Sigara kullanımı, koroner arter hastalığı riskini
iki kat arttıran bir risk faktörüdür. Çalışmalar koroner arter hastalığında
akut sigara maruziyetinin koroner akım hızını %7 azalttığını, koroner
rezistansı %10 arttırdığını göstermiştir. Benzer durumun sadece koroner arter
hastalarında olmadığı, sağlıklı bireylerde de sigara içimi ile koroner akım
hızlarının aniden azaldığı bilinmektedir. Sigara içimi ile vazodilatasyon
kapasitesindeki bu hızlı azalma klinikte, özellikle koroner arter hastalığı
için risk faktörü olan kişilerde ani miyokard iskemisi ihtimalini ortaya
çıkarmaktadır. Sigaranın koroner akım hızları üzerindeki kronik etkisi için
sonuçlar hala tartışmalıdır. Bazı çalışmalar sigara kullanan kişilerde
mikrovasküler fonksiyonlarda azalma ve koroner vazomotor tonusta değişiklikler
bildirirken, diğerleri bazal koroner akım rezervinin sigara kullanan ve
kullanmayanlarda benzer olduğunu öne sürmüşlerdir. KAR ölçümünde kullanılan
standart yöntemlerin girişimsel ve pahalı, TTDE’nin ise oldukça yeni olması
nedeniyle bu konudaki çalışmalar sınırlı sayıdadır. Veri tabanlarında sigara
bırakılması ile KAR değişiklikleri ilişkisi hakkkında yapılmış herhangi bir
çalışma bulunmamaktadır.
Koroner Akim Olcumu Nedir
Koroner
Akım Ölçümü Nedir
Sağlıklı koroner arterler, miyokardın oksijen
talebine göre koroner kan akımını dört-altı kata kadar arttırabilme özelliğine
sahiptirler. Bu durum diyastol sırasında kanlanan koroner arterlerin
vazodilatasyon ile vasküler direnci azaltabilme kapasitesi sayesinde
gerçekleşir. Koroner akım hızı değişiklikleri, yüksek talebin olduğu akım hızı
ile istirahat akım hızı farkı ile değerlendirilen parametrelerdir.
Koroner akım rezervi (KAR) epikardiyal koroner arter
hastalığında olduğu gibi diyabet, hipertansiyon, hiperlipidemi, kardiyomiyopati
ve sendrom X’de görülen ve epikardiyal damarların anjiografik olarak normal
olduğu halde koroner mikrosirkülasyonun etkilendiği durumlarda da bozulmaktadır.
Koroner Akım Ölçümü ve Kinik Kullanımı
Koroner akım rezervi (KAR), altın standart olarak,
koroner arter kateterizasyonu sırasında koroner akım hızının, Doppler akım teli
kullanılarak, istirahatte ölçülen değeri ile dipridamol, dobutamin veya
adenozin gibi farmakolojik stres ajanlarının infüzyonu sonrası ölçülen
değerinin kıyaslanması yoluyla elde edilir. Girişimsel olan bu değerlendirmede,
koroner darlığın distalinde, indüklenmiş hiperemi sonrası ortalama akım
hızının, istirahat ortalama akım hızına oranı hesaplanmaktadır.
Fakat kateterizasyonun girişimsel bir metod olması
ve potansiyel komplikasyonları nedeniyle rutin klinik kullanımı kısıtlıdır.
Bunun yanında KAR ölçümü için; miyokard perfüzyon sintigrafisi, magnetik
rezonans görüntüleme, pozitron emisyon tomografisi ve transözofajiyal
ekokardiyografi gibi daha az girişimsel yöntemler de mevcuttur. Ancak bu
yöntemlerin de maliyet, radyasyon maruziyeti, ulaşılabilirlik gibi sorunları
mevcuttur. Günümüzde, transtorasik Doppler ekokardiyografi (TTDE), KAR
ölçümünde, günden güne artan bir klinik öneme sahip olmaya başlamıştır. Distal
sol ön inen koroner arterin göğüs duvarına olan yakınlığı bu segment için
transtorasik yaklaşım ile KAR değerlendirmesini mümkün kılmaktadır. Ancak
değerlendirmeyi etkileyebilecek daha distal darlıklar ve görüntüleme artefaktları
bu yöntemin kullanılabilirliğini kısıtlayabilir. Taşikardi, kan basıncı
yüksekliği, önyük artışı gibi durumlar koroner akım hızı ölçüm duyarlılığını
azaltabilir. Altın standart olarak kabul edilen girişimsel intrakoroner
yöntemle elde edilen ölçümler transtorasik Doppler ekokardiyografi sonuçları
ile korelasyon göstermektedir. Bu yöntem sol ön inen koroner arter darlığını
%87-92 duyarlılık ve 74%-90 özgüllükle saptamaya olanak tanımıştır.
