Majör depresyon, toplumun tüm kesimlerinde sıkça gözlenen, kronik seyir gösteren, yinelemelerle gidebilen, yetiyitimine yol açan önemli bir halk sağlığı sorunudur. Depresyon epidemiyolojisine ilişkin yapılan çalışmalar, farklı toplumlarda farklı oranlarda sonuçlanmakla beraber geniş kapsamlı bir çalışma olan Amerikan Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü’nün Epidemiyolojik Alan Araştırması (ECA, The Epidemiologic Catchment Area Study) sonuçlarına göre majör depresif bozukluğun yaşam boyu yaygınlığının %3 ile 5.9 arasında, yıllık yaygınlığının %1.7 ile 3.4 arasında değiştiği belirtilmektedir (Weissman ve ark., 1991). Daha yakın dönemde Amerikan Tıp Derneği tarafından yapılan diğer bir epidemiyolojik çalışma olan Ulusal Eş Tanı Çalışması (NCS-R, National Comorbidity Survey Replication) sonuçlarına göre majör depresif bozuklukla ilgili yaşam boyu hastalanma riskinin %16.2 ve yıllık yaygınlığının %6.6 olduğunu göstermektedir (Kessler ve ark., 2003). Ülkemizde depresyon epidemiyolojisine yönelik yapılan çalışmalar gözden geçirildiğinde standart ölçeklerin kullanıldığı ilk çalışma olarak Güleç (1981)’in yaptığı çalışma dikkati çekmektedir. Bu araştırmada depresyon yaygınlığı %9.2, yaşam boyu yaygınlığı ise %23.6 bulunmuştur. Kılıç (1998)’ın yaptığı ‘Türkiye Ruh Sağlığı Profili’ araştırmasında depresyon ve anksiyete bozukluklarının en yaygın görülen ruhsal bozukluk olduğu ve depresif nöbet sıklığının %4, distimi sıklığının %1.6 olduğu saptanmıştır. Aynı çalışmada majör depresyon yaygınlığı kadınlarda %5.4, erkeklerde %2.3 olarak bulunmuştur (Kılıç., 1998). Yakın dönemde yapılan uluslararası epidemiyoloji çalışmalarında, bir yıllık yaygınlığı yüksek gelir düzeyine sahip ülkelerde %5.5, düşük gelir düzeyine sahip ülkelerde ise %5.9 bulunmuştur (Bromet ve ark., 2011). Farklı çalışmalarda farklı yaygınlık oranları elde edilse de depresyonun en yaygın görülen ruhsal bozukluk olduğu çoğu çalışmanın ortak sonucudur (Kaya ve Kaya, 2007).
Depresyon, sık görülen bir ruhsal bozukluk olmasının
yanı sıra yol açtığı yeti yitimi nedeniyle de önemli bir halk sağlığı
sorunudur. Depresyon hastalarında yaşam kalitesi birçok alanda bozulmaktadır ve
depresyon şiddetlendikçe yaşam kalitesi daha da düşmektedir (Aydemir ve ark.,
2009). Özellikle sosyal işlevsellikte yol açtığı kötüleşme diğer birçok
bedensel hastalıktan daha fazla düzeyde olabilmektedir (Hirschfeld ve ark.,
2000a). Aynı zamanda depresyon bedensel hastalıkların başlangıcı ve şiddet
düzeyi için bir risk etkeni olarak görülmekte, bedensel hastalıkla ilişkili
mortalite yüzdesini artırmakta, prognozunu olumsuz yönde etkilemektedir (Katon
ve ark., 2007; Pan ve ark., 2011; Kessler, 2012). Dünya Sağlık Örgütü’ne göre
majör depresyon tüm dünyada dördüncü hastalık yükü nedenidir ve 2020 yılında
iskemik kalp hastalıklarından sonra 2. sırayı alması beklenmektedir (Üstün ve
ark., 2004; Moussavi ve ark., 2007). Ülkemizde Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi
Müdürlüğü tarafından yürütülen ‘Ulusal Hastalık Yükü ve Maliyet-Etkililik
Projesi’ sonuçlarına göre; unipolar depresif bozukluğun en fazla yeti yitimine
yol açan hastalık olduğu saptanmıştır. Aynı çalışmada hastalık yükü
sıralamasında unipolar depresif bozukluk 4. sırada yer almıştır (T.C. Sağlık
Bakanlığı, 2004). Bireyin işlevselliğindeki olumsuz etkilerinin yanı sıra
depresyon aynı zamanda tüm dünyada ağır ekonomik kayıplara da yol açan bir
bozukluktur (Greenberg ve ark., 2003). Tedavi maliyetleri, özkıyım ve işgücü
kaybına bağlı maliyetler depresyonun yol açtığı ekonomik yüke katkıda
bulunmaktadır. Uygun tedavi ile kısa sürede hastalık öncesi işlevsellik
düzeyine ulaşılması tedavi maliyetlerini azaltarak mevcut ekonomik kaybın
azalmasını sağlayacaktır (Tamam ve ark., 2012).
Yaygınlığı, birey ve toplum üzerindeki olumsuz etkilerinin
boyutu ve yol açtığı hastalık yükü, depresyonu önemli bir halk sağlığı sorunu
haline getirmiş, depresyonun kolay ulaşılabilir, hızlı ve etkin tedavisi
gerekli ve önemli bir öncelik kılmıştır.