Çiçek Hastalığı Nedir
Çiçek pek eski zamanlardan beri dünya üstünde geniş salgınlar yaparak insanların gözünü korkutmuş olan bulaşıcı hastalıklardan birisidir.
Aşının icadından ve korunma tedbirlerinin anlaşılmasından sonra salgınlar durmuş, hastalığın ortaya çıkması çok nâdir bir hale gelmiştir.
Çiçek Hastalığı Nedenleri
Uzun asırlar sebebi bilinemeyen bu hastalığın bugün özel bir virüs tarafından husule getirildiği anlaşılmış bulunmaktadır.
Çiçek mikroplarının etrafa yayılmasına ve sağlamların hastalığa bulaşmasına sebep olan amillerin en önemlisi Çiçek aşısı, insanları çiçek hastalarındaki çiçek çıbanları gibi tehlikeli bir hastalıklarından cerahat, kabuk ve döküntüden koruyan en şifalı bir aşıdır tüleridir.
Çiçek virüsü oldukça dayanıklıdır. Soğukta uzun müddet canlılığını muhafaza eder.
Anasının kanımda olan çocuktan, eğer yaşayabilirse, yüz elli yaşındaki ihtiyara kadar her yaştaki insanlar, bağışıklıkları yoksa çiçeğe tutulabilirler. Kimseyi affetmeyen bir hastalıktır.
Bağışıklık ancak hastalığı geçirmekle veya çiçek aşısı ile aşılanmak suretiyle hâsıl olur.
Bulaşma kaynağı çiçek hastalığına tutulmuş hastalardır. Hastaların ağız ve boğazlarında bulunan çiçek yaralarındaki mikroplar, öksürük ve aksırıklar sırasında fırlayan tükürük damlacıkları ile etrafa saçıldıkları gibi, deri üstündeki çıbanların cerahat ve döküntüleri de bulaşmaya sebep olurlar.
Çiçek virüsü dayanıklı olduğu için hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları, ev eşyası, meskenler, hasta taşıyan taşıtlar, temizlenmedikleri takdirde, bulaşmada rol oynayabilirler.
Çiçek bulaşmasında kara sineklerin de büyük önemi vardır. Bu pis mahlûklar her tarafta dolaşırlar. Çiçekli hastaların vücutlarına konarak oralardan aldıkları çiçek virüsünü uzak mesafelere kadar taşıyıp başkalarına da kolaylıkla bulaştırabilirler.
Birbiriyle münasebeti yokmuş gibi görünen ve birbirinden uzak mesafelerde ortaya çıkan çiçek vakalarında karasineklerin büyük rolü mevcuttur.
Çiçek virüsü sağlam insanın derisi veya burun, boğaz muhat gışaları üzerindeki ufak sıyrık ve yaralardan içeriye girmek suretiyle hastalığı hâsıl eder. Virüsü havi tozların teneffüsü hastalığı kolaylıkla bulaştırır.
Çiçek Hastalığı Belirtileri
Virüs vücuda girdikten (10 - 12) gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkmağa başlarlar.
Başlangıç devrinde hastalık birdenbire bir üşüme, titreme ve ateş yükselmesiyle kendisini belli eder. Hasta, vücudunda kırıklıklar ve ağrılar duyar. Bilhassa kalça ve bel ağrıları dikkati çekecek derecede fazladır. Bulantı ve kusmalar olur. Hastanın dili paslanır, genel durumu fenalaşır. Gün geçtikçe hastalık ağırlaşır.
İkinci güne doğru dirseklerde, kasıklarda, koltuk altlarında kızıl lekeleri gibi genişçe, kırmızı lekeler ortaya çıkar. Üçüncü günde, hastanın yüzünden başlamak üzere, kızamık lekelerine benzeyen ufak, kırmızı kabarcıklar peyda olur. Bunlar, az zamanda, kollara ve bacaklara doğru yayılırlar. Bu devrede hastanın bu halini görüp dikkat edilirse çiçek döküntüleri, kızamığın ve su çiçeğinin tersine olarak, daha ziyade kollara, bacaklara yayılıp sıklaşmaya mütemayildirler. O sırada ateş biraz düşmüş, hastanın durumu hafiflemiş gibi görünür. Fakat zaman geçtikçe döküntüler daha bârizleşir. Üzerleri kabararak içlerinde su toplamağa başlar. Birkaç gün sonra döküntülerin içindeki kirli sarımtırak su, koyulaşarak cerahat haline gelir. Bunların her biri içi irin dolu bir çıban olur. işte çiçek çıbanı budur.
Biraz düşmüş olan ateş o sırada yeniden yükselir. Her tarafa yayılan ve gittikçe sıklaşan çıbanların tesiriyle hastanın yüzü şişer, gözleri kapanır. Çiçek çıbanları yalnız deride değil, başın saçlı kısmında, ağız, burun içinde de çıkarlar. Göz içinde çıkarlarsa gözü harap ederler. Bu çıbanlar, hastaya şiddetli kaşıntı ve büyük bir rahatsızlık verirler.
Bu çıbanlar bazı hastalarda o kadar sıklaşır ki vücudun her tarafı, sıvama, çiçek çıbanlarıyla kaplanır. Bu çıbanların çatlamasıyla ortaya çıkan cerahatli akıntılardan fena bir koku yayılır. Hasta dalgın, ateşli, ağır ve korkunç bir manzara gösterir. Bir takım hastalar bu ağır tablo içinde, şuurlarını kaybederler, abuk sabuk söylenir, yataktan kalkmak, atılmak isterler. Büyük bir sıkıntı içinde çırpınır, dururlar.
Bazısında çıbanların içine kan sızmasından dolayı, bunlar koyu, morumtırak kırmızı bir renk alırlar. Bu hal kanın bozulmasından ileri geldiği için böyle hastaların akıbeti tehlikeye düşmüş sayılır.
Bütün vücudun zehirlenmekte olduğunu gösteren bu şekle (kara çiçek) adı verilmiştir.
Hastalığın (12 - 13) üncü günlerine doğru çıbanlar kurumaya, kabuklanmaya başlarlar. Hastanın ateşi düşer, iyilik alâmetleri baş gösterir. Bu suretle hastalık sona ermiş olur.
Çiçek çıbanları kuruyup kabuklan döküldükten sonra deri üstünde, bilhassa yüzde, bütün ömür boyunca devam edecek olan, yara izleri kalır ki buna (çiçek bozuğu) veya (çopurluk) derler. Bu hal insanların yüz güzelliğini bozan fena bir arızadır.
Çiçek hastalığı sırasında hastalığın şiddetinden dolayı kalp ve damar sisteminin felce uğraması, kanın zehirlenip bozulması en tehlikeli ihtilâtlardandır. Bundan başka gözlerde, kulaklarda husule gelerek sağırlık ve körlükle neticelenen kötü ihtilâtlar da vardır.
Çiçek Hastalığı Tedavisi
Hastayı sağlamlardan ayırarak tedavi etmek, hattâ bir hastaneye yatırmak lâzımdır. Hastanın odası havadar, temiz ve sessiz olmalıdır. Bu odaya hastaya bakanlardan başkası girmemelidir. Girenler de hastanın bakımı bittikten sonra sırtlarındaki gömleği çıkarmalı, bu gömlekle başkalarının yanına girmemeli ve bu gömleği temizlemedikçe başka yerde giymemelidirler. Bütün hastalık müddetince hastanın vücudu, ağzı burnu, yatak ve yemek takımları gayet temiz tutulmalıdır.
Gıdalar hafif, sulu ve besleyici maddeler arasından seçilmelidir. Kalbin, damarların kuvvetlenmesine yarayacak ilâçların doktor tarafından tatbiki lâzımdır. (Sulfamid) ve (Penicilin) gibi ilâçların ağızdan vermek, şırınga etmek veya merhem ve toz halinde çıbanlara sürmek suretiyle kullanılmasından büyük faydalar sağlanabilir.
Gerçi yapılan tecrübeler bu ilâçların doğrudan doğruya çiçek virüsü üzerine bir tesiri olmadığını göstermişse de çiçek çıbanlarının ortaya çıkıp dışarıdaki cerahat (mikroplarının bu çıbanlara karışmasıyla meydana gelen ve hastanın halini ağırlaştıran iltihapları önlemek ve ortadan kaldırmak için bu ilâçların büyük faydası vardır. Bazı hallerde hastanın vücuduna, çiçek çıbanlarının üstüne (Permanganat de pottasse) mahlûlü sürmek kaşıntıları, fazla cerahatlenmeyi önlediği gibi çıbanların derin izler bırakmamasına da yardım eder.
Çiçek Hastalığından Korunma Yolları
Sağlamların hastalarla temas etmemesi en başta gelen tedbirdir. Hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları gayet sıkı bir dezenfeksiyona tâbi tutulmalıdır. Karasineklere karşı şiddetli bir savaş açılmalıdır. Hastaya bakanlar kendilerini gayet temiz tutmalı, hastalığı başkalarına nak-letmemeğe gayret etmelidir. Hastalar ancak (40 - 45) gün kadar tecrid ve tedavi edildikten, vücutlarında hiç bir yara ve kabuk kalmayıp tamamen iyileştikten, birkaç sıcak banyo ile güzelce temizlendikten sonra odalarını terk edebilirler. Bütün bu tedbirlerle beraber en kesin korunma çaresi (çiçek aşısı) ile aşılanmaktır. Çiçek aşısı bugün doktorluğun insan sağlığına hizmet eden en kıymetli buluşlarından birisidir. Çiçek hastalığının uzun asırlar süren salgınları ancak bu aşı sayesinde dur-durulmuştur.
Çiçek Aşısı
Bugün kullanılmakta olan çiçek aşısı danalardan alınır. Çiçek aşısı yapılan müesseselerde hastalıksız. sağlam ve genç danalar gayet temiz ve fenni ahırlarda çok dikkatle bakılıp beslenirler.
Çiçek aşısı hazırlanmak istenildiğinde, dananın sırtının yan taraflarının derisi güzelce tıraş edilir. Tıraş edilen yerler sabunlu su ile iyice temizlenir. Sonra bu tıraş edilen yerlerin derisi üstüne bir ustura ile, kan çıkarmadan, uzun çizgiler yapılır. Bu çizginin üstüne inek çiçeğinin mayası sürülür. Hayvanın sırtı gayet temiz bezlerle örtülür.
Bir müddet sonra dananın sırtında ufak ufak çiçek çıbanları hâsıl olur. Bunlar büyüyüp olgunlaştıktan sonra özel bir takım aletlerle kazınarak çıban mahsulleri toplanır. Temiz (giycerine) ile karıştırılarak buz dolaplarında üç ay kadar saklanır. Kontrolları yapılır. Bu suretle hazırlanan çiçek aşısı ufak şişelere veya ince cam borulara doldurulur, işte bugün kullandığımız çiçek aşısı budur.
Çiçek aşısında dikkat edilecek noktalar şunlardır: aşı kuvvetini ve canlılığını kaybetmemek için daima soğukta saklanmalıdır. Buzluktan çıkarılıp âdi oda derecesinde (+4 derecesinin üstünde) bırakılacak olursa çabucak bozulur. Bundan yapılan aşılar da tutmaz.
Çocukları aşılamak için mevsim yoktur. Aşı her mevsimde yapılabilir. Normal olarak çocuk (5 - 6) aylık iken aşılanır. Eğer ortalıkta çiçek hastalığı varsa ve çocuk buluşma tehlikesine düşebilecekse bu aylardan daha ufak iken de aşılanabilir.
Şayet aşılanacak çocukta ateşli bir hastalık ve yahut derisinde yaralar, çıbanlar, egzama gibi arızalar varsa bunları tedavi etmeden aşılamak doğru değildir.
Aşı çok defa koldan yapılır. Bacaktan yapılması, bazı mahzurlarından dolayı, birçok doktorlar tarafından uygun görülmemektedir.
Aşı yapılacak yerin derisini temizlemek için kuvvetli mikrop öldürücü ve deri üstünde uzun müddet kalıp aşıyı bozacak ilâçlar kullanılmaz. En iyisi aşı yapılacak yeri sıcak sabunlu su veya biraz (Ether) ile temizlemektir.
Aşı ispirto alevinde yakılmak suretiyle temizlenmiş yeni bir kalem ucu, bir iğne veya bir lanset ile yapılmalıdır. Bu gibi bir âletle deri üstünde, kan çıkarmadan, birbirine birer santim aralıkla, iki üç çizgi çizilir. Aşı tüpü kırılarak bu çizgilerin üzerine birkaç damla kadar- aşı sıvısı konur. Kalemin ucu ile hafifçe dokunularak aşı çizgilerin üstüne iyice yayılır ve bırakılır.
Aşının üzerini sargı ile bağlamaya veya orasını örtmek için ilâç kaşesi gibi şeyler koymaya lüzum yoktur. Aşının bir müddet kuruması beklenir, sonra çocuğun sırtına bol kollu temiz bir gömlek giydirilir.
