Çevre Kirliliğinin Doğal Faktörleri
İklim
Yağış ve rüzgâr erozyona neden olan doğal faktörlerdendir. Yağışın cinsi ve süresi erozyonun hızı ve şiddeti üzerinde etkilidir. Normal çiseli yağmur erozyonuna yol açmazken sağanak yağan yağmur, toprağı hızla aşındırarak oluşturduğu sellerle bulunduğu yerden uzaklaştırılmasına açar. Aynı şekilde normal kar yağışı erozyona yol açmazken yoğun olarak gerçekleşen dolu yağışı, hızla eriyerek sele sebep olduğu zaman erozyona yol açar. Bu şekilde gerçekleşen erozyona su erozyonu denir. Diğer bir iklim elemanı olan rüzgâr da yapmış olduğu mekanik etki ile yeryüzünden aşındırdığı materyalleri başka bölgelere taşır. Bu şekilde gerçekleşen erozyona da rüzgâr erozyonu denir.
Toprak
Toprağın yapısı, su tutma kapasitesi ve geçirimlilik derecesi, toprağı oluşturan parçacıkların birbirine bağlanış derecesi, toprağın suya ve rüzgâra karşı tepkisi erozyon üzerinde etkilidir.
Bitki Örtüsü
Bitki örtüsü, yağışın toprağa sızmasına yardımcı olurken suyun yüzeyden akarak aşınma yapmasına engel olur. Bitkilerin kök yapısı toprağı tutarak dağılmasını ve uzaklaşmasını önler.
Jeomorfolojik Özellikleri
Toprağın yükseltisi, eğimi, bakısı gibi jeomorfolojik özellikleri erozyon üzerinde doğrudan etkilidir. Özellikle yamaçların azlığı ve çokluğu ile bu yamaçların eğim derecesi, yüzeysel akışı, aşınmamayı ve taşımayı kontrol eder.
Erozyon Nedir Erozyon Etkileri
Erozyon Nedir, Erozyon Etkileri
Erozyon, toprakların su, rüzgâr, çığ, dalga gibi faktörlerin yâda insanların bilinçsiz davranışlarının sonucu bulundukları yerden kopartılarak başka yerlere taşınması olayıdır. Doğal erozyon ve hızlandırılmış erozyon olmak üzere iki çeşit erozyon vardır.
Doğal Erozyon
Yeryüzünde toprak, bitki örtüsü, eğim ve yağış arasında doğal bir denge vardır. Bu doğal denge içerisinde zamanla yeryüzün bazı yüksek kısımları rüzgâr ve benzeri yollarla aşınmakta ve bu bölgelerden kopan materyaller başka yerlerde birikmektedir. Bu sayede yeryüzü ideal bir şekil oluşturmaya doğru gitmektedir. Bu şekilde doğal yollarla dış faktörlerin etkisiyle meydana gelen bu aşınma şekline doğal erozyon denir. Doğal erozyon faydalı bir erozyon şekli olup yüzeydeki verimsizleşen toprak parçalarını uzaklaştırırken ana kayadan yeni toprak oluşumunu hızlandırır. Doğal erozyon yeryüzünün oluşumundan bu yana devam eden doğal bir süreçtir.
Hızlandırılmış Erozyon
Doğal bitki örtüsünün tahrip edilerek doğal yapının bozulması ya da toprakların yanlış kullanımı sonucu oluşan erozyona hızlandırılmış erozyon denir.
Hızlandırılmış erozyona; orman tahrip edilmesi, aşırı otlatma, yanlış tarım tekniklerini kullanma gibi davranışlar sebep olmaktadır. Genel olarak toprak erozyonu birçok doğal ve beşeri faktörlerin kontrolü altındadır. Bu faktörlerin bazıları erozyonu önlemekte, bazıları ise hızlandırmaktadır.
Erozyon, toprakların su, rüzgâr, çığ, dalga gibi faktörlerin yâda insanların bilinçsiz davranışlarının sonucu bulundukları yerden kopartılarak başka yerlere taşınması olayıdır. Doğal erozyon ve hızlandırılmış erozyon olmak üzere iki çeşit erozyon vardır.
Doğal Erozyon
Yeryüzünde toprak, bitki örtüsü, eğim ve yağış arasında doğal bir denge vardır. Bu doğal denge içerisinde zamanla yeryüzün bazı yüksek kısımları rüzgâr ve benzeri yollarla aşınmakta ve bu bölgelerden kopan materyaller başka yerlerde birikmektedir. Bu sayede yeryüzü ideal bir şekil oluşturmaya doğru gitmektedir. Bu şekilde doğal yollarla dış faktörlerin etkisiyle meydana gelen bu aşınma şekline doğal erozyon denir. Doğal erozyon faydalı bir erozyon şekli olup yüzeydeki verimsizleşen toprak parçalarını uzaklaştırırken ana kayadan yeni toprak oluşumunu hızlandırır. Doğal erozyon yeryüzünün oluşumundan bu yana devam eden doğal bir süreçtir.
Hızlandırılmış Erozyon
Doğal bitki örtüsünün tahrip edilerek doğal yapının bozulması ya da toprakların yanlış kullanımı sonucu oluşan erozyona hızlandırılmış erozyon denir.
Hızlandırılmış erozyona; orman tahrip edilmesi, aşırı otlatma, yanlış tarım tekniklerini kullanma gibi davranışlar sebep olmaktadır. Genel olarak toprak erozyonu birçok doğal ve beşeri faktörlerin kontrolü altındadır. Bu faktörlerin bazıları erozyonu önlemekte, bazıları ise hızlandırmaktadır.
Radyoaktif Kirlenme Etkileri
Radyasyonun Etkileri, Radyasyon Etkileri
Radyasyon çevreyi fiziksel ve biyolojik olarak etkilemektedir. Nükleer deneme, patlama v.b. sebeplerle çevreye yayılan radyoaktif maddeler, toz ve duman meydana getirerek ışığın yeryüzüne ulaşmasını engeller. Ayrıca gelen ışınların yansımasıyla toz bulutunun altındaki bölgelerde hava sıcaklığı düşecektir. Sonuç olarak iklim şartlarında önemli değişikliklere sebep olacaktır. Radyasyonun biyolojik etkileri ise, canlılara olan zararlarıdır. Canlıların radyasyona olan duyarlılıkları türlerine bağlı olarak değişmektedir. Örneğin böcekler, kuş ve memelilere göre radyasyona daha dayanıklı canlılardır. Otsu bitkilerin de iğne ve geniş yapraklılardan daha dayanıklı canlılar oldukları tespit edilmiştir.
Türkiye'de Radyoaktif Kirlenme
1986 yılında Çernobil Nükleer Reaktörü patlayınca, radyasyonlu bulutlar özellikle Trakya'yı ve Doğu Karadeniz'i etkilemişti. Bu nedenle 1986 ilkbahar yaz mevsiminde kamuoyu çaydaki radyasyonu tartıştı.
1990'da Yatağan Termik Santrali kamuoyu gündemindeydi. Elektrik üretiliyor ve bunun kalkınmamıza katkısı oluyordu ama Yatağan'dan insanlar dumandan etkileniyorlardı. Kanser olayları artmaktaydı. Ormanlar kurumaya başlamıştı. Yatağan örneği olduğu halde Gökova'da ve Orhaneli'nde linyit ile çalışan termik santralleri üretime geçmiştir.
