Böbrek Yetmezliği Nedir, Böbrek Yetmezliği Hastalığı Tanısı
Birçok hastalık böbrek işlevlerini bozarak böbrek yetmezliğine yol açabilir
Böbrekler kandan atık maddelerin idrar halinde süzülmesini sağlayan ve vücuttaki sıvı dengesini düzenleyen boşaltım sistemi organlarıdır. Karın boşluğunda 12. göğüs omuru ile'3. bel omuru arasında ve karın zarının (periton) gerisinde yer alırlar. Omurganın sağ ve solunda karşılıklı duran birer fasulye tanesini, andıran böbrekler 11-12 cm uzunluğunda 6-7 cm eninde, yaklaşık 3 cm kalınlığında ve 110-130 gr ya da daha fazla ağırlıktadır. Böbreğin içbükey kenarının ortasında böbrek çukuru denen bir girinti vardır. Bu geniş girinti idrar borusu, böbrek damar ve sinirlerinin giriş yeridir. Böbreğin işlevsel birimi nefrondur. Boru biçimindeki bu yapılar yaklaşık 3-3,5 cm uzunluğundadır. Nefron böbreğin en dış katmanı olan kabuk (korteks) bölgesinden kadeh biçiminde genişleyerek Bowman kapsülü adım alır ve kılcal damar yumağım (glomerül) sarar. Daha sonra kıvrımlar yaparak ilerleyen nefron borucukları içerdikleri idrarı toplayıcı borucuklara aktarır. Her böbrekte bulunan bir milyonu aşkın nefronun toplam uzunluğu yaklaşık 30 km'dir.
Böbrekler aortun dalı olan böbrek atardamarından kan alır. Böbreğe giren atardamar giderek incelen kollara ayrılır.
Böbrek damarlarının toplam uzunluğu 160 km'yi bulur. Böbreğe giren kanın büyük bir bölümü glomerül ağından geçerek toplardamar sistemine katılır. Kanın geriye kalan küçük bir bölümü ise glomerüllere uğramadan, böbreğin çalışması için gerekli kan dolaşımını sağlar.
Dinlenme durumundaki bir kişinin kalbi pompaladığı karım yaklaşık dörtte birini böbreklere gönderir. Böylece dakikada 1,2 lt, 24 saatte ise 1.700 lt kan böbreklerde süzme işleminden geçer.
Böbreklerin temel görevi vücuttaki organik sıvıların niteliği ve niceliğini belirli bir düzeyde tutmaktır. Bu görev organizmada aşırı miktarda biriken maddelerin ve metabolizma artıklarının idrar olarak atılmasıyla gerçekleşir.
İdrar iki aşamadan geçerek oluşur. İlk aşamada kan glomerül ağından geçerek nefron borucuklarına süzülür. Atık maddelerin yanı sıra vücuda yararlı maddeler de içeren bu ilk idrar ikinci aşamada gene nefron borucukları tarafından geri emilir. Borucuklarda kalan son idrarda yalnız vücuttan atılması gereken maddeler ve ilk idrara oranla çok daha az miktarda su bulunur.
İlk aşamada bütün glomerül ağından nefron borucuklanna dakikada toplam 120 mi, 24 saatte 170 İt kan süzülür.
Bu ilk idrar miktarı kan basıncının belli sınırlar içindeki değişmelerinden bağımsız olarak sabit kalır. Böbreklerin iç düzenleme sistemi nefronlara geçen kan miktarını hep aynı düzeyde tutmaktadır.
Glomerüllerde dakikada toplam 120 mi kan süzülmesine karşılık bunun yüzde 99'unu aşan bölümü geri emilir. Böylece dakikada 1 mi, 24 saatte 1,5 İt idrar dışarı atılır.
Uzak (distal) borucuklardan suyun geri emilimi ADH adlı hormon (antidi-üretik hormon) tarafından düzenlenir. Bu hormon hipotalamusun denetimi altında hipofizin arka lobundan salınır. Dolaşımda ve dolaşım dışındaki sıvının yalnız miktarına değil, içerdiği maddelerin yoğunluğuna ilişkin bilgiler de sinirler kanalıyla sürekli hipotalamusa iletilir.
Gereksiz yere su içmek gibi bir nedenle vücuttaki sıvı miktarının arttığı durumlarda hipotalamus hipofizin arka lobuna normalden daha az ADH salmasını "emreder." Böylece suyun uzak borucuklardan geri emilimi azalır ve atılan idrar miktarı çoğalır. Öte yandan vücut sıvılarında azalma ya da bu sıvılardaki çözünmüş maddelerin yoğunluğunda artma olduğu durumlarda kana daha çok ADH salınarak suyun geri emilmesi sağlanır. Bu düzenleme mekanizması çok duyarlı bir dengeye sahiptir. İlk idrarın geri emiliminde dakikada 1 ml'lik azalma bile 24 saatte atılacak son idrar miktarını büyük ölçüde artırır. Örneğin, dakikada geri emilen 119 mi ilk idrarın 118 ml'ye düşmesi, 24 saatte atılan idrarı 1,5 lt'den 3 lt'ye çıkarır. ADH hormonunun etkisi şekersiz diyabet (diabetes insipidus) hastalığında daha da iyi anlaşılır. Bu hastalıkta hipofizin arka lobu hormon salimini durdurur. Böylece uzak borucuklardan geri emilim gerçekleşmez ve günlük idrar çıkarma miktan 20 lt'yi aşar.
İlk idrarın geri emilimi en çok dakikada 119,8 ml'ye ulaşabilir. Bu da 24 saatte 300 mi idrar çıkarılmasına yol açar. Bu miktar organik metabolizma atıklarının vücuttan uzaklaştırılması için gerekli en az idrar miktarıdır (zorunlu idrar düzeyi). 24 saatte çıkarılan idrar miktarı 300 ml'nin altına düşerse vücutta bozukluklar görülür.
Akut Böbrek Yetmezliği
Akut böbrek yetmezliğinde çıkarılan idrar miktarı birden azalır ve buna bağlı olarak organik sıvı miktarı ile bu sıvının içerdiği maddelerin yoğunluğu önemli ölçüde değişikliğe uğrar.
Birçok böbrek hastalığı akut böbrek yetmezliği belirtileri verebildiği için önce bu hastalıkları eleyecek incelemeler yapıldıktan sonra tam konur.
Akut Böbrek Yetmezliği Nedenleri
Bu hastalığın nedenleri üç aşamada incelenebilir: Böbreklerden önce, böbreklerde ve böbreklerden sonra ortaya çıkan bozukluklar. Başka bir deyişle, kanın böbreklere gelmesinden önce, böbreklerde süzülmesi sırasında ve daha sonra idrarın sidik torbasına akışı aşamasında çeşitli bozukluklar görülebilir. İlk grupta aşırı su kaybı ya da ağır dolaşım yetmezliği gibi durumlar sonucu dolaşımdaki kan ile damar boşluğu arasında ortaya çıkan bir dengesizlik söz konusudur. Kanın organizmanın her yerine yeterli miktarda ulaşamadığı bu gibi durumlarda bir dizi karmaşık refleks mekanizması devreye girer. Böylece beyin ve kalp gibi organların kansız kalmaması uğruna aralarında böbreklerinde bulunduğu bazı organlara kan akışı engellenir. Böbreklere yeterince kan gitmemesi ani ölümle sonuçlanabilir. Böbrek iskemisi, yani böbreklere az kan gitmesine bağlı bölgesel kansızlık, çıkarılan idrar miktarının birden azalmasına ve tamamen kesilmesine yol açar. Böbrek iskemisinin kısa sürdüğü durumlarda önemli yapısal bozuklukların görülmediği "işlevsel yetersizlik" ortaya çıkar. İskeminin uzun sürdüğü durumlarda ise ağır doku yıkımı ve bunu izleyen böbrek borucukları ve/ya da böbrek kabuğu (korteks) nekrozu (doku yıkımı) gelişir.
Böbreklerden kaynaklanan akut böbrek yetmezliği nedenleri bu organın çeşitli hastalıklarını kapsar.
Böbrek borucukları nekrozu: Akut böbrek yetmezliğinin en sık görülen nedenidir.
Akut glomerülonefrit: Ender durumlarda akut böbrek yetmezliğine yol açar.
Damar hastalıkları: Değişik biçimlerde ortaya çıkabilir. Emboli ya da tromboza bağlı olarak tıkanan damarlar her iki böbreği işlev dışı bırakabilir (iki yanlı, yaygın böbrek enfarktüsü). Kansız kalma ve/ya da damarların kasılıp büzülme refleksi sonucu glomerül ağının bulunduğu böbrek kabuğu bölgesinde nekroz, yani geriye dönüşsüz doku yıkımı ortaya çıkabilir. Kabuk nekrozu özellikle gebeliğin son aylarında septik (mikroplu) düşüğe bağlı akut böbrek yetmezliğinin bir sonucu olarak gelişir.
Enfeksiyonlar: Özellikle böbrekleri kansız bırakan ağır enfeksiyonlar böbreğin iç bölgesini (medulla) ya da buradaki memecik (papilla) bölgesini nekroza uğratarak akut böbrek yetmezliğine yol açar.
Böbreklerden sonra akut böbrek yetmezliğine yol açan nedenler özellikle orta ve ileri yaşlarda görülür. İdrar yollarının tıkanması idrar çıkışını bütünüyle engelleyebilir (anuri). Örneğin, böbrek taşlan ya da boşaltım sistemi tümörleri idrar borusunu tıkayacak biçimde baskı yapabilir. Karın zarı arkasında oluşan lifli nedbe dokusu da idrar borusunu sararak tıkanıklığa yol açabilir.
Akut Böbrek Yetmezliği Tedavisi, Tedavi
Böbreklerden önce ve sonra ortaya çıkan bozukluklara bağlı olan akut böbrek yetmezliklerinde önce yüksek tansiyon, konjestif (dokularda su tutulması ve damarlarda kan toplanmasına bağlı) kalp yetmezliği ve hücre dışı sıvı azalması gibi, etken olan birincil hastalık tedavi edilmelidir. Akut böbrek yetmezliğinin başlıca nedenlerinden akut böbrek borucukları nekrozunun (doku yıkımı) tedavisinde temel amaç vücuttaki organik sıvıların ve bu sıvılardaki madde yoğunluklarının belli düzeylerde tutulmasıdır. Ayrıca böbreklerin boşaltım işlevi bozulduğu için vücuda zararlı metabolizma ürünlerinin yoğunluğu, beslenme ile alınan proteinlerin azaltılmasıyla dengelenmelidir. Çıkarılan idrar miktarının azaldığı dönemde olası enfeksiyonlara karşı hastayı mikroplardan uzak tutmak gerekir. Hastaya verilecek sıvı deri ve bağırsak gibi çeşitli yollarla yitirilen sıvı miktarı göz önünde tutularak belirlenmelidir. İdrar, kusma, ishal ve ateş hastanın gerçek su gereksinimini belirleyen sıvı kayıplarına yol açar. Hastaya verilecek sıvı miktarı saptanırken 250-500 gr arasında değişen günlük normal su kaybı temel alınır. Ayrıca plazmada sık' sık sodyum düzeyine bakarak, sodyum yoğunluğu düştükçe verilen sıvı miktarı azaltılır. Kusma ve ishal gibi yollarla aşın sıvı kayıplarının görülmediği hastalarda, kaybedilen sıvı miktarına ek olarak 24 saatte yaklaşık 400-600 ml sıvı vermek uygundur. Bu hastalara verilen yiyeceklerde enerji gereksinimi yeterli ölçüde karşılanmalı, ama yıkım ürünleri böbreklerden atılan proteinlerde kısıtlamaya gidilmelidir. Böbrek yetmezliğinde izlenecek beslenme düzenine ilişkin ayrıntılı bilgi "Sağlıklı Yaşam" cildinde verilmiştir. Hastalık hafif seyrediyorsa ağızdan, daha ağır durumlarda burundan mideye uzatılan sondayla, mide-bağırsak işlevleri bozuk hastalarda damardan besleme yapılır. Doğal olarak bu üç değişik yolla verilen besinler farklılık gösterir. Ağızdan beslemede uygun ölçüde karbonhidrat ve protein içeren, potasyum ve sodyum içermeyen, olabildiğince yağsız besinler verilmelidir. Beslenmenin burun sondasıyla yapılmasını gerektiren durumlarda daha önceden hazırlanmış, hastanın bütün beslenme gereksinimini karşılayacak karışımlar kullanılabilir. Damardan beslemede yüksek oranda glikoz (yüzde 25) içeren serumlar hastaya günde 100-200 gr glikoz sağlayacak biçimde verilir. Potasyum özel dikkat gerektirir. Böbrek yetmezliğinde plazma düzeyi artan potasyum, özellikle kalpte karıncıklar arasındaki elektrik iletişimini bozarak kalp durmasına yol açabilir. Bu tehlikeli etkisinden dolayı kanda potasyum artışı hemen denetlenmelidir. Kanda potasyum yükselmesi ağızdan iyon değişimi sağlayan reçinelerin verilmesi, potasyumun hücre dışı sıvılardan hücre içine geçmesini sağlayan şekerli çözeltilerin ya da ensülinin damar yoluyla verilmesiyle denetlenir. İyileşme belirtileri görülüp azalan idrar miktarında artış başladıktan sonra sıvı ve gıda alımındaki kısıtlamalar yavaş yavaş kaldırılır. Ama protein alımı üre ve kreatininin kandaki değerleri normale ulaşana değin denetim altında tutulur. Tedaviyi yönlendiren idrar ve kan tahlillerinin sonuçlan normale dönünce tedavi kesilebilir. Hastaların büyük bir bölümünde perhiz yapmak, sıvı ve elektrolitleri ölçülü almak vücutta aşın sıvı tutulmasını önlemede, hücre dışı sıvıların bileşimini normal yoğunlukta tutmakta ve üremi belirtilerini ortadan kaldırmakta yetersiz kalır. Bu nedenle hastada idrarın azaldığı ya da bütünüyle kesildiği dönemde zaman geçirmeden diyalize başvurulur. Böbrek yetmezliğinde gecikmeden uygulanan periton (karın zan) diyalizi ya da hemodiyaliz (kan diyalizi) komplikasyonları büyük ölçüde önler.
