Meme Kanseri ve Kemoterapi

Meme Kanseri ve Kemoterapi

Ameliyat işi oldukça sevimsiz... Ameliyat kaçınılmaz son mudur meme kanserinde, yoksa kanser yayılımına bağlı olarak değişiyor mu? Sadece ilaç tedavisi ile bu has­talıktan kurtulma olasılığı nedir?
Gelecekte büyük cerrahi girişimler yapılmaksızın, me­me kanserinin tedavi edilmesi için yoğun çalışmalar yapıl­makta. Ancak şimdilik bu girişimler de küçük de olsa yine cerrahi prensiplere dayanıyor. Ayrıca bu tür çalışmaların tamamlanıp tıp dünyasında rutin olarak kullanılabilmesi için on yıllara ihtiyaç olduğunu da hatırlatmalıyım.

Bugünkü tıbbi bilgilerimizle, içine ameliyatın girmediği bir tedavi şekli yok. Bunu tam olarak şöyle açıklamalıyım: Hastalığın tamamen tedavi edilme şansının kalmadığı durumlarda kalan ömrün konforlu geçirilmesi amacıyla sa­dece "kemoterapi," yani "ilaç tedavisi" uygulanabilir.

Bir diğer seçenek de henüz kanser olmayan ama riski çok yüksek olan hastalarda "tamoksifen" denilen hormon ilacının önlem olarak kullanılmasıdır. Bu seçenekte de he­nüz kanser oluşmadığı için cerrahi işin içine girmez. An­cak amaç hastalığı ortadan kaldırmak olduğunda, cerrahi birincil seçenektir. Ameliyatın işin içine girmediği bir me­me kanserinin tedavisi tam olarak başarılamaz.

Bu nedenle sevimsiz olanın ameliyat mı, yoksa kemote­rapi mi olduğu da bakış açısına göre değişir.
İlaç tedavisi uygulandıktan sonra iyileşme görülmediği takdirde mi ameliyat olma durumu oluyor, yoksa ameli­yattan sonra mı ilaç tedavisi uygulamasına geçiliyor? Kemoterapi, temel olarak ameliyat sonrasında destek amacıyla kullanılır. Böylece vücuda dağılmış olma olasılığı bulunan kanser hücrelerinin ortadan kaldırılması sağlanır. Diğer bir kullanım alanı, ilerlemiş kanserin varlığıdır. Bu hastalarda ameliyat yapmanın anlamı kalmamıştır. Özel­likle ileri yaşlarda olan (80-90 yaş) hastalarda, kalan öm­rünü konforlu geçirebilmesi için uygulanıyor.

Bir başka seçenek ise ameliyata uygun hastalarda kitle­yi küçültmek için ameliyattan önce kemoterapi uygula­mak. Kemoterapi ile kitlenin oldukça küçük boyutlara in­dirilme imkânı olabilir. Böylece, örneğin ameliyat edileme­yecek kadar büyük bir kitle ameliyat edilebilecek sınırlara çekilebilir veya daha büyük bir ameliyat yapmak gerekir­ken, kitlenin hacmi azaldığından daha küçük bir ameliyat yapılabilir.

Hastalarımıza şöyle bir şey önerebilir miyiz? Hastalık­ları ne olursa olsun, hastalıkları ile ilgili o ana kadar yap­tırdıkları tüm tetkik, film ve raporlarını mutlaka saklamalılar ve herhangi bir rahatsızlıkta tüm bu belgeleri doktor­larına göstermeliler.
Size katılıyorum. Sadece meme kanserinde değil, sağlık­la ilgili tüm belgelerin düzenli bir şekilde saklanmasında ciddi fayda var. Özellikle de bir kitleye yönelik olarak ya­pılmış olan muayene bulguları, tahlil ve biyopsi raporları­nın özenle saklanması çok önemli.
Buradan tekrar hatırlatmak istiyorum: Lütfen özellikle de meme ile ilgili yapılan tetkik, film ve rapor çok iyi mu­hafaza edilsin.

Peki, tüm bu tetkikleri, raporları ve filmleri saklamak tedavi sürecini nasıl etkiliyor?


Bir kitlenin insanın hayatını nasıl etkileyeceği, o kitle­nin ortaya çıkış sürecini nasıl geçirdiği ile yakından ilgili. Yani tek bir kanser hücresinden, kitlenin belirgin hale ge­lip hastanın hayatını tehlikeye sokacak boyutlara ulaşması arasında geçen sürenin uzunluğunu bilmek, tedavinin yol haritasını çıkartmak açısından önemli.