Eğer aşı tutacaksa iki üç gün sonra koldaki çizgilerde hafif bir kırmızılık başlar. Dördüncü güne doğru bu kırmızılıklar daha barizleşir. Sekizinci günde kabarıklık büyür, içinde sarımtırak, bulanık bir su toplanarak bir çıban haline gelir. Bu sırada çıbanın etrafı, bazı vakalarda kolun bu kısmı geniş bir şekilde kızarmış bulunur. Bu esnada koltuk altındaki lenfa bezlerinde de şişmeler görülebilir. Çocuk o günlerde biraz ateşlenir ve huysuzluk göstermeye başlar. Bu âdeta ufak bir çiçek hastalığına tutulma demektir. Müteakip günlerde kırmızılıklar yavaş yavaş geçer. Çıban kurur, kabuklanır. Daha sonra kabuk kendi kendine düşer, yerinde bütün ömür boyunca kaybolmayacak bir aşı izi kalır.
Bazı çocuklarda ilk aşı çok dikkatli yapıldığı halde, vücutlarında analarından aldıkları bir bağışıklık mevcut olduğu için tutmaz. Bu takdirde birer aylık aralıklarla aşıyı tutunca-ya kadar tekrarlamak lâzım gelir. Çiçek aşısı insanları çiçek hastalığından kesin olarak koruyan bir aşı olduğundan birçok memleketlerde ve bizim yurdumuzda bu aşı ile aşılanmak kanunen mecburidir.
Çiçek aşısı ilk defa doğduktan sonra yukarıda belirttiğimiz gibi çocuk (5 -6) aylık iken yapılır. Aşının koruma müddeti (5-6) yıl arasındadır. Onun için çocuklar ilk okula başlarken tekrar aşılanırlar. Ondan sonra lüzumu oldukça (5 - 7) yıllık fasılalarla aşının tekrarlanması sağlık ve çiçekten korunmak için garanti teşkil eder.
Kizamikcik Hastaligi Nedir Belirtileri Tedavisi
Bulaşıcı Çocuk Hastalığı Kızamıkçık Nedir
Kızamıkçık Hastalığı
Kızamıkçık, çocuklarda kızamıktan daha seyrek görülen bir hastalıktır. Bazı yıllar çocuklar arasında salgın halinde seyreder.
Kızamıkçık Nedenleri
Hastalığı hâsıl eden özel bir virüs vardır. Tıpkı kızamık gibi bu da hastaların aksırık ve öksürükleriyle etrafa yayılır.
Kızamıkçık Belirtileri
Hastalık başlayınca vücutta kırıklık, halsizlik, baş ağrısı, hastalarda iştahsızlık olur. Sonra birden bire, yüzden başlamak üzere, bütün deri üstünde ufak, kırmızı lekeler çıkar. Ara sıra kaşıntı yapan bu lekeler, birkaç gün sürüp sonra solumaya ve zail olmaya yüz tutarlar. Bu günlerde hastanın biraz ateşi de yükselebilir. Hafif bir burun, boğaz nezlesi vardır.
Ateşin çok yüksek ve hastalık tablosunun ağır olmaması, vücudun birçok yerinde, bilhassa ensede, lenfa düğümlerinin şişmesi bu hastalığı kızamıktan ayırt ettiren belirtilerdir.
Hastalık, çok defa, ihtilât yapmaz. Tehlikeli de değildir.
Kızamıkçık Tedavisi, Çocuklarda Kızamıkçık
Hastalığın özel bir ilâcı yoktur. Sülfamidler ve antibiyotik ilâçlar tesirli değildir. Ateşli zamanda hastayı ayakta istirahat ettirmek, vücudunu temiz tutmak, üşütmemek, hafif fakat kuvvetli gıdalarla beslemek başlıca tedbirlerdendir.
Kızamıktan Korunma Yolları
Sağlam çocukları hastalarla temas ettirmemek en önemli bir tedbirdir.
Çok hafif ve basit gibi görünen kızamıkçık, bugün bütün dünyayı işgal eden ehemmiyetli bir dava doğurmaktadır. O da şudur: Kızamıkçık hastalığının çok küçük olan virüsü bu hastalığa tutulmuş olan gebe kadınlarda rahimdeki (son) dan (plesenta) dan geçip kadının karnındaki çocuğa nüfuz ederek çocuğun hücrelerinde ürer ve bozukluk yapar. Bilhassa gebe kadın gebeliğinin ilk aylarında bu hastalığa tutulacak olursa karnındaki çocuk henüz teşekkül halinde olduğundan kızamıkçık virüsü çocuğun organlar bakımından noksanlı ve kusurlu olarak teşekkülüne, böylece kusurlu ve sakat olarak doğmasına sebep olur. Bu bakımdan doktorlar gebeliğinin ilk aylarındaki kızamıkçık hastalığına tutulan kadınların karnındaki çocuğu çıkarmak lâzım geldiği fikrindedirler. Bu ise bugünkü kanunlara ve telâkkilere göre birçok memleketlerde yasak olduğundan mesele doktorlar ve hukukçular arasında birçok tartışmalara kapı açmaktadır. İşin en doğrusu gebe kadınları gayet iyi muhafaza ederek onları gebelikleri sırasında kızamıkçık hastalığına tutulmaktan korumaktır.
Kızamıkçık Hastalığı
Kızamıkçık, çocuklarda kızamıktan daha seyrek görülen bir hastalıktır. Bazı yıllar çocuklar arasında salgın halinde seyreder.
Kızamıkçık Nedenleri
Hastalığı hâsıl eden özel bir virüs vardır. Tıpkı kızamık gibi bu da hastaların aksırık ve öksürükleriyle etrafa yayılır.
Kızamıkçık Belirtileri
Hastalık başlayınca vücutta kırıklık, halsizlik, baş ağrısı, hastalarda iştahsızlık olur. Sonra birden bire, yüzden başlamak üzere, bütün deri üstünde ufak, kırmızı lekeler çıkar. Ara sıra kaşıntı yapan bu lekeler, birkaç gün sürüp sonra solumaya ve zail olmaya yüz tutarlar. Bu günlerde hastanın biraz ateşi de yükselebilir. Hafif bir burun, boğaz nezlesi vardır.
Ateşin çok yüksek ve hastalık tablosunun ağır olmaması, vücudun birçok yerinde, bilhassa ensede, lenfa düğümlerinin şişmesi bu hastalığı kızamıktan ayırt ettiren belirtilerdir.
Hastalık, çok defa, ihtilât yapmaz. Tehlikeli de değildir.
Kızamıkçık Tedavisi, Çocuklarda Kızamıkçık
Hastalığın özel bir ilâcı yoktur. Sülfamidler ve antibiyotik ilâçlar tesirli değildir. Ateşli zamanda hastayı ayakta istirahat ettirmek, vücudunu temiz tutmak, üşütmemek, hafif fakat kuvvetli gıdalarla beslemek başlıca tedbirlerdendir.
Kızamıktan Korunma Yolları
Sağlam çocukları hastalarla temas ettirmemek en önemli bir tedbirdir.
Çok hafif ve basit gibi görünen kızamıkçık, bugün bütün dünyayı işgal eden ehemmiyetli bir dava doğurmaktadır. O da şudur: Kızamıkçık hastalığının çok küçük olan virüsü bu hastalığa tutulmuş olan gebe kadınlarda rahimdeki (son) dan (plesenta) dan geçip kadının karnındaki çocuğa nüfuz ederek çocuğun hücrelerinde ürer ve bozukluk yapar. Bilhassa gebe kadın gebeliğinin ilk aylarında bu hastalığa tutulacak olursa karnındaki çocuk henüz teşekkül halinde olduğundan kızamıkçık virüsü çocuğun organlar bakımından noksanlı ve kusurlu olarak teşekkülüne, böylece kusurlu ve sakat olarak doğmasına sebep olur. Bu bakımdan doktorlar gebeliğinin ilk aylarındaki kızamıkçık hastalığına tutulan kadınların karnındaki çocuğu çıkarmak lâzım geldiği fikrindedirler. Bu ise bugünkü kanunlara ve telâkkilere göre birçok memleketlerde yasak olduğundan mesele doktorlar ve hukukçular arasında birçok tartışmalara kapı açmaktadır. İşin en doğrusu gebe kadınları gayet iyi muhafaza ederek onları gebelikleri sırasında kızamıkçık hastalığına tutulmaktan korumaktır.
Kizamik Hastaligi Bulasici Cocuk Hastaliklari
Bulaşıcı Çocuk hastalıkları Nelerdir, Çocuklarda Bulaşıcı Hastalıklar
Kızamık Hastalığı, Bebeklerde Kızamık
Kızamık en ziyade çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıklardan birisidir. Çok eski zamanlardan beri bilinmektedir.
Kızamık Nedenleri
Eski bir hastalık olmasına rağmen mikrobu uzun zaman bulunup ortaya çıkarılamamıştır. Kızamık hastalığının mikrobu mikropların en ufak sınıfından olan bir virüstür. Son yıllarda bu virüsün tavuk yumurtasında üretilmesine muvaffakiyet hâsıl olmuştur.
Kızamık virüsü ateşli zamanlarda hastaların kanlarında, burun boğaz ve göz ifrazlarında bulunur.
Yeni doğmuş çocuklarda ilk altı ay içinde kızamık pek nadir görülür. Çünkü bu yaştaki çocukta anadan doğma bir bağışıklık vardır. Ondan sonra tutulma istidadı gittikçe ziyadeleşir.
Büyük şehirlerde hastalık, en ziyade, (3 - 10) yaşları arasındaki çocuklarda görülür.
Kızamığa bir defa tutulanlar, ekseriya, kuvvetli bir bağışıklık kazanıp bütün ömürleri boyunca bir daha tutulmazlar.
Kızamıklı hastalar söz söyler, öksürür, aksırırken ağızlarından, boğazlarından fırlayan tükürük damlacıklarını etrafa saçmak suretiyle hastalığı sağlamlara bulaştırırlar.
Kızamık Belirtileri
Mikrobu alan çocuk, ortalama olarak, (11) gün sonra hastalanır. Hastalık önceden bir burun, boğaz nezlesiyle başlar. Bu nezle çok defa ateşli bir nezledir. Oldukça şiddetlidir. Burun akar, hasta öksürür ve gözler kanlanır. Bütün vücutta kırıklık ve halsizlik vardır. Kusmalar ve burun kanamaları görülebilir.
Nezle devresi (3-4) gün kadar sürer. Bundan sonra hastanın ağzında yanakların iç tarafında ve diş etlerinde toplu iğne başı büyüklüğünde, çevreleri kıpkırmızı, beyazımtırak renkte, ufak bir takım lekeler (koplik lekeleri) ortaya çıkar. Deri üstünde belirecek olan kırmızı lekelerden pek az bir zaman önce hâsıl olan bu lekeler, ağzın içinde olmaları dolayısıyla, çok defa, farkına varılamaz. Hastalık âdi bir nezle zannedilir.
Ertesi günü, ilk defa yüzde kulakların arkasından, alından ve yanaklardan başlayan bir takım ufak kırmızı lekeler kendilerini gösterirler. Bunlar deri üstünde kabarmış ufak, tek tük, kırmızı bir takım lekelerdir. Az zamanda yüzün her tarafını kaplarlar.
Bu sırada hastanın yüzü kıpkırmızı, nezleli ve şişkindir. Gözlerdeki nezle hâli şiddetlenmiş, ateş daha ziyade yükselmiştir. Dudaklar kuru, dil paslıdır. Göğüsteki nezle ve bronşit hali de fazlalaşmıştır. Bazı hastalarda hastalığın şiddetinden dolayı bu devrede atılmalar, sayıklamalar ve sıkıntılı haller görülebilir
Bir müddet sonra kızamık lekeleri yüzden boyuna, göğüse, sırta, kollara, karma ve bacaklara yayılırlar. Kollarda ve bacaklarda çıkan lekeler daha seyrek ve dağınık bir haldedirler.
Bu döküntü devresi de (3 - 4) gün sürdükten sonra ateş ya birdenbire veya yavaş yavaş düşerek hastalık sona ermiş olur.
Lekeler, ilk çıktıkları yerlerden başlamak üzere, devamlı bir iz bırakmadan, zail. olurlar. Yerlerinde ufak, pul pul bir takım kepeklenmeler hâsıl olur.
Kızamık hastalığı bazılarında ağır, bazılarında ise pek hafif geçebilir.
Kızamık hastalığı sırasında bazı ihtilâtlar olur ki bunlar tehlike yaratırlar. Bunların en başında nefes borularında ve akciğerlerde hâsıl olan (zatürrie) ve (Bronkopnömoni) gibi ağır hastalıklar vardır. Akciğerleri örten ince zarlarda da (zatülcenp) dediğimiz iltihaplar olabilir. Bazı vakalarda kalbin iç ve dış zarlarında ve kalbin etinde tehlikeli iltihaplar baş gösterebilir. Orta kulakta cerahatli iltihaplar olduğu da vardır. Bunlardan başka kızamık hastalığının vücudu zayıf düşürerek verem hastalığına müsait bir zemin hazırladığı da kabul edilmektedir. Kızamıktan ileri gelen ölümlerin hemen pek çoğu bu ağır ihtilâtlar neticesidir.
