Dezenfeksiyon ve Antisepsis
El antisepsisi. İnsanın mikroorganizma ile en fazla temas eden organı olan el, günlük hayatta en yaygın şekliyle su ve sabunla yıkanarak dezenfekte edilmeye çalışılır. Sabunlar (ve dezenfektanlar) su ile iyice köpürtüldüklerinde bakterilerde yüzey gerilimini düşürerek hücre duvarı ve sitoplazmik zarına zarar verdikleri gibi mekanik olarak-ta el derisinden suyla atılmalarını sağlarlar. Bu sebeplerle sabunlarla el yıkama işi 2-3 dakika sürmelidir. Hastane ortamında ve doğrudan enfeksiyonlu hastalarla temasta olanların hekzaklorofenli veya kreozollü sabunlar kullanması daha da etkili olur.
Ameliyat öncesi el antisepsisi, kreozollü veya hekzaklorofenilli sabunlarla (7 dakika) yıkadıktan sonra %70 alkol 3 dakika elde kalacak şekilde yapılır. Gerekirse tekrar kreozollü /hekzaklorefenli sabunla yıkanır.
Metil alkol (%75)'e, % 3 hidroklorik asit (HC1) karışımı M. tubercuhsis'i bile 1-2 dakikada öldürdüğünden saha şartlarında en ideal el antiseptiğidir.
Deri antisepsisi ve Yara temizliği. Ameliyat edilecek bölge için en etkin antiseptik tentürdiyottur. Deri bolca tentürdiyot emdirilmiş gazlı bezle merkezden çevreye doğru silinir. İrritan etkiyi azaltmak için fazlası alkolle silinir.
Enjeksiyon yapılacak deri antisepsisinde en etkin yöntem tentürdiyot ve alkolün birlikte kullanımıdır. Ancak pratikte en çok alkol, alkol iyode, % 0.1'lik mertiolet kullanılır.
Toprak, çivi, cam veya benzeri maddelerle kirlenmiş yaralarda kirleticiler ayıklandıktan sonra sabunlu su, % 3 hidrojen peroksit (aerob ve anaerobları okside ederek öldürür) ile yıkanır. Yaraya sabunlu su yerine %1'lik benzalkonyum klorür daha iyi etkir.
Kuduzdan şüpheli yaralar biraz genişletilerek acilen, sabunlu su, benzalkoyum klorür ile iyice yıkanır. Alkol veya iyotlu antiseptiklerlede antisepsi sağlanır. Kesinlikle dikiş konulmaz.
Bina - Oda Dezenfeksiyonu. Bakteri ve viruslarla bulaşma olasılığı olan binaların duvar yer ve tavanları, deterjanlarla veya sodyum hipoklorid (çamaşır suyu) ile yıkandıktan sonra %3-5 fenol, % 5 krezol ile silinerek dezenfekte edilebilir. İnsanların olmadığı durumlarda, bakteri (sporlu-sporsuz), virüs ve mantarla bulaşık binalarda en ideal, ekonomik ve etkili yöntem formol, formol + potasyum permanganat fumigasyonudur.
Formol sıvı (paraformaldehitin sudaki % 37'lik solüsyonu) paraformaldehit ise katı halde olup, ısıtıldıklarında veya oda derecesinde (formalin) püskürtüldüğünde gaz haline dönüşerek her tarafa nüfuz edebilme yeteneğinde bir dezenfektandır. Bu amaçla, her tarafı iyice kapatılmış % 70 nemli ve 22°C'deki bir mekanın 10 m3'ü için 200 mi formol alttan ısıtılarak (örn. Metal bir kaba konulan formalin elektikli bir ısıtıcı üzerinde ısıtılarak) dezenfeksiyon yapılabilir. Formalin, hacminin 2 katı su ile sulandırılıp pülverizatörle (basınçlı ilaçlama pompaları) ile içeriye püskürtülerek de uygulanabilir. Uygulayıcının maske kullanması gerekir. Formalin + potasyum permanganat fumigasyonu daha da etkilidir.
Clostridium tetani, Cl. perfiringens, Cl septicum ve Bacillus anthracis gibi sporlu bakteriler, kontamine ameliyathaneler, kasaplar, mezbahalar ve lokanta mutfakları, ısıdan etkilenmeyen yer ve duvarlar alevden geçirilebilir.
Çamaşır ve benzeri malzemeler. En etkili yöntem kaynatma ve otoklavlamadır. Kaynatma suyuna çamaşır suyu katılması etkiyi artırır.
Su dezenfeksiyonu. İçme sularının dezenfeksiyonunda çeşitli kimyasal ve fiziksel yöntemler kullanılabilir. En yaygın yöntem klor verici maddelerle yapılır. Bu amaçla otomatik dozajlama cihazları veya klorinatör de denilen basit bir sistemle (borudan geçen su miktarına bağlı olarak ayarlanan dozda kloru suya verir) suyun düzenli klorlanma-sıdır. Su dezenfeksiyonu için en ekonomik ve en kolay uygulanabilenleri klor gazı/ klor tabletleri ve kireç kaymağıdır. Klor gazı, 1 litre suda 1 mg olacak şekilde hesaplanmalıdır. Klorun dezenfektan etki gösterebilmesi için su ile 30 dakika temas etmesi gerekir. Tablet kullanılacaksa, tabletin ölçüsüne göre suya atılır. 30 dakika sonra kullanıma sunulur. Kireç kaymağının % 25'i aktif klor olarak değerlendirildiğinden 40 gr kireç kaymağı (10 gr aktif klor) 1 litre su ile sulandırılır. Çökelmesi için 20 dakika kadar beklenir. Üst sıvı ayrı bir kaba alınır ve bu sıvıdan 1 litre su için 3 damla hesabı ile suya katılır. Bu sıvı dozajlama cihazı ile suyun akış hızına göre hesaplanarak kullanılabilir.
Sudaki klor tadı ve kokusu, 30 dakika sonra suyun litresi için % 10'luk sodyum tiyo-sülfat'tan 1 ml eklenerek giderilebilir. Ozon, su dezenfeksiyonu için litre suya 0.4 mg hesaplanarak kullanılır. 4 dakikada dezenfekte eder. Kalıcı etkisi yoktur. Sporlu basillere klordan daha etkilidir. Pahalı olduğundan kullanımı sınırlıdır.
Dezenfektan Dezenfektanlar Dezenfeksiyon
Dezenfeksiyon Teknikleri ve Kullanılan Dezenfektanlar
Dezenfeksiyon tekniklerine girmeden evvel dezenfektanlar ve dezenfeksiyonda etkili faktörlerin bilinmesi gerekir.
1. Dezenfekte edilecek maddedeki mikroorganizma sayısı, cinsi/cinsleri. Sporlu bakteriler dezenfektanlara oldukça dirençlidirler. Dezenfektanlar genellikle bakterilerin vejetatif (sporsuz, bölünüp, üreyen aktif hücre) formlarına etkilidirler. Mikroorganizmanın çokluğu ve ortamdaki organik madde miktarı dezenfektanların etkisinin azalmasına sebep olur. Bir cins içindeki mikroorganizmalar hatta aynı tür içerisindekiler bir dezenfektana hassasiyeleri farklı derecelerde olabilir.
2. Dezenfektanın dozu ve temas süresi. Her bir grup dezenfektanın belli tür ve sayıdaki mikroorganizmaya optimum doz ve etki süresi değişiktir. Genellikle doz arttıkça etkileride artar. Ancak belirli bir yoğunluktan sonra antimikrobiyel etkideki artış durur. Bazı dezenfektanlar düşük yoğunlukta mikrobiyostatik, yüksek yoğunlukta mikrobiyolitik/mikrobisit etki gösterirler. Ticari dezenfektan ve antiseptikler farklı ve kombine üretildiklerinden kullanım doz ve sürelerine dikkat edilmelidir.
3. Ortam ısısı. Dezenfektanların etkisi, ısı ile güçlendirilebilir.
4. Ortam p>H'sı. Dezenfektanlar genellikle pH = 7'de optimum etkirler.
5. Dezenfektanların Sinerjik/Antogonistik etkileşimi. Bazı dezenfektanlar, başka kimyasal maddelerle geçimsizdir (antagonist). Örneğin karbon ve demir klorür, fenollerin; sabunlar benzalkonyum klorürün etkisini zayıflatırlar. Bazı dezen-fektalar ise sinerjik etkirler.
Dezenfektanların Etki Mekanizmaları
1. Protein denatürasyonu yapan dezenfektanlar. Proteinlerin üç boyutlu molekülleri arasındaki kovalant (disülfit bağları) ve nonkovalent bağlarla (iyonik, hidro-fobik ve hidrojen bağları) bağlanmış polipeptid zincirlerden ibaret olduğundan, bazı kimyasal maddelerden (ve ısı, ışık vb fiziksel olaylardan) kolay etkilenerek bozulurlar ki bu olaya denatürasyon (doğal yapısının bozulması, aktivite kaybı vs) denir. Alkol (%70), fenol (%l-2) asitler ve alkaliler bu şekilde etkirler.
2. Hücre duvarı ve sitoplazmik membrana etkiyen dezenfektanlar. Mikroorganizmaların (özellikle Gram negatif bakterilerin) hücre duvarları lipoprotein ağırlıklı yapıda olduğundan, yüzey aktif dezenfektanlar (sabunlar deterjanlar, benzalkonyum klorür ve fenoller) bu yapıya etkiyerek ve sitoplazmik membranın selektif geçirgenliğini bozarak ölmelerine sebep olurlar. Deterjanlar ve sabunlar mikroorganizmlarda yüzey gerilimini düşürürler.
3. Mikroorganizmaların enzimlerini bozan dezenfektanlar. Sistein içeren enzimler, yan zincirlerinde sülfidril (-SH) grupları bulundururlar. Koenzim A, alkil grubunun taşınması için en azından bir serbest sülfidril grubu taşır. Bazı dezenfektanlar bakteri enzimlerinin bu grupları veya diğer substratları ile bileşikler yaparak enzimlerin fonksiyonlarını bozarak etkirler. Örneğin. Klor, sodyum hipoklorid, kalsiyum hipoklorid, sönmemiş kireç, iyot, potasyum permanganat, hidrojen peroksit, tuz, civa, gümüş, bakır ve arsenik bu şekilde etkirler.
4. Nükleik asitlere etkiyen dezenfektanlar. Mikrobiyolojide bakteri, maya mantar ve protozoonların boyanarak mikroskopta incelenmesinde kullanılan boyalar nükleik asitlerle bileşikler yapıp aktivitelerini bozarak etkirler. Malaşit yeşili, metilen mavisi, brillant green, krital viyole, akridin vs) Formalin, formaldehit, etilen oksit gibi dezenfektanlar purin ve pirimidin bazları ile reaksiyona girerler.
Dezenfeksiyon tekniklerine girmeden evvel dezenfektanlar ve dezenfeksiyonda etkili faktörlerin bilinmesi gerekir.
1. Dezenfekte edilecek maddedeki mikroorganizma sayısı, cinsi/cinsleri. Sporlu bakteriler dezenfektanlara oldukça dirençlidirler. Dezenfektanlar genellikle bakterilerin vejetatif (sporsuz, bölünüp, üreyen aktif hücre) formlarına etkilidirler. Mikroorganizmanın çokluğu ve ortamdaki organik madde miktarı dezenfektanların etkisinin azalmasına sebep olur. Bir cins içindeki mikroorganizmalar hatta aynı tür içerisindekiler bir dezenfektana hassasiyeleri farklı derecelerde olabilir.
2. Dezenfektanın dozu ve temas süresi. Her bir grup dezenfektanın belli tür ve sayıdaki mikroorganizmaya optimum doz ve etki süresi değişiktir. Genellikle doz arttıkça etkileride artar. Ancak belirli bir yoğunluktan sonra antimikrobiyel etkideki artış durur. Bazı dezenfektanlar düşük yoğunlukta mikrobiyostatik, yüksek yoğunlukta mikrobiyolitik/mikrobisit etki gösterirler. Ticari dezenfektan ve antiseptikler farklı ve kombine üretildiklerinden kullanım doz ve sürelerine dikkat edilmelidir.
3. Ortam ısısı. Dezenfektanların etkisi, ısı ile güçlendirilebilir.
4. Ortam p>H'sı. Dezenfektanlar genellikle pH = 7'de optimum etkirler.
5. Dezenfektanların Sinerjik/Antogonistik etkileşimi. Bazı dezenfektanlar, başka kimyasal maddelerle geçimsizdir (antagonist). Örneğin karbon ve demir klorür, fenollerin; sabunlar benzalkonyum klorürün etkisini zayıflatırlar. Bazı dezen-fektalar ise sinerjik etkirler.
Dezenfektanların Etki Mekanizmaları
1. Protein denatürasyonu yapan dezenfektanlar. Proteinlerin üç boyutlu molekülleri arasındaki kovalant (disülfit bağları) ve nonkovalent bağlarla (iyonik, hidro-fobik ve hidrojen bağları) bağlanmış polipeptid zincirlerden ibaret olduğundan, bazı kimyasal maddelerden (ve ısı, ışık vb fiziksel olaylardan) kolay etkilenerek bozulurlar ki bu olaya denatürasyon (doğal yapısının bozulması, aktivite kaybı vs) denir. Alkol (%70), fenol (%l-2) asitler ve alkaliler bu şekilde etkirler.
