Panik Atak Hastalari ve Yorumlari

Panik Atak Öyküleri, Panik Atak Hastaları

Hastalarınızdan örnek verebilir misiniz, nasıl bir tab­loyla geliyorlar?

Sunay adlı bir hastam vardı örneğin, rahatsızlığının başlangıcı 14 yıl öncesine dayanıyordu. Korku nöbetleriy-le başlamıştı ve diğer yaşadıkları da doğal olarak bunu ta­kip etmişti. Sorunu şiddetli ölüm korkusu, ağlama nöbet­leri, hayattan hiçbir şekilde zevk alamama gibi belli başlı şikayetlerdi.
Size kendi sorunuyla ilgili ilk anlattıkları nelerdi? Çok ilginç, çünkü önce korkularını tanımlamış ve çok şiddetli baş dönmeleri, titremeler, çarpıntılar, uyuşmalar ve daha bir sürü şey olduğunu söylemişti ve bu sorunlarla hastanelerin acil servislerine başvurduğunu anlatmıştı. Ta­bii ki sorunu kalp krizi ya da benzeri bir durum sandığı için acil servislere gidiyor, ama çözüm anlamında hiçbir şey bulunamıyordu. Neyse bana geldiler. Ailesi gözyaşı döküyordu, çünkü hastalığının adı tam konulamamıştı ve bu durum onları çok üzüyordu. Ben ailesine ve Sunay'a yaşadığı sorunun panik atak olduğunu ve terapi ve ilaç te­davisiyle bu sorunu aşabileceğini söyledim. Öncelikle panik atağın ayrıntılarını anlattım tabii ki. Biraz olsun rahat­lıyordu Sunay, çünkü hastalığı tanımak, belirtilerini bil­mek önemliydi.

Zaman içinde nasıl bir gelişim izledi?

Ona önce ev ödevleri verdim. Korkusunun gelmeye başladığı anı iyi tanımasını ve atakla savaşmasının kendi­sine çok önemli adımlar attırabileceğine onu inandırdım. Gerçekten de sorunu tanıdıkça atağın ne zaman geldiğini de fark etmeye başladı. Şu anda artık hastalığı tanıyor ve onunla mücadele ediyor. Artık ilacı da kestik. Sadece dav­ranış terapimiz sürüyor. Terapilerin sıklığı da azalıyor.
1999 depremi dönüm noktası oldu

Panik Atak Hastası

Deprem gibi travmatik olaylar da panik atağı başlata­biliyor mu?
Evet. Örneğin 23 yaşındaki bir hastam 17 Ağustos depreminin hemen ardından bu sorunla tanışmıştı. Bana geldiğinde, aslında ne olduğunu çok anlamasa bile içinde­ki sıkıntının giderek büyüdüğünü hissediyordu. Yine ken­di tanımına göre, henüz 23 yaşında olmasına rağmen tıpkı menopozlu kadınlar gibi davranıyordu.

Nasıl mesela?

Vücudunu aniden sıcak basıyor, aşırı terliyordu. Eski­den arkadaşlarıyla gittiği ve keyif aldığı ortamlar ne yazık ki onu boğuyordu.

Bu hastanız size gelmeye nasıl karar vermiş?

Bir gün tenha yollardan geçmeye korktuğunu anlamış. Bana olayı şöyle anlatmıştı: "Ama çok geçti. Kaldırımda kalakaldım. Kıpırdamaya bile cesaretim yoktu. Yanımdan geçen insanlar anlamasın diye çantamı karıştırıyordum, son yarım saattir çantamı karıştırmama rağmen orada öy­lece durduğumu fark ettiğimde iyice paniğe kapıldım. O sırada cep telefonum çaldı. Arayan annemdi. Nöbetin he­men öncesinde konuştuğumuz ve o sırada eve çok yakın olduğumu söylediğim için beni bekliyordu, ama nafile. Ağlayarak durumu anlattım ve nerede olduğumu söyleye-bildim. Bana asırlar gibi gelen beş dakika içinde yanıma geldi. Sarıldı. Ne olduğunu belki biraz anlamıştı, o neden­le sakin duruyordu, ama gözlerindeki sıkıntılı ifadeyi gör­müştüm. Üzgündü. Boğulacak gibi hissettiğim için, 'Dok­tora gitmek istiyorum' diye haykırdım adeta. Her türlü araştırma yapıldı. Sonuç belliydi. Organik bir sorunum yoktu. Psikiyatra götürülmem önerildi ve size geldim."

