Bel Ağrısı İle İlgili Bilgiler
Binlerce yıldan beri insanoğlunun önemli problemlerinden biri olan bel ağrısı kutsal kitaplarda ve hatta Hipokrat'ın eserlerinde de yer almaktadır. İlk olarak 1850 yılında Luscka ve Virchow tarafından incelenmiştir. Sonrasında 1930 yıllarına kadar özellikle enfeksiyon ve maligniteye bağlı bel ağrısı üzerinde durulmuştur. Bunların dışındaki bel ağrıları ve nedenlerine gereken ilgi gösterilmemiştir. 1934 yılında Mixter ve Barr'ın disk herniasyonunun cerrahi olarak tedavi edilebilirliğini ortaya koymalarından sonra bel ağrılarına olan ilgi artmıştır.
Bel ağrısı, gelişmiş ülkelerde baş ağrısından sonra en sık karşılaşılan ağrı yakınması olarak yaygın bir sağlık sorunu olmaktan öte, toplumun iş gücünü oluşturan, çalışan bireyleri yaşamlarının bir döneminde mutlaka bir süre üretimden alıkoyması ile de ekonomik ve toplumsal bir sorun olmuştur. Dolayısıyla biyolojik, sosyolojik ve psikolojik faktörleri içinde barındıran her yaş grubunda görülebilen bir sağlık problemidir. "Bel"in önemi koruyucu sağlık politikalarını belirleyenler
tarafından olduğu kadar tetkik ve tedavi hizmeti sunanlar tarafından da günümüzde bile yeterince bilinmediğinden ya göz ardı edilmekte ya da gereksiz veya yanlış yöntemlerle tetkik ve tedavi edilerek gelir ve zaman kaybına yol açılmaktadır.
Bel ağrısı insanoğlunun belki de en sık karşılaştığı evrensel bir sorundur. Bel ağrısı deneyimi geçiren insanların ancak % 5'i tıbbi tedaviye gereksinim duymakta ve bunların çoğu konservatif tedaviye iyi cevap vermektedir. İngiltere'de yapılan 300 akut bel ağrılı hastanın incelendiği bir çalışmada, iki ay içinde iyileşmeyenlerin kronikleşme eğilimi gösterdiği belirlenmiştir (16). Kişileri verimli ve üretken olmaları beklenen çağlarında fonksiyonel bakımdan oldukça kısıtlayan kronik bel ağrısı geleneksel tedavi yöntemlerine direnç göstermektedir.
Günümüzde ise bel ağrısı, endüstriyel toplumlarda hızla artan oranda önemli bir sağlık sorunu olmakla birlikte her iki cinsiyette ve değişik yaş gruplarında sıklıkla rastlanmaktadır. Tüm dünya nüfusunun %50-80’inin yaşamlarının
herhangi bir döneminde bel ağrısı deneyimledikleri bu oranın Finlandiya’da %75, Amerika Birleşik Devletleri’nde %80, Türkiye’de ise %14.1 olduğu belirtilmektedir . Epidemiyolojik çalışmaların dünya nüfusunun % 15’ini oluşturan yüksek
gelir düzeyli ülkelerde yapıldığı görülmektedir ve orta düşük gelirli ülkelerde yapılan çalışmalar değişik sonuçlar vermektedir. Yapılan çalışmalarda bel ağrısının, Almanya, İsveç, İngiltere, Belçika gibi gelir düzeyi yüksek ülkelerde; Nijerya, Çin ve Endonezya gibi düşük gelir düzeyli ülkelere göre, 2-4 kat daha fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. Bel ağrısı sadece fiziksel değil, psikolojik ve sosyal birçok faktörü içinde barındıran bir problemdir. Bununla birlikte obezite, gebelik, ağır kaldırma, sedanter yaşam ve psikolojik faktörler bel ağrısını tetikleyen etmenler arasında sayılmaktadır. Bunun dışında bel ağrılarının çoğu mekanik kökenli olup sadece basit travmatik bir hasarla değil, kötü postür, hatalı vücut mekaniği, zorlu yaşam ve çalışma koşulları, fleksibilite ve güç kaybı ile fiziksel zindelikte genel azalma sonucunda da ortaya çıkabilmektedir (68). Etyolojisinde birçok faktörü barındıran ve bu kadar sık rastlanılan bir toplum sağlığı sorunu olmasına karşın bel ağrısı tedavisinde tam anlamıyla öngörülmüş bir tedavi algoritması bulunmamaktadır. Bu durumun başlıca sebebi ise, bel bölgesinde ağrıya neden olabilecek birçok yapının bulunmasıdır.
Bel bölgesinde anatomik olarak duyusal innervasyonu olan her yapı, ağrı kaynağı olabilirken, posterior longitudinal ligaman, interspinöz ligamanlar, sinir kökleri ve dural kılıfları, faset eklemler ve derin kaslar bel bölgesinde ağrının kaynaklanabileceği başlıca yapılar olarak bilinmektedir.
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com