Bobrek Yetmezligi Nedir Belirtileri Tedavisi

Böbrek Yetmezliği Nedir, Böbrek Yetmezliği Hastalığı Tanısı

Birçok hastalık böbrek işlevlerini bozarak böbrek yetmezliğine yol açabilir

Böbrekler kandan atık maddelerin idrar halinde süzülmesini sağlayan ve vücuttaki sıvı dengesini düzenleyen bo­şaltım sistemi organlarıdır. Karın boşlu­ğunda 12. göğüs omuru ile'3. bel omu­ru arasında ve karın zarının (periton) gerisinde yer alırlar. Omurganın sağ ve solunda karşılıklı duran birer fasulye ta­nesini, andıran böbrekler 11-12 cm uzunluğunda 6-7 cm eninde, yaklaşık 3 cm kalınlığında ve 110-130 gr ya da daha fazla ağırlıktadır. Böbreğin içbü­key kenarının ortasında böbrek çukuru denen bir girinti vardır. Bu geniş girinti idrar borusu, böbrek damar ve sinirleri­nin giriş yeridir. Böbreğin işlevsel biri­mi nefrondur. Boru biçimindeki bu ya­pılar yaklaşık 3-3,5 cm uzunluğundadır. Nefron böbreğin en dış katmanı olan kabuk (korteks) bölgesinden kadeh bi­çiminde genişleyerek Bowman kapsülü adım alır ve kılcal damar yumağım (glomerül) sarar. Daha sonra kıvrımlar yaparak ilerleyen nefron borucukları içerdikleri idrarı toplayıcı borucuklara aktarır. Her böbrekte bulunan bir mil­yonu aşkın nefronun toplam uzunluğu yaklaşık 30 km'dir.

Böbrekler aortun dalı olan böbrek atardamarından kan alır. Böbreğe giren atardamar giderek incelen kollara ayrılır.

Böbrek damarlarının toplam uzunlu­ğu 160 km'yi bulur. Böbreğe giren ka­nın büyük bir bölümü glomerül ağından geçerek toplardamar sistemine katılır. Kanın geriye kalan küçük bir bölümü ise glomerüllere uğramadan, böbreğin çalışması için gerekli kan dolaşımını sağlar.

Dinlenme durumundaki bir kişinin kalbi pompaladığı karım yaklaşık dörtte birini böbreklere gönderir. Böylece da­kikada 1,2 lt, 24 saatte ise 1.700 lt kan böbreklerde süzme işleminden geçer.

Böbreklerin temel görevi vücuttaki organik sıvıların niteliği ve niceliğini belirli bir düzeyde tutmaktır. Bu görev organizmada aşırı miktarda biriken maddelerin ve metabolizma artıklarının idrar olarak atılmasıyla gerçekleşir.

İdrar iki aşamadan geçerek oluşur. İlk aşamada kan glomerül ağından ge­çerek nefron borucuklarına süzülür. Atık maddelerin yanı sıra vücuda yarar­lı maddeler de içeren bu ilk idrar ikinci aşamada gene nefron borucukları tara­fından geri emilir. Borucuklarda kalan son idrarda yalnız vücuttan atılması ge­reken maddeler ve ilk idrara oranla çok daha az miktarda su bulunur.

İlk aşamada bütün glomerül ağın­dan nefron borucuklanna dakikada top­lam 120 mi, 24 saatte 170 İt kan süzü­lür.

Bu ilk idrar miktarı kan basıncının belli sınırlar içindeki değişmelerinden bağımsız olarak sabit kalır. Böbreklerin iç düzenleme sistemi nefronlara geçen kan miktarını hep aynı düzeyde tutmak­tadır.

Glomerüllerde dakikada toplam 120 mi kan süzülmesine karşılık bunun yüz­de 99'unu aşan bölümü geri emilir. Böylece dakikada 1 mi, 24 saatte 1,5 İt idrar dışarı atılır.

Uzak (distal) borucuklardan suyun geri emilimi ADH adlı hormon (antidi-üretik hormon) tarafından düzenlenir. Bu hormon hipotalamusun denetimi altında hipofizin arka lobundan salınır. Dolaşımda ve dolaşım dışındaki sıvının yalnız miktarına değil, içerdiği madde­lerin yoğunluğuna ilişkin bilgiler de si­nirler kanalıyla sürekli hipotalamusa iletilir.

Gereksiz yere su içmek gibi bir ne­denle vücuttaki sıvı miktarının arttığı durumlarda hipotalamus hipofizin arka lobuna normalden daha az ADH salma­sını "emreder." Böylece suyun uzak bo­rucuklardan geri emilimi azalır ve atı­lan idrar miktarı çoğalır. Öte yandan vücut sıvılarında azalma ya da bu sıvılardaki çözünmüş maddelerin yoğunlu­ğunda artma olduğu durumlarda kana daha çok ADH salınarak suyun geri emilmesi sağlanır. Bu düzenleme me­kanizması çok duyarlı bir dengeye sa­hiptir. İlk idrarın geri emiliminde daki­kada 1 ml'lik azalma bile 24 saatte atı­lacak son idrar miktarını büyük ölçüde artırır. Örneğin, dakikada geri emilen 119 mi ilk idrarın 118 ml'ye düşmesi, 24 saatte atılan idrarı 1,5 lt'den 3 lt'ye çıkarır. ADH hormonunun etkisi şeker­siz diyabet (diabetes insipidus) hastalı­ğında daha da iyi anlaşılır. Bu hastalık­ta hipofizin arka lobu hormon salimini durdurur. Böylece uzak borucuklardan geri emilim gerçekleşmez ve günlük id­rar çıkarma miktan 20 lt'yi aşar.

İlk idrarın geri emilimi en çok daki­kada 119,8 ml'ye ulaşabilir. Bu da 24 saatte 300 mi idrar çıkarılmasına yol açar. Bu miktar organik metabolizma atıklarının vücuttan uzaklaştırılması için gerekli en az idrar miktarıdır (zo­runlu idrar düzeyi). 24 saatte çıkarılan idrar miktarı 300 ml'nin altına düşerse vücutta bozukluklar görülür.

Akut Böbrek Yetmezliği

Akut böbrek yetmezliğinde çıkarılan id­rar miktarı birden azalır ve buna bağlı olarak organik sıvı miktarı ile bu sıvı­nın içerdiği maddelerin yoğunluğu önemli ölçüde değişikliğe uğrar.

Birçok böbrek hastalığı akut böbrek yetmezliği belirtileri verebildiği için ön­ce bu hastalıkları eleyecek incelemeler yapıldıktan sonra tam konur.

Akut Böbrek Yetmezliği Nedenleri

Bu hastalığın nedenleri üç aşamada in­celenebilir: Böbreklerden önce, böbrek­lerde ve böbreklerden sonra ortaya çı­kan bozukluklar. Başka bir deyişle, ka­nın böbreklere gelmesinden önce, böb­reklerde süzülmesi sırasında ve daha sonra idrarın sidik torbasına akışı aşa­masında çeşitli bozukluklar görülebilir. İlk grupta aşırı su kaybı ya da ağır dola­şım yetmezliği gibi durumlar sonucu dolaşımdaki kan ile damar boşluğu ara­sında ortaya çıkan bir dengesizlik söz konusudur. Kanın organizmanın her ye­rine yeterli miktarda ulaşamadığı bu gi­bi durumlarda bir dizi karmaşık refleks mekanizması devreye girer. Böylece beyin ve kalp gibi organların kansız kalmaması uğruna aralarında böbrekle­rinde bulunduğu bazı organlara kan akışı engellenir. Böbreklere yeterince kan gitmemesi ani ölümle sonuçlanabilir. Böbrek iskemisi, yani böbreklere az kan gitmesine bağlı bölgesel kansızlık, çıkarılan idrar miktarının birden azal­masına ve tamamen kesilmesine yol açar. Böbrek iskemisinin kısa sürdüğü durumlarda önemli yapısal bozuklukla­rın görülmediği "işlevsel yetersizlik" ortaya çıkar. İskeminin uzun sürdüğü durumlarda ise ağır doku yıkımı ve bu­nu izleyen böbrek borucukları ve/ya da böbrek kabuğu (korteks) nekrozu (doku yıkımı) gelişir.

Böbreklerden kaynaklanan akut böbrek yetmezliği nedenleri bu organın çeşitli hastalıklarını kapsar.

Böbrek borucukları nekrozu: Akut böbrek yetmezliğinin en sık görülen ne­denidir.
Akut glomerülonefrit: Ender durum­larda akut böbrek yetmezliğine yol açar.

Damar hastalıkları: Değişik biçimler­de ortaya çıkabilir. Emboli ya da tromboza bağlı olarak tıkanan damarlar her iki böbreği işlev dışı bırakabilir (iki yanlı, yaygın böbrek enfarktüsü). Kan­sız kalma ve/ya da damarların kasılıp büzülme refleksi sonucu glomerül ağı­nın bulunduğu böbrek kabuğu bölgesin­de nekroz, yani geriye dönüşsüz doku yıkımı ortaya çıkabilir. Kabuk nekrozu özellikle gebeliğin son aylarında septik (mikroplu) düşüğe bağlı akut böbrek yetmezliğinin bir sonucu olarak gelişir.

Enfeksiyonlar: Özellikle böbrekleri kansız bırakan ağır enfeksiyonlar böb­reğin iç bölgesini (medulla) ya da bura­daki memecik (papilla) bölgesini nek­roza uğratarak akut böbrek yetmezliği­ne yol açar.

Böbreklerden sonra akut böbrek yetmezliğine yol açan nedenler özellik­le orta ve ileri yaşlarda görülür. İdrar yollarının tıkanması idrar çıkışını bütü­nüyle engelleyebilir (anuri). Örneğin, böbrek taşlan ya da boşaltım sistemi tü­mörleri idrar borusunu tıkayacak biçim­de baskı yapabilir. Karın zarı arkasında oluşan lifli nedbe dokusu da idrar boru­sunu sararak tıkanıklığa yol açabilir.

Akut Böbrek Yetmezliği Tedavisi, Tedavi

Böbreklerden önce ve sonra ortaya çı­kan bozukluklara bağlı olan akut böb­rek yetmezliklerinde önce yüksek tansi­yon, konjestif (dokularda su tutulması ve damarlarda kan toplanmasına bağlı) kalp yetmezliği ve hücre dışı sıvı azal­ması gibi, etken olan birincil hastalık te­davi edilmelidir. Akut böbrek yetmezli­ğinin başlıca nedenlerinden akut böbrek borucukları nekrozunun (doku yıkımı) tedavisinde temel amaç vücuttaki orga­nik sıvıların ve bu sıvılardaki madde yoğunluklarının belli düzeylerde tutul­masıdır. Ayrıca böbreklerin boşaltım iş­levi bozulduğu için vücuda zararlı me­tabolizma ürünlerinin yoğunluğu, bes­lenme ile alınan proteinlerin azaltılma­sıyla dengelenmelidir. Çıkarılan idrar miktarının azaldığı dönemde olası en­feksiyonlara karşı hastayı mikroplardan uzak tutmak gerekir. Hastaya verilecek sıvı deri ve bağırsak gibi çeşitli yollarla yitirilen sıvı miktarı göz önünde tutula­rak belirlenmelidir. İdrar, kusma, ishal ve ateş hastanın gerçek su gereksinimi­ni belirleyen sıvı kayıplarına yol açar. Hastaya verilecek sıvı miktarı saptanır­ken 250-500 gr arasında değişen günlük normal su kaybı temel alınır. Ayrıca plazmada sık' sık sodyum düzeyine ba­karak, sodyum yoğunluğu düştükçe ve­rilen sıvı miktarı azaltılır. Kusma ve is­hal gibi yollarla aşın sıvı kayıplarının görülmediği hastalarda, kaybedilen sıvı miktarına ek olarak 24 saatte yaklaşık 400-600 ml sıvı vermek uygundur. Bu hastalara verilen yiyeceklerde enerji ge­reksinimi yeterli ölçüde karşılanmalı, ama yıkım ürünleri böbreklerden atılan proteinlerde kısıtlamaya gidilmelidir. Böbrek yetmezliğinde izlenecek beslen­me düzenine ilişkin ayrıntılı bilgi "Sağ­lıklı Yaşam" cildinde verilmiştir. Hasta­lık hafif seyrediyorsa ağızdan, daha ağır durumlarda burundan mideye uza­tılan sondayla, mide-bağırsak işlevleri bozuk hastalarda damardan besleme ya­pılır. Doğal olarak bu üç değişik yolla verilen besinler farklılık gösterir. Ağız­dan beslemede uygun ölçüde karbon­hidrat ve protein içeren, potasyum ve sodyum içermeyen, olabildiğince yağ­sız besinler verilmelidir. Beslenmenin burun sondasıyla yapılmasını gerekti­ren durumlarda daha önceden hazırlan­mış, hastanın bütün beslenme gereksinimini karşılayacak karışımlar kullanı­labilir. Damardan beslemede yüksek oranda glikoz (yüzde 25) içeren serum­lar hastaya günde 100-200 gr glikoz sağlayacak biçimde verilir. Potasyum özel dikkat gerektirir. Böbrek yetmezli­ğinde plazma düzeyi artan potasyum, özellikle kalpte karıncıklar arasındaki elektrik iletişimini bozarak kalp durma­sına yol açabilir. Bu tehlikeli etkisinden dolayı kanda potasyum artışı hemen denetlenmelidir. Kanda potasyum yüksel­mesi ağızdan iyon değişimi sağlayan reçinelerin verilmesi, potasyumun hücre dışı sıvılardan hücre içine geçmesini sağlayan şekerli çözeltilerin ya da ensü­linin damar yoluyla verilmesiyle denet­lenir. İyileşme belirtileri görülüp azalan idrar miktarında artış başladıktan sonra sıvı ve gıda alımındaki kısıtlamalar ya­vaş yavaş kaldırılır. Ama protein alımı üre ve kreatininin kandaki değerleri normale ulaşana değin denetim altında tutulur. Tedaviyi yönlendiren idrar ve kan tahlillerinin sonuçlan normale dö­nünce tedavi kesilebilir. Hastaların bü­yük bir bölümünde perhiz yapmak, sıvı ve elektrolitleri ölçülü almak vücutta aşın sıvı tutulmasını önlemede, hücre dışı sıvıların bileşimini normal yoğun­lukta tutmakta ve üremi belirtilerini or­tadan kaldırmakta yetersiz kalır. Bu ne­denle hastada idrarın azaldığı ya da bü­tünüyle kesildiği dönemde zaman ge­çirmeden diyalize başvurulur. Böbrek yetmezliğinde gecikmeden uygulanan periton (karın zan) diyalizi ya da hemo­diyaliz (kan diyalizi) komplikasyonları büyük ölçüde önler.