2. Hücre duvarı ve sitoplazmik membrana etkiyen dezenfektanlar. Mikroorganizmaların (özellikle Gram negatif bakterilerin) hücre duvarları lipoprotein ağırlıklı yapıda olduğundan, yüzey aktif dezenfektanlar (sabunlar deterjanlar, benzalkonyum klorür ve fenoller) bu yapıya etkiyerek ve sitoplazmik membranın selektif geçirgenliğini bozarak ölmelerine sebep olurlar. Deterjanlar ve sabunlar mikroorganizmlarda yüzey gerilimini düşürürler.
3. Mikroorganizmaların enzimlerini bozan dezenfektanlar. Sistein içeren enzimler, yan zincirlerinde sülfidril (-SH) grupları bulundururlar. Koenzim A, alkil grubunun taşınması için en azından bir serbest sülfidril grubu taşır. Bazı dezenfektanlar bakteri enzimlerinin bu grupları veya diğer substratları ile bileşikler yaparak enzimlerin fonksiyonlarını bozarak etkirler. Örneğin. Klor, sodyum hipoklorid, kalsiyum hipoklorid, sönmemiş kireç, iyot, potasyum permanganat, hidrojen peroksit, tuz, civa, gümüş, bakır ve arsenik bu şekilde etkirler.
4. Nükleik asitlere etkiyen dezenfektanlar. Mikrobiyolojide bakteri, maya mantar ve protozoonların boyanarak mikroskopta incelenmesinde kullanılan boyalar nükleik asitlerle bileşikler yapıp aktivitelerini bozarak etkirler. Malaşit yeşili, metilen mavisi, brillant green, krital viyole, akridin vs) Formalin, formaldehit, etilen oksit gibi dezenfektanlar purin ve pirimidin bazları ile reaksiyona girerler.
Suzme Filtrasyon ile Sterilizasyon
Süzme/Filtrasyonla Sterilizasyon
Sıvıların içerdikleri mikroorganizmaların adsorbsiyon veya mekanik esaslı süzülmesi esasına dayanan sterilizasyon tekniği, mikroorganizmaların büyüklükleri dikkate alınarak sıvılardaki bakterilerden arındırmak için geliştirilmiştir. Bunlara milipor fitre denilir. Bu filtrelerden viruslar geçerler. Son yıllarda virusları yoğunlaştırmada mikropor (25 nm'ye kadar) filtreler geliştirilmiştir. Süzülecek sıvı önce daha büyük porlu filtrelerden süzüldükten sonra istenen milipor filtreden (0.22 mcm, 0.45 mcm, 0.65 mcm, 1.0 mcm vs) geçirilir.
Işınlama ile sterilizasyon
Bu amaçla daha çok X İşınları ve Gama ışınları kullanılır. Ultraviyole ışınları penetrasyonu az olduğundan plastik ve cam malzeme içine bile etkimediğinden pek tercih edilmez. Kullanım alanı daha çok gıda sektörü olmakla birlikte, sağlık sektöründe plastik malzemeden yapılmış protezler, kateterler, katgütler, yapay kalp kapakçıkları vb maddelerin sterilizasyonunda kullanılırlar. Gamma ve X ışınları, 2 M rad dozunda kullanılanarak sporlu bakterilere bile etkirler. Nükleik asitleri bozarak inaktivasyon sağlarlar.
Sıvıların içerdikleri mikroorganizmaların adsorbsiyon veya mekanik esaslı süzülmesi esasına dayanan sterilizasyon tekniği, mikroorganizmaların büyüklükleri dikkate alınarak sıvılardaki bakterilerden arındırmak için geliştirilmiştir. Bunlara milipor fitre denilir. Bu filtrelerden viruslar geçerler. Son yıllarda virusları yoğunlaştırmada mikropor (25 nm'ye kadar) filtreler geliştirilmiştir. Süzülecek sıvı önce daha büyük porlu filtrelerden süzüldükten sonra istenen milipor filtreden (0.22 mcm, 0.45 mcm, 0.65 mcm, 1.0 mcm vs) geçirilir.
Işınlama ile sterilizasyon
Bu amaçla daha çok X İşınları ve Gama ışınları kullanılır. Ultraviyole ışınları penetrasyonu az olduğundan plastik ve cam malzeme içine bile etkimediğinden pek tercih edilmez. Kullanım alanı daha çok gıda sektörü olmakla birlikte, sağlık sektöründe plastik malzemeden yapılmış protezler, kateterler, katgütler, yapay kalp kapakçıkları vb maddelerin sterilizasyonunda kullanılırlar. Gamma ve X ışınları, 2 M rad dozunda kullanılanarak sporlu bakterilere bile etkirler. Nükleik asitleri bozarak inaktivasyon sağlarlar.
Kimyasal Maddelerle Sterilizasyon
Kimyasal maddelerle sterilizasyon
Kimyasal maddeler kullanılarak sterilizasyon tekniği plastik malzeme, ısıdan etkilenen sıvılar, aşılar, antiserumlar vs için kullanılır.
Örnek. 1. Etilen oksit (CH2OCH2). Etilen oksit 10.8°C'nin altında sıvı, bu derece ısının üzerinde gaz halde bir maddedir. Saf etilen oksit çok toksik ve patlayıcı olduğundan, % 10 luk C02 (karbondioksid) veya %20 lik C02 ile karışımı (Oksifume) halinde kullanılır. Gaz kağıt yada polietilen ambalajları bile geçerek temas ettiği yüzeylerdeki mikroorganizmaları öldürdüğünden her türlü maddenin sterilizasyonunda kullanılabilir. Ancak, özel bir oda yada dolap içerisinde uygulanması bir taraftan içerideki havanın alınacağı vakum pompası diğer taraftan gazın (hacime, süreye ve ısıya göre) verildiği bir sistem olmalıdır. Etilen oksit, düşük ısıda uzun süre (20°C'de 18 saat) tutularak az dozda uygulandığında 1 litre hacim için 200mg kullanılır. Yüksek ısıda kısa sürede (55-60°C'de 3-4 saat) sterillemek için 800-1000 mg /l litre hacim dozunda uygulamak gerekir.
Laboratuvar besiyerlerinde kullanılan sıvılara, thymol (%1 oranında) ve kloroform (%7.5 oranında), aşıların inaktivasyonunda formaldehit (% 0.5), etilenimin, betapro-piolaktan ilave edilerek ve uçurularak/inaktive edilerek, sterilizasyon sağlanabilmektedir. Biyolojik maddelerde bakteriyel/fungal kontaminasyonları engellemek, viral aşıları bakteriyel bulaşmalardan korumak için antibiyotikler kullanılır.
Kimyasal maddeler kullanılarak sterilizasyon tekniği plastik malzeme, ısıdan etkilenen sıvılar, aşılar, antiserumlar vs için kullanılır.
Örnek. 1. Etilen oksit (CH2OCH2). Etilen oksit 10.8°C'nin altında sıvı, bu derece ısının üzerinde gaz halde bir maddedir. Saf etilen oksit çok toksik ve patlayıcı olduğundan, % 10 luk C02 (karbondioksid) veya %20 lik C02 ile karışımı (Oksifume) halinde kullanılır. Gaz kağıt yada polietilen ambalajları bile geçerek temas ettiği yüzeylerdeki mikroorganizmaları öldürdüğünden her türlü maddenin sterilizasyonunda kullanılabilir. Ancak, özel bir oda yada dolap içerisinde uygulanması bir taraftan içerideki havanın alınacağı vakum pompası diğer taraftan gazın (hacime, süreye ve ısıya göre) verildiği bir sistem olmalıdır. Etilen oksit, düşük ısıda uzun süre (20°C'de 18 saat) tutularak az dozda uygulandığında 1 litre hacim için 200mg kullanılır. Yüksek ısıda kısa sürede (55-60°C'de 3-4 saat) sterillemek için 800-1000 mg /l litre hacim dozunda uygulamak gerekir.
Laboratuvar besiyerlerinde kullanılan sıvılara, thymol (%1 oranında) ve kloroform (%7.5 oranında), aşıların inaktivasyonunda formaldehit (% 0.5), etilenimin, betapro-piolaktan ilave edilerek ve uçurularak/inaktive edilerek, sterilizasyon sağlanabilmektedir. Biyolojik maddelerde bakteriyel/fungal kontaminasyonları engellemek, viral aşıları bakteriyel bulaşmalardan korumak için antibiyotikler kullanılır.
Sterilizasyon Teknikleri ve Cesitleri
Sterilizasyon Teknikleri, Sterilizasyon Çeşitleri
Sterilizasyon işlemi, kullanılan sterilleme kaynağına göre 4 temel şekilde uygulanabilir.
A. Isı ile sterilizasyon
B. Kimyasal maddelerle sterilizasyon
C. Süzme/filtrasyonla sterilizasyon,
D. Işınlama ile sterilizasyon
Isı İle sterilizasyon
Bilinen en eski en iyi ve kesin yöntemdir. Sulu ısı ve kuru ısı uygulanmasına göre 2 farklı şekilde uygulanır.
Nemli Isı
Nemli ısı, 100°C'nin üzerinde (Basınçlı buharla > 121°C'de 15-30 dakika), 100°C'de (30 dakika buhar üzerinde veya suda kaynatma) ve 100°C'nin altında (tindalizasyon, pastörizasyon) olmak üzere 3 farklı şekilde uygulanır.
Nemli ısı, proteinlerin daha kısa sürede denatürasyonuna sebep olduğundan kuru ısıdan daha etkilidir.
a. 100°C'nin Üzerinde (Otoklavda) sterilizasyon. Basınçlı buğu ile sterilizasyon. Suyun kaynama derecesi, üzerindeki hava basıncına göre değişir. Bu basınç
ne kadar yüksek olursa suyun kaynama derecesi de o kadar yüksek olur. Örneğin 2 atmosfer basınç altında su 120.6°C'de kaynar. Bu amaçla düdüklü tencerenin biraz daha geliştirilmiş şeklindeki otoklav adı verilen sterilizatör-ler kullanılır. Mikrobiyoloji laboratuvarlarında değişik mikroplarla kirlenen malzemeler, otoklavda (121°C'de 15-20 dak., 115°C'de 45 dak., 134°C'de 3-4 dak.) mikroplan öldürülür. Yıkanıp, temizlenip, durulanıp kurutulup sarıldıktan sonra tekrar otoklavda tutularak sterillenir. Bazı (acil işlerde ve eneji tasarrufu için) durumlarda kirli malzemenin üzerine besiyerleri, paketlenmiş temiz malzeme konularak birlikte otoklavlanır.
b. 100°C'de Kaynatarak sterilizasyon. Malzemelerin kaynayan su içerisinde 15-20 dakika tutulması ile yapılan sterilizasyon yöntemidir. Eskiden cam enjektörler bu yöntemle sterilize edilirdi. Su içerisine % 2 oranında soda katılarak sterilizasyon gücü arttırılır.
c. 100°C'nin Altında sterilizasyon. Tindalizasyon ve Pastörizasyon bu grup içerisinde incelen sterlizasyon şekilleridir.
Kuru Isı
Yakma, Alevden geçirme, Pastör fırınında tutma (170°C'de 1 saat, 160°C'de 2 saat, 150°C'de 3 saat), Yüksek kuru ısıda sıvıların sterilenmesi (145°C'deki metal yüzeye sıvı püskürtülerek uygulanır. Dayanıklı süt bu yöntemle üretilir.) şeklinde uygulanabilir.
a. Alevle/Alev deYakma. Mikrobiyoloji laboratuvarlarında kullanılan öze, pastör pipeti vs alevde kızarıncaya kadar tutularak sterilize edilir. Soğuduktan sonra kullanılır. Makas, bisturi, pens gibi gibi nikelajlı veya krom nikel malzemeler alkole daldırıldıktan sonra yakılır. Alkolün etkisi bitince söner. Soğuduktan sonra kullanılır.
b. Alevden geçirmek. Mikroskobik preparatların tespiti, içerisinde besi yeri bulunan petri kutuları, tüp erlenmayer gibi cam malzemeler kullanım öncesi ve sonrasında alevden geçirilerek sterilize edilir.
Sporlu basillerle bulaşık ameliyathane', kesimhane, kasap reyonları vs alevle (pürmüz) yakılarak veya alevden geçirilerek sterilize edilebilir.
c. Pastör fırınında sterilizasyon. Yıkanmış ve kurutulmuş cam ve metal malzemelerin sterilizasyonunda kullanılır. Bu amaçla genellikle elektrikle çalışan 150-200°C'ye kadar ısıtan fırınlar kullanılır. Sterilize edilecek malzemeler ambalaj kağıdı veya aliminyum folye ile sarıldıktan sonra kuru hava fırınına konur. Fırın (170°C'de 1 saat, 160°C'de 2 saat, 150°C'de 3 saat) istenen ısı ve süreye ayarlanır. Zaman saati belirlenen ısıyı bulunca çalışmaya başlar. Sürenin bitiminde fırın hemen açılmamalıdır. Isının 40-45°C'ye düşmesi beklenmelidir. Erken açıldığı durumlarda ani ısı değişikliğinden cam malzemeler çatlar veya kırılır.
