El Deri Antisepsisi Bina Oda Dezenfeksiyonu

Dezenfeksiyon ve Antisepsis

El antisepsisi. İnsanın mikroorganizma ile en fazla temas eden organı olan el, günlük hayatta en yaygın şekliyle su ve sabunla yıkanarak dezenfekte edilmeye çalışılır. Sa­bunlar (ve dezenfektanlar) su ile iyice köpürtüldüklerinde bakterilerde yüzey gerilimi­ni düşürerek hücre duvarı ve sitoplazmik zarına zarar verdikleri gibi mekanik olarak-ta el derisinden suyla atılmalarını sağlarlar. Bu sebeplerle sabunlarla el yıkama işi 2-3 dakika sürmelidir. Hastane ortamında ve doğrudan enfeksiyonlu hastalarla temasta olanların hekzaklorofenli veya kreozollü sabunlar kullanması daha da etkili olur.

Ameliyat öncesi el antisepsisi, kreozollü veya hekzaklorofenilli sabunlarla (7 dakika) yıkadıktan sonra %70 alkol 3 dakika elde kalacak şekilde yapılır. Gerekirse tekrar kre­ozollü /hekzaklorefenli sabunla yıkanır.
Metil alkol (%75)'e, % 3 hidroklorik asit (HC1) karışımı M. tubercuhsis'i bile 1-2 daki­kada öldürdüğünden saha şartlarında en ideal el antiseptiğidir.

Deri antisepsisi ve Yara temizliği. Ameliyat edilecek bölge için en etkin antiseptik ten­türdiyottur. Deri bolca tentürdiyot emdirilmiş gazlı bezle merkezden çevreye doğru silinir. İrritan etkiyi azaltmak için fazlası alkolle silinir.

Enjeksiyon yapılacak deri antisepsisinde en etkin yöntem tentürdiyot ve alkolün birlik­te kullanımıdır. Ancak pratikte en çok alkol, alkol iyode, % 0.1'lik mertiolet kullanılır.
Toprak, çivi, cam veya benzeri maddelerle kirlenmiş yaralarda kirleticiler ayıklandık­tan sonra sabunlu su, % 3 hidrojen peroksit (aerob ve anaerobları okside ederek öldü­rür) ile yıkanır. Yaraya sabunlu su yerine %1'lik benzalkonyum klorür daha iyi etkir.
Kuduzdan şüpheli yaralar biraz genişletilerek acilen, sabunlu su, benzalkoyum klorür ile iyice yıkanır. Alkol veya iyotlu antiseptiklerlede antisepsi sağlanır. Kesinlikle dikiş konulmaz.

Bina - Oda Dezenfeksiyonu. Bakteri ve viruslarla bulaşma olasılığı olan binaların duvar yer ve tavanları, deterjanlarla veya sodyum hipoklorid (çamaşır suyu) ile yıkandıktan sonra %3-5 fenol, % 5 krezol ile silinerek dezenfekte edilebilir. İnsanların olmadığı du­rumlarda, bakteri (sporlu-sporsuz), virüs ve mantarla bulaşık binalarda en ideal, eko­nomik ve etkili yöntem formol, formol + potasyum permanganat fumigasyonudur.

Formol sıvı (paraformaldehitin sudaki % 37'lik solüsyonu) paraformaldehit ise katı halde olup, ısıtıldıklarında veya oda derecesinde (formalin) püskürtüldüğünde gaz haline dönüşerek her tarafa nüfuz edebilme yeteneğinde bir dezenfektandır. Bu amaçla, her tarafı iyice kapatılmış % 70 nemli ve 22°C'deki bir mekanın 10 m3'ü için 200 mi formol alttan ısıtılarak (örn. Metal bir kaba konulan formalin elektikli bir ısı­tıcı üzerinde ısıtılarak) dezenfeksiyon yapılabilir. Formalin, hacminin 2 katı su ile sulandırılıp pülverizatörle (basınçlı ilaçlama pompaları) ile içeriye püskürtülerek de uy­gulanabilir. Uygulayıcının maske kullanması gerekir. Formalin + potasyum perman­ganat fumigasyonu daha da etkilidir.
Clostridium tetani, Cl. perfiringens, Cl septicum ve Bacillus anthracis gibi sporlu bakteri­ler, kontamine ameliyathaneler, kasaplar, mezbahalar ve lokanta mutfakları, ısıdan et­kilenmeyen yer ve duvarlar alevden geçirilebilir.

Çamaşır ve benzeri malzemeler. En etkili yöntem kaynatma ve otoklavlamadır. Kay­natma suyuna çamaşır suyu katılması etkiyi artırır.

Su dezenfeksiyonu. İçme sularının dezenfeksiyonunda çeşitli kimyasal ve fiziksel yön­temler kullanılabilir. En yaygın yöntem klor verici maddelerle yapılır. Bu amaçla oto­matik dozajlama cihazları veya klorinatör de denilen basit bir sistemle (borudan geçen su miktarına bağlı olarak ayarlanan dozda kloru suya verir) suyun düzenli klorlanma-sıdır. Su dezenfeksiyonu için en ekonomik ve en kolay uygulanabilenleri klor gazı/ klor tabletleri ve kireç kaymağıdır. Klor gazı, 1 litre suda 1 mg olacak şekilde hesaplan­malıdır. Klorun dezenfektan etki gösterebilmesi için su ile 30 dakika temas etmesi gerekir. Tablet kullanılacaksa, tabletin ölçüsüne göre suya atılır. 30 dakika sonra kullanı­ma sunulur. Kireç kaymağının % 25'i aktif klor olarak değerlendirildiğinden 40 gr kireç kaymağı (10 gr aktif klor) 1 litre su ile sulandırılır. Çökelmesi için 20 dakika kadar beklenir. Üst sıvı ayrı bir kaba alınır ve bu sıvıdan 1 litre su için 3 damla hesabı ile suya katılır. Bu sıvı dozajlama cihazı ile suyun akış hızına göre hesaplanarak kullanılabilir.

Sudaki klor tadı ve kokusu, 30 dakika sonra suyun litresi için % 10'luk sodyum tiyo-sülfat'tan 1 ml eklenerek giderilebilir. Ozon, su dezenfeksiyonu için litre suya 0.4 mg hesaplanarak kullanılır. 4 dakikada dezenfekte eder. Kalıcı etkisi yoktur. Sporlu basil­lere klordan daha etkilidir. Pahalı olduğundan kullanımı sınırlıdır.

Dezenfektan Dezenfektanlar Dezenfeksiyon

Dezenfeksiyon Teknikleri ve Kullanılan Dezenfektanlar

Dezenfeksiyon tekniklerine girmeden evvel dezenfektanlar ve dezenfeksiyonda etkili faktörlerin bilinmesi gerekir.

1. Dezenfekte edilecek maddedeki mikroorganizma sayısı, cinsi/cinsleri. Sporlu bakteri­ler dezenfektanlara oldukça dirençlidirler. Dezenfektanlar genellikle bakterile­rin vejetatif (sporsuz, bölünüp, üreyen aktif hücre) formlarına etkilidirler. Mik­roorganizmanın çokluğu ve ortamdaki organik madde miktarı dezenfektanların etkisinin azalmasına sebep olur. Bir cins içindeki mikroorganizmalar hatta aynı tür içerisindekiler bir dezenfektana hassasiyeleri farklı derecelerde olabilir.