Kronik Böbrek Yetmezliği Nedir

Kronik böbrek yetmezliğinde birçok böb­rek hastalığının son evresini oluşturur. Böbreğin işlevsel birimleri olan nefronlardaki geriye dönüşsüz lezyonlar, böb­reğin boşaltım görevini yerine getire­memesine yol açar. Bu nedenle üre, ürik asit, kreatinin, sülfatlar gibi meta­bolizma atıkları dışarı atılamayarak vü­cutta birikmeye başlar. Proteinin son yıkım ürünü olan üre tek başına kanda zehir etkisi yapmasa da böbrek yetmez­liğinin önemli bir göstergesidir. Bu ne­denle böbrek yetmezliği belirtilerinin
görüldüğü geriye dönüşsüz son evreye üremi adı verilmiştir.

Kronik Böbrek Yetmezliği Nedenleri

Böbreğin işlevsel yapılarını etkileyen birçok hastalık kronik böbrek yetmez­liğine yol açabilir. Ayrıca damar siste­mine ait bozukluklar ve idrar yolları­nın tıkanması da kronik böbrek yet­mezliği nedenleridir. Bu hastalığın başlıca nedenleri arasında glomerülo-nefrit, böbreğin damar hastalıkları, kronik piyelonefrit, yalnız nefronları etkileyen cıva gibi zehirli maddeler, böbrekteki enfeksiyonlar ve her iki böbreğin doğumsal hastalıkları sayıla­bilir. Çok sayıda nefronun işlev dışı kalması, organik sıvı dengesini sağla­ma işini geride kalan az sayıdaki nefrona yükler. Bu durumda dakikada 120 mi olan glomerüllerdeki toplam süzül­me 20-30 ml'ye düşer ve böbrek borucuklarının taşıma yeteneği de azalır. Sonuçta üretilen idrarın miktarı ve özellikleri değişir: Atılacak maddelerin artması, hastalığın ilk dönemlerinde suyun borucuklardan vücuda geri emil­mesini engeller. Bir başka deyişle böbrek iyi süzemediği atıkları bol süzerek uzaklaştırmaya çalışır. Bu nedenle has­talık başlangıcında çıkarılan idrar mik­tarı artar (poliüri). (Yalnız büyük işlev kaybının görüldüğü kronik böbrek yet­mezliği evrelerinde idrar miktarı aza­lır.) Böbrek yetmezliğinin poliüriye eklenen ilk belirtileri arasında aşın su içme sayılabilir.

Hasta böbrekler idrarı gerektiği gibi yoğunlaştırma ve seyreltme özellikleri­ni de yitirmişlerdir. Bu nedenle koşul­lar değişse bile idrarın özgül ağırlığı sü­rekli olarak 1010 gr/lt dolayında kalır (normal değerler 1006-1025 arası). Bu­na aynı yoğunlukta kalan idrar anlamı­na izostenüri denir. Nefronların idrar yoğunluğunu değiştirme yeteneklerini yitirmeleri elektrolit denge bozuklukla­rına yol açar. Bazı olgularda böbrek borucuklarından geri emiliminin ortadan kalkmasına bağlı olarak gelişen sod­yum kaybı, vücutta sodyum düzeyinin düşmesine neden olarak kan ve öbür hücre dışı sıvıların azalmasına yol açar. Kan hacminin azalması, kan basıncının düşmesine ve buna bağlı olarak ilk id­rar miktarının azalmasına yol açar. Po­tasyum dengesinde belirgin sapmalar görülmez. En azından böbrek yetmezli­ği idrar azalmasıyla seyreden döneme girmedikçe potasyum normal değerleri­ni korur. Kronik böbrek yetmezliğinin belirgin özelliği olan ilk idrar miktarı­nın azalması vücutta fosfat tutulmasına yol açar. Fosfatlar kalsiyumu bağlaya­rak kalsiyum fosfatları oluşturur. Böy­lece kanda serbest kalsiyum miktarı azalır. Bu azalma paratiroit bezinden parathormon salgılanmasını uyarır. Parathormonun bir görevi kalsiyumun de­polandığı kemiklerden ayrılarak kana geçmesini sağlamak ve kanda kalsiyum düzeyini normal düzeye çıkarmaktır. Böbrek yetmezliğinin bir sonucu olan hiperparatiroidizm (paratiroit bezinin aşırı çalışması) kemik dokusunda incel­meye (kemik erimesi) ve kist oluşumu­na yol açar. Kemikler kırılacak ölçüde zayıflar. İdrarda kalsiyum düzeyi yük­selir ve bir anlamda eriyen kemiklerin idrarla dışarı atıldığı evreye girilir. İlk idrar miktarının azalması fosfatların ya­nı sıra sülfat ve besinlerin yıkılması ile oluşan organik asitlerin atılmasını da engeller. Böylece organik sıvılarda biri­ken bu maddeler asidoza (asit düzeyi­nin artması) yol açar. Kronik böbrek yetmezliğinde asidoz durumunun orta­ya çıkmasına böbrek borucukları da önemli bir katkıda bulunur. Borucuklar yeterli miktarda amonyum iyonu, ürete­mez ve böylece asit fazlasının amon­yum tuzları halinde vücuttan atılması gerçekleşmez.

Akut böbrek yetmezliği nedenleri; Kanama, Yaralanma, yanıklar, ülser delinmesi vb.

Damar içi hemoliz (alyuvar parçalanması) Yanlış kan nakli, sıtma vb.

Damarsal olaylar Böbrek atardamarında tromboz (pıhtı oluşu­mu), iki yanlı kabuk nekrozu (doku yıkımı) vb.

Enfeksiyonlar Akut hepatit, akut piyelonefrit vb.

Aşırı duyarlılık tepkileri Akut glomerülonefrit, kızartılı lupus, mantar zehirlenmesi vb.

Su ve elektrolit kaybı İshalli ağır bağırsak iltihapları, uzun süren kusma, idrar söktürücülerin uzun süre kulla­nılması vb.

İdrar yollarını tıkayıcı hastalıklar İdrar borusunu tıkayan tümörler, taşlar vb.

Böbreğe zehirli etkisi olan maddeler Cıva, karbon tetraklorür, fosfor vb.

Bunalti Nevrozu Bunalti Bozuklugu Nedir

Bunaltı Nevrozu, Bunaltı Bozukluğu, ve Sosyal Bunaltı


Bunaltı ortada belli bir neden yokken, bir tehlikenin yaklaştığı kaygısına ve güçsüzlük duygusuna kapılarak iç sıkıntısı duymak biçiminde tanımlanabilir; şiddeti hafif bir kaygıdan derin ve güçlü bir korkuya kadar değişebilir.

Bunaltı (anksiyete) terimi psikiyatri­de çoğu kez kavram karışıklığına yol açacak biçimde kullanılır. Bunun başlı­ca nedeni bu terimin herkesin paylaştığı kesin bir tanımının olmamasıdır.
Bunaltı dış dünyadaki gerçeklerden kaynaklanmayan ciddi bir tehdit edilme duygusuyla ilişkilidir. Bu duygu insa­nın bedeninde, sinir sisteminde ve zi­hinsel yaşamında bazı tipik belirtilerle ortaya çıkar. Bunaltının korkuya benzer yanları vardır; insan geleceğini sandığı bir kötülüğün acısını çeker ve bunu bi­linçaltında yaşanmış deneyimlerle bü­tünleştirir. Ama korkuda dışarıdan ge­len gerçek ve nesnel bir tehlike söz ko­nusuyken bunaltıda tehlike kişinin ken­disinden kaynaklanır; dışarıdan bakıldı­ğında herhangi bir açıklaması, görünür hiçbir tehlike yoktur.

Dış Tehlikelere Yanıt Olarak Bunaltı

Bunaltıyı belirleyen öğeler bireyseldir. Bunaltının nedenleri arasında bazı kişilik özellikleri ve derin iz bırakan gerilimler önemli yer tutar. Ama bunlar yeterince açık betimlemeler değildir ve kesin kli­nik, bulgulardan çok akılcı kavramsal modellere dayandırılmıştır. Kuşkusuz bunaltının fizyolojik ve nesnel yönleri, korkuda görülenlerden çok farklıdır.

"Bunaltı çağı" olarak adlandırılan günümüz ile geçmiş arasındaki tek ay­rım bugün yaşamın daha gerilimli ve hareketli olması değildir. Zamanımızın karmaşık tehlikeleri karşısında insanla­rın artık anında, etkili ve yalın davra­nışsal tepki göstermemeleri de önemli bir farktır. Bütün bunları dikkate ala­rak, uygulamada büyük önem taşıyan iki noktaya değinmek gerekir.

Birincisi, tanı sorunudur. Hastanın öyküsündeki tipik duygusal bozuklukların ve bunlara bağlı belirtilerin tanına-mamasıyla bunaltı gözden kaçabilir. Öte yandan bunaltının beden ve sinir sistemindeki belirtileri asıl hastalıkmış gibi yorumlanabilir. Bazen bunaltı be­lirtileri hasta tarafından dile getirilemez ve birbiriyle çelişkili birçok klinik ince­leme yapılması gerekebilir. Bazen de bunaltı daha derindeki ağır ruhsal ve organik hastalıkları örtmeye yarar.

İkincisi, bunaltı birçok durumda ki­şinin belirli uyaranlara ve dış tehlikele­re karşı gösterdiği, tümüyle normal ve yerinde bir duygusal tepki de olabilir.

Normal olarak bunaltı bir güçlüğü aşmak, gidermek ve sonunda sorun ol­maktan çıkarmak için kişinin bir silah gibi kullandığı davranışlardır. Bu biçi­miyle de nevrotik bir bozukluğa işaret
eden anksiyete nevrozundan farklı ola­rak genellikle olumsuz değil, kişinin ol­gunlaşma süreci için gerekli, çok önem­li bir öğedir. Çocuğun davranışları, ki­şiliğini de önemli ölçüde etkileyen eriş­kinlerin istekleri doğrultusunda gelişir ve yapılanır. Bu süreçte çocuk yeterin­ce sevgi ve onay (güven, destek) gör­mezse bunaltı için elverişli bir ortam yaratılır.

Bunaltı hoş bir olay değildir ve her birey ruhsal savunma mekanizmalarını kullanarak bu duygudan kaçınmaya ça­lışır. Bu mekanizmaların kullanılması her zaman bir hastalığa işaret etmez; özellikle genç yaşlarda kişilik gelişimi­ni belirleyen tepkilere neden olur. Bu­naltı bir tehlikeye yanıt olarak ortaya çıkar. Sorun bu tepkinin normal mi, yoksa hastalık niteliğinde mi olduğunu belirleyebilmektir.

Bunaltının şiddeti ve süresi gibi özellikleri belirdiği duruma uygun dü­şüyorsa, bunun organizmanın dış uya­ranlara yanıt vermesini sağlayan nor­mal ve temel bir tepki olduğu söylene­bilir. Bu tür bir tepki bireyin kendini savunarak yaşamını sürdürmesi açısın­dan çok işlevseldir. Oysa birçok olguda bunaltı normal ölçüler dışında, koşul­larla uyumsuz ve hastalık niteliğinde bir duygusal tepki olarak belirir. Bu du­rumda fiziksel rahatsızlıklara da neden olabilir.

"Normal bunaltı" ile "hastalık dere­cesinde bunaltı" arasındaki sınırı belir­lemek olanaksız değilse de çok zordur. Klinik açıdan bunaltının şiddeti çok de­ğişebilir. Çok hafif ve orta şiddette ol­gularda bunaltı "normal" sayılabilir, ama zamanla çok ilerleyerek hastalık ölçülerine de varabilir. Bu aşamaların sonunda ayrıca ciddi bedensel sorunlar gelişebilir. Normal ile hastalık derece­sinde bunaltı ayrımında temel alınacak ve olguların çoğunda geçerli olabilecek dört ölçüt önerilebilir:

• Bunaltının şiddeti, sıklığı ve süresi.
• Bunaltıyı yaratan olayın ciddiliği ile. bunaltı tepkisinin şiddetinin birbirine denkliği.
• Bunaltının yol açtığı fiziksel rahatsız­lığın derecesi.
• Normal alışkanlıklardaki bozulmanın (örneğin belli yerlerden kaçma, sıradan işleri yapamama) derecesi.

Hastalık Derecesinde Patolojik Bunaltı

İnsan bunaltıyı kendi denge ve uyumu­na yönelik bir tehlike biçiminde algıla­dığından bilinçli ya da bilinçdışı olarak bir dizi savunma sürecini başlatır. Bu­naltı belirtileri bu durumun nedeniyle karşılaştırılamayacak kadar şiddetliyse ve savunma mekanizması yetersiz kalan kişi bu belirtileri denetlemeyi başara­mazsa bunaltı nevrozundan söz edilir. Bunaltı nevrozu en basit, en az karma­şık nevroz türüdür. Ama bunaltı nevro­zu tanısının konabilmesi için önce bü­tün öbür bunaltı nedenlerinin araştırılıp elenmesi gerekir.

Bunaltı nevrozunun görüldüğü in­sanların çoğunda bazı ortak kişilik özel­liklerine rastlanır. Bunlar genellikle bu­naltıya eğilimli, çocukluk ve ergenlik çağlan güvensizlik içinde geçmiş, aile­den gelen korkulan bulunan kişilerdir. Bunaltıda kişilik yapısı çok önemlidir; bunda kalıtsal öğeler kadar özellikle an­ne babanın yeterince eğitici olmadığı durumlarda büyüme çağında edinilmiş davranış biçimlerinin de belirleyici etki­si vardır.