Sterilizasyon işlemi, kullanılan sterilleme kaynağına göre 4 temel şekilde uygulanabilir.
A. Isı ile sterilizasyon
B. Kimyasal maddelerle sterilizasyon
C. Süzme/filtrasyonla sterilizasyon,
D. Işınlama ile sterilizasyon
Isı İle sterilizasyon
Bilinen en eski en iyi ve kesin yöntemdir. Sulu ısı ve kuru ısı uygulanmasına göre 2 farklı şekilde uygulanır.
Nemli Isı
Nemli ısı, 100°C'nin üzerinde (Basınçlı buharla > 121°C'de 15-30 dakika), 100°C'de (30 dakika buhar üzerinde veya suda kaynatma) ve 100°C'nin altında (tindalizasyon, pastörizasyon) olmak üzere 3 farklı şekilde uygulanır.
Nemli ısı, proteinlerin daha kısa sürede denatürasyonuna sebep olduğundan kuru ısıdan daha etkilidir.
a. 100°C'nin Üzerinde (Otoklavda) sterilizasyon. Basınçlı buğu ile sterilizasyon. Suyun kaynama derecesi, üzerindeki hava basıncına göre değişir. Bu basınç
ne kadar yüksek olursa suyun kaynama derecesi de o kadar yüksek olur. Örneğin 2 atmosfer basınç altında su 120.6°C'de kaynar. Bu amaçla düdüklü tencerenin biraz daha geliştirilmiş şeklindeki otoklav adı verilen sterilizatör-ler kullanılır. Mikrobiyoloji laboratuvarlarında değişik mikroplarla kirlenen malzemeler, otoklavda (121°C'de 15-20 dak., 115°C'de 45 dak., 134°C'de 3-4 dak.) mikroplan öldürülür. Yıkanıp, temizlenip, durulanıp kurutulup sarıldıktan sonra tekrar otoklavda tutularak sterillenir. Bazı (acil işlerde ve eneji tasarrufu için) durumlarda kirli malzemenin üzerine besiyerleri, paketlenmiş temiz malzeme konularak birlikte otoklavlanır.
b. 100°C'de Kaynatarak sterilizasyon. Malzemelerin kaynayan su içerisinde 15-20 dakika tutulması ile yapılan sterilizasyon yöntemidir. Eskiden cam enjektörler bu yöntemle sterilize edilirdi. Su içerisine % 2 oranında soda katılarak sterilizasyon gücü arttırılır.
c. 100°C'nin Altında sterilizasyon. Tindalizasyon ve Pastörizasyon bu grup içerisinde incelen sterlizasyon şekilleridir.
Kuru Isı
Yakma, Alevden geçirme, Pastör fırınında tutma (170°C'de 1 saat, 160°C'de 2 saat, 150°C'de 3 saat), Yüksek kuru ısıda sıvıların sterilenmesi (145°C'deki metal yüzeye sıvı püskürtülerek uygulanır. Dayanıklı süt bu yöntemle üretilir.) şeklinde uygulanabilir.
a. Alevle/Alev deYakma. Mikrobiyoloji laboratuvarlarında kullanılan öze, pastör pipeti vs alevde kızarıncaya kadar tutularak sterilize edilir. Soğuduktan sonra kullanılır. Makas, bisturi, pens gibi gibi nikelajlı veya krom nikel malzemeler alkole daldırıldıktan sonra yakılır. Alkolün etkisi bitince söner. Soğuduktan sonra kullanılır.
b. Alevden geçirmek. Mikroskobik preparatların tespiti, içerisinde besi yeri bulunan petri kutuları, tüp erlenmayer gibi cam malzemeler kullanım öncesi ve sonrasında alevden geçirilerek sterilize edilir.
Sporlu basillerle bulaşık ameliyathane', kesimhane, kasap reyonları vs alevle (pürmüz) yakılarak veya alevden geçirilerek sterilize edilebilir.
c. Pastör fırınında sterilizasyon. Yıkanmış ve kurutulmuş cam ve metal malzemelerin sterilizasyonunda kullanılır. Bu amaçla genellikle elektrikle çalışan 150-200°C'ye kadar ısıtan fırınlar kullanılır. Sterilize edilecek malzemeler ambalaj kağıdı veya aliminyum folye ile sarıldıktan sonra kuru hava fırınına konur. Fırın (170°C'de 1 saat, 160°C'de 2 saat, 150°C'de 3 saat) istenen ısı ve süreye ayarlanır. Zaman saati belirlenen ısıyı bulunca çalışmaya başlar. Sürenin bitiminde fırın hemen açılmamalıdır. Isının 40-45°C'ye düşmesi beklenmelidir. Erken açıldığı durumlarda ani ısı değişikliğinden cam malzemeler çatlar veya kırılır.
Mikroorganizmalar Sterilizasyon Dezenfeksiyon
Mikroorganizmalarda "Sterilizasyon ve Dezenfeksiyon"
Kullanılarak mikroorganizmalarla kirlenen operasyon alet-ekipman ve malzemeleri, laboratuvar malzemeleri, yıkanıp temizlenmeden önce ve sonra barındırdıkları mikroorganizmaların öldürülmeleri gerekir. Bu işlem, kullanılan maddeye ve kullanılacak işleme göre faklı şekillerde uygulanır. Konu ilgili bazı tanımları görelim.
Sterilizasyon. Bir maddede bulunan her türlü mikroorganizmadan arındırılması işlemine sterilizasyon denilir. Örneğin, yeni alınmış ve hiç kullanılmamış bir ameliyat seti, deterjanlı su ile yıkanıp durulandıktan sonra, ameliyatta kullanılmış bir set, dezenfektanlı su ile doku artıklarından arındırılıp temizlenip, durulandıktan ve kurutulduktan sonra metal kabları içerisine konur kalın bezlerle vaya ambalaj kağıtları ile (sterillendik-ten sonra mikrop giremeyecek şekilde) sarılır ve otoklavda (buharla ısıtarak) en az 121°C'de 15-20 dakika tutulur. Isı ile sterilizasyonda steril edilecek maddenin yüksek ısıda bozulmayacak özellikte olması gerekir. Örneğin metal, cam veya bez malzeme.
Dezenfeksiyon. Bir maddenin enfeksiyöz mikroorganizmalardan arındırılması işlemine dezenfeksiyon denir. Dezefeksiyon, dezenfektan adı verilen kimyasal maddelerle yapılır. Teorik olarak sadece patojenlerin yok edilmesi işlemi ise de, genellikle dezenfektanın etkisi spekrumu ile ilişkilidir. Birçok dezenfektan, bakterilerin vejetatif formuna tesir ederken, sporlu formunu çok azı yokedebilir. Mikroorganizmaların ölmesini sağlayan dezenfektan, antiseptik veya antibiyotiklere mikrobisit, jermisit (bakterisit, fungisit, virusit vs); üremeleri durduranlara ise mikrobiostatik (bakteriostatik, fungistatik) tanımı kullanılır. Bazı kimyasal maddeler hep aynı özellikte iken bazıları kullanım yoğunlukları veya dozları arttırıldıkça "sit" etki gösterirler.
Antisepsi. Canlıda her hangi bir yaranın, ameliyat yerinin, el, mukoza, vb yerlerin kimyasal maddelerle (tentürdiyot, alkol, povidiniyot, vs) dezenfeksiyonuna antisepsi, kullanılan dezenfektana da antiseptik denir.
Pastörizasyon. Belli ısı derecelerinde (65°C'de 30 dakika, 72°C'de 15 saniye) patojenlerden arındırma işlemine pastörizasyon denir. Bu işlem yaygın olarak süt (sütten bulaşabilecek en tehlikeli sporsuz bakteri olan sığır tüberkülozu etkeni Mycobacterium bovis'i öldürebilecek fakat sütün besin değerini minimum seviyede etkileyecek yöntem) için uygulanmakla beraber, laboratuvarlarda bazı bakterileri bulundurabileceği tahmin edilen ancak daha yüksek ısılarda özelliğini kaybeden bazı biyolojik maddeler (antiserum, kan serumu, karbonhidrat çözeltileri vs) için uygulanır.
Tindalizasyon. Pastörizasyon uygulanan benzer maddelerde sporlu bakterilerin inaktivasyonu veya daha yüksek ısıya dayanabilecek ancak kaynama ısısında veya otoklavda bozulabilecek maddelere uygulanır. Su içerisinde 80-85°C'de 30 dakikalık uygulama, aralıklı 3 gün tekrarlanarak yapılır. Bu işleme tindalizasyon denir. Laboratuvar işlemlerinde kullanılır. Günümüzde mikrobiyoloji laboratuvarlarında tindalizasyon yerine milipor filtrelerle sterilizasyon (birkaç dakika da) kullanılmaktadır.
Kullanılarak mikroorganizmalarla kirlenen operasyon alet-ekipman ve malzemeleri, laboratuvar malzemeleri, yıkanıp temizlenmeden önce ve sonra barındırdıkları mikroorganizmaların öldürülmeleri gerekir. Bu işlem, kullanılan maddeye ve kullanılacak işleme göre faklı şekillerde uygulanır. Konu ilgili bazı tanımları görelim.
Sterilizasyon. Bir maddede bulunan her türlü mikroorganizmadan arındırılması işlemine sterilizasyon denilir. Örneğin, yeni alınmış ve hiç kullanılmamış bir ameliyat seti, deterjanlı su ile yıkanıp durulandıktan sonra, ameliyatta kullanılmış bir set, dezenfektanlı su ile doku artıklarından arındırılıp temizlenip, durulandıktan ve kurutulduktan sonra metal kabları içerisine konur kalın bezlerle vaya ambalaj kağıtları ile (sterillendik-ten sonra mikrop giremeyecek şekilde) sarılır ve otoklavda (buharla ısıtarak) en az 121°C'de 15-20 dakika tutulur. Isı ile sterilizasyonda steril edilecek maddenin yüksek ısıda bozulmayacak özellikte olması gerekir. Örneğin metal, cam veya bez malzeme.
Dezenfeksiyon. Bir maddenin enfeksiyöz mikroorganizmalardan arındırılması işlemine dezenfeksiyon denir. Dezefeksiyon, dezenfektan adı verilen kimyasal maddelerle yapılır. Teorik olarak sadece patojenlerin yok edilmesi işlemi ise de, genellikle dezenfektanın etkisi spekrumu ile ilişkilidir. Birçok dezenfektan, bakterilerin vejetatif formuna tesir ederken, sporlu formunu çok azı yokedebilir. Mikroorganizmaların ölmesini sağlayan dezenfektan, antiseptik veya antibiyotiklere mikrobisit, jermisit (bakterisit, fungisit, virusit vs); üremeleri durduranlara ise mikrobiostatik (bakteriostatik, fungistatik) tanımı kullanılır. Bazı kimyasal maddeler hep aynı özellikte iken bazıları kullanım yoğunlukları veya dozları arttırıldıkça "sit" etki gösterirler.
Antisepsi. Canlıda her hangi bir yaranın, ameliyat yerinin, el, mukoza, vb yerlerin kimyasal maddelerle (tentürdiyot, alkol, povidiniyot, vs) dezenfeksiyonuna antisepsi, kullanılan dezenfektana da antiseptik denir.
Pastörizasyon. Belli ısı derecelerinde (65°C'de 30 dakika, 72°C'de 15 saniye) patojenlerden arındırma işlemine pastörizasyon denir. Bu işlem yaygın olarak süt (sütten bulaşabilecek en tehlikeli sporsuz bakteri olan sığır tüberkülozu etkeni Mycobacterium bovis'i öldürebilecek fakat sütün besin değerini minimum seviyede etkileyecek yöntem) için uygulanmakla beraber, laboratuvarlarda bazı bakterileri bulundurabileceği tahmin edilen ancak daha yüksek ısılarda özelliğini kaybeden bazı biyolojik maddeler (antiserum, kan serumu, karbonhidrat çözeltileri vs) için uygulanır.
Tindalizasyon. Pastörizasyon uygulanan benzer maddelerde sporlu bakterilerin inaktivasyonu veya daha yüksek ısıya dayanabilecek ancak kaynama ısısında veya otoklavda bozulabilecek maddelere uygulanır. Su içerisinde 80-85°C'de 30 dakikalık uygulama, aralıklı 3 gün tekrarlanarak yapılır. Bu işleme tindalizasyon denir. Laboratuvar işlemlerinde kullanılır. Günümüzde mikrobiyoloji laboratuvarlarında tindalizasyon yerine milipor filtrelerle sterilizasyon (birkaç dakika da) kullanılmaktadır.
Enfeksiyon Bulasma Enfeksiyonlarin Bulasmasi
Enfeksiyonların Bulaşma Yolları, Enfeksiyon Bulaşma
İnsanlar mikrobiyel floralarının dışında yaşadıkları çevreden (toprak, hava, su, besin, dış parazit, evcil- yabani hayvan vs) çeşitli mikroorganizmaları geçici (besinlerle vs) veya bir süre taşıyıcı yada sürekli kalıcı olarak alabilirler (ağız, solunum, temas, vs). Taşıyıcı ve kalıcı olarak aldıkları mikroorganizmalar genellikle kişide enfeksiyon etkeni olarak bulunur. Bazı durumlarda da insan ve hayvanlar kendilerinde hastalık yapmayan mikroorganizmaları bir diğerine bulaştırarak enfeksiyonlara sebep olurlar. Kimi mikroorganizmalar ise insan-hayvan ayırt etmeden aynı tip enfeksiyonlara yol açarlar.