Kızamık Tedavisi
Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi edilmelidir. Hastanın odası, temiz, güneşli ve odanın derecesi (18 -20) santigrat derecesinde olmalıdır. En önemli iş hastanın üşüyüp soğuk almasını önlemektir. Çünkü birçok ihtilâtlar soğuk almadan ileri gelirler.
Ateşli zamanda hastanın yemekleri, sulu, kolay sindirilecek, hafif gıda maddeleri arasından seçilmelidir.
Hastalığın özel bir ilâcı yoktur. Yeni ilâçlardan olan (sulfamid) antibiyotiklerden hiç birisinin kızamık virüsü üzerine tesiri olmadığından bunları boş yere kullanmak doğru değildir. Yalnız saydığımız ihtilâtlardan herhangi birisi ortaya çıkarsa o zaman bu ilâçların büyük faydası olur. Hastanın ağzını burnunu, gözlerini, bütün vücudunu ve yatak takımlarım gayet temiz tutmak, odasını sık sık havalandırmak pek lüzumludur.
Herhangi bir ihtilât hâsıl olursa doktorların vereceği ilâçları dikkatle kullanmak, tedbir ve tavsiyelerini dikkatle tatbik etmek icap eder.
Kızamıktan Korunma Yolları
Kızamık çıkarmamış çocukları hastalarla temas ettirmemek en başta gelen tedbirlerdir. Bilhassa beş yaşından küçük çocuklarda hastalık ağır ve ihtilâtlı bir şekilde geçeceğinden bu yaştaki çocukları hastalığa tutulmaktan dikkatle korumak gerekir. Kızamık virüsünü üreterek ondan hastalığa karşı koruyucu bir aşı hazırlanmış ise de bu aşı henüz tatbikat alanında pratik bir hale gelememiştir. Fakat kızamıktan yeni kurtulmuş nekahattaki kimsenin kan serumu alınarak hastalığa tutulmamış olanlara şırınga edilirse hastalığa tutulmaktan korumak mümkündür.
Kızamıklı hasta ile temas etmiş, zayıf vücutlu küçük çocukların bu usul ile korunması pek lüzumludur.
Eskiden kızamık geçirmiş ana ve babadan biraz kan alarak bunun veya bu kana ait serumun kızamık çıkarmamış çocuğa şırınga edilmesi suretiyle de onu kızamıktan korumak mümkündür.
(Gamaglobülin) şeklindeki aşılardan da korunmada istifade edilebilir. Gebe kadınların rahimlerindeki (son) dedikleri (plesanta) dan yapılmış hülâsaların da aşı gibi kullanılarak büyük faydalar sağladıkları görülmüştür. Bütün bu aşılama işlerinin doktor tarafından düzenlenip tatbik edilmesi icap eder.
Kızamık, en ziyade ilkokul çağındaki çocuklarda görüldüğünden ana ve babalarla öğretmenlerin bu hastalığa karşı daima uyanık bulunmaları lâzımdır. Kızamıklı bir çocuk ateşinin düşmesinden itibaren (15) gün müddetle okula gönderil-memelidir.
Kızamık virüsü güneş ışıkları, açık hava, kuruluk gibi dış tesirlere karşı gayet dayanıksız olduğundan hastalığı geçirmiş olan çocukların odalarını bir müddet havalandırmak, eşya ve oyuncaklarını bir müddet güneşe çıkarmak suretiyle temizlemek mümkündür.Fakat her ihtimale karşı fennî bir dezenfeksiyon yapılsa daha iyi olur.
Kızamık Hastalığı, Bebeklerde Kızamık
Kızamık en ziyade çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıklardan birisidir. Çok eski zamanlardan beri bilinmektedir.
Kızamık Nedenleri
Eski bir hastalık olmasına rağmen mikrobu uzun zaman bulunup ortaya çıkarılamamıştır. Kızamık hastalığının mikrobu mikropların en ufak sınıfından olan bir virüstür. Son yıllarda bu virüsün tavuk yumurtasında üretilmesine muvaffakiyet hâsıl olmuştur.
Kızamık virüsü ateşli zamanlarda hastaların kanlarında, burun boğaz ve göz ifrazlarında bulunur.
Yeni doğmuş çocuklarda ilk altı ay içinde kızamık pek nadir görülür. Çünkü bu yaştaki çocukta anadan doğma bir bağışıklık vardır. Ondan sonra tutulma istidadı gittikçe ziyadeleşir.
Büyük şehirlerde hastalık, en ziyade, (3 - 10) yaşları arasındaki çocuklarda görülür.
Kızamığa bir defa tutulanlar, ekseriya, kuvvetli bir bağışıklık kazanıp bütün ömürleri boyunca bir daha tutulmazlar.
Kızamıklı hastalar söz söyler, öksürür, aksırırken ağızlarından, boğazlarından fırlayan tükürük damlacıklarını etrafa saçmak suretiyle hastalığı sağlamlara bulaştırırlar.
Kızamık Belirtileri
Mikrobu alan çocuk, ortalama olarak, (11) gün sonra hastalanır. Hastalık önceden bir burun, boğaz nezlesiyle başlar. Bu nezle çok defa ateşli bir nezledir. Oldukça şiddetlidir. Burun akar, hasta öksürür ve gözler kanlanır. Bütün vücutta kırıklık ve halsizlik vardır. Kusmalar ve burun kanamaları görülebilir.
Nezle devresi (3-4) gün kadar sürer. Bundan sonra hastanın ağzında yanakların iç tarafında ve diş etlerinde toplu iğne başı büyüklüğünde, çevreleri kıpkırmızı, beyazımtırak renkte, ufak bir takım lekeler (koplik lekeleri) ortaya çıkar. Deri üstünde belirecek olan kırmızı lekelerden pek az bir zaman önce hâsıl olan bu lekeler, ağzın içinde olmaları dolayısıyla, çok defa, farkına varılamaz. Hastalık âdi bir nezle zannedilir.
Ertesi günü, ilk defa yüzde kulakların arkasından, alından ve yanaklardan başlayan bir takım ufak kırmızı lekeler kendilerini gösterirler. Bunlar deri üstünde kabarmış ufak, tek tük, kırmızı bir takım lekelerdir. Az zamanda yüzün her tarafını kaplarlar.
Bu sırada hastanın yüzü kıpkırmızı, nezleli ve şişkindir. Gözlerdeki nezle hâli şiddetlenmiş, ateş daha ziyade yükselmiştir. Dudaklar kuru, dil paslıdır. Göğüsteki nezle ve bronşit hali de fazlalaşmıştır. Bazı hastalarda hastalığın şiddetinden dolayı bu devrede atılmalar, sayıklamalar ve sıkıntılı haller görülebilir
Bir müddet sonra kızamık lekeleri yüzden boyuna, göğüse, sırta, kollara, karma ve bacaklara yayılırlar. Kollarda ve bacaklarda çıkan lekeler daha seyrek ve dağınık bir haldedirler.
Bu döküntü devresi de (3 - 4) gün sürdükten sonra ateş ya birdenbire veya yavaş yavaş düşerek hastalık sona ermiş olur.
Lekeler, ilk çıktıkları yerlerden başlamak üzere, devamlı bir iz bırakmadan, zail. olurlar. Yerlerinde ufak, pul pul bir takım kepeklenmeler hâsıl olur.
Kızamık hastalığı bazılarında ağır, bazılarında ise pek hafif geçebilir.
Kızamık hastalığı sırasında bazı ihtilâtlar olur ki bunlar tehlike yaratırlar. Bunların en başında nefes borularında ve akciğerlerde hâsıl olan (zatürrie) ve (Bronkopnömoni) gibi ağır hastalıklar vardır. Akciğerleri örten ince zarlarda da (zatülcenp) dediğimiz iltihaplar olabilir. Bazı vakalarda kalbin iç ve dış zarlarında ve kalbin etinde tehlikeli iltihaplar baş gösterebilir. Orta kulakta cerahatli iltihaplar olduğu da vardır. Bunlardan başka kızamık hastalığının vücudu zayıf düşürerek verem hastalığına müsait bir zemin hazırladığı da kabul edilmektedir. Kızamıktan ileri gelen ölümlerin hemen pek çoğu bu ağır ihtilâtlar neticesidir.
Kızamık Tedavisi
Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi edilmelidir. Hastanın odası, temiz, güneşli ve odanın derecesi (18 -20) santigrat derecesinde olmalıdır. En önemli iş hastanın üşüyüp soğuk almasını önlemektir. Çünkü birçok ihtilâtlar soğuk almadan ileri gelirler.
Ateşli zamanda hastanın yemekleri, sulu, kolay sindirilecek, hafif gıda maddeleri arasından seçilmelidir.
Hastalığın özel bir ilâcı yoktur. Yeni ilâçlardan olan (sulfamid) antibiyotiklerden hiç birisinin kızamık virüsü üzerine tesiri olmadığından bunları boş yere kullanmak doğru değildir. Yalnız saydığımız ihtilâtlardan herhangi birisi ortaya çıkarsa o zaman bu ilâçların büyük faydası olur. Hastanın ağzını burnunu, gözlerini, bütün vücudunu ve yatak takımlarım gayet temiz tutmak, odasını sık sık havalandırmak pek lüzumludur.
Herhangi bir ihtilât hâsıl olursa doktorların vereceği ilâçları dikkatle kullanmak, tedbir ve tavsiyelerini dikkatle tatbik etmek icap eder.
Kızamıktan Korunma Yolları
Kızamık çıkarmamış çocukları hastalarla temas ettirmemek en başta gelen tedbirlerdir. Bilhassa beş yaşından küçük çocuklarda hastalık ağır ve ihtilâtlı bir şekilde geçeceğinden bu yaştaki çocukları hastalığa tutulmaktan dikkatle korumak gerekir. Kızamık virüsünü üreterek ondan hastalığa karşı koruyucu bir aşı hazırlanmış ise de bu aşı henüz tatbikat alanında pratik bir hale gelememiştir. Fakat kızamıktan yeni kurtulmuş nekahattaki kimsenin kan serumu alınarak hastalığa tutulmamış olanlara şırınga edilirse hastalığa tutulmaktan korumak mümkündür.
Kızamıklı hasta ile temas etmiş, zayıf vücutlu küçük çocukların bu usul ile korunması pek lüzumludur.
Eskiden kızamık geçirmiş ana ve babadan biraz kan alarak bunun veya bu kana ait serumun kızamık çıkarmamış çocuğa şırınga edilmesi suretiyle de onu kızamıktan korumak mümkündür.
(Gamaglobülin) şeklindeki aşılardan da korunmada istifade edilebilir. Gebe kadınların rahimlerindeki (son) dedikleri (plesanta) dan yapılmış hülâsaların da aşı gibi kullanılarak büyük faydalar sağladıkları görülmüştür. Bütün bu aşılama işlerinin doktor tarafından düzenlenip tatbik edilmesi icap eder.
Kızamık, en ziyade ilkokul çağındaki çocuklarda görüldüğünden ana ve babalarla öğretmenlerin bu hastalığa karşı daima uyanık bulunmaları lâzımdır. Kızamıklı bir çocuk ateşinin düşmesinden itibaren (15) gün müddetle okula gönderil-memelidir.
Kızamık virüsü güneş ışıkları, açık hava, kuruluk gibi dış tesirlere karşı gayet dayanıksız olduğundan hastalığı geçirmiş olan çocukların odalarını bir müddet havalandırmak, eşya ve oyuncaklarını bir müddet güneşe çıkarmak suretiyle temizlemek mümkündür.Fakat her ihtimale karşı fennî bir dezenfeksiyon yapılsa daha iyi olur.
Verem Nedir Verem Hastaligi Tedavisi
Verem Nedir, Verem Hastalığı Hakkında
Verem, dünya üstünde çok yayılmış hastalıklardan birisidir. Vücudun birçok yerlerine girerek oralarda kendisini türlü türlü şekillerde gösteren bu hastalık, musallat olduğu kimsenin vücudunu, sinsi sinsi kemirerek, zayıflatıp tehlikeye düşürdüğü için ona karşı bütün dünyada büyük bir savaş açılmıştır.
Verem, vücudun birçok organlarında, ayrı ayrı bozukluklar ve arızalar hâsıl etmesi itibariyle, doktorluğun hemen bütün şubelerini ilgilendiren geniş ve karışık bir mevzu halindedir.
Verem Aşısını kim buldu?
Veremi yapan mikrop bir Alman âlimi tarafından keşfedilmiş olan çomak şeklindeki (verem basili). Keşfedenin adı ile (Koch basili) diye de anılır. Bu mikrop, ufak, kıvrık, içinde noktacıklar gösteren bir çomaktır. Hastaların hastalık bulunan organlarına göre kanlarında; yaraların kanlı ve cerahatli ifrazlarında, bazı hallerde hastaların büyük abdes, idrarlarında ve balgamlarında bulunur. Laboratuarlarda bu mikropları aramak, bulmak ve üretmek mümkündür.