Kişilik özelliği olarak bunaltıya yat­kınlık bütün bunaltı nevrozu hastaların-da açıkça görülür.
Bazı psikanaliz okulları bunaltının olası nedenleri arasında doğum travma­sının da önemli bir yer tuttuğunu savunur. Hatta bazı araştırmacılara göre do­ğum anı, özellikle ailesel yatkınlığı olan bireylerde ciddi sonuçlara yol açan psikolojik bir şok yaratabilir. Doğum travmasının yaşam boyu üstesinden ge­linemez ve Freud'a göre doğum anı, bi­reyin ilk bunaltı deneyimidir.

BUNALTININ ÖZNEL RUHSAL BELİRTİLERİ


• Korku
• İç sıkıntısı
• Gerginlik
• Tehlike beklentisiyle duyulan
Korku
• Aşırı kaygı ve aşın uyanıklık
• Sabırsızlık ve huzursuzlu
(yerinde duramama)
• Çabuk yorulma
• Dikkatin çabuk dağılması
• Bellek bozuklukları
• Uykusuzluk


Bunaltı Belirtileri

Bunaltı nevrozu çeşitli biçimlerde orta­ya çıkabilir. Belli bir durumda, belirli nesnelerle karşılaşıldığında ya da hiçbir görünür neden olmadan belirebilir. Bu tür nevroz belirtilerinin sıklığı, şiddeti ve özellikleri kişilik yapısına bağlı ola­rak bireyden bireye değişir.

Bunaltı nevrozunda bedensel (soma­tik) ve ruhsal (psikolojik) kökenli ol­mak üzere iki ayn türden belirtilere rastlanır. Belirti ne kadar özgül, yani sı­nırlan belirgin ve kesin ise o kadar bü­yük bir olasılıkla organik kökenlidir. Buna karşılık dağınık ve betimlenmesi güç belirtilerin ruhsal kaynaklı olduğu düşünülür.

Bunaltı duygusal düzeyde korku, güvensizlik, huzursuzluk, hafif uyanla­ra aşın yanıt verme ve saldırganlık gibi belirtilerle ortaya çıkar. Düşünsel dü­zeyde hasta mantık yürütme ve dikkati­ni yoğunlaştırmada güçlük çeker. Be­densel bozukluklar arasında ise baş dönmesi gibi sinir sistemini ilgilendiren belirtilere, deriyle ilgili olarak avuç içi, ayak tabanı ve koltukaltı terlemeleriyle solgunluk ya da ani yüz kızarmasına, kalp atışlarının hızlanması gibi kalp-damar sistemi bulgularına, sindirim sis­teminde mide bulantısı, ishal, kabızlık gibi yakınmalara, kas sisteminde hare­ket düzensizliklerine, ayrıca sık idrara çıkma gibi boşaltım sistemi belirtilerine rastlanır.

Utangaç ve güvensiz kişilik yapısıy­la bağlantılı olarak geceleri kâbus gör­me, idrar kaçırma ve tik biçiminde bo­zukluklar ortaya çıkabilir. Bunaltının kronikleşmiş olduğu kişilerde ise genel­likle uyuma zorluğu, derin uyuyamama ve kâbus görmeden başlayarak ruhsal kaynaklı bedensel (psikosomatik) hasta­lıklara kadar varabilen belirtiler görü­lür.

Bu olgularda bunaltının uyarıcı işa­ret vermek biçimindeki işlevsel yararı artık kalmamıştır. Kişi akılla bağdaşma­yan amaçsız işler yapmaya başlar. Ayrı­ca ölüm ve delirme korkularıyla besle­nen derin bir kaygı içindedir.

Bunaltı Stres Krizlerinin Özellikleri

Bunaltı krizi, gündüz ya da gece gelebi­len, birkaç dakikadan birkaç saate ka­dar, hatta bazen daha fazla sürebilen, aynı gün ve gece içinde yineleyebilen nöbettir. Titreme, terleme ve ağlamayla birlikte hastada şiddetli panik görülür. Bazen bunlara görsel varsanılar (halüsi-nasyon) ve ani ölüm korkusu da eşlik eder. Göğüs kafesinde sıkışma duygu­suyla birlikte "hava açlığı" belirir. Hasta sık soluk almaya başlar. Sonunda kanda kalsiyum düzeyi düşer ve parmaklarda, ellerde ve ağız çevresinde duyarlılık be­lirir. Kas gerginliğine bağlı ağrılarla, ka­fa arkası ve alında duyulan inatçı baş ağrılarına sık rastlanır. Baş ağrısı akşa­ma doğru artarak bütün başa yayılır. Ki­şinin metabolizma ve sinir sistemiyle il­gili yapısal yatkınlıkları dışında bu bo­zuklukları ortaya çıkaran etkenler ikiye ayrılabilir. Bunlardan dış etkenler aile ve toplum kökenlidir. Kişinin aile çevresinde ve toplum içinde yaşadığı çok olumsuz ve acı veren deneyimler bunal­tının başlıca dış etkenlerini oluşturur.

İç etkenler ise ruhsal çatışmalardan kaynaklanır. Doyucuru biçimde çözüle­meyen ya da durdurulamayan ruhsal ça­tışmalar, kişide sevgisiz kalma, öz dene­timini yitirme, ekonomik çökme (iflas) gibi çok çeşitli korkulara neden olur.

Bunaltı Ayırıcı Tanı Teşhis

Bunaltı hem bedensel, hem de ruhsal ni­telikli birçok hastalıkla karıştırılabilir. Dolayısıyla ayırıcı tanı bütün bu olası­lıkların araştırılmasını gerektirir. Vücu­dun herhangi sistemini ilgilendiren ra­hatsızlık belirtilerinin nedenleri ayrıntılı incelemeler yapılarak ortaya çıkarılma­lıdır. Yukarıdaki açıklama anımsanacak olursa şiddetli panikle birlikte görülen bunaltı krizi belirtileri önemli ölçüde miyokart enfarktüsünü taklit edebilir.

Ayrıca ruhsal çöküntü (depresyon) sendromu da belirgin bir bunaltıyla or­taya çıkabilir.

Bunaltı Tedavisi

Bunaltı nevrozunun temeline inen teda­vi ile bunaltı krizi tedavisi arasında ay­rım yapmak gerekir.

Bunaltının Öznel Fiziksel Belirtileri

İstemsiz kas hareketleri, Terleme, Ağız kuruması, Titreme, Çarpıntı, Göğüste sıkışma, Hava açlığı, Baş dönmesi ve "dağılma" duygusu, Bedensel yorgunluk, Bulantı "Boğaz düğümlenmesi", İştahsızlık, Sindirim sistemi bozuklukları, Sık sık idrara çıkma, Gerginliğe bağlı baş ağrısı, Çeşitli fiziksel hastalık belirtileri

Gerginlik (stres) ne zaman ortaya çıkar?

Gerginlik, organizmanın yeniliklere uyum göstermesinin gerektiği ya da ruhsal-bedensel dengeyi bozabile­cek bedensel ve duygusal gerilimle­rin sürekli etkisinde kaldığı durum­larda gelişir.

Panik ya da büyük korku nöbetle­ri bunaltı belirtisi midir?

Panik nöbeti bunaltının en ağır biçi­midir. Ölüm ve delirme korkusunun yanı sıra genellikle nefes darlığı, çarpıntı, aşın terleme, bütün vücutta felç duygusu gibi fiziksel belirtilerle birlikte ortaya çıkar. Birçok olguda özellikle göğüste olmak üzere yay­gın ağrılar görülür. Kalp krizini düşündürebilen bu ağrılar birkaç daki­ka ya da birkaç saat sürebilir ve bir iki gün içinde yavaş yavaş geriler.

Bunaltı ile korku arasında ne fark vardır?

Bunaltı kişinin yaklaştığına inandı­ğı, ama tanımadığı bir tehlike karşı­sındaki duygusal gerginliğidir. Kor­ku ise gerçek bir tehlikeye karşı ve­rilen duygusal yanıttır.

Bunaltının çocuk ve erişkinlerde görülen biçimleri farklı mıdır?

Erişkinlerde bunaltı ve bunaltı nev­rozu belirtilerini tanımak görece da­ha kolaydır. Erişkinde kişilik geliş­mesi tamamlanmış olduğundan, "olağan" dışı sapmaları ayırt etmek zor değildir. Oysa çocuklarda kişilik gelişmesi sürmekte olduğundan ola­ğanlık ve nevroz arasındaki sınır be­lirsizdir. Bazı psikiyatrlar çocukta orta şiddetteki bunaltı nevrozunun çocuğun hızlı toplumsal (aile, okul) ve bedensel gelişimi dikkate alındı­ğında normal ve işlevsel bir durum olduğu görüşündedir.

Köklü nevroz tedavisinin bedensel ve ruhsal olmak üzere birlikte uygula­nan iki yönü vardır. Bunaltı bedensel belirtiler veriyorsa ayrıntılı bir tıbbi mu­ayene zorunludur. Fiziksel bir bozukluk olasılığı ancak böyle bir muayeneden sonra elenebilir ve hastanın bu konuda­ki endişeleri giderilir.
Bunaltının hafif türlerinin tedavisinde önce psikoterapiyle başlamak ve hastaya genel anlamda güven vermek önemlidir.

Bunaltı çözücü ilaçlar miyasteni (kas zayıflığı) hastalığında kesinlikle kul­lanılmamalıdır.
Kronik solunum yetmezliği olanlarda çok dikkatle kullanılmalıdır. Yaşlılarda karaciğer ve böbrek yetmezliği tehlikesi nedeniyle düşük dozlar­da verilmelidir. Yaşlı hastada yüksek dozlar zihin karışıklığının artmasına ve beyin ödemine yol açabilir.

İlacın görece yüksek dozlarda verildiği durumlarda fiziksel ve ruhsal ba­ğımlılığın gelişip gelişmediği sık aralıklarla kontrol edilmelidir. Bunaltı çözücü ilaçlar cinsel dürtülerin zayıflamasına yol açabilir. Bunaltı­nın öncelikle cinsel sorunlardan kaynaklandığı durumlarda kullanılmaları uygun değildir.

Yatıştırıcılar kan yoluyla anne adayından bebeğe geçtiği için gebelikte kul­lanılmaları sakıncalıdır.

Ruhsal çöküntü olgularında yalnızca bunaltı çözücülerin kullanılması doğru değildir.
Daha ilerlemiş olgularda deneyimli uz­manlarca uygulanan psikoterapiye ek olarak uygun ilaç tedavisine de başlanır.

Öncelikle uyku düzeninin olabildi­ğince normale dönmesi sağlanmalıdır. Uygun beslenme ve beden hareketleri hastanın genel sağlığına katkıda bulu­narak gerginliklere karşı direncini artı­rır. Bazı hafif yatıştırıcıların kullanıl­ması da yararlı olabilir.

Bunaltıya ruhsal çöküntü de eklen­mişse tedavide bunaltı çözücü ilaçlarla ruhsal çöküntü giderici ilaçlar birlikte kullanılabilir. Böyle birleşik tedaviler çoğunlukla etkili ve tehlike yaratmaz.
Daha karmaşık psikoaktif ilaçlar ise an­cak psikoterapi uzmanının doğrudan denetimi altında kullanılabilir.

Bunaltı krizinin tedavisinde bazen yatıştırıcı ve spazm çözücü ilaçlar da kullanılabilir. Bu tür tedaviye daha çok nöbetin uzun sürmesi, hastanın yaşlı ol­ması ve daha ileride uzun süreli tedavi yapma olasılığının bulunmaması duru­munda başvurulur. Hızlı etkili barbitüratlar akut panik nöbetini hemen ortadan kaldırır. Ama kronik bunaltı olgularında hipnotik etkili barbitüratlar çok dikkatle kullanılmalıdır, çünkü bu ilaçlara ba­ğımlılık gelişme tehlikesi çok yüksektir.

Malta Hummasi Bruselloz Hastaligi Nedir

Malta Humması Olarakta Bilinen Hastalık Bruselloz Nedir

İnsanlara evcil hayvanlardan bulaşan bu hastalığa karşı koruyucu önlem olarak temizlik kurallarına titizlikle uyulması gerekir.

Malta humması ve Akdeniz hum­ması olarak da bilinen Bruselloz, evcil hayvanlar arasında son derece bulaşıcı bir mikrobik hastalıktır. İnsana da bu hayvanlardan bulaşır. Verdiği dalgalı ateş, terleme, halsizlik ve ağrı belirtileri bazen kronikleşir ve hastayı uzun süre yatağa bağlayabilir.

Bruselloz Malta Humması Hastalığı Nedeni

Akdeniz hummasının etkeni Brucella cinsinden bakterilerdir. Bu cinsin in­sanda hastalık yapan türleri keçilerden geçen Brucella melitensis, sığırlardan geçen Brucella abortus ve domuzlar­dan geçen Brucella suis'tir. Brucella canis türüne ise ender olarak köpek­lerde rastlanır. Vücuda giren mikrop­lar temel olarak kemik iliği, lenf dü­ğümleri, karaciğer ve böbrek hücrele­rine yerleşir. Daha seyrek bulundukla­rı yerler kemik dokusu, erbezleri ve kalp iç zarıdır (endokart). Merkez si­nir sistemi ve çevrel sinirler de mik­roplardan etkilenebilir. Kanla yayılan başka mikrobik hastalıklarda olduğu gibi bu bakteriler de bütün dokulara yerleşebilir.

Bruselloz Malta Humması Hastalığı Nasıl Bulaşır

Malta hummasının başlıca bulaşma kaynağı büyükbaş ve küçükbaş hayvan­lardır. Hastalık insanlara genellikle has­talıklı hayvanın sütünden geçer. Bu hayvanların sütünde çok sayıda bakteri vardır. Taze peynir, tereyağ ve dondur­ma gibi süt ürünleri de bulaşmaya yol açar. Hastalıklı hayvanların dışkı ve idrarıyla bakteri dış ortama yayılır. Bru­cella çevre koşullarına son derece dayanıklıdır. Tozlu ortamlarda altı haftaya kadar, nemli toprakta ve suda daha uzun süre canlı kalabilir. Dolayısıyla bu bakterilerle kirlenmiş sular, sebzeler ve çevreye dağılan tozlar bulaşmaya yol açabilir.