Ülkemizde en ucuz enerji sudan elde edilmektedir. Fakat yapılan baraj gölleri kısıtlı ve dar alüvyal ovaları, vadi tabanlarını sular altında bırakmaktadır. Hidroelektrik elverişli görünse de, tarımsal verimliliği yüksek ovaları kapladığından pahalıya mal olmaktadır. Nükleer enerji bu tür sorunları yaratmamaktadır. Ancak birçok ülke yeni nükleer santral yapmaktan vazgeçmiştir. Çernobil nükleer reaktör kazası ilgilileri bu konuda düşündürmüştür.
Radyasyon çevreyi fiziksel ve biyolojik olarak etkilemektedir. Nükleer deneme, patlama v.b. sebeplerle çevreye yayılan radyoaktif maddeler, toz ve duman meydana getirerek ışığın yeryüzüne ulaşmasını engeller. Ayrıca gelen ışınların yansımasıyla toz bulutunun altındaki bölgelerde hava sıcaklığı düşecektir. Sonuç olarak iklim şartlarında önemli değişikliklere sebep olacaktır. Radyasyonun biyolojik etkileri ise, canlılara olan zararlarıdır. Canlıların radyasyona olan duyarlılıkları türlerine bağlı olarak değişmektedir. Örneğin böcekler, kuş ve memelilere göre radyasyona daha dayanıklı canlılardır. Otsu bitkilerin de iğne ve geniş yapraklılardan daha dayanıklı canlılar oldukları tespit edilmiştir.
Türkiye'de Radyoaktif Kirlenme
1986 yılında Çernobil Nükleer Reaktörü patlayınca, radyasyonlu bulutlar özellikle Trakya'yı ve Doğu Karadeniz'i etkilemişti. Bu nedenle 1986 ilkbahar yaz mevsiminde kamuoyu çaydaki radyasyonu tartıştı.
1990'da Yatağan Termik Santrali kamuoyu gündemindeydi. Elektrik üretiliyor ve bunun kalkınmamıza katkısı oluyordu ama Yatağan'dan insanlar dumandan etkileniyorlardı. Kanser olayları artmaktaydı. Ormanlar kurumaya başlamıştı. Yatağan örneği olduğu halde Gökova'da ve Orhaneli'nde linyit ile çalışan termik santralleri üretime geçmiştir.
Ülkemizde en ucuz enerji sudan elde edilmektedir. Fakat yapılan baraj gölleri kısıtlı ve dar alüvyal ovaları, vadi tabanlarını sular altında bırakmaktadır. Hidroelektrik elverişli görünse de, tarımsal verimliliği yüksek ovaları kapladığından pahalıya mal olmaktadır. Nükleer enerji bu tür sorunları yaratmamaktadır. Ancak birçok ülke yeni nükleer santral yapmaktan vazgeçmiştir. Çernobil nükleer reaktör kazası ilgilileri bu konuda düşündürmüştür.
Radyoaktif Kirlilik Nedir
Radyoaktif Kirlilik Nedir
Radyasyon, belli bir kaynaktan enerjinin etrafa yayılması anlamına gelmektedir. Doğal olarak güneşten sürekli radyasyonla enerji açığa çıkmaktadır. Dünyamıza ulaşan ışığın mor ötesi, görülebilir ışık ve kızıl ötesi ışık olmak üzere üç fazda incelendiğini daha önce belirtmiştik. Mor ötesi ışınlar çok küçük dalga boyuna sahip yüksek enerji ışımaktadırlar. Dolayısıyla insan sağlığına zararlıdırlar. Mor ötesi ışınların çoğu yeryüzüne ulaşmadan ozonosfer tarafından uzaya yansıtılır. Dünyamıza bu ışınlardan ancak % 2' si ulaşabilmektedir. Bu miktarın artması cilt kanseri radyasyona bağlı çeşitli rahatsızlıkların açığa çıkmasına neden olur. Güneşten kaynaklanan radyasyon gibi, kayalarda ve su altlarındaki çökeltiler de radyasyona sebep olmaktadır. Yerkürede uranyum toryum, Potasyum ve Sitrontiyum gibi radyoaktif izotoplar bulunmaktadır. Bu izotoplar fizyon geçirdiğinde enerji açığa çıkarmaktadır. Bu radyasyon türleri binlerce yıldır devam ede gelen olaylar olup çözümü yine doğal yollardan olmaktadır. Örneğin mor ötesi ışınların sebep olacağı radyoaktif kirlilik yine doğanın bir parçası olan ozonosfer tarafından engellenmektedir.
Radyoaktif kirlilikler insanoğlunun radyoaktif maddelere müdahalesi ile açığa çıkmıştır. Modern hayat, sağladığı birçok kolaylıklarla birlikte enerji gereksinimi ve bazı problemleri de beraberinde getirmiştir. Yüzyılımızın ilk yarısında barajlardan ve termik santrallerden elde edilen enerji bir süre sonra yetersiz kalmıştır. Dolayısıyla bilim adamları radyoaktif izotopların fizyonundan açığa çıkan nükleer enerjiyi kullanma yolunu seçmişlerdir. Bilim, nükleer enerjiyi keşfettikten sonra bunu kullanma yollarını aramaya başlamıştır. Bu amaçla, Amerika Nevada Çölü'nde, Rusya Kazakistan çöllerinde, Fransa Pasifik'te nükleer denemeler yapmıştır. Bu denemelerde çevrenin radyoaktif kirliliğe maruz kaldığı bir gerçektir. Çeşitli çevreci örgütler bu konuya duyarlılık gösterseler bile, nükleer enerjinin getireceği ekonomik güç baskın gelmiştir. Özellikle denemelerin yapıldığı bölgelerdeki radyasyon hava, su ve toprak kirliliğine yol açmıştır. Hava ve suyla taşınan radyasyon deneme yapılan bölgelerin dışındaki bölgeleri de etkilemiştir.
Ayrıca bazı ülkeler nükleer reaktörden sağladığı enerjiyle hareket eden gemi, denizaltı ve uçak gemisi gibi araçlar üretmişlerdir. Ekonomik olarak düşünüldüğünde çok etkin olan bu araçlar; bir arıza, kaza veya teknik problem gibi aksi durumlarda ise potansiyel tehlike özelliğini korumaktadır. Nükleer enerji ile sadece elektrik enerjisi üretilmekle kalınmayıp, bazı ülkeler tarafından silah yapımında da kullanılmıştır.
Radyoaktif izotoplar ayrıca tıpta ve biyolojik araştırmalarda da kullanılmaktadır. Bu amaçla üretilen maddelerin kullanıldıktan sonra çok iyi saklanması ve kontrollü olarak yok edilmesi gereklidir.