Örnekleyeyim: Diyelim ki hasta yıllık olağan kontrolü için geldi. Tıbbi öyküsünü aldık, muayenesini yaptık, bu arada elimize sağ memesinde bir kitle geldi. Sonrasında hastayı mamografi ve ultrasona gönderdik. Sonuçta film­lerde de hakikaten muayenede elimize gelen yerde bir gö­rüntü saptandı. Şimdi burada aklımıza ilk gelen soru, "bu kitle ne zamandan beri var?" olacaktır. Bunu bilebilmenin tek yolu da hastanın geçmişini araştırmak doğal olarak. Bu araştırma, hastanın kendisinin böyle bir kitleyi hatırla-yıp-hatırlamadığının sorulması ve eğer varsa kitleye yöne­lik yapılan mamografi ve ultrason gibi eski görüntüleme yöntemlerinin tekrar araştırılmasıdır.

Zaten bu tetkikleri filmleri çeken radyolog da isteye­cektir. Eski filmler ile yenilerinin karşılaştırılması sonucu o kitlenin değişmeden yıllardan beri var olduğunu bilmek, bizi kitlenin takibine devam etmek konusunda yönlendire­cektir. Ama eğer eski filmlerinde görülmeyen ve kanser şüphesi taşıyan özelliklere sahip bir kitleyle karşı karşıyaysak, o zaman derhal kitleden örnek alma yoluna gitmemiz gerekecektir.

Benzer bir örneği de patoloji raporlarından vermek is­tiyorum: Diyelim ki aynı hastanın elimizde daha önce ya­pılmış bir biyopsi raporu da var. Her ne kadar patoloji ra­porunda özet olarak kansere rastlanmadığı rapor edilme-mişse de ayrıntılı raporda kanser öncesi hücrelerin varlı­ğından söz edilmiş olsun. Bu durumda geçen süre içinde kitlenin büyüklüğündeki ve görünümündeki değişiklikleri de göz önünde tutarak kitlenin çıkarılması yönünde karar verebiliriz.

Tüm bu işlemlerden sonra olası bir meme kanserinin erken dönemde yakalanma şansı oldukça artar. Bu da do­ğal olarak yapılacak cerrahi yöntemin büyüklüğünü, ame­liyat sonrası uygulanacak ilaç, hormon veya ışın tedavisi­nin ağırlığını azaltacaktır. Erken yakalanmış ve uygun te­davi edilmiş bir meme kanserinin, hastanın hayatını daha az tehdit edeceği ve daha konforlu bir hayat sürmesini sağlayacağı da ortada.

İlaç tedavisine kim karar veriyor?

Tedaviye ait kararlar verilirken genel cerrah veya meme cerrahı, medikal onkologlar, radyasyon onkologları, rad­yolog ve patolog birlikte hastayı tartışmalı ve ortak bir ka­rara varmalılar.

İlaç tedavisi nasıl uygulanıyor? İlaç sayısı çok mu fazla oluyor?
İlaç tedavisini uygulamak için hem hastanın hem de hastalığın birtakım özellikleri göz önünde tutuluyor. Burada öncelikli amacımız, cerrahi olarak tedavi edilmiş kan­serin tekrarlamasını önlemek ve vücuda dağılma ihtimali olan kanser hücrelerini öldürmek. Göz önüne aldığımız özelliklerden bir tanesi, kanserin koltuk altı lenf düğümle­rine sıçramış olması. Bu durumda kanserin tekrarlama ih­timali oldukça yüksek olduğundan kemoterapi yapılıyor.

Diğer bir özellik kitlenin büyüklüğü; genellikle 1 cm.'den büyük kanserlerde kemoterapi yapılır. Ayrıca has­tada östrojen ve progesteron reseptörlerinin varlığı, teda­viye hormon ilaçlarını eklememize neden oluyor. Genel bir yaklaşım olarak 50 yaş altında veya menopoza girmemiş hastalar, kemoterapiden daha fazla faydalanırlar. Buna karşılık 50 yaş üzeri ve menopoza girmiş hastalar da hor­mon tedavisinden daha fazla faydalanırlar.

Kemoterapi verileceği zaman, hastanın hem kanserinin özellikleri hem de yaş, sağlık durumu gibi kişisel birtakım özellikleri göz önüne alınıyor. Sonra da her hastaya göre ayrı bir tedavi planı çıkarılıyor. Burada bir yanlış anlaşıl­mayı da engelleyeyim: "Ayrı tedavi planı yapılıyor" der­ken, tamamen farklı tedavilerin yapıldığı zannedilmesin. Tabii ki bu tedavinin belli şablonları var. Sadece ilaç kom­binasyonları (çoklu tedavi) ve dozlarında kişisel düzenle­meler yapılıyor.
Buradan da anlaşıldığı üzere, bir tedavide birden fazla »aç kullanıyoruz. Çoklu ilaç tedavisinin, hem kanserin tekrarlama riskini hem de hastalıktan ölüm oranlarını azalttığını biliyoruz.