Brucella abortus özellikle düşük ya­pan ineğin düşük sırasında çıkardığı maddelere dokunulmasıyla bulaşır. Bakteri bunlar arasında en çok etenede (plasenta) bulunur. Düşük sırasında bu­laşmaya hayvancılıkla uğraşan köylüler ve veterinerler arasında oldukça sık rastlanır. Hastalıklı hayvanların dölyolu muayenesi sırasında el derisinden de bulaşma oluşabilir.

Bruselloz Malta Humması Hastalığı Dağılımı

Bütün Akdeniz havzasında bulunan Brucella melitensis küçükbaş hayvan­larda (koyun, keçi) bulaşma etkeni ol­makla birlikte sığırlarda da görülebilir. Avrupa'nın orta ve kuzey kesimlerinde dağınık biçimde yayılmış olan Brucella abortus sığırlarda ve daha seyrek olarak at, köpek ve domuzlarda düşüğe neden olur.

Amerika'da sık rastlanan Brucella suis domuzlarda düşüğe yol açar. Ayrı­ca tavşan ve başka yabanıl hayvanlarda da hastalık etkenidir. Kırsal kesimlerde daha yaygındır. Hayvanlarda düşüklere daha çok rastlanılan bahar aylarında hastalığın görülme sıklığı artar. Hasta­lık etkeni gebe hayvanın meme ve döl-yatağına yerleşmiştir.

Bruselloz Malta Humması Hastalığı Belirtileri

Brucella melitensis ile oluşan en yaygın Bruselloz tipinde kuluçka süresi 2-6 haf­ta arasında değişir. Hastalık hafif belirti­ler vererek başlar. Ateş yavaşça yüksele­rek 10 günde 39°C-40°C'ye kadar çıkar. 1-2 hafta bu düzeyde kalan ateş daha sonra düşer ve kaybolur. Böylece ateşli dönemden daha kısa süren ateşsiz döne­me girilir. Bunu yeniden ateşli dönem izler. Ateş düşerken görülen terleme Brusellozun en tipik özelliklerinden biri­dir. Malta hummasının ateş dışındaki başlıca belirtileri yorgunluk, kas, kemik ve eklem ağrılarıdır. Hastalığın belirtile­ri, hastalık etkeni mikropların vücutta yerleştiği yere (erbezleri, karaciğer, sinir sistemi, akciğerler) göre değişir. Brusel­loz olguları yüksek ateş, titreme ve bi­linç bulanıklığı belirtileriyle birden baş­layabildiği gibi gözden kaçabilecek öl­çüde hafif seyredebilmektedir.

Bruselloz Malta Humması Hastalığı Tanı, Teşhis

Meslek olarak hayvanlarla uğraşmak, dalgalı ateş, hastalığın sinsi başlaması ve terleme bruselloz olasılığını düşün­dürür. Bu olasılık kan kültüründe mik­robik etkenin üretilmesi ve serumda öz­gün antikor aranması (Wright testi) ile sınanarak kesinlik kazanır.

Bruselloz Malta Humması Hastalığı Tedavisi, Tedavi

Malta hummasında belirtilere yöne­lik tedavi için hastaya ağrı ve genel hal­sizlik dönemi süresince ağızdan 6 saat­te bir 500 miligram şahsilik asit (aspi­rin) verilir. Terlemeyle kaybedilen suyu karşılamak için yeterli su alınmalıdır. Uykusuzluk sorunu varsa alışkanlık yapmayacak uyku haplarına başvurula­bilir. Hastalık etkenine yönelik tedavi için 3-4 hafta süreyle 6 saatte bir 500 miligram tetrasiklin alınması gerekir. Aç karnına alınan bu ilacı çocuklar, ge­be kadınlar ve böbrek hastalığı olanlar kullanmamalıdır. Daha ağır olgularda tetrasikline ek olarak, tetrasiklin tedavi­sinin ilk 2-3 haftası boyunca 12 saatte bir 500 miligram streptomisin kas içine verilir. Hastalığın sürdüğü durumlarda antibiyotik tedavisine bir aylık aralarla uzun süre devam edilebilir.

Malta hummasının antibiyotiklerle tedavisinde en önemli sorun tedavinin kesilme anının kesin biçimde bilinememesidir. Hiçbir test hastalığın sona er­diğini gösteren güvenilir bilgi vermez. Genel kural olarak ateşin düşmesinden ve dalak büyümesinin tam olarak geç­mesinden sonra en az 20 gün boyunca tedavi kesilmez. Hastalığın akut ve akut kronik arası biçimlerinin antibiyo­tik tedavisine iyi yanıt vermesine karşılık, aynı durum sık yinelemelerin gö­rüldüğü kronik biçimler için geçerli de­ğildir.

Bruselloz Malta Humması Hastalığı Korunma Yöntemleri

Hastalığın ilgili makamlara bildirilmesi zorunludur. Hastalık hayvanlardan bu­laştığı için hastaların çevreden yalıtıl­masına gerek yoktur. Yoğun araştırmalara karşın bruselloz aşısı henüz bulu­namamıştır. Bu nedenle koruyucu ön­lemler büyük önem taşır. Hayvancılıkla uğraşanlar temizlik kurallarına uymalı, sürüdeki hasta hayvanlar yok edilmeli, süt ve süt ürünleri sıkı denetimden ge­çirilmelidir. Peynirin yapımından sonra en az üç ay buzhanede bekletilmesi ya­sal zorunluluktur. Bu bekleme süresi peynirden gelecek olası bulaşmayı en­gelleyecektir.

İnsan ve hayvanların ortak hastalığı olan brusellozdan korunmak için insan ve hayvan hekimliği arasında sıkı bir işbirliği gereklidir. Hayvancılığa ilişkin koruyucu önlemler hayvanların temizli­ğine dayanır. Bunun için de ahır ve ağıllar temiz tutulmalı, hayvan pislikle­ri hemen atılarak dezenfekte edilmeli­dir. Hasta hayvanların belirlenmesi, hastalık görülen bölgelerin ve hayvan­ların yalıtılması da önemlidir.

Bruselloz hayvanlarda olduğu gibi kadınlarda da düşüğe yol aça­bilir mi?

Kadınlarda bruselloza bağlı düşük çok ender görülür.

Bruselloz kronikleşebilir mi?

Evet. Üstelik hastalığın çok yaygın görüldüğü bölgelerde kronik bi­çimlere giderek daha sık rastlanmaktadır. Bruselloz iyileşme ve alev­lenme dönemleriyle seyreden akut evreden sonra kronikleşebilir.

Kronik bruselloz belirtileri nelerdir?

Karaciğer ve dalağın büyümesi en önemli belirtidir. Hastalığın izlediği çeşitli biçimler arasında ateşle ya da sinirsel ve ruhsal bozukluklarla seyredenleri de vardır. Ateşli biçimde hastalığın akut dönemi uzamış­tır ve sürekli ateş, aşırı terleme, yorgunluk ve kansızlık belirtileri gö­rülür. Sinirsel ve ruhsal bozukluk yaratan biçiminde ise bu belirtilere ruhsal çöküntü, aşırı duyarlılık, bunaltı, sindirim sistemi ve bilinç bo­zuklukları, bazı olgularda da cinsel iktidarsızlık eşlik eder. Kas ve ek­lem ağrılarına oldukça sık rastlanır.

Brons Nedir Akciger İltihabi Nedir

Bronş Nedir, Akciğer İltihabı (Bronkopnömoni) Nedir

Bronş mukozasının hava keseciklerine (alveol) kadar yapılabilen akut iltihabıdır. Tedavide antibiyotikler kullanılır.

Bronşlar solunan havayı soluk bo­rusundan akciğerlere taşıyan, dallandıkça incelerek bronşiyollere dönüşen ve sonunda sayısız hava kesecikleri­ne (alveol) bağlanan borucuklardır. Bronşlardan geçerek hava kesecikleri­ne giren havadaki oksijen ince çeperli kılcal damar ağından kana geçerek do­kulara taşınır. Dokularda gerçekleşen metabolizma etkinlikleri sonucunda or­taya çıkan karbon dioksit de gene kan dolaşımı yoluyla hava keseciklerinin duvarlarını kaplayan kılcal damarlara gelir. Bu açıklamadan anlaşılabileceği gibi solunum sisteminde hava kesecik­leri gaz alışverişinin gerçekleşmesini, bronşlar ise hava iletimini sağlayan ya­pılardır. Bronşların ağız ve burun yo­luyla dış ortama açık olmaları, dış or­tamdaki olumsuz koşullardan önemli ölçüde etkilenmelerine yol açar. Bakte­riler, zararlı toz ve gaz gibi maddeler solunan havayla birlikte doğrudan bronşlara ulaşabilir. Ama bronşlar bir­çok savunma sistemiyle donatılmıştır. Yabancı maddeler burun ve yutakta ge­çişi denetleyen son derece etkili engel­leri aşmak zorundadır. Bunu başaranlar ise çok sayıda hücrenin salgısıyla bes­lenen ve bronş duvarını örterek bir set oluşturan mukus katmanıyla karşılaşır. Ayrıca titrek tüylü epitel hücrelerinden oluşan bir temizlik sistemi de vardır. Bu tüyler fırça gibi çalışarak yabancı maddeleri ve mukusu sürekli dışarıya doğru süpürür. Ama koruyucu sistem­lerin etkinliğini azaltan koşulların orta­ya çıkması ya da bu sistemlerin aşın yüklenmesine bağlı olarak bronşlar ilti­haplanabilir. Sonuçta sık sık görülen ve genellikle önemli sayılmayan bir hastalık olan bronşit ortaya çıkar. Bu akut iltihap bronş ağacının ince dalları­na kadar ulaşıp çevre akciğer dokusuna da yayıldığında bronkopnömoniye, ya­ni bronş-akciğer iltihabına dönüşmüş olur.

Akciğer İltihabı Bronş Nedenleri

Bronkopnömoni etkeni olan streptokok, stafilokok, pnömokok, ve Friedlânder basili gibi bakteriler tek başlarına ya da bazen birkaçı bir arada bulunur.

Olguların çoğunda bronş-akciğer il­tihabı, larenjit (gırtlak iltihabı) ve fa­renjit (yutak iltihabı) gibi üst solunum yollarının virüs ya da bakteri kökenli iltihaplarından sonra görülür. Üst solu­num yolu iltihaplan ise çoğu kez genel hastalıklara bağlı ikincil hastalık (komplikasyon) olarak ortaya çıkar. Bu komplikasyonlar çocuklarda grip, boğ­maca, kızamık ve difteri, erişkinlerde tifo, bruselloz (Malta humması), septi­semi gibi bulaşıcı hastalıklardan, ayrıca kalp yetmezliği, zehirlenmeler ve cerra­hi girişimlerden, sonuç olarak vücudun direncini azaltan her türlü gelişmeden kaynaklanır.

Bronş-akciğer iltihabını hazırlayan etkenler:


• Uzun süre yatakta kalan hastalarda akciğerin alt loblarında kan göllenmesi.
• Özellikle felç nedeniyle yutma zorluğu olan hastalarda bronş ağacına besin, mukus, yabancı cisim gibi mikroplu maddelerin kaçması.
• Akciğerde tümör oluşumu sonucunda bronş tıkanmasına bağlı olarak bir böl­genin hava alamaması

Akciğer İltihabı Bronş Belirtileri

Bronş-akciğer iltihabı belirtileri başlan­gıçta genellikle üst solunum yollan nez­lesi ya da başka bir organ hastalığının belirtilerine benzer. Gelişen iltihap has­tanın genel durumunu bozarak ateş yük­selmesi, yorgunluk, halsizlik, öksürük ve bazen kanlı olabilen balgam, nabız ve solunum sayısında artış gibi belirtilere yol açar. Bazı olgularda şiddetli baş ağ­rısı, dalgınlık ya da hezeyan gibi daha ağır belirtiler görülebilir. Bazen belirti­ler fark edilemeyecek ölçüde hafiftir.

Akciğer iltihabından farklı olarak bronş-akciğer iltihabı çok değişik biçim­lerde gelişebilir. Belirtileri yok denecek ölçüde az olan, kısa süreli çok hafif ol­guların yanı sıra akut ve ağır, uzun süren ya da yineleyen olgulara da rastlanır.

Akciğer İltihabı Bronş Tanı ve Teşhis

Tipik durumlarda bronş-akciğer iltihabı tanısı koymak son derece kolaydır. Özellikle,
• üst solunum yollan enfeksiyonu sıra­sında düşen ateş yeniden yükselir;
• öksürük ve balgam çıkarma başlar;
• genel durum hızla bozulur.

Bu veriler daha sonra bir akciğer fil­miyle kesinleşecek olan bronş-akciğer iltihabı olasılığını düşündürmeye yeter.

Ama tanıya ulaşmak her zaman bu kadar kolay olmaz. Özellikle kalp has­taları, amfizem ve kronik bronşit gibi kronik solunum yolu enfeksiyonları ya da genel durumu bozan başka hastalık­ları olan yaşlılarda, ayrıca alkol bağım­lısı kişilerde farklı belirtiler ortaya çıka­bilir: Ateş hemen hemen yoktur. Buna karşılık genel durum ve dolaşım olduk­ça bozuk, nabız ve solunum sayısı art­mış, dil kuru ve kırmızıdır. Öksürük az­dır. İştahsızlık süreklilik gösterir. Za­manında tanı konulamazsa hastalık öldürücü olabilir.

Yeni geliştirilen antibiyotikler en ağır olgularda bile bronş-akciğer iltiha­bı tedavisinde başarı oranını eskiye gö­re büyük ölçüde artırmıştır.