2. Dezenfektanın dozu ve temas süresi. Her bir grup dezenfektanın belli tür ve sayı­daki mikroorganizmaya optimum doz ve etki süresi değişiktir. Genellikle doz arttıkça etkileride artar. Ancak belirli bir yoğunluktan sonra antimikrobiyel et­kideki artış durur. Bazı dezenfektanlar düşük yoğunlukta mikrobiyostatik, yük­sek yoğunlukta mikrobiyolitik/mikrobisit etki gösterirler. Ticari dezenfektan ve antiseptikler farklı ve kombine üretildiklerinden kullanım doz ve sürelerine dik­kat edilmelidir.

3. Ortam ısısı. Dezenfektanların etkisi, ısı ile güçlendirilebilir.

4. Ortam p>H'sı. Dezenfektanlar genellikle pH = 7'de optimum etkirler.

5. Dezenfektanların Sinerjik/Antogonistik etkileşimi. Bazı dezenfektanlar, başka kimyasal maddelerle geçimsizdir (antagonist). Örneğin karbon ve demir klorür, fenollerin; sabunlar benzalkonyum klorürün etkisini zayıflatırlar. Bazı dezen-fektalar ise sinerjik etkirler.

Dezenfektanların Etki Mekanizmaları

1. Protein denatürasyonu yapan dezenfektanlar. Proteinlerin üç boyutlu molekül­leri arasındaki kovalant (disülfit bağları) ve nonkovalent bağlarla (iyonik, hidro-fobik ve hidrojen bağları) bağlanmış polipeptid zincirlerden ibaret olduğundan, bazı kimyasal maddelerden (ve ısı, ışık vb fiziksel olaylardan) kolay etkilenerek bozulurlar ki bu olaya denatürasyon (doğal yapısının bozulması, aktivite kaybı vs) denir. Alkol (%70), fenol (%l-2) asitler ve alkaliler bu şekilde etkirler.

2. Hücre duvarı ve sitoplazmik membrana etkiyen dezenfektanlar. Mikroorganiz­maların (özellikle Gram negatif bakterilerin) hücre duvarları lipoprotein ağırlık­lı yapıda olduğundan, yüzey aktif dezenfektanlar (sabunlar deterjanlar, benzal­konyum klorür ve fenoller) bu yapıya etkiyerek ve sitoplazmik membranın selektif geçirgenliğini bozarak ölmelerine sebep olurlar. Deterjanlar ve sabunlar mikroorganizmlarda yüzey gerilimini düşürürler.

3. Mikroorganizmaların enzimlerini bozan dezenfektanlar. Sistein içeren enzim­ler, yan zincirlerinde sülfidril (-SH) grupları bulundururlar. Koenzim A, alkil grubunun taşınması için en azından bir serbest sülfidril grubu taşır. Bazı dezen­fektanlar bakteri enzimlerinin bu grupları veya diğer substratları ile bileşikler yaparak enzimlerin fonksiyonlarını bozarak etkirler. Örneğin. Klor, sodyum hipoklorid, kalsiyum hipoklorid, sönmemiş kireç, iyot, potasyum permanganat, hidrojen peroksit, tuz, civa, gümüş, bakır ve arsenik bu şekilde etkirler.

4. Nükleik asitlere etkiyen dezenfektanlar. Mikrobiyolojide bakteri, maya mantar ve protozoonların boyanarak mikroskopta incelenmesinde kullanılan boyalar nükleik asitlerle bileşikler yapıp aktivitelerini bozarak etkirler. Malaşit yeşili, metilen mavisi, brillant green, krital viyole, akridin vs) Formalin, formaldehit, etilen oksit gibi dezenfektanlar purin ve pirimidin bazları ile reaksiyona girerler.

Suzme Filtrasyon ile Sterilizasyon

Süzme/Filtrasyonla Sterilizasyon

Sıvıların içerdikleri mikroorganizmaların adsorbsiyon veya mekanik esaslı süzülmesi esasına dayanan sterilizasyon tekniği, mikroorganizmaların büyüklükleri dikkate alına­rak sıvılardaki bakterilerden arındırmak için geliştirilmiştir. Bunlara milipor fitre denilir. Bu filtrelerden viruslar geçerler. Son yıllarda virusları yoğunlaştırmada mikropor (25 nm'ye kadar) filtreler geliştirilmiştir. Süzülecek sıvı önce daha büyük porlu filtrelerden süzüldükten sonra istenen milipor filtreden (0.22 mcm, 0.45 mcm, 0.65 mcm, 1.0 mcm vs) geçirilir.

Işınlama ile sterilizasyon

Bu amaçla daha çok X İşınları ve Gama ışınları kullanılır. Ultraviyole ışınları penetrasyonu az olduğundan plastik ve cam malzeme içine bile etkimediğinden pek tercih edil­mez. Kullanım alanı daha çok gıda sektörü olmakla birlikte, sağlık sektöründe plastik malzemeden yapılmış protezler, kateterler, katgütler, yapay kalp kapakçıkları vb mad­delerin sterilizasyonunda kullanılırlar. Gamma ve X ışınları, 2 M rad dozunda kullanılanarak sporlu bakterilere bile etkirler. Nükleik asitleri bozarak inaktivasyon sağlarlar.

Kimyasal Maddelerle Sterilizasyon

Kimyasal maddelerle sterilizasyon

Kimyasal maddeler kullanılarak sterilizasyon tekniği plastik malzeme, ısıdan etkile­nen sıvılar, aşılar, antiserumlar vs için kullanılır.

Örnek. 1. Etilen oksit (CH2OCH2). Etilen oksit 10.8°C'nin altında sıvı, bu derece ısı­nın üzerinde gaz halde bir maddedir. Saf etilen oksit çok toksik ve patlayıcı olduğun­dan, % 10 luk C02 (karbondioksid) veya %20 lik C02 ile karışımı (Oksifume) halinde kullanılır. Gaz kağıt yada polietilen ambalajları bile geçerek temas ettiği yüzeylerdeki mikroorganizmaları öldürdüğünden her türlü maddenin sterilizasyonunda kullanılabi­lir. Ancak, özel bir oda yada dolap içerisinde uygulanması bir taraftan içerideki hava­nın alınacağı vakum pompası diğer taraftan gazın (hacime, süreye ve ısıya göre) veril­diği bir sistem olmalıdır. Etilen oksit, düşük ısıda uzun süre (20°C'de 18 saat) tutula­rak az dozda uygulandığında 1 litre hacim için 200mg kullanılır. Yüksek ısıda kısa sürede (55-60°C'de 3-4 saat) sterillemek için 800-1000 mg /l litre hacim dozunda uygu­lamak gerekir.

Laboratuvar besiyerlerinde kullanılan sıvılara, thymol (%1 oranında) ve kloroform (%7.5 oranında), aşıların inaktivasyonunda formaldehit (% 0.5), etilenimin, betapro-piolaktan ilave edilerek ve uçurularak/inaktive edilerek, sterilizasyon sağlanabilmek­tedir. Biyolojik maddelerde bakteriyel/fungal kontaminasyonları engellemek, viral aşı­ları bakteriyel bulaşmalardan korumak için antibiyotikler kullanılır.