Radyasyon, belli bir kaynaktan enerjinin etrafa yayılması anlamına gelmektedir. Doğal olarak güneşten sürekli radyasyonla enerji açığa çıkmaktadır. Dünyamıza ulaşan ışığın mor ötesi, görülebilir ışık ve kızıl ötesi ışık olmak üzere üç fazda incelendiğini daha önce belirtmiştik. Mor ötesi ışınlar çok küçük dalga boyuna sahip yüksek enerji ışımaktadırlar. Dolayısıyla insan sağlığına zararlıdırlar. Mor ötesi ışınların çoğu yeryüzüne ulaşmadan ozonosfer tarafından uzaya yansıtılır. Dünyamıza bu ışınlardan ancak % 2' si ulaşabilmektedir. Bu miktarın artması cilt kanseri radyasyona bağlı çeşitli rahatsızlıkların açığa çıkmasına neden olur. Güneşten kaynaklanan radyasyon gibi, kayalarda ve su altlarındaki çökeltiler de radyasyona sebep olmaktadır. Yerkürede uranyum toryum, Potasyum ve Sitrontiyum gibi radyoaktif izotoplar bulunmaktadır. Bu izotoplar fizyon geçirdiğinde enerji açığa çıkarmaktadır. Bu radyasyon türleri binlerce yıldır devam ede gelen olaylar olup çözümü yine doğal yollardan olmaktadır. Örneğin mor ötesi ışınların sebep olacağı radyoaktif kirlilik yine doğanın bir parçası olan ozonosfer tarafından engellenmektedir.
Radyoaktif kirlilikler insanoğlunun radyoaktif maddelere müdahalesi ile açığa çıkmıştır. Modern hayat, sağladığı birçok kolaylıklarla birlikte enerji gereksinimi ve bazı problemleri de beraberinde getirmiştir. Yüzyılımızın ilk yarısında barajlardan ve termik santrallerden elde edilen enerji bir süre sonra yetersiz kalmıştır. Dolayısıyla bilim adamları radyoaktif izotopların fizyonundan açığa çıkan nükleer enerjiyi kullanma yolunu seçmişlerdir. Bilim, nükleer enerjiyi keşfettikten sonra bunu kullanma yollarını aramaya başlamıştır. Bu amaçla, Amerika Nevada Çölü'nde, Rusya Kazakistan çöllerinde, Fransa Pasifik'te nükleer denemeler yapmıştır. Bu denemelerde çevrenin radyoaktif kirliliğe maruz kaldığı bir gerçektir. Çeşitli çevreci örgütler bu konuya duyarlılık gösterseler bile, nükleer enerjinin getireceği ekonomik güç baskın gelmiştir. Özellikle denemelerin yapıldığı bölgelerdeki radyasyon hava, su ve toprak kirliliğine yol açmıştır. Hava ve suyla taşınan radyasyon deneme yapılan bölgelerin dışındaki bölgeleri de etkilemiştir.
Ayrıca bazı ülkeler nükleer reaktörden sağladığı enerjiyle hareket eden gemi, denizaltı ve uçak gemisi gibi araçlar üretmişlerdir. Ekonomik olarak düşünüldüğünde çok etkin olan bu araçlar; bir arıza, kaza veya teknik problem gibi aksi durumlarda ise potansiyel tehlike özelliğini korumaktadır. Nükleer enerji ile sadece elektrik enerjisi üretilmekle kalınmayıp, bazı ülkeler tarafından silah yapımında da kullanılmıştır.
Radyoaktif izotoplar ayrıca tıpta ve biyolojik araştırmalarda da kullanılmaktadır. Bu amaçla üretilen maddelerin kullanıldıktan sonra çok iyi saklanması ve kontrollü olarak yok edilmesi gereklidir.
Ozon Tabakasi Nedir
Ozon Tabakasının İncelmesi, Ozon Tabakası Nedir
Ozon Yunanca'da koku anlamına gelen "ozein" kelimesinden meydana gelmiştir. Ozon üç oksijen atomundan meydana gelir. Atmosferin her tabakasında bulunan ozon, özellikle 12 ile 45 km yükseklikteki stratosfer tabakasında yoğunlaşmıştır. Ozon tabakası güneşten gelen zararlı ışınları filtre ederek koruyucu bir engel görevi yapar. Günümüzde çeşitli aletlerden çıkan kloroflorokarbon(CFC) yavaş yavaş atmosfere yükselerek ozon tabakasına ulaşır. Ozon tabakası tarafından tutulan mor ötesi ışınların etkisiyle bu gazlar, klor atomlarını serbest bırakırlar. Kimyasal reaksiyonlar, serbest kalan klor bileşiklerinin oksijenin serbest atomuyla yarışmasıyla start alırlar. Bu da yeni klor atomlarının serbest kalmasına yol açar ve onlarda yeniden oksijen atomuyla birleşir. Böylece kimyasal reaksiyonlar kısır bir döngü şeklinde devam eder. CFC gazlarının ozona ulaşmasından sonra, kimyasal reaksiyonları ve ozon tabakasının tahrip olmasını engellemek imkânsızdır.
Ozon keskin kokulu ve mavi renklidir. Dalga boyu 200-300 nm arasında olan ultraviyole ışınlar ozon tabakası tarafından emilir. Işığı emen oksijen molekülünün bağı kopar ve atomlarına ayrılır. Oksijen atomları atmosferin yüksek bölgelerinde oksijen molekülleri ile reaksiyona girerek ozon tabakasını oluşturur.
Ozon tabakasının tahrip olmasından sorumlu tutulan klor, hidrojen ve azot gazlarıdır. Ancak bunların içinde en tehlikeli olanı klor gazlarıdır. Bu gazlar spreylerde ve soğutucularda (klima, buzdolabı) kullanılmaktadır. Ayrıca egzoz gazları, gübre ve ilaç sanayi gazlan, ozona zarar veren gazlardadır. Geri kalan ise okyanuslardaki kimyasal oluşumlardan kaynaklanır.
Ozon tabakasının tahrip olması yeryüzüne normalden fazla ultraviyole ışını ulaşmasına neden olur. Ultraviyole ışınlarının fazlalığı mutasyonlara, bazı göz hastalıklarına ve deri kanserine yol açmaktadır.
Ozon Yunanca'da koku anlamına gelen "ozein" kelimesinden meydana gelmiştir. Ozon üç oksijen atomundan meydana gelir. Atmosferin her tabakasında bulunan ozon, özellikle 12 ile 45 km yükseklikteki stratosfer tabakasında yoğunlaşmıştır. Ozon tabakası güneşten gelen zararlı ışınları filtre ederek koruyucu bir engel görevi yapar. Günümüzde çeşitli aletlerden çıkan kloroflorokarbon(CFC) yavaş yavaş atmosfere yükselerek ozon tabakasına ulaşır. Ozon tabakası tarafından tutulan mor ötesi ışınların etkisiyle bu gazlar, klor atomlarını serbest bırakırlar. Kimyasal reaksiyonlar, serbest kalan klor bileşiklerinin oksijenin serbest atomuyla yarışmasıyla start alırlar. Bu da yeni klor atomlarının serbest kalmasına yol açar ve onlarda yeniden oksijen atomuyla birleşir. Böylece kimyasal reaksiyonlar kısır bir döngü şeklinde devam eder. CFC gazlarının ozona ulaşmasından sonra, kimyasal reaksiyonları ve ozon tabakasının tahrip olmasını engellemek imkânsızdır.