Akciğer İltihabı Bronş Hastalık Süresi

Hastalığın geçmesi için bazen bir hafta gibi kısa bir süre yetebilir. Bazen de ge­rilemeler ve alevlenmelerle daha uzun sürebilir. Alevlenmeler genellikle akci­ğerde yeni odakların enfeksiyonu sonu­cunda gelişir. En ağır durumlar, birden çok mikroba bağlı olarak ortaya çıkar. Örneğin, nezle virüsü ile stafilokok ya da streptokok gibi bakterilerin birlikte bulunması hastalığı ağırlaştırır.

Antibiyotik tedavisiyle iyileşmenin sağlandığı olgularda hastalık belirtileri bir ya da iki gün sonra hafifler ve ateş gi­derek düşer. Buna karşılık yapısal bo­zukluklar daha yavaş düzelir. Muayene­de akciğer dinlenirken duyulan hırıltılı sesler uzunca bir süre daha sürer. Radyo­lojik incelemede hastalık belirtilerinin gerilemesi ve kaybolması da birkaç haf­tayı bulur. Muayene ve radyolojik ince­leme sonuçlarının bu kadar geç düzelme­sinin nedeni, akciğerdeki iltihap odaklarının yavaş iyileşmesinden kaynaklanır. Gerçekten de, antibiyotikler yalnız en­feksiyondan sorumlu bakterileri yok eder. Ama bronş-akciğer iltihabının te­mizlenmesini çabuklaştırıcı bir etki yap­mazlar. Bu nedenle ateş ve öksürük be­lirtilerinin kaybolmasına bakarak antibi­yotik tedavisinin kesilmesi, dokularda yeniden bakteri üremesine yol açabilir.

Yetersiz ya da yanlış tedavi uygu­lanmış olgularda yeni komplikasyonlar, özellikle de akciğer zarı iltihaplanması görülebilir. Bu arada ateş, öksürük, bal­gam çıkarma, solunum güçlüğü gibi be­lirtiler de sürer. Ender olarak hastalık uzun bir zamana yayılarak kronikleşebilir.

Kronik olgularda, hastalık etkenini kesin biçimde ortaya çıkaracak tanı yöntemleri kullanılmalıdır. Böylece te­davinin etkisi yeniden gözden geçirile­rek en uygun antibiyotik seçimi yapılır.

Akciğer İltihabı Bronş Tedavisi, Tedavi

Antibiyotikler. Bronş-akciğer iltihabı tedavisinin temeli antibiyotiklere dayanır. Bu tedavi hastada enfeksiyon etkeni ya da etkenlerinin bakteri kültürü yapı­larak ortaya çıkarılması, sonra da antibiyogram ile bu bakterilerin duyarlı ol­duğu antibiyotiklerin saptanması saye­sinde daha başarılı biçimde yürütülür. Yapılacak incelemeler için öksürükle atılan balgamdan alınacak örnek genel­likle hastalık etkeni olmayan başka mikroplarla da bulaşık olduğundan doğ­ru tanıya ulaşmada büyük zorluk yara­tır. Bu nedenle bazı özel yöntemlerin uygulanması gerekecektir.

Balgamda bulunması kaçınılmaz olan yanıltıcı bakterilerden kurtulmak için incelenecek örneğin doğrudan bronşlardan alınması gerekebilir. Bronkoskop gibi bronşlara uzatılan aletlerin kullanıldığı bu işlem kronik bronşitli hastalara uygulanır. Akut durumlarda ise hem hastanın genel durumunun çok bozuk olması nedeniyle, hem de antibi­yotik tedavisine hemen başlanması gerektiğinden uzun zaman alan inceleme­lere girişilemez. Akut bronş-akciğer za­rı iltihabında antibiyotik tedavisine baş­lanmasına karşın hastalık gerilemezse, yukarıda sözü edilen özgün antibiyotiği belirleme işlemi zorunlu hale gelir. Aşağıdaki veriler genel olarak antibiyo­tik tedavisini yönlendirebilecek yeterli­liktedir.

• Hastanın özgeçmişi. Hastanın daha önceki sağlık durumuna ilişkin olarak kendisinin ya da yakınlarının anlattıkla­rı.

• Epidemiyolojik durum. Toplumda yaygın enfeksiyon etkeni olan ya da en azından hastaneye gelen olgularda sap­tanan bakteri türlerinin bilinmesi. Bu bakterilerin çeşitli antibiyotiklere karşı duyarlılığının saptanması.

• Belirtiler ve bu belirtilerin şiddeti. Bu veriler temel alınarak, özellikle ağır gidişli olgularda ve genel durumu bo­zuk hastalarda tanı konur konmaz bak­terilere karşı tedaviye hemen başlanabi­lir.
Başka yardımcı ilaçlar. Akut bronş-akciğer iltihabının tedavisinde antibiyotikler dışında, merkez sinir sis­temini uyaran, kalp ve dolaşımı güç­lendirici, öksürük giderici ilaçlar, vita­minler kullanılır. Ayrıca dinlenme, iyi havalandırılmış ve ısıtılmış ortamlarda bulunma, besleyici, ama kolay sindirilebilen yiyecekleri yeme gibi genel sağlık ve beslenmeyle ilgili önlemler alınır.

Bilmek İstedikleriniz

Akciğerlerin genel özellikleri nelerdir?

İnsanların göğüs boşluğunda biri sağa, öbürü sola yerleşmiş iki akci­ğer vardır. Bunların üstünü akciğer zan (plevra) örter. Süngersi, esnek ve kabaca koni biçimindedirler. Her birinin tepesi daralarak yuvarlaklaşırken tabam geniş bir yüzey oluşturur. Renkleri çocukta grimsi be­yaz, yaşlılarda solunumla alınarak biriken yabancı maddeler nedeniyle daha koyu renklidir.

Solunumla akciğere giren havanın özelliği nasıl olmalıdır?

Hava bileşiminin önemi özellikle solunum yolu hastalıklarında ve alerjik durumlarda iyice ortaya çıkar. Havadaki oksijen, karbon dioksit, azot ve su buharı oranlarının sürekli uygun düzeylerde olması ge­rekir. Havanın ısısı da değişmemelidir. Ayrıca hava toz, çiçek tozu, bakteri, mantar sporları gibi yabancı maddelerden olabildiğince arın­mış olmalıdır.

Solunum sisteminde bu tür yabancı maddeleri temizleyebilecek bir mekanizma var mıdır?

Burnun ön bölümündeki kıllar, özelleşmiş hücrelerin salgılarıyla bes­lenen mukoza katmanı, tüylü epitel hücreleri ve hastalık yapıcı etken­lerin lenf dolaşımıyla uzaklaştırılması solunan havadaki yabancı maddelere karşı önemli korunma mekanizmalarını oluşturur.

İklim ve çevre koşulları solunum sürecini olumsuz etkileyerek bronş-akciğer hastalıklarının oluşmasını kolaylaştırabilir mi?

İnsanlar için en uygun iklim koşullarım belirlemek oldukça zordur. Ama insanların genellikle kendilerini sıcak bir ortamda soğuk bir orta­ma göre daha iyi hissettikleri de bir gerçektir. Araştırmalar, ruhsal ve fiziksel etkinlikler için en uygun sıcaklığın 4°C-21°C arasında değişti­ğini göstermektedir. Sonuç olarak, hızlı sıcaklık değişimleri ve vücu­dun hızla soğuması gibi ortamın ısısıyla ilişkili değişikliklerin, aşın si­gara içmenin ve aşın hava kirliliğinin sağlık koşullan üzerinde olum­suz etki yaptığı, bu gibi etkenlerin solunum yollan enfeksiyonlarının başlıca hazırlayıcı öğeleri olduğu söylenebilir.

Hava sıcaklığındaki hızlı değişmeler, hava kirliliği ve aşırı sigara içme neden akciğer ve solunum yolu hastalıklarına yol açar?

Bütün bu etkenler organizmanın savunma gücünü azaltarak mikropla­ra solunum sisteminde çoğalıp hastalık yapma fırsatı vermektedir.

Alkol bronş-akciğer hastalıklarına olan yatkınlığı artırır mı?

Alkolün kuşkusuz böyle bir etkisi vardır. Bu etki hem doğrudan solu­num reflekslerini, hem de organizmanın enfeksiyonlara verdiği yanıtı zayıflatmasından kaynaklanır.

Bogmaca Hastaligi Nedir Tedavisi Belirtileri

Boğmaca Hastalığı Nedir, Çocuklarda Boğmaca

Şiddetli öksürük nöbetlerinin görüldüğü akut solunum yolları enfeksiyonudur; komplikasyonları bazen çok ağır olabilir.

Boğmaca akut ve çok bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. En tipik özel­likleri solunum yollarında nezle ve üst üste gelen öksürük nöbetleridir. Öksü­rük kasılma nöbetleriyle birlikte gelebi­lir. Hastanın soluk alma sırasındaki iç çekişleri ötmeyi andırır.

Boğmaca Nedenleri

Boğmaca etkeni Bordetella pertussis adlı mikroorganizmadır. Haemophilus pertussis adı da verilen bu basil yu­murta biçimindedir; bağımsız hareket edemez, dış çevre koşullarına fazla da­yanamaz, ama solunum yolları ve bronş ağacının mukozasında rahatça üreyip gelişebilir. Hastaların konuşma ya da öksürme sırasında çevreye yay­dıkları tükürük damlacıklarının solunmasıyla vücuda girerek solunum yolla­rına ulaşır. Boğmaca basili genellikle soluk borusu ya da gırtlak mukozasına yerleşerek lezyon oluşturucu etkisini göstermeye başlar. Zedelenen mukoza­nın tepkisi iltihap ve bol miktarda mu-kus salgılamaktır. Bu arada ölen mik­ropların parçalanmasıyla çok zehirli bir madde (toksin) de açığa çıkar. Bu madde bronş dallarına zarar verir; bu­radaki sinir uçlarını zedeleyerek uyarır ve tıkayıcı öksürük nöbetlerini başla­tır. Toksinlerin açığa çıkması düzensiz olduğundan nöbetler de düzensizdir. Her ikisini de belirleyen basilin yaşam çevrimidir.

Boğmaca Nasıl Bulaşır?

Boğmaca basilinin tek konağı insandır; hastalık yalnızca solunum ağacının sal­gıları, özellikle de tükürük ve burun yutak mukusu aracılığıyla bulaşır. Has­talığın bulaşıcılığı başlangıçtaki akıntılı ya da nezleli dönemden öksürük nöbet­lerinin görüldüğü ilk 4 hafta boyunca sürer. Bulaşma doğrudandır; hastanın özellikle öksürük nöbetleri sırasında, ayrıca konuşma ve aksırmayla çevreye yaydığı mikropların solunmasıyla ger­çekleşir. Hastanın çamaşırları ve kul­landığı eşya aracılığıyla dolaylı bulaş­ma olasılığı bulunsa bile B. Pertussis dış ortamda çok dayanıksız olduğundan bu olasılık çok düşüktür.

Kızamık ve kızıl gibi boğmaca da kalabalık yerleşim yerlerinde ve kent­lerde salgınlar yapabilen bir hastalık­tır; genellikle kalabalık ortamlarda en­feksiyon kaynakları her zaman bulun­duğu ve insanlar hastalanmaya daha yatkın oldukları için salgınlar ortaya çıkar. Hastalığın kalıcı bir bağışıklığa neden olması, küçük merkezlerde aralıklı olarak görülürken bu zaman dilim­lerinde küresel düzeyde salgınların sür­mesini açıklar. Boğmaca bir toplulukta bir kez ortaya çıktığında, bütün alıcı kişiler hastalanır. Bu insanların hepsin­de kalıcı bir bağışıklık geliştiğinden enfeksiyonun bulaşabileceği kişilerin yeni doğumlarla topluluğa katılması için belirli bir süre geçmesi gerekir. Boğmaca en çok iki ile altı yaş arasın­daki çocuklarda görülür. İki yaşından küçük çocuklar arasında görülme sıklı­ğı da oldukça yüksektir. On yaşından sonra ise gittikçe seyrekleşir ve eriş­kinlik evresinde ancak tek tük olgulara rastlanır.

Hastalığa özgü klinik belirtiler baş­langıçtaki akıntılı dönemde henüz orta­ya çıkmamıştır. Oysa bu dönemde hasta öksürükle sürekli ve çok miktarda basil çıkardığından bulaşma çok kolaydır.
Bulaşıcılık belirtilerin açık görüldü­ğü tipik öksürük nöbetleri döneminde azalır; hastalığın yedinci haftasında ise bütünüyle biter.

Boğmaca Hastalığı Belirtileri

Hastalığın 10-15 günlük kuluçka döne­mi tümüyle belirtisiz geçer. Bu sürenin sonunda da hastalık oldukça yanıltıcı biçimde başlar; boğmacaya özgü belirti­ler yerine soğuk algınlığı, hafif ateş, kı­zarmış ve sulanmış gözler görülür. Ço­cuğun boğazı kırmızıdır, burnu akar ve kuru bir öksürüğü vardır; genel durumu iyidir; her şey sıradan bir soğuk algınlı­ğını düşündürür. Ama zamanla iyileşe­ceği yerde boğmaca tanısı konmasını sağlayacak belirtileri vermeye başlar. Bu başlangıç döneminin ilk altı-yedi gününe "akıntılı dönem" ya da "nezle dönemi" denir. Bu dönemin sonuna doğru öksürük daha kuru, inatçı ve hı­rıltılı hale gelir; geceleri artar. Çocuk gecede ancak birkaç saat uyuyabildiğin-den huzursuz, hırçın ve sinirlidir; sürek­li acı içinde görünür. İkinci haftanın so­nunda hastalığın en tipik dönemine ula­şılır. Bu dönemde görülen öksürük nö­betleri art arda gelir ve bu hastalığa öz­güdür. Öksürük nöbetleri üç-dört hafta boyunca, hatta bazen daha uzun süreyle tek belirti olarak kalır. Başlangıçta daha çok olmak üzere nöbetler gün boyunca değişik sıklıkta ortaya çıkar; süresi ve şiddeti hastadan hastaya değişir; birdenbire başlar; başlama nedeni ağlama, be­densel güç harcama, şiddetli bir heye­can ya da yemek yutma olabilir. Çocuk bazen nöbetin başlayacağım önceden hisseder, yaptığı işi bırakır ve birkaç sa­niye şaşkınlık içinde bekler. Nöbet ge­cikmez. Beş, altı, on öksürük nöbeti art arda gelir. Çocuk birkaç saniye soluğu­nu tutar, sonra çok derin bir soluk alır. Hava gırtlaktan geçerken öter gibi derin bir ses çıkar. Bu ses boğmacaya özgü­dür.

