Kardeşi olan çocukların duygularını gösterme biçimleri
Kardeşine fiziksel olarak zarar vermeye çalışıp, açıkça bebeğin geri gitmesini istediğini söyleyebilir.
Kardeşine karşı sevgi dolu bir tavır sergilerken annesine karşı agresif, düşmanca tavırları olabilir.
Çocuk kendi içine kapanıp parmak emmeye ya da yatağını ıslatmaya başlayabilir.
Çocuğun davranışları evde uyumlu iken ve anne babanın dikkatini çekecek belirli bir huzursuzluğu yokken okulda sorun yaşıyor olabilir.
Doğum sonrasında çocuk belirli bir kıskançlık ya da hoşnutsuzluk sergilemezken, daha sonraki aylarda, yıllarda bastırmış olduğu duyguları ortaya çıkabilir.
Anne babaların hatırlamaları gereken en önemli şey çocuğun kardeşin gelişiyle sergilediği istenmeyen olumsuz davranışlarının temel nedeninin çocuğun tamamen anne babasını kaybedip hiç sevilmeyeceği korkusunu yaşamasından kaynaklanmasıdır. Bu nedenle de anne babanın göstereceği sabır, anlayış, sevgi çocuğun korku ve kaygılarını yenmesine olanak sağlayacaktır. Olumsuz davranışları ile çocuk aslında ne kadar 'kötü' bir çocuk olabileceğini değil, ne kadar zor duygular hissettiğini anlatmaktadır. Anne babaların çocuklarına verecekleri geribildirimler çocuğun kendisini anlayıp hem kendisi hem de kardeşi hakkındaki olumsuz duygularla başa çıkmasına olanak sağlayacaktır.
Bu konuyu uzun zaman önce sanıyorum bir Amerikalı psikologun kitabında okuduğum ve anne babaların çocukları ile empati kurmalarına yardım edeceğini düşündüğüm bir benzetme ile tamamlamak istiyorum: Bir gün eşiniz eve gelse ve size eve ikinci bir eş getireceğini, bu durumun kesinlikle sizi daha az seveceği anlamına gelmediğini, her ikinizi de eşit seveceğini, gelecek olan eşi ile tüm eşyaları, belki de odanızı paylaşmanız gerekebileceğini söylese, ne hissederdiniz?
Cocukta Uyku Duzeni ve Kardes İliskisi
Kardeşin doğumu çocuğun uykularını etkiler mi?
Pek çok çocuk kendilerine söylenmese bile annelerinin hamile olduğunu annelerindeki ilgi değişikliğinden dolayı fark eder. Bu nedenle de hamileliğin kesinlik kazanmasından sonra annenin bu haberi çocuğu ile paylaşmasında büyük yarar vardır. Ancak hiçbir şekilde çocuklar bebek eve gelinceye kadar bu deneyimin nasıl bir deneyim olacağını kendilerine ne kadar anlatılsa da bilemezler.
Bazı çocuklar bebeğin gelişiyle huzursuz, tedirgin hatta bebeksi bir tutum sergilerken, bazı çocuklar bebeğin gelişi ile birlikte dışlandıklarını hissedip korku duyarlar. Elbette bu önemli durum dan çocukların yalnız uykuları değil beslenme alışkanlıkları da etkilenebilir. Çocuğun kardeşin gelişine verdiği tüm tepkiler bu yeni duruma alışması sürecinde oldukça normaldir. Bu zor dönemde çocuk, anne babasının çokça sabırlı ve anlayışlı davranıp onu bebeğin gelişine hazırlamalarına ihtiyaç duyar.
Çocuğunuzu bebeğin gelişine hazırlamak için, sadece bebeğin gelişinin olumlu taraflarını değil doğumdan önce öngörülen zorlukları, kaygıları da onunla paylaşmalısınız. Sözgelimi başlarda bebeklerin ne kadar çok ağlayıp, tüm ilgiyi üzerlerinde istediklerinin ve herkes için zor bir dönem olabileceğinin anlatılması gerekir.
Doğumdan sonra anne çok yoğun ve yorgun olacağı için özellikle ailenin diğer bireylerinin ilgisine çokça ihtiyacı vardır. Doğum sırasında çocuğunuzun nerede olacağı, ona kimin bakacağı, hastanede beklenenden uzun süre kalınması halinde onunla kimin ilgileneceği, çocuk için bu geçiş sürecinde en iyi olanın ne olabileceği üzerine düşünülmesi son derece önemlidir.
Anne babanın kardeşler arasındaki ilişki içindeki duruşları onların kendi kardeşleri ile olan ilişkilerinden büyük ölçüde etkilenir. Bebeğin gelişiyle ilgili olarak büyük çocuğun hissedeceği öfke, keder, şok, kıskançlık gibi duygular çok normaldir. Anne babalara zor gelen ise, çocukların bu türden duygularını ifade ediş biçimleridir.
