmoner, renal, endokrin ve gastrointestinal etkileri vardır. İmmersiyonun ilk birkaç saniyesi içerisinde, 400-800 ml kan, ekstremiteler ve abdomenden kardiyo-torasik bölgeye yönelir. Sağ kalbe gelen kan miktarı önemli derecede artış gösterir ve oluşan santral hipervolemi, röntgen incelemelerinde, ”banyo kalbi” denilen kalp büyümesiyle kendini belli eder (23). Kardiyovasküler sistemde başlıca stroke volüm artışına bağlı olarak kardiyak debide %30-50 artışlar saptanmıştır. Merkezi volüm artışına bağlı olarak, sol atriyal ve pulmoner mekanoreseptörlerin uyarılması sonucunda da, antidiüretik hormon supresyonu, renal sempatik aktivite azalması, intrarenal perfüzyon artışı, renal prostaglandin E sekresyonu artışı, atrial natriüretik peptit salınımı ve plazma renin aldosteron seviyesinde düşme olur. Bunların sonucunda diürez, diürezden bağımsız natriürez ve kaliürezde artış olur. Natriürez de, immersiyon öncesine göre % 200-300 kadar artma olabilmektedir. Termomineral banyolar sırasında, endojen dopamin aktivasyonu ve endojen opiyatların artması da, natriürez ve diüreze katkıda bulunmaktadır.
Baş dışarıda su immersiyonunda, toraks ve abdomen üzerindeki hidrostatik basıncın etkisiyle, toraks çevresinde yaklaşık 3.5 cm azalma olmaktadır. Sonuçta, akciğer kompliyansında azalma meydana gelir. İnspirasyon zorlaşır, ekspirasyon kolaylaşır. Vital kapasite, toplam akciğer kapasitesi, maksimum solunum kapasitesi ve inspiratuvar rezerv hacminde azalma görülür. (23). Böyle solunum işi zorlaşır. Sonuçta, su içinde aşırı egzersiz pulmoner problemli hastalarda dispneye yol açabilir
Gastrointestinal sistemde, transdiyafragmatik basıncın artması sonucu, gastroösafagiyal reflü oluşabilir. Bundan dolayı,mide dolu iken tam banyo yapılması önerilmez.
Banyonun ilk dakikaları içerisinde hemodilüsyon gelişir . Banyonun ilk 30 dakikası içinde, hemoglobin, hematokrit, eritrosit sayısı ve albumin konsantrasyonlarında anlamlı düşüşler saptanmıştır.
3. Viskozite: Suyun, içinde yapılan harekete karşı relatif direncidir. Su içi egzersizlerde, suyun harekete asistif ve rezistif amaçlı kullanılmasını sağlar. Türbülans özelliği ise su hareketli hale geldiğinde masaj aracı olarak kullanılmasına olanak sağlar