Özellikle şiddetli nöbetlerde hasta­nın yüzü kırmızı-mor bir renk alır; dili dışarı fırlar; gözleri kızarır ve sulanır. Çocuk yatak örtülerini sıkıca tutarak ya­tağın üstüne oturur ya da oynuyorsa bir dayanak arayarak durur; derin bir acı içinde gibidir. Öksürük nöbeti kısa süre­de geçer. Öksürük hafifleyerek kaybo­lur ve ateşi yüksek olmayan küçük has­ta hiçbir şey olmamış gibi normale dö­ner. Bununla birlikte art arda gelen ya da yemek sırasında ortaya çıkan öksü­rük nöbetleri kusma ve aşın terleme ya­par. Tipik öksürük nöbetleri dönemi da­ha önce belirtildiği gibi uzun sürer; bu nedenle ninelerimizin zamanında boğ­macalım iyileşmesi için dokuz ay geç­mesi gerektiğine inanılırdı.
İyileşme döneminin başlıca özellik­leri nöbetlerin seyrekleşmesi, öksürü­ğün azalması ve kusmanın görülmeme­sidir. Zamanla nöbetlerin yerini aralıklı, tek tük öksürükler alır. Bu dönemde hastanın genel durumu düzelir. Kusma görülmediğinden beslenme rahatlar. Gece uykusu öksürük nöbetleriyle bö­lünmez. Çabuk sinirlenme, hırçınlık be­lirtileri de yok olur. Ortalama 2-3 hafta süren bu dönemin sonunda hasta iyile­şir.

Fazla şiddetli olmayan olgularda boğmaca ortalama 8-10 hafta sürer. Boğmacanın yanı sıra bir başka enfek­siyonun daha başlaması nöbetlerin yi­nelenmesine ve hastalığın uzamasına yol açar. Boğmaca geçiren kişiler iyileştikten bir süre sonra da nezle gibi sıradan bir solunum yollan iltihabına tu­tulduklarında boğmacaya özgü öksürük görülebilir. Bu olgularda boğmacanın yineleme olasılığına karşı bakteriyolo­jik inceleme gerekir.

Boğmaca Hastalığı Klinik Biçimleri

Boğmacada, klinik belirtilerin şiddeti ve süresi değişebilir. Ama hastalığın bunun dışında da bazı tipik klinik tablo­ları vardır.

• Örtük boğmaca - Özellikle erişkin­lerde, büyükçe çocuklarda ya da bağı­şıklığı olan kişilerde görülür. Öksürük hırıltılı olabilir, ama boğmacının tipik öksürük nöbeti dönemindeki özellikleri taşımaz; gene de ender olarak bu tür nöbetler görülebilir. Örtük boğmaca ge­nellikle gözden kaçar ve bu durumda bulaşmayı önlemek için yeterli önlem alınmayabilir. Akciğer komplikasyonları sonucunda da boğmacanın tipik nö­betleri görülmez.

• Aksırma nöbetleri- Hastalığın ağır ve hastayı çok zayıf düşüren bir biçi­midir. Boğmacanın bu biçiminde öksü­rük yerine 2-3 dakika süren aksırık nö­betleri görülür. Hastanın burnu akar, bazen de kanar; yüzünde belirgin kan toplanması vardır. Aksırma nöbetleri öksürük nöbetinin başlamasından ön­ceki birkaç gün içinde ya da bir hafta boyunca görülür. Süt çocuklarında daha yaygındır.

Yalancı Boğmaca

Bordetella parapertussis boğmacaya çok benzeyen bir hastalığın etkenidir. Kuluçka dönemi 6-15 gündür. Hastalık görece hafif ve tipik olmayan belirtiler verir; boğmacadan kısa sürer (1-3 hafta) ve çoğunlukla ikincil sorunlar yarat­maz. Birçok olguda hastalığın hemen hiç belirti vermediği görülmüştür; bu yüzden taşıyıcı sayısının yüksek olabileceği düşünülmektedir. Boğmaca ile karşılıklı bağışıklık söz konusu olmadığından boğmaca aşısı yalancı boğmaca­dan korumaz. Tedavi belirtilere yöneliktir, ama bazı antibiyotikler de kullanı­labilir.
Bordetella bronchiseptica aynı cinsten bir başka mikroorganizma türüdür. Ko­bay, tavşan gibi deney hayvanlarında (ama farede değil) bazı enfeksiyonların etkenidir; bazen insanda da hastalık yapar. Bu hayvanlarla ilişkide olan kişi­lerde boğmacaya benzer bir solunum sistemi enfeksiyonu başlatabilir.

Boğmaca Komplikasyonlar

Boğmaca bir dizi ikincil hastalığa yol açabilir. Bunların solunum sisteminde ortaya çıkan en önemlisi zatürreedir. Zatürree doğrudan doğruya basil ve tok­sinlerin etkisiyle gelişir.

Biraz şiddetli olan bütün boğmaca olgularında hafif bir akciğer amfizemi görülür. Akciğerlerin göğüs boşluğuna bakan yanlarındaki hava keseciklerinin parçalanmasıyla mediyastin amfizemi gelişebilir. Akciğer zan boşluğuna hava girmesi ise kendiliğinden (spontan) pnömotoraksa yol açar.

Boğmacanın ardından solunum sis­teminde bronş genişlemesi (bronşektazi), akciğerde bağdoku artışı (fibroz) ve akciğer amfizemi gibi sorunlar görülür. Solunum sisteminde doğrudan boğmaca etkeninin yol açtığı komplikasyonlarının dışında başka bakterilerin eklenme­siyle de bronşit ve bronş-akciğer iltiha­bı (bronkopnömoni) görülebilir; buna süper enfeksiyon denir.

Kalpte özellikle sağ karıncıkta ol­mak üzere bir genişleme, ardından da akciğer kan basıncının yükselmesine bağlı büyüme görülebilir.

İkincil bakteri enfeksiyonlarına bağ­lı olarak çoğu kez ortakulak iltihabı ge­lişir ve iltihap hinleşme eğilimindedir. Yineleyen şiddetli öksürük nöbetlerin­den sonra, tanı açısından büyük değer taşıyan konjunktiva altı kanamaları gö­rülebilir. Nöbet sırasında ağız boşluğun­dan dışarı çıkan dilin alt kesicidişler üzerine bastırılması sonucunda dili ağız tabanına bağlayan bağ (frenulum) zede­lenir ve bu bölgede hastalığa özgü ül­serler oluşur. Burun kanamalarına göre­ce sık, kulak kanamalarına ise çok daha seyrek rastlanır.

Gözkapakları ve ağız çevresindeki şişme (ödem), toplardamarların yanı sı­ra lenf damarlarında da göllerime, yani lenf akışında da bozulma bulunduğunu gösterir.

Boğmaca çeşitli sinir sistemi komplikasyonlarına yol açar. Özellikle ço­cuklarda sık görülen havale nöbetleri genellikle iz bırakmaz. Önemli bir sinir sistemi komplikasyonu olan beyin ilti­habı (ensefalit) ise iyileştikten sonra değişik derecede iz bırakır; ruhsal ge­lişmede gecikme, sara ve göz bozuk­luktan yapabilir. Omurilik iltihabı (miyelit), çoklu sinir iltihabı (polinevrit) ve lenfositer beyin zan iltihabı (lenfositer menenjit) daha seyrek görülür. Bu bozuklukların oluşum süreçleri günü­müzde de tartışılmakta ve alerji-bağışıklık sistemiyle ilgili olduğu sanıl­maktadır. Öksürük sırasındaki zorlan­ma özellikle süt çocuklarında göbek ve kasık fıtıkları ile makat sarkmasına yol açabilir.

• Eşlik eden hastalıklar - Boğmaca döküntülü çocuk hastalıkları gibi bazı başka hastalıklarla birlikte görülebilir. Kızamıkla birlikte ya da art arda görül­mesi akciğer komplikasyonlarının geli­şimini kolaylaştırır. Geçmişte boğma­canın veremle birlikte bulunması çok korkutucu kabul edilirken günümüzde o ölçüde tehlikeli sayılmamaktadır. Bu­nunla birlikte aktif bir akciğer veremine eklenmesi hastalığı olumsuz etkiler.

Boğmaca Tanı

Boğmaca özellikle tipik belirtilerinin görülmediği başlangıç evresinde çok bulaşıcıdır. Bu nedenle erken tanı koy­mak çok önemlidir. Böylece hastalar çevreden ayrılarak hastalığın yayılması önlenebilir. Hastalık tekil olgular halin­deyse erken aşamada saptanıp önlem alınabilmesi zordur; salgın durumunda ya da nöbetlerin belirdiği dönemde ise hekimin işi bir ölçüde kolaylaşır. Anne­nin öksürükleri ayrıntılı olarak betimle­mesi, öksürük nöbeti sırasında gözde konjunktivada küçük kanamaların ya da dilin ağız tabanına bağlandığı bölgede küçük yaraların saptanması tanıya yar­dımcı olur. Hafif olgularda tanı daha güçtür; uzun süreli ve hastalığın tipik özelliklerini taşımayan bir öksürük göz­lenir. Yenidoğanda görülen ve tipik ol­madığı için zor tanınan boğmaca, öksü­rük nöbetleri kadar bronş-akciğer iltiha­bı komplikasyonu açısından da tehlike­lidir. Öksürükten çok aralıklı aksırma nöbetlerinin geldiği iyi gidişir olgularda da tanı güç konabilir.

Erken tanı amacıyla nöbeti başlat­maya yönelik bazı basit girişimlerde bulunabilir; örneğin sol başparmakla soluk borusuna bastırılabilir ya da bir kaşık sapıyla küçük dil uyarılabilir.
Eğer kısa süre önce hasta kendiliğinden bir nöbet geçirmişse bu girişimle nöbeti uyarmak olanaksızdır; çünkü nöbet sonrasında dokuların uyarıya yanıt ver­mediği yaklaşık 1/2-1 saatlik bir "ölü dönem" yaşanır.

Boğmaca Beklenen Gidişi (Prognoz)

Büyük ölçüde hastanın yaşına bağlı ol­mak üzere boğmaca genellikle erişkin­lerde ve büyük çocuklarda daha iyi gidişlidir. Ölüm oranı bir yaşına kadar hastalığa yakalanan arasında yüzde 25, bir ile iki yaş arasında ise yüzde 10'dur. Boğmaca bebeklik çağında çok ağır, çocukluk çağında ve erişkinlerde iyi huylu bir hastalıktır.

Boğmaca Hastalığı Tedavisi, Boğmaca ve Tedavi

Küçük hastalarda genellikle daha şid­detli geçen boğmaca, yeni tedavi yön­temleri sonucunda artık daha hafif geçi­rilmektedir. Tam ve etkili bir tedavi üç öğeyi içerir:
Haemophilus pertussis'e karşı antibiyotikler; bronş mukozasının şiddetli iltihabına karşı kortizonlu ilaç­lar; şiddetli nöbetlerde öksürüğü ve sinir sistemini yatıştıran ilaçlar. Bağışıklığı yüksek, yani daha önce boğmaca geçir­miş ve Haemophilus pertussis'e karşı antikorlar geliştirmiş insan serumunun kullanılması hastalığı önlemekte ve ha­fifletmekte etkilidir; bu nedenle de özel­likle çocuk hastalarda çok yararlı olur.

Boğmacalı çocuk sorunlu bir hasta­dır. Eğer arkadaşları bu hastalığı geçirmemişse bir süre arkadaşlarından ayrı kalacak, ama nöbetler dışında tümüyle iyi olacağından ve oynamak isteyece­ğinden arkadaşlarından ayrılmaya da­yanamayacaktır. Ruhsal gerginliğini ve nöbetlerini hafifletmek, ayrıca yemekle bağlantılı kusmanın yol açtığı iştahsızlı­ğı azaltmak için hastanın açık havada uzun yürüyüşler yapması çok yararlıdır. Yürüyüş çocuğun çevresine dalmasını ve yatışmasını sağlar. Nedeni bilinme­mekle birlikte uçak yolculuğu da yarar­lıdır; uçak yolculuğunun hastalığın ruh­sal yönünü etkilediği ve özellikle duyar­lı çocuklarda duygusal bir şok etkisi yaptığı sanılmaktadır.

Komplikasyonların tedavisi

- Yeniden etkinleşen verem. Boğmaca eski bir verem odağım yeniden etkinleştirebilir. Tüberkülin testleri olumlu so­nuç veren hastaların 8 hafta süreyle ve­rem tedavisi görmeleri gerekir.

- Bronş-akciğer iltihabı. Boğmacada yapılan radyolojik inceleme her zaman ikincil olarak gelişmiş bir zatürreeyi göstermez ve bu durumda antibiyotik tedavisini uzatmak gerekmeyebilir. Hastalık komplikasyonsuzsa öksürük nöbetleri arasında, solunum yetmezliği belirtileri de görülmez. Tipik hırıltılı so­luma seslerinin (rai) duyulması ise ikin­cil olarak gelişmiş bir zatürreenin gös­tergesidir.

- Ortakulak iltihabı. Boğmacada bakteri kökenli ikincil ortakulak enfeksiyonları sık görülür. Antibiyotik verilmemiş has­talarda iltihap etkeni bakteriler genellik­le pnömokok, Haemophilus influenzae ya da streptokoklardır. Kulak iltihabı antibiyotik tedavisi sırasında gelişirse, irini akıtmak için iğneyle emme uygula­ması gerekebilir. Böylece alman örnek­ten kültür yapılır; antibiyogram ile en uygun ve etkili antibiyotik saptanarak tedaviye geçilir.