Ozon keskin kokulu ve mavi renklidir. Dalga boyu 200-300 nm arasında olan ultraviyole ışınlar ozon tabakası tarafından emilir. Işığı emen oksijen molekülünün bağı kopar ve atomlarına ayrılır. Oksijen atomları atmosferin yüksek bölgelerinde oksijen molekülleri ile reaksiyona girerek ozon tabakasını oluşturur.
Ozon tabakasının tahrip olmasından sorumlu tutulan klor, hidrojen ve azot gazlarıdır. Ancak bunların içinde en tehlikeli olanı klor gazlarıdır. Bu gazlar spreylerde ve soğutucularda (klima, buzdolabı) kullanılmaktadır. Ayrıca egzoz gazları, gübre ve ilaç sanayi gazlan, ozona zarar veren gazlardadır. Geri kalan ise okyanuslardaki kimyasal oluşumlardan kaynaklanır.
Ozon tabakasının tahrip olması yeryüzüne normalden fazla ultraviyole ışını ulaşmasına neden olur. Ultraviyole ışınlarının fazlalığı mutasyonlara, bazı göz hastalıklarına ve deri kanserine yol açmaktadır.
Gurultu Kirliligi Nedir Nedenleri
Gürültü Kirliliği Nedir, Gürültü Kirliliği Nedenleri İle İlgili
Gürültü, kısaca rahatsız edici sesler topluluğu demektir. Gürültü insanı fizyolojik ve psikolojik olarak olumsuz etkiler. Sesin derecesi desibel (dB) ile ölçülmektedir. Gürültünün sınırları, kesin olarak belli değildir. Fakat, 55-65 dB arası, psikolojik rahatsızlık verici gürültüler, 55-90 dB arası, huzur bozucu gürültüler, 90 dB ve üzeri, fizyolojik bozukluğa neden olan gürültüler olarak tanımlanmaktadır.
Gürültü kaynakları yapı içi ve yapı dışı olmak üzere ikiye ayrılır. Yapı işi gürültü kaynakları çeşitli ev araçları, makine ve donanım, yapı dışı gürültü kaynakları ise demiryolu, havayolu, karayolu araçları, iş makineleri, işletmeler ve sosyal tesisler olarak örneklendirilebilir.
Gürültünün insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri geçici ve kalıcı işitme bozuklukları gibi fiziksel, kas gerilemesi, hipertansiyon, dolaşım bozukluğu, uykusuzluk gibi fizyolojik ya da sinir bozukluğu, korku, rahatsızlık, yorgunluk gibi psikolojik etkiler şeklinde olabilir. Ayrıca gürültünün yaratmış olduğu konsantrasyon bozukluğu kişilerin işlerindeki performansını düşürür. Gürültünün azaltılması için toplu taşıma araçları yaygınlaştırılmalı, gürültüyü önleyici donanımlar kullanmalı, çevreyi rahatsız edici sesleri engellemeye özen gösterilmelidir.
Gürültü, kısaca rahatsız edici sesler topluluğu demektir. Gürültü insanı fizyolojik ve psikolojik olarak olumsuz etkiler. Sesin derecesi desibel (dB) ile ölçülmektedir. Gürültünün sınırları, kesin olarak belli değildir. Fakat, 55-65 dB arası, psikolojik rahatsızlık verici gürültüler, 55-90 dB arası, huzur bozucu gürültüler, 90 dB ve üzeri, fizyolojik bozukluğa neden olan gürültüler olarak tanımlanmaktadır.
Gürültü kaynakları yapı içi ve yapı dışı olmak üzere ikiye ayrılır. Yapı işi gürültü kaynakları çeşitli ev araçları, makine ve donanım, yapı dışı gürültü kaynakları ise demiryolu, havayolu, karayolu araçları, iş makineleri, işletmeler ve sosyal tesisler olarak örneklendirilebilir.
Gürültünün insan sağlığı üzerine olumsuz etkileri geçici ve kalıcı işitme bozuklukları gibi fiziksel, kas gerilemesi, hipertansiyon, dolaşım bozukluğu, uykusuzluk gibi fizyolojik ya da sinir bozukluğu, korku, rahatsızlık, yorgunluk gibi psikolojik etkiler şeklinde olabilir. Ayrıca gürültünün yaratmış olduğu konsantrasyon bozukluğu kişilerin işlerindeki performansını düşürür. Gürültünün azaltılması için toplu taşıma araçları yaygınlaştırılmalı, gürültüyü önleyici donanımlar kullanmalı, çevreyi rahatsız edici sesleri engellemeye özen gösterilmelidir.
Sera Etkisi Nedir Kuresel İsinma
Sera Etkisi Nedir, Sera Etkisi Küresel Isınma
Güneşten gelen kısa dalga boylu (mor ötesi) ışınlarların bir kısmı atmosfer tarafından absorbe edilir. Bu ışınların bir kısmı uzaya geri yansıtılır. Atmosfer ne kadar çok ısıyı tutarsa o kadar ısınacak demektir. Atmosferin güneşten gelen ısıyı tutabilmesi sahip olduğu gazlara bağlıdır. Su buharı, karbondioksit, metan, ozon gibi gazlar ısının tutulmasını sağlayan gazlardır. Dünyanın ısısı her geçen gün artmaktadır. Bunun sebebi de yeryüzünden yansıyan ısının çoğununun su buharı tarafından tutulmasıdır. Su buharını geçebilen ısı ise karbondioksit tarafından tutulur. Karbondioksit ve su buharı seranın etrafındaki camın ısıyı tuttuğu gibi, atmosferdeki bu ısıyı tutar. Eğer atmosferde su buharı ve karbondioksit olmasaydı ısının çoğu yansıyacağından dünya sıcaklığının -40 ° C olması gerekecekti. Atmosferdeki karbondioksit oranının her geçen gün artmasıyla ısınmaya sebep olmaktadır. Küresel ısınmaya sebep olan bu olay sera etkisi olarak adlandırılır. Geçtiğimiz yüzyılda dünya yüzeyinin sıcaklığı 0.75 ° C artmıştır. Küresel ısınmanı bu şekilde devam emesi kutuplarda sıcaklığın 0° C'nin üzerine çıkmasına ve bu sebepten eriyen buzulların deniz seviyesini yükselteceğinden birçok yerleşim biriminin su altında kalma ihtimali vardır.
Güneşten gelen kısa dalga boylu (mor ötesi) ışınlarların bir kısmı atmosfer tarafından absorbe edilir. Bu ışınların bir kısmı uzaya geri yansıtılır. Atmosfer ne kadar çok ısıyı tutarsa o kadar ısınacak demektir. Atmosferin güneşten gelen ısıyı tutabilmesi sahip olduğu gazlara bağlıdır. Su buharı, karbondioksit, metan, ozon gibi gazlar ısının tutulmasını sağlayan gazlardır. Dünyanın ısısı her geçen gün artmaktadır. Bunun sebebi de yeryüzünden yansıyan ısının çoğununun su buharı tarafından tutulmasıdır. Su buharını geçebilen ısı ise karbondioksit tarafından tutulur. Karbondioksit ve su buharı seranın etrafındaki camın ısıyı tuttuğu gibi, atmosferdeki bu ısıyı tutar. Eğer atmosferde su buharı ve karbondioksit olmasaydı ısının çoğu yansıyacağından dünya sıcaklığının -40 ° C olması gerekecekti. Atmosferdeki karbondioksit oranının her geçen gün artmasıyla ısınmaya sebep olmaktadır. Küresel ısınmaya sebep olan bu olay sera etkisi olarak adlandırılır. Geçtiğimiz yüzyılda dünya yüzeyinin sıcaklığı 0.75 ° C artmıştır. Küresel ısınmanı bu şekilde devam emesi kutuplarda sıcaklığın 0° C'nin üzerine çıkmasına ve bu sebepten eriyen buzulların deniz seviyesini yükselteceğinden birçok yerleşim biriminin su altında kalma ihtimali vardır.