Hekimin dikkatsizliği sonucunda (bulaşık alet-ekipman, ilaç veya biyolojik madde enjeksiyonu vs) gelişen bulaşma şekline iatrojen bulaşma denilir.
Ağız Yoluyla Enfeksiyon Bulaşması
Besinler ve eller en önemli bulaşma kaynağını oluşturur. İçilen su, kaynağından kullanım musluğuna- bardağa gelinceye kadar temiz (bakteri bulundurmaması) gerekir. Yeterince pişirilmeyen veya pişirildikten-işlendikten sonra iyi muhafaza edilmeyen besinler, kontamine tabaklar, kaşık, çatal ve bıçaklar vs ile nihayet insanın eli çeşitli mikroorganizmaları bulundurabilir. Çok çeşitli mikroorganizma kombinasyonlarını ağızlarında bulundurabilen erişkin veya yaşlı insanların, henüz kendi bakteri florası oluşmamış bebekleri sevgi alameti olarak öpmeleri, ülkemizde, ağızdan yanaklara ve ağıza bulaşmanın yaygın yollarındandır. Dişhekimlerinin steril olmayan/dezenfekte edilmemiş alet ve ekipmanları ağız yoluyla bulaşmada etkilidir. Besinlerle bulaşmada toksi-enfeksiyonlar ve toksikasyonlar önemli yer tutar. Besinlerde aşırı mikrop üremesi sonucunda ortama salınan ekzotoksinler zehirlenme oluştururken, bakteriler enfeksiyona sebep olur. (Örnek. Kolera, tifo, paratifo, kolibalilloz, dizanteri, botulismus, tüberküloz, bruselloz, şigelloz, leptospiroz, leptospiroz, yersinioz, kist hidatik, tenyalar, askaridler, aft humması, viral hepatit, AİDS, vs)
Solunum Yoluyla
Mikroorganizmaların (bakteriler, mantarlar ve özellikle viruslar) önemli bir kısmı çeşitli şekillerde (öksürük, hapşırık, yerden kalkan toz, vs) havadaki zerrecikleri veya su damlacıkları üzerinden solunum havasıyla alınır. (Örnek. Influenza virusları, Streptokoklar, Pasteurellelar, Haemophilus influenza, Mycobacterium tuberculosis, Corynebacte-rium diphteriae, B. pertussis)
Ürogenital Yolla
Üriner sistem enfeksiyonları, sistemik enfeksiyöz ajanlarla olabildiği gibi daha sıklıkla assendens (doğrudan dışarıdan üretra yoluyla) bulaşır. Bulaşmada barsak orijinli mikroorganizmalar çoğunluğu oluşturur.
Genital sistem yoluyla bulaşma, anadan yavruya olabildiği gibi zührevi (AİDS, Sifilis, vs.) hastalıkların en yaygın bulaşma şeklidir. Yavrunun intrauterin dönemde enfekte olmasına konjenital bulaşma denir.
İnsandan insana temasla
Enfekte insanlar, bazı mikropları hastalıkları sırasında yakın çevrelerindekilere bulaş-tırabildikleri gibi bazı enfeksiyonlarda bulaşma klinik belirtiler ortaya çıkmadan (Örn. Viral hepatit, AİDS) yada iyileştikten sonra (viral hepatit, difteri, tifo, paratifo) bile bulaştırabilir. Her şeye elini sokan insan elinin bulaşmadaki rolünü tartışmak bile gereksizdir. Gıda sektöründe çalışanlara aylık portör muayenesi (belirli bakteriyel ve pa-raziter etkenleri taşıyıp taşımadıklarını incelemek için yapılan muayene) yapılır.
Hayvanlardan insanlara bulaşma
Hayvanlardaki bazı enfeksiyöz ajanlar ve parazitler doğrudan veya dolaylı (et, süt, yumurta ve bunların ürünleri ile) bulaşabilir. Bu tip bulaşan hastalıklara zoonozlar denilir. Örneğin. Kuduz, tüberküloz, şarbon, tifo, paratifo, bruselloz, Q humması, klamidyoz, toksoplazmoz, leptospiroz, tularemi, avian influenza, şeritler, askaridler, bit, pire vs.
Enfekte-kirli cansız maddelerle bulaşma
İnsan, hayvan veya toprakta bulunabilen bazı patojenler, fomit de denilen cansız maddelerle temasla insanlara bulaşabilir. (Tetanoz, tüberküloz, gazlı gangren, şarbon vs)
Vektörlerle bulaşma
Vektör bulaştırmada aracı demektir. Burada özellikle kene, bit, pire, sivrisinek vb canlı arakonakçılar anlatılmaktadır. Bu tip arakonakçılar mikroorganizmları sadece mekanik olarak taşıyabildikleri gibi bir kısmı doğrudan bu mikroorganizmaların saklanmasında, çoğaltılmasında ve bulaştırılmasında görevlidirler. Örnek. Dişi sivrisinekler sıtma etkeni Plasmodiumları bu şekilde taşır ve bulaştırırlar. Riketsiyaları (çeşitli hummaların etkenleri) keneler taşırlar.
İnsanlar mikrobiyel floralarının dışında yaşadıkları çevreden (toprak, hava, su, besin, dış parazit, evcil- yabani hayvan vs) çeşitli mikroorganizmaları geçici (besinlerle vs) veya bir süre taşıyıcı yada sürekli kalıcı olarak alabilirler (ağız, solunum, temas, vs). Taşıyıcı ve kalıcı olarak aldıkları mikroorganizmalar genellikle kişide enfeksiyon etkeni olarak bulunur. Bazı durumlarda da insan ve hayvanlar kendilerinde hastalık yapmayan mikroorganizmaları bir diğerine bulaştırarak enfeksiyonlara sebep olurlar. Kimi mikroorganizmalar ise insan-hayvan ayırt etmeden aynı tip enfeksiyonlara yol açarlar.
Hekimin dikkatsizliği sonucunda (bulaşık alet-ekipman, ilaç veya biyolojik madde enjeksiyonu vs) gelişen bulaşma şekline iatrojen bulaşma denilir.
Ağız Yoluyla Enfeksiyon Bulaşması
Besinler ve eller en önemli bulaşma kaynağını oluşturur. İçilen su, kaynağından kullanım musluğuna- bardağa gelinceye kadar temiz (bakteri bulundurmaması) gerekir. Yeterince pişirilmeyen veya pişirildikten-işlendikten sonra iyi muhafaza edilmeyen besinler, kontamine tabaklar, kaşık, çatal ve bıçaklar vs ile nihayet insanın eli çeşitli mikroorganizmaları bulundurabilir. Çok çeşitli mikroorganizma kombinasyonlarını ağızlarında bulundurabilen erişkin veya yaşlı insanların, henüz kendi bakteri florası oluşmamış bebekleri sevgi alameti olarak öpmeleri, ülkemizde, ağızdan yanaklara ve ağıza bulaşmanın yaygın yollarındandır. Dişhekimlerinin steril olmayan/dezenfekte edilmemiş alet ve ekipmanları ağız yoluyla bulaşmada etkilidir. Besinlerle bulaşmada toksi-enfeksiyonlar ve toksikasyonlar önemli yer tutar. Besinlerde aşırı mikrop üremesi sonucunda ortama salınan ekzotoksinler zehirlenme oluştururken, bakteriler enfeksiyona sebep olur. (Örnek. Kolera, tifo, paratifo, kolibalilloz, dizanteri, botulismus, tüberküloz, bruselloz, şigelloz, leptospiroz, leptospiroz, yersinioz, kist hidatik, tenyalar, askaridler, aft humması, viral hepatit, AİDS, vs)
Solunum Yoluyla
Mikroorganizmaların (bakteriler, mantarlar ve özellikle viruslar) önemli bir kısmı çeşitli şekillerde (öksürük, hapşırık, yerden kalkan toz, vs) havadaki zerrecikleri veya su damlacıkları üzerinden solunum havasıyla alınır. (Örnek. Influenza virusları, Streptokoklar, Pasteurellelar, Haemophilus influenza, Mycobacterium tuberculosis, Corynebacte-rium diphteriae, B. pertussis)
Ürogenital Yolla
Üriner sistem enfeksiyonları, sistemik enfeksiyöz ajanlarla olabildiği gibi daha sıklıkla assendens (doğrudan dışarıdan üretra yoluyla) bulaşır. Bulaşmada barsak orijinli mikroorganizmalar çoğunluğu oluşturur.
Genital sistem yoluyla bulaşma, anadan yavruya olabildiği gibi zührevi (AİDS, Sifilis, vs.) hastalıkların en yaygın bulaşma şeklidir. Yavrunun intrauterin dönemde enfekte olmasına konjenital bulaşma denir.
İnsandan insana temasla
Enfekte insanlar, bazı mikropları hastalıkları sırasında yakın çevrelerindekilere bulaş-tırabildikleri gibi bazı enfeksiyonlarda bulaşma klinik belirtiler ortaya çıkmadan (Örn. Viral hepatit, AİDS) yada iyileştikten sonra (viral hepatit, difteri, tifo, paratifo) bile bulaştırabilir. Her şeye elini sokan insan elinin bulaşmadaki rolünü tartışmak bile gereksizdir. Gıda sektöründe çalışanlara aylık portör muayenesi (belirli bakteriyel ve pa-raziter etkenleri taşıyıp taşımadıklarını incelemek için yapılan muayene) yapılır.
Hayvanlardan insanlara bulaşma
Hayvanlardaki bazı enfeksiyöz ajanlar ve parazitler doğrudan veya dolaylı (et, süt, yumurta ve bunların ürünleri ile) bulaşabilir. Bu tip bulaşan hastalıklara zoonozlar denilir. Örneğin. Kuduz, tüberküloz, şarbon, tifo, paratifo, bruselloz, Q humması, klamidyoz, toksoplazmoz, leptospiroz, tularemi, avian influenza, şeritler, askaridler, bit, pire vs.
Enfekte-kirli cansız maddelerle bulaşma
İnsan, hayvan veya toprakta bulunabilen bazı patojenler, fomit de denilen cansız maddelerle temasla insanlara bulaşabilir. (Tetanoz, tüberküloz, gazlı gangren, şarbon vs)
Vektörlerle bulaşma
Vektör bulaştırmada aracı demektir. Burada özellikle kene, bit, pire, sivrisinek vb canlı arakonakçılar anlatılmaktadır. Bu tip arakonakçılar mikroorganizmları sadece mekanik olarak taşıyabildikleri gibi bir kısmı doğrudan bu mikroorganizmaların saklanmasında, çoğaltılmasında ve bulaştırılmasında görevlidirler. Örnek. Dişi sivrisinekler sıtma etkeni Plasmodiumları bu şekilde taşır ve bulaştırırlar. Riketsiyaları (çeşitli hummaların etkenleri) keneler taşırlar.
Urogenital ve Sindirim Sistemi Florasi
Ürogenital Sistem Florası
Ürogenital sistemin üst kısımları (üretranın üst kısımları, idarar kesesi, testisler, uterus ovariumlar) steril kabul edilir. Alt kısımları oluşturan mukozalarda flora bakterileri erişkinlerde kişisel hijyene bağlı olmakla birlikte Lactobasillus acidophilus, Streptokoklar, S. epidermidis, ve difteroidleri barındırır. Bayanlarda çocukluk, ergenlik erişkinlik ve menopoz dönemlerine bağlı olarak florada değişkenlik arzeder.
Sindirim Sistemi Florası
İnsan vücudunun, bulundurduğu mikroorganizma çeşidi ve toplam sayısı bakımından en karmaşık ve kalabalık sistemini oluşturur. Hem kalıcı hemde geçici (besinlerle alınanlar) mikroorganizmaları barındırır. Sağlıklı bir insanın midesi içerdiği asitten ötürü mikroorganizma bulundurmaz. İleum steril kabule edilen veya çok az bakteri bulunduran kısımdır. Deudenum ve jejunum da ise lactobasiller, Streptokoklar (Entero-kok-lar) ve Candida albicans'tır.
İnsan vücudundaki mikroorganizmaların en önemli rezervuarı kolon (kalın barsaklar) dur. Kolondaki dışkının 1 gramında 1013'ten fazla bakteri bulunur. Bunlarında %90'dan fazlasını obligat anaeroblar (Bacteroidesler, Bifidobacteriler Fusobacteriumlar, vs) teşkil eder. E.coli'kr en fazla bulunan fakultatif anaerobları oluştururlar.
Yenidoğanların barsak floraları birkaç bakterinin dışında steril iken 24 saat içeririnde yetişkin florası ile benzerlik göstermeye başlar. Memeden beslenenlerde en yaygın bakteri Lactobacillus bifidus'tur. Ayrıca Enterik bakteriler, Enterokoklar ve Stafilokoklarda bulunur. Biberonla beslenenlerde ise, en fazla bulunan bakteri L. acidophilus'tur. İnek sütü veya mamalara (% 12 oranında) laktoz katılması I. bifidus'un miktarını arttırır.