Verem mikrobu insanlarda, sığırlarda, kuşlarda ve soğuk kanlı hayvanlarda görülmekte olduğuna nazaran dört tip halinde bulunmaktadır. İnsan ve sığır verem mikropları birbirine çok benzer. İnsana ait olan, sığırlarda hastalık hâsıl edebildiği gibi sığırlarınki de insanlarda hastalık yapabilir.
Verem mikroplarının bir takım zehirleri vardır. Verem hastalığı birçok sıkıntılı arızalar ve zehirlerle hâsıl olur.
Verem mikrobu insan vücuduna çeşitli kapılardan girer. Bunlardan en başta gelen teneffüs yollarıdır. Veremli kimselerin öksürürken ağızlarından, burunlarından fırlayan ve içinde verem mikrobu bulunan tükürük ve balgam damlacıkları sağlamların ağız ve burunlarına bulaştığı zaman mikrop teneffüs yollarından, içeriye girerek akciğerlerde oturur ve orada bir odak teşkil eder.
Verem mikrobu hastalardan çıktıktan sonra güneş, ışık ve aydınlıktan mahrum karanlık köşelerde uzun müddet yaşamakta olduğundan bu mikropla bulaşmış yatak takımları, perdeler, halılar, eski kitaplar... gibi eşya mikrobun etrafa bulaşmasında rol oynayabilirler.
Verem mikropları bulaşık sütler ve kirli ellerle ağız yolundan da vücuda girebilirler. Bu takdirde mideyi geçip bağırsaklara gelirler ve bağırsakların lenfa boğumlarında yerleşip bir odak hâsıl ederler.
Verem mikrobunun gözlerden içeriye girdiğini söyleyenler de vardır.
Veremli insanlar hiç bir sağlık tedbirine kıymet vermeden sokaklara, evlere ve açık yerlere kayıtsızca tükürecek olurlarsa bunlardan çıkan ve içinde pek çok mikrop bulunan balgamlar etrafa yayılarak toz ve topraklara karışıp kuruyarak bu suretle sağlam insanların teneffüs yollarına geçer ve hastalığı husule getirirler.
Teneffüs yollarından akciğerlere giren verem mikropları ciğerin birçok yerlerinde oturup oradan vücuda yayılarak neticede yine akciğerde yerleşerek (akciğer veremi) dedikleri en çok görülen verem şeklini ortaya çıkarırlar. Bu hastalık bünyeye ve hastanın mukavemetine göre türlü şekiller gösteren bir illettir.
Verem Hastalığının Belirtileri, Verem Hastalıkları
Verem Hastası Belirtileri; Halsizlik, yorgunluk, sebepsiz gibi görünen zayıflamalar, kan tükürme, öksürük, ateş ve terlemelerle kendisini gösteren akciğer veremi, dört nala giden ve çok çabuk öldüren şekillerinden tutunuz da, uzun yıllar birçok sıkıntılarla yatakta yatmağa mecbur eden ve hastayı, bir mum gibi günden güne zayıflatıp eriten şekillerine kadar, pek çok safhalar gösteren sinsi ve korkunç bir hastalık halindedir.
Akciğerlerde husule gelen bu safhaları iyice görüp anlamak için (Röntgen) en iyi bir teşhis vasıtasıdır.
Akciğer veremleri sırasında akciğerlerde hâsıl olan yara ve iltihaplar dolayısıyla bu organlarda türlü türlü bozukluklar ortaya çıkabilir.
Bazı defa akciğerin bir veya birkaç noktasında beliren iltihaplar, vücudun müdafaa kuvvetleri karşısında, az zamanda, kapanıp kireçlenebildikleri halde, bazı defa da iltihaplar gittikçe ilerleyerek ve akciğerlerin çürüdüğüne delâlet eden bir takım (boşluklar) hâsıl dip bütün ciğerlerin harap olmasına sebebiyet verebilirler.
Uzun yıllar sinsi bir halde devam edebilen akciğer vereminin bütün safhalarında hasta, hastalık, günlerinin önemli bir kısmını ayakta gezmekle geçirebildiğinden balgamlarında pek çok verem mikrobu bulunan bu gibi hastaların, mikropları etrafa saçmamak için, çok dikkatli hareket etmeleri lâzım gelir. Böyle olmadığı takdirde sağlam insanların bu gibi hastaların etrafa saçılan tükürük ve balgamlarıyla verem mikroplarına bulaşmaları pek tabiidir. Küçük çocuklar verem mikrobuna karşı gayet hassastırlar. Bunlar, öksürüp aksıran ve balgamında mikrop bulunan bir veremlinin ağzından fırlayan tükürük damlacıklarına karşı bulunmak zorunda kalırlarsa ağız, burun ve teneffüs yollarından mikrobu kolaylıkla alabilirler.
Hatta bunların gözleri ile de mikropları alıp vereme bulaştıkları ve bu tesirle çocuğun vücuduna giren verem mikroplarının boyundaki lenfa bezlerine gelip oturarak onların şişirdikleri (sıraca) ve ilk verem odağını orada hâsıl ettikleri her zaman görülen hallerdendir.
Zaten verem mikropları vücuttaki lenfa bezlerini çok severler. Bedene ilk girdikleri zaman lenfa yollarından ilerleyerek vücudun boyun, iki akciğer arası, koltuk, kasık gibi yerlerindeki lenfa bezlerine yerleşerek uzun müddet oralarda canlı kalabilirler.
Buralarda sinsi bir tarzda oturan mikroplar, yorgunluk, uykusuzluk, açlık, sefalet gibi vücudu zayıf düşüren birçok sebeplerle günün birinde azgınlaşarak kana karışırlar ve vücudun bazı organlarına gelip oturarak orada verem iltihabı ve yaralarını hâsıl ederler.
îşte bu suretle azgınlaşan verem mikroplarının kana karışarak beyin zarlarına oturup orada (verem menenjiti) dedikleri hastalığı hâsıl etmesi mümkün olduğu gibi gırtlakta oturarak (gırtlak veremi), böbrekte oturarak (böbrek veremi), göğüs boşluğunda, akciğerde ve akciğerlerin üzerini kaplayan ince zarlarda hastalık hâsıl ettikleri her zaman görülür.
Bunlardan başka verem mikropları kemikleri, kemiklerin içindeki ilikleri, organların oynak yerlerini (eklem'leri) de tutabilirler. Oralarda sık sık yerleşerek uzun süren iltihaplar yaptıkları görülür.
Böylece (kemik veremi), (eklem veremi) denilen şekiller ortaya çıkar. Bazı hallerde gözlerde, kulaklarda bile verem hastalığının . yaptığı bir sürü sıkıntılı arızalara rastlamak mümkündür.
Deri üzerinde verem mikroplarından hasıl olan yaralar (lüpüs) uzun yıllar süren, insanı pek ziyade rahatsız eden hastalıklar halindedirler.
Verem İrsi değildir
Verem hastalığı insanlara babadan ve anadan geçen irsî bir hastalık değildir. Veremli ana ve babadan doğan çocuklar zayıf bir halde ve belki de vereme istidatli bir bünyede doğabilirler. Fakat veremli olarak doğmazlar. Onların verem hastalığı almaları doğduktan sonra ana ve babalarının ve başka yakınlarının saçtıkları mikroplarla bulaşmak suretiyle olur.
Veremli ana ve babanın çocuğunu, doğar doğmaz, ailesi arasından alıp temiz bir muhite götürecek olursak onu verem hastalığına tutulmadan, sağlam ve gürbüz olarak, büyütmek kabildir.
Fakat toplum halinde ve bilhassa kalabalık şehir ve kasa-balarda yaşayan insanlar, ne kadar dikkat edilirse edilsin, çocukluk ve gençlik çağlarında iken etraflarından, az miktarda da olsa, yine mikrop alırlar. Vücutlarına giren bu mikrop eğer hastalık husule getirmezse bedenin gizli köşelerinde, lenfa bezlerinde saklanır, aşikâr bir hastalık yapmadan, uzun yıllar, oralarda canlı kalır.
Birçok tecrübeler kalabalık yerlerde yaşayan insanların bilhassa şehir ve kasabalarda küçük yaştan itibaren verem mikrobu ile bulaştıklarını fakat ona mukavemet edip hastalanmadıklarını göstermektedir.
İnsanların gizli bir şekilde verem mikrobuna bulaşmış olmalarının bir bakımdan faydası vardır. Çünkü çok zarar görmeden alınan bu ilk hastalık mikroplarının vücutta gizli bir halde kaldıkça, sonradan gelecek verem hastalığına karşı vücudu korumakta oldukları anlaşılmıştır.
îşte bu suretle ilk defa mikrobu almış fakat ondan büyük bir zarar görmemiş olan kimselerin, vücutlarını çok yormadıkça ve verem hastalığına tutulmadıkları, bu suretle ilk alınan verem mikroplarının insana nispi bir bağışıklık sağladığı meydana çıkmıştır.
işte bugün kullanılan koruyucu verem aşısının esası bu olaya dayanmaktadır.
Verem Tedavisi
Verem hastalığı vücudun bütün organlarına yayılarak oralarda ayrı ayrı arızalar yaptığı için hastalığın tedavisi de bütün bunlara göre ayrı ve uzun bahisler halindedir.
Verem Tedavi için genel olarak şunları söyleyebiliriz: Veremliler ne şekilde olurlarsa olsunlar bunların tedavisinde bugün elde mevcut yeni ilâçların kullanılmasından büyük faydalar sağlanmaktadır.
(Streptomycine) denilen ilâç modern verem tedavisi için bütün dünyada büyük bir şöhret kazanmıştır. Bu ilâç veremin her şeklinde büyük bir tesir göstermekte ve bugün geniş ölçüde kullanılmaktadır. Ancak zamanla anlaşılmış bulunan bir gerçek vardır ki o da verem mikroplarının bu ilâca karşı mukavemet kazanmakta olmalarıdır. O takdirde ilâcın verem hastalığına karşı şifalı tesiri ortadan kalkmaktadır. Bunu önlemek için yapılacak tedbir bu ilâcın gerek tatbik ve gerekse miktar bakımlarından daima doktorların tavsiyesine göre yapılmasıdır. Ulu orta tatbikler daima zarar doğururlar. Bundan başka kimya yoluyla sentetik olarak hazırlanmış daha başka yeni verem ilâçları da vardır.
(Streptomycine) in bu sentetik ilâçlarla birlikte kullanılması hem mikropların mukavemet kazanmasını önlemekte, hem de verem tedavisinin daha tesirli olmasını temin etmektedir.
Verem tedavisini mutlaka doktorların yapması lâzım geldiğinden bu küçük kitapta yeni verem ilâçlarının adlarını yazmağa ve bunların tatbik şekillerini uzun uzun izah etmeğe lüzum yoktur.
Bilinmesi lâzım gelen şey bu gün artık verem hastalığının yeni ilâçlar sayesinde, tamamen şifası kabil bir hastalık haline gelmiş olmasıdır.
Eskiden mutlaka öldürücü olduğu kabul edilen (verem menenjiti) gibi ağır şekiller bile bu ilâçlar vasıtasıyla mükemmel bir surette tedavi edilebilmektedirler.
Veremli hastanın iyi beslenmesi, temiz bakılması, açık havalı yerlerde yaşaması, verem hastalığının yaptığı çeşitli sıkıntıların bazı ilâçlarla giderilmesi ve vücudun kuvvetlendirilmesi yine doktorların yapacakları tedavi arasında yer almaktadır.
Bugün artık verem tedavisi çok ilerlemiş, veremlilerin evlerinde tedavileri bile imkân altına alınmış bulunmaktadır.
Verem tedavisinde bugün hastalığın şekline göre yapılacak, cerrahî tedaviler de vardır.
Eskiden çok kullanılan akciğer zarları arasına hava vererek iltihabı söndürme (Pnömotoraks) tedavisi, birçok ihtilât-lara sebep olması ve yeni ilâçların ortaya çıkması dolayısıyla, hemen hemen bırakılmış gibidir.
Bu yolda bir müdahale icap ederse bugün daha ziyade karından hava vermek suretiyle akciğerlerdeki yaraların söndürülmesi tercih edilmektedir. Veremli'nin göğüs kafesi ve akciğerleri üzerine yapılacak bazı cerrahî müdahaleler de vardır. Bunlar ancak verem hastane ve sanatoryumlarında lüzumunda tatbik edilen tedavi tarzlarıdır.
Veremden Korunma Yolları
Veremden korunmada en başta gelen tedbir, balgamıyla etrafa mikrop saçan hastaların sağlamlardan ayrılarak tedavisidir. Bu gibi hastaların her şeyden önce, kendilerinin başkalarına hastalık vermemek lâzım geldiğini takdir etmeleri, şuraya buraya tükürmemeleri, sağlam insanlarla, bilhassa gençler ve çocuklarla temas etmemeleri lâzımdır.