Size geldikten sonra bu bastanız nasıl bir seyir izledi? Genç bir insandı. Deprem, kayıp gibi travmatik olayla­rın nelere mal olabileceğini çok iyi biliyor ve anlıyordu. Ama travma sonrası psikolojik destek çok önemliydi. Onunla, depremin olumsuz izlerini silebilecek bir terapiye başladık. Aslında hayat dolu bir insan olduğu için olum­suzlukların üzerini olumlu düşüncelerle kapatabilmeye yatkındı. Yaşam enerjisi daha ağır basıyordu. Korkusuyla yüzleşmeyi ve onu kabullenmeyi öğrendi zaman içinde. İlaç tedavisine ihtiyacı yoktu. Terapiyi sürdürdük.

Kemal ve panik atağı, Panik Atak Hastalarına Nasıl Davranılmalı

Başka bir örnek verebilir misiniz? 2001 yılının yazıydı. Hasta bana geldiğinde henüz 8 aylık evliydi. Düşünsenize çok yeni bir evlilikti onlarınki. Ama yine onun anlattığına göre karısıyla neredeyse her gün kavga ediyor ve her konuda tartışıyorlardı. İlişkilerindeki durumu şöyle anlatmıştı: "Neredeyse birbirimizi gör­düğümüz her dakika kavga ediyoruz. Apartmanın girişin­den geçen bir arkadaşım bizim kavga ederken çıkardığı­mız sesleri duyup, utandığını anlatmıştı bir keresinde. Çok pasif ve ilgisiz bulduğum karımdan ayrılmaya henüz üç aylık evliyken karar vermiştim, ama uygulamaya zorlanı­yorum. Onu kırmaktan korkuyorum. Hem de çok korku­yorum. Müthiş bir vicdan azabı duyuyorum ona karşı. Keşke kendisi ayrılmayı istese diyorum, ama olmuyor."

Peki, ilk atak ne zaman ve nasıl gelmiş?
Yine böyle akşamlardan birinde,, çok yakın arkadaşları onlara misafir olmuş. Yemek hazırlamışlar birlikte, keyifli de bir sohbet başlamış aralarında. Yemekler yenmiş, içki­ler alınmış, işte ne olduysa ondan sonra olmuş ve ne oldu­ğunu anlamadan yine tartışmaya başlamışlar eşiyle. Ve üs­telik bu defa arkadaşlarının orada olduğunu hiç düşünme­den, belki önemsemeden.

O anda mı başlamış sıkıntısı?