Ürogenital sistemin üst kısımları (üretranın üst kısımları, idarar kesesi, testisler, uterus ovariumlar) steril kabul edilir. Alt kısımları oluşturan mukozalarda flora bakterileri erişkinlerde kişisel hijyene bağlı olmakla birlikte Lactobasillus acidophilus, Streptokoklar, S. epidermidis, ve difteroidleri barındırır. Bayanlarda çocukluk, ergenlik erişkinlik ve menopoz dönemlerine bağlı olarak florada değişkenlik arzeder.
Sindirim Sistemi Florası
İnsan vücudunun, bulundurduğu mikroorganizma çeşidi ve toplam sayısı bakımından en karmaşık ve kalabalık sistemini oluşturur. Hem kalıcı hemde geçici (besinlerle alınanlar) mikroorganizmaları barındırır. Sağlıklı bir insanın midesi içerdiği asitten ötürü mikroorganizma bulundurmaz. İleum steril kabule edilen veya çok az bakteri bulunduran kısımdır. Deudenum ve jejunum da ise lactobasiller, Streptokoklar (Entero-kok-lar) ve Candida albicans'tır.
İnsan vücudundaki mikroorganizmaların en önemli rezervuarı kolon (kalın barsaklar) dur. Kolondaki dışkının 1 gramında 1013'ten fazla bakteri bulunur. Bunlarında %90'dan fazlasını obligat anaeroblar (Bacteroidesler, Bifidobacteriler Fusobacteriumlar, vs) teşkil eder. E.coli'kr en fazla bulunan fakultatif anaerobları oluştururlar.
Yenidoğanların barsak floraları birkaç bakterinin dışında steril iken 24 saat içeririnde yetişkin florası ile benzerlik göstermeye başlar. Memeden beslenenlerde en yaygın bakteri Lactobacillus bifidus'tur. Ayrıca Enterik bakteriler, Enterokoklar ve Stafilokoklarda bulunur. Biberonla beslenenlerde ise, en fazla bulunan bakteri L. acidophilus'tur. İnek sütü veya mamalara (% 12 oranında) laktoz katılması I. bifidus'un miktarını arttırır.
Agiz Florasi Nedir
Ağız Florası
Yenidoğanlarda ağız florası genelikle annenin doğum kanalı florası ile kaplanır. Bunlar, genellikle, Lactobasiller, Stafilokoklar, Mikrokoklar, Korinebakteriler, Enterik bakteriler, mayalar ile aerob, anaerob ve fakultatif Streptokoklardır. Bunlar birkaç gün içerisinde değişerek annenin ağız, el ve meme derisi florasını andırır. Anaerob bakteriler, özellikle diş çıkarma dönemindeki damak yarılması esnasında yerleşmeye başlar.
Ağız içi dokular, dişler, mukoza, dişeti, dişeti oluğu vb yüzeyler, aerob (> xl012/gr yaş örnek) ve anaerob (> xl012/gr yaş örnek) bir çok mikroorganizmayı barındırır. Ağız içinde en fazla (%30-60) karşılaşılan mikroorganizma cinsi viridans Streptokoklardır. Dişsiz ağızda Streptococcus mutam ve S. sanguis'a rastlanmazken, çocuklarda gençlerde ve erişkin ağızlarında en yaygın cins ve sayıcada en fazla olan bakteri olması sebebiyle, diş ağız içinde bu bakteri cinsinin yerleşmesi bakımından oldukça uygun bir yapı olmaktadır. Diş plağında S. salivarius'a, Lactobacillus'lara Bacteroides mdaninogenicus'a (%1'den az) ve Treponemalara (% 0.1) rastlanmamaktadır. Bakteri plaklarında erken dönemlerde anaeroblar bulunmazken plağın zamanla kalınlaşmasıyla aerobların ve fakultatif anaerobların üreyip oksijeni azaltarak ve plak altı kısımlarda anaerob ortam hazırlamasıyla anaerobların da üremeye başladığı tespit edilmiştir, insanda diş, dişeti ve tükrüğe temas etmeksizin dişeti oluğundan saf örnek almak her ne kadar çok zor olsa da, özel steril konik kağıtlarla yapılan çalışmalarda üretilen mikroorganizmalar tabloda verilmiştir. Dil florası ve diş plağı bakterileri ile mukayese edildiğinde bir çok mikroorganizmanın benzer cins ve türler olduğu görülecektir. Özellikle periodontal enfeksiyonlarda Spiroketlerin artışı dışında diğer bakterilerin sağlıklılarda ve hastalarda benzer cinslerde (hastalarda bir cins veya türün sayıca artması mikrobiyolojik olarak enfeksiyon bulgusudur) olması mikrobiyolojik teşhisi de güçleştirmektedir.
Ağız içi dokularda mikroorganizmaların üreyerek yaptıkları tahribatın yanısıra toksinleri ve diğer metabolizma artıkları da ağız içi enfeksiyonlarda etkin rol oynarlar. Örneğin Gram negatif bakterilerin endotoksinleri, mukozadaki, dişeti oluğundaki veya periodontal cepteki nötrofillerin (PMNL) parçalanmasına ve bu hücrelerden açığa çıkan lizozimler, dişetini olumsuz etkileyerek, asit fosfatazlar, esterazlar ve diğer enzimlerin serbest kalmasına sebep olarak peridontal hastalıklar oluştururlar. Bakterlerin büyük çoğunluğu ağız içinde ürerken karbonhidratlardan asit oluşturular. Oluşan asitler minenin dekalsifikasyonuna sebep olarak diş çürüğünü başlatırlar. Str. mutans, L.acidophilus, Porphyromonas gingivalis gibi bakterilerin üremesiyle de çürük görülür hale gelir. Bazı bakterilerin oluşturduğu hidrojen sülfür (H2S) zehirli bir gaz olduğu gibi hem kötü kokuya hemde dokularda tahribata yol açar. Kimi bakterilerdeki mukoli-tik enzimler de tükürükteki müsinleri hidrolize ederek sialik asit oluştururlar. Sialik asitte plak oluşumunu stimüle eder. Plak oluşumunda karbonhidratların (glikozdan ziyade sukroz (sakkaroz=çay şekeri)) bakterilerin (özellikle Str. mutans) hücre dışı olarak ürettiği dekstran ve levan polimerlerinin plağın büyüklüğü ve yapışma kapasitesi ile önemli derecede ilişkisi vardır.
Baş ve boyun bölgesinden radyoaktif ışınlarla tedavi gören (genellikle 65 yaş üstü nazofarengial karsinomlu) hastalarda, sağlıklılarda görülmeyen veya oldukça düşük oranlarda bulunabilen bazı bakterilerin oldukça arttığı bildirilmiştir.
Yenidoğanlarda ağız florası genelikle annenin doğum kanalı florası ile kaplanır. Bunlar, genellikle, Lactobasiller, Stafilokoklar, Mikrokoklar, Korinebakteriler, Enterik bakteriler, mayalar ile aerob, anaerob ve fakultatif Streptokoklardır. Bunlar birkaç gün içerisinde değişerek annenin ağız, el ve meme derisi florasını andırır. Anaerob bakteriler, özellikle diş çıkarma dönemindeki damak yarılması esnasında yerleşmeye başlar.
Ağız içi dokular, dişler, mukoza, dişeti, dişeti oluğu vb yüzeyler, aerob (> xl012/gr yaş örnek) ve anaerob (> xl012/gr yaş örnek) bir çok mikroorganizmayı barındırır. Ağız içinde en fazla (%30-60) karşılaşılan mikroorganizma cinsi viridans Streptokoklardır. Dişsiz ağızda Streptococcus mutam ve S. sanguis'a rastlanmazken, çocuklarda gençlerde ve erişkin ağızlarında en yaygın cins ve sayıcada en fazla olan bakteri olması sebebiyle, diş ağız içinde bu bakteri cinsinin yerleşmesi bakımından oldukça uygun bir yapı olmaktadır. Diş plağında S. salivarius'a, Lactobacillus'lara Bacteroides mdaninogenicus'a (%1'den az) ve Treponemalara (% 0.1) rastlanmamaktadır. Bakteri plaklarında erken dönemlerde anaeroblar bulunmazken plağın zamanla kalınlaşmasıyla aerobların ve fakultatif anaerobların üreyip oksijeni azaltarak ve plak altı kısımlarda anaerob ortam hazırlamasıyla anaerobların da üremeye başladığı tespit edilmiştir, insanda diş, dişeti ve tükrüğe temas etmeksizin dişeti oluğundan saf örnek almak her ne kadar çok zor olsa da, özel steril konik kağıtlarla yapılan çalışmalarda üretilen mikroorganizmalar tabloda verilmiştir. Dil florası ve diş plağı bakterileri ile mukayese edildiğinde bir çok mikroorganizmanın benzer cins ve türler olduğu görülecektir. Özellikle periodontal enfeksiyonlarda Spiroketlerin artışı dışında diğer bakterilerin sağlıklılarda ve hastalarda benzer cinslerde (hastalarda bir cins veya türün sayıca artması mikrobiyolojik olarak enfeksiyon bulgusudur) olması mikrobiyolojik teşhisi de güçleştirmektedir.
Ağız içi dokularda mikroorganizmaların üreyerek yaptıkları tahribatın yanısıra toksinleri ve diğer metabolizma artıkları da ağız içi enfeksiyonlarda etkin rol oynarlar. Örneğin Gram negatif bakterilerin endotoksinleri, mukozadaki, dişeti oluğundaki veya periodontal cepteki nötrofillerin (PMNL) parçalanmasına ve bu hücrelerden açığa çıkan lizozimler, dişetini olumsuz etkileyerek, asit fosfatazlar, esterazlar ve diğer enzimlerin serbest kalmasına sebep olarak peridontal hastalıklar oluştururlar. Bakterlerin büyük çoğunluğu ağız içinde ürerken karbonhidratlardan asit oluşturular. Oluşan asitler minenin dekalsifikasyonuna sebep olarak diş çürüğünü başlatırlar. Str. mutans, L.acidophilus, Porphyromonas gingivalis gibi bakterilerin üremesiyle de çürük görülür hale gelir. Bazı bakterilerin oluşturduğu hidrojen sülfür (H2S) zehirli bir gaz olduğu gibi hem kötü kokuya hemde dokularda tahribata yol açar. Kimi bakterilerdeki mukoli-tik enzimler de tükürükteki müsinleri hidrolize ederek sialik asit oluştururlar. Sialik asitte plak oluşumunu stimüle eder. Plak oluşumunda karbonhidratların (glikozdan ziyade sukroz (sakkaroz=çay şekeri)) bakterilerin (özellikle Str. mutans) hücre dışı olarak ürettiği dekstran ve levan polimerlerinin plağın büyüklüğü ve yapışma kapasitesi ile önemli derecede ilişkisi vardır.
Baş ve boyun bölgesinden radyoaktif ışınlarla tedavi gören (genellikle 65 yaş üstü nazofarengial karsinomlu) hastalarda, sağlıklılarda görülmeyen veya oldukça düşük oranlarda bulunabilen bazı bakterilerin oldukça arttığı bildirilmiştir.
Burun Ve Nazofarinks Florasi Nedir
Burun ve Nazofarinks Florası
Mikroorganizma tür ve sayı bakımından konjuktiva ve deriden daha zengin bir bölgedir. Zira solunum havası ile alınan partiküllerdeki mikroorganizmalar burada ön filtrasyondan geçmektedir.
Nazofarinksteki mikroorganizmalar, viridans Streptokoklar, apatojenik Neisseria'lar ve Staph. epidermidis karışımından ibarettir. Vücut hijyenine uymayanlarda, üst ve/veya alt solunum sistemi enfeksiyonu olanlarda E.coli, Klebsiella, Proteus, Pseudomonas, P-hemolitik Streptokoklar, Staph. aureus'lar, Korinebakteriler cinsi bakteriler ile Candida ve Toru-lopsus cinsi mayalar bulunabilir.
Gençlerdeki burun ve nazofarinks mikroorganizma florası cins ve tür çeşitliliği yönünden bebeklerden daha fazla çeşitli iken, sayı bakımında da yaşlılardan daha zengindir.
Mikroorganizma tür ve sayı bakımından konjuktiva ve deriden daha zengin bir bölgedir. Zira solunum havası ile alınan partiküllerdeki mikroorganizmalar burada ön filtrasyondan geçmektedir.
Nazofarinksteki mikroorganizmalar, viridans Streptokoklar, apatojenik Neisseria'lar ve Staph. epidermidis karışımından ibarettir. Vücut hijyenine uymayanlarda, üst ve/veya alt solunum sistemi enfeksiyonu olanlarda E.coli, Klebsiella, Proteus, Pseudomonas, P-hemolitik Streptokoklar, Staph. aureus'lar, Korinebakteriler cinsi bakteriler ile Candida ve Toru-lopsus cinsi mayalar bulunabilir.
Gençlerdeki burun ve nazofarinks mikroorganizma florası cins ve tür çeşitliliği yönünden bebeklerden daha fazla çeşitli iken, sayı bakımında da yaşlılardan daha zengindir.