Yorgunluk, uykusuzluk, açlık gibi hallerden bakınmak, vücudu daima kuvvetli ve temiz bulundurmak vereme tutulmamak için gerekli olan tedbirlerindendir.
En önemli olan bir koruyucu vasıta da verem aşısıdır. Bugün dünyanın her yerinde kullanılan verem aşısı aşıyı keşfeden iki Fransız âliminin adlarının baş harfleri alınarak (B.C. G.) diye adlandırılan aşıdır.
Bu aşı ile aşılanmak veremden korunmak için büyük bir garanti sağlar. Verem aşısı herkese lâzım değildir. Aşının kimlere lüzumlu olduğunu kol derisi için verem zehirlerinden yapılmış bir mahlûlden bir damla şırınga etmek ve şırınga yerinde bir kızarma olup olmadığını tetkik ile anlaşılır. Şayet deride olmasa o kimsenin vücudu verem mikroplarına karşı hassas olduğu anlaşılacağından bu gibilere derhal verem aşısı tatbik etmek lâzım gelir.
Bu aşı verem savaşında doktorların elinde bulunan en ucuz ve en kuvvetli bir silâhtır. Dünyanın her yerinde verem savaşı bu aşı ile yapılmaktadır. Bu sayede veremin bir gün kökünden kazınmasına muvaffakiyet hâsıl olacağı bile umulmaktadır.
Bilhassa doğum çağından itibaren bütün çocuklar ve gençler verem bakımından tetkik edilmeli, ihtiyacı olanlara derhal aşı yapılmalıdır.
Verem, dünya üstünde çok yayılmış hastalıklardan birisidir. Vücudun birçok yerlerine girerek oralarda kendisini türlü türlü şekillerde gösteren bu hastalık, musallat olduğu kimsenin vücudunu, sinsi sinsi kemirerek, zayıflatıp tehlikeye düşürdüğü için ona karşı bütün dünyada büyük bir savaş açılmıştır.
Verem, vücudun birçok organlarında, ayrı ayrı bozukluklar ve arızalar hâsıl etmesi itibariyle, doktorluğun hemen bütün şubelerini ilgilendiren geniş ve karışık bir mevzu halindedir.
Verem Aşısını kim buldu?
Veremi yapan mikrop bir Alman âlimi tarafından keşfedilmiş olan çomak şeklindeki (verem basili). Keşfedenin adı ile (Koch basili) diye de anılır. Bu mikrop, ufak, kıvrık, içinde noktacıklar gösteren bir çomaktır. Hastaların hastalık bulunan organlarına göre kanlarında; yaraların kanlı ve cerahatli ifrazlarında, bazı hallerde hastaların büyük abdes, idrarlarında ve balgamlarında bulunur. Laboratuarlarda bu mikropları aramak, bulmak ve üretmek mümkündür.
Verem mikrobu insanlarda, sığırlarda, kuşlarda ve soğuk kanlı hayvanlarda görülmekte olduğuna nazaran dört tip halinde bulunmaktadır. İnsan ve sığır verem mikropları birbirine çok benzer. İnsana ait olan, sığırlarda hastalık hâsıl edebildiği gibi sığırlarınki de insanlarda hastalık yapabilir.
Verem mikroplarının bir takım zehirleri vardır. Verem hastalığı birçok sıkıntılı arızalar ve zehirlerle hâsıl olur.
Verem mikrobu insan vücuduna çeşitli kapılardan girer. Bunlardan en başta gelen teneffüs yollarıdır. Veremli kimselerin öksürürken ağızlarından, burunlarından fırlayan ve içinde verem mikrobu bulunan tükürük ve balgam damlacıkları sağlamların ağız ve burunlarına bulaştığı zaman mikrop teneffüs yollarından, içeriye girerek akciğerlerde oturur ve orada bir odak teşkil eder.
Verem mikrobu hastalardan çıktıktan sonra güneş, ışık ve aydınlıktan mahrum karanlık köşelerde uzun müddet yaşamakta olduğundan bu mikropla bulaşmış yatak takımları, perdeler, halılar, eski kitaplar... gibi eşya mikrobun etrafa bulaşmasında rol oynayabilirler.
Verem mikropları bulaşık sütler ve kirli ellerle ağız yolundan da vücuda girebilirler. Bu takdirde mideyi geçip bağırsaklara gelirler ve bağırsakların lenfa boğumlarında yerleşip bir odak hâsıl ederler.
Verem mikrobunun gözlerden içeriye girdiğini söyleyenler de vardır.
Veremli insanlar hiç bir sağlık tedbirine kıymet vermeden sokaklara, evlere ve açık yerlere kayıtsızca tükürecek olurlarsa bunlardan çıkan ve içinde pek çok mikrop bulunan balgamlar etrafa yayılarak toz ve topraklara karışıp kuruyarak bu suretle sağlam insanların teneffüs yollarına geçer ve hastalığı husule getirirler.
Teneffüs yollarından akciğerlere giren verem mikropları ciğerin birçok yerlerinde oturup oradan vücuda yayılarak neticede yine akciğerde yerleşerek (akciğer veremi) dedikleri en çok görülen verem şeklini ortaya çıkarırlar. Bu hastalık bünyeye ve hastanın mukavemetine göre türlü şekiller gösteren bir illettir.
Verem Hastalığının Belirtileri, Verem Hastalıkları
Verem Hastası Belirtileri; Halsizlik, yorgunluk, sebepsiz gibi görünen zayıflamalar, kan tükürme, öksürük, ateş ve terlemelerle kendisini gösteren akciğer veremi, dört nala giden ve çok çabuk öldüren şekillerinden tutunuz da, uzun yıllar birçok sıkıntılarla yatakta yatmağa mecbur eden ve hastayı, bir mum gibi günden güne zayıflatıp eriten şekillerine kadar, pek çok safhalar gösteren sinsi ve korkunç bir hastalık halindedir.
Akciğerlerde husule gelen bu safhaları iyice görüp anlamak için (Röntgen) en iyi bir teşhis vasıtasıdır.
Akciğer veremleri sırasında akciğerlerde hâsıl olan yara ve iltihaplar dolayısıyla bu organlarda türlü türlü bozukluklar ortaya çıkabilir.
Bazı defa akciğerin bir veya birkaç noktasında beliren iltihaplar, vücudun müdafaa kuvvetleri karşısında, az zamanda, kapanıp kireçlenebildikleri halde, bazı defa da iltihaplar gittikçe ilerleyerek ve akciğerlerin çürüdüğüne delâlet eden bir takım (boşluklar) hâsıl dip bütün ciğerlerin harap olmasına sebebiyet verebilirler.
Uzun yıllar sinsi bir halde devam edebilen akciğer vereminin bütün safhalarında hasta, hastalık, günlerinin önemli bir kısmını ayakta gezmekle geçirebildiğinden balgamlarında pek çok verem mikrobu bulunan bu gibi hastaların, mikropları etrafa saçmamak için, çok dikkatli hareket etmeleri lâzım gelir. Böyle olmadığı takdirde sağlam insanların bu gibi hastaların etrafa saçılan tükürük ve balgamlarıyla verem mikroplarına bulaşmaları pek tabiidir. Küçük çocuklar verem mikrobuna karşı gayet hassastırlar. Bunlar, öksürüp aksıran ve balgamında mikrop bulunan bir veremlinin ağzından fırlayan tükürük damlacıklarına karşı bulunmak zorunda kalırlarsa ağız, burun ve teneffüs yollarından mikrobu kolaylıkla alabilirler.
Hatta bunların gözleri ile de mikropları alıp vereme bulaştıkları ve bu tesirle çocuğun vücuduna giren verem mikroplarının boyundaki lenfa bezlerine gelip oturarak onların şişirdikleri (sıraca) ve ilk verem odağını orada hâsıl ettikleri her zaman görülen hallerdendir.
Zaten verem mikropları vücuttaki lenfa bezlerini çok severler. Bedene ilk girdikleri zaman lenfa yollarından ilerleyerek vücudun boyun, iki akciğer arası, koltuk, kasık gibi yerlerindeki lenfa bezlerine yerleşerek uzun müddet oralarda canlı kalabilirler.
Buralarda sinsi bir tarzda oturan mikroplar, yorgunluk, uykusuzluk, açlık, sefalet gibi vücudu zayıf düşüren birçok sebeplerle günün birinde azgınlaşarak kana karışırlar ve vücudun bazı organlarına gelip oturarak orada verem iltihabı ve yaralarını hâsıl ederler.
îşte bu suretle azgınlaşan verem mikroplarının kana karışarak beyin zarlarına oturup orada (verem menenjiti) dedikleri hastalığı hâsıl etmesi mümkün olduğu gibi gırtlakta oturarak (gırtlak veremi), böbrekte oturarak (böbrek veremi), göğüs boşluğunda, akciğerde ve akciğerlerin üzerini kaplayan ince zarlarda hastalık hâsıl ettikleri her zaman görülür.
Bunlardan başka verem mikropları kemikleri, kemiklerin içindeki ilikleri, organların oynak yerlerini (eklem'leri) de tutabilirler. Oralarda sık sık yerleşerek uzun süren iltihaplar yaptıkları görülür.
Böylece (kemik veremi), (eklem veremi) denilen şekiller ortaya çıkar. Bazı hallerde gözlerde, kulaklarda bile verem hastalığının . yaptığı bir sürü sıkıntılı arızalara rastlamak mümkündür.
Deri üzerinde verem mikroplarından hasıl olan yaralar (lüpüs) uzun yıllar süren, insanı pek ziyade rahatsız eden hastalıklar halindedirler.
Verem İrsi değildir
Verem hastalığı insanlara babadan ve anadan geçen irsî bir hastalık değildir. Veremli ana ve babadan doğan çocuklar zayıf bir halde ve belki de vereme istidatli bir bünyede doğabilirler. Fakat veremli olarak doğmazlar. Onların verem hastalığı almaları doğduktan sonra ana ve babalarının ve başka yakınlarının saçtıkları mikroplarla bulaşmak suretiyle olur.
Veremli ana ve babanın çocuğunu, doğar doğmaz, ailesi arasından alıp temiz bir muhite götürecek olursak onu verem hastalığına tutulmadan, sağlam ve gürbüz olarak, büyütmek kabildir.
Fakat toplum halinde ve bilhassa kalabalık şehir ve kasa-balarda yaşayan insanlar, ne kadar dikkat edilirse edilsin, çocukluk ve gençlik çağlarında iken etraflarından, az miktarda da olsa, yine mikrop alırlar. Vücutlarına giren bu mikrop eğer hastalık husule getirmezse bedenin gizli köşelerinde, lenfa bezlerinde saklanır, aşikâr bir hastalık yapmadan, uzun yıllar, oralarda canlı kalır.
Birçok tecrübeler kalabalık yerlerde yaşayan insanların bilhassa şehir ve kasabalarda küçük yaştan itibaren verem mikrobu ile bulaştıklarını fakat ona mukavemet edip hastalanmadıklarını göstermektedir.
İnsanların gizli bir şekilde verem mikrobuna bulaşmış olmalarının bir bakımdan faydası vardır. Çünkü çok zarar görmeden alınan bu ilk hastalık mikroplarının vücutta gizli bir halde kaldıkça, sonradan gelecek verem hastalığına karşı vücudu korumakta oldukları anlaşılmıştır.
îşte bu suretle ilk defa mikrobu almış fakat ondan büyük bir zarar görmemiş olan kimselerin, vücutlarını çok yormadıkça ve verem hastalığına tutulmadıkları, bu suretle ilk alınan verem mikroplarının insana nispi bir bağışıklık sağladığı meydana çıkmıştır.
işte bugün kullanılan koruyucu verem aşısının esası bu olaya dayanmaktadır.
Verem Tedavisi
Verem hastalığı vücudun bütün organlarına yayılarak oralarda ayrı ayrı arızalar yaptığı için hastalığın tedavisi de bütün bunlara göre ayrı ve uzun bahisler halindedir.
Verem Tedavi için genel olarak şunları söyleyebiliriz: Veremliler ne şekilde olurlarsa olsunlar bunların tedavisinde bugün elde mevcut yeni ilâçların kullanılmasından büyük faydalar sağlanmaktadır.
(Streptomycine) denilen ilâç modern verem tedavisi için bütün dünyada büyük bir şöhret kazanmıştır. Bu ilâç veremin her şeklinde büyük bir tesir göstermekte ve bugün geniş ölçüde kullanılmaktadır. Ancak zamanla anlaşılmış bulunan bir gerçek vardır ki o da verem mikroplarının bu ilâca karşı mukavemet kazanmakta olmalarıdır. O takdirde ilâcın verem hastalığına karşı şifalı tesiri ortadan kalkmaktadır. Bunu önlemek için yapılacak tedbir bu ilâcın gerek tatbik ve gerekse miktar bakımlarından daima doktorların tavsiyesine göre yapılmasıdır. Ulu orta tatbikler daima zarar doğururlar. Bundan başka kimya yoluyla sentetik olarak hazırlanmış daha başka yeni verem ilâçları da vardır.