Çalışmalar, sınırda anjiyografik koroner darlığı
olan hastalarda revaskülarizasyon ihtiyacının belirlenmesinde, gelecek
kardiyovasküler olayların öngörülmesinde ve tekrar hedef damar
revaskülarizasyon ihtiyacının saptanmasında bu yöntemin kullanılabileceğini
göstermektedir. Koroner stent uygulanan hastalarda, girişim sonrası altı ay
takipte olumsuz klinik olayları öngörmede en güçlü belirteç olarak kabul
edilmektedir.
Kalp Hizi Degiskenligi ve Sigara
Kalp
Hızı Değişkenliği ve Sigara
Sigara içimi sırasında otonomik fonksiyonlarda değişiklikler
olduğu bilinmektedir. Sigaranın KHD üzerine azaltma yönündeki etkisi çeşitli
çalışmalarda ortaya konulmuştur. Akut sigara maruziyeti sonrasında sağlıklı
bireylerde KHD analizleri ile sempatik aktivitelerinde artış, vagal
aktivitelerinde azalma olduğu, bu etkinin dakikalar içinde başladığı
gösterilmiştir. Aynı etki akut pasif sigara maruziyetinde de görülmüştür.
Gebelikte sigara içimi sırasında fetuste de azalmış KHD kaydedilmiştir. Bazı
araştırmacılar kronik sigara kullanıcıları ile kullanmayan popülasyonu
karşılaştırmışlar ve aynı şekilde kullanmayan popülasyonda KHD’ni daha yüksek
olarak tespit etmişlerdir. Sigarayı bırakmanın bir süre sonra KHD’nde artışa neden olduğu
gösterilmiştir. Hatta oldukça yeni bir çalışmada Munjal ve arkadaşları, sadece
üç gün elektronik sigara kullanımı ile duman maruziyetinin azaltıldığı
erişkinlerde KHD’nin arttığını gözlemlemişlerdir. Bu durum otonom sinir
sisteminin, sigara dumanı maruziyeti azaldıktan kısa bir süre sonra daha
fizyolojik bir denge içerisine girdiğini düşündürmektedir.
Kalp Hizi Degiskenligi Nedir
Kalp
Hızı Değişkenliği Nedir
Sinus hızındaki siklik değişiklikler olarak
tanımlanan kalp hızı değişkenliği (KHD), sempatik-parasempempatik denge
hakkında bilgi verdiğinden, kardiyak otonom tonusun bir ölçüsü ve
kardiyorespiratuar sistemin girişimsel olmayan bir göstergesidir. Fizyolojik
olarak kalp atımları arasındaki değişkenliğin artmış olması istenen durumdur.
Kalp hızındaki değişiklikler birçok yöntemle
ölçülebilmektedir. Zaman temelli yöntemler en basit olanlarıdır. Bu yöntemle
herhangi bir zamanda bir elektrokardiyografi (EKG) kaydında kalp hızı veya
birbirini izleyen normal QRS kompleksleri arasındaki mesafe belirlenebilir. Frekans bazlı yöntemler
ise kısa süreli (2-5 dakika arasında değişen) ya da uzun süreli (24 saatlik) kayıtların
spektral yöntemlerle incelenmesi ve sonrasında üç ana spektral bileşenin
hesaplanması esasına dayanır. Bu analiz ile sinüs nodu üzerindeki nöral
mekanizmaların etkilerini anlama imkânı olmuştur. Süreklilik gösteren bir EKG
kaydında her bir QRS kompleksi
arası mesafe yani normal-normal aralıkları (NN) hesaplanır. NN’in standart deviasyonu (SDNN) otonomik
fonksiyonun parasempatik bileşenini yansıtmaktadır. SDNN’deki azalmanın, sinüs
nodunun azalmış vagal aktivitesini ve artmış sempatik aktivitesini yansıttığı
düşünülmektedir. RMSSD peşi sıra gelen sinus iletimli N-N aralıkları
farklılıklarının kareleri toplamının karekökü değeridir (root mean square of
successive differences). Parasempatik
etkinliğin önemli göstergesi olarak kabul edilmektedir. QRS komplekslerinde R dalgaları arası mesafe hesaplanır.