Sterilizasyon Teknikleri ve Cesitleri

Sterilizasyon Teknikleri, Sterilizasyon Çeşitleri

Sterilizasyon işlemi, kullanılan sterilleme kaynağına göre 4 temel şekilde uygulana­bilir.
A. Isı ile sterilizasyon
B. Kimyasal maddelerle sterilizasyon
C. Süzme/filtrasyonla sterilizasyon,
D. Işınlama ile sterilizasyon

Isı İle sterilizasyon

Bilinen en eski en iyi ve kesin yöntemdir. Sulu ısı ve kuru ısı uygulanmasına göre 2 farklı şekilde uygulanır.

Nemli Isı
Nemli ısı, 100°C'nin üzerinde (Basınçlı buharla > 121°C'de 15-30 da­kika), 100°C'de (30 dakika buhar üzerinde veya suda kaynatma) ve 100°C'nin altında (tindalizasyon, pastörizasyon) olmak üzere 3 farklı şekilde uygulanır.
Nemli ısı, proteinlerin daha kısa sürede denatürasyonuna sebep olduğundan kuru ısı­dan daha etkilidir.

a. 100°C'nin Üzerinde (Otoklavda) sterilizasyon. Basınçlı buğu ile sterilizasyon. Suyun kaynama derecesi, üzerindeki hava basıncına göre değişir. Bu basınç

ne kadar yüksek olursa suyun kaynama derecesi de o kadar yüksek olur. Ör­neğin 2 atmosfer basınç altında su 120.6°C'de kaynar. Bu amaçla düdüklü tencerenin biraz daha geliştirilmiş şeklindeki otoklav adı verilen sterilizatör-ler kullanılır. Mikrobiyoloji laboratuvarlarında değişik mikroplarla kirlenen malzemeler, otoklavda (121°C'de 15-20 dak., 115°C'de 45 dak., 134°C'de 3-4 dak.) mikroplan öldürülür. Yıkanıp, temizlenip, durulanıp kurutulup sa­rıldıktan sonra tekrar otoklavda tutularak sterillenir. Bazı (acil işlerde ve eneji tasarrufu için) durumlarda kirli malzemenin üzerine besiyerleri, paket­lenmiş temiz malzeme konularak birlikte otoklavlanır.
b. 100°C'de Kaynatarak sterilizasyon. Malzemelerin kaynayan su içerisinde 15-20 dakika tutulması ile yapılan sterilizasyon yöntemidir. Eskiden cam en­jektörler bu yöntemle sterilize edilirdi. Su içerisine % 2 oranında soda katıla­rak sterilizasyon gücü arttırılır.
c. 100°C'nin Altında sterilizasyon. Tindalizasyon ve Pastörizasyon bu grup içerisinde incelen sterlizasyon şekilleridir.

Kuru Isı
Yakma, Alevden geçirme, Pastör fırınında tutma (170°C'de 1 saat, 160°C'de 2 saat, 150°C'de 3 saat), Yüksek kuru ısıda sıvıların sterilenmesi (145°C'deki metal yüzeye sıvı püskürtülerek uygulanır. Dayanıklı süt bu yöntemle üretilir.) şeklinde uygulanabilir.

a. Alevle/Alev deYakma. Mikrobiyoloji laboratuvarlarında kullanılan öze, pastör pipeti vs alevde kızarıncaya kadar tutularak sterilize edilir. Soğuduktan son­ra kullanılır. Makas, bisturi, pens gibi gibi nikelajlı veya krom nikel malze­meler alkole daldırıldıktan sonra yakılır. Alkolün etkisi bitince söner. Soğu­duktan sonra kullanılır.

b. Alevden geçirmek. Mikroskobik preparatların tespiti, içerisinde besi yeri bulu­nan petri kutuları, tüp erlenmayer gibi cam malzemeler kullanım öncesi ve sonrasında alevden geçirilerek sterilize edilir.
Sporlu basillerle bulaşık ameliyathane', kesimhane, kasap reyonları vs alevle (pürmüz) yakılarak veya alevden geçirilerek sterilize edilebilir.

c. Pastör fırınında sterilizasyon. Yıkanmış ve kurutulmuş cam ve metal malze­melerin sterilizasyonunda kullanılır. Bu amaçla genellikle elektrikle çalışan 150-200°C'ye kadar ısıtan fırınlar kullanılır. Sterilize edilecek malzemeler ambalaj kağıdı veya aliminyum folye ile sarıldıktan sonra kuru hava fırınına konur. Fırın (170°C'de 1 saat, 160°C'de 2 saat, 150°C'de 3 saat) istenen ısı ve süreye ayarlanır. Zaman saati belirlenen ısıyı bulunca çalışmaya başlar. Sürenin bitiminde fırın hemen açılmamalıdır. Isının 40-45°C'ye düşmesi beklenmelidir. Erken açıldığı durumlarda ani ısı değişikliğinden cam malze­meler çatlar veya kırılır.

Mikroorganizmalar Sterilizasyon Dezenfeksiyon

Mikroorganizmalarda "Sterilizasyon ve Dezenfeksiyon"

Kullanılarak mikroorganizmalarla kirlenen operasyon alet-ekipman ve malzemeleri, laboratuvar malzemeleri, yıkanıp temizlenmeden önce ve sonra barındırdıkları mikro­organizmaların öldürülmeleri gerekir. Bu işlem, kullanılan maddeye ve kullanılacak iş­leme göre faklı şekillerde uygulanır. Konu ilgili bazı tanımları görelim.
Sterilizasyon. Bir maddede bulunan her türlü mikroorganizmadan arındırılması işlemi­ne sterilizasyon denilir. Örneğin, yeni alınmış ve hiç kullanılmamış bir ameliyat seti, deterjanlı su ile yıkanıp durulandıktan sonra, ameliyatta kullanılmış bir set, dezenfek­tanlı su ile doku artıklarından arındırılıp temizlenip, durulandıktan ve kurutulduktan sonra metal kabları içerisine konur kalın bezlerle vaya ambalaj kağıtları ile (sterillendik-ten sonra mikrop giremeyecek şekilde) sarılır ve otoklavda (buharla ısıtarak) en az 121°C'de 15-20 dakika tutulur. Isı ile sterilizasyonda steril edilecek maddenin yüksek ısı­da bozulmayacak özellikte olması gerekir. Örneğin metal, cam veya bez malzeme.

Dezenfeksiyon. Bir maddenin enfeksiyöz mikroorganizmalardan arındırılması işlemi­ne dezenfeksiyon denir. Dezefeksiyon, dezenfektan adı verilen kimyasal maddelerle yapılır. Teorik olarak sadece patojenlerin yok edilmesi işlemi ise de, genellikle dezen­fektanın etkisi spekrumu ile ilişkilidir. Birçok dezenfektan, bakterilerin vejetatif for­muna tesir ederken, sporlu formunu çok azı yokedebilir. Mikroorganizmaların ölmesi­ni sağlayan dezenfektan, antiseptik veya antibiyotiklere mikrobisit, jermisit (bakteri­sit, fungisit, virusit vs); üremeleri durduranlara ise mikrobiostatik (bakteriostatik, fungistatik) tanımı kullanılır. Bazı kimyasal maddeler hep aynı özellikte iken bazıları kullanım yoğunlukları veya dozları arttırıldıkça "sit" etki gösterirler.