Kronik Böbrek Yetmezliği Nedir
Kronik böbrek yetmezliğinde birçok böbrek hastalığının son evresini oluşturur. Böbreğin işlevsel birimleri olan nefronlardaki geriye dönüşsüz lezyonlar, böbreğin boşaltım görevini yerine getirememesine yol açar. Bu nedenle üre, ürik asit, kreatinin, sülfatlar gibi metabolizma atıkları dışarı atılamayarak vücutta birikmeye başlar. Proteinin son yıkım ürünü olan üre tek başına kanda zehir etkisi yapmasa da böbrek yetmezliğinin önemli bir göstergesidir. Bu nedenle böbrek yetmezliği belirtilerinin
görüldüğü geriye dönüşsüz son evreye üremi adı verilmiştir.
Kronik Böbrek Yetmezliği Nedenleri
Böbreğin işlevsel yapılarını etkileyen birçok hastalık kronik böbrek yetmezliğine yol açabilir. Ayrıca damar sistemine ait bozukluklar ve idrar yollarının tıkanması da kronik böbrek yetmezliği nedenleridir. Bu hastalığın başlıca nedenleri arasında glomerülo-nefrit, böbreğin damar hastalıkları, kronik piyelonefrit, yalnız nefronları etkileyen cıva gibi zehirli maddeler, böbrekteki enfeksiyonlar ve her iki böbreğin doğumsal hastalıkları sayılabilir. Çok sayıda nefronun işlev dışı kalması, organik sıvı dengesini sağlama işini geride kalan az sayıdaki nefrona yükler. Bu durumda dakikada 120 mi olan glomerüllerdeki toplam süzülme 20-30 ml'ye düşer ve böbrek borucuklarının taşıma yeteneği de azalır. Sonuçta üretilen idrarın miktarı ve özellikleri değişir: Atılacak maddelerin artması, hastalığın ilk dönemlerinde suyun borucuklardan vücuda geri emilmesini engeller. Bir başka deyişle böbrek iyi süzemediği atıkları bol süzerek uzaklaştırmaya çalışır. Bu nedenle hastalık başlangıcında çıkarılan idrar miktarı artar (poliüri). (Yalnız büyük işlev kaybının görüldüğü kronik böbrek yetmezliği evrelerinde idrar miktarı azalır.) Böbrek yetmezliğinin poliüriye eklenen ilk belirtileri arasında aşın su içme sayılabilir.
Hasta böbrekler idrarı gerektiği gibi yoğunlaştırma ve seyreltme özelliklerini de yitirmişlerdir. Bu nedenle koşullar değişse bile idrarın özgül ağırlığı sürekli olarak 1010 gr/lt dolayında kalır (normal değerler 1006-1025 arası). Buna aynı yoğunlukta kalan idrar anlamına izostenüri denir. Nefronların idrar yoğunluğunu değiştirme yeteneklerini yitirmeleri elektrolit denge bozukluklarına yol açar. Bazı olgularda böbrek borucuklarından geri emiliminin ortadan kalkmasına bağlı olarak gelişen sodyum kaybı, vücutta sodyum düzeyinin düşmesine neden olarak kan ve öbür hücre dışı sıvıların azalmasına yol açar. Kan hacminin azalması, kan basıncının düşmesine ve buna bağlı olarak ilk idrar miktarının azalmasına yol açar. Potasyum dengesinde belirgin sapmalar görülmez. En azından böbrek yetmezliği idrar azalmasıyla seyreden döneme girmedikçe potasyum normal değerlerini korur. Kronik böbrek yetmezliğinin belirgin özelliği olan ilk idrar miktarının azalması vücutta fosfat tutulmasına yol açar. Fosfatlar kalsiyumu bağlayarak kalsiyum fosfatları oluşturur. Böylece kanda serbest kalsiyum miktarı azalır. Bu azalma paratiroit bezinden parathormon salgılanmasını uyarır. Parathormonun bir görevi kalsiyumun depolandığı kemiklerden ayrılarak kana geçmesini sağlamak ve kanda kalsiyum düzeyini normal düzeye çıkarmaktır. Böbrek yetmezliğinin bir sonucu olan hiperparatiroidizm (paratiroit bezinin aşırı çalışması) kemik dokusunda incelmeye (kemik erimesi) ve kist oluşumuna yol açar. Kemikler kırılacak ölçüde zayıflar. İdrarda kalsiyum düzeyi yükselir ve bir anlamda eriyen kemiklerin idrarla dışarı atıldığı evreye girilir. İlk idrar miktarının azalması fosfatların yanı sıra sülfat ve besinlerin yıkılması ile oluşan organik asitlerin atılmasını da engeller. Böylece organik sıvılarda biriken bu maddeler asidoza (asit düzeyinin artması) yol açar. Kronik böbrek yetmezliğinde asidoz durumunun ortaya çıkmasına böbrek borucukları da önemli bir katkıda bulunur. Borucuklar yeterli miktarda amonyum iyonu, üretemez ve böylece asit fazlasının amonyum tuzları halinde vücuttan atılması gerçekleşmez.
Akut böbrek yetmezliği nedenleri; Kanama, Yaralanma, yanıklar, ülser delinmesi vb.
Damar içi hemoliz (alyuvar parçalanması) Yanlış kan nakli, sıtma vb.
Damarsal olaylar Böbrek atardamarında tromboz (pıhtı oluşumu), iki yanlı kabuk nekrozu (doku yıkımı) vb.
Enfeksiyonlar Akut hepatit, akut piyelonefrit vb.
Aşırı duyarlılık tepkileri Akut glomerülonefrit, kızartılı lupus, mantar zehirlenmesi vb.
Su ve elektrolit kaybı İshalli ağır bağırsak iltihapları, uzun süren kusma, idrar söktürücülerin uzun süre kullanılması vb.
İdrar yollarını tıkayıcı hastalıklar İdrar borusunu tıkayan tümörler, taşlar vb.
Böbreğe zehirli etkisi olan maddeler Cıva, karbon tetraklorür, fosfor vb.
Bunaltı Nevrozu, Bunaltı Bozukluğu, ve Sosyal Bunaltı
Bunaltı ortada belli bir neden yokken, bir tehlikenin yaklaştığı kaygısına ve güçsüzlük duygusuna kapılarak iç sıkıntısı duymak biçiminde tanımlanabilir; şiddeti hafif bir kaygıdan derin ve güçlü bir korkuya kadar değişebilir.
Bunaltı (anksiyete) terimi psikiyatride çoğu kez kavram karışıklığına yol açacak biçimde kullanılır. Bunun başlıca nedeni bu terimin herkesin paylaştığı kesin bir tanımının olmamasıdır.
Bunaltı dış dünyadaki gerçeklerden kaynaklanmayan ciddi bir tehdit edilme duygusuyla ilişkilidir. Bu duygu insanın bedeninde, sinir sisteminde ve zihinsel yaşamında bazı tipik belirtilerle ortaya çıkar. Bunaltının korkuya benzer yanları vardır; insan geleceğini sandığı bir kötülüğün acısını çeker ve bunu bilinçaltında yaşanmış deneyimlerle bütünleştirir. Ama korkuda dışarıdan gelen gerçek ve nesnel bir tehlike söz konusuyken bunaltıda tehlike kişinin kendisinden kaynaklanır; dışarıdan bakıldığında herhangi bir açıklaması, görünür hiçbir tehlike yoktur.
Dış Tehlikelere Yanıt Olarak Bunaltı
Bunaltıyı belirleyen öğeler bireyseldir. Bunaltının nedenleri arasında bazı kişilik özellikleri ve derin iz bırakan gerilimler önemli yer tutar. Ama bunlar yeterince açık betimlemeler değildir ve kesin klinik, bulgulardan çok akılcı kavramsal modellere dayandırılmıştır. Kuşkusuz bunaltının fizyolojik ve nesnel yönleri, korkuda görülenlerden çok farklıdır.
"Bunaltı çağı" olarak adlandırılan günümüz ile geçmiş arasındaki tek ayrım bugün yaşamın daha gerilimli ve hareketli olması değildir. Zamanımızın karmaşık tehlikeleri karşısında insanların artık anında, etkili ve yalın davranışsal tepki göstermemeleri de önemli bir farktır. Bütün bunları dikkate alarak, uygulamada büyük önem taşıyan iki noktaya değinmek gerekir.
Birincisi, tanı sorunudur. Hastanın öyküsündeki tipik duygusal bozuklukların ve bunlara bağlı belirtilerin tanına-mamasıyla bunaltı gözden kaçabilir. Öte yandan bunaltının beden ve sinir sistemindeki belirtileri asıl hastalıkmış gibi yorumlanabilir. Bazen bunaltı belirtileri hasta tarafından dile getirilemez ve birbiriyle çelişkili birçok klinik inceleme yapılması gerekebilir. Bazen de bunaltı daha derindeki ağır ruhsal ve organik hastalıkları örtmeye yarar.
İkincisi, bunaltı birçok durumda kişinin belirli uyaranlara ve dış tehlikelere karşı gösterdiği, tümüyle normal ve yerinde bir duygusal tepki de olabilir.
Normal olarak bunaltı bir güçlüğü aşmak, gidermek ve sonunda sorun olmaktan çıkarmak için kişinin bir silah gibi kullandığı davranışlardır. Bu biçimiyle de nevrotik bir bozukluğa işaret
eden anksiyete nevrozundan farklı olarak genellikle olumsuz değil, kişinin olgunlaşma süreci için gerekli, çok önemli bir öğedir. Çocuğun davranışları, kişiliğini de önemli ölçüde etkileyen erişkinlerin istekleri doğrultusunda gelişir ve yapılanır. Bu süreçte çocuk yeterince sevgi ve onay (güven, destek) görmezse bunaltı için elverişli bir ortam yaratılır.
Bunaltı hoş bir olay değildir ve her birey ruhsal savunma mekanizmalarını kullanarak bu duygudan kaçınmaya çalışır. Bu mekanizmaların kullanılması her zaman bir hastalığa işaret etmez; özellikle genç yaşlarda kişilik gelişimini belirleyen tepkilere neden olur. Bunaltı bir tehlikeye yanıt olarak ortaya çıkar. Sorun bu tepkinin normal mi, yoksa hastalık niteliğinde mi olduğunu belirleyebilmektir.
Bunaltının şiddeti ve süresi gibi özellikleri belirdiği duruma uygun düşüyorsa, bunun organizmanın dış uyaranlara yanıt vermesini sağlayan normal ve temel bir tepki olduğu söylenebilir. Bu tür bir tepki bireyin kendini savunarak yaşamını sürdürmesi açısından çok işlevseldir. Oysa birçok olguda bunaltı normal ölçüler dışında, koşullarla uyumsuz ve hastalık niteliğinde bir duygusal tepki olarak belirir. Bu durumda fiziksel rahatsızlıklara da neden olabilir.
"Normal bunaltı" ile "hastalık derecesinde bunaltı" arasındaki sınırı belirlemek olanaksız değilse de çok zordur. Klinik açıdan bunaltının şiddeti çok değişebilir. Çok hafif ve orta şiddette olgularda bunaltı "normal" sayılabilir, ama zamanla çok ilerleyerek hastalık ölçülerine de varabilir. Bu aşamaların sonunda ayrıca ciddi bedensel sorunlar gelişebilir. Normal ile hastalık derecesinde bunaltı ayrımında temel alınacak ve olguların çoğunda geçerli olabilecek dört ölçüt önerilebilir:
• Bunaltının şiddeti, sıklığı ve süresi.
• Bunaltıyı yaratan olayın ciddiliği ile. bunaltı tepkisinin şiddetinin birbirine denkliği.
• Bunaltının yol açtığı fiziksel rahatsızlığın derecesi.
• Normal alışkanlıklardaki bozulmanın (örneğin belli yerlerden kaçma, sıradan işleri yapamama) derecesi.
Hastalık Derecesinde Patolojik Bunaltı
İnsan bunaltıyı kendi denge ve uyumuna yönelik bir tehlike biçiminde algıladığından bilinçli ya da bilinçdışı olarak bir dizi savunma sürecini başlatır. Bunaltı belirtileri bu durumun nedeniyle karşılaştırılamayacak kadar şiddetliyse ve savunma mekanizması yetersiz kalan kişi bu belirtileri denetlemeyi başaramazsa bunaltı nevrozundan söz edilir. Bunaltı nevrozu en basit, en az karmaşık nevroz türüdür. Ama bunaltı nevrozu tanısının konabilmesi için önce bütün öbür bunaltı nedenlerinin araştırılıp elenmesi gerekir.
Bunaltı nevrozunun görüldüğü insanların çoğunda bazı ortak kişilik özelliklerine rastlanır. Bunlar genellikle bunaltıya eğilimli, çocukluk ve ergenlik çağlan güvensizlik içinde geçmiş, aileden gelen korkulan bulunan kişilerdir. Bunaltıda kişilik yapısı çok önemlidir; bunda kalıtsal öğeler kadar özellikle anne babanın yeterince eğitici olmadığı durumlarda büyüme çağında edinilmiş davranış biçimlerinin de belirleyici etkisi vardır.