Pek çok çocuk kendilerine söylenmese bile annelerinin hamile olduğunu annelerindeki ilgi değişikliğinden dolayı fark eder. Bu nedenle de hamileliğin kesinlik kazanmasından sonra annenin bu haberi çocuğu ile paylaşmasında büyük yarar vardır. Ancak hiçbir şekilde çocuklar bebek eve gelinceye kadar bu deneyimin nasıl bir deneyim olacağını kendilerine ne kadar anlatılsa da bilemezler.
Bazı çocuklar bebeğin gelişiyle huzursuz, tedirgin hatta bebeksi bir tutum sergilerken, bazı çocuklar bebeğin gelişi ile birlikte dışlandıklarını hissedip korku duyarlar. Elbette bu önemli durum dan çocukların yalnız uykuları değil beslenme alışkanlıkları da etkilenebilir. Çocuğun kardeşin gelişine verdiği tüm tepkiler bu yeni duruma alışması sürecinde oldukça normaldir. Bu zor dönemde çocuk, anne babasının çokça sabırlı ve anlayışlı davranıp onu bebeğin gelişine hazırlamalarına ihtiyaç duyar.
Çocuğunuzu bebeğin gelişine hazırlamak için, sadece bebeğin gelişinin olumlu taraflarını değil doğumdan önce öngörülen zorlukları, kaygıları da onunla paylaşmalısınız. Sözgelimi başlarda bebeklerin ne kadar çok ağlayıp, tüm ilgiyi üzerlerinde istediklerinin ve herkes için zor bir dönem olabileceğinin anlatılması gerekir.
Doğumdan sonra anne çok yoğun ve yorgun olacağı için özellikle ailenin diğer bireylerinin ilgisine çokça ihtiyacı vardır. Doğum sırasında çocuğunuzun nerede olacağı, ona kimin bakacağı, hastanede beklenenden uzun süre kalınması halinde onunla kimin ilgileneceği, çocuk için bu geçiş sürecinde en iyi olanın ne olabileceği üzerine düşünülmesi son derece önemlidir.
Anne babanın kardeşler arasındaki ilişki içindeki duruşları onların kendi kardeşleri ile olan ilişkilerinden büyük ölçüde etkilenir. Bebeğin gelişiyle ilgili olarak büyük çocuğun hissedeceği öfke, keder, şok, kıskançlık gibi duygular çok normaldir. Anne babalara zor gelen ise, çocukların bu türden duygularını ifade ediş biçimleridir.
Aile İci Huzursuzluk ve Cocuklar
Aile İçi Huzursuzluk ve Çocuklar
Bebeğin/çocuğun uyku düzeni aile içi huzursuzluktan etkilenir mi?
Aile içi huzursuzluklar bebek ve çocuklarda sadece uyku değil başka problemlere de neden olur. Anne baba arasındaki tartışmalar, bağrışmalar bebeğin/çocuğun geceleri kaygılı bir şekilde uyanık kalmasına neden olur.
Özellikle bebeklerin dünyalarını anne babalarının duygu durumları oluşturur. Anne baba arasındaki gerilim ya da açık şekildeki çatışmalar bebeğin önünde yaşanmasa da bebek aradaki gerilimin varlığını hisseder. Daha önce, annelerde görülen doğum sonrası depresyonu konusundan babanın anneyi depresyondan koruyucu rolüne değinilmişti. Babanın olmaması ya da anne ile çatışma içinde olan bir baba rolü anneyi depresyona çok daha açık bir hale getirir. Böylesi bir olumsuz anne baba ilişkisi içinde bebek annenin gerilimini ve anne babanın birbirlerine yakın olamayışlarını hisseder. Bu da bebeğin dünyasının, içinde huzuru yaşayamadığı, rahatça kendisini bırakarak uyuyamadığı çorak bir ortam olmasına neden olur.
Anne babalar aralarındaki geçimsizlikten çocuklarının etkilenebileceği gerçeğini kabul ederler; ama bebeklerinin de bir şeylerin farkında olabileceklerine inanmakta zorlanırlar. Pek çok anne baba, "Evet biz aramızda sorunlar yaşıyoruz; ama o daha çok küçük, hissetmesine olanak yok..." diye düşünür. Oysa mutsuz olan bir annenin bebeğini kucağında taşıması ve ona gösterdiği anlayışla mutlu olan bir annenin bebeği ile kurduğu ilişki aynı olmayacaktır. Evliliğinde mutlu olan bir kadın kendisini güvende hissettiğinden bebeğine de kendisini daha kolay güvende hissettirecektir.