Antisepsi. Canlıda her hangi bir yaranın, ameliyat yerinin, el, mukoza, vb yerlerin kimyasal maddelerle (tentürdiyot, alkol, povidiniyot, vs) dezenfeksiyonuna antisepsi, kullanılan dezenfektana da antiseptik denir.

Pastörizasyon. Belli ısı derecelerinde (65°C'de 30 dakika, 72°C'de 15 saniye) patojen­lerden arındırma işlemine pastörizasyon denir. Bu işlem yaygın olarak süt (sütten bu­laşabilecek en tehlikeli sporsuz bakteri olan sığır tüberkülozu etkeni Mycobacterium bovis'i öldürebilecek fakat sütün besin değerini minimum seviyede etkileyecek yön­tem) için uygulanmakla beraber, laboratuvarlarda bazı bakterileri bulundurabileceği tahmin edilen ancak daha yüksek ısılarda özelliğini kaybeden bazı biyolojik maddeler (antiserum, kan serumu, karbonhidrat çözeltileri vs) için uygulanır.

Tindalizasyon. Pastörizasyon uygulanan benzer maddelerde sporlu bakterilerin inaktivasyonu veya daha yüksek ısıya dayanabilecek ancak kaynama ısısında veya otok­lavda bozulabilecek maddelere uygulanır. Su içerisinde 80-85°C'de 30 dakikalık uygu­lama, aralıklı 3 gün tekrarlanarak yapılır. Bu işleme tindalizasyon denir. Laboratuvar işlemlerinde kullanılır. Günümüzde mikrobiyoloji laboratuvarlarında tindalizasyon yerine milipor filtrelerle sterilizasyon (birkaç dakika da) kullanılmaktadır.

Enfeksiyon Bulasma Enfeksiyonlarin Bulasmasi

Enfeksiyonların Bulaşma Yolları, Enfeksiyon Bulaşma

İnsanlar mikrobiyel floralarının dışında yaşadıkları çevreden (toprak, hava, su, besin, dış parazit, evcil- yabani hayvan vs) çeşitli mikroorganizmaları geçici (besinlerle vs) veya bir süre taşıyıcı yada sürekli kalıcı olarak alabilirler (ağız, solunum, temas, vs). Taşıyıcı ve kalıcı olarak aldıkları mikroorganizmalar genellikle kişide enfeksiyon etkeni olarak bulu­nur. Bazı durumlarda da insan ve hayvanlar kendilerinde hastalık yapmayan mikroorga­nizmaları bir diğerine bulaştırarak enfeksiyonlara sebep olurlar. Kimi mikroorganizma­lar ise insan-hayvan ayırt etmeden aynı tip enfeksiyonlara yol açarlar.

Hekimin dikkatsizliği sonucunda (bulaşık alet-ekipman, ilaç veya biyolojik madde enjeksiyonu vs) gelişen bulaşma şekline iatrojen bulaşma denilir.

Ağız Yoluyla Enfeksiyon Bulaşması

Besinler ve eller en önemli bulaşma kaynağını oluşturur. İçilen su, kaynağından kulla­nım musluğuna- bardağa gelinceye kadar temiz (bakteri bulundurmaması) gerekir. Ye­terince pişirilmeyen veya pişirildikten-işlendikten sonra iyi muhafaza edilmeyen be­sinler, kontamine tabaklar, kaşık, çatal ve bıçaklar vs ile nihayet insanın eli çeşitli mik­roorganizmaları bulundurabilir. Çok çeşitli mikroorganizma kombinasyonlarını ağız­larında bulundurabilen erişkin veya yaşlı insanların, henüz kendi bakteri florası oluş­mamış bebekleri sevgi alameti olarak öpmeleri, ülkemizde, ağızdan yanaklara ve ağıza bulaşmanın yaygın yollarındandır. Dişhekimlerinin steril olmayan/dezenfekte edilme­miş alet ve ekipmanları ağız yoluyla bulaşmada etkilidir. Besinlerle bulaşmada toksi-enfeksiyonlar ve toksikasyonlar önemli yer tutar. Besinlerde aşırı mikrop üremesi so­nucunda ortama salınan ekzotoksinler zehirlenme oluştururken, bakteriler enfeksiyo­na sebep olur. (Örnek. Kolera, tifo, paratifo, kolibalilloz, dizanteri, botulismus, tüber­küloz, bruselloz, şigelloz, leptospiroz, leptospiroz, yersinioz, kist hidatik, tenyalar, askaridler, aft humması, viral hepatit, AİDS, vs)

Solunum Yoluyla

Mikroorganizmaların (bakteriler, mantarlar ve özellikle viruslar) önemli bir kısmı çe­şitli şekillerde (öksürük, hapşırık, yerden kalkan toz, vs) havadaki zerrecikleri veya su damlacıkları üzerinden solunum havasıyla alınır. (Örnek. Influenza virusları, Strepto­koklar, Pasteurellelar, Haemophilus influenza, Mycobacterium tuberculosis, Corynebacte-rium diphteriae, B. pertussis)

Ürogenital Yolla

Üriner sistem enfeksiyonları, sistemik enfeksiyöz ajanlarla olabildiği gibi daha sıklık­la assendens (doğrudan dışarıdan üretra yoluyla) bulaşır. Bulaşmada barsak orijinli mikroorganizmalar çoğunluğu oluşturur.
Genital sistem yoluyla bulaşma, anadan yavruya olabildiği gibi zührevi (AİDS, Sifilis, vs.) hastalıkların en yaygın bulaşma şeklidir. Yavrunun intrauterin dönemde enfekte olmasına konjenital bulaşma denir.

İnsandan insana temasla

Enfekte insanlar, bazı mikropları hastalıkları sırasında yakın çevrelerindekilere bulaş-tırabildikleri gibi bazı enfeksiyonlarda bulaşma klinik belirtiler ortaya çıkmadan (Örn. Viral hepatit, AİDS) yada iyileştikten sonra (viral hepatit, difteri, tifo, paratifo) bile bulaştırabilir. Her şeye elini sokan insan elinin bulaşmadaki rolünü tartışmak bile ge­reksizdir. Gıda sektöründe çalışanlara aylık portör muayenesi (belirli bakteriyel ve pa-raziter etkenleri taşıyıp taşımadıklarını incelemek için yapılan muayene) yapılır.

Hayvanlardan insanlara bulaşma

Hayvanlardaki bazı enfeksiyöz ajanlar ve parazitler doğrudan veya dolaylı (et, süt, yu­murta ve bunların ürünleri ile) bulaşabilir. Bu tip bulaşan hastalıklara zoonozlar de­nilir. Örneğin. Kuduz, tüberküloz, şarbon, tifo, paratifo, bruselloz, Q humması, klamidyoz, toksoplazmoz, leptospiroz, tularemi, avian influenza, şeritler, askaridler, bit, pire vs.