Kişilik özelliği olarak bunaltıya yatkınlık bütün bunaltı nevrozu hastaların-da açıkça görülür.
Bazı psikanaliz okulları bunaltının olası nedenleri arasında doğum travmasının da önemli bir yer tuttuğunu savunur. Hatta bazı araştırmacılara göre doğum anı, özellikle ailesel yatkınlığı olan bireylerde ciddi sonuçlara yol açan psikolojik bir şok yaratabilir. Doğum travmasının yaşam boyu üstesinden gelinemez ve Freud'a göre doğum anı, bireyin ilk bunaltı deneyimidir.
BUNALTININ ÖZNEL RUHSAL BELİRTİLERİ
• Korku
• İç sıkıntısı
• Gerginlik
• Tehlike beklentisiyle duyulan
Korku
• Aşırı kaygı ve aşın uyanıklık
• Sabırsızlık ve huzursuzlu
(yerinde duramama)
• Çabuk yorulma
• Dikkatin çabuk dağılması
• Bellek bozuklukları
• Uykusuzluk
Bunaltı Belirtileri
Bunaltı nevrozu çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir. Belli bir durumda, belirli nesnelerle karşılaşıldığında ya da hiçbir görünür neden olmadan belirebilir. Bu tür nevroz belirtilerinin sıklığı, şiddeti ve özellikleri kişilik yapısına bağlı olarak bireyden bireye değişir.
Bunaltı nevrozunda bedensel (somatik) ve ruhsal (psikolojik) kökenli olmak üzere iki ayn türden belirtilere rastlanır. Belirti ne kadar özgül, yani sınırlan belirgin ve kesin ise o kadar büyük bir olasılıkla organik kökenlidir. Buna karşılık dağınık ve betimlenmesi güç belirtilerin ruhsal kaynaklı olduğu düşünülür.
Bunaltı duygusal düzeyde korku, güvensizlik, huzursuzluk, hafif uyanlara aşın yanıt verme ve saldırganlık gibi belirtilerle ortaya çıkar. Düşünsel düzeyde hasta mantık yürütme ve dikkatini yoğunlaştırmada güçlük çeker. Bedensel bozukluklar arasında ise baş dönmesi gibi sinir sistemini ilgilendiren belirtilere, deriyle ilgili olarak avuç içi, ayak tabanı ve koltukaltı terlemeleriyle solgunluk ya da ani yüz kızarmasına, kalp atışlarının hızlanması gibi kalp-damar sistemi bulgularına, sindirim sisteminde mide bulantısı, ishal, kabızlık gibi yakınmalara, kas sisteminde hareket düzensizliklerine, ayrıca sık idrara çıkma gibi boşaltım sistemi belirtilerine rastlanır.
Utangaç ve güvensiz kişilik yapısıyla bağlantılı olarak geceleri kâbus görme, idrar kaçırma ve tik biçiminde bozukluklar ortaya çıkabilir. Bunaltının kronikleşmiş olduğu kişilerde ise genellikle uyuma zorluğu, derin uyuyamama ve kâbus görmeden başlayarak ruhsal kaynaklı bedensel (psikosomatik) hastalıklara kadar varabilen belirtiler görülür.
Bu olgularda bunaltının uyarıcı işaret vermek biçimindeki işlevsel yararı artık kalmamıştır. Kişi akılla bağdaşmayan amaçsız işler yapmaya başlar. Ayrıca ölüm ve delirme korkularıyla beslenen derin bir kaygı içindedir.
Bunaltı Stres Krizlerinin Özellikleri
Bunaltı krizi, gündüz ya da gece gelebilen, birkaç dakikadan birkaç saate kadar, hatta bazen daha fazla sürebilen, aynı gün ve gece içinde yineleyebilen nöbettir. Titreme, terleme ve ağlamayla birlikte hastada şiddetli panik görülür. Bazen bunlara görsel varsanılar (halüsi-nasyon) ve ani ölüm korkusu da eşlik eder. Göğüs kafesinde sıkışma duygusuyla birlikte "hava açlığı" belirir. Hasta sık soluk almaya başlar. Sonunda kanda kalsiyum düzeyi düşer ve parmaklarda, ellerde ve ağız çevresinde duyarlılık belirir. Kas gerginliğine bağlı ağrılarla, kafa arkası ve alında duyulan inatçı baş ağrılarına sık rastlanır. Baş ağrısı akşama doğru artarak bütün başa yayılır. Kişinin metabolizma ve sinir sistemiyle ilgili yapısal yatkınlıkları dışında bu bozuklukları ortaya çıkaran etkenler ikiye ayrılabilir. Bunlardan dış etkenler aile ve toplum kökenlidir. Kişinin aile çevresinde ve toplum içinde yaşadığı çok olumsuz ve acı veren deneyimler bunaltının başlıca dış etkenlerini oluşturur.
İç etkenler ise ruhsal çatışmalardan kaynaklanır. Doyucuru biçimde çözülemeyen ya da durdurulamayan ruhsal çatışmalar, kişide sevgisiz kalma, öz denetimini yitirme, ekonomik çökme (iflas) gibi çok çeşitli korkulara neden olur.
Bunaltı Ayırıcı Tanı Teşhis
Bunaltı hem bedensel, hem de ruhsal nitelikli birçok hastalıkla karıştırılabilir. Dolayısıyla ayırıcı tanı bütün bu olasılıkların araştırılmasını gerektirir. Vücudun herhangi sistemini ilgilendiren rahatsızlık belirtilerinin nedenleri ayrıntılı incelemeler yapılarak ortaya çıkarılmalıdır. Yukarıdaki açıklama anımsanacak olursa şiddetli panikle birlikte görülen bunaltı krizi belirtileri önemli ölçüde miyokart enfarktüsünü taklit edebilir.
Ayrıca ruhsal çöküntü (depresyon) sendromu da belirgin bir bunaltıyla ortaya çıkabilir.
Bunaltı Tedavisi
Bunaltı nevrozunun temeline inen tedavi ile bunaltı krizi tedavisi arasında ayrım yapmak gerekir.
Bunaltının Öznel Fiziksel Belirtileri
İstemsiz kas hareketleri, Terleme, Ağız kuruması, Titreme, Çarpıntı, Göğüste sıkışma, Hava açlığı, Baş dönmesi ve "dağılma" duygusu, Bedensel yorgunluk, Bulantı "Boğaz düğümlenmesi", İştahsızlık, Sindirim sistemi bozuklukları, Sık sık idrara çıkma, Gerginliğe bağlı baş ağrısı, Çeşitli fiziksel hastalık belirtileri
Gerginlik (stres) ne zaman ortaya çıkar?
Gerginlik, organizmanın yeniliklere uyum göstermesinin gerektiği ya da ruhsal-bedensel dengeyi bozabilecek bedensel ve duygusal gerilimlerin sürekli etkisinde kaldığı durumlarda gelişir.
Panik ya da büyük korku nöbetleri bunaltı belirtisi midir?
Panik nöbeti bunaltının en ağır biçimidir. Ölüm ve delirme korkusunun yanı sıra genellikle nefes darlığı, çarpıntı, aşın terleme, bütün vücutta felç duygusu gibi fiziksel belirtilerle birlikte ortaya çıkar. Birçok olguda özellikle göğüste olmak üzere yaygın ağrılar görülür. Kalp krizini düşündürebilen bu ağrılar birkaç dakika ya da birkaç saat sürebilir ve bir iki gün içinde yavaş yavaş geriler.
Bunaltı ile korku arasında ne fark vardır?
Bunaltı kişinin yaklaştığına inandığı, ama tanımadığı bir tehlike karşısındaki duygusal gerginliğidir. Korku ise gerçek bir tehlikeye karşı verilen duygusal yanıttır.
Bunaltının çocuk ve erişkinlerde görülen biçimleri farklı mıdır?
Erişkinlerde bunaltı ve bunaltı nevrozu belirtilerini tanımak görece daha kolaydır. Erişkinde kişilik gelişmesi tamamlanmış olduğundan, "olağan" dışı sapmaları ayırt etmek zor değildir. Oysa çocuklarda kişilik gelişmesi sürmekte olduğundan olağanlık ve nevroz arasındaki sınır belirsizdir. Bazı psikiyatrlar çocukta orta şiddetteki bunaltı nevrozunun çocuğun hızlı toplumsal (aile, okul) ve bedensel gelişimi dikkate alındığında normal ve işlevsel bir durum olduğu görüşündedir.
Köklü nevroz tedavisinin bedensel ve ruhsal olmak üzere birlikte uygulanan iki yönü vardır. Bunaltı bedensel belirtiler veriyorsa ayrıntılı bir tıbbi muayene zorunludur. Fiziksel bir bozukluk olasılığı ancak böyle bir muayeneden sonra elenebilir ve hastanın bu konudaki endişeleri giderilir.
Bunaltının hafif türlerinin tedavisinde önce psikoterapiyle başlamak ve hastaya genel anlamda güven vermek önemlidir.
Bunaltı çözücü ilaçlar miyasteni (kas zayıflığı) hastalığında kesinlikle kullanılmamalıdır.
Kronik solunum yetmezliği olanlarda çok dikkatle kullanılmalıdır. Yaşlılarda karaciğer ve böbrek yetmezliği tehlikesi nedeniyle düşük dozlarda verilmelidir. Yaşlı hastada yüksek dozlar zihin karışıklığının artmasına ve beyin ödemine yol açabilir.
İlacın görece yüksek dozlarda verildiği durumlarda fiziksel ve ruhsal bağımlılığın gelişip gelişmediği sık aralıklarla kontrol edilmelidir. Bunaltı çözücü ilaçlar cinsel dürtülerin zayıflamasına yol açabilir. Bunaltının öncelikle cinsel sorunlardan kaynaklandığı durumlarda kullanılmaları uygun değildir.
Yatıştırıcılar kan yoluyla anne adayından bebeğe geçtiği için gebelikte kullanılmaları sakıncalıdır.
Ruhsal çöküntü olgularında yalnızca bunaltı çözücülerin kullanılması doğru değildir.
Daha ilerlemiş olgularda deneyimli uzmanlarca uygulanan psikoterapiye ek olarak uygun ilaç tedavisine de başlanır.
Öncelikle uyku düzeninin olabildiğince normale dönmesi sağlanmalıdır. Uygun beslenme ve beden hareketleri hastanın genel sağlığına katkıda bulunarak gerginliklere karşı direncini artırır. Bazı hafif yatıştırıcıların kullanılması da yararlı olabilir.
Bunaltıya ruhsal çöküntü de eklenmişse tedavide bunaltı çözücü ilaçlarla ruhsal çöküntü giderici ilaçlar birlikte kullanılabilir. Böyle birleşik tedaviler çoğunlukla etkili ve tehlike yaratmaz.
Daha karmaşık psikoaktif ilaçlar ise ancak psikoterapi uzmanının doğrudan denetimi altında kullanılabilir.
Bunaltı krizinin tedavisinde bazen yatıştırıcı ve spazm çözücü ilaçlar da kullanılabilir. Bu tür tedaviye daha çok nöbetin uzun sürmesi, hastanın yaşlı olması ve daha ileride uzun süreli tedavi yapma olasılığının bulunmaması durumunda başvurulur. Hızlı etkili barbitüratlar akut panik nöbetini hemen ortadan kaldırır. Ama kronik bunaltı olgularında hipnotik etkili barbitüratlar çok dikkatle kullanılmalıdır, çünkü bu ilaçlara bağımlılık gelişme tehlikesi çok yüksektir.
Malta Humması Olarakta Bilinen Hastalık Bruselloz Nedir
İnsanlara evcil hayvanlardan bulaşan bu hastalığa karşı koruyucu önlem olarak temizlik kurallarına titizlikle uyulması gerekir.
Malta humması ve Akdeniz humması olarak da bilinen Bruselloz, evcil hayvanlar arasında son derece bulaşıcı bir mikrobik hastalıktır. İnsana da bu hayvanlardan bulaşır. Verdiği dalgalı ateş, terleme, halsizlik ve ağrı belirtileri bazen kronikleşir ve hastayı uzun süre yatağa bağlayabilir.
Bruselloz Malta Humması Hastalığı Nedeni
Akdeniz hummasının etkeni Brucella cinsinden bakterilerdir. Bu cinsin insanda hastalık yapan türleri keçilerden geçen Brucella melitensis, sığırlardan geçen Brucella abortus ve domuzlardan geçen Brucella suis'tir. Brucella canis türüne ise ender olarak köpeklerde rastlanır. Vücuda giren mikroplar temel olarak kemik iliği, lenf düğümleri, karaciğer ve böbrek hücrelerine yerleşir. Daha seyrek bulundukları yerler kemik dokusu, erbezleri ve kalp iç zarıdır (endokart). Merkez sinir sistemi ve çevrel sinirler de mikroplardan etkilenebilir. Kanla yayılan başka mikrobik hastalıklarda olduğu gibi bu bakteriler de bütün dokulara yerleşebilir.
Bruselloz Malta Humması Hastalığı Nasıl Bulaşır
Malta hummasının başlıca bulaşma kaynağı büyükbaş ve küçükbaş hayvanlardır. Hastalık insanlara genellikle hastalıklı hayvanın sütünden geçer. Bu hayvanların sütünde çok sayıda bakteri vardır. Taze peynir, tereyağ ve dondurma gibi süt ürünleri de bulaşmaya yol açar. Hastalıklı hayvanların dışkı ve idrarıyla bakteri dış ortama yayılır. Brucella çevre koşullarına son derece dayanıklıdır. Tozlu ortamlarda altı haftaya kadar, nemli toprakta ve suda daha uzun süre canlı kalabilir. Dolayısıyla bu bakterilerle kirlenmiş sular, sebzeler ve çevreye dağılan tozlar bulaşmaya yol açabilir.