Hayır, ama sanırım o gece ayrılık kararını uygulamaya karar vermiş. Bu durumu bana anlatırken bile tekrar o ge­cenin sıkıntılı atmosferine dönmüştü: "O gece ayrılmak is­tediğimi bana bir asır gibi gelen birkaç saat süren bir ko­nuşmayla açıkladım. Arzu karşımda ağlıyordu. 'Hayır, ay­rılmak istemiyorum' diyordu ama nafile, dönüşüm yoktu. 'Bitti' dedim, 'kesinlikle bitti'. Herkes bir şey söylüyor, kendince yorum yapıyordu. Ayağa kalktım, çünkü nefes alma ihtiyacı duyuyordum. Sonra boğazımın sıkıştığını hissettim. Bir mengeneyle boğazımı sıkıyorlardı. Gözüm karardı. Evet, kesinlikle ölüyordum. Yığıldım oraya öyle­ce. Beni kaldırıp kanepeye yatırmışlar, birazdan ayıldım. Büyük bir panikle, 'Beni doktora götürün, çok sıkıldım' diyebildim. Bir yandan da ölümü düşünüyordum. Arka­daşlarımın ve eşimin mezarımın başına geldiklerini ve ölüm anımı hayal ediyordum ve bu beni daha da korkutu­yordu. Beni en yakın hastaneye götürdüler. Sabaha kadar acilde kaldım. Epeyce bir para ödedim. Sonunda, 'Sizin bir sorununuz yok. Acaba başka bir doktora daha mı gö-rünseniz' dediler gülümseyerek." İşte ondan sonra bana geldi ve tüm öyküsünü anlattı.
Nasıl bir tedavi yolu izlediniz bu hastanız için? Onun sorunu kendine aşırı yüklenişiydi. Mükemmeli­yetçi yapısı, hayatı ona zorlaştırıyordu. Karısı dağınık, kendisine karşı ilgisiz ve pasif bir kadındı. Bunları ona söyleyemeyip içine attıkça başka konularda tartışmalar çı­kıyor, bu da onu iyice geriyordu. İç sıkıntısı giderek artmış ve sonuçta panik atağa dönüşmüştü. Terapiye başladık. Neleri isteyip, neleri istemediği konusunda rahatlıkla ko-nuşabilmesi gerektiğini kabullendi önce. Bu onu çok ra­hatlattı. Eşiyle ayrılmaya karar verdiler, ama kriz çıkmadı aralarında. Şimdi daha mutlu bir adam o.

Anadolu'dan Avrupa yakasına geçemeyen tekstilci


panik atak yaşayan bir tekstilciden söz etmiştiniz. Ha­ni istanbul'da Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçe­meyen bir hastanızdan. Onun durumu tam olarak nasıldı? Ekonomik durumu çok iyi olan bir tekstilciydi. Ve Anadolu yakasında oturuyordu. Hem fabrikası hem de mağazası Avrupa yakasında bulunuyordu. Yani işine gide­bilmek için Avrupa yakasına geçmesi gerekiyordu. Çünkü o yıllarda İstanbul'da henüz iki yakayı birbirine bağlayan köprü inşa edilmemişti. Ve o ne yazık ki, vapura binemi-yordu. Yaşadığı sıkıntıdan bıkmıştı.

Ve sanırım bu tabloyla size geldi?

O gelemedi. Ben bir dost meclisinde onunla tanıştım ve sıkıntısını yıllar sonra öğrendim. Köprü yapıldıktan sonra tabii ki, geçmiş karşıdan karşıya. Bir gün benimle konu­şurken bu sıkıntılarından bahsediyordu ki ona, "Niye geç­miyordun ki, senin yaşamın boyunca İstanbul'da vapur battı mı" diye sorduk. Tekstilcinin bana verdiği yanıt il­ginçti. "Bir kere batsa rahat edecektim, çünkü batmadıkça olasılılık artıyordu."

Panik Atak Hastalarının Yorumları

Pınar'ın kayıp acısı

Kayıpların da, verdiği iç sıkıntısının da zamanla panik atağa dönüşebildiğim söylüyorsunuz. Böyle bir hastanızın öyküsünü anlatır mısınız?