Enfekte-kirli cansız maddelerle bulaşma

İnsan, hayvan veya toprakta bulunabilen bazı patojenler, fomit de denilen cansız mad­delerle temasla insanlara bulaşabilir. (Tetanoz, tüberküloz, gazlı gangren, şarbon vs)

Vektörlerle bulaşma

Vektör bulaştırmada aracı demektir. Burada özellikle kene, bit, pire, sivrisinek vb canlı arakonakçılar anlatılmaktadır. Bu tip arakonakçılar mikroorganizmları sadece meka­nik olarak taşıyabildikleri gibi bir kısmı doğrudan bu mikroorganizmaların saklanma­sında, çoğaltılmasında ve bulaştırılmasında görevlidirler. Örnek. Dişi sivrisinekler sıt­ma etkeni Plasmodiumları bu şekilde taşır ve bulaştırırlar. Riketsiyaları (çeşitli hum­maların etkenleri) keneler taşırlar.

Urogenital ve Sindirim Sistemi Florasi

Ürogenital Sistem Florası

Ürogenital sistemin üst kısımları (üretranın üst kısımları, idarar kesesi, testisler, uterus ovariumlar) steril kabul edilir. Alt kısımları oluşturan mukozalarda flora bakterile­ri erişkinlerde kişisel hijyene bağlı olmakla birlikte Lactobasillus acidophilus, Streptokoklar, S. epidermidis, ve difteroidleri barındırır. Bayanlarda çocukluk, ergenlik eriş­kinlik ve menopoz dönemlerine bağlı olarak florada değişkenlik arzeder.

Sindirim Sistemi Florası

İnsan vücudunun, bulundurduğu mikroorganizma çeşidi ve toplam sayısı bakımından en karmaşık ve kalabalık sistemini oluşturur. Hem kalıcı hemde geçici (besinlerle alı­nanlar) mikroorganizmaları barındırır. Sağlıklı bir insanın midesi içerdiği asitten ötürü mikroorganizma bulundurmaz. İleum steril kabule edilen veya çok az bakteri bulun­duran kısımdır. Deudenum ve jejunum da ise lactobasiller, Streptokoklar (Entero-kok-lar) ve Candida albicans'tır.

İnsan vücudundaki mikroorganizmaların en önemli rezervuarı kolon (kalın barsaklar) dur. Kolondaki dışkının 1 gramında 1013'ten fazla bakteri bulunur. Bunlarında %90'dan fazlasını obligat anaeroblar (Bacteroidesler, Bifidobacteriler Fusobacteriumlar, vs) teşkil eder. E.coli'kr en fazla bulunan fakultatif anaerobları oluştururlar.

Yenidoğanların barsak floraları birkaç bakterinin dışında steril iken 24 saat içeririnde ye­tişkin florası ile benzerlik göstermeye başlar. Memeden beslenenlerde en yaygın bakteri Lactobacillus bifidus'tur. Ayrıca Enterik bakteriler, Enterokoklar ve Stafilokoklarda bulu­nur. Biberonla beslenenlerde ise, en fazla bulunan bakteri L. acidophilus'tur. İnek sütü ve­ya mamalara (% 12 oranında) laktoz katılması I. bifidus'un miktarını arttırır.

Agiz Florasi Nedir

Ağız Florası

Yenidoğanlarda ağız florası genelikle annenin doğum kanalı florası ile kaplanır. Bunlar, genellikle, Lactobasiller, Stafilokoklar, Mikrokoklar, Korinebakteriler, Enterik bakteri­ler, mayalar ile aerob, anaerob ve fakultatif Streptokoklardır. Bunlar birkaç gün içeri­sinde değişerek annenin ağız, el ve meme derisi florasını andırır. Anaerob bakteriler, özellikle diş çıkarma dönemindeki damak yarılması esnasında yerleşmeye başlar.

Ağız içi dokular, dişler, mukoza, dişeti, dişeti oluğu vb yüzeyler, aerob (> xl012/gr yaş örnek) ve anaerob (> xl012/gr yaş örnek) bir çok mikroorganizmayı barındırır. Ağız içinde en fazla (%30-60) karşılaşılan mikroorganizma cinsi viridans Streptokoklardır. Dişsiz ağızda Streptococcus mutam ve S. sanguis'a rastlanmazken, çocuklarda gençlerde ve erişkin ağızlarında en yaygın cins ve sayıcada en fazla olan bakteri olması sebebiyle, diş ağız içinde bu bakteri cinsinin yerleşmesi bakımından oldukça uygun bir yapı ol­maktadır. Diş plağında S. salivarius'a, Lactobacillus'lara Bacteroides mdaninogenicus'a (%1'den az) ve Treponemalara (% 0.1) rastlanmamaktadır. Bakteri plaklarında erken dönemlerde anaeroblar bulunmazken plağın zamanla kalınlaşmasıyla aerobların ve fa­kultatif anaerobların üreyip oksijeni azaltarak ve plak altı kısımlarda anaerob ortam hazırlamasıyla anaerobların da üremeye başladığı tespit edilmiştir, insanda diş, dişeti ve tükrüğe temas etmeksizin dişeti oluğundan saf örnek almak her ne kadar çok zor olsa da, özel steril konik kağıtlarla yapılan çalışmalarda üretilen mikroorganizmalar tabloda verilmiştir. Dil florası ve diş plağı bakterileri ile mukayese edildiğinde bir çok mikroorganizmanın benzer cins ve türler olduğu görülecektir. Özellikle periodontal enfeksiyonlarda Spiroketlerin artışı dışında diğer bakterilerin sağlıklılarda ve hastalar­da benzer cinslerde (hastalarda bir cins veya türün sayıca artması mikrobiyolojik ola­rak enfeksiyon bulgusudur) olması mikrobiyolojik teşhisi de güçleştirmektedir.

Ağız içi dokularda mikroorganizmaların üreyerek yaptıkları tahribatın yanısıra tok­sinleri ve diğer metabolizma artıkları da ağız içi enfeksiyonlarda etkin rol oynarlar. Ör­neğin Gram negatif bakterilerin endotoksinleri, mukozadaki, dişeti oluğundaki veya periodontal cepteki nötrofillerin (PMNL) parçalanmasına ve bu hücrelerden açığa çı­kan lizozimler, dişetini olumsuz etkileyerek, asit fosfatazlar, esterazlar ve diğer enzim­lerin serbest kalmasına sebep olarak peridontal hastalıklar oluştururlar. Bakterlerin büyük çoğunluğu ağız içinde ürerken karbonhidratlardan asit oluşturular. Oluşan asit­ler minenin dekalsifikasyonuna sebep olarak diş çürüğünü başlatırlar. Str. mutans, L.acidophilus, Porphyromonas gingivalis gibi bakterilerin üremesiyle de çürük görülür hale gelir. Bazı bakterilerin oluşturduğu hidrojen sülfür (H2S) zehirli bir gaz olduğu gi­bi hem kötü kokuya hemde dokularda tahribata yol açar. Kimi bakterilerdeki mukoli-tik enzimler de tükürükteki müsinleri hidrolize ederek sialik asit oluştururlar. Sialik asitte plak oluşumunu stimüle eder. Plak oluşumunda karbonhidratların (glikozdan zi­yade sukroz (sakkaroz=çay şekeri)) bakterilerin (özellikle Str. mutans) hücre dışı ola­rak ürettiği dekstran ve levan polimerlerinin plağın büyüklüğü ve yapışma kapasitesi ile önemli derecede ilişkisi vardır.

Baş ve boyun bölgesinden radyoaktif ışınlarla tedavi gören (genellikle 65 yaş üstü nazofarengial karsinomlu) hastalarda, sağlıklılarda görülmeyen veya oldukça düşük oranlarda bulunabilen bazı bakterilerin oldukça arttığı bildirilmiştir.