Hava Kirliligi Nedir Nedenleri İle İlgili
Hava Kirliliği Nedir, Hava Kirliliği Nedenleri İle İlgili Bilgiler
Hava kirliliği, doğal ya da insanların faaliyetleri sonucu atmosfere karışan her türlü kirleticilerin etkisiyle havanın doğal bileşimlerinin değişmesiyle ekosistemi olumsuz yönde etkilemesi olayı olarak tarif edilir. Hava kirliliğinin sebebi volkanizma, orman yangınları, toz fırtınaları gibi doğal olaylar olabileceği gibi fabrika, otomobil egzoz gazları gibi insan kaynaklı faaliyetler de olabilir. Hava kirliliğinin temel kaynağı yanma olayına dayanmaktadır. Kalitesiz yakıt kullanımı, motorlu taşıtların sayısının artmasından dolayı egzoz gazlarının artışı hava kirliliğinin artışını sağlamaktadır.
Hava kirliliğinin sebeplerinden biride sistir. Sis küçük su moleküllerinin havada asılı halidir. Su buharı taşıyan sıcak hava, ani soğukla karşılaştığında yoğunlaşarak sisi meydana getirir. Sis, atmosferin yüksek kesimlerine çıkması gereken karbon parçacıkları, karbon monoksit, hidrokarbon gibi kirlilik yapıcı maddeleri tutar.
Yeryüzüne yakın bölgelerdeki sıcak hava yukarıya doğru hareket ederken kirletici maddeleri de yukarıya taşır. Kirli hava oluşan hava sirkülasyonu ile diğer bölgeleri ve ülkeleri etkisi altına alır.
Kirli havanın içinde bulunan sülfür dioksit gazı su ve oksijenle reaksiyona girerek sülfürik asidi meydana getirir. Sülfürik asit solunum yollarında mukus salgılanmasına neden olur ve öksürükle dışarı atılır. Atmosferde ısınan havanın yükselmesiyle yerini soğuk hava alır.
Asit Yağmuru Nedir, Asit Yağmurları Çevreye Etkileri
Asitler havada bulunan su buharıyla reaksiyona girerek karbonik asidi meydana getirir. Normal yağmurun pH'sı 5.4 civarındadır. Asit yağmurları ise sülfürik asit ve nitrik asit gibi daha kuvvetli asitlerin yağmur suyunda oluşmasıyla meydana gelir.
Fabrikaların yüksek bacalarından ve egzozlardan çıkan sülfür dioksit ve azot oksit gazları havaya karışır. Hava akımı esnasında buhar halindeki su ve oksijenle reaksiyona girerek sülfürik asit ve nitrik asit oluşturur. Asitli su buharı bulutlara katılarak onun bir parçası haline gelir ve hava akımıyla çok uzak bölgelere taşınabilir. Buralara yağmur, kar, dolu ve sisle yeryüzüne ulaşırken çevre felaketine neden olur. Asit yağmurları topraktan derelere, ırmaklara ve göllere taşınır. Asit yağmurlarının göllere etkisi toprak ve derelere olan etkisinden daha fazladır. Göl suyunun, asitliği ve metal tuzlarının yoğunluğu artar. Bunun sonucu olarak göl ekosistemi zarar görür.
Asit yağmurlarının olumsuz etkisi ilk defa yetmişli yılların başında Orta Avrupa ülkeleri ve özellikle Almanya'da bitkiler üzerinde görüldü. Önce köknar bitkisinde daha sonra ladin ve diğer bitkilerde aynı hastalıklar görülür ve bu bitkiler ölmeye başlar. Bu hastalık, özellikle SO2 ile N oksitleri, bunun yanı sıra ağır metaller ve ozon gibi hava kirletici etmenlerin etkili olduğu tespit edilmiştir.
Havadaki bu zararlı maddeler, çamların ibrelerinde stomaları koruyan mumsu örtü ve kutikulayı kaplar. Daha sonra rahatça bitkiye girerek hücre çeperi ve organellere zarar verir. Fotosentezin bloke edilmesi hücre ile dokuyu öldürür. Asit yağmurlarından bitkiler yaprakların yanı sıra köklerde zarar görür. Asit yağmurunun toprağa karışmasıyla toprağın asitliği artar. Asitliğin artmasıyla topraktaki zehirli metal iyonları serbest kalır. Bu iyonlar bitkilerin ince kök sistemine zarar vererek, su ve besin alımını engeller ve bitki kurumaya başlar.
Karbon Monosit (CO)
Karbon monoksit (CO) zehirli bir gazdır. Eksoz gazları havadaki karbon monoksitin en önemli kaynağıdır. Dünyada her yıl 350 milyon ton karbon monoksit havaya verilmektedir.
Karbon monoksit kanda alyuvar hücrelerine girerek hemoglobin ile sıkıca bağlanarak oksijenin bağlanmasını önler. Dokulara oksijen taşınamaması baş dönmesi, baş ağrısı ve halsizliğe sebep olur. Karbon monoksit yoğunluğunun % l'i geçmesi ölüme sebep olabilir.
Civa
Petrol ve kömür yakılması, maden çıkarılması ve filizlerin eritilmesi gibi faktörlerle civa buharı havaya karışır. Havada civa miktarının artması böbrekte ve sinir sisteminde tahribata ve ölümlere yol açar.
Kurşun
Kurşun da civa da olduğu gibi eksoz gazlarından, madenlerden, maden filizlerinin eritilmesinden ve kömürün yakılmasıyla havaya karışır. Havadaki kurşunun en önemli kaynağı egzoz gazlarıdır. Kurşun motorun daha verimli çalışmasını sağladığı için benzine katılmaktadır. Kutsun zehirlenmesinin belirtileri baş ağrısı, irkilme, aşırı yorgunluk ve depresyondur. Kurşun zehirlenmesi beyinde, karaciğerde ve böbrekte çeşitli hasarlara sebep olmaktadır.
Hava kirliliği, doğal ya da insanların faaliyetleri sonucu atmosfere karışan her türlü kirleticilerin etkisiyle havanın doğal bileşimlerinin değişmesiyle ekosistemi olumsuz yönde etkilemesi olayı olarak tarif edilir. Hava kirliliğinin sebebi volkanizma, orman yangınları, toz fırtınaları gibi doğal olaylar olabileceği gibi fabrika, otomobil egzoz gazları gibi insan kaynaklı faaliyetler de olabilir. Hava kirliliğinin temel kaynağı yanma olayına dayanmaktadır. Kalitesiz yakıt kullanımı, motorlu taşıtların sayısının artmasından dolayı egzoz gazlarının artışı hava kirliliğinin artışını sağlamaktadır.