Brucella abortus özellikle düşük yapan ineğin düşük sırasında çıkardığı maddelere dokunulmasıyla bulaşır. Bakteri bunlar arasında en çok etenede (plasenta) bulunur. Düşük sırasında bulaşmaya hayvancılıkla uğraşan köylüler ve veterinerler arasında oldukça sık rastlanır. Hastalıklı hayvanların dölyolu muayenesi sırasında el derisinden de bulaşma oluşabilir.
Bruselloz Malta Humması Hastalığı Dağılımı
Bütün Akdeniz havzasında bulunan Brucella melitensis küçükbaş hayvanlarda (koyun, keçi) bulaşma etkeni olmakla birlikte sığırlarda da görülebilir. Avrupa'nın orta ve kuzey kesimlerinde dağınık biçimde yayılmış olan Brucella abortus sığırlarda ve daha seyrek olarak at, köpek ve domuzlarda düşüğe neden olur.
Amerika'da sık rastlanan Brucella suis domuzlarda düşüğe yol açar. Ayrıca tavşan ve başka yabanıl hayvanlarda da hastalık etkenidir. Kırsal kesimlerde daha yaygındır. Hayvanlarda düşüklere daha çok rastlanılan bahar aylarında hastalığın görülme sıklığı artar. Hastalık etkeni gebe hayvanın meme ve döl-yatağına yerleşmiştir.
Bruselloz Malta Humması Hastalığı Belirtileri
Brucella melitensis ile oluşan en yaygın Bruselloz tipinde kuluçka süresi 2-6 hafta arasında değişir. Hastalık hafif belirtiler vererek başlar. Ateş yavaşça yükselerek 10 günde 39°C-40°C'ye kadar çıkar. 1-2 hafta bu düzeyde kalan ateş daha sonra düşer ve kaybolur. Böylece ateşli dönemden daha kısa süren ateşsiz döneme girilir. Bunu yeniden ateşli dönem izler. Ateş düşerken görülen terleme Brusellozun en tipik özelliklerinden biridir. Malta hummasının ateş dışındaki başlıca belirtileri yorgunluk, kas, kemik ve eklem ağrılarıdır. Hastalığın belirtileri, hastalık etkeni mikropların vücutta yerleştiği yere (erbezleri, karaciğer, sinir sistemi, akciğerler) göre değişir. Bruselloz olguları yüksek ateş, titreme ve bilinç bulanıklığı belirtileriyle birden başlayabildiği gibi gözden kaçabilecek ölçüde hafif seyredebilmektedir.
Bruselloz Malta Humması Hastalığı Tanı, Teşhis
Meslek olarak hayvanlarla uğraşmak, dalgalı ateş, hastalığın sinsi başlaması ve terleme bruselloz olasılığını düşündürür. Bu olasılık kan kültüründe mikrobik etkenin üretilmesi ve serumda özgün antikor aranması (Wright testi) ile sınanarak kesinlik kazanır.
Bruselloz Malta Humması Hastalığı Tedavisi, Tedavi
Malta hummasında belirtilere yönelik tedavi için hastaya ağrı ve genel halsizlik dönemi süresince ağızdan 6 saatte bir 500 miligram şahsilik asit (aspirin) verilir. Terlemeyle kaybedilen suyu karşılamak için yeterli su alınmalıdır. Uykusuzluk sorunu varsa alışkanlık yapmayacak uyku haplarına başvurulabilir. Hastalık etkenine yönelik tedavi için 3-4 hafta süreyle 6 saatte bir 500 miligram tetrasiklin alınması gerekir. Aç karnına alınan bu ilacı çocuklar, gebe kadınlar ve böbrek hastalığı olanlar kullanmamalıdır. Daha ağır olgularda tetrasikline ek olarak, tetrasiklin tedavisinin ilk 2-3 haftası boyunca 12 saatte bir 500 miligram streptomisin kas içine verilir. Hastalığın sürdüğü durumlarda antibiyotik tedavisine bir aylık aralarla uzun süre devam edilebilir.
Malta hummasının antibiyotiklerle tedavisinde en önemli sorun tedavinin kesilme anının kesin biçimde bilinememesidir. Hiçbir test hastalığın sona erdiğini gösteren güvenilir bilgi vermez. Genel kural olarak ateşin düşmesinden ve dalak büyümesinin tam olarak geçmesinden sonra en az 20 gün boyunca tedavi kesilmez. Hastalığın akut ve akut kronik arası biçimlerinin antibiyotik tedavisine iyi yanıt vermesine karşılık, aynı durum sık yinelemelerin görüldüğü kronik biçimler için geçerli değildir.
Bruselloz Malta Humması Hastalığı Korunma Yöntemleri
Hastalığın ilgili makamlara bildirilmesi zorunludur. Hastalık hayvanlardan bulaştığı için hastaların çevreden yalıtılmasına gerek yoktur. Yoğun araştırmalara karşın bruselloz aşısı henüz bulunamamıştır. Bu nedenle koruyucu önlemler büyük önem taşır. Hayvancılıkla uğraşanlar temizlik kurallarına uymalı, sürüdeki hasta hayvanlar yok edilmeli, süt ve süt ürünleri sıkı denetimden geçirilmelidir. Peynirin yapımından sonra en az üç ay buzhanede bekletilmesi yasal zorunluluktur. Bu bekleme süresi peynirden gelecek olası bulaşmayı engelleyecektir.
İnsan ve hayvanların ortak hastalığı olan brusellozdan korunmak için insan ve hayvan hekimliği arasında sıkı bir işbirliği gereklidir. Hayvancılığa ilişkin koruyucu önlemler hayvanların temizliğine dayanır. Bunun için de ahır ve ağıllar temiz tutulmalı, hayvan pislikleri hemen atılarak dezenfekte edilmelidir. Hasta hayvanların belirlenmesi, hastalık görülen bölgelerin ve hayvanların yalıtılması da önemlidir.
Bruselloz hayvanlarda olduğu gibi kadınlarda da düşüğe yol açabilir mi?
Kadınlarda bruselloza bağlı düşük çok ender görülür.
Bruselloz kronikleşebilir mi?
Evet. Üstelik hastalığın çok yaygın görüldüğü bölgelerde kronik biçimlere giderek daha sık rastlanmaktadır. Bruselloz iyileşme ve alevlenme dönemleriyle seyreden akut evreden sonra kronikleşebilir.
Kronik bruselloz belirtileri nelerdir?
Karaciğer ve dalağın büyümesi en önemli belirtidir. Hastalığın izlediği çeşitli biçimler arasında ateşle ya da sinirsel ve ruhsal bozukluklarla seyredenleri de vardır. Ateşli biçimde hastalığın akut dönemi uzamıştır ve sürekli ateş, aşırı terleme, yorgunluk ve kansızlık belirtileri görülür. Sinirsel ve ruhsal bozukluk yaratan biçiminde ise bu belirtilere ruhsal çöküntü, aşırı duyarlılık, bunaltı, sindirim sistemi ve bilinç bozuklukları, bazı olgularda da cinsel iktidarsızlık eşlik eder. Kas ve eklem ağrılarına oldukça sık rastlanır.
Bronş Nedir, Akciğer İltihabı (Bronkopnömoni) Nedir
Bronş mukozasının hava keseciklerine (alveol) kadar yapılabilen akut iltihabıdır. Tedavide antibiyotikler kullanılır.
Bronşlar solunan havayı soluk borusundan akciğerlere taşıyan, dallandıkça incelerek bronşiyollere dönüşen ve sonunda sayısız hava keseciklerine (alveol) bağlanan borucuklardır. Bronşlardan geçerek hava keseciklerine giren havadaki oksijen ince çeperli kılcal damar ağından kana geçerek dokulara taşınır. Dokularda gerçekleşen metabolizma etkinlikleri sonucunda ortaya çıkan karbon dioksit de gene kan dolaşımı yoluyla hava keseciklerinin duvarlarını kaplayan kılcal damarlara gelir. Bu açıklamadan anlaşılabileceği gibi solunum sisteminde hava kesecikleri gaz alışverişinin gerçekleşmesini, bronşlar ise hava iletimini sağlayan yapılardır. Bronşların ağız ve burun yoluyla dış ortama açık olmaları, dış ortamdaki olumsuz koşullardan önemli ölçüde etkilenmelerine yol açar. Bakteriler, zararlı toz ve gaz gibi maddeler solunan havayla birlikte doğrudan bronşlara ulaşabilir. Ama bronşlar birçok savunma sistemiyle donatılmıştır. Yabancı maddeler burun ve yutakta geçişi denetleyen son derece etkili engelleri aşmak zorundadır. Bunu başaranlar ise çok sayıda hücrenin salgısıyla beslenen ve bronş duvarını örterek bir set oluşturan mukus katmanıyla karşılaşır. Ayrıca titrek tüylü epitel hücrelerinden oluşan bir temizlik sistemi de vardır. Bu tüyler fırça gibi çalışarak yabancı maddeleri ve mukusu sürekli dışarıya doğru süpürür. Ama koruyucu sistemlerin etkinliğini azaltan koşulların ortaya çıkması ya da bu sistemlerin aşın yüklenmesine bağlı olarak bronşlar iltihaplanabilir. Sonuçta sık sık görülen ve genellikle önemli sayılmayan bir hastalık olan bronşit ortaya çıkar. Bu akut iltihap bronş ağacının ince dallarına kadar ulaşıp çevre akciğer dokusuna da yayıldığında bronkopnömoniye, yani bronş-akciğer iltihabına dönüşmüş olur.
Akciğer İltihabı Bronş Nedenleri
Bronkopnömoni etkeni olan streptokok, stafilokok, pnömokok, ve Friedlânder basili gibi bakteriler tek başlarına ya da bazen birkaçı bir arada bulunur.
Olguların çoğunda bronş-akciğer iltihabı, larenjit (gırtlak iltihabı) ve farenjit (yutak iltihabı) gibi üst solunum yollarının virüs ya da bakteri kökenli iltihaplarından sonra görülür. Üst solunum yolu iltihaplan ise çoğu kez genel hastalıklara bağlı ikincil hastalık (komplikasyon) olarak ortaya çıkar. Bu komplikasyonlar çocuklarda grip, boğmaca, kızamık ve difteri, erişkinlerde tifo, bruselloz (Malta humması), septisemi gibi bulaşıcı hastalıklardan, ayrıca kalp yetmezliği, zehirlenmeler ve cerrahi girişimlerden, sonuç olarak vücudun direncini azaltan her türlü gelişmeden kaynaklanır.
Bronş-akciğer iltihabını hazırlayan etkenler:
• Uzun süre yatakta kalan hastalarda akciğerin alt loblarında kan göllenmesi.
• Özellikle felç nedeniyle yutma zorluğu olan hastalarda bronş ağacına besin, mukus, yabancı cisim gibi mikroplu maddelerin kaçması.
• Akciğerde tümör oluşumu sonucunda bronş tıkanmasına bağlı olarak bir bölgenin hava alamaması
Akciğer İltihabı Bronş Belirtileri
Bronş-akciğer iltihabı belirtileri başlangıçta genellikle üst solunum yollan nezlesi ya da başka bir organ hastalığının belirtilerine benzer. Gelişen iltihap hastanın genel durumunu bozarak ateş yükselmesi, yorgunluk, halsizlik, öksürük ve bazen kanlı olabilen balgam, nabız ve solunum sayısında artış gibi belirtilere yol açar. Bazı olgularda şiddetli baş ağrısı, dalgınlık ya da hezeyan gibi daha ağır belirtiler görülebilir. Bazen belirtiler fark edilemeyecek ölçüde hafiftir.
Akciğer iltihabından farklı olarak bronş-akciğer iltihabı çok değişik biçimlerde gelişebilir. Belirtileri yok denecek ölçüde az olan, kısa süreli çok hafif olguların yanı sıra akut ve ağır, uzun süren ya da yineleyen olgulara da rastlanır.
Akciğer İltihabı Bronş Tanı ve Teşhis
Tipik durumlarda bronş-akciğer iltihabı tanısı koymak son derece kolaydır. Özellikle,
• üst solunum yollan enfeksiyonu sırasında düşen ateş yeniden yükselir;
• öksürük ve balgam çıkarma başlar;
• genel durum hızla bozulur.
Bu veriler daha sonra bir akciğer filmiyle kesinleşecek olan bronş-akciğer iltihabı olasılığını düşündürmeye yeter.
Ama tanıya ulaşmak her zaman bu kadar kolay olmaz. Özellikle kalp hastaları, amfizem ve kronik bronşit gibi kronik solunum yolu enfeksiyonları ya da genel durumu bozan başka hastalıkları olan yaşlılarda, ayrıca alkol bağımlısı kişilerde farklı belirtiler ortaya çıkabilir: Ateş hemen hemen yoktur. Buna karşılık genel durum ve dolaşım oldukça bozuk, nabız ve solunum sayısı artmış, dil kuru ve kırmızıdır. Öksürük azdır. İştahsızlık süreklilik gösterir. Zamanında tanı konulamazsa hastalık öldürücü olabilir.
Yeni geliştirilen antibiyotikler en ağır olgularda bile bronş-akciğer iltihabı tedavisinde başarı oranını eskiye göre büyük ölçüde artırmıştır.