Burun Ve Nazofarinks Florasi Nedir

Burun ve Nazofarinks Florası

Mikroorganizma tür ve sayı bakımından konjuktiva ve deriden daha zengin bir bölge­dir. Zira solunum havası ile alınan partiküllerdeki mikroorganizmalar burada ön filtrasyondan geçmektedir.

Nazofarinksteki mikroorganizmalar, viridans Streptokoklar, apatojenik Neisseria'lar ve Staph. epidermidis karışımından ibarettir. Vücut hijyenine uymayanlarda, üst ve/veya alt solunum sistemi enfeksiyonu olanlarda E.coli, Klebsiella, Proteus, Pseudomonas, P-hemolitik Streptokoklar, Staph. aureus'lar, Korinebakteriler cinsi bakteriler ile Candida ve Toru-lopsus cinsi mayalar bulunabilir.

Gençlerdeki burun ve nazofarinks mikroorganizma florası cins ve tür çeşitliliği yönün­den bebeklerden daha fazla çeşitli iken, sayı bakımında da yaşlılardan daha zengindir.

Deri Florasi Konjuktiva Vucudun Florasi

Vücudun Mikrobiyel Florası

İnsan ve hayvanlarda vücudun dış kısmını oluşturan deri ve mukozalar ile solunum ve ürogenital sistemin dışa açık olan yerleri ve sindirim sistemi çeşitli mikroorganizma­ları barındırır. Bunların yokluğu sağlık açısından daha tehlikelidir. Florayı oluşturan mikroorganizmalar, canlının beslenmesinde ve patojenlerin yerleşmelerinin engellen­mesinde konakçısına yardım ederler.

Deri Florası

Sağlıklı bir insanın derisinde kalıcı flora olarak, Staph. epidermidis, Micrococcus, Sarci-niae gbi koklarla, aerob ve anaerob difteroidler bulunur. Deride geçici olarak bulunabi­lecek mikroorganizmalara ise; S. aureus, a- ve y-hemolitik streptokoklar gibi bakteri­lerle, Candida albicans, Torulopsis glabrata, Ptyrosporium obiculare ve Pityrosporium ovale gibi mayalardır.

Derinin santimetre karesinde yaklaşık 1000-10000 bakteri bulunur. Kasık ve koltuk al­tın derisinde bu miktar 1000000'u geçebilir.

Deri florasını oluşturan bakterilerin önemli bir kısmı saç folliküllerinin üst kısmı ile derinin stratum corneum tabakasında bulunurlar. Derinin mekanik veya kimyasal maddelerle temizlenmesinden sonra buralardaki bakteri kolonileri azalır. Bir süre son­ra eski haline döner.

Konjuktiva Florası

Normal konjuktiva florası orijinini deriden alır. Kişinin deri florasını şekillendiren bak­terilerin bir çoğu göz kapağı mukozasında da yer alır. Göz yaşı, mekanik olarak yıka­ma ve antimikrobiyel içeriği ile mukozayı enfeksiyonlardan korur. S. epidermidis'ler, difteroidler ve bazı mayalar en sık rastlanabilen flora etkenleridir.

Mikrobiyel Flora

Mikrobiyel Flora

Bir canlı veya doğal ortamda normal olarak bulunan ve zarar vermediği gibi yararı olan çeşitli mikroorganizma cins ve türlerinin bir denge içerisinde yaşadığı mikroorga­nizma topluluğuna o canlı veya doğal ortamın mikrobiyel florast denir. Sağlıklı bir an­nenin bebeği intrauterin dönemde sterildir. İnsanın mikroorganizmalarla tanışması doğumla başlar. Yenidoğan bebeğin deri ve mukozaları annenin genital sistem florasındaki mikroorganizmalarla kaplanır. Daha sonra hastane ve ev ortamında bulunabilen başka mikroorganizmlarla mikrobiyel flora zenginleşir. Doğumu takiben vücudun de­ğişik bölgelerine yerleşen mikroorganizmalar, zamanla değişmekle birlikte, konakçı­nın deri, ağız, nazofarinks, özefagus, barsaklar, göz, kulak, ürogenital sistem mukoza­sı gibi yerleri kaplayarak, patojen mikroorganizmalardan konakçıyı korurlar.

Vücudun değişik bölgelerinde farklı mikrobiyel flora kombinasyonlarının veya bak­terilerin bulunması ile ortamın pH'sı, nemi, hücrelerin farklılığı, deri ve mukozalarda-ki farklı salgıların biyokimyasal bileşimlerinin farklılıkları ile farklı antimikrobiyel maddeler içermelerinden kaynaklanır. Örneğin, koltuk altı ve kasık bölgeleri terleme­lerden ötürü diğer deri kısımlarına göre daha nemli olduğundan mikroorganizmaların üremesi için daha uygun yerleri oluştururlar.

İç organlarda (karaciğer akciğer, dalak, böbrek, kalp, pankreas, periton, uterus, idrar kesesi, vs) kaslarda, kemik, ve kemik iliğinde, kıkırdaklarda, beyin ve beyin-omurilik sıvısında vs) mikroorganizma bulunmaz. Bu doku ve organlarda mikroorganizma bu­lunması enfeksiyonu ifade eder. Örneğin, ağız florasında bulunan Streptokokların oral müdahaleden sonra kan dolaşımına geçmesi bakteriyemi olarak isimlendirilir. Bu tip bir bakteriyemi genellikle kısa sürede savunma sistemince ortadan kaldırılır. Bakteri­yemi bağışıklık sistemi tarafından kontrol edilemez ise septisemi gelişir.

Yenidoğanın florası, bulunduğu çevreye, beslenmeye, annenin florasına, vs faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Saprofit mikroorganizmaların yanısıra patojenlerde bulunabilir. Yenidoğanlar çevrelerindeki her şeyi alıp, dokunup ağızlarına götür­me/alma içgüdüsü içerisinde olduklarından patojenlerden korunmaları için el hijyeni önem kazanmaktadır. Bu sebeplerle bebeklerde ağız florası annenin florası özellikle de deri florası ile yakından ilişkili iken çok karmaşık ve değişken bir yapı sergilemeye baş­lar. Bu durum ergenliğe kadar sürer ve nihayet erişkin dönemde mikrobiyel flora den­gesi sabitleşmeye başlar. Bu yüzden vücudun mikroorganizma florası Geçici flora ve Kalıcı flora olarak iki kısımda incelebilir.

Örneğin ağız yoluyla alınan geniş spektrumlu antibiyotikler, sindirim sistemindeki bak­teri florası arasındaki dengeyi bozarak, (duyarlı olanlar ölüp dirençli olanlar kalacağı için) bir süre flora (bakteri cins/türleri ile bunların birbirlerine olan oranlar/sayıları) de­ğişecektir. Kimi durumlarda sindirimde etkili olan bakteriler azaldığından hasta besin sindiriminde güçlük çekecektir. Bilinçsiz antibiyotik kullanımları (reçeteli/reçetesiz, an-tibiyoğramsız, tesadüfi geniş spektrumlu antibiyotik kullanımları) sonucunda toplum­da antibiyotiklere dirençli (bakteriler arası gen aktarımlarının da etkisi ile) bakteri popu-lasyonunda artışa yol açmakta,, hatta bir enfeksiyonun kontrolü için antibiyotik kul­lanılırken başka bir enfeksiyonun/miks enfeksiyon oluşmasına sebep olunmaktadır.