- Akciğer sönmesi. Boğmacanın akciğerde en sık rastlanan komplikasyonlarından biri özellikle sağ üst lobda görü­len sönmedir (atelektazi). Boğmacanın tipik öksürük nöbetleri dönemi geçtik­ten sonra, göğse etkili bir fizik tedavi uygulanır. Akciğerdeki sönme genellik­le üç hafta içinde kendiliğinden iyileşir; üç haftadan uzun sürerse, bronkoskopi gerekebilir, ama antibiyotik tedavisinin uzatılması gerekmez. - Öbür komplikasyonlar. Boğmacada kanamalara sık rastlanır. Kanama en çok gözküresi çevresindeki gözakında, burunda ve dışkıda görülür. Beyin zar­ları (örümceksizar ve sertzar) altına ka­namalar ise çok enderdir. Öksürük nö­beti sırasında alt kesicidişlerin bastır­masıyla dilin ağız tabanına bağlandığı yerde ülserler oluşabilir; bu yaralar kendiliğinden iyileşir. Şiddetli öksürük nöbetlerinden sonra ortaya çıkabilen zehirlenmeye bağlı havale nöbetleri uy­gun ilaçlarla tedavi edilir.

Mikrobun bulaşmış olabileceği kişi­lerin tedavisi - Hastalığın bulunduğu çevrede yaşayan mikrobu almış olabile­cek kişilere hastalara önerilen dozda antibiyotik verilir. Eğer aktif hastalık çevresinden hemen uzaklaşmışsa koru­yucu antibiyotik tedavisi beş gün sürdü­rülür. Kişi hastayla aynı evdeyse teda­vinin en az 7-10 gün sürdürülmesi öne­rilir. Altı yaşından küçük aşılanmış ço­cuklara boğmacaya karşı aşı tekrarı ya­pılır; bu tetanos, boğmaca ve difteriye karşı üçlü aşı biçiminde de olabilir. Boğmaca basiliyle karşılaşan kişilerde antibiyotik tedavisinin ne ölçüde etkili olduğu konusunda yeterli araştırmaların yokluğuna karşın günümüzde bu önlem zorunlu kabul edilmektedir.

Genel önlemler - İlk bir-iki yaşından sonra boğmacaya yakalanan çocukların büyük bölümü ikincil bir sorun geliş­meden iyileşir. Tedavi evde yapılabilir. Eğer hava uygunsa çocuk açık havada ve güneşte kalmalıdır. Çevreden ayrı tutulması gerekir, ama daha önce boğ­maca geçirmiş çocuklarla oynayabilir. Kusma genellikle mukusun mekanik et­kisine bağlıdır. Yemeklerin çocuk kus­tuktan sonra verilmesi beslenmeyle il­gili bozuklukları en aza indirebilir. Ço­cuğun beslenmesini sağlamak için her yol denenmelidir. Bol vitaminli ve ko­lay sindirilebilir besinler verilmeli, kı­zarmış ekmek ve kraker gibi kuru yiye­ceklerle soğuk içeceklerin nöbeti başla­tabileceği unutulmamalıdır. Yiyecekler azar azar, günde 5 öğün halinde veril­melidir. En uygun besinler sütte pişmiş tahıllar, muhallebiler, tatlandırılmış süt, et, sebze ve meyve püreleri, yumurta ve bol vitaminli yiyeceklerdir. Aşın etkin­lik önlenmelidir, çünkü hem öksürük nöbetlerini başlatabilir, hem de uyku­suzluk ve kilo kaybına yol açabilir. Hastalığın şiddetinden bağımsız olarak özel bakım ve dikkatin boğmacadaki kadar önemli olduğu hastalıklar azdır. Bir yaşından küçük çocuklar ikincil en­feksiyonların gelişmesini önlenmek için çevreden ayrı tutulmalıdır. Öksü­rük nöbetlerini azaltmak için oda sıcak­lığının değişmemesi sağlanmalıdır. Hastanın odası iyi havalandırılmalı, ay­rıca toz, duman, aşın uyancı etkenler ve ani sıcaklık değişimleri önlenmeli­dir. Nöbetler sırasında bebek ve küçük çocuklar oturur durumda tutulmalıdır. Böylece nöbetler daha hafif geçer ve solunum yollarına besin ya da tükürük kaçması önlenir. Biberonla süt verilir­ken bebek kaldırılmalı ve rahat olmalı­dır.

Boğmaca Hastalığı ve Korunma Yöntemleri

Boğmacanın bildirimi zorunludur. Has­taların çevreden ayrılması genellikle zor olmakla birlikte bulaşma olasılığı yüksek kişileri korumak için kesinlikle uygulanmalıdır. Öksürük nöbetlerinin kesilmesinden 15 gün sonra çocuk oku­la gidebilir. Boğmacalı hastalarla ilişki­si olan çocuklar da en az 15 gün okula gitmemelidir. Hastalık sırasında bulaşı­cı olabilecek her tür eşyanın mikroplar­dan arındırılması gerekir. Boğmacaya karşı en etkili koruyucu önlem ise öl­dürülmüş boğmaca mikroplarıyla hazır­lanan aşıdır. Bütün çocuklara yapılması gereken boğmaca aşısı genellikle difte­ri ve tetanos aşılarıyla birleştirilerek uygulanır. Aşılama görece kısa süreli koruma sağladığı için, bazı uzmanlar 4-6 yaşından sonra aşı tekrarlarının ge­reksiz olduğu görüşündedir; bu yaştan sonra hastalık zaten hafif geçer. Yeni-doğanın anneden bağışıklık almadığı (ya da çok zayıf bir bağışıklık aldığı) hatırlanarak salgın koşullarında bebeği alışıldığı gibi 2 aylıkken değil, 4-6 haf­talıkken ya da çok gerekirse doğumdan sonraki ilk günlerde aşılamak uygun­dur.

Beyin Damar Kokenli Hastaliklar Beyin Hastaliklari

Beyin Damar Kökenli Hastalıklar

Bu hastalıklar ilkyardım, etkili tıbbi ve cerrahi tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarıyla altedilebilir.

Beynin damar kökenli hastalıkları beyin damarlarının lezyonları sonucun­da sinir dokusunun yıkıma uğradığı bo­zukluklardır.

Beyin Damar Kökenli Hastalık Nedenleri

Halk arasında inme ya da felç olarak bi­linen apopleksi (ya da Latince adıyla ic­tus cerebrale) beyin atardamarlarının yırtılmasıyla oluşan beyin kanaması so­nucunda gelişir. Damar sertliği (arteri-yoskleroz) gelişmiş bir beyin atardama­rında oluşan bir pıhtının damarı tıkama­sı da (tromboz) başka bir inme nedeni­dir. Aynı biçimde, beyin embolisi adı verilen ve vücudun başka bir yerinden kan dolaşımına karısan pıhtı parçasının beyne ulaşarak daman tıkaması ile ortaya çıkan olay da inmeye neden olabilir. Ayrıca beyin atardamarlarının sinirsel uyarılar­la kasılması da (spazm) beyin dokusu­nun kanlanma yetersizliği sonucunda felce neden olur.

Söz edilen felç nedenleri bazen tansi­yonun yükselmesi ya da aniden düşmesi gibi kan basıncı dengesizlikleri, bazen de yemek sonrasında kanın sindirim siste­minde toplanması ya da sıcaklık değişi­minde ve alkol alındığında önemli mik­tarda kanın deride birikmesi gibi kan da­ğılım dengesizlikleri olabilir. Bu neden­ler arasında emboli oluşumunu kolaylaştıran kalp hastalıkları ile pıhtı oluşumuy­la seyreden kan hastalıkları da sayılabilir. Felç, çok sigara içilen, bol yemek yenen yoğun bir işgününden sonra, gece saatlerinde ya da sabah yataktan kalkıl­dığında, ayakkabı bağlamak ya da yüz yıkamak için eğilme durumunda ortaya çıkabilir. Belirgin iklim ve mevsim deği­şiklikleriyle hava basıncındaki önemli oynamalar da felç gelişimini kolaylaştı­rabilir. Felçten önceki günlerde hastada genellikle baş ağrısı, yüzde kanlanma ar­tışı, baş dönmesi ve sinirlilik gözlenebilir.

Beyin Damar Kökenli Hastalıklar Görülme Sıklığı

Damar kökenli beyin hastalığı 40 yaşın altında oldukça seyrektir. En sık görü­len neden pıhtı ile damar tıkanması (yüzde 80), daha az olarak da kanama­dır (yüzde 15). Dolaşım sistemi hasta­lıklarının birçok nedene bağlı olarak arttığı günümüzde, beyin atardamarları­nın hastalıkları da oldukça yaygındır. Bu yaygınlığın önemli bir nedeni yaşlı nüfusun artması ise de, lezyonların yal­nız yaşlılarda görülmediği unutulmama­lıdır. Hastaların üçte biri orta yaş üze­rinde, üretken ve çalışma yaşamı için­deki kişilerdir.

Beyin Damar Kökenli Hastalıklar Belirtileri

Az da görülse, beyin hastalığının ön belirtileri arasında baş ağrısı, baş dön­mesi, uyku eğilimi ve bilinç bulanıklı­ğından söz etmek gerekir. Beyindeki doku yıkımının yerine göre, hafif ko­nuşma, hareket ve görme bozuklukları görülür. Bilincin açık olduğu bu dö­nemde söz konusu belirtiler birkaç sa­niye ya da dakika, bazen de daha uzun sürer. Ağır olgularda ise beyindeki olay şiddetli bir tablo ile ortaya çıkabi­lir. Artık gerçek bir inme ya da ictus cerebrale tablosu oluşmuştur. Hasta yere düşer, hareketsizdir; bilinç kay­bolmuş ve yüz kanlanması artmıştır. Önceleri yüzeysel ve aralıklı iç çekme biçimindeki solunum daha sonra derin­leşir. Nabız yavaş ancak dolgundur. Felç vücudun yarısına yerleşmiştir. Özellikle beyin kanaması sonucu geli­şen felçlerde ateş, mide bulantısı, kus­ma, çırpınma nöbetleri ve koma sık gö­rülür. Genel belirtilerle birlikte, lezyonun yerine göre değişebilen sinir siste­mi belirtileri de ortaya çıkar. Doku yı­kımının fazla olmadığı olgularda felç hiçbir iz bırakmadan iyileşebilir. EEG (elektroensefalografi), psikometri (zi­hinsel ve ruhsal yeteneklerin ölçümü) vb özel yöntemlerle bile hastalık izleri ortaya çıkarılamaz. Ama olguların bü­tünü söz konusu olduğunda, genellikle kalıcı hareket ve konuşma bozuklukla­rı ortaya çıkar. Komanın birkaç gün içinde çözülmediği olgularda hastalı­ğın kötü gidişli olduğu düşünülür. Has­ta, ölümle sonuçlanabilen bronkopnömoni (bronş-akciğer iltihabı) ya da öteki enfeksiyonlara karşı büyük ölçü­de savunmasız durumdadır.

Beyin Damar Kökenli Hastalıklar İncelemeler

Anjiyografi ile yapılan radyolojik ince­lemede beynin damar ağı görüntülene­rek damar sertliği, damar keçeleşmesi, tıkanma vb değişimler saptanabilir. Ta­nıya çok yardımcı olan bir başka ince­leme yöntemi de bilgisayarlı tomogra­fidir. Bu yöntem özellikle beyindeki kanama ve doku ölümü alanlarının be­lirlenmesinde kullanılır. Elektroensefalogram ve sintigrafi ile hem lezyonun yeri, hem de hastalığın gidişi hakkında geniş bilgi sağlanabilir. Gene son yıl­larda geliştirilen magnetik rezonans, tanıda çok önemli veriler sağlayan bir yöntemdir. Kanamalı olgularda belden beyin-omurilik sıvısı çekilerek (lomber ponksiyonu) sıvıda kanın varlığı saptanabilir. Ama bu yöntem olası tehlikele­ri nedeniyle ancak tanı için zorunlu du­rumlarda uygulanmalıdır.

Kanama, tromboz, emboli

Beyin dolaşım sistemine ait en sık görülen bozukluklar tromboz, kana­ma ve embolidir. Tam ancak bir dizi inceleme sonucu konabilir. Nede­ne yönelik tanıda bilgisayarlı tomografi gibi pahalı ve ileri tekniklerden de yararlanılır. Ama bazı belirti ve bulgular da felç tanısına götürebilir.

Beyin kanaması

• genel kural olmamakla birlikte, çalışma ya da başka yorucu işler ka­namayı uyarabilir;
• kanamanın yer ve şiddetine bağlı olarak, felç birkaç dakika sonra ya da bir saat içinde gelişir;
• kanamanın yer ve şiddetine bağlı olarak koma görülür.

Beyin trombozu
• ortaya çıkması çalışma ile ilgili değildir; baş dönmesi, konuşma yiti­mi gibi ön belirtiler verir;
• belirtiler dakikalar, saatler içinde aşamalı olarak ortaya çıkar;
• bilinç görece sağlamdır.

Beyin embolisi
• ön belirti vermeden, birkaç saniye ya da birkaç dakika içinde gelişir;
• hızla iyileşebilir;
• bilinç görece sağlamdır.

Örümceksizar altı (subaraknoit) kanama
• ani ve şiddetli baş ve ense ağrısıyla ortaya çıkar;
• çok değişken bir gidişi vardır;
• yalnızca ağrıyla seyredebildiği gibi, koma durumu da gelişebilir.

Beyin Damar Kökenli Hastalıklar Tedavi

Damar kökenli beyin hastalığı genellik­le acil girişim gerektiren bir durumdur. İlkyardım uygulaması oldukça kolay­dır: Hasta yarı yatar bir duruma getiri­lip solunumun rahatlaması sağlanır. Gömlek yakası, kemer vb gevşetilerek alna ve yüze soğuk kompres uygulanır. Hasta kusuyorsa, kusmuğun soluk bo­rusuna kaçması önlenmelidir. Çırpınma nöbeti olan hastaların dillerini ısırmala­rı, dişler arasına sağlam ama sert olma­yan bir cisim konarak önlenebilir. Ayrı­ca bu durumdaki hastalar, kendilerini yaralamamaları için yakın gözetimde "tutulmalıdır.