(Streptomycine) in bu sentetik ilâçlarla birlikte kullanılması hem mikropların mukavemet kazanmasını önlemekte, hem de verem tedavisinin daha tesirli olmasını temin etmektedir.
Verem tedavisini mutlaka doktorların yapması lâzım geldiğinden bu küçük kitapta yeni verem ilâçlarının adlarını yazmağa ve bunların tatbik şekillerini uzun uzun izah etmeğe lüzum yoktur.
Bilinmesi lâzım gelen şey bu gün artık verem hastalığının yeni ilâçlar sayesinde, tamamen şifası kabil bir hastalık haline gelmiş olmasıdır.
Eskiden mutlaka öldürücü olduğu kabul edilen (verem menenjiti) gibi ağır şekiller bile bu ilâçlar vasıtasıyla mükemmel bir surette tedavi edilebilmektedirler.
Veremli hastanın iyi beslenmesi, temiz bakılması, açık havalı yerlerde yaşaması, verem hastalığının yaptığı çeşitli sıkıntıların bazı ilâçlarla giderilmesi ve vücudun kuvvetlendirilmesi yine doktorların yapacakları tedavi arasında yer almaktadır.
Bugün artık verem tedavisi çok ilerlemiş, veremlilerin evlerinde tedavileri bile imkân altına alınmış bulunmaktadır.
Verem tedavisinde bugün hastalığın şekline göre yapılacak, cerrahî tedaviler de vardır.
Eskiden çok kullanılan akciğer zarları arasına hava vererek iltihabı söndürme (Pnömotoraks) tedavisi, birçok ihtilât-lara sebep olması ve yeni ilâçların ortaya çıkması dolayısıyla, hemen hemen bırakılmış gibidir.
Bu yolda bir müdahale icap ederse bugün daha ziyade karından hava vermek suretiyle akciğerlerdeki yaraların söndürülmesi tercih edilmektedir. Veremli'nin göğüs kafesi ve akciğerleri üzerine yapılacak bazı cerrahî müdahaleler de vardır. Bunlar ancak verem hastane ve sanatoryumlarında lüzumunda tatbik edilen tedavi tarzlarıdır.
Veremden Korunma Yolları
Veremden korunmada en başta gelen tedbir, balgamıyla etrafa mikrop saçan hastaların sağlamlardan ayrılarak tedavisidir. Bu gibi hastaların her şeyden önce, kendilerinin başkalarına hastalık vermemek lâzım geldiğini takdir etmeleri, şuraya buraya tükürmemeleri, sağlam insanlarla, bilhassa gençler ve çocuklarla temas etmemeleri lâzımdır.
Yorgunluk, uykusuzluk, açlık gibi hallerden bakınmak, vücudu daima kuvvetli ve temiz bulundurmak vereme tutulmamak için gerekli olan tedbirlerindendir.
En önemli olan bir koruyucu vasıta da verem aşısıdır. Bugün dünyanın her yerinde kullanılan verem aşısı aşıyı keşfeden iki Fransız âliminin adlarının baş harfleri alınarak (B.C. G.) diye adlandırılan aşıdır.
Bu aşı ile aşılanmak veremden korunmak için büyük bir garanti sağlar. Verem aşısı herkese lâzım değildir. Aşının kimlere lüzumlu olduğunu kol derisi için verem zehirlerinden yapılmış bir mahlûlden bir damla şırınga etmek ve şırınga yerinde bir kızarma olup olmadığını tetkik ile anlaşılır. Şayet deride olmasa o kimsenin vücudu verem mikroplarına karşı hassas olduğu anlaşılacağından bu gibilere derhal verem aşısı tatbik etmek lâzım gelir.
Bu aşı verem savaşında doktorların elinde bulunan en ucuz ve en kuvvetli bir silâhtır. Dünyanın her yerinde verem savaşı bu aşı ile yapılmaktadır. Bu sayede veremin bir gün kökünden kazınmasına muvaffakiyet hâsıl olacağı bile umulmaktadır.
Bilhassa doğum çağından itibaren bütün çocuklar ve gençler verem bakımından tetkik edilmeli, ihtiyacı olanlara derhal aşı yapılmalıdır.
Tetanos Hastaligi Tetanos Asisi Hakkinda
Tetanos Hastalığı, Tetanos Aşısı Hakkında
Tetanos, pek eski zamanlardan beri, insanlarda ve hayvanlarda görülen tehlikeli hastalıklardan birisidir. Tetanos Hastalığının diğer adı Clostridium'dir
Hastalığı yapan mikrop (Nikolayer) adındaki bir âlim tarafından keşfedildiği için adına (Nikolayer basili) derler. Bu mikrop tozlarda, topraklarda gübrelikler içinde çok bulunur.
Tetanos basilleri boyanıp mikroskop altında tetkik edilecek olursa toplu iğneler veya ufak başlı çiviler gibi görünür. Baş tarafındaki yuvarlak kısım mikrobun (spor) dedikleri mukavemetli şeklidir. Bu şekiller çok dayanıklıdır. Mikrop bu sayede toprak ve gübrelerde, güneş görmeyen kuytu köşelerde yıllarca, telef olmadan canlı olarak yaşayabilir. Bu mikrobun insan ve hayvanlara bulaşması yaralar vasıtasıyladır.
Çeşitli sebeplerle vücutta; bir yara hâsıl olduğu zaman bu yara gübreli, pis topraklar üzerine düşmekle veya böyle gübre ve topraklarla kirlenmiş demir, ağaç, tel parçalan, çivi gibi cisimlerin vücudu zedelemesiyle hâsıl olmuşsa tetanos tehlikesi baş göstermiş olur.
Yara ne kadar ezik ve derin olursa, ne kadar çok kirli ve gübreli topraklarla bulaşmış bulunursa tetanos hastalığının ortaya çıkması ihtimali de o kadar kuvvetlidir. Çünkü tetanos basili havasız yaşayan bir mikroptur. Derin, ezik, girinti ve çıkıntısı çok olan yaralarda kolayca üreyerek hastalığı hâsıl edebilir
Tetanos mikrobu yaraya girdikten sonra kana karışıp bütün vücuda yayılmaz. Yara içinde, olduğu yerde çoğalarak oradan ifraz etmiş olduğu şiddetli zehirleri vücuda gönderir. Bu zehirlenme hali tetanos hastalığını teşkil eder. Mikrobun bu vasıflarından dolayı gübreli topraklarla dolu bahçe ve sokaklarda insanın vücuduna çivi veya tahta parçaları batmak, ağaç, taş parçaları ve bahçe telleriyle yaralanmak pek ziyade tehlikelidir.
Yaraya sebep olan cisim kirli ve mikroplu olmasa bile insanın vücuduna giydiği elbise topraklara ve ahırlara atılmış, tozlu topraklı ve pis yerlerde bırakılmış olursa, insanı yaralamak için önceden bu elbiseye değip parçalamak zorunda olan bu cisim, elbise üzerinden aldığı tetanos mikroplarını yaraların içine sürüklemek suretiyle yine hastalığı hâsıl edebilir.
Bundan başka temizliğe riayet edilmeden yapılan ameliyat ve doğumlarda, çocuk düşürmek kasdiyle tenasül yollarına bazı maddeler sokulmasında, yeni doğan çocuğun göbek kordonunun pis aletlerle kesilip temiz tutulamaması halinde tetanos hastalığının ortaya çıkması ihtimali vardır.
Tetanos Belirtileri, Tetanos Belirtisi
Tetanos hastalığı insanlarda baştan çenenin sıkışması ile başlar. Çiğneme kaslarında, mikropların zehirleri tesiriyle, hâsıl olan kasılmalardan dolayı çene kemikleri sıkışır ve ilk alâmet olmak üzere hasta ağzını açamadığından şikâyet eder. Gerçekten ağzın açılmasında büyük zorluk vardır.
Ondan sonra kasılmalar boğaza geçerek hastanın gıdaları yutması, sulu maddeleri içmesi pek ziyade güçleşmiş olur. Daha sonra yüzdeki kaslarda kasılma ve çekilmeler başlar, hastanın yüzü elemli bir gülüş manzarası gösterir. Biraz zaman daha geçince kaslardaki gerginlik ve kasılma halleri boyuna ve sırta da intikal eder. O zaman hastaların bütün vücuduna zehir yayılmış ve durumları fenalaşmış demektir.
Böyle bir kasılma nöbeti sırasında hastanın çenesi sıkışmış, boynu tutulmuş, sırt kaslarının kasılmasından dolayı, bel kemiği bir yay gibi, kıvrılmış vaziyette bulunur.
Ufak bir ses, küçük bir gürültü, bir ışık vurması, tepkiler yaparak, sık sık nöbetlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Her nöbet esnasında şiddetli kasılmalardan vücutları kazık gibi sertleşen hastalar büyük bir sıkıntı içine düşerler. Bu sırada hastanın ateşi de yükselir. (Bu yüzden halk arasında bu hastalığa kazıklı humma adı verilmiştir.)
Hastalar bütün akıl ve şuurlarına sahip bulunduklarından düştükleri bu sıkıntılı hal içinde, son derecede, büyük bir korku ve heyecan duyarlar. Hastalarda şiddetli bir inkıbaz ve terleme vardır.
Nöbet nöbet gelen ve bütün vücudu saran şiddetli kasılmalar arasında teneffüs ve kalp hareketlerinin durması, hastanın hayatını tehlikeye koyar. Yetişilip kurtarılmazsa hasta, bir boğulma ile ölebilir.
Tetanos için örneklik tablo budur. Bundan başka hastalığın pek şiddetli şekilleri mevcut olduğu gibi, hafif çekilme ve kasılmalarla geçen müzmin ve yalnız organlardan birisini tutan mevzii tetanoslar da vardır.
Görülüyor ki tetanos mikrobunun zehirleri, yaraların içinde hâsıl olarak yavaş yavaş sinir yollarını tutan ve merkezî sinir sistemine yerleşip hastalığı hâsıl eden zehirlerdendir.
Tetanos Tedavisi
Tetanos hastalığı ortaya çıktıktan sonra hastayı sakin ve loş bir odada yatırmalıdır. Hastanın vücudunda kasılmalara sebep olacak tepkilerin husule gelmemesi için her türlü gürültülerden ve fazla ışıklardan muhafazası şarttır.
Nöbetlerin ve kasılmaların önlenmesi için hastaya verilecek ilâçların en iyisi uyku ilâçlarıdır. Bunlar hastaya derin bir sükûnet vererek nöbetlerin gelmesine ve bundan doğacak fenalıkların ortaya çıkmasına mâni olurlar. Bir yandan da mikrop ve zehir kaynağı olan yara tedavi edilerek ortadan kaldırılmakla hastanın şifa bulması sağlanmış olur.
Tetanosun özel bir serumu vardır. Bu serum hem korunmada hem de tedavide kullanılmaktadır.
Doktorun tavsiyesine göre tetanos serumu tedavide yüksek dozlarda hastanın kaba etinden şırınga edilmek suretiyle kullanılır.
Tetanosdan Korunma Yolları
Gübreli ve pis topraklarla bulaşmış olan yaralardan sakınmak, tetanos korunmasında en önemli tedbirlerdendir. Her türlü kazalardan sonra vücutta hâsıl olan yaralar dikkat ve itina ile temizlenip pansuman yapılmalıdır. Doktor lüzum görüyorsa derhal bir miktar tetanos serumunu hastaya şırınga etmek suretiyle mükemmel bir korunma temin edilmiş olur. Hâsıl olan yaralar bilhassa derin ve girintili çıkıntılı olursa mutlaka koruyucu olarak tetanos serumu tatbik edilmelidir. Ufak bir ihmal hayatın tehlikeye girmesine sebep olur. Bilhassa çivi batmaları bu bakımdan önemlidir.
Çocuklar bahçelerde, sokaklarda oynarken sık sık yaralandıklarından bu yaralar ihmal edilmemeli, büyük ve derin oldukları takdirde derhal serum tatbik ettirilmelidir.
Tetanosun bir de koruyucu aşısı vardır. Bu aşı bilhassa gübreli yerlerde hayvanlarla uğraşan insanlara ve topraklarda düşüp kalkan çocuklara çok lüzumludur. Belirli aralıklarla iki veya üç defa tatbik edilen tetanos aşısı kuvvetli bir bağışıklık sağlamak suretiyle herhangi bir yaralanmada şahsı tetanostan korumak gibi bir garanti teşkil etmiş olur.
Tetanos, pek eski zamanlardan beri, insanlarda ve hayvanlarda görülen tehlikeli hastalıklardan birisidir. Tetanos Hastalığının diğer adı Clostridium'dir
Hastalığı yapan mikrop (Nikolayer) adındaki bir âlim tarafından keşfedildiği için adına (Nikolayer basili) derler. Bu mikrop tozlarda, topraklarda gübrelikler içinde çok bulunur.