Canimin kalıcı florası değişik uygulamalarla azaltılsa veya yok edilse bile, konakçının bağışıklık sisteminin bozulmadığı durumlarda kısa sürede flora normal hale döner. Ör­neğin bir operasyon öncesinde antiseptiklerle temizlenen deri florası birkaç gün içeri­sinde eski haline kavuşur.

Mutualizm Komensalizm Antagonizm Nedir

Mikroorganizmalarda Birlikte Yaşam

Mikroorganizmalar doğada ve konakçıda genellikle 2-3 türü bir arada yaşarlar. Mikro­organizmalar bu birliktelikleri sırasında birbirlerinin üreme/çoğalmaların üzerine olumlu ve olumsuz etkilerde bulunurlar. Mikroorganizmaların kendi aralarındaki ve konakçı ile olan birliktelikleri önceleri genel olarak sembiyozis denilmiştir. Sembiyoziste eğer bir mikrocanlı ortağı üzerinde yaşıyorsa ektosembiyozis, içeririsinde yaşı­yorsa endosmbiyozis denir. Mikroorganizmalar arasındaki yaşama şekilleri 3 kısma ayrılarak incelenmektedir.

1. Yardımlaşma temeline dayanan yaşama şekli. Mutualizim, komensalizim
2. Yaşamı zorlaştıran yaşama şekli. Antagonizim
3. Zarar veren yaşama şekli. Parazitizim, opurtunizim,

Mutualizm Nedir, Mutualist Yaşam

Bazı bakteriler, aynı ortamda beslenirken bir diğerine yararlı olan bazı maddeler veya etkiler sağlarlar. Örneğin, Lactabacillus arabinosus ve Streptococcus faecalis beraber ürer iken ayrı ayrı ürediklerinden daha fazla ürerler. Çünkü, L. arabiııosus, ürerken ortama folik asit sentezler. Folik asitte Str. faecalis'in üremesinde hücre faaliyetlerinde çok gereklidir. Str. faecalis ise L. arabinosus için gerekli olan fenilalanin'i sentezler. Aralarında sembiyozis olan bakteriler tek başların üreyebilmeleri için besi ortamında bakteri için gerekli olan tüm besin maddelerinin bulunması gerekir. Bakterilerle proto-zoonlar, bakterilerle algler, bakterilerle ruminantlar, bakterilerle bitkiler ve hatta bak­terilerle insanlar arasında da sembiyozis vardır. Örneğin, insanların sindirim sistemi florasındaki bakteriler olmasa, insanlar yedikleri bir çok besin sindirimini yapamazlar. Mutualist yaşayan patojen mikroorganizmlar, aynı zamanda bulundukları konakçıda tek başlarına yapabildikleri enfeksiyondan daha tehlikelisini (sinerjik etki) yaparlar.

Komensalizm Nedir, Kommensalizm Tek Taraflı Yardımlaşma

Komensal sembiyoziste mikroorganizmalardan biri yarar görürken diğeri için yarar yada zarar söz konusu değildir. Bazı bakteriler, besiyerlerindeki her besini ayrıştırıp parçalayacak ve besin olarak kullanabilecek enzimlere sahip değildir. Bu tip enzimi olan bir başka mikrop ile birlikte yaşadığında daha kolay çoğalabilir. Mesela, Escherichia coli arjinini parçalayacak enzimi olmadığından arjinin esaslı besiyerinde üreyemez. Eğer Str. faecalis ile birlikte ise bu bakteri arjinin'i ornithin'e çevirir. E.coli ornitinle beslenerek üremeye başlar. Bu iki bakteri insan ve hayvanların barsak flo­ralarında bulunurlar.

Antagonizm Nedir, Antagonistik Etki

Bazı mikroorganizmalar, üredikleri ortama salgıladıkları metabolizma artıkları ile ge­nellikle ortam pH'sını (aside çevirerek), ozmotik basıncını ve yüzey gerilimini değişti­rirler. Bu durumda diğer mikroorganizmanın enzimlerinin aktifleşemeyeceği hatta öleceği zemin hazırlarlar. Bazı toksik maddelerle veya antimikrobiyal ürünleri (bakteriyosinler, antibiyotikler ) ile de doğrudan diğerinin üremesini kontrol altına alırlar. Örneğin, Lactabacillus'lar, yoğurtta hızlı bir şekilde laktik asit üreterek diğer bakteri­lerin üremesini hatta yaşamasını önlerler.

Antagonist etkiden haraketle, mikroorganizmaları üretip diğer mikroorganizmalar üzerinde üremeyi durdurucu (mikrobiostatik, bakteriostatik) ve/veya öldürücü (mikrobiolitik, bakteriolitik) etki göstermeyi izah için antibiyotik tabiri VVaksmann tara­fından kullanılmıştır. Penicillium notatum''dan elde edilen penisilinler ilk antibiyotiktir (Aleksandr Fleming). Bacillus brevis'in sentezlediği Gramicin, Streptomyces cinsi man­tarların sentezledikleri, streptomisin, kloramfenikol, tetrasiklinler, kanamisinler ör­nek olarak verilebilir.

Bakteriosinler ise ilk olarak 1925'te Escherichia coli'de. bulunmuştur. Daha sonraları Streptokoklarda, pseudomonaslarda ve daha bir çok bakteride bakteriosin sentezi tes­pit edilmiştir.

Parazitizm, Parazitik

İnsan ve hayvanlarda enfeksiyon oluşturan tüm mikroorganizmaları (bakteri, virüs, mantar, protozon, helmint, askarid, vs) parazit olarak kabul edebiliriz. Konakçının bakteri olduğu durumlarda ise parazit genellikle bakteriofajlardır (bakteri virusu). Parazitik yaşam şekli bir canlının diğer bir canlı üzerinde veya içinde zarar vererek veya faydası olmadan gerçekleşen bir sembiyotik yaşam şeklidir.

Opurtunizim

İnsan ve hayvanların sindirim sistemi, üst solunum sistemi, ürogenital sistemi, deri ve mukozalarında normal olarak yaşayan ve buraların mikroflorasını oluşturan mikroor­ganizmalar bulunur. Mikrofloranın önemli bir çoğunluğu canlıyı patojenlerden korur­ken, çok az bir kısmı konakçının sağlık dengesinin kısmen bozulduğu, zayıfladığı du­rumlarda konakçısını hastalandırırlar. Bu duruma opurtunizim, bu tip mikroorganiz­malara da opurtunist mikroorganizma veya fırsatçı patojenler denir.