Çok çarpıcı bir örnek var bu konuda. Pınar bana geldi­ğinde 26 yaşındaydı. Yani sorunu bir hayli ilerlemişti. Çün­kü hastalığının başlangıcı annesini kaybettiği zamana daya­nıyordu ve annesini kaybettiğinde tam 22 yaşındaydı. Mes­leğinde yavaş yavaş yukarılara doğru tırmandığını hissedi­yordu. Aslında kendini yaşıtlarına göre oldukça şanslı gö­rüyordu. Çünkü üniversiteyi bitirir bitirmez bu işe girmiş ve orada kabul görmüştü. Yöneticileri ve iş arkadaşları onu çok seviyordu. Hatta o ay ilk defa maaşına zam yapılmıştı. Çok mutluydular annesiyle birlikte. Çünkü babası üç yıl önce onlardan ayrı yaşamayı seçmişti ve o annesine bakma­ya yemin etmişti. En iyi arkadaşı, sırdaşı da annesiydi.
Ne olduysa annesinin safrakesesinin rahatsızlanmasın­dan sonra oldu. Bir doktora gidildi, tahliller yapıldı ve ameliyata karar verildi. Ancak annesi bazen hafif ağrıları olduğunu, yürürken tıkandığını söyledi doktora. İşte o za­man başka tahliller istendi ve bunların sonucunda kalp ameliyatının acil olduğuna karar verildi. Ameliyat sabahı ikisi birlikte yola çıktılar. Ne yazık ki, şans onlardan yana değildi. Pınar annesini kaybetmişti o gün. Bir daha hiç mutlu olamayacağını düşünüyordu ve eski neşesinden eser bile kalmamıştı.

Buraya kadar tipik bir kayıp acısı gibi duruyor değil mi? Panikler nasıl başlamış, nasıl fark etmiş? Bütün bunları tekrar tekrar gözden geçirdiği günlerin herhangi birinde kalbi her zamankinden hızlı çarpmaya başlamış. Ama anlattığı tablo tam bir panik ataktı, çünkü şöyle tanımlıyordu: "İnanılmaz bir hızdı ve o bu hıza yeti-şemiyordu. Sanki yerinden çıkacakmış gibi çarpıyordu ye soğuk terler dökmeye başlamıştım." O anda kesinlikle emindi ki, kalp krizi geçiriyordu.
Bu olayların başladığı günlerde ve devamında çok fazla doktora gitmiş. Tahliller yapılmış, kalp krizi olup olmadı­ğı araştırılmış sonra da hiçbirinin olmadığına karar verile­rek Pınar sorunlarıyla baş başa bırakılmış. Sonunda yine böyle hastane hastane dolaştığı bir günün sonunda bir doktor ona psikiyatra gitmesi gerektiğini anlatıyor. Çünkü o yaşadığı sıkıntıların sonunda panik bozukluğu sorunu yaşayan biriydi artık ve tedavi edilmesi gerekiyordu. Bun­ları bilerek geldi bana. Ve onunla bu travma ve kayıp acısı üzerine iki yıl çalıştık.

Güner'in panik atağı

Bir de panik atağı orta yaşlarda başlayan bir hastanız vardı değil mi?
Evet. Çok tipik bir panik atak vakasıydı. Güner, panik atakla karşılaştığında aslında hiç de genç bir kadın değildi. 40'lı yaşlarının başındaydı. Kızını yeni evlendirmişti ve kı­zının evliliğinden dolayı biraz da mutsuzdu. Hoş, eşiyle de mutsuz bir evlilik sürdürüyordu, ama kızı için daha da çok üzülüyordu.

Peki, bu hastanızın panik atak geçirmesini gerektirecek nasıl bir aile öyküsü vardı ya da var mıydı?
Bir zamanlar lodos varken vapura binmek zorunda kalmış, ama bu korkusu zaman içinde geçmiş. Konuşur­ken satır arasında bunu söylemişti. Ancak bana atağın gel­diği günü şöyle anlatmıştı: "O gün kızım ve damadımla, Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçmemiz gereki­yordu. Sirkeci'den vapura bindik. Yolculuk sadece ve sa­dece 20 dakika sürecekti. Çünkü gideceğimiz yer Kadı­köy'dü. Vapur henüz kalkmadan evvel biraz dalga olduğu seziliyordu, ama sesimi çıkarmadım. Nihayet yolculuğu­muz başladı. Bu arada vapur hafif hafif sallanıyordu. Da­madım kızıma ve bana birer de çay söyledi. Çaylar geldi, içmeye başladık. Fakat ben hem içiyordum hem de etrafı kolaçan ediyordum. Tedirginliğim bir türlü geçmek bilmi­yordu. Biraz sonra dalgaların boyu yükselmeye başladı. Vapur epeyce kuvvetli bir biçimde sallanıyordu, ama kim­se sesini çıkarmıyordu. Kendime hakim olmaya çalışıyor, ama olamıyordum. Mümkün değildi. 'Ben inmek istiyo­rum' dedim kızıma ve damadıma. Tabii ki aynı anda bu­nun mantıksız olduğunu, inemeyeceğimi de anladım. Bu­nu anladıktan sonra kalbim delicesine çarpmaya başladı. Ağlamak istemiyordum, ama ağlıyordum işte."