Tetanos basilleri boyanıp mikroskop altında tetkik edilecek olursa toplu iğneler veya ufak başlı çiviler gibi görünür. Baş tarafındaki yuvarlak kısım mikrobun (spor) dedikleri mukavemetli şeklidir. Bu şekiller çok dayanıklıdır. Mikrop bu sayede toprak ve gübrelerde, güneş görmeyen kuytu köşelerde yıllarca, telef olmadan canlı olarak yaşayabilir. Bu mikrobun insan ve hayvanlara bulaşması yaralar vasıtasıyladır.
Çeşitli sebeplerle vücutta; bir yara hâsıl olduğu zaman bu yara gübreli, pis topraklar üzerine düşmekle veya böyle gübre ve topraklarla kirlenmiş demir, ağaç, tel parçalan, çivi gibi cisimlerin vücudu zedelemesiyle hâsıl olmuşsa tetanos tehlikesi baş göstermiş olur.
Yara ne kadar ezik ve derin olursa, ne kadar çok kirli ve gübreli topraklarla bulaşmış bulunursa tetanos hastalığının ortaya çıkması ihtimali de o kadar kuvvetlidir. Çünkü tetanos basili havasız yaşayan bir mikroptur. Derin, ezik, girinti ve çıkıntısı çok olan yaralarda kolayca üreyerek hastalığı hâsıl edebilir
Tetanos mikrobu yaraya girdikten sonra kana karışıp bütün vücuda yayılmaz. Yara içinde, olduğu yerde çoğalarak oradan ifraz etmiş olduğu şiddetli zehirleri vücuda gönderir. Bu zehirlenme hali tetanos hastalığını teşkil eder. Mikrobun bu vasıflarından dolayı gübreli topraklarla dolu bahçe ve sokaklarda insanın vücuduna çivi veya tahta parçaları batmak, ağaç, taş parçaları ve bahçe telleriyle yaralanmak pek ziyade tehlikelidir.
Yaraya sebep olan cisim kirli ve mikroplu olmasa bile insanın vücuduna giydiği elbise topraklara ve ahırlara atılmış, tozlu topraklı ve pis yerlerde bırakılmış olursa, insanı yaralamak için önceden bu elbiseye değip parçalamak zorunda olan bu cisim, elbise üzerinden aldığı tetanos mikroplarını yaraların içine sürüklemek suretiyle yine hastalığı hâsıl edebilir.
Bundan başka temizliğe riayet edilmeden yapılan ameliyat ve doğumlarda, çocuk düşürmek kasdiyle tenasül yollarına bazı maddeler sokulmasında, yeni doğan çocuğun göbek kordonunun pis aletlerle kesilip temiz tutulamaması halinde tetanos hastalığının ortaya çıkması ihtimali vardır.
Tetanos Belirtileri, Tetanos Belirtisi
Tetanos hastalığı insanlarda baştan çenenin sıkışması ile başlar. Çiğneme kaslarında, mikropların zehirleri tesiriyle, hâsıl olan kasılmalardan dolayı çene kemikleri sıkışır ve ilk alâmet olmak üzere hasta ağzını açamadığından şikâyet eder. Gerçekten ağzın açılmasında büyük zorluk vardır.
Ondan sonra kasılmalar boğaza geçerek hastanın gıdaları yutması, sulu maddeleri içmesi pek ziyade güçleşmiş olur. Daha sonra yüzdeki kaslarda kasılma ve çekilmeler başlar, hastanın yüzü elemli bir gülüş manzarası gösterir. Biraz zaman daha geçince kaslardaki gerginlik ve kasılma halleri boyuna ve sırta da intikal eder. O zaman hastaların bütün vücuduna zehir yayılmış ve durumları fenalaşmış demektir.
Böyle bir kasılma nöbeti sırasında hastanın çenesi sıkışmış, boynu tutulmuş, sırt kaslarının kasılmasından dolayı, bel kemiği bir yay gibi, kıvrılmış vaziyette bulunur.
Ufak bir ses, küçük bir gürültü, bir ışık vurması, tepkiler yaparak, sık sık nöbetlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Her nöbet esnasında şiddetli kasılmalardan vücutları kazık gibi sertleşen hastalar büyük bir sıkıntı içine düşerler. Bu sırada hastanın ateşi de yükselir. (Bu yüzden halk arasında bu hastalığa kazıklı humma adı verilmiştir.)
Hastalar bütün akıl ve şuurlarına sahip bulunduklarından düştükleri bu sıkıntılı hal içinde, son derecede, büyük bir korku ve heyecan duyarlar. Hastalarda şiddetli bir inkıbaz ve terleme vardır.
Nöbet nöbet gelen ve bütün vücudu saran şiddetli kasılmalar arasında teneffüs ve kalp hareketlerinin durması, hastanın hayatını tehlikeye koyar. Yetişilip kurtarılmazsa hasta, bir boğulma ile ölebilir.
Tetanos için örneklik tablo budur. Bundan başka hastalığın pek şiddetli şekilleri mevcut olduğu gibi, hafif çekilme ve kasılmalarla geçen müzmin ve yalnız organlardan birisini tutan mevzii tetanoslar da vardır.
Görülüyor ki tetanos mikrobunun zehirleri, yaraların içinde hâsıl olarak yavaş yavaş sinir yollarını tutan ve merkezî sinir sistemine yerleşip hastalığı hâsıl eden zehirlerdendir.
Tetanos Tedavisi
Tetanos hastalığı ortaya çıktıktan sonra hastayı sakin ve loş bir odada yatırmalıdır. Hastanın vücudunda kasılmalara sebep olacak tepkilerin husule gelmemesi için her türlü gürültülerden ve fazla ışıklardan muhafazası şarttır.
Nöbetlerin ve kasılmaların önlenmesi için hastaya verilecek ilâçların en iyisi uyku ilâçlarıdır. Bunlar hastaya derin bir sükûnet vererek nöbetlerin gelmesine ve bundan doğacak fenalıkların ortaya çıkmasına mâni olurlar. Bir yandan da mikrop ve zehir kaynağı olan yara tedavi edilerek ortadan kaldırılmakla hastanın şifa bulması sağlanmış olur.
Tetanosun özel bir serumu vardır. Bu serum hem korunmada hem de tedavide kullanılmaktadır.
Doktorun tavsiyesine göre tetanos serumu tedavide yüksek dozlarda hastanın kaba etinden şırınga edilmek suretiyle kullanılır.
Tetanosdan Korunma Yolları
Gübreli ve pis topraklarla bulaşmış olan yaralardan sakınmak, tetanos korunmasında en önemli tedbirlerdendir. Her türlü kazalardan sonra vücutta hâsıl olan yaralar dikkat ve itina ile temizlenip pansuman yapılmalıdır. Doktor lüzum görüyorsa derhal bir miktar tetanos serumunu hastaya şırınga etmek suretiyle mükemmel bir korunma temin edilmiş olur. Hâsıl olan yaralar bilhassa derin ve girintili çıkıntılı olursa mutlaka koruyucu olarak tetanos serumu tatbik edilmelidir. Ufak bir ihmal hayatın tehlikeye girmesine sebep olur. Bilhassa çivi batmaları bu bakımdan önemlidir.
Çocuklar bahçelerde, sokaklarda oynarken sık sık yaralandıklarından bu yaralar ihmal edilmemeli, büyük ve derin oldukları takdirde derhal serum tatbik ettirilmelidir.
Tetanosun bir de koruyucu aşısı vardır. Bu aşı bilhassa gübreli yerlerde hayvanlarla uğraşan insanlara ve topraklarda düşüp kalkan çocuklara çok lüzumludur. Belirli aralıklarla iki veya üç defa tatbik edilen tetanos aşısı kuvvetli bir bağışıklık sağlamak suretiyle herhangi bir yaralanmada şahsı tetanostan korumak gibi bir garanti teşkil etmiş olur.
Kuduz Nedir Hastaligi Asisini Bulan Kisi Kimdir
Kuduz Hastalığı, Kuduz Nedir
Kuduz, çok tehlikeli olan bulaşıcı hastalıklardan biridir.
Köpek, kedi, fare gibi insanlarla çok yakından münasebette olan hayvanlarda görülen ve bunlar vasıtasıyla insanlara da geçen bir hastalıktır.
Kuduzun pek tehlikeli olması, hastalığa tutulduktan sonra, kurtulmak ihtimalinin imkânsızlığından ileri gelmektedir.
Kuduzu hâsıl eden mikrop bir virüstür. Kuduz en ziyade köpeklerde görülür. Fakat köpekten başka kedi, fare, maymun, ayı, kurt, tilki, çakal, at, eşek, koyun, sığır, sincap, kobay tavşan... gibi memeli hayvanlarda hattâ yarasa kuşlarında bile görülmüştür.
Kuduz virüsü kuduza tutulmuş hayvanların salyasında ve salya ile bulaşan pençe, tırnak, deri ve tüylerinde bulunur. İnsan kuduza tutulduğu zaman (İnsanlarda Kuduz) salyası ve salya ile kirlenen eşyası bulaşmada vasıta olabilir. Fakat en çok görülen bulaşma tarzı kuduz hayvanın ısırması veya dili ile deriyi yalaması, tırmalaması, yırtması gibi hallerdedir.
İnsanda Kuduz hastalıkları, virüs vücuda girdikten sonra sinir yollarını tutup yavaş yavaş ilerleyerek merkezî sinir sistemine (Beyine) gelip orada iltihap yapmak suretiyle hastalığı hâsıl eder. Onun içindir ki kuduz bir hayvanın ısırmasından itibaren insanın hastalanmasına kadar, ortalama olarak, (15) günden (60) güne kadar uzayan bir (kuluçka süresi) geçer. Bu zamanın aşılanmak ve hastalıktan korunmak fırsatını vermesi bakımından büyük bir önemi vardır.
Kuduz Belirtileri, Kuduz Belirtisi Hakkında
İnsanda kuduz hastalığı başlarken önceden hastada yorgunluk, durgunluk, baş ağrısı, sinir bozuklukları kalp sıkıntıları olur. Hasta, bazı defa, yerinde duramayacak derecede sıkıntılıdır. Bundan sonra boğaz ve teneffüs kaslarında kramp tarzındaki sıkışmalar dolayısıyla hasta sulu maddeleri içmeğe ve gıdaları yutmağa muvaffak olamaz. Su içmek istediği zaman derhal boğaz kaslarındaki sıkışmalar, bir tepki tarzında ziyadeleşerek buna engel olurlar. Bu halde bütün sinir sistemi sarsılmış olan hasta, sudan ürküp kaçmağa başlar ki buna (sudan korkma) derler.
Kasların bu sıkışması nöbet nöbet gelip geçer. Hastanın yüzü yorgun ve korkulu, gözleri dalgın ve endişeli bir haldedir.
Bu esnada dışarıdan gelecek sesler, ışıklar, rüzgârlar hastanın vücudunda şiddetli tepkiler yapmağa başlarlar. Derisi çok hassas, gözbebekleri büyümüştür.
Zaman zaman bütün vücudundaki kaslar, sıkışıp gerilirler. Hastanın sesi kısılır, boğuk feryatlar çıkarır. Tükürüğünü yutamadığı için ağzından salyalar ve köpükler akar.
Eşyasını, elbisesini ısırır. Korkulu ve acınacak bir manzara gösterir. Sonra, yavaş yavaş, bu nöbet hâli geçer. Çok geçmeden yeni bir tesirin yarattığı tepki ile yeni bir nöbet daha hâsıl olur.
Bütün bu nöbetler esnasında hasta şuurunu kaybetmemiştir. Etrafındakileri tanır, tehlikeyi bilir ve haber verir.
Hasta bu sıkıntılar içinde pek fazla ter döker. Uyku uyuyamaz. Nihayet arka arkaya gelen nöbetlerin yaptığı felçler ve sıkıntılı haller arasında boğulma veya bir kalp durması onun hayatına nihayet verir.
Kuduz hastalığı başladıktan sonra, çokçası, (3 - 4) gün içinde hastanın ölümü ile hastalık sonuçlanmış olur.
Kuduran hayvanlar (hayvanlarda kuduz) ise ilk günlerde çekingen, düşünceli ve karanlık köşelere kaçıp saklanır bir haldedirler.
Daha sonra hiddetli ve azgın bir hal alarak her rastladıklarının üzerine saldırıp ısıracak ve parçalayacak bir durum gösterirler.
Boğaz kaslarının sıkışması dolayısıyla köpekler su içemezler ve sudan korkarlar. Ağızlarından salyalar akar, sesler kısık, dilleri dışarıya sarkıktır. Sık sık gelen bu nöbetler tesiri ile (2-3) gün içinde ölüp giderler.
Demek oluyor ki kuduz virüsü en ziyade, sinir sistemine tesir eder. Onun için kuduz hayvanın ısırdığı yer beyine ne ka-' dar yakın olursa, hastalık daha çabuk ve daha şiddetli olarak hâsıl olacağı için, mesele de o kadar önemli ve tehlikeli olur.