İlaç tedavisi ne kadar sürüyor ve tedavinin faydalı olup olmadığı nasıl anlaşılıyor?
Hastanın ve kanserin az evvel belirttiğim özelliklerine bağlı olarak seçilen ilaçlar, çoğunlukla üç haftada bir uy­gulanıyor. Bunun için hastanın hastanede yatmasına gerek yok. Bir sağlık personelinin gözetiminde damardan uygu­lanan ilaçlar veriliyor. Bu üç haftalık tedaviler yine hasta­nın ve kanserin durumuna göre dört, altı veya sekiz defa uygulanabiliyor. Yani ilaç tedavisi en az üç ay, en fazla altı ay sürüyor.

Öncelikle tedavi süresince hastanın birtakım kan tahlil­leri ile tedaviden zarar görmediğinden emin olunuyor. Te­davi bitiminde ise ilk yıllarda üç ayda bir, sonraki yıllarda altı ayda bir, daha sonra da senede bir hasta kontrollere çağrılıyor. Bu kontrollerde muayenesi, kan tahlilleri, ge­rektiğinde akciğer filmleri, kemik filmleri, karın içi organ­lara yönelik ultrasonları yapılarak, tedavinin etkili olup-olmadığı, herhangi bir tekrarlama durumunun olup-olmadığı araştırılıyor.

Faydalı olup-olmadığını anlamak için tekrar tekrar bi­yopsi ya da mamografi isteme durumu söz konusu mu­dur?

Bu tür tetkikler faydalı olmayı araştırmaktan çok, kan­serin tekrar edip-etmediğini araştırmak için yapılıyor. Bi­yopsi, ancak diğer memede veya ameliyat yerinde, vücu­dun herhangi başka bir yerinde şüpheli bir kitle olması durumunda yapılır. Ancak mamografi cerrahın önereceği sıklıklarla mutlaka uygulanması gereken bir tetkiktir.

İlaçların yan etkileri var mı? Yıllar sonra hastaların kul­landıkları ilaçlara bağlı birtakım şikâyetleri oluyor mu?
Kemoterapi ilaçlan gerçekten de ciddi etkileri olan ilaç­lardır. Bu ilaçlar kanser hücrelerini öldürebilecek güçte ol­dukları oranda yanlış kullanıldıklarında vücudun normal hücrelerine de zarar verebilirler.

Ortaya çıkan yan etkilerin arasında en sık; halsizlik, iş­tahsızlık, bulantı, kusma, saç dökülmesi, tırnak değişiklikleri, damar bozuklukları, cilt renginde değişiklikler, ishal ve ağız içinde yaralar görülüyor. Tabii, bu yan etkilerin mutlaka hepsi bir arada olmak zorunda değil. Ortaya çı­kan yan etkiler alınan ilaca göre değiştiği gibi şiddeti de yine her hastada farklı oluyor.

Kanser tedavisinde kullanılan ilaçların saçların dökül­mesine neden olduğu söyleniliyor. Saç dökülmesi oluyor mu? Dökülen saçların yerine yeni saçlar çıkıyor mu?
Evet, kanser tedavisinde bazen saçlar dökülür. Özellikle meme kanseri tedavisinde de sıklıkla kullandığımız antra-siklin etken maddeli ilaçlar saç dökülmesine yol açar. An­cak tıpkı diğer yan etkilerde olduğu gibi tedavinin bitimin­de saç dökülmesi de durur ve tekrar çıkar. O nedenle bu konuda çok endişe duymaya gerek yok.

Diyelim ki hastanın başka bir rahatsızlığı var; örneğin yüksek tansiyonu var ya da günümüzde çok yaygın olan guatr hastalığı var ve bunlarla ilgili düzenli ilaç almak zo­runda. Meme kanseri tedavisinde kullanılan ilaçların, yük­sek tansiyon, guatr veya başka hastalıklarda kullanılan ilaçlarla beraber alınmasında herhangi bir yan etki ya da zararlı bir durum söz konusu mudur?
Kemoterapide kullanılan ilaçların çok geniş bir yelpa­zesi var. Bu nedenle de birbirinden çok farklı özelliklere sahip ilaçlar kullanılıyor. Bu ilaçların hepsi iki tarafı kes­kin bir bıçak gibi görülmeli. Hastalığa etkili oldukları oranda başka dokulara zararlı etkileri de var elbette, an­cak bu durum endişe vermemeli. Hekimin önerdiği şekilde kullanıldığı sürece ilaçların yan etkileri oldukça azaltılabi­lir. Bunun için hekimle ciddi bir işbirliği şart.

Bu anlamda tiroid hastalıkları olanlar biraz daha geri Planda olmasına rağmen, hastaların kullandıkları tüm ilaçları hekimlerine bildirmesi gerekiyor. Özellikle kalp ve böbrek yetmezlikleri olan hastalar, karaciğer bozuklukları olanlar, kan hastalıkları olanlar, ağır psikiyatrik veya nö­rolojik ilaçlar kullananlar veya başka bir kanser varlığı gi­bi ciddi hastalıkları olanlar bu durumu mutlaka hekimine bildirmeli. Özellikle sürekli ilaç kullanan hastaların bu du­rumu ayrıntıları ile hekimine bildirmesi çok önemli.