Karı koca arasındaki çatışmalar çözümü en zor olan sorunlardandır. Anne babanın bu tür bir çözümsüzlüğü, açmazı yaşıyor olması, birlikteliklerinin niteliğine bağlı olarak çocuklarına yapacakları duygusal atıflarını, kendi anne baba rollerine ilişkin algılarını olumsuz yönde etkiler.
Anne babanın gerekiyorsa bir uzmanın yardımını alarak önce kendi aralarındaki sorunların üzerine gitmeleri, kendilerinde davranış değişiklerinin ardından bebeklerinde/çocuklarında bir değişimi beklemeleri gerekir. İyi bir anne baba ilişkisi bir bebeğin ruhsal gelişimi açısından en çok ihtiyacını duyduğu şeydir.
Bebeğin/çocuğun uyku düzeni aile içi huzursuzluktan etkilenir mi?
Aile içi huzursuzluklar bebek ve çocuklarda sadece uyku değil başka problemlere de neden olur. Anne baba arasındaki tartışmalar, bağrışmalar bebeğin/çocuğun geceleri kaygılı bir şekilde uyanık kalmasına neden olur.
Özellikle bebeklerin dünyalarını anne babalarının duygu durumları oluşturur. Anne baba arasındaki gerilim ya da açık şekildeki çatışmalar bebeğin önünde yaşanmasa da bebek aradaki gerilimin varlığını hisseder. Daha önce, annelerde görülen doğum sonrası depresyonu konusundan babanın anneyi depresyondan koruyucu rolüne değinilmişti. Babanın olmaması ya da anne ile çatışma içinde olan bir baba rolü anneyi depresyona çok daha açık bir hale getirir. Böylesi bir olumsuz anne baba ilişkisi içinde bebek annenin gerilimini ve anne babanın birbirlerine yakın olamayışlarını hisseder. Bu da bebeğin dünyasının, içinde huzuru yaşayamadığı, rahatça kendisini bırakarak uyuyamadığı çorak bir ortam olmasına neden olur.
Anne babalar aralarındaki geçimsizlikten çocuklarının etkilenebileceği gerçeğini kabul ederler; ama bebeklerinin de bir şeylerin farkında olabileceklerine inanmakta zorlanırlar. Pek çok anne baba, "Evet biz aramızda sorunlar yaşıyoruz; ama o daha çok küçük, hissetmesine olanak yok..." diye düşünür. Oysa mutsuz olan bir annenin bebeğini kucağında taşıması ve ona gösterdiği anlayışla mutlu olan bir annenin bebeği ile kurduğu ilişki aynı olmayacaktır. Evliliğinde mutlu olan bir kadın kendisini güvende hissettiğinden bebeğine de kendisini daha kolay güvende hissettirecektir.
Karı koca arasındaki çatışmalar çözümü en zor olan sorunlardandır. Anne babanın bu tür bir çözümsüzlüğü, açmazı yaşıyor olması, birlikteliklerinin niteliğine bağlı olarak çocuklarına yapacakları duygusal atıflarını, kendi anne baba rollerine ilişkin algılarını olumsuz yönde etkiler.
Anne babanın gerekiyorsa bir uzmanın yardımını alarak önce kendi aralarındaki sorunların üzerine gitmeleri, kendilerinde davranış değişiklerinin ardından bebeklerinde/çocuklarında bir değişimi beklemeleri gerekir. İyi bir anne baba ilişkisi bir bebeğin ruhsal gelişimi açısından en çok ihtiyacını duyduğu şeydir.
Altini İslatan Cocuklar
Altını Islatan Çocuklar
Uykusunda altını ıslatan çocuğa karşı nasıl yaklaşmak gerekir? Sorunun çözümü için neler yapılabilir?
İstem dışı idrar kaçırmaya 'enürezis' denilmektedir. İstem dışı idrar kaçırmalar genellikle gece görüldüğü için 'enürezis nocturna' adını alır. Çocukta idrar kaçırma sorunundan söz edebilmemiz için doktorların genellikle kabul ettikleri alt yaş sınırı kız çocuklarda dört, erkek çocuklarda ise beş yaştır. İdrar kaçırma sorunu genellikle ergenlik çağlarına doğru kaybolur, yetişkinlik döneminde devam etme oranı ise oldukça düşüktür.
İstemsiz olarak ortaya çıkan gece işemelerini iki grupta değerlendirmek mümkündür. Gece işemeleri sürekli olarak görülüyorsa, çocuğun kuru uyandığı sabahlar nadir ise burada kronik bir gece işemesi problemi söz konusudur. İkinci grupta, gece işeme davranışı belirli zaman aralıkları ile ortaya çıkar. Daha çok ikinci gruptaki gece işemelerinin psikolojik kökenli olduğu düşünülür.