Akciğer İltihabı Bronş Hastalık Süresi
Hastalığın geçmesi için bazen bir hafta gibi kısa bir süre yetebilir. Bazen de gerilemeler ve alevlenmelerle daha uzun sürebilir. Alevlenmeler genellikle akciğerde yeni odakların enfeksiyonu sonucunda gelişir. En ağır durumlar, birden çok mikroba bağlı olarak ortaya çıkar. Örneğin, nezle virüsü ile stafilokok ya da streptokok gibi bakterilerin birlikte bulunması hastalığı ağırlaştırır.
Antibiyotik tedavisiyle iyileşmenin sağlandığı olgularda hastalık belirtileri bir ya da iki gün sonra hafifler ve ateş giderek düşer. Buna karşılık yapısal bozukluklar daha yavaş düzelir. Muayenede akciğer dinlenirken duyulan hırıltılı sesler uzunca bir süre daha sürer. Radyolojik incelemede hastalık belirtilerinin gerilemesi ve kaybolması da birkaç haftayı bulur. Muayene ve radyolojik inceleme sonuçlarının bu kadar geç düzelmesinin nedeni, akciğerdeki iltihap odaklarının yavaş iyileşmesinden kaynaklanır. Gerçekten de, antibiyotikler yalnız enfeksiyondan sorumlu bakterileri yok eder. Ama bronş-akciğer iltihabının temizlenmesini çabuklaştırıcı bir etki yapmazlar. Bu nedenle ateş ve öksürük belirtilerinin kaybolmasına bakarak antibiyotik tedavisinin kesilmesi, dokularda yeniden bakteri üremesine yol açabilir.
Yetersiz ya da yanlış tedavi uygulanmış olgularda yeni komplikasyonlar, özellikle de akciğer zarı iltihaplanması görülebilir. Bu arada ateş, öksürük, balgam çıkarma, solunum güçlüğü gibi belirtiler de sürer. Ender olarak hastalık uzun bir zamana yayılarak kronikleşebilir.
Kronik olgularda, hastalık etkenini kesin biçimde ortaya çıkaracak tanı yöntemleri kullanılmalıdır. Böylece tedavinin etkisi yeniden gözden geçirilerek en uygun antibiyotik seçimi yapılır.
Akciğer İltihabı Bronş Tedavisi, Tedavi
Antibiyotikler. Bronş-akciğer iltihabı tedavisinin temeli antibiyotiklere dayanır. Bu tedavi hastada enfeksiyon etkeni ya da etkenlerinin bakteri kültürü yapılarak ortaya çıkarılması, sonra da antibiyogram ile bu bakterilerin duyarlı olduğu antibiyotiklerin saptanması sayesinde daha başarılı biçimde yürütülür. Yapılacak incelemeler için öksürükle atılan balgamdan alınacak örnek genellikle hastalık etkeni olmayan başka mikroplarla da bulaşık olduğundan doğru tanıya ulaşmada büyük zorluk yaratır. Bu nedenle bazı özel yöntemlerin uygulanması gerekecektir.
Balgamda bulunması kaçınılmaz olan yanıltıcı bakterilerden kurtulmak için incelenecek örneğin doğrudan bronşlardan alınması gerekebilir. Bronkoskop gibi bronşlara uzatılan aletlerin kullanıldığı bu işlem kronik bronşitli hastalara uygulanır. Akut durumlarda ise hem hastanın genel durumunun çok bozuk olması nedeniyle, hem de antibiyotik tedavisine hemen başlanması gerektiğinden uzun zaman alan incelemelere girişilemez. Akut bronş-akciğer zarı iltihabında antibiyotik tedavisine başlanmasına karşın hastalık gerilemezse, yukarıda sözü edilen özgün antibiyotiği belirleme işlemi zorunlu hale gelir. Aşağıdaki veriler genel olarak antibiyotik tedavisini yönlendirebilecek yeterliliktedir.
• Hastanın özgeçmişi. Hastanın daha önceki sağlık durumuna ilişkin olarak kendisinin ya da yakınlarının anlattıkları.
• Epidemiyolojik durum. Toplumda yaygın enfeksiyon etkeni olan ya da en azından hastaneye gelen olgularda saptanan bakteri türlerinin bilinmesi. Bu bakterilerin çeşitli antibiyotiklere karşı duyarlılığının saptanması.
• Belirtiler ve bu belirtilerin şiddeti. Bu veriler temel alınarak, özellikle ağır gidişli olgularda ve genel durumu bozuk hastalarda tanı konur konmaz bakterilere karşı tedaviye hemen başlanabilir.
Başka yardımcı ilaçlar. Akut bronş-akciğer iltihabının tedavisinde antibiyotikler dışında, merkez sinir sistemini uyaran, kalp ve dolaşımı güçlendirici, öksürük giderici ilaçlar, vitaminler kullanılır. Ayrıca dinlenme, iyi havalandırılmış ve ısıtılmış ortamlarda bulunma, besleyici, ama kolay sindirilebilen yiyecekleri yeme gibi genel sağlık ve beslenmeyle ilgili önlemler alınır.
Bilmek İstedikleriniz
Akciğerlerin genel özellikleri nelerdir?
İnsanların göğüs boşluğunda biri sağa, öbürü sola yerleşmiş iki akciğer vardır. Bunların üstünü akciğer zan (plevra) örter. Süngersi, esnek ve kabaca koni biçimindedirler. Her birinin tepesi daralarak yuvarlaklaşırken tabam geniş bir yüzey oluşturur. Renkleri çocukta grimsi beyaz, yaşlılarda solunumla alınarak biriken yabancı maddeler nedeniyle daha koyu renklidir.
Solunumla akciğere giren havanın özelliği nasıl olmalıdır?
Hava bileşiminin önemi özellikle solunum yolu hastalıklarında ve alerjik durumlarda iyice ortaya çıkar. Havadaki oksijen, karbon dioksit, azot ve su buharı oranlarının sürekli uygun düzeylerde olması gerekir. Havanın ısısı da değişmemelidir. Ayrıca hava toz, çiçek tozu, bakteri, mantar sporları gibi yabancı maddelerden olabildiğince arınmış olmalıdır.
Solunum sisteminde bu tür yabancı maddeleri temizleyebilecek bir mekanizma var mıdır?
Burnun ön bölümündeki kıllar, özelleşmiş hücrelerin salgılarıyla beslenen mukoza katmanı, tüylü epitel hücreleri ve hastalık yapıcı etkenlerin lenf dolaşımıyla uzaklaştırılması solunan havadaki yabancı maddelere karşı önemli korunma mekanizmalarını oluşturur.
İklim ve çevre koşulları solunum sürecini olumsuz etkileyerek bronş-akciğer hastalıklarının oluşmasını kolaylaştırabilir mi?
İnsanlar için en uygun iklim koşullarım belirlemek oldukça zordur. Ama insanların genellikle kendilerini sıcak bir ortamda soğuk bir ortama göre daha iyi hissettikleri de bir gerçektir. Araştırmalar, ruhsal ve fiziksel etkinlikler için en uygun sıcaklığın 4°C-21°C arasında değiştiğini göstermektedir. Sonuç olarak, hızlı sıcaklık değişimleri ve vücudun hızla soğuması gibi ortamın ısısıyla ilişkili değişikliklerin, aşın sigara içmenin ve aşın hava kirliliğinin sağlık koşullan üzerinde olumsuz etki yaptığı, bu gibi etkenlerin solunum yollan enfeksiyonlarının başlıca hazırlayıcı öğeleri olduğu söylenebilir.
Hava sıcaklığındaki hızlı değişmeler, hava kirliliği ve aşırı sigara içme neden akciğer ve solunum yolu hastalıklarına yol açar?
Bütün bu etkenler organizmanın savunma gücünü azaltarak mikroplara solunum sisteminde çoğalıp hastalık yapma fırsatı vermektedir.
Alkol bronş-akciğer hastalıklarına olan yatkınlığı artırır mı?
Alkolün kuşkusuz böyle bir etkisi vardır. Bu etki hem doğrudan solunum reflekslerini, hem de organizmanın enfeksiyonlara verdiği yanıtı zayıflatmasından kaynaklanır.
Boğmaca Hastalığı Nedir, Çocuklarda Boğmaca
Şiddetli öksürük nöbetlerinin görüldüğü akut solunum yolları enfeksiyonudur; komplikasyonları bazen çok ağır olabilir.
Boğmaca akut ve çok bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. En tipik özellikleri solunum yollarında nezle ve üst üste gelen öksürük nöbetleridir. Öksürük kasılma nöbetleriyle birlikte gelebilir. Hastanın soluk alma sırasındaki iç çekişleri ötmeyi andırır.
Boğmaca Nedenleri
Boğmaca etkeni Bordetella pertussis adlı mikroorganizmadır. Haemophilus pertussis adı da verilen bu basil yumurta biçimindedir; bağımsız hareket edemez, dış çevre koşullarına fazla dayanamaz, ama solunum yolları ve bronş ağacının mukozasında rahatça üreyip gelişebilir. Hastaların konuşma ya da öksürme sırasında çevreye yaydıkları tükürük damlacıklarının solunmasıyla vücuda girerek solunum yollarına ulaşır. Boğmaca basili genellikle soluk borusu ya da gırtlak mukozasına yerleşerek lezyon oluşturucu etkisini göstermeye başlar. Zedelenen mukozanın tepkisi iltihap ve bol miktarda mu-kus salgılamaktır. Bu arada ölen mikropların parçalanmasıyla çok zehirli bir madde (toksin) de açığa çıkar. Bu madde bronş dallarına zarar verir; buradaki sinir uçlarını zedeleyerek uyarır ve tıkayıcı öksürük nöbetlerini başlatır. Toksinlerin açığa çıkması düzensiz olduğundan nöbetler de düzensizdir. Her ikisini de belirleyen basilin yaşam çevrimidir.
Boğmaca Nasıl Bulaşır?
Boğmaca basilinin tek konağı insandır; hastalık yalnızca solunum ağacının salgıları, özellikle de tükürük ve burun yutak mukusu aracılığıyla bulaşır. Hastalığın bulaşıcılığı başlangıçtaki akıntılı ya da nezleli dönemden öksürük nöbetlerinin görüldüğü ilk 4 hafta boyunca sürer. Bulaşma doğrudandır; hastanın özellikle öksürük nöbetleri sırasında, ayrıca konuşma ve aksırmayla çevreye yaydığı mikropların solunmasıyla gerçekleşir. Hastanın çamaşırları ve kullandığı eşya aracılığıyla dolaylı bulaşma olasılığı bulunsa bile B. Pertussis dış ortamda çok dayanıksız olduğundan bu olasılık çok düşüktür.
Kızamık ve kızıl gibi boğmaca da kalabalık yerleşim yerlerinde ve kentlerde salgınlar yapabilen bir hastalıktır; genellikle kalabalık ortamlarda enfeksiyon kaynakları her zaman bulunduğu ve insanlar hastalanmaya daha yatkın oldukları için salgınlar ortaya çıkar. Hastalığın kalıcı bir bağışıklığa neden olması, küçük merkezlerde aralıklı olarak görülürken bu zaman dilimlerinde küresel düzeyde salgınların sürmesini açıklar. Boğmaca bir toplulukta bir kez ortaya çıktığında, bütün alıcı kişiler hastalanır. Bu insanların hepsinde kalıcı bir bağışıklık geliştiğinden enfeksiyonun bulaşabileceği kişilerin yeni doğumlarla topluluğa katılması için belirli bir süre geçmesi gerekir. Boğmaca en çok iki ile altı yaş arasındaki çocuklarda görülür. İki yaşından küçük çocuklar arasında görülme sıklığı da oldukça yüksektir. On yaşından sonra ise gittikçe seyrekleşir ve erişkinlik evresinde ancak tek tük olgulara rastlanır.
Hastalığa özgü klinik belirtiler başlangıçtaki akıntılı dönemde henüz ortaya çıkmamıştır. Oysa bu dönemde hasta öksürükle sürekli ve çok miktarda basil çıkardığından bulaşma çok kolaydır.
Bulaşıcılık belirtilerin açık görüldüğü tipik öksürük nöbetleri döneminde azalır; hastalığın yedinci haftasında ise bütünüyle biter.
Boğmaca Hastalığı Belirtileri
Hastalığın 10-15 günlük kuluçka dönemi tümüyle belirtisiz geçer. Bu sürenin sonunda da hastalık oldukça yanıltıcı biçimde başlar; boğmacaya özgü belirtiler yerine soğuk algınlığı, hafif ateş, kızarmış ve sulanmış gözler görülür. Çocuğun boğazı kırmızıdır, burnu akar ve kuru bir öksürüğü vardır; genel durumu iyidir; her şey sıradan bir soğuk algınlığını düşündürür. Ama zamanla iyileşeceği yerde boğmaca tanısı konmasını sağlayacak belirtileri vermeye başlar. Bu başlangıç döneminin ilk altı-yedi gününe "akıntılı dönem" ya da "nezle dönemi" denir. Bu dönemin sonuna doğru öksürük daha kuru, inatçı ve hırıltılı hale gelir; geceleri artar. Çocuk gecede ancak birkaç saat uyuyabildiğin-den huzursuz, hırçın ve sinirlidir; sürekli acı içinde görünür. İkinci haftanın sonunda hastalığın en tipik dönemine ulaşılır. Bu dönemde görülen öksürük nöbetleri art arda gelir ve bu hastalığa özgüdür. Öksürük nöbetleri üç-dört hafta boyunca, hatta bazen daha uzun süreyle tek belirti olarak kalır. Başlangıçta daha çok olmak üzere nöbetler gün boyunca değişik sıklıkta ortaya çıkar; süresi ve şiddeti hastadan hastaya değişir; birdenbire başlar; başlama nedeni ağlama, bedensel güç harcama, şiddetli bir heyecan ya da yemek yutma olabilir. Çocuk bazen nöbetin başlayacağım önceden hisseder, yaptığı işi bırakır ve birkaç saniye şaşkınlık içinde bekler. Nöbet gecikmez. Beş, altı, on öksürük nöbeti art arda gelir. Çocuk birkaç saniye soluğunu tutar, sonra çok derin bir soluk alır. Hava gırtlaktan geçerken öter gibi derin bir ses çıkar. Bu ses boğmacaya özgüdür.