Deri Florasi Konjuktiva Vucudun Florasi
Vücudun Mikrobiyel Florası
İnsan ve hayvanlarda vücudun dış kısmını oluşturan deri ve mukozalar ile solunum ve ürogenital sistemin dışa açık olan yerleri ve sindirim sistemi çeşitli mikroorganizmaları barındırır. Bunların yokluğu sağlık açısından daha tehlikelidir. Florayı oluşturan mikroorganizmalar, canlının beslenmesinde ve patojenlerin yerleşmelerinin engellenmesinde konakçısına yardım ederler.
Deri Florası
Sağlıklı bir insanın derisinde kalıcı flora olarak, Staph. epidermidis, Micrococcus, Sarci-niae gbi koklarla, aerob ve anaerob difteroidler bulunur. Deride geçici olarak bulunabilecek mikroorganizmalara ise; S. aureus, a- ve y-hemolitik streptokoklar gibi bakterilerle, Candida albicans, Torulopsis glabrata, Ptyrosporium obiculare ve Pityrosporium ovale gibi mayalardır.
Derinin santimetre karesinde yaklaşık 1000-10000 bakteri bulunur. Kasık ve koltuk altın derisinde bu miktar 1000000'u geçebilir.
Deri florasını oluşturan bakterilerin önemli bir kısmı saç folliküllerinin üst kısmı ile derinin stratum corneum tabakasında bulunurlar. Derinin mekanik veya kimyasal maddelerle temizlenmesinden sonra buralardaki bakteri kolonileri azalır. Bir süre sonra eski haline döner.
Konjuktiva Florası
Normal konjuktiva florası orijinini deriden alır. Kişinin deri florasını şekillendiren bakterilerin bir çoğu göz kapağı mukozasında da yer alır. Göz yaşı, mekanik olarak yıkama ve antimikrobiyel içeriği ile mukozayı enfeksiyonlardan korur. S. epidermidis'ler, difteroidler ve bazı mayalar en sık rastlanabilen flora etkenleridir.
İnsan ve hayvanlarda vücudun dış kısmını oluşturan deri ve mukozalar ile solunum ve ürogenital sistemin dışa açık olan yerleri ve sindirim sistemi çeşitli mikroorganizmaları barındırır. Bunların yokluğu sağlık açısından daha tehlikelidir. Florayı oluşturan mikroorganizmalar, canlının beslenmesinde ve patojenlerin yerleşmelerinin engellenmesinde konakçısına yardım ederler.
Deri Florası
Sağlıklı bir insanın derisinde kalıcı flora olarak, Staph. epidermidis, Micrococcus, Sarci-niae gbi koklarla, aerob ve anaerob difteroidler bulunur. Deride geçici olarak bulunabilecek mikroorganizmalara ise; S. aureus, a- ve y-hemolitik streptokoklar gibi bakterilerle, Candida albicans, Torulopsis glabrata, Ptyrosporium obiculare ve Pityrosporium ovale gibi mayalardır.
Derinin santimetre karesinde yaklaşık 1000-10000 bakteri bulunur. Kasık ve koltuk altın derisinde bu miktar 1000000'u geçebilir.
Deri florasını oluşturan bakterilerin önemli bir kısmı saç folliküllerinin üst kısmı ile derinin stratum corneum tabakasında bulunurlar. Derinin mekanik veya kimyasal maddelerle temizlenmesinden sonra buralardaki bakteri kolonileri azalır. Bir süre sonra eski haline döner.
Konjuktiva Florası
Normal konjuktiva florası orijinini deriden alır. Kişinin deri florasını şekillendiren bakterilerin bir çoğu göz kapağı mukozasında da yer alır. Göz yaşı, mekanik olarak yıkama ve antimikrobiyel içeriği ile mukozayı enfeksiyonlardan korur. S. epidermidis'ler, difteroidler ve bazı mayalar en sık rastlanabilen flora etkenleridir.
Mikrobiyel Flora
Mikrobiyel Flora
Bir canlı veya doğal ortamda normal olarak bulunan ve zarar vermediği gibi yararı olan çeşitli mikroorganizma cins ve türlerinin bir denge içerisinde yaşadığı mikroorganizma topluluğuna o canlı veya doğal ortamın mikrobiyel florast denir. Sağlıklı bir annenin bebeği intrauterin dönemde sterildir. İnsanın mikroorganizmalarla tanışması doğumla başlar. Yenidoğan bebeğin deri ve mukozaları annenin genital sistem florasındaki mikroorganizmalarla kaplanır. Daha sonra hastane ve ev ortamında bulunabilen başka mikroorganizmlarla mikrobiyel flora zenginleşir. Doğumu takiben vücudun değişik bölgelerine yerleşen mikroorganizmalar, zamanla değişmekle birlikte, konakçının deri, ağız, nazofarinks, özefagus, barsaklar, göz, kulak, ürogenital sistem mukozası gibi yerleri kaplayarak, patojen mikroorganizmalardan konakçıyı korurlar.
Vücudun değişik bölgelerinde farklı mikrobiyel flora kombinasyonlarının veya bakterilerin bulunması ile ortamın pH'sı, nemi, hücrelerin farklılığı, deri ve mukozalarda-ki farklı salgıların biyokimyasal bileşimlerinin farklılıkları ile farklı antimikrobiyel maddeler içermelerinden kaynaklanır. Örneğin, koltuk altı ve kasık bölgeleri terlemelerden ötürü diğer deri kısımlarına göre daha nemli olduğundan mikroorganizmaların üremesi için daha uygun yerleri oluştururlar.
İç organlarda (karaciğer akciğer, dalak, böbrek, kalp, pankreas, periton, uterus, idrar kesesi, vs) kaslarda, kemik, ve kemik iliğinde, kıkırdaklarda, beyin ve beyin-omurilik sıvısında vs) mikroorganizma bulunmaz. Bu doku ve organlarda mikroorganizma bulunması enfeksiyonu ifade eder. Örneğin, ağız florasında bulunan Streptokokların oral müdahaleden sonra kan dolaşımına geçmesi bakteriyemi olarak isimlendirilir. Bu tip bir bakteriyemi genellikle kısa sürede savunma sistemince ortadan kaldırılır. Bakteriyemi bağışıklık sistemi tarafından kontrol edilemez ise septisemi gelişir.
Yenidoğanın florası, bulunduğu çevreye, beslenmeye, annenin florasına, vs faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Saprofit mikroorganizmaların yanısıra patojenlerde bulunabilir. Yenidoğanlar çevrelerindeki her şeyi alıp, dokunup ağızlarına götürme/alma içgüdüsü içerisinde olduklarından patojenlerden korunmaları için el hijyeni önem kazanmaktadır. Bu sebeplerle bebeklerde ağız florası annenin florası özellikle de deri florası ile yakından ilişkili iken çok karmaşık ve değişken bir yapı sergilemeye başlar. Bu durum ergenliğe kadar sürer ve nihayet erişkin dönemde mikrobiyel flora dengesi sabitleşmeye başlar. Bu yüzden vücudun mikroorganizma florası Geçici flora ve Kalıcı flora olarak iki kısımda incelebilir.
Örneğin ağız yoluyla alınan geniş spektrumlu antibiyotikler, sindirim sistemindeki bakteri florası arasındaki dengeyi bozarak, (duyarlı olanlar ölüp dirençli olanlar kalacağı için) bir süre flora (bakteri cins/türleri ile bunların birbirlerine olan oranlar/sayıları) değişecektir. Kimi durumlarda sindirimde etkili olan bakteriler azaldığından hasta besin sindiriminde güçlük çekecektir. Bilinçsiz antibiyotik kullanımları (reçeteli/reçetesiz, an-tibiyoğramsız, tesadüfi geniş spektrumlu antibiyotik kullanımları) sonucunda toplumda antibiyotiklere dirençli (bakteriler arası gen aktarımlarının da etkisi ile) bakteri popu-lasyonunda artışa yol açmakta,, hatta bir enfeksiyonun kontrolü için antibiyotik kullanılırken başka bir enfeksiyonun/miks enfeksiyon oluşmasına sebep olunmaktadır.
Canimin kalıcı florası değişik uygulamalarla azaltılsa veya yok edilse bile, konakçının bağışıklık sisteminin bozulmadığı durumlarda kısa sürede flora normal hale döner. Örneğin bir operasyon öncesinde antiseptiklerle temizlenen deri florası birkaç gün içerisinde eski haline kavuşur.
Bir canlı veya doğal ortamda normal olarak bulunan ve zarar vermediği gibi yararı olan çeşitli mikroorganizma cins ve türlerinin bir denge içerisinde yaşadığı mikroorganizma topluluğuna o canlı veya doğal ortamın mikrobiyel florast denir. Sağlıklı bir annenin bebeği intrauterin dönemde sterildir. İnsanın mikroorganizmalarla tanışması doğumla başlar. Yenidoğan bebeğin deri ve mukozaları annenin genital sistem florasındaki mikroorganizmalarla kaplanır. Daha sonra hastane ve ev ortamında bulunabilen başka mikroorganizmlarla mikrobiyel flora zenginleşir. Doğumu takiben vücudun değişik bölgelerine yerleşen mikroorganizmalar, zamanla değişmekle birlikte, konakçının deri, ağız, nazofarinks, özefagus, barsaklar, göz, kulak, ürogenital sistem mukozası gibi yerleri kaplayarak, patojen mikroorganizmalardan konakçıyı korurlar.
Vücudun değişik bölgelerinde farklı mikrobiyel flora kombinasyonlarının veya bakterilerin bulunması ile ortamın pH'sı, nemi, hücrelerin farklılığı, deri ve mukozalarda-ki farklı salgıların biyokimyasal bileşimlerinin farklılıkları ile farklı antimikrobiyel maddeler içermelerinden kaynaklanır. Örneğin, koltuk altı ve kasık bölgeleri terlemelerden ötürü diğer deri kısımlarına göre daha nemli olduğundan mikroorganizmaların üremesi için daha uygun yerleri oluştururlar.
İç organlarda (karaciğer akciğer, dalak, böbrek, kalp, pankreas, periton, uterus, idrar kesesi, vs) kaslarda, kemik, ve kemik iliğinde, kıkırdaklarda, beyin ve beyin-omurilik sıvısında vs) mikroorganizma bulunmaz. Bu doku ve organlarda mikroorganizma bulunması enfeksiyonu ifade eder. Örneğin, ağız florasında bulunan Streptokokların oral müdahaleden sonra kan dolaşımına geçmesi bakteriyemi olarak isimlendirilir. Bu tip bir bakteriyemi genellikle kısa sürede savunma sistemince ortadan kaldırılır. Bakteriyemi bağışıklık sistemi tarafından kontrol edilemez ise septisemi gelişir.
Yenidoğanın florası, bulunduğu çevreye, beslenmeye, annenin florasına, vs faktörlere bağlı olarak değişkenlik gösterir. Saprofit mikroorganizmaların yanısıra patojenlerde bulunabilir. Yenidoğanlar çevrelerindeki her şeyi alıp, dokunup ağızlarına götürme/alma içgüdüsü içerisinde olduklarından patojenlerden korunmaları için el hijyeni önem kazanmaktadır. Bu sebeplerle bebeklerde ağız florası annenin florası özellikle de deri florası ile yakından ilişkili iken çok karmaşık ve değişken bir yapı sergilemeye başlar. Bu durum ergenliğe kadar sürer ve nihayet erişkin dönemde mikrobiyel flora dengesi sabitleşmeye başlar. Bu yüzden vücudun mikroorganizma florası Geçici flora ve Kalıcı flora olarak iki kısımda incelebilir.
Örneğin ağız yoluyla alınan geniş spektrumlu antibiyotikler, sindirim sistemindeki bakteri florası arasındaki dengeyi bozarak, (duyarlı olanlar ölüp dirençli olanlar kalacağı için) bir süre flora (bakteri cins/türleri ile bunların birbirlerine olan oranlar/sayıları) değişecektir. Kimi durumlarda sindirimde etkili olan bakteriler azaldığından hasta besin sindiriminde güçlük çekecektir. Bilinçsiz antibiyotik kullanımları (reçeteli/reçetesiz, an-tibiyoğramsız, tesadüfi geniş spektrumlu antibiyotik kullanımları) sonucunda toplumda antibiyotiklere dirençli (bakteriler arası gen aktarımlarının da etkisi ile) bakteri popu-lasyonunda artışa yol açmakta,, hatta bir enfeksiyonun kontrolü için antibiyotik kullanılırken başka bir enfeksiyonun/miks enfeksiyon oluşmasına sebep olunmaktadır.
Canimin kalıcı florası değişik uygulamalarla azaltılsa veya yok edilse bile, konakçının bağışıklık sisteminin bozulmadığı durumlarda kısa sürede flora normal hale döner. Örneğin bir operasyon öncesinde antiseptiklerle temizlenen deri florası birkaç gün içerisinde eski haline kavuşur.
Mutualizm Komensalizm Antagonizm Nedir
Mikroorganizmalarda Birlikte Yaşam
Mikroorganizmalar doğada ve konakçıda genellikle 2-3 türü bir arada yaşarlar. Mikroorganizmalar bu birliktelikleri sırasında birbirlerinin üreme/çoğalmaların üzerine olumlu ve olumsuz etkilerde bulunurlar. Mikroorganizmaların kendi aralarındaki ve konakçı ile olan birliktelikleri önceleri genel olarak sembiyozis denilmiştir. Sembiyoziste eğer bir mikrocanlı ortağı üzerinde yaşıyorsa ektosembiyozis, içeririsinde yaşıyorsa endosmbiyozis denir. Mikroorganizmalar arasındaki yaşama şekilleri 3 kısma ayrılarak incelenmektedir.
