Ruhsal bozukluklara karşı sergilenen tutumun birçok
toplumda olumsuz; çoğu kez de damgalayıcı olduğu bilinmektedir (Byrne, 1997).
Damgalanma, ruhsal bozukluklarla sınırlı olmayacak şekilde, belirli bir
özelliği nedeniyle insanların benzer özellikler taşıyan diğer bireylerle tam
olarak benzer kabul edilmeyerek etiketlenmesi, bir grup olarak ‘biz’den dışlanmasıyla
ilişkilidir (Link ve Phelan, 2001). Damgalanma bilgi, tutum ve davranışla ilgili sorunlar yaşanmasıyla
ilgilidir (Thornicroft ve ark., 2007). Toplum tarafından damgalanma belirli bir
özellikle ilgili stereotipler, önyargılar ve ayrımcı tutumları içerir (Lauber,
2008). Farklı kültürlerde yapılan çalışmalarla ruhsal bozukluklarla ilgili
damgalayıcı tutumların hastalarla ilgili bazı temel varsayımlarla ilişkili
olduğu gösterilmiştir (Rüsch ve ark., 2005). En yaygın varsayımlar ruhsal
bozukluğu olan hastaların korkulması, uzak durulması gereken bireyler
oldukları, ciddi ruhsal bozukluğu olan bireylerin sorumsuz davranışları
olabileceği ve kendi kararlarını verebilecek yetkinlikte olmadıkları ve son
olarak da merhamet ve sürekli bakım gereksiniminde olduklarıdır. Damgalanma,
toplumun damgalanan grupla ilgili olumsuz tutum ve davranışlar ortaya
koymasıyla sonuçlanmaktadır. Kendini damgalama, damgalanan gruptaki bireylerin
bu tutumları içselleştirmesi ve kendine yöneltmesiyle ilgilidir (Corrigan ve Watson, 2002; Corrigan ve Rao,
2012). Dolayısıyla, bireyin kendisine ait bir özellikle ilgili tutumları,
içinde yaşadığı toplumun tutumlarından etkilenmektedir. Ruhsal bozukluklarla
ilgili tutumlar üzerine yapılan araştırmalar öncelikle şizofreni ve ağır ruhsal
bozuklarla ilgili yapılmış, yakın döneme kadar duygudurum bozuklukları ile
ilgili çok çalışma yapılmamıştır (Kelly ve Jorm, 2007).
Depresyon ve tedavisiyle ilgili tutum sağlıklı
bireyler, psikiyatri hastaları, depresyon hastaları arasında farklılık gösterebilmektedir.