Özellikle şiddetli nöbetlerde hastanın yüzü kırmızı-mor bir renk alır; dili dışarı fırlar; gözleri kızarır ve sulanır. Çocuk yatak örtülerini sıkıca tutarak yatağın üstüne oturur ya da oynuyorsa bir dayanak arayarak durur; derin bir acı içinde gibidir. Öksürük nöbeti kısa sürede geçer. Öksürük hafifleyerek kaybolur ve ateşi yüksek olmayan küçük hasta hiçbir şey olmamış gibi normale döner. Bununla birlikte art arda gelen ya da yemek sırasında ortaya çıkan öksürük nöbetleri kusma ve aşın terleme yapar. Tipik öksürük nöbetleri dönemi daha önce belirtildiği gibi uzun sürer; bu nedenle ninelerimizin zamanında boğmacalım iyileşmesi için dokuz ay geçmesi gerektiğine inanılırdı.
İyileşme döneminin başlıca özellikleri nöbetlerin seyrekleşmesi, öksürüğün azalması ve kusmanın görülmemesidir. Zamanla nöbetlerin yerini aralıklı, tek tük öksürükler alır. Bu dönemde hastanın genel durumu düzelir. Kusma görülmediğinden beslenme rahatlar. Gece uykusu öksürük nöbetleriyle bölünmez. Çabuk sinirlenme, hırçınlık belirtileri de yok olur. Ortalama 2-3 hafta süren bu dönemin sonunda hasta iyileşir.
Fazla şiddetli olmayan olgularda boğmaca ortalama 8-10 hafta sürer. Boğmacanın yanı sıra bir başka enfeksiyonun daha başlaması nöbetlerin yinelenmesine ve hastalığın uzamasına yol açar. Boğmaca geçiren kişiler iyileştikten bir süre sonra da nezle gibi sıradan bir solunum yollan iltihabına tutulduklarında boğmacaya özgü öksürük görülebilir. Bu olgularda boğmacanın yineleme olasılığına karşı bakteriyolojik inceleme gerekir.
Boğmaca Hastalığı Klinik Biçimleri
Boğmacada, klinik belirtilerin şiddeti ve süresi değişebilir. Ama hastalığın bunun dışında da bazı tipik klinik tabloları vardır.
• Örtük boğmaca - Özellikle erişkinlerde, büyükçe çocuklarda ya da bağışıklığı olan kişilerde görülür. Öksürük hırıltılı olabilir, ama boğmacının tipik öksürük nöbeti dönemindeki özellikleri taşımaz; gene de ender olarak bu tür nöbetler görülebilir. Örtük boğmaca genellikle gözden kaçar ve bu durumda bulaşmayı önlemek için yeterli önlem alınmayabilir. Akciğer komplikasyonları sonucunda da boğmacanın tipik nöbetleri görülmez.
• Aksırma nöbetleri- Hastalığın ağır ve hastayı çok zayıf düşüren bir biçimidir. Boğmacanın bu biçiminde öksürük yerine 2-3 dakika süren aksırık nöbetleri görülür. Hastanın burnu akar, bazen de kanar; yüzünde belirgin kan toplanması vardır. Aksırma nöbetleri öksürük nöbetinin başlamasından önceki birkaç gün içinde ya da bir hafta boyunca görülür. Süt çocuklarında daha yaygındır.
Yalancı Boğmaca
Bordetella parapertussis boğmacaya çok benzeyen bir hastalığın etkenidir. Kuluçka dönemi 6-15 gündür. Hastalık görece hafif ve tipik olmayan belirtiler verir; boğmacadan kısa sürer (1-3 hafta) ve çoğunlukla ikincil sorunlar yaratmaz. Birçok olguda hastalığın hemen hiç belirti vermediği görülmüştür; bu yüzden taşıyıcı sayısının yüksek olabileceği düşünülmektedir. Boğmaca ile karşılıklı bağışıklık söz konusu olmadığından boğmaca aşısı yalancı boğmacadan korumaz. Tedavi belirtilere yöneliktir, ama bazı antibiyotikler de kullanılabilir.
Bordetella bronchiseptica aynı cinsten bir başka mikroorganizma türüdür. Kobay, tavşan gibi deney hayvanlarında (ama farede değil) bazı enfeksiyonların etkenidir; bazen insanda da hastalık yapar. Bu hayvanlarla ilişkide olan kişilerde boğmacaya benzer bir solunum sistemi enfeksiyonu başlatabilir.
Boğmaca Komplikasyonlar
Boğmaca bir dizi ikincil hastalığa yol açabilir. Bunların solunum sisteminde ortaya çıkan en önemlisi zatürreedir. Zatürree doğrudan doğruya basil ve toksinlerin etkisiyle gelişir.
Biraz şiddetli olan bütün boğmaca olgularında hafif bir akciğer amfizemi görülür. Akciğerlerin göğüs boşluğuna bakan yanlarındaki hava keseciklerinin parçalanmasıyla mediyastin amfizemi gelişebilir. Akciğer zan boşluğuna hava girmesi ise kendiliğinden (spontan) pnömotoraksa yol açar.
Boğmacanın ardından solunum sisteminde bronş genişlemesi (bronşektazi), akciğerde bağdoku artışı (fibroz) ve akciğer amfizemi gibi sorunlar görülür. Solunum sisteminde doğrudan boğmaca etkeninin yol açtığı komplikasyonlarının dışında başka bakterilerin eklenmesiyle de bronşit ve bronş-akciğer iltihabı (bronkopnömoni) görülebilir; buna süper enfeksiyon denir.
Kalpte özellikle sağ karıncıkta olmak üzere bir genişleme, ardından da akciğer kan basıncının yükselmesine bağlı büyüme görülebilir.
İkincil bakteri enfeksiyonlarına bağlı olarak çoğu kez ortakulak iltihabı gelişir ve iltihap hinleşme eğilimindedir. Yineleyen şiddetli öksürük nöbetlerinden sonra, tanı açısından büyük değer taşıyan konjunktiva altı kanamaları görülebilir. Nöbet sırasında ağız boşluğundan dışarı çıkan dilin alt kesicidişler üzerine bastırılması sonucunda dili ağız tabanına bağlayan bağ (frenulum) zedelenir ve bu bölgede hastalığa özgü ülserler oluşur. Burun kanamalarına görece sık, kulak kanamalarına ise çok daha seyrek rastlanır.
Gözkapakları ve ağız çevresindeki şişme (ödem), toplardamarların yanı sıra lenf damarlarında da göllerime, yani lenf akışında da bozulma bulunduğunu gösterir.
Boğmaca çeşitli sinir sistemi komplikasyonlarına yol açar. Özellikle çocuklarda sık görülen havale nöbetleri genellikle iz bırakmaz. Önemli bir sinir sistemi komplikasyonu olan beyin iltihabı (ensefalit) ise iyileştikten sonra değişik derecede iz bırakır; ruhsal gelişmede gecikme, sara ve göz bozukluktan yapabilir. Omurilik iltihabı (miyelit), çoklu sinir iltihabı (polinevrit) ve lenfositer beyin zan iltihabı (lenfositer menenjit) daha seyrek görülür. Bu bozuklukların oluşum süreçleri günümüzde de tartışılmakta ve alerji-bağışıklık sistemiyle ilgili olduğu sanılmaktadır. Öksürük sırasındaki zorlanma özellikle süt çocuklarında göbek ve kasık fıtıkları ile makat sarkmasına yol açabilir.
• Eşlik eden hastalıklar - Boğmaca döküntülü çocuk hastalıkları gibi bazı başka hastalıklarla birlikte görülebilir. Kızamıkla birlikte ya da art arda görülmesi akciğer komplikasyonlarının gelişimini kolaylaştırır. Geçmişte boğmacanın veremle birlikte bulunması çok korkutucu kabul edilirken günümüzde o ölçüde tehlikeli sayılmamaktadır. Bununla birlikte aktif bir akciğer veremine eklenmesi hastalığı olumsuz etkiler.
Boğmaca Tanı
Boğmaca özellikle tipik belirtilerinin görülmediği başlangıç evresinde çok bulaşıcıdır. Bu nedenle erken tanı koymak çok önemlidir. Böylece hastalar çevreden ayrılarak hastalığın yayılması önlenebilir. Hastalık tekil olgular halindeyse erken aşamada saptanıp önlem alınabilmesi zordur; salgın durumunda ya da nöbetlerin belirdiği dönemde ise hekimin işi bir ölçüde kolaylaşır. Annenin öksürükleri ayrıntılı olarak betimlemesi, öksürük nöbeti sırasında gözde konjunktivada küçük kanamaların ya da dilin ağız tabanına bağlandığı bölgede küçük yaraların saptanması tanıya yardımcı olur. Hafif olgularda tanı daha güçtür; uzun süreli ve hastalığın tipik özelliklerini taşımayan bir öksürük gözlenir. Yenidoğanda görülen ve tipik olmadığı için zor tanınan boğmaca, öksürük nöbetleri kadar bronş-akciğer iltihabı komplikasyonu açısından da tehlikelidir. Öksürükten çok aralıklı aksırma nöbetlerinin geldiği iyi gidişir olgularda da tanı güç konabilir.
Erken tanı amacıyla nöbeti başlatmaya yönelik bazı basit girişimlerde bulunabilir; örneğin sol başparmakla soluk borusuna bastırılabilir ya da bir kaşık sapıyla küçük dil uyarılabilir.
Eğer kısa süre önce hasta kendiliğinden bir nöbet geçirmişse bu girişimle nöbeti uyarmak olanaksızdır; çünkü nöbet sonrasında dokuların uyarıya yanıt vermediği yaklaşık 1/2-1 saatlik bir "ölü dönem" yaşanır.
Boğmaca Beklenen Gidişi (Prognoz)
Büyük ölçüde hastanın yaşına bağlı olmak üzere boğmaca genellikle erişkinlerde ve büyük çocuklarda daha iyi gidişlidir. Ölüm oranı bir yaşına kadar hastalığa yakalanan arasında yüzde 25, bir ile iki yaş arasında ise yüzde 10'dur. Boğmaca bebeklik çağında çok ağır, çocukluk çağında ve erişkinlerde iyi huylu bir hastalıktır.
Boğmaca Hastalığı Tedavisi, Boğmaca ve Tedavi
Küçük hastalarda genellikle daha şiddetli geçen boğmaca, yeni tedavi yöntemleri sonucunda artık daha hafif geçirilmektedir. Tam ve etkili bir tedavi üç öğeyi içerir:
Haemophilus pertussis'e karşı antibiyotikler; bronş mukozasının şiddetli iltihabına karşı kortizonlu ilaçlar; şiddetli nöbetlerde öksürüğü ve sinir sistemini yatıştıran ilaçlar. Bağışıklığı yüksek, yani daha önce boğmaca geçirmiş ve Haemophilus pertussis'e karşı antikorlar geliştirmiş insan serumunun kullanılması hastalığı önlemekte ve hafifletmekte etkilidir; bu nedenle de özellikle çocuk hastalarda çok yararlı olur.
Boğmacalı çocuk sorunlu bir hastadır. Eğer arkadaşları bu hastalığı geçirmemişse bir süre arkadaşlarından ayrı kalacak, ama nöbetler dışında tümüyle iyi olacağından ve oynamak isteyeceğinden arkadaşlarından ayrılmaya dayanamayacaktır. Ruhsal gerginliğini ve nöbetlerini hafifletmek, ayrıca yemekle bağlantılı kusmanın yol açtığı iştahsızlığı azaltmak için hastanın açık havada uzun yürüyüşler yapması çok yararlıdır. Yürüyüş çocuğun çevresine dalmasını ve yatışmasını sağlar. Nedeni bilinmemekle birlikte uçak yolculuğu da yararlıdır; uçak yolculuğunun hastalığın ruhsal yönünü etkilediği ve özellikle duyarlı çocuklarda duygusal bir şok etkisi yaptığı sanılmaktadır.
Komplikasyonların tedavisi
- Yeniden etkinleşen verem. Boğmaca eski bir verem odağım yeniden etkinleştirebilir. Tüberkülin testleri olumlu sonuç veren hastaların 8 hafta süreyle verem tedavisi görmeleri gerekir.
- Bronş-akciğer iltihabı. Boğmacada yapılan radyolojik inceleme her zaman ikincil olarak gelişmiş bir zatürreeyi göstermez ve bu durumda antibiyotik tedavisini uzatmak gerekmeyebilir. Hastalık komplikasyonsuzsa öksürük nöbetleri arasında, solunum yetmezliği belirtileri de görülmez. Tipik hırıltılı soluma seslerinin (rai) duyulması ise ikincil olarak gelişmiş bir zatürreenin göstergesidir.
- Ortakulak iltihabı. Boğmacada bakteri kökenli ikincil ortakulak enfeksiyonları sık görülür. Antibiyotik verilmemiş hastalarda iltihap etkeni bakteriler genellikle pnömokok, Haemophilus influenzae ya da streptokoklardır. Kulak iltihabı antibiyotik tedavisi sırasında gelişirse, irini akıtmak için iğneyle emme uygulaması gerekebilir. Böylece alman örnekten kültür yapılır; antibiyogram ile en uygun ve etkili antibiyotik saptanarak tedaviye geçilir.