1. Yardımlaşma temeline dayanan yaşama şekli. Mutualizim, komensalizim
2. Yaşamı zorlaştıran yaşama şekli. Antagonizim
3. Zarar veren yaşama şekli. Parazitizim, opurtunizim,
Mutualizm Nedir, Mutualist Yaşam
Bazı bakteriler, aynı ortamda beslenirken bir diğerine yararlı olan bazı maddeler veya etkiler sağlarlar. Örneğin, Lactabacillus arabinosus ve Streptococcus faecalis beraber ürer iken ayrı ayrı ürediklerinden daha fazla ürerler. Çünkü, L. arabiııosus, ürerken ortama folik asit sentezler. Folik asitte Str. faecalis'in üremesinde hücre faaliyetlerinde çok gereklidir. Str. faecalis ise L. arabinosus için gerekli olan fenilalanin'i sentezler. Aralarında sembiyozis olan bakteriler tek başların üreyebilmeleri için besi ortamında bakteri için gerekli olan tüm besin maddelerinin bulunması gerekir. Bakterilerle proto-zoonlar, bakterilerle algler, bakterilerle ruminantlar, bakterilerle bitkiler ve hatta bakterilerle insanlar arasında da sembiyozis vardır. Örneğin, insanların sindirim sistemi florasındaki bakteriler olmasa, insanlar yedikleri bir çok besin sindirimini yapamazlar. Mutualist yaşayan patojen mikroorganizmlar, aynı zamanda bulundukları konakçıda tek başlarına yapabildikleri enfeksiyondan daha tehlikelisini (sinerjik etki) yaparlar.
Komensalizm Nedir, Kommensalizm Tek Taraflı Yardımlaşma
Komensal sembiyoziste mikroorganizmalardan biri yarar görürken diğeri için yarar yada zarar söz konusu değildir. Bazı bakteriler, besiyerlerindeki her besini ayrıştırıp parçalayacak ve besin olarak kullanabilecek enzimlere sahip değildir. Bu tip enzimi olan bir başka mikrop ile birlikte yaşadığında daha kolay çoğalabilir. Mesela, Escherichia coli arjinini parçalayacak enzimi olmadığından arjinin esaslı besiyerinde üreyemez. Eğer Str. faecalis ile birlikte ise bu bakteri arjinin'i ornithin'e çevirir. E.coli ornitinle beslenerek üremeye başlar. Bu iki bakteri insan ve hayvanların barsak floralarında bulunurlar.
Antagonizm Nedir, Antagonistik Etki
Bazı mikroorganizmalar, üredikleri ortama salgıladıkları metabolizma artıkları ile genellikle ortam pH'sını (aside çevirerek), ozmotik basıncını ve yüzey gerilimini değiştirirler. Bu durumda diğer mikroorganizmanın enzimlerinin aktifleşemeyeceği hatta öleceği zemin hazırlarlar. Bazı toksik maddelerle veya antimikrobiyal ürünleri (bakteriyosinler, antibiyotikler ) ile de doğrudan diğerinin üremesini kontrol altına alırlar. Örneğin, Lactabacillus'lar, yoğurtta hızlı bir şekilde laktik asit üreterek diğer bakterilerin üremesini hatta yaşamasını önlerler.
Antagonist etkiden haraketle, mikroorganizmaları üretip diğer mikroorganizmalar üzerinde üremeyi durdurucu (mikrobiostatik, bakteriostatik) ve/veya öldürücü (mikrobiolitik, bakteriolitik) etki göstermeyi izah için antibiyotik tabiri VVaksmann tarafından kullanılmıştır. Penicillium notatum''dan elde edilen penisilinler ilk antibiyotiktir (Aleksandr Fleming). Bacillus brevis'in sentezlediği Gramicin, Streptomyces cinsi mantarların sentezledikleri, streptomisin, kloramfenikol, tetrasiklinler, kanamisinler örnek olarak verilebilir.
Bakteriosinler ise ilk olarak 1925'te Escherichia coli'de. bulunmuştur. Daha sonraları Streptokoklarda, pseudomonaslarda ve daha bir çok bakteride bakteriosin sentezi tespit edilmiştir.
Parazitizm, Parazitik
İnsan ve hayvanlarda enfeksiyon oluşturan tüm mikroorganizmaları (bakteri, virüs, mantar, protozon, helmint, askarid, vs) parazit olarak kabul edebiliriz. Konakçının bakteri olduğu durumlarda ise parazit genellikle bakteriofajlardır (bakteri virusu). Parazitik yaşam şekli bir canlının diğer bir canlı üzerinde veya içinde zarar vererek veya faydası olmadan gerçekleşen bir sembiyotik yaşam şeklidir.
Opurtunizim
İnsan ve hayvanların sindirim sistemi, üst solunum sistemi, ürogenital sistemi, deri ve mukozalarında normal olarak yaşayan ve buraların mikroflorasını oluşturan mikroorganizmalar bulunur. Mikrofloranın önemli bir çoğunluğu canlıyı patojenlerden korurken, çok az bir kısmı konakçının sağlık dengesinin kısmen bozulduğu, zayıfladığı durumlarda konakçısını hastalandırırlar. Bu duruma opurtunizim, bu tip mikroorganizmalara da opurtunist mikroorganizma veya fırsatçı patojenler denir.
Mikroorganizmalar doğada ve konakçıda genellikle 2-3 türü bir arada yaşarlar. Mikroorganizmalar bu birliktelikleri sırasında birbirlerinin üreme/çoğalmaların üzerine olumlu ve olumsuz etkilerde bulunurlar. Mikroorganizmaların kendi aralarındaki ve konakçı ile olan birliktelikleri önceleri genel olarak sembiyozis denilmiştir. Sembiyoziste eğer bir mikrocanlı ortağı üzerinde yaşıyorsa ektosembiyozis, içeririsinde yaşıyorsa endosmbiyozis denir. Mikroorganizmalar arasındaki yaşama şekilleri 3 kısma ayrılarak incelenmektedir.
1. Yardımlaşma temeline dayanan yaşama şekli. Mutualizim, komensalizim
2. Yaşamı zorlaştıran yaşama şekli. Antagonizim
3. Zarar veren yaşama şekli. Parazitizim, opurtunizim,
Mutualizm Nedir, Mutualist Yaşam
Bazı bakteriler, aynı ortamda beslenirken bir diğerine yararlı olan bazı maddeler veya etkiler sağlarlar. Örneğin, Lactabacillus arabinosus ve Streptococcus faecalis beraber ürer iken ayrı ayrı ürediklerinden daha fazla ürerler. Çünkü, L. arabiııosus, ürerken ortama folik asit sentezler. Folik asitte Str. faecalis'in üremesinde hücre faaliyetlerinde çok gereklidir. Str. faecalis ise L. arabinosus için gerekli olan fenilalanin'i sentezler. Aralarında sembiyozis olan bakteriler tek başların üreyebilmeleri için besi ortamında bakteri için gerekli olan tüm besin maddelerinin bulunması gerekir. Bakterilerle proto-zoonlar, bakterilerle algler, bakterilerle ruminantlar, bakterilerle bitkiler ve hatta bakterilerle insanlar arasında da sembiyozis vardır. Örneğin, insanların sindirim sistemi florasındaki bakteriler olmasa, insanlar yedikleri bir çok besin sindirimini yapamazlar. Mutualist yaşayan patojen mikroorganizmlar, aynı zamanda bulundukları konakçıda tek başlarına yapabildikleri enfeksiyondan daha tehlikelisini (sinerjik etki) yaparlar.
Komensalizm Nedir, Kommensalizm Tek Taraflı Yardımlaşma
Komensal sembiyoziste mikroorganizmalardan biri yarar görürken diğeri için yarar yada zarar söz konusu değildir. Bazı bakteriler, besiyerlerindeki her besini ayrıştırıp parçalayacak ve besin olarak kullanabilecek enzimlere sahip değildir. Bu tip enzimi olan bir başka mikrop ile birlikte yaşadığında daha kolay çoğalabilir. Mesela, Escherichia coli arjinini parçalayacak enzimi olmadığından arjinin esaslı besiyerinde üreyemez. Eğer Str. faecalis ile birlikte ise bu bakteri arjinin'i ornithin'e çevirir. E.coli ornitinle beslenerek üremeye başlar. Bu iki bakteri insan ve hayvanların barsak floralarında bulunurlar.
Antagonizm Nedir, Antagonistik Etki
Bazı mikroorganizmalar, üredikleri ortama salgıladıkları metabolizma artıkları ile genellikle ortam pH'sını (aside çevirerek), ozmotik basıncını ve yüzey gerilimini değiştirirler. Bu durumda diğer mikroorganizmanın enzimlerinin aktifleşemeyeceği hatta öleceği zemin hazırlarlar. Bazı toksik maddelerle veya antimikrobiyal ürünleri (bakteriyosinler, antibiyotikler ) ile de doğrudan diğerinin üremesini kontrol altına alırlar. Örneğin, Lactabacillus'lar, yoğurtta hızlı bir şekilde laktik asit üreterek diğer bakterilerin üremesini hatta yaşamasını önlerler.
Antagonist etkiden haraketle, mikroorganizmaları üretip diğer mikroorganizmalar üzerinde üremeyi durdurucu (mikrobiostatik, bakteriostatik) ve/veya öldürücü (mikrobiolitik, bakteriolitik) etki göstermeyi izah için antibiyotik tabiri VVaksmann tarafından kullanılmıştır. Penicillium notatum''dan elde edilen penisilinler ilk antibiyotiktir (Aleksandr Fleming). Bacillus brevis'in sentezlediği Gramicin, Streptomyces cinsi mantarların sentezledikleri, streptomisin, kloramfenikol, tetrasiklinler, kanamisinler örnek olarak verilebilir.
Bakteriosinler ise ilk olarak 1925'te Escherichia coli'de. bulunmuştur. Daha sonraları Streptokoklarda, pseudomonaslarda ve daha bir çok bakteride bakteriosin sentezi tespit edilmiştir.
Parazitizm, Parazitik
İnsan ve hayvanlarda enfeksiyon oluşturan tüm mikroorganizmaları (bakteri, virüs, mantar, protozon, helmint, askarid, vs) parazit olarak kabul edebiliriz. Konakçının bakteri olduğu durumlarda ise parazit genellikle bakteriofajlardır (bakteri virusu). Parazitik yaşam şekli bir canlının diğer bir canlı üzerinde veya içinde zarar vererek veya faydası olmadan gerçekleşen bir sembiyotik yaşam şeklidir.
Opurtunizim
İnsan ve hayvanların sindirim sistemi, üst solunum sistemi, ürogenital sistemi, deri ve mukozalarında normal olarak yaşayan ve buraların mikroflorasını oluşturan mikroorganizmalar bulunur. Mikrofloranın önemli bir çoğunluğu canlıyı patojenlerden korurken, çok az bir kısmı konakçının sağlık dengesinin kısmen bozulduğu, zayıfladığı durumlarda konakçısını hastalandırırlar. Bu duruma opurtunizim, bu tip mikroorganizmalara da opurtunist mikroorganizma veya fırsatçı patojenler denir.
Bakteri Enzim Bakteri Enzimleri
Bakteri Enzimleri, Bakteri Enzim
Bakteri hücrelerinde memelilerdeki gibi her tür enzim bulunmaz. Hidrolizan karakterdeki enzimler genellikle tüm bakterilerde bulunur. Oksidazlar, redüktazlar ve dekar-boksilazlar bazı bakterilerde bulunur. Bu enzimlerin bir bakteri cinsinde/türünde sentezlenmesi o türün ortamdaki besinlerden daha iyi yararlanabileceğini ifade ederken aynı zamanda laboratuvarda bu enzimlerinin ortaya konularak teşhis edilmelerinde kullanılır. Örneğin; koagülaz testi, hiyalüronidaz testi, hemoliz testi, kollajenaz testi, fibrinolizin testi, lökosidin testi, Lesitinaz testi, nöraminidaz testi, oksidaz testi, katalaz testi, üreaz testi, ornitin dekarboksilaz testi, jelatinaz testi, glikoz, laktoz, vs oksidasyon redüksiyon testleri. Bakterilerin çok çeşitli enzimlere sahip olmaları aynı zamanda birer patojenite kriteri olarak ta kullanılır.
Hiyalüronidaz – Memeli dokularda hücre içinde bulunan hiyalüronik asidi parçalayarak, enfeksiyonun dokudaki diğer hücrelere yayılmasını kolaylaştırır. Streptokoklar, Stafilokoklar, Klostridiumlar, Koribakteriler ve daha bir çok bakteride bulunur.
Hemoliz - Kanlı ağarda ürerken görülebilen hemoliz enzimi varlığı, eritrositleri ve diğer hücreleri parçalayan bir enzimdir. Bir çok bakteri de bulunur.