Kuduz Tedavisi
Kuduz hastalığına bir defa tutulduktan sonra artık ölüm muhakkak olduğundan bu hastalığın tedavisi yoktur. Yalnız hastanın çektiği derin sıkıntıları bir az olsun hafifletmek için ağrı kesici, sükûnet ve uyku verici ilâçlar kullanılır. Kuduz aşısı ile kuduz serumunun hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavide hiç bir kıymeti yoktur. Bütün marifet şüpheli hayvanın ısırmasından sonra uzun olan kuluçka süresinden faydalanarak şahsa derhal kuduz aşısı yapmağa başlamak, hastalığın ortaya çıkmasını önleyerek onu muhakkak bir ölümden kurtarmaktır.
Kuduzdan Korunma, Kuduz Aşısını Kim Buldu
Kuduz aşısını bulan, (Pastör) adındaki Fransız âlimi tarafından ondokuzuncu yüzyılda kuduz aşısını bulan kişi olmuştur. İnsanları kuduz gibi çok tehlikeli bir hastalıktan koruyup kurtaran biricik ilâçtır. Bu bakımdan şüpheli bir ısırığa uğramış olan her insanın, bir dakika bile vakit geçirmeden, derhal en yakın bir sağlık müessesesine başvurarak kendisine kuduz aşısı yaptırması gayet lüzumludur. Bu tedbirde gösterilecek birkaç günlük ihmal insanı amansız bir Ölüme sürüklemeğe kâfidir.
Kuduzun şakası yoktur. İşin önemini bilmeyenlerin cahilce lakırdılarına kapılmamalı, gayet uyanık bulunmalıdır.
İnsanı kuduz bir hayvan ısırdığı veya insan bu hayvanla temas ettiği zaman, hayvan ölmeden veya öldürülmeden tutulmuş ve sağ olarak elde edilip muhafaza altına alınabilmişse, bunun kuduz müessesesinde veya veterinerin gözü önünde (12) gün kadar bulundurulması lâzımdır.
Hayvan bu müddet içinde kudurmaz, kuduz belirtileri göstermez veya ölmezse bir tehlike olmadığı anlaşılacağından baş-, lanmış olan aşı durdurulur. Eğer hayvan insanı ısırdıktan veya temastan sonra ölmüş, öldürülmüş veyahut ortadan kaybol-muşsa, ısırılanı derhal kuduz aşısına tâbi tutmak lazım gelir.
Kuduz şüpheli bir hayvan ölmüş bile olsa onun beynini muayene ederek ve hayvan tecrübeleri yaparak kuduz olup olmadığını anlamak kabil olabileceğinden bu hayvanın ölüsünü de, ışınlan kimse ile beraber, kuduz müessesesine götürmek uygun olur.
Kuduz şüpheli ısırıklardan bolca kan akıtmalı, yarayı oksijenli su ile güzelce yıkamalı, üzerine tendürdiyot sürmelidir. Yaranın temiz tutulması ve sik sık pansuman yapılması lâzımdır. Kuduzun en önemli kaynağı sokakta bırakılmış başıboş köpekler ve kedilerdir. Köpek besleyenler bu hayvanları gayet iyi bakmalı ve temiz olarak muhafaza etmeli. Hattâ zaman zaman bunlara kuduz aşısı yaptırmalıdırlar. Başıboş sokak köpeklerini derhal öldürüp ortadan kaldırmak lâzımdır. Bazı merhametli insanların köpeklere acıyıp savaş teşkilâtından sakladıkları, hattâ zehirlenen köpekleri kurtarmağa çalıştıkları görülmektedir.
Bunlar yaptıkları işin fenalığını anlayamayan bilgisiz kimselerdir. İnsanlara acımayıp da köpeklere acımakta hiç bir mâna yoktur.
İnsan sağlığına zarar veren her hayvanın öldürülmesi caiz ve lâzımdır. Kuduz gibi tehlikeli ve korkunç bir hastalık karşısında derhal doktora ve ilgili resmî makamlara haber vermek her vatandaşın vazifesidir. Kanunlarımız bakımından da bu vazife herkes için mecburidir.
Kuduz, çok tehlikeli olan bulaşıcı hastalıklardan biridir.
Köpek, kedi, fare gibi insanlarla çok yakından münasebette olan hayvanlarda görülen ve bunlar vasıtasıyla insanlara da geçen bir hastalıktır.
Kuduzun pek tehlikeli olması, hastalığa tutulduktan sonra, kurtulmak ihtimalinin imkânsızlığından ileri gelmektedir.
Kuduzu hâsıl eden mikrop bir virüstür. Kuduz en ziyade köpeklerde görülür. Fakat köpekten başka kedi, fare, maymun, ayı, kurt, tilki, çakal, at, eşek, koyun, sığır, sincap, kobay tavşan... gibi memeli hayvanlarda hattâ yarasa kuşlarında bile görülmüştür.
Kuduz virüsü kuduza tutulmuş hayvanların salyasında ve salya ile bulaşan pençe, tırnak, deri ve tüylerinde bulunur. İnsan kuduza tutulduğu zaman (İnsanlarda Kuduz) salyası ve salya ile kirlenen eşyası bulaşmada vasıta olabilir. Fakat en çok görülen bulaşma tarzı kuduz hayvanın ısırması veya dili ile deriyi yalaması, tırmalaması, yırtması gibi hallerdedir.
İnsanda Kuduz hastalıkları, virüs vücuda girdikten sonra sinir yollarını tutup yavaş yavaş ilerleyerek merkezî sinir sistemine (Beyine) gelip orada iltihap yapmak suretiyle hastalığı hâsıl eder. Onun içindir ki kuduz bir hayvanın ısırmasından itibaren insanın hastalanmasına kadar, ortalama olarak, (15) günden (60) güne kadar uzayan bir (kuluçka süresi) geçer. Bu zamanın aşılanmak ve hastalıktan korunmak fırsatını vermesi bakımından büyük bir önemi vardır.
Kuduz Belirtileri, Kuduz Belirtisi Hakkında
İnsanda kuduz hastalığı başlarken önceden hastada yorgunluk, durgunluk, baş ağrısı, sinir bozuklukları kalp sıkıntıları olur. Hasta, bazı defa, yerinde duramayacak derecede sıkıntılıdır. Bundan sonra boğaz ve teneffüs kaslarında kramp tarzındaki sıkışmalar dolayısıyla hasta sulu maddeleri içmeğe ve gıdaları yutmağa muvaffak olamaz. Su içmek istediği zaman derhal boğaz kaslarındaki sıkışmalar, bir tepki tarzında ziyadeleşerek buna engel olurlar. Bu halde bütün sinir sistemi sarsılmış olan hasta, sudan ürküp kaçmağa başlar ki buna (sudan korkma) derler.
Kasların bu sıkışması nöbet nöbet gelip geçer. Hastanın yüzü yorgun ve korkulu, gözleri dalgın ve endişeli bir haldedir.
Bu esnada dışarıdan gelecek sesler, ışıklar, rüzgârlar hastanın vücudunda şiddetli tepkiler yapmağa başlarlar. Derisi çok hassas, gözbebekleri büyümüştür.
Zaman zaman bütün vücudundaki kaslar, sıkışıp gerilirler. Hastanın sesi kısılır, boğuk feryatlar çıkarır. Tükürüğünü yutamadığı için ağzından salyalar ve köpükler akar.
Eşyasını, elbisesini ısırır. Korkulu ve acınacak bir manzara gösterir. Sonra, yavaş yavaş, bu nöbet hâli geçer. Çok geçmeden yeni bir tesirin yarattığı tepki ile yeni bir nöbet daha hâsıl olur.
Bütün bu nöbetler esnasında hasta şuurunu kaybetmemiştir. Etrafındakileri tanır, tehlikeyi bilir ve haber verir.
Hasta bu sıkıntılar içinde pek fazla ter döker. Uyku uyuyamaz. Nihayet arka arkaya gelen nöbetlerin yaptığı felçler ve sıkıntılı haller arasında boğulma veya bir kalp durması onun hayatına nihayet verir.
Kuduz hastalığı başladıktan sonra, çokçası, (3 - 4) gün içinde hastanın ölümü ile hastalık sonuçlanmış olur.
Kuduran hayvanlar (hayvanlarda kuduz) ise ilk günlerde çekingen, düşünceli ve karanlık köşelere kaçıp saklanır bir haldedirler.
Daha sonra hiddetli ve azgın bir hal alarak her rastladıklarının üzerine saldırıp ısıracak ve parçalayacak bir durum gösterirler.
Boğaz kaslarının sıkışması dolayısıyla köpekler su içemezler ve sudan korkarlar. Ağızlarından salyalar akar, sesler kısık, dilleri dışarıya sarkıktır. Sık sık gelen bu nöbetler tesiri ile (2-3) gün içinde ölüp giderler.
Demek oluyor ki kuduz virüsü en ziyade, sinir sistemine tesir eder. Onun için kuduz hayvanın ısırdığı yer beyine ne ka-' dar yakın olursa, hastalık daha çabuk ve daha şiddetli olarak hâsıl olacağı için, mesele de o kadar önemli ve tehlikeli olur.
Kuduz Tedavisi
Kuduz hastalığına bir defa tutulduktan sonra artık ölüm muhakkak olduğundan bu hastalığın tedavisi yoktur. Yalnız hastanın çektiği derin sıkıntıları bir az olsun hafifletmek için ağrı kesici, sükûnet ve uyku verici ilâçlar kullanılır. Kuduz aşısı ile kuduz serumunun hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavide hiç bir kıymeti yoktur. Bütün marifet şüpheli hayvanın ısırmasından sonra uzun olan kuluçka süresinden faydalanarak şahsa derhal kuduz aşısı yapmağa başlamak, hastalığın ortaya çıkmasını önleyerek onu muhakkak bir ölümden kurtarmaktır.
Kuduzdan Korunma, Kuduz Aşısını Kim Buldu
Kuduz aşısını bulan, (Pastör) adındaki Fransız âlimi tarafından ondokuzuncu yüzyılda kuduz aşısını bulan kişi olmuştur. İnsanları kuduz gibi çok tehlikeli bir hastalıktan koruyup kurtaran biricik ilâçtır. Bu bakımdan şüpheli bir ısırığa uğramış olan her insanın, bir dakika bile vakit geçirmeden, derhal en yakın bir sağlık müessesesine başvurarak kendisine kuduz aşısı yaptırması gayet lüzumludur. Bu tedbirde gösterilecek birkaç günlük ihmal insanı amansız bir Ölüme sürüklemeğe kâfidir.
Kuduzun şakası yoktur. İşin önemini bilmeyenlerin cahilce lakırdılarına kapılmamalı, gayet uyanık bulunmalıdır.
İnsanı kuduz bir hayvan ısırdığı veya insan bu hayvanla temas ettiği zaman, hayvan ölmeden veya öldürülmeden tutulmuş ve sağ olarak elde edilip muhafaza altına alınabilmişse, bunun kuduz müessesesinde veya veterinerin gözü önünde (12) gün kadar bulundurulması lâzımdır.
Hayvan bu müddet içinde kudurmaz, kuduz belirtileri göstermez veya ölmezse bir tehlike olmadığı anlaşılacağından baş-, lanmış olan aşı durdurulur. Eğer hayvan insanı ısırdıktan veya temastan sonra ölmüş, öldürülmüş veyahut ortadan kaybol-muşsa, ısırılanı derhal kuduz aşısına tâbi tutmak lazım gelir.
Kuduz şüpheli bir hayvan ölmüş bile olsa onun beynini muayene ederek ve hayvan tecrübeleri yaparak kuduz olup olmadığını anlamak kabil olabileceğinden bu hayvanın ölüsünü de, ışınlan kimse ile beraber, kuduz müessesesine götürmek uygun olur.
Kuduz şüpheli ısırıklardan bolca kan akıtmalı, yarayı oksijenli su ile güzelce yıkamalı, üzerine tendürdiyot sürmelidir. Yaranın temiz tutulması ve sik sık pansuman yapılması lâzımdır. Kuduzun en önemli kaynağı sokakta bırakılmış başıboş köpekler ve kedilerdir. Köpek besleyenler bu hayvanları gayet iyi bakmalı ve temiz olarak muhafaza etmeli. Hattâ zaman zaman bunlara kuduz aşısı yaptırmalıdırlar. Başıboş sokak köpeklerini derhal öldürüp ortadan kaldırmak lâzımdır. Bazı merhametli insanların köpeklere acıyıp savaş teşkilâtından sakladıkları, hattâ zehirlenen köpekleri kurtarmağa çalıştıkları görülmektedir.
Bunlar yaptıkları işin fenalığını anlayamayan bilgisiz kimselerdir. İnsanlara acımayıp da köpeklere acımakta hiç bir mâna yoktur.
İnsan sağlığına zarar veren her hayvanın öldürülmesi caiz ve lâzımdır. Kuduz gibi tehlikeli ve korkunç bir hastalık karşısında derhal doktora ve ilgili resmî makamlara haber vermek her vatandaşın vazifesidir. Kanunlarımız bakımından da bu vazife herkes için mecburidir.