Çocuklarda Altını Islatma
Gece işemelerinin sürekli olarak kronik bir şekilde görülmesinin nedeni şeker hastalığı, ürolojik ya da nörolojik hastalıklar olabilir. Mesane kaslarının yeterince gelişmemiş olması, idrar yolları enfeksiyonu ya da çocuğun uykularının çok derin olması gece işemelerinin en sık karşılaşılan nedenleri arasındadır. Çocuğun uykusu çok derin olduğunda mesanenin beyne gönderdiği 'dolduğu' mesajının çocuk farkına varamaz. Gece işemelerinin ayrıca kalıtsal olma özelligi de vardır. Genellikle, gece altına kaçıran çocukların yakın akrabalarının da gece işeme sorunu olduğu görülür. Ayrıca dikkat problemi ve özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarda gece işemesi probleminin gotürme oram diğer çocuklara göre daha fazladır.
Gece işemelerinin kronik bir şekilde neredeyse her gece değil de belirli zaman aralıkları ile ortaya çıktığı durumlarda stres faktörü üzerinde durmak gerekir. Okula başlama, kardeşin doğumu ya da aile içindeki boşanma gibi önemli değişimler çocuğun geceleri altını ıslatmasına neden olabilir.
Gece altına kaçırma sorununun hem çocuk hem de aile üzerinde olumsuz etkileri vardır. Geceleri altını ıslatan çocuk sosyal akti-vitelerden uzaklaşarak içe dönük bir davranış sergileyebilir. Bu durum çocuğun özgüvenini ve kendi benlik algısını da olumsuz yönde etkiler. Ailenin çocuğa karşı tutumu çocuğun sorunu karşısında geliştireceği tavrını büyük ölçüde belirler. Anne babaların, çocuklarının altını ıslatması ile ilgili olarak geliştirecekleri olumsuz duygu ve düşüncelerini mümkün olduğunca çocuklarına yansıtmadan anlayışlı ve çocuklarım cesaretlendiren bir yaklaşım içinde olmaları, çocuklarının da bu sorunla başa çıkmalarına yardım eder.
Çocukları gece altını ıslatan aileler öncelikli olarak konunun uzmanı bir doktora giderek olası tüm fiziksel nedenleri gözden geçirmeli, çocuklarının fiziksel bir probleminin olmadığından emin olmalıdırlar.
Çocuklar büyüdükçe, bir taraftan kasları gelişirken bir taraftan da mesane kapasiteleri artar. Çocuklar büyüdükçe uykuları da daha az derin olacağından mesane dolduğunda beyne gönderdiği dolduğu mesajını da fark edebilirler. Gece işemelerinin tedavisine yönelik ilaç tedavisinin yanı sıra bazı davranışçı tedaviler oldukça çabuk sonuç vermektedirler. Uygulanan davranışçı yöntemlerden biri, çocuğun gün içinde çişini başlangıçta birkaç dakika, sonrasında daha fazla tutmasıdır. Bu yöntemle hem çocuğun mesane kasları güçlenecek, hem de mesanenin kapasitesi artacaktır. Anne babaların çocuklarını gece boyunca düzenli aralıklarla tuvalete kaldırmaları çocuğun zaman içinde gece kendi başına tuvalete kalkmayı öğrenmesine yardım eder. Yaygın olarak kullanılan araştırmalarla da başarısı kanıtlanan bir başka yöntem, 'alarm yatağı' yöntemidir. Bu yöntemde çocuk altına kaçırmaya başladığında alarm devreye girerek çocuğu uyandırır ve çocuğun tuvalet için kalkmasını sağlar. Böylece de zaman içinde beyin, mesanenin dolu olduğu mesajına karşı daha duyarlı olmaya başlar. Elbette aile hangi yöntemi seçerse seçsin yöntemin başarısında etkili olacak en önemli unsur, anne babanın çocuğuyla kuracağı ilişkinin niteliği ve çocuğuna karşı anlayışlı olmasıdır.
Uykusunda altını ıslatan çocuğa karşı nasıl yaklaşmak gerekir? Sorunun çözümü için neler yapılabilir?
İstem dışı idrar kaçırmaya 'enürezis' denilmektedir. İstem dışı idrar kaçırmalar genellikle gece görüldüğü için 'enürezis nocturna' adını alır. Çocukta idrar kaçırma sorunundan söz edebilmemiz için doktorların genellikle kabul ettikleri alt yaş sınırı kız çocuklarda dört, erkek çocuklarda ise beş yaştır. İdrar kaçırma sorunu genellikle ergenlik çağlarına doğru kaybolur, yetişkinlik döneminde devam etme oranı ise oldukça düşüktür.