Nörominidaz - Tükürükte sialik asitin azalmasına sebep olarak diş plaklarının oluşmasında etkili olan bir enzim, ağız ortamındaki glikoproteinlerin diş üzerine çökelmesinde dolaylı rol alır. Streptokoklarda ve Corynebacterialarda bulunur.
Katalaz - Birçok bakteride bulunur (Streptokoklar hariç).
Bakteri hücrelerinde memelilerdeki gibi her tür enzim bulunmaz. Hidrolizan karakterdeki enzimler genellikle tüm bakterilerde bulunur. Oksidazlar, redüktazlar ve dekar-boksilazlar bazı bakterilerde bulunur. Bu enzimlerin bir bakteri cinsinde/türünde sentezlenmesi o türün ortamdaki besinlerden daha iyi yararlanabileceğini ifade ederken aynı zamanda laboratuvarda bu enzimlerinin ortaya konularak teşhis edilmelerinde kullanılır. Örneğin; koagülaz testi, hiyalüronidaz testi, hemoliz testi, kollajenaz testi, fibrinolizin testi, lökosidin testi, Lesitinaz testi, nöraminidaz testi, oksidaz testi, katalaz testi, üreaz testi, ornitin dekarboksilaz testi, jelatinaz testi, glikoz, laktoz, vs oksidasyon redüksiyon testleri. Bakterilerin çok çeşitli enzimlere sahip olmaları aynı zamanda birer patojenite kriteri olarak ta kullanılır.
Hiyalüronidaz – Memeli dokularda hücre içinde bulunan hiyalüronik asidi parçalayarak, enfeksiyonun dokudaki diğer hücrelere yayılmasını kolaylaştırır. Streptokoklar, Stafilokoklar, Klostridiumlar, Koribakteriler ve daha bir çok bakteride bulunur.
Hemoliz - Kanlı ağarda ürerken görülebilen hemoliz enzimi varlığı, eritrositleri ve diğer hücreleri parçalayan bir enzimdir. Bir çok bakteri de bulunur.
Nörominidaz - Tükürükte sialik asitin azalmasına sebep olarak diş plaklarının oluşmasında etkili olan bir enzim, ağız ortamındaki glikoproteinlerin diş üzerine çökelmesinde dolaylı rol alır. Streptokoklarda ve Corynebacterialarda bulunur.
Katalaz - Birçok bakteride bulunur (Streptokoklar hariç).
Enzim İsimleri Enzimlerin Cesitleri
Enzim İsimleri, Enzim Çeşitleri
Enzimler katalize ettikleri reaksiyonların özelliğine yada etkidikleri substrata göre isimlendirilirler. Bu sebeple, isimlerinin sonuna "ase." eki getirilir. Proteinlere etkiyenlere proteinase, yağlara etkiyenlere lipase, karbonhidratlara etkiyenlere karbonhidrase, üreye etkiyene ürease, gibi genel isimlendirme yapılır.
Reaksiyona göre oksidasyon yapan enzimlere oksidaz, redüksiyon yapanlara redüktaz, dekarboksilasyon yapanlara dekarboksilaz, hidrolizasyon yapanlara hidralaz'lar denir. Önceleri bu sistematik isimlendirme kullanılmadığından bir kısım enzimler rastgele isimlendirilmiştir. Örneğin tükürükte bulunan ve nişasta sindiriminde etkili olan pit-yalin, midede bulunan ve proteolitik karakterdeki pepsin, pankreastan sentezlenen proteolitik karakterdeki tripsin.
Enzimler katalize ettikleri reaksiyonlara göre Enzimlerin Çeşitleri 6 ana gruba ayrılırlar.
1- Oksidoredüktazlar.
2- Tranferazlar.
3- Hidrolazlar
4- İzomerazlar
5- Liyazlar
6- Ligazlar
Enzimler katalize ettikleri reaksiyonların özelliğine yada etkidikleri substrata göre isimlendirilirler. Bu sebeple, isimlerinin sonuna "ase." eki getirilir. Proteinlere etkiyenlere proteinase, yağlara etkiyenlere lipase, karbonhidratlara etkiyenlere karbonhidrase, üreye etkiyene ürease, gibi genel isimlendirme yapılır.
Reaksiyona göre oksidasyon yapan enzimlere oksidaz, redüksiyon yapanlara redüktaz, dekarboksilasyon yapanlara dekarboksilaz, hidrolizasyon yapanlara hidralaz'lar denir. Önceleri bu sistematik isimlendirme kullanılmadığından bir kısım enzimler rastgele isimlendirilmiştir. Örneğin tükürükte bulunan ve nişasta sindiriminde etkili olan pit-yalin, midede bulunan ve proteolitik karakterdeki pepsin, pankreastan sentezlenen proteolitik karakterdeki tripsin.
Enzimler katalize ettikleri reaksiyonlara göre Enzimlerin Çeşitleri 6 ana gruba ayrılırlar.
1- Oksidoredüktazlar.
2- Tranferazlar.
3- Hidrolazlar
4- İzomerazlar
5- Liyazlar
6- Ligazlar
Apoenzim Enzim Koenzim Holoenzim Nedir
Bakterilerde Besin Sindirimi ve Enzimler, Bakteriler Hakkında Bilgi
Enzimler, canlı hücreler tarafından sentezlenen organik ve katalitik özeliklere sahip maddeler olup biyokimyasal olayların hızlı bir şekilde gerçekleşmesinde görevlidirler. Enzimler reaksiyona giren maddelerle geçici bileşikler oluşturarak reaksiyonun kısa sürede tamamlanmasını sağlarlar. Bu maddeler olmadan biyokimyasal olayların gerçekleşmeleri yaklaşık olarak 109 kere daha yavaştır.
Mikroorganizmalar besinlerini (protein, karbonhidrat, lipid) hücre içine alabilecek moleküler boyutlara getirebilmek için bazı enzimler sentezlerler. Bu enzimler hücre içerisinde üretilir. Bir kısmı endoenzimler olarak içeride kalırlar. Bir kısmıda dış ortama (ekzoenzimler) salgılanırlar.
Reaksiyonların başlangıcında, reaksiyona giren madde (substrat) ile geçici bileşikler oluşturan enzimler, reaksiyonun bitiminde ayrılarak yeni reaksiyonları katalize etmek üzere normal yapılarına dönerler. Kaybolmadıkları için çok az miktarları bile kısa bir süre içerisinde çok sayıda biyokimyasal olayı katalize edebilir. Örneğin 2 mi yoğun tripsin enzimi pH'sı 7.5 olan bir ortamda 37°C'de yaklaşık 3 kg eti hidrolize edebilir. Saf enzimler kendi miktarının yaklaşık 100.000-1.000.000 katı kadar proteini hidrolize edebilmektedir.
Enzimlerin sentezlenmesindeki genetik aksaklıklar veya enzimin yapısındaki çok küçük değişiklikler bile bakterilerin besinleri enzimatik sindirime tabi tutamamalarına, beslenememelerine ve üremelerinin durmasına hatta ölmelerine sebep olabilir. Canlıdaki her enzim belli bir substrata özgü olup etkidiği aşama sınırlıdır. Bu aşamadan sonra başka enzimler devreye girer ve bu işlem birbiri ardısıra devam eder. Sonuçta besinler birçok enzimin etkisi ile hidrolize edilirler. Eğer bu aşamaların bir yerindeki herhangi bir enzimin aktivitesi yetersiz veya olmaz ise reaksiyon tamamlanamaz. Enzimler o kadar spesifiktirler ki, proteinlere etkiyen bir enzim karbonhidratlara etkisizdir. Hatta L- aminoasitlere (örneğin L-arginin, D- arginin) etkiyenler D- aminoasitlere etkimezler.
Enzimler, kolloidal özellikte ve protein yapısında olduklarından fiziksel (pH, ısı, ışık vs) ve kimyasal (asit, alkali, mineraller vs) faktörlerden kolay etkilenirler. Moleküler ağırlıkları 10.000 dalton ile 1.000.000 dalton arasında değişmektedir.
Enzimler, temel olarak 2 yapıdan oluşurlar.
1- Apoenzim nedir; Protein yapısında, sıvısal, ısıya duyarlı ve diyalize edilemeyen inaktif kısım
2- Enzim Koenzim. Protein yapısında olmayan ısıya dayanıklı, küçük moleküler ağırlıklı ve inaktif organik kısım.
Apoenzim (İnaktif ) + Koenzim (İnaktif) = Holoenzim (Aktif)
Bu inaktif kısım birleşince aktif enzim oluşur. Buna holoenzim veya konjuge enzim denir. Bu sebeple, enzimler, moleküler ağırlıkları düşük yapıdaki organik bir moleküle (koenzim) bağlanmış proteinler olarak tanımlanırlar.
Bazı enzimler, hücrede sentezlendiklerinde genellikle inaktif durumdadırlar (proenzim). Aktif hale geçebilmeleri için kofaktör denilen maddelerle aktive edilmeleri gerekir. Örneğin, tripsinojen proenziminin aktif tripsin kısmı barsakta sentezlenen enterokinase tarafından aktive edilerek (aktif) tripsin haline dönüştürülür. Organik yapıdaki fosfatları hidrolize eden fosfatase enzimi magnezyum iyonlarınca uyarılır. Kofaktörler hücre içinde veya dışında bulunabilirler.
Enzimler, canlı hücreler tarafından sentezlenen organik ve katalitik özeliklere sahip maddeler olup biyokimyasal olayların hızlı bir şekilde gerçekleşmesinde görevlidirler. Enzimler reaksiyona giren maddelerle geçici bileşikler oluşturarak reaksiyonun kısa sürede tamamlanmasını sağlarlar. Bu maddeler olmadan biyokimyasal olayların gerçekleşmeleri yaklaşık olarak 109 kere daha yavaştır.
Mikroorganizmalar besinlerini (protein, karbonhidrat, lipid) hücre içine alabilecek moleküler boyutlara getirebilmek için bazı enzimler sentezlerler. Bu enzimler hücre içerisinde üretilir. Bir kısmı endoenzimler olarak içeride kalırlar. Bir kısmıda dış ortama (ekzoenzimler) salgılanırlar.
Reaksiyonların başlangıcında, reaksiyona giren madde (substrat) ile geçici bileşikler oluşturan enzimler, reaksiyonun bitiminde ayrılarak yeni reaksiyonları katalize etmek üzere normal yapılarına dönerler. Kaybolmadıkları için çok az miktarları bile kısa bir süre içerisinde çok sayıda biyokimyasal olayı katalize edebilir. Örneğin 2 mi yoğun tripsin enzimi pH'sı 7.5 olan bir ortamda 37°C'de yaklaşık 3 kg eti hidrolize edebilir. Saf enzimler kendi miktarının yaklaşık 100.000-1.000.000 katı kadar proteini hidrolize edebilmektedir.
Enzimlerin sentezlenmesindeki genetik aksaklıklar veya enzimin yapısındaki çok küçük değişiklikler bile bakterilerin besinleri enzimatik sindirime tabi tutamamalarına, beslenememelerine ve üremelerinin durmasına hatta ölmelerine sebep olabilir. Canlıdaki her enzim belli bir substrata özgü olup etkidiği aşama sınırlıdır. Bu aşamadan sonra başka enzimler devreye girer ve bu işlem birbiri ardısıra devam eder. Sonuçta besinler birçok enzimin etkisi ile hidrolize edilirler. Eğer bu aşamaların bir yerindeki herhangi bir enzimin aktivitesi yetersiz veya olmaz ise reaksiyon tamamlanamaz. Enzimler o kadar spesifiktirler ki, proteinlere etkiyen bir enzim karbonhidratlara etkisizdir. Hatta L- aminoasitlere (örneğin L-arginin, D- arginin) etkiyenler D- aminoasitlere etkimezler.
Enzimler, kolloidal özellikte ve protein yapısında olduklarından fiziksel (pH, ısı, ışık vs) ve kimyasal (asit, alkali, mineraller vs) faktörlerden kolay etkilenirler. Moleküler ağırlıkları 10.000 dalton ile 1.000.000 dalton arasında değişmektedir.
Enzimler, temel olarak 2 yapıdan oluşurlar.
1- Apoenzim nedir; Protein yapısında, sıvısal, ısıya duyarlı ve diyalize edilemeyen inaktif kısım
2- Enzim Koenzim. Protein yapısında olmayan ısıya dayanıklı, küçük moleküler ağırlıklı ve inaktif organik kısım.
Apoenzim (İnaktif ) + Koenzim (İnaktif) = Holoenzim (Aktif)
Bu inaktif kısım birleşince aktif enzim oluşur. Buna holoenzim veya konjuge enzim denir. Bu sebeple, enzimler, moleküler ağırlıkları düşük yapıdaki organik bir moleküle (koenzim) bağlanmış proteinler olarak tanımlanırlar.
Bazı enzimler, hücrede sentezlendiklerinde genellikle inaktif durumdadırlar (proenzim). Aktif hale geçebilmeleri için kofaktör denilen maddelerle aktive edilmeleri gerekir. Örneğin, tripsinojen proenziminin aktif tripsin kısmı barsakta sentezlenen enterokinase tarafından aktive edilerek (aktif) tripsin haline dönüştürülür. Organik yapıdaki fosfatları hidrolize eden fosfatase enzimi magnezyum iyonlarınca uyarılır. Kofaktörler hücre içinde veya dışında bulunabilirler.