Hava kirliliğinin sebeplerinden biride sistir. Sis küçük su moleküllerinin havada asılı halidir. Su buharı taşıyan sıcak hava, ani soğukla karşılaştığında yoğunlaşarak sisi meydana getirir. Sis, atmosferin yüksek kesimlerine çıkması gereken karbon parçacıkları, karbon monoksit, hidrokarbon gibi kirlilik yapıcı maddeleri tutar.
Yeryüzüne yakın bölgelerdeki sıcak hava yukarıya doğru hareket ederken kirletici maddeleri de yukarıya taşır. Kirli hava oluşan hava sirkülasyonu ile diğer bölgeleri ve ülkeleri etkisi altına alır.
Kirli havanın içinde bulunan sülfür dioksit gazı su ve oksijenle reaksiyona girerek sülfürik asidi meydana getirir. Sülfürik asit solunum yollarında mukus salgılanmasına neden olur ve öksürükle dışarı atılır. Atmosferde ısınan havanın yükselmesiyle yerini soğuk hava alır.
Asit Yağmuru Nedir, Asit Yağmurları Çevreye Etkileri
Asitler havada bulunan su buharıyla reaksiyona girerek karbonik asidi meydana getirir. Normal yağmurun pH'sı 5.4 civarındadır. Asit yağmurları ise sülfürik asit ve nitrik asit gibi daha kuvvetli asitlerin yağmur suyunda oluşmasıyla meydana gelir.
Fabrikaların yüksek bacalarından ve egzozlardan çıkan sülfür dioksit ve azot oksit gazları havaya karışır. Hava akımı esnasında buhar halindeki su ve oksijenle reaksiyona girerek sülfürik asit ve nitrik asit oluşturur. Asitli su buharı bulutlara katılarak onun bir parçası haline gelir ve hava akımıyla çok uzak bölgelere taşınabilir. Buralara yağmur, kar, dolu ve sisle yeryüzüne ulaşırken çevre felaketine neden olur. Asit yağmurları topraktan derelere, ırmaklara ve göllere taşınır. Asit yağmurlarının göllere etkisi toprak ve derelere olan etkisinden daha fazladır. Göl suyunun, asitliği ve metal tuzlarının yoğunluğu artar. Bunun sonucu olarak göl ekosistemi zarar görür.
Asit yağmurlarının olumsuz etkisi ilk defa yetmişli yılların başında Orta Avrupa ülkeleri ve özellikle Almanya'da bitkiler üzerinde görüldü. Önce köknar bitkisinde daha sonra ladin ve diğer bitkilerde aynı hastalıklar görülür ve bu bitkiler ölmeye başlar. Bu hastalık, özellikle SO2 ile N oksitleri, bunun yanı sıra ağır metaller ve ozon gibi hava kirletici etmenlerin etkili olduğu tespit edilmiştir.
Havadaki bu zararlı maddeler, çamların ibrelerinde stomaları koruyan mumsu örtü ve kutikulayı kaplar. Daha sonra rahatça bitkiye girerek hücre çeperi ve organellere zarar verir. Fotosentezin bloke edilmesi hücre ile dokuyu öldürür. Asit yağmurlarından bitkiler yaprakların yanı sıra köklerde zarar görür. Asit yağmurunun toprağa karışmasıyla toprağın asitliği artar. Asitliğin artmasıyla topraktaki zehirli metal iyonları serbest kalır. Bu iyonlar bitkilerin ince kök sistemine zarar vererek, su ve besin alımını engeller ve bitki kurumaya başlar.
Karbon Monosit (CO)
Karbon monoksit (CO) zehirli bir gazdır. Eksoz gazları havadaki karbon monoksitin en önemli kaynağıdır. Dünyada her yıl 350 milyon ton karbon monoksit havaya verilmektedir.
Karbon monoksit kanda alyuvar hücrelerine girerek hemoglobin ile sıkıca bağlanarak oksijenin bağlanmasını önler. Dokulara oksijen taşınamaması baş dönmesi, baş ağrısı ve halsizliğe sebep olur. Karbon monoksit yoğunluğunun % l'i geçmesi ölüme sebep olabilir.
Civa
Petrol ve kömür yakılması, maden çıkarılması ve filizlerin eritilmesi gibi faktörlerle civa buharı havaya karışır. Havada civa miktarının artması böbrekte ve sinir sisteminde tahribata ve ölümlere yol açar.
Kurşun
Kurşun da civa da olduğu gibi eksoz gazlarından, madenlerden, maden filizlerinin eritilmesinden ve kömürün yakılmasıyla havaya karışır. Havadaki kurşunun en önemli kaynağı egzoz gazlarıdır. Kurşun motorun daha verimli çalışmasını sağladığı için benzine katılmaktadır. Kutsun zehirlenmesinin belirtileri baş ağrısı, irkilme, aşırı yorgunluk ve depresyondur. Kurşun zehirlenmesi beyinde, karaciğerde ve böbrekte çeşitli hasarlara sebep olmaktadır.
Toprak Kirliligi Nedir
Toprak Kirliliği Nedir, Toprak Kirliliği İle İlgili
Toprak kirliliği, doğal ve yapay yollarla toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerin bozulması olarak tanımlanır. Çok sayıda canlının yaşam alanı olan toprak, sanayi ve evsel atıklarla kirlenmektedir. Suyu ve havayı kirleten her şey toprağı da kirletmektedir. Toprak su ve havaya göre kirliliğe karşı daha dirençlidir. Fakat doğal dengenin bozulması halinde ortaya çıkan sorunların çözümü çok daha zor olmaktadır. Tarım ilaçlarından birçoğu arsenik, kurşun ve civa gibi zehirli elementler içerir. Özellikle insektisitler (böcek öldürücü) toprakta çok uzun süre kalırlar ve besin zincirine katılarak insanların zehirlenmelerine neden olurlar. Biyolojik döngüsü olamayan DDT gibi insektisitler canlıların yağ dokularında birikerek bir süre sonra karaciğer kanseri, üreme fonksiyonu bozukluğu gibi hastalıklara sebep olur. Bu kimyasal maddeler besin zincirinin her halkasında katlanarak biriktiği için besin zincirin son halkasında miktar maksimum olacağından etkisi de daha belirgin olacaktır.
Tarımda yıllardan beri yaygın olarak kullanılan herbisitlerin insan sağlığını tehdit eden kimyasallar içerdiği sonradan fark edilmiştir. Amerika, 1961-71 yılları arasında Vietnama uçaklarla 72 milyon ton herbisit dökmüştür. Bu sayede savaş yıllarında ormanların açılmasını sağlamıştır. Bu herbisitlerin ihtiva ettiği dioksin maddesi daha sonraki yıllarda gerek Vietnamlılarda gerek Amerikan askerlerinde ölü doğum ve düşük yapma oranının arttığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak dioksin maddesinin çeşitli genetik bozukluklara sebep olduğu tespit edilmiştir. Günümüzde dioksin içeren herbisitlerin kullanması yasaklanmıştır.