- Akciğer sönmesi. Boğmacanın akciğerde en sık rastlanan komplikasyonlarından biri özellikle sağ üst lobda görülen sönmedir (atelektazi). Boğmacanın tipik öksürük nöbetleri dönemi geçtikten sonra, göğse etkili bir fizik tedavi uygulanır. Akciğerdeki sönme genellikle üç hafta içinde kendiliğinden iyileşir; üç haftadan uzun sürerse, bronkoskopi gerekebilir, ama antibiyotik tedavisinin uzatılması gerekmez. - Öbür komplikasyonlar. Boğmacada kanamalara sık rastlanır. Kanama en çok gözküresi çevresindeki gözakında, burunda ve dışkıda görülür. Beyin zarları (örümceksizar ve sertzar) altına kanamalar ise çok enderdir. Öksürük nöbeti sırasında alt kesicidişlerin bastırmasıyla dilin ağız tabanına bağlandığı yerde ülserler oluşabilir; bu yaralar kendiliğinden iyileşir. Şiddetli öksürük nöbetlerinden sonra ortaya çıkabilen zehirlenmeye bağlı havale nöbetleri uygun ilaçlarla tedavi edilir.
Mikrobun bulaşmış olabileceği kişilerin tedavisi - Hastalığın bulunduğu çevrede yaşayan mikrobu almış olabilecek kişilere hastalara önerilen dozda antibiyotik verilir. Eğer aktif hastalık çevresinden hemen uzaklaşmışsa koruyucu antibiyotik tedavisi beş gün sürdürülür. Kişi hastayla aynı evdeyse tedavinin en az 7-10 gün sürdürülmesi önerilir. Altı yaşından küçük aşılanmış çocuklara boğmacaya karşı aşı tekrarı yapılır; bu tetanos, boğmaca ve difteriye karşı üçlü aşı biçiminde de olabilir. Boğmaca basiliyle karşılaşan kişilerde antibiyotik tedavisinin ne ölçüde etkili olduğu konusunda yeterli araştırmaların yokluğuna karşın günümüzde bu önlem zorunlu kabul edilmektedir.
Genel önlemler - İlk bir-iki yaşından sonra boğmacaya yakalanan çocukların büyük bölümü ikincil bir sorun gelişmeden iyileşir. Tedavi evde yapılabilir. Eğer hava uygunsa çocuk açık havada ve güneşte kalmalıdır. Çevreden ayrı tutulması gerekir, ama daha önce boğmaca geçirmiş çocuklarla oynayabilir. Kusma genellikle mukusun mekanik etkisine bağlıdır. Yemeklerin çocuk kustuktan sonra verilmesi beslenmeyle ilgili bozuklukları en aza indirebilir. Çocuğun beslenmesini sağlamak için her yol denenmelidir. Bol vitaminli ve kolay sindirilebilir besinler verilmeli, kızarmış ekmek ve kraker gibi kuru yiyeceklerle soğuk içeceklerin nöbeti başlatabileceği unutulmamalıdır. Yiyecekler azar azar, günde 5 öğün halinde verilmelidir. En uygun besinler sütte pişmiş tahıllar, muhallebiler, tatlandırılmış süt, et, sebze ve meyve püreleri, yumurta ve bol vitaminli yiyeceklerdir. Aşın etkinlik önlenmelidir, çünkü hem öksürük nöbetlerini başlatabilir, hem de uykusuzluk ve kilo kaybına yol açabilir. Hastalığın şiddetinden bağımsız olarak özel bakım ve dikkatin boğmacadaki kadar önemli olduğu hastalıklar azdır. Bir yaşından küçük çocuklar ikincil enfeksiyonların gelişmesini önlenmek için çevreden ayrı tutulmalıdır. Öksürük nöbetlerini azaltmak için oda sıcaklığının değişmemesi sağlanmalıdır. Hastanın odası iyi havalandırılmalı, ayrıca toz, duman, aşın uyancı etkenler ve ani sıcaklık değişimleri önlenmelidir. Nöbetler sırasında bebek ve küçük çocuklar oturur durumda tutulmalıdır. Böylece nöbetler daha hafif geçer ve solunum yollarına besin ya da tükürük kaçması önlenir. Biberonla süt verilirken bebek kaldırılmalı ve rahat olmalıdır.
Boğmaca Hastalığı ve Korunma Yöntemleri
Boğmacanın bildirimi zorunludur. Hastaların çevreden ayrılması genellikle zor olmakla birlikte bulaşma olasılığı yüksek kişileri korumak için kesinlikle uygulanmalıdır. Öksürük nöbetlerinin kesilmesinden 15 gün sonra çocuk okula gidebilir. Boğmacalı hastalarla ilişkisi olan çocuklar da en az 15 gün okula gitmemelidir. Hastalık sırasında bulaşıcı olabilecek her tür eşyanın mikroplardan arındırılması gerekir. Boğmacaya karşı en etkili koruyucu önlem ise öldürülmüş boğmaca mikroplarıyla hazırlanan aşıdır. Bütün çocuklara yapılması gereken boğmaca aşısı genellikle difteri ve tetanos aşılarıyla birleştirilerek uygulanır. Aşılama görece kısa süreli koruma sağladığı için, bazı uzmanlar 4-6 yaşından sonra aşı tekrarlarının gereksiz olduğu görüşündedir; bu yaştan sonra hastalık zaten hafif geçer. Yeni-doğanın anneden bağışıklık almadığı (ya da çok zayıf bir bağışıklık aldığı) hatırlanarak salgın koşullarında bebeği alışıldığı gibi 2 aylıkken değil, 4-6 haftalıkken ya da çok gerekirse doğumdan sonraki ilk günlerde aşılamak uygundur.
Beyin Damar Kökenli Hastalıklar
Bu hastalıklar ilkyardım, etkili tıbbi ve cerrahi tedavi ve rehabilitasyon uygulamalarıyla altedilebilir.
Beynin damar kökenli hastalıkları beyin damarlarının lezyonları sonucunda sinir dokusunun yıkıma uğradığı bozukluklardır.
Beyin Damar Kökenli Hastalık Nedenleri
Halk arasında inme ya da felç olarak bilinen apopleksi (ya da Latince adıyla ictus cerebrale) beyin atardamarlarının yırtılmasıyla oluşan beyin kanaması sonucunda gelişir. Damar sertliği (arteri-yoskleroz) gelişmiş bir beyin atardamarında oluşan bir pıhtının damarı tıkaması da (tromboz) başka bir inme nedenidir. Aynı biçimde, beyin embolisi adı verilen ve vücudun başka bir yerinden kan dolaşımına karısan pıhtı parçasının beyne ulaşarak daman tıkaması ile ortaya çıkan olay da inmeye neden olabilir. Ayrıca beyin atardamarlarının sinirsel uyarılarla kasılması da (spazm) beyin dokusunun kanlanma yetersizliği sonucunda felce neden olur.
Söz edilen felç nedenleri bazen tansiyonun yükselmesi ya da aniden düşmesi gibi kan basıncı dengesizlikleri, bazen de yemek sonrasında kanın sindirim sisteminde toplanması ya da sıcaklık değişiminde ve alkol alındığında önemli miktarda kanın deride birikmesi gibi kan dağılım dengesizlikleri olabilir. Bu nedenler arasında emboli oluşumunu kolaylaştıran kalp hastalıkları ile pıhtı oluşumuyla seyreden kan hastalıkları da sayılabilir. Felç, çok sigara içilen, bol yemek yenen yoğun bir işgününden sonra, gece saatlerinde ya da sabah yataktan kalkıldığında, ayakkabı bağlamak ya da yüz yıkamak için eğilme durumunda ortaya çıkabilir. Belirgin iklim ve mevsim değişiklikleriyle hava basıncındaki önemli oynamalar da felç gelişimini kolaylaştırabilir. Felçten önceki günlerde hastada genellikle baş ağrısı, yüzde kanlanma artışı, baş dönmesi ve sinirlilik gözlenebilir.
Beyin Damar Kökenli Hastalıklar Görülme Sıklığı
Damar kökenli beyin hastalığı 40 yaşın altında oldukça seyrektir. En sık görülen neden pıhtı ile damar tıkanması (yüzde 80), daha az olarak da kanamadır (yüzde 15). Dolaşım sistemi hastalıklarının birçok nedene bağlı olarak arttığı günümüzde, beyin atardamarlarının hastalıkları da oldukça yaygındır. Bu yaygınlığın önemli bir nedeni yaşlı nüfusun artması ise de, lezyonların yalnız yaşlılarda görülmediği unutulmamalıdır. Hastaların üçte biri orta yaş üzerinde, üretken ve çalışma yaşamı içindeki kişilerdir.
Beyin Damar Kökenli Hastalıklar Belirtileri
Az da görülse, beyin hastalığının ön belirtileri arasında baş ağrısı, baş dönmesi, uyku eğilimi ve bilinç bulanıklığından söz etmek gerekir. Beyindeki doku yıkımının yerine göre, hafif konuşma, hareket ve görme bozuklukları görülür. Bilincin açık olduğu bu dönemde söz konusu belirtiler birkaç saniye ya da dakika, bazen de daha uzun sürer. Ağır olgularda ise beyindeki olay şiddetli bir tablo ile ortaya çıkabilir. Artık gerçek bir inme ya da ictus cerebrale tablosu oluşmuştur. Hasta yere düşer, hareketsizdir; bilinç kaybolmuş ve yüz kanlanması artmıştır. Önceleri yüzeysel ve aralıklı iç çekme biçimindeki solunum daha sonra derinleşir. Nabız yavaş ancak dolgundur. Felç vücudun yarısına yerleşmiştir. Özellikle beyin kanaması sonucu gelişen felçlerde ateş, mide bulantısı, kusma, çırpınma nöbetleri ve koma sık görülür. Genel belirtilerle birlikte, lezyonun yerine göre değişebilen sinir sistemi belirtileri de ortaya çıkar. Doku yıkımının fazla olmadığı olgularda felç hiçbir iz bırakmadan iyileşebilir. EEG (elektroensefalografi), psikometri (zihinsel ve ruhsal yeteneklerin ölçümü) vb özel yöntemlerle bile hastalık izleri ortaya çıkarılamaz. Ama olguların bütünü söz konusu olduğunda, genellikle kalıcı hareket ve konuşma bozuklukları ortaya çıkar. Komanın birkaç gün içinde çözülmediği olgularda hastalığın kötü gidişli olduğu düşünülür. Hasta, ölümle sonuçlanabilen bronkopnömoni (bronş-akciğer iltihabı) ya da öteki enfeksiyonlara karşı büyük ölçüde savunmasız durumdadır.
Beyin Damar Kökenli Hastalıklar İncelemeler
Anjiyografi ile yapılan radyolojik incelemede beynin damar ağı görüntülenerek damar sertliği, damar keçeleşmesi, tıkanma vb değişimler saptanabilir. Tanıya çok yardımcı olan bir başka inceleme yöntemi de bilgisayarlı tomografidir. Bu yöntem özellikle beyindeki kanama ve doku ölümü alanlarının belirlenmesinde kullanılır. Elektroensefalogram ve sintigrafi ile hem lezyonun yeri, hem de hastalığın gidişi hakkında geniş bilgi sağlanabilir. Gene son yıllarda geliştirilen magnetik rezonans, tanıda çok önemli veriler sağlayan bir yöntemdir. Kanamalı olgularda belden beyin-omurilik sıvısı çekilerek (lomber ponksiyonu) sıvıda kanın varlığı saptanabilir. Ama bu yöntem olası tehlikeleri nedeniyle ancak tanı için zorunlu durumlarda uygulanmalıdır.
Kanama, tromboz, emboli
Beyin dolaşım sistemine ait en sık görülen bozukluklar tromboz, kanama ve embolidir. Tam ancak bir dizi inceleme sonucu konabilir. Nedene yönelik tanıda bilgisayarlı tomografi gibi pahalı ve ileri tekniklerden de yararlanılır. Ama bazı belirti ve bulgular da felç tanısına götürebilir.
Beyin kanaması
• genel kural olmamakla birlikte, çalışma ya da başka yorucu işler kanamayı uyarabilir;
• kanamanın yer ve şiddetine bağlı olarak, felç birkaç dakika sonra ya da bir saat içinde gelişir;
• kanamanın yer ve şiddetine bağlı olarak koma görülür.
Beyin trombozu
• ortaya çıkması çalışma ile ilgili değildir; baş dönmesi, konuşma yitimi gibi ön belirtiler verir;
• belirtiler dakikalar, saatler içinde aşamalı olarak ortaya çıkar;
• bilinç görece sağlamdır.
Beyin embolisi
• ön belirti vermeden, birkaç saniye ya da birkaç dakika içinde gelişir;
• hızla iyileşebilir;
• bilinç görece sağlamdır.
Örümceksizar altı (subaraknoit) kanama
• ani ve şiddetli baş ve ense ağrısıyla ortaya çıkar;
• çok değişken bir gidişi vardır;
• yalnızca ağrıyla seyredebildiği gibi, koma durumu da gelişebilir.
Beyin Damar Kökenli Hastalıklar Tedavi
Damar kökenli beyin hastalığı genellikle acil girişim gerektiren bir durumdur. İlkyardım uygulaması oldukça kolaydır: Hasta yarı yatar bir duruma getirilip solunumun rahatlaması sağlanır. Gömlek yakası, kemer vb gevşetilerek alna ve yüze soğuk kompres uygulanır. Hasta kusuyorsa, kusmuğun soluk borusuna kaçması önlenmelidir. Çırpınma nöbeti olan hastaların dillerini ısırmaları, dişler arasına sağlam ama sert olmayan bir cisim konarak önlenebilir. Ayrıca bu durumdaki hastalar, kendilerini yaralamamaları için yakın gözetimde "tutulmalıdır.