İstemsiz olarak ortaya çıkan gece işemelerini iki grupta değerlendirmek mümkündür. Gece işemeleri sürekli olarak görülüyorsa, çocuğun kuru uyandığı sabahlar nadir ise burada kronik bir gece işemesi problemi söz konusudur. İkinci grupta, gece işeme davranışı belirli zaman aralıkları ile ortaya çıkar. Daha çok ikinci gruptaki gece işemelerinin psikolojik kökenli olduğu düşünülür.
Çocuklarda Altını Islatma
Gece işemelerinin sürekli olarak kronik bir şekilde görülmesinin nedeni şeker hastalığı, ürolojik ya da nörolojik hastalıklar olabilir. Mesane kaslarının yeterince gelişmemiş olması, idrar yolları enfeksiyonu ya da çocuğun uykularının çok derin olması gece işemelerinin en sık karşılaşılan nedenleri arasındadır. Çocuğun uykusu çok derin olduğunda mesanenin beyne gönderdiği 'dolduğu' mesajının çocuk farkına varamaz. Gece işemelerinin ayrıca kalıtsal olma özelligi de vardır. Genellikle, gece altına kaçıran çocukların yakın akrabalarının da gece işeme sorunu olduğu görülür. Ayrıca dikkat problemi ve özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarda gece işemesi probleminin gotürme oram diğer çocuklara göre daha fazladır.
Gece işemelerinin kronik bir şekilde neredeyse her gece değil de belirli zaman aralıkları ile ortaya çıktığı durumlarda stres faktörü üzerinde durmak gerekir. Okula başlama, kardeşin doğumu ya da aile içindeki boşanma gibi önemli değişimler çocuğun geceleri altını ıslatmasına neden olabilir.
Gece altına kaçırma sorununun hem çocuk hem de aile üzerinde olumsuz etkileri vardır. Geceleri altını ıslatan çocuk sosyal akti-vitelerden uzaklaşarak içe dönük bir davranış sergileyebilir. Bu durum çocuğun özgüvenini ve kendi benlik algısını da olumsuz yönde etkiler. Ailenin çocuğa karşı tutumu çocuğun sorunu karşısında geliştireceği tavrını büyük ölçüde belirler. Anne babaların, çocuklarının altını ıslatması ile ilgili olarak geliştirecekleri olumsuz duygu ve düşüncelerini mümkün olduğunca çocuklarına yansıtmadan anlayışlı ve çocuklarım cesaretlendiren bir yaklaşım içinde olmaları, çocuklarının da bu sorunla başa çıkmalarına yardım eder.
Çocukları gece altını ıslatan aileler öncelikli olarak konunun uzmanı bir doktora giderek olası tüm fiziksel nedenleri gözden geçirmeli, çocuklarının fiziksel bir probleminin olmadığından emin olmalıdırlar.
Çocuklar büyüdükçe, bir taraftan kasları gelişirken bir taraftan da mesane kapasiteleri artar. Çocuklar büyüdükçe uykuları da daha az derin olacağından mesane dolduğunda beyne gönderdiği dolduğu mesajını da fark edebilirler. Gece işemelerinin tedavisine yönelik ilaç tedavisinin yanı sıra bazı davranışçı tedaviler oldukça çabuk sonuç vermektedirler. Uygulanan davranışçı yöntemlerden biri, çocuğun gün içinde çişini başlangıçta birkaç dakika, sonrasında daha fazla tutmasıdır. Bu yöntemle hem çocuğun mesane kasları güçlenecek, hem de mesanenin kapasitesi artacaktır. Anne babaların çocuklarını gece boyunca düzenli aralıklarla tuvalete kaldırmaları çocuğun zaman içinde gece kendi başına tuvalete kalkmayı öğrenmesine yardım eder. Yaygın olarak kullanılan araştırmalarla da başarısı kanıtlanan bir başka yöntem, 'alarm yatağı' yöntemidir. Bu yöntemde çocuk altına kaçırmaya başladığında alarm devreye girerek çocuğu uyandırır ve çocuğun tuvalet için kalkmasını sağlar. Böylece de zaman içinde beyin, mesanenin dolu olduğu mesajına karşı daha duyarlı olmaya başlar. Elbette aile hangi yöntemi seçerse seçsin yöntemin başarısında etkili olacak en önemli unsur, anne babanın çocuğuyla kuracağı ilişkinin niteliği ve çocuğuna karşı anlayışlı olmasıdır.