Toprak kirliliği, doğal ve yapay yollarla toprağın fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerin bozulması olarak tanımlanır. Çok sayıda canlının yaşam alanı olan toprak, sanayi ve evsel atıklarla kirlenmektedir. Suyu ve havayı kirleten her şey toprağı da kirletmektedir. Toprak su ve havaya göre kirliliğe karşı daha dirençlidir. Fakat doğal dengenin bozulması halinde ortaya çıkan sorunların çözümü çok daha zor olmaktadır. Tarım ilaçlarından birçoğu arsenik, kurşun ve civa gibi zehirli elementler içerir. Özellikle insektisitler (böcek öldürücü) toprakta çok uzun süre kalırlar ve besin zincirine katılarak insanların zehirlenmelerine neden olurlar. Biyolojik döngüsü olamayan DDT gibi insektisitler canlıların yağ dokularında birikerek bir süre sonra karaciğer kanseri, üreme fonksiyonu bozukluğu gibi hastalıklara sebep olur. Bu kimyasal maddeler besin zincirinin her halkasında katlanarak biriktiği için besin zincirin son halkasında miktar maksimum olacağından etkisi de daha belirgin olacaktır.
Tarımda yıllardan beri yaygın olarak kullanılan herbisitlerin insan sağlığını tehdit eden kimyasallar içerdiği sonradan fark edilmiştir. Amerika, 1961-71 yılları arasında Vietnama uçaklarla 72 milyon ton herbisit dökmüştür. Bu sayede savaş yıllarında ormanların açılmasını sağlamıştır. Bu herbisitlerin ihtiva ettiği dioksin maddesi daha sonraki yıllarda gerek Vietnamlılarda gerek Amerikan askerlerinde ölü doğum ve düşük yapma oranının arttığı tespit edilmiştir. Sonuç olarak dioksin maddesinin çeşitli genetik bozukluklara sebep olduğu tespit edilmiştir. Günümüzde dioksin içeren herbisitlerin kullanması yasaklanmıştır.
Su Kirliligi Nedir Su Kirliligi Nedenleri
Su Kirliliği Nedir, Su Kirliliği Nedenleri İle İlgili Bilgiler
Yeryüzünün 3/4'ü sularla kaplıdır. Su hayatın en temel ihtiyaçlarındandır. Bütün canlılar hayat için suya ihtiyaç duyarlar. Tüketilen suyun temiz olması sağlık açısından çok önemlidir. Suya dışardan gelen yabancı maddelerin karışmasıyla kendisine ait bazı özelliklerin bozulmasıyla su kirliliği görülür. Su çözme yeteneğine sahip olduğu için bazı organik ve inorganik maddelerle temas ettiği zaman suyun içinde çözülerek suyun tadını ve kokusunu değiştirmektedir. Gerek atmosferde gerek yeryüzünde suya karışan yabancı maddeler suyun kirlenmesine sebep olmaktadırlar. Günümüzde su kaynakları; endüstriyel atıkları, yerleşim birimlerinin deterjan gibi evsel atıkları, tarım alanlarında kullanılan ilaç ve gübrelerle kirlenmektedir.
Akarsuyun kirlenmesinde, suya karışan kirletici maddenin cins ve miktarı yanında akarsuyun debisi önem taşımaktadır. Akarsuya verilen kirletici atıklar suyun debisinin az olduğu zaman daha fazla, suyun debisinin yüksek olduğu zaman daha az kirliliğe sebep olmaktadır. Akarsulardaki bu kirlilik doğal ortamdaki bazı türlerin yok olmasına diğer türlerin aşırı derecede artmasını sağlayarak doğal dengenin bozulmasına sebep olur. Eskişehir'deki Porsuk çayındaki endüstriyel kirlenme buna örnek verilebilir.
Dünya'da bulunan suların % 97'si denizlerde toplanmıştır. Kirletici maddeler deniz kıyılarındaki yerleşim birimleri ve endüstri tesislerinin atıkları olabileceği gibi, başka yerlerden akarsularla da gelebilir.
Ayrıca deniz ekosisteminin bozulmasıyla bazı fitoplankton türünün aniden artmasıyla deniz suyu kırmızı, kahverengiye bürünür. Bu olaya "Red-tide" adı verilir. Red-tide oluşturan canlıların ürettiği toksit maddeler diğer canlıların ölümüne yol açar.
Deniz kirlenmesinin sebep olduğu zehirlenmelerinden en önemlisi civa zehirlenmeleridir. Civa zehirlenmelerinden en tehlikelisi 1953 yılında Japonya'da yaşanmıştır. "Minamata Trajedisi" adı verilen bu olay da çok sayıda insan zarar görmüştür. 1951 yılında Minamata körfezine kurulan plastik fabrikasının körfeze bıraktığı atıklar 2 yıl sonra, bölgede çok sayıda insanda kısmi felç, şuur kaybı, körlük gibi hastalıklar yaygın olarak görülmeye başlamıştır. Bu civa zehirlenmesi olayı Japonya dışında İsveç, Kanada, ve ABD gibi bir çok ülkeyi de etkilemiştir.
Göl kirlenmeleri genellikle evsel ve endüstriyel atıklar ile fosfat ve azotça zengin sulama sularının göllere karışmasıyla görülür. Nitrat, fosfor, azot ve fosfor içeren tuzların artışı ortamda canlı organizmaların miktarının artmasına sebep olur. Bu olaya "ötrifikasyon" denir. Ötrifikasyon başlayan göllerde birkaç plankton türü hızla çoğalarak diğer alg türlerinin artışını engeller. Göl yüzeyini kaplayan algler, güneş 1şığının derinlere inmesini engelledikleri için gölün doğal dengesi hızla bozarlar.
Yeryüzünün 3/4'ü sularla kaplıdır. Su hayatın en temel ihtiyaçlarındandır. Bütün canlılar hayat için suya ihtiyaç duyarlar. Tüketilen suyun temiz olması sağlık açısından çok önemlidir. Suya dışardan gelen yabancı maddelerin karışmasıyla kendisine ait bazı özelliklerin bozulmasıyla su kirliliği görülür. Su çözme yeteneğine sahip olduğu için bazı organik ve inorganik maddelerle temas ettiği zaman suyun içinde çözülerek suyun tadını ve kokusunu değiştirmektedir. Gerek atmosferde gerek yeryüzünde suya karışan yabancı maddeler suyun kirlenmesine sebep olmaktadırlar. Günümüzde su kaynakları; endüstriyel atıkları, yerleşim birimlerinin deterjan gibi evsel atıkları, tarım alanlarında kullanılan ilaç ve gübrelerle kirlenmektedir.
Akarsuyun kirlenmesinde, suya karışan kirletici maddenin cins ve miktarı yanında akarsuyun debisi önem taşımaktadır. Akarsuya verilen kirletici atıklar suyun debisinin az olduğu zaman daha fazla, suyun debisinin yüksek olduğu zaman daha az kirliliğe sebep olmaktadır. Akarsulardaki bu kirlilik doğal ortamdaki bazı türlerin yok olmasına diğer türlerin aşırı derecede artmasını sağlayarak doğal dengenin bozulmasına sebep olur. Eskişehir'deki Porsuk çayındaki endüstriyel kirlenme buna örnek verilebilir.