Hasta hastaneye yatırıldıktan sonra, tedavi tanıya göre belirlenir. Hastalık nedeni geçici iskemi (kanlanma eksikli­ği) nöbeti olduğunda, tedavinin amacı beyinde ileri derecede doku yıkımını önlemek olmalıdır. Tedavide öncelikle pıhtılaşma önleyici ilaçlar kullanılır. Ayrıca tehlikedeki beyin dokularının kanlanması cerrahi girişim ile yeniden düzenlenir. Bu tedavi yaklaşımlarının hangisinin önce uygulanacağı her olgu­da değişebilir. Damar sertliği, şeker hastalığı, kan basıncı yüksekliği gibi tehlike etkenlerinin yaygın olarak gö­rüldüğü yaşlı hastalara günde 0,5 gr asetilsalisilik asit (aspirin) ağız yoluyla verilir. Beyin dokusunda oksijen yeter­sizliği olduğunda pıhtılaşma önleyici ilaçlar kullanılır. Felç kanamaya bağlı ise bu ilaçlar kesinlikle verilmemelidir. Asetüsalisilik asit ya da pıhtılaşma önleyici ilaçlarla yapılan tedavinin esas amacı pıhtı oluşumunu önlemektir. Felçten sorumlu olan damar tıkanıklığı­nın yeri ve niteliği radyolojik incele­meyle belirlenerek cerrahi tedavi plan­lanabilir. İç şahdamarının (karotis atar­damarı) kafatası dışı bölümünün tıkan­dığı ya da bir darlığın geliştiği olgular­da cerrahi girişimle pıhtının çıkarılması son derece olumlu sonuçlar vermekte­dir. Şahdamarının kafatası içi bölümü­nün tıkanıklıklarında ise, pıhtıya ulaşıl­ması güç ya da olanaksız olduğundan yüzeyel şakak atardamarı (arteria tem­poralis superficialis), orta beyin atarda­marına (arteria cerebri media) bağlanır. İleri derecede ayrıntılı damar cerrahisi yöntemlerinin uygulanmasını gerekti­ren bu ameliyatlar ancak geniş mikro-cerrahi olanaklara sahip büyük merkez­lerde gerçekleştirilebilir. Tüm vücudu tutan felçlerde tedavi olanakları geniş değildir. Yatalak hastanın yatış durumu sık sık değiştirilerek zatürree ya da ya­tak (dekubitus) ülseri (hastanın vücudu­nun yatağa değen yüzeyinde sürekli yatma sonucu gelişen yaralar) oluşumu önlenmeye çalışılır. Hastanın hareket ettirilmesi kol ve bacakların işlevlerini belli bir ölçüde de olsa yeniden kazan­masına yardımcı olabilir. Bu hastalar burundan mideye sokulan tüp ya da da­mar yolundan verilen serum ile beslen­melidir. Gerekirse idrar sonda ile alınır ve soluk borusunda açılan bir delik ile rahat solunum sağlanır. Hastanın huzur­suz olduğu durumlarda sakinleştirici ilaçlar yararlıdır. Felç gelişiminden 2-3 gün sonra şahsilik asit tedavisine ve radyolojik incelemelere başlanır. Beyin kanamalarında uygulanan cerrahi teda­vi hastanın yaşamını kurtaran ancak ge­nellikle sinir sisteminin bütünlüğünü korumada başarısız kalan bir yöntem­dir. Bazı beyin kanaması olgularında hastalar rehabilitasyon ile felci büyük ölçüde yenerek kendi kendine yetebilir duruma gelirler. Çoğunlukla anevriz­maya (damarlarda balonlaşma), anjiyoma (damar tümörü) ve atardamar-toplardamar oluşum bozukluklarına (AVM) bağlı olarak gelişen örümceksi-zar altı (subaraknoit) kanamalarda cer­rahi girişim, büyük tehlikeleri olsa da, olumlu sonuçlar verir. Bu cerrahi giri­şim hastanın bilinç durumuna göre he­men (erken cerrahi) ya da birkaç hafta sonra (geç cerrahi) yapılabilir.

Bilmek İstedikleriniz

Beyin damarlarında anevrizma olan hastalar kurtarılabilir mi?

Bu soruya yanıt vermek güçtür. Anevrizmanın cerrahi tedavisi ancak yırtılma öncesinde yüksek basan oranına sahiptir.

Damar sertliği en çok hangi beyin atardamarlarında görülür?

Bu lezyonlar şahdamarı gibi büyük ya da çapı 0,6 mm'den büyük atar­damarlarda sık görülür. Daha küçük damarlar hastalıktan seyrek ola­rak etkilenir.

Beyin iskemisi ne demektir?

Beyin iskemisi, beynin bir bölgesinin az kan ve dolayısıyla yetersiz oksijen alması durumudur. İskeminin yavaş geliştiği olgularda klinik belirtiler dikkat çekici olmayabilir. Ama ani gelişen iskemilerde beyin işlevleri büyük ölçüde bozulabilir.

Şahdamarının dallarından birinin tıkanması ne gibi belirtilere yol açar?

Tıkanmanın tam olduğu durumlarda yedek kılcal damarların tıkanıklı­ğın yarattığı bozukluğu giderememesi sonucunda tıkanan damara gö­re, şiddetli baş ağrısı ve tıkanmanın olduğu taraftaki gözde körlük, ko­nuşma ve bellek bozukluktan ortaya çıkabilir. Böyle bir tıkanıklık ge­nellikle önceden, geçici beyin iskemisi belirtileri verir. Geçici beyin iskemisi geriye dönüşlü ve önemli sonuçlar doğurmayan kısa iskemi nöbetleridir (transiskemik ataklar)

Verem Hastaligi Bitkisel Tedavisi

Verem Hastalığı Bitkisel Tedavisi Hakkında Bilgiler

Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Öküzgözü otu, Sinirli yaprak, Sütlüce otu, Devetabanı yaprağı, Arpa, Bal

Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:

Öküzgözü otu yirmi dakika süreyle kaynar suda bekletilerek demleme sağlanır. Sıkılarak elde edilen posaya arpa unu karıştırılarak lapa kıvamına gelinceye kadar bal ile karıştırılır. Hazırlanan lapadan, yemeklerden önce bir veya iki çorba kaşığı yenir.

Sinirli yapraklar, sütlüce otu ile birlikte kıyıldıktan sonra yir­mi dakika suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen sıvı bir kaba dolduru­larak serin bir yerde saklanır. Dinlendirilen sıvıdan, tedavi süresince günde üç fincan içilir.

Ayrıca sinirli yapraklar ağızda çiğnenerek yutulabileceği gibi, aynı zamanda salatalara karıştırılarak yenilmesi de vereme karşı yarar sağlar.

Kıyılmış devetabanı yaprakları, sütlüce otu ile birlikte yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvı, şurup kıva­mına gelinceye kadar bal ile tatlandırılarak karıştırılır. Hazırlanan şu­ruptan yemeklerden önce ve sonra birer fincan, ısıtılarak içilir.

Ure Nedir Ure Hastaligi Bitkisel Tedavisi

Üre Hastalığı Bitkisel Tedavisi, Üre Hastalıkları

Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Kiraz çöpü, Ayrık otu, Vişne, Nar, Elma

Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:

Birer avuç kiraz çöpü ile ayrık otu yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvı bir kaba doldurularak dinlendiri­lir. Dinlendirilen sıvıdan, yarı oranında içme suyuna karıştırılarak günde üç bardak ısıtılarak içilir.

Tedavi süresince sıkılarak elde edilen vişne suyu, hastaya bol bol içirtilir.

Tedavi süresince sıkılarak elde edilen ekşi nar suyu, hastaya bol bol içirtilir.

Tedavi süresince sıkılarak elde edilen ekşi elma suyu, hastaya bol bol içirtilir.

Ucuk Tedavisi, Ucuk Hastaligi Tedavi Hakkinda Bilgi

Uçuk Hastalığı Tedavisi, Uçuk Hakkında Bitkisel Tedavi

Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Şalgam, Çavdar unu, Şahtere otu, Ceviz yaprağı, Isırgan otu, Susam yağı

Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi

Rendelenmiş şalgamlar yirmi dakika süreyle suda kaynatılarak süzülür. Sıkılarak elde edilen posaya çavdar unu karıştırılarak melhem kıvamına gelinceye kadar susam yağı ile yoğrulun Hazırlanan mel­hemden pansumandan sonra uçuk olan mahale sürülür.

Şahtere otunun yaprakları sert bir zeminde dövülerek ezilir. El­de edilen posaya, krem kıvamına gelinceye kadar çavdar unu karıştı­rılarak susam yağı ile yoğrulur. Hazırlanan bu kremden uçuk olan ma­hale sürülür.

Kıyılmış taze ceviz yaprakları, ısırgan otuyla birlikte dövüle­rek ezilir. Elde edilen posaya, melhem kıvamına gelinceye kadar çav­dar unu karıştırılarak susam yağı ile yoğrulur. Hazırlanan melhemden pansumandan sonra uçuk olan mahale sürülür.

Tumor Beyin Tumoru Hastaligi Tedavisi

Tümör Hastalığı Tedavisi, Tumor Bitkisel Tedavi

Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Kabak, Soğan, Kına, Bakla unu, Patlıcan, Meneviş yağı, Sirke

Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:


Dilimlenmiş kabak, rendelenmiş soğanlarla birlikte yarım saat süreyle sirkeli suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen posaya, melhem kıvamına gelinceye kadar kına ilâve edilerek yoğrulur. Hazırlanan melhem, meneviş yağı ile yumuşatıldıktan sonra günaşırı tün ör üze­rine sürülerek bandajlanır.

Közde pişirilmiş soğan, bakla ile birlikte sert bir zeminde dö­vülerek ezilir. Ezilen karışım, pomad kıvamına gelinceye kadar sirke ilâve edilerek yoğrulur. Hazırlanan pomad, meneviş yağı ile yumuşa­tıldıktan sonra günaşırı tümör üzerine sürülerek bandajlanır.

Dilimlenmiş patlıcanlar, tuzlu suda yirmi dakika süreyle kay­natılır. Sıkılarak elde edilen posa ezildikten sonra, lapa kıvamına ge­linceye kadar kına tozu ilâve edilerek yoğrulur. Hazırlanan lapadan,
pansumandan sonra tümör üzerine konarak bandajlanır.

Siroz Hastaligi Tedavisi Bitkisel Tedavi

Siroz Hastalığı Tedavisi, Karaciğer Sirozu Bitkisel Tedavi

Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Andız otu, Rezene çiçeği, Hindiba yaprağı, Papatya, Aslandişi otu, Meneviş yağı

Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:

Kurutulmuş andız otu, rezene çiçekleri ile birlikte havanda dö­vülerek ezilir. Ezilen karışım on beş dakika kaynar suda bekletildikten sonra sıkılarak süzülür. Süzülen sıvı cam bir kavanoza boşaltılarak bir süre dinlendirilir. Dinlendirilen bu sıvıdan, tedavi süresince günde üç fincan içilir.

Kurutulmuş hindiba yapraklan, papatya çiçekleri ile birlikte sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışıma, macun kıvamına gelinceye kadar meneviş yağı ilâve edilerek yoğrulur. Hazırlanan ma­cunla nohut iriliğinde yapılan haplardan günde üç-beş tane yemekten sonra yutulur.

Aslandişi otunun kökleri, suda yarım saat süreyle kaynatıldık­tan sonra süzülür. Süzülerek elde edilen sıvı cam bir kavanoza boşaltılarak dinlenmesi sağlanır. Dinlenen sıvı tekrar süzüldükten sonra, hazırlanan sıvıdan bir bardak suya yarım fincan karıştırılarak günde üç bardak içilir.

Safra Kesesi Tasi Tedavisi Bitkisel Tedavi

Safra Kesesi Taşı Tedavisi Bitkisel Tedavi

Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Şalgam tohumu, Mısır püskülü, Limon, Siyah turp, Çınar kabuğu, Zeytinyağı

Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:

Kavrulmuş şalgam tohumları, mısır püskülü ile birlikte yarım saat süreyle suda kaynatıldıktan sonra süzülür. Süzülen karışım bir kaba doldurularak, kesilmiş iki dilim limon ile dinlendirilir. Tedavi süresince dinlendirilen bu sıvıdan aç karına ve günaşırı bir fincan içi­lir.

Dilimlenmiş siyah turp, bir gün süreyle zeytinyağında dinlen­dirilir. Sıkılarak elde edilen sıvıdan yarım fincan içme suyuna ilâve edilerek kahvaltıdan önce bir fincan içilir.

Çınar ağacının taze sürgününden hazırlanan kabuklar, bir saat süreyle dilimlenmiş limon ile birlikte suda kaynatılır. Süzüle­rek elde edilen sıvı bir kaba boşaltılarak dinlendirilir. Dinlendirilen karışım, rahatsızlık süresince, kahvaltıdan önce bir fincan ısıtılarak içilir.

Sackiran Hastaligi Tedavisi İcin Sifali Bitkiler

Saçkıran Hastalığı Tedavisi, Saçkıran Tedavisi İçin

Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Kasnı otu, Soğan, Yeşil ceviz kabuğu, Meneviş yağı, Yumurta, Zivan çiçeği (kara pelin)

Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:

Zivan çiçeği, kasnı otu ile birlikte sıcak suda on dakika sürey­le kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvıya, yumurta sarısı ilâve edile­rek şampuan kıvamına gelinceye kadar meneviş yağı ile birlikte çırpı­lır. Hazırlanan bu şampuanla sık sık saç banyosu yapılır.

Rahatsızlık süresince saçlar meneviş yağı ile ovularak yıkanır. Saçlar soğanlı su ile durulandıktan sonra, çırpılmış yumurta akı saçkı­ran olan bölgeye sürülür.

Rendelenmiş yeşil ceviz kabukları, kıyılmış yeşil soğanla bir­likte yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvı­ya, şampuan kıvamına gelinceye kadar yumurta akı ilâve edilerek me­neviş yağı ile çırpılır. Hazırlanan şampuanla sabah akşam saç banyo­su yapılır.