Latency Nedir Latency Donemi
Latency Nedir
'Latency' döneminde geliştirilen savunma mekanizmaları
İyi ve kötüyü, siyah ve beyaz olarak kesin bir şekilde ayırma eğilimindedirler Sözgelimi bir kişi, öneri ya da düşünce ya çok iyidir, ya da çok kötü. Bu donemde çocukların özellikle karşı cinsten olanları kesin bir şekilde dışlayıp aşağıladıklarına eminim tanık olmayanınız yoktur. Erkek çocukları kızlardan, kız çocukları da erkeklerden yaka silkerler. Ayrıca da kendilerinden olanlar ve olmayanlar ayırımı yaparlar.
Obsesif tutumları vardır. Dürtüler bastırıldığı için yaşamlarındaki sıkı kontrolü obsesyona varabilen davranışları ile sağlarlar. Dönem çocuklarının obsesif tutumlarını, onların bir şeyleri toplamaya, biriktirmeye olan düşkünlüklerinde de görebiliriz. Her yıl beraberinde yeni bir oyuncak türü, kart ya da benzeri bir şeye düşkünlüğü getirir. Çocuk kendisini o ürüne sahip olması adeta zorunluymuş gibi hisseder. Bunun farkında olan firmalar da çocukların bu özelliklerini kötüye kullanarak piyasaya her yıl yeni, değişik değişik ürünler sunarlar.
Negatif deneyim ve duyguları bastırırlar. Yukarıda sözünü ettiğim kontrolü sürdürebilmek için olumsuz duyguları bilinçten uzaklaştırırlar. Dolayısıyla da bir ergende ya da 2-3 yaş dönemi çocuğunda görülen duyguların çok güçlü bir şekilde bilince taşınıp kimi kere isyanlara varan boyutlarda yaşanması söz konusu değildir.
Geliştirilen savunma mekanizmalarından ötürü ilkokul çağı çocuğu dünyayı basite indirgeyerek algılar. Onun yaşamında küçük çocuklarda ve ergenlerde olan uç duygulara ve çatışmalara yer yoktur. Öğrenme açısından baktığımızda ise bu savunma meka nizmaları bilginin depolanmasına yardımcı olurlar. Bu dönemde çocuklar okumayı, yazmayı ve matematiğin basit kurallarını öğrenirler. Ancak buradaki öğrenme somut bir öğrenmedir. Bilginin yalnızca depolanması söz konusudur.
İlkokula başlayan çocuk anaokulundan farklı olarak ailenin dışına çıkarak ilişki kurmaya ve arkadaşlarını yaşamına almaya başlar. Ortak bir ilgi ya da hobi sayesinde arkadaşlıklar kurulur.
Özellikle erkek çocuklar arasında futbolcu kartlarını değiştirmek oldukça yaygın bir oyundur. Aslında bu oyun çocukların arkadaşlığın, pazarlık etmenin, ticaretin kurallarını deneyimledikleri arenadır. Yine bu dönemde evden uzaklaşmak istemenin ilk belirtileri görülür. Bu nedenle de genellikle çocukların yazdığı öykülerde ailenin yerini akranlar alır. Hatta öyle bir dünya kurgularlar ki oraya anne babaların girmesi yasaktır. Ancak bu yaklaşımları aslında onların kimi zaman bebeksiliğe varan kırüganlıklarıyla çelişir. Okul ve aile yaşamını ayırmada da aynı nedenle zorlanırlar. Öğretmenlerine yanlışlıkla anne diye seslenmeleri de bu yüzdendir.
Tabii her çocuk 'latency' dönemini sorunsuz olarak mutlu geçirebilmesi için gerekli olan çevresel, ailevi koşullara sahip değildir. Böyle durumlarda okullar çocukların hayatında en azından belli bir süre için bile olsa normal bir düzeni sağlamaları bakımından çok önemlidirler.
'Latency' döneminde geliştirilen savunma mekanizmaları
İyi ve kötüyü, siyah ve beyaz olarak kesin bir şekilde ayırma eğilimindedirler Sözgelimi bir kişi, öneri ya da düşünce ya çok iyidir, ya da çok kötü. Bu donemde çocukların özellikle karşı cinsten olanları kesin bir şekilde dışlayıp aşağıladıklarına eminim tanık olmayanınız yoktur. Erkek çocukları kızlardan, kız çocukları da erkeklerden yaka silkerler. Ayrıca da kendilerinden olanlar ve olmayanlar ayırımı yaparlar.