Dünya'da bulunan suların % 97'si denizlerde toplanmıştır. Kirletici maddeler deniz kıyılarındaki yerleşim birimleri ve endüstri tesislerinin atıkları olabileceği gibi, başka yerlerden akarsularla da gelebilir.
Ayrıca deniz ekosisteminin bozulmasıyla bazı fitoplankton türünün aniden artmasıyla deniz suyu kırmızı, kahverengiye bürünür. Bu olaya "Red-tide" adı verilir. Red-tide oluşturan canlıların ürettiği toksit maddeler diğer canlıların ölümüne yol açar.
Deniz kirlenmesinin sebep olduğu zehirlenmelerinden en önemlisi civa zehirlenmeleridir. Civa zehirlenmelerinden en tehlikelisi 1953 yılında Japonya'da yaşanmıştır. "Minamata Trajedisi" adı verilen bu olay da çok sayıda insan zarar görmüştür. 1951 yılında Minamata körfezine kurulan plastik fabrikasının körfeze bıraktığı atıklar 2 yıl sonra, bölgede çok sayıda insanda kısmi felç, şuur kaybı, körlük gibi hastalıklar yaygın olarak görülmeye başlamıştır. Bu civa zehirlenmesi olayı Japonya dışında İsveç, Kanada, ve ABD gibi bir çok ülkeyi de etkilemiştir.
Göl kirlenmeleri genellikle evsel ve endüstriyel atıklar ile fosfat ve azotça zengin sulama sularının göllere karışmasıyla görülür. Nitrat, fosfor, azot ve fosfor içeren tuzların artışı ortamda canlı organizmaların miktarının artmasına sebep olur. Bu olaya "ötrifikasyon" denir. Ötrifikasyon başlayan göllerde birkaç plankton türü hızla çoğalarak diğer alg türlerinin artışını engeller. Göl yüzeyini kaplayan algler, güneş 1şığının derinlere inmesini engelledikleri için gölün doğal dengesi hızla bozarlar.
Cevre Sorunlari İle İlgili Bilgiler
Çevre Sorunları, Çevre ve Sorunları İle İlgili Bilgiler
Canlıların ve cansız unsurların oluşturduğu ortama çevre denir. Günümüzde hızla artan dünya nüfusu, hızlı sanayileşme ve sağlıksız kentleşme, nükleer denemeler, tarım ilaçları, yapay gübreler, deterjanlar gibi kimyasal maddeler giderek çevreyi kirletmeye başlamış, bunun sonucu olarak kirlenen hava, su ve toprak, canlılar için zararlı olabilecek boyutlara ulaşmıştır. Bu kirlilik çevre sorunu olarak değerlendirilebilir. Çevrenin kirlenmesi bazı canlı türlerinin yaşam alanlarını daraltarak çoğalmasını engellemekte ve bazı canlı türlerinin azalması ya da yok olması ekolojik dengenin bozulmasına sebep olmaktadır.
Çevre kirliliği sorunlarının esas sebebi de bu ekolojik dengenin bozulmasıdır.
Çevre sorunlarının çok boyutlu oldukça geniş bir konu olması, bütün bilim dallarını ilgilendirmesi, önlem alınmazsa gelecekte çok daha tehlikeli boyutlara ulaşma ihtimali insanlarda çevre bilincinin uyanmasına neden olmuştur. Bu konuda ilk çalışma Birleşmiş Milletler Çevre Teşkilatı tarafından gerçekleştirilmiştir. 1972 yılında Stockholm'de düzenlenen "Dünya Çevre Sorunları Konferansı" ile doğanın korunmasına önem verilmesi, ekolojik dengenin daha fazla bozulmasının önlenmesi ve doğal kaynaklardan azami ölçüde faydalanılmasının yanı sıra tasarruf tedbirlerinin alınması gündeme gelmiştir. Bu konferansla çevre konusu ilk defa uluslararası düzeyde ele alınmış olup, çevre sorunlarının tüm dünyada gündem oluşturmasına sebep olmuştur. Stockholm Konferansının ardından Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan "Ortak Geleceğimiz" adlı raporda gelecek nesillerin de ihtiyaçlarını dikkate alan, "Sürdürülebilir ve Dengeli Kalkınma"nın gerekliliği vurgulanmıştır.
Teknolojik gelişmelerin hızla ilerlemesi beraberinde büyük çevre sorunlarını da getirmektedir. Bu bölümde özellikle insanların hayatı ve geleceği açısından önemli çevre sorunlarından olan hava, su, toprak kirliliği, gürültü, radyoaktif kirlilik, erozyon, ozon tabakasının incelmesi ele alınacaktır.
Canlıların ve cansız unsurların oluşturduğu ortama çevre denir. Günümüzde hızla artan dünya nüfusu, hızlı sanayileşme ve sağlıksız kentleşme, nükleer denemeler, tarım ilaçları, yapay gübreler, deterjanlar gibi kimyasal maddeler giderek çevreyi kirletmeye başlamış, bunun sonucu olarak kirlenen hava, su ve toprak, canlılar için zararlı olabilecek boyutlara ulaşmıştır. Bu kirlilik çevre sorunu olarak değerlendirilebilir. Çevrenin kirlenmesi bazı canlı türlerinin yaşam alanlarını daraltarak çoğalmasını engellemekte ve bazı canlı türlerinin azalması ya da yok olması ekolojik dengenin bozulmasına sebep olmaktadır.
Çevre kirliliği sorunlarının esas sebebi de bu ekolojik dengenin bozulmasıdır.
Çevre sorunlarının çok boyutlu oldukça geniş bir konu olması, bütün bilim dallarını ilgilendirmesi, önlem alınmazsa gelecekte çok daha tehlikeli boyutlara ulaşma ihtimali insanlarda çevre bilincinin uyanmasına neden olmuştur. Bu konuda ilk çalışma Birleşmiş Milletler Çevre Teşkilatı tarafından gerçekleştirilmiştir. 1972 yılında Stockholm'de düzenlenen "Dünya Çevre Sorunları Konferansı" ile doğanın korunmasına önem verilmesi, ekolojik dengenin daha fazla bozulmasının önlenmesi ve doğal kaynaklardan azami ölçüde faydalanılmasının yanı sıra tasarruf tedbirlerinin alınması gündeme gelmiştir. Bu konferansla çevre konusu ilk defa uluslararası düzeyde ele alınmış olup, çevre sorunlarının tüm dünyada gündem oluşturmasına sebep olmuştur. Stockholm Konferansının ardından Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından hazırlanan "Ortak Geleceğimiz" adlı raporda gelecek nesillerin de ihtiyaçlarını dikkate alan, "Sürdürülebilir ve Dengeli Kalkınma"nın gerekliliği vurgulanmıştır.
Teknolojik gelişmelerin hızla ilerlemesi beraberinde büyük çevre sorunlarını da getirmektedir. Bu bölümde özellikle insanların hayatı ve geleceği açısından önemli çevre sorunlarından olan hava, su, toprak kirliliği, gürültü, radyoaktif kirlilik, erozyon, ozon tabakasının incelmesi ele alınacaktır.