Bu noktada kızının yanında olması ona güç vermemiş midir, panik atak hastaları böyle anlarda yanındakiler in ona destek olabileceğini de mi unutur?

Evet, çünkü anlattığına göre, o anda kızı ona sarılıp, "Lütfen anne sıkma kendini, sorun yok, sen deniz yolculu­ğunu severdin" diyormuş, ama sözünü dinletemiyormuş. Çünkü Güner artık hakimiyetini kaybedip bağırıyormuş. Kalp krizi geçirdiğini düşünüyormuş bir yandan da, ama en önemlisi bu vapurdan inmekmiş. Dolayısıyla vapur yavaş yavaş iskeleye yanaşırken o da birdenbire geçirdiği pa­nik nöbetinin durulduğunu fark etmiş.

Ama sanırım bu korkunun geçişi onu rahatlatmamış-tır...
Aynen öyle. Ne yaşamıştı böyle? Neden böyle hisset­mişti? Ve daha da kötüsü biliyordu ki, kesinlikle bir daha vapura binemeyecekti. Yani aynı gün nasıl geri dönecekti, onlara, "Vapura binmem, karayoluyla gidelim" nasıl diye­cekti?

Birlikte gittikleri evde huzursuz görünmemeye çalışmış, ama kafasının içi bunlarla dolu olarak ve sıkıntısı iyice ar­tarak orada oturmuş. Nihayet dönüş saati gelip iskeleye kadar yürüdükten sonra, birden damadına dönüp, "Siz na­sıl giderseniz gidin, ama benim bu vapura binmeme olanak yok" demiş kesin bir şekilde. Binmemiş de. Sonraki günler­de bu nöbeti neden yaşadığını düşünüp dururken ve nede­nini bulamazken, ikinci bir nöbeti yaşamış. Fakat ikinci nöbet çok daha ani ve şiddetli gelmiş. Bu defa neden, öyle vapur, dalga falan değilmiş. Öylesine durup dururken, kal­bi sıkışıyor sanmış, boğuluyormuş adeta. "Nefes alamıyo­rum" diye bağırmış. Bir yandan da, "Doktora götürün be­ni" diye haykırıyormuş, çünkü öleceğini sanıyormuş.

Gözleri kararmaya başladı, ağlıyordu

Bu durumda ailesi onu doktora götürmüş olmalı, tıpkı diğer panik atak öykülerinde olduğu gibi, değil mi? Hemen bir hastanenin acil servisine götürülmüş, tüm tahlilleri yapılmış. Doktorlar bir şeyi olmadığını ve kork­maması gerektiğini söylemişler. Yapacak bir şey olmadığı­nı anlayıp çaresizce eve dönmüşler. Bana gelmeleri kolay olmamış. Sürekli atakların gelmeye başladığı kötü bir dö­nem geçirmiş. Bana anlattıkları durumu özetliyordu: "Durum değişmiyordu. Atak neredeyse her hafta yokluyordu ve her defasında başka başka görüntülerle çıkıyordu karşı­ma. Sonunda bir yakınımızın da tavsiyesiyle bir psikiyatra gitmeye karar verdik. Size geldik."