Obsesif tutumları vardır. Dürtüler bastırıldığı için yaşamlarındaki sıkı kontrolü obsesyona varabilen davranışları ile sağlarlar. Dönem çocuklarının obsesif tutumlarını, onların bir şeyleri toplamaya, biriktirmeye olan düşkünlüklerinde de görebiliriz. Her yıl beraberinde yeni bir oyuncak türü, kart ya da benzeri bir şeye düşkünlüğü getirir. Çocuk kendisini o ürüne sahip olması adeta zorunluymuş gibi hisseder. Bunun farkında olan firmalar da çocukların bu özelliklerini kötüye kullanarak piyasaya her yıl yeni, değişik değişik ürünler sunarlar.
Negatif deneyim ve duyguları bastırırlar. Yukarıda sözünü ettiğim kontrolü sürdürebilmek için olumsuz duyguları bilinçten uzaklaştırırlar. Dolayısıyla da bir ergende ya da 2-3 yaş dönemi çocuğunda görülen duyguların çok güçlü bir şekilde bilince taşınıp kimi kere isyanlara varan boyutlarda yaşanması söz konusu değildir.
Geliştirilen savunma mekanizmalarından ötürü ilkokul çağı çocuğu dünyayı basite indirgeyerek algılar. Onun yaşamında küçük çocuklarda ve ergenlerde olan uç duygulara ve çatışmalara yer yoktur. Öğrenme açısından baktığımızda ise bu savunma meka nizmaları bilginin depolanmasına yardımcı olurlar. Bu dönemde çocuklar okumayı, yazmayı ve matematiğin basit kurallarını öğrenirler. Ancak buradaki öğrenme somut bir öğrenmedir. Bilginin yalnızca depolanması söz konusudur.
İlkokula başlayan çocuk anaokulundan farklı olarak ailenin dışına çıkarak ilişki kurmaya ve arkadaşlarını yaşamına almaya başlar. Ortak bir ilgi ya da hobi sayesinde arkadaşlıklar kurulur.
Özellikle erkek çocuklar arasında futbolcu kartlarını değiştirmek oldukça yaygın bir oyundur. Aslında bu oyun çocukların arkadaşlığın, pazarlık etmenin, ticaretin kurallarını deneyimledikleri arenadır. Yine bu dönemde evden uzaklaşmak istemenin ilk belirtileri görülür. Bu nedenle de genellikle çocukların yazdığı öykülerde ailenin yerini akranlar alır. Hatta öyle bir dünya kurgularlar ki oraya anne babaların girmesi yasaktır. Ancak bu yaklaşımları aslında onların kimi zaman bebeksiliğe varan kırüganlıklarıyla çelişir. Okul ve aile yaşamını ayırmada da aynı nedenle zorlanırlar. Öğretmenlerine yanlışlıkla anne diye seslenmeleri de bu yüzdendir.
Tabii her çocuk 'latency' dönemini sorunsuz olarak mutlu geçirebilmesi için gerekli olan çevresel, ailevi koşullara sahip değildir. Böyle durumlarda okullar çocukların hayatında en azından belli bir süre için bile olsa normal bir düzeni sağlamaları bakımından çok önemlidirler.
Cocuklarda Uyku ve Okul İliskisi
Çocuklarda Uyku ve Okul İliskisi
İlkokula başlamak çocuğun uykularını etkiler mi?
Çocuğun ilkokula başlamadan önce bir anaokulu deneyimi olsa bile ilkokula başlama çocuğun hayatında bir başka önemli ve büyük adımdır. Çünkü ilkokula başlamak büyümek, gerçek anlamda okullu olmak anlamına gelir. Bu da beraberinde çocuk için farklı beklentileri doğurur. İlginçtir ki, çocuğun ve çevresindekilerin 'büyüme' beklentisinin tam aksine okula başladığı dönemde çocuk aslında yeniden bir bebek kadar kırılgan ve hassastır.
Çocuğun ilkokula başladığında hissettiği korkular, kaybolma duygusu, hiç kimseyi tanımıyor olmasının yarattığı kaygı aslında tüm eğitim yaşamı boyunca her yeni sınıf ya da okula başlandığında yeniden yaşanır. Ancak bu türden duyguların en açık ve acıtıcı bir şekilde hissedildiği dönem ilkokul dönemidir. Bu önemli süreçte çocuğun uyku düzeninin bozulması beklenen bir gelişmedir.
Gizlilik anlamına gelen ve 'latency' adı verilen bu dönem, adından da anlaşılacağı gibi dürtülerin bastırılarak görece bir dengenin hâkim olduğu dönemdir. Böylesi bir denge de öğrenmeyi kolaylaştırır. Erikson (1965) 'latency' dönemini 'endüstri çağı' olarak adlandırıp kognitif (bilişsel) ve entellektüel kapasitenin önemli ölçüde 'latency' döneminde geliştiğinden söz eder. Çocuğun öğrenmesine de izin veren bu bir tür dinginlik hali aslında bu döneme özgü olarak geliştirilen savunma mekanizmalarından kaynaklanmaktadır.