Bakteri Enzim Bakteri Enzimleri

Bakteri Enzimleri, Bakteri Enzim

Bakteri hücrelerinde memelilerdeki gibi her tür enzim bulunmaz. Hidrolizan karakter­deki enzimler genellikle tüm bakterilerde bulunur. Oksidazlar, redüktazlar ve dekar-boksilazlar bazı bakterilerde bulunur. Bu enzimlerin bir bakteri cinsinde/türünde sentezlenmesi o türün ortamdaki besinlerden daha iyi yararlanabileceğini ifade ederken aynı zamanda laboratuvarda bu enzimlerinin ortaya konularak teşhis edilmelerinde kullanılır. Örneğin; koagülaz testi, hiyalüronidaz testi, hemoliz testi, kollajenaz testi, fibrinolizin testi, lökosidin testi, Lesitinaz testi, nöraminidaz testi, oksidaz testi, katalaz testi, üreaz testi, ornitin dekarboksilaz testi, jelatinaz testi, glikoz, laktoz, vs oksidasyon redüksiyon testleri. Bakterilerin çok çeşitli enzimlere sahip olmaları aynı za­manda birer patojenite kriteri olarak ta kullanılır.

Hiyalüronidaz – Memeli dokularda hücre içinde bulunan hiyalüronik asidi parçalayarak, enfeksiyonun dokudaki diğer hücrelere yayıl­masını kolaylaştırır. Streptokoklar, Stafilokoklar, Klostridiumlar, Koribakteriler ve daha bir çok bakteride bulunur.

Hemoliz - Kanlı ağarda ürerken görülebilen hemoliz enzimi varlığı, eritrositleri ve diğer hücreleri parçalayan bir enzimdir. Bir çok bakteri de bulunur.

Nörominidaz - Tükürükte sialik asitin azalmasına sebep olarak diş plakları­nın oluşmasında etkili olan bir enzim, ağız ortamındaki glikoproteinlerin diş üzerine çökelmesinde dolaylı rol alır. Streptokoklarda ve Corynebacterialarda bulunur.

Katalaz - Birçok bakteride bulunur (Streptokoklar hariç).

Enzim İsimleri Enzimlerin Cesitleri

Enzim İsimleri, Enzim Çeşitleri

Enzimler katalize ettikleri reaksiyonların özelliğine yada etkidikleri substrata göre isimlendirilirler. Bu sebeple, isimlerinin sonuna "ase." eki getirilir. Proteinlere etkiyen­lere proteinase, yağlara etkiyenlere lipase, karbonhidratlara etkiyenlere karbonhidrase, üreye etkiyene ürease, gibi genel isimlendirme yapılır.

Reaksiyona göre oksidasyon yapan enzimlere oksidaz, redüksiyon yapanlara redüktaz, dekarboksilasyon yapanlara dekarboksilaz, hidrolizasyon yapanlara hidralaz'lar denir. Önceleri bu sistematik isimlendirme kullanılmadığından bir kısım enzimler rastgele isimlendirilmiştir. Örneğin tükürükte bulunan ve nişasta sindiriminde etkili olan pit-yalin, midede bulunan ve proteolitik karakterdeki pepsin, pankreastan sentezlenen proteolitik karakterdeki tripsin.

Enzimler katalize ettikleri reaksiyonlara göre Enzimlerin Çeşitleri 6 ana gruba ayrılırlar.

1- Oksidoredüktazlar.
2- Tranferazlar.
3- Hidrolazlar
4- İzomerazlar
5- Liyazlar
6- Ligazlar

Apoenzim Enzim Koenzim Holoenzim Nedir

Bakterilerde Besin Sindirimi ve Enzimler, Bakteriler Hakkında Bilgi

Enzimler, canlı hücreler tarafından sentezlenen organik ve katalitik özeliklere sahip maddeler olup biyokimyasal olayların hızlı bir şekilde gerçekleşmesinde görevlidirler. Enzimler reaksiyona giren maddelerle geçici bileşikler oluşturarak reaksiyonun kısa sürede tamamlanmasını sağlarlar. Bu maddeler olmadan biyokimyasal olayların ger­çekleşmeleri yaklaşık olarak 109 kere daha yavaştır.

Mikroorganizmalar besinlerini (protein, karbonhidrat, lipid) hücre içine alabilecek moleküler boyutlara getirebilmek için bazı enzimler sentezlerler. Bu enzimler hücre içerisinde üretilir. Bir kısmı endoenzimler olarak içeride kalırlar. Bir kısmıda dış orta­ma (ekzoenzimler) salgılanırlar.

Reaksiyonların başlangıcında, reaksiyona giren madde (substrat) ile geçici bileşikler oluşturan enzimler, reaksiyonun bitiminde ayrılarak yeni reaksiyonları katalize etmek üzere normal yapılarına dönerler. Kaybolmadıkları için çok az miktarları bile kısa bir süre içerisinde çok sayıda biyokimyasal olayı katalize edebilir. Örneğin 2 mi yoğun tripsin enzimi pH'sı 7.5 olan bir ortamda 37°C'de yaklaşık 3 kg eti hidrolize edebilir. Saf enzimler kendi miktarının yaklaşık 100.000-1.000.000 katı kadar proteini hidrolize edebilmektedir.

Enzimlerin sentezlenmesindeki genetik aksaklıklar veya enzimin yapısındaki çok kü­çük değişiklikler bile bakterilerin besinleri enzimatik sindirime tabi tutamamalarına, beslenememelerine ve üremelerinin durmasına hatta ölmelerine sebep olabilir. Canlı­daki her enzim belli bir substrata özgü olup etkidiği aşama sınırlıdır. Bu aşamadan sonra başka enzimler devreye girer ve bu işlem birbiri ardısıra devam eder. Sonuçta be­sinler birçok enzimin etkisi ile hidrolize edilirler. Eğer bu aşamaların bir yerindeki her­hangi bir enzimin aktivitesi yetersiz veya olmaz ise reaksiyon tamamlanamaz. Enzim­ler o kadar spesifiktirler ki, proteinlere etkiyen bir enzim karbonhidratlara etkisizdir. Hatta L- aminoasitlere (örneğin L-arginin, D- arginin) etkiyenler D- aminoasitlere etkimezler.

Enzimler, kolloidal özellikte ve protein yapısında olduklarından fiziksel (pH, ısı, ışık vs) ve kimyasal (asit, alkali, mineraller vs) faktörlerden kolay etkilenirler. Moleküler ağırlıkları 10.000 dalton ile 1.000.000 dalton arasında değişmektedir.

Enzimler, temel olarak 2 yapıdan oluşurlar.

1- Apoenzim nedir; Protein yapısında, sıvısal, ısıya duyarlı ve diyalize edilemeyen inaktif kısım

2- Enzim Koenzim. Protein yapısında olmayan ısıya dayanıklı, küçük moleküler ağırlıklı ve inaktif organik kısım.

Apoenzim (İnaktif ) + Koenzim (İnaktif) = Holoenzim (Aktif)

Bu inaktif kısım birleşince aktif enzim oluşur. Buna holoenzim veya konjuge enzim denir. Bu sebeple, enzimler, moleküler ağırlıkları düşük yapıdaki organik bir moleküle (koenzim) bağlanmış proteinler olarak tanımlanırlar.

Bazı enzimler, hücrede sentezlendiklerinde genellikle inaktif durumdadırlar (proenzim). Aktif hale geçebilmeleri için kofaktör denilen maddelerle aktive edilmeleri gere­kir. Örneğin, tripsinojen proenziminin aktif tripsin kısmı barsakta sentezlenen enterokinase tarafından aktive edilerek (aktif) tripsin haline dönüştürülür. Organik yapı­daki fosfatları hidrolize eden fosfatase enzimi magnezyum iyonlarınca uyarılır. Kofaktörler hücre içinde veya dışında bulunabilirler.