Hasta hastaneye yatırıldıktan sonra, tedavi tanıya göre belirlenir. Hastalık nedeni geçici iskemi (kanlanma eksikliği) nöbeti olduğunda, tedavinin amacı beyinde ileri derecede doku yıkımını önlemek olmalıdır. Tedavide öncelikle pıhtılaşma önleyici ilaçlar kullanılır. Ayrıca tehlikedeki beyin dokularının kanlanması cerrahi girişim ile yeniden düzenlenir. Bu tedavi yaklaşımlarının hangisinin önce uygulanacağı her olguda değişebilir. Damar sertliği, şeker hastalığı, kan basıncı yüksekliği gibi tehlike etkenlerinin yaygın olarak görüldüğü yaşlı hastalara günde 0,5 gr asetilsalisilik asit (aspirin) ağız yoluyla verilir. Beyin dokusunda oksijen yetersizliği olduğunda pıhtılaşma önleyici ilaçlar kullanılır. Felç kanamaya bağlı ise bu ilaçlar kesinlikle verilmemelidir. Asetüsalisilik asit ya da pıhtılaşma önleyici ilaçlarla yapılan tedavinin esas amacı pıhtı oluşumunu önlemektir. Felçten sorumlu olan damar tıkanıklığının yeri ve niteliği radyolojik incelemeyle belirlenerek cerrahi tedavi planlanabilir. İç şahdamarının (karotis atardamarı) kafatası dışı bölümünün tıkandığı ya da bir darlığın geliştiği olgularda cerrahi girişimle pıhtının çıkarılması son derece olumlu sonuçlar vermektedir. Şahdamarının kafatası içi bölümünün tıkanıklıklarında ise, pıhtıya ulaşılması güç ya da olanaksız olduğundan yüzeyel şakak atardamarı (arteria temporalis superficialis), orta beyin atardamarına (arteria cerebri media) bağlanır. İleri derecede ayrıntılı damar cerrahisi yöntemlerinin uygulanmasını gerektiren bu ameliyatlar ancak geniş mikro-cerrahi olanaklara sahip büyük merkezlerde gerçekleştirilebilir. Tüm vücudu tutan felçlerde tedavi olanakları geniş değildir. Yatalak hastanın yatış durumu sık sık değiştirilerek zatürree ya da yatak (dekubitus) ülseri (hastanın vücudunun yatağa değen yüzeyinde sürekli yatma sonucu gelişen yaralar) oluşumu önlenmeye çalışılır. Hastanın hareket ettirilmesi kol ve bacakların işlevlerini belli bir ölçüde de olsa yeniden kazanmasına yardımcı olabilir. Bu hastalar burundan mideye sokulan tüp ya da damar yolundan verilen serum ile beslenmelidir. Gerekirse idrar sonda ile alınır ve soluk borusunda açılan bir delik ile rahat solunum sağlanır. Hastanın huzursuz olduğu durumlarda sakinleştirici ilaçlar yararlıdır. Felç gelişiminden 2-3 gün sonra şahsilik asit tedavisine ve radyolojik incelemelere başlanır. Beyin kanamalarında uygulanan cerrahi tedavi hastanın yaşamını kurtaran ancak genellikle sinir sisteminin bütünlüğünü korumada başarısız kalan bir yöntemdir. Bazı beyin kanaması olgularında hastalar rehabilitasyon ile felci büyük ölçüde yenerek kendi kendine yetebilir duruma gelirler. Çoğunlukla anevrizmaya (damarlarda balonlaşma), anjiyoma (damar tümörü) ve atardamar-toplardamar oluşum bozukluklarına (AVM) bağlı olarak gelişen örümceksi-zar altı (subaraknoit) kanamalarda cerrahi girişim, büyük tehlikeleri olsa da, olumlu sonuçlar verir. Bu cerrahi girişim hastanın bilinç durumuna göre hemen (erken cerrahi) ya da birkaç hafta sonra (geç cerrahi) yapılabilir.
Bilmek İstedikleriniz
Beyin damarlarında anevrizma olan hastalar kurtarılabilir mi?
Bu soruya yanıt vermek güçtür. Anevrizmanın cerrahi tedavisi ancak yırtılma öncesinde yüksek basan oranına sahiptir.
Damar sertliği en çok hangi beyin atardamarlarında görülür?
Bu lezyonlar şahdamarı gibi büyük ya da çapı 0,6 mm'den büyük atardamarlarda sık görülür. Daha küçük damarlar hastalıktan seyrek olarak etkilenir.
Beyin iskemisi ne demektir?
Beyin iskemisi, beynin bir bölgesinin az kan ve dolayısıyla yetersiz oksijen alması durumudur. İskeminin yavaş geliştiği olgularda klinik belirtiler dikkat çekici olmayabilir. Ama ani gelişen iskemilerde beyin işlevleri büyük ölçüde bozulabilir.
Şahdamarının dallarından birinin tıkanması ne gibi belirtilere yol açar?
Tıkanmanın tam olduğu durumlarda yedek kılcal damarların tıkanıklığın yarattığı bozukluğu giderememesi sonucunda tıkanan damara göre, şiddetli baş ağrısı ve tıkanmanın olduğu taraftaki gözde körlük, konuşma ve bellek bozukluktan ortaya çıkabilir. Böyle bir tıkanıklık genellikle önceden, geçici beyin iskemisi belirtileri verir. Geçici beyin iskemisi geriye dönüşlü ve önemli sonuçlar doğurmayan kısa iskemi nöbetleridir (transiskemik ataklar)
Verem Hastalığı Bitkisel Tedavisi Hakkında Bilgiler
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Öküzgözü otu, Sinirli yaprak, Sütlüce otu, Devetabanı yaprağı, Arpa, Bal
Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:
Öküzgözü otu yirmi dakika süreyle kaynar suda bekletilerek demleme sağlanır. Sıkılarak elde edilen posaya arpa unu karıştırılarak lapa kıvamına gelinceye kadar bal ile karıştırılır. Hazırlanan lapadan, yemeklerden önce bir veya iki çorba kaşığı yenir.
Sinirli yapraklar, sütlüce otu ile birlikte kıyıldıktan sonra yirmi dakika suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen sıvı bir kaba doldurularak serin bir yerde saklanır. Dinlendirilen sıvıdan, tedavi süresince günde üç fincan içilir.
Ayrıca sinirli yapraklar ağızda çiğnenerek yutulabileceği gibi, aynı zamanda salatalara karıştırılarak yenilmesi de vereme karşı yarar sağlar.
Kıyılmış devetabanı yaprakları, sütlüce otu ile birlikte yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvı, şurup kıvamına gelinceye kadar bal ile tatlandırılarak karıştırılır. Hazırlanan şuruptan yemeklerden önce ve sonra birer fincan, ısıtılarak içilir.
Üre Hastalığı Bitkisel Tedavisi, Üre Hastalıkları
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Kiraz çöpü, Ayrık otu, Vişne, Nar, Elma
Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:
Birer avuç kiraz çöpü ile ayrık otu yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvı bir kaba doldurularak dinlendirilir. Dinlendirilen sıvıdan, yarı oranında içme suyuna karıştırılarak günde üç bardak ısıtılarak içilir.
Tedavi süresince sıkılarak elde edilen vişne suyu, hastaya bol bol içirtilir.
Tedavi süresince sıkılarak elde edilen ekşi nar suyu, hastaya bol bol içirtilir.
Tedavi süresince sıkılarak elde edilen ekşi elma suyu, hastaya bol bol içirtilir.
Uçuk Hastalığı Tedavisi, Uçuk Hakkında Bitkisel Tedavi
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Şalgam, Çavdar unu, Şahtere otu, Ceviz yaprağı, Isırgan otu, Susam yağı
Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi
Rendelenmiş şalgamlar yirmi dakika süreyle suda kaynatılarak süzülür. Sıkılarak elde edilen posaya çavdar unu karıştırılarak melhem kıvamına gelinceye kadar susam yağı ile yoğrulun Hazırlanan melhemden pansumandan sonra uçuk olan mahale sürülür.
Şahtere otunun yaprakları sert bir zeminde dövülerek ezilir. Elde edilen posaya, krem kıvamına gelinceye kadar çavdar unu karıştırılarak susam yağı ile yoğrulur. Hazırlanan bu kremden uçuk olan mahale sürülür.
Kıyılmış taze ceviz yaprakları, ısırgan otuyla birlikte dövülerek ezilir. Elde edilen posaya, melhem kıvamına gelinceye kadar çavdar unu karıştırılarak susam yağı ile yoğrulur. Hazırlanan melhemden pansumandan sonra uçuk olan mahale sürülür.
Tümör Hastalığı Tedavisi, Tumor Bitkisel Tedavi
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Kabak, Soğan, Kına, Bakla unu, Patlıcan, Meneviş yağı, Sirke
Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:
Dilimlenmiş kabak, rendelenmiş soğanlarla birlikte yarım saat süreyle sirkeli suda kaynatılır. Sıkılarak elde edilen posaya, melhem kıvamına gelinceye kadar kına ilâve edilerek yoğrulur. Hazırlanan melhem, meneviş yağı ile yumuşatıldıktan sonra günaşırı tün ör üzerine sürülerek bandajlanır.
Közde pişirilmiş soğan, bakla ile birlikte sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışım, pomad kıvamına gelinceye kadar sirke ilâve edilerek yoğrulur. Hazırlanan pomad, meneviş yağı ile yumuşatıldıktan sonra günaşırı tümör üzerine sürülerek bandajlanır.
Dilimlenmiş patlıcanlar, tuzlu suda yirmi dakika süreyle kaynatılır. Sıkılarak elde edilen posa ezildikten sonra, lapa kıvamına gelinceye kadar kına tozu ilâve edilerek yoğrulur. Hazırlanan lapadan,
pansumandan sonra tümör üzerine konarak bandajlanır.
Siroz Hastalığı Tedavisi, Karaciğer Sirozu Bitkisel Tedavi
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Andız otu, Rezene çiçeği, Hindiba yaprağı, Papatya, Aslandişi otu, Meneviş yağı
Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:
Kurutulmuş andız otu, rezene çiçekleri ile birlikte havanda dövülerek ezilir. Ezilen karışım on beş dakika kaynar suda bekletildikten sonra sıkılarak süzülür. Süzülen sıvı cam bir kavanoza boşaltılarak bir süre dinlendirilir. Dinlendirilen bu sıvıdan, tedavi süresince günde üç fincan içilir.
Kurutulmuş hindiba yapraklan, papatya çiçekleri ile birlikte sert bir zeminde dövülerek ezilir. Ezilen karışıma, macun kıvamına gelinceye kadar meneviş yağı ilâve edilerek yoğrulur. Hazırlanan macunla nohut iriliğinde yapılan haplardan günde üç-beş tane yemekten sonra yutulur.
Aslandişi otunun kökleri, suda yarım saat süreyle kaynatıldıktan sonra süzülür. Süzülerek elde edilen sıvı cam bir kavanoza boşaltılarak dinlenmesi sağlanır. Dinlenen sıvı tekrar süzüldükten sonra, hazırlanan sıvıdan bir bardak suya yarım fincan karıştırılarak günde üç bardak içilir.
Safra Kesesi Taşı Tedavisi Bitkisel Tedavi
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Şalgam tohumu, Mısır püskülü, Limon, Siyah turp, Çınar kabuğu, Zeytinyağı
Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:
Kavrulmuş şalgam tohumları, mısır püskülü ile birlikte yarım saat süreyle suda kaynatıldıktan sonra süzülür. Süzülen karışım bir kaba doldurularak, kesilmiş iki dilim limon ile dinlendirilir. Tedavi süresince dinlendirilen bu sıvıdan aç karına ve günaşırı bir fincan içilir.
Dilimlenmiş siyah turp, bir gün süreyle zeytinyağında dinlendirilir. Sıkılarak elde edilen sıvıdan yarım fincan içme suyuna ilâve edilerek kahvaltıdan önce bir fincan içilir.
Çınar ağacının taze sürgününden hazırlanan kabuklar, bir saat süreyle dilimlenmiş limon ile birlikte suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvı bir kaba boşaltılarak dinlendirilir. Dinlendirilen karışım, rahatsızlık süresince, kahvaltıdan önce bir fincan ısıtılarak içilir.
Saçkıran Hastalığı Tedavisi, Saçkıran Tedavisi İçin
Bulunması Gereken Şifalı Bitkiler: Kasnı otu, Soğan, Yeşil ceviz kabuğu, Meneviş yağı, Yumurta, Zivan çiçeği (kara pelin)
Hazırlanış ve Kullanım Reçetesi:
Zivan çiçeği, kasnı otu ile birlikte sıcak suda on dakika süreyle kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvıya, yumurta sarısı ilâve edilerek şampuan kıvamına gelinceye kadar meneviş yağı ile birlikte çırpılır. Hazırlanan bu şampuanla sık sık saç banyosu yapılır.
Rahatsızlık süresince saçlar meneviş yağı ile ovularak yıkanır. Saçlar soğanlı su ile durulandıktan sonra, çırpılmış yumurta akı saçkıran olan bölgeye sürülür.
Rendelenmiş yeşil ceviz kabukları, kıyılmış yeşil soğanla birlikte yirmi dakika süreyle suda kaynatılır. Süzülerek elde edilen sıvıya, şampuan kıvamına gelinceye kadar yumurta akı ilâve edilerek meneviş yağı ile çırpılır. Hazırlanan şampuanla sabah akşam saç banyosu yapılır.