Bundan bir süre önce bana sekiz yaşında bir kız çocuğu olan L. okulda konsantre olamadığı, sürekli olarak bilinçli bir şekilde arkadaşlarının saçını çekip, onlara kalem batırarak onları rahatsız ettiği ve konuştuğu için getirilmişti. Anneden eşinin bir süre önce onları terk ettiğini, L.'nin de bu duruma çok kızıp, üzüldüğünü öğrendim. L.'yi doğal olarak bu durum çok etkilemiş, sürekli bu durumla meşgul olduğu için de derslerine yoğunlaşamaz hale gelmişti. Dolayısıyla da sınıf arkadaşlarının konsantre olmasına engel olması, bilinçdışı olarak arkadaşlarına kendisinin içinde olduğu durumunun nasıl bir şey olduğunu deneyimletmiş oluyordu. Kendisine acı veren duygular, onu meşgul eden düşünceler de bu yolla ifade bulmuş oluyordu Aldığı psikolojik destek onun duygularının farkına vararak duygularını yapıcı bir şekilde ifade etmesini sağladı. Aile yaşantısının öğrenmenin önüne duygusal bir blok kurmasını önlenmiş oldu.
Bu dönemin dengeli bir şekilde sorunsuz geçirilmesi, arkasından gelecek olan ergenlik döneminin daha az yıkıcı ve daha az çalkantılı geçmesine olanak verir.
İlkokula başlamak çocuğun uykularını etkiler mi?
Çocuğun ilkokula başlamadan önce bir anaokulu deneyimi olsa bile ilkokula başlama çocuğun hayatında bir başka önemli ve büyük adımdır. Çünkü ilkokula başlamak büyümek, gerçek anlamda okullu olmak anlamına gelir. Bu da beraberinde çocuk için farklı beklentileri doğurur. İlginçtir ki, çocuğun ve çevresindekilerin 'büyüme' beklentisinin tam aksine okula başladığı dönemde çocuk aslında yeniden bir bebek kadar kırılgan ve hassastır.
Çocuğun ilkokula başladığında hissettiği korkular, kaybolma duygusu, hiç kimseyi tanımıyor olmasının yarattığı kaygı aslında tüm eğitim yaşamı boyunca her yeni sınıf ya da okula başlandığında yeniden yaşanır. Ancak bu türden duyguların en açık ve acıtıcı bir şekilde hissedildiği dönem ilkokul dönemidir. Bu önemli süreçte çocuğun uyku düzeninin bozulması beklenen bir gelişmedir.
Gizlilik anlamına gelen ve 'latency' adı verilen bu dönem, adından da anlaşılacağı gibi dürtülerin bastırılarak görece bir dengenin hâkim olduğu dönemdir. Böylesi bir denge de öğrenmeyi kolaylaştırır. Erikson (1965) 'latency' dönemini 'endüstri çağı' olarak adlandırıp kognitif (bilişsel) ve entellektüel kapasitenin önemli ölçüde 'latency' döneminde geliştiğinden söz eder. Çocuğun öğrenmesine de izin veren bu bir tür dinginlik hali aslında bu döneme özgü olarak geliştirilen savunma mekanizmalarından kaynaklanmaktadır.
Bundan bir süre önce bana sekiz yaşında bir kız çocuğu olan L. okulda konsantre olamadığı, sürekli olarak bilinçli bir şekilde arkadaşlarının saçını çekip, onlara kalem batırarak onları rahatsız ettiği ve konuştuğu için getirilmişti. Anneden eşinin bir süre önce onları terk ettiğini, L.'nin de bu duruma çok kızıp, üzüldüğünü öğrendim. L.'yi doğal olarak bu durum çok etkilemiş, sürekli bu durumla meşgul olduğu için de derslerine yoğunlaşamaz hale gelmişti. Dolayısıyla da sınıf arkadaşlarının konsantre olmasına engel olması, bilinçdışı olarak arkadaşlarına kendisinin içinde olduğu durumunun nasıl bir şey olduğunu deneyimletmiş oluyordu. Kendisine acı veren duygular, onu meşgul eden düşünceler de bu yolla ifade bulmuş oluyordu Aldığı psikolojik destek onun duygularının farkına vararak duygularını yapıcı bir şekilde ifade etmesini sağladı. Aile yaşantısının öğrenmenin önüne duygusal bir blok kurmasını önlenmiş oldu.
Bu dönemin dengeli bir şekilde sorunsuz geçirilmesi, arkasından gelecek olan ergenlik döneminin daha az yıkıcı ve daha az çalkantılı geçmesine olanak verir.