Ortalama RR mesafesi, ortalama kalp hızını ters orantılı olarak yansıtmaktadır.
İki kayıt kıyaslandığında ortalama RR mesafesinin artışı kalp hızında düşüşü
göstermektedir. Spektral analiz bileşenleri; çok düşük frekans (VLF), düşük
frekans (LF), ve yüksek frekans (HF) olarak tanımlanır ve kalbin otonomik
kontrolü sırasında değişim gösterirler. LF (0.04-0.15Hz) kardiyak otonomik
fonksiyonlar üzerinde sempatik ve parasempatik etkilerin bileşimini
yansıtmaktadır. HF (0.16-0.40 Hz.) bandının ise solunum frekansı ve solunumla
bağlantılı kalp hızı değişimi (solunumsal sinus aritmisi) ile yakından ilgili
olduğu ve kardiyak vagal kontrolü yansıttığı düşünülmektedir. Bu ana bileşenler
dışında ele alınması gereken bir başka parametre LF ve HF arasındaki etkileşimi
gösteren LF/HF’dir. Bu oran sempatovagal dengeyi yansıtmaktadır.
İlk defa 1965 yılında Hon ve Lee tarafından fetal
distress değerlendirilmesi amacıyla kalp hızı değişmeksizin atımlar arası
mesafedeki değişimlerin izlenmesi kavramı ortaya konulmuştur. Diyabetik
hastalarda otonomik nöropatinin tespitinde erken bulgu olarak kullanılmıştır.
1980’lerde özellikle akut miyokard infarktüsü sonrası KHD’deki azalmanın,
mortalitenin güçlü bir göstergesi olduğunun tespitinden itibaren bu konudaki
çalışma sayısında ciddi bir artış gözlenmiştir. Günümüzde bozulmuş
otonomik sinir sistemi aktivitesinin göstergesi olarak KHD analizi, kardiyak
disfonksiyonun önemli bir bulgusu ve mortalitenin önemli bir belirteci olduğu
kabul edilmektedir. Ayrıca böbrek yetersizliği, uyku bozuklukları, ağır KOAH,
atopik dermatit gibi çok çeşitli alanlarda çalışmalar her geçen gün
bildirilmeye devam etmektedir.
Sigara ve Sigaranin Sistematik Etikleri
Sigara ve Sigaranin Sistemik Etkileri
Sigara, insanda birçok sistem üzerinde muhtemel ya
da kesin kanıt düzeyleri ile hastalık yapıcı etkisi gösterilmiş en önemli risk
faktörlerinden birisidir. Uzun süre tütün kullanan bireylerde ateroskleroz,
KOAH gibi hastalıkların prevelansı anlamlı ölçüde artmıştır. Sigara ile
hastalıkların ve global mortalitenin ilişkisinde, çeşitli toksik ve biyolojik
reaksiyonların etkisi olduğu bilinmektedir. Sigaranın akciğer üzerindeki
etkileri dumana ilk maruz kalan hedef organ olması nedeniyle direk toksisite
ile açıklanabilmektedir. Ancak diğer organ ve sistemler üzerindeki hasarı
indirek mekanizmalarla oluşmaktadır. Sigara dumanına kronik maruziyet sistemik
oksidan-antioksidan dengesinde bozulmaya, bu da lipid peroksidasyon ürünlerinde
artışa yol açmaktadır. Diğer yandan A ve C vitamini gibi antioksidan
vitaminlerin düzeyleri azalmaktadır. Sigara kullanan kişilerde sistemik
enflamasyonda artış tespit edilmiştir. Artmış C-reaktif protein (CRP),
fibrinojen, interlökin-6, lökosit düzeyleri de bunun göstergesidir. Ayrıca
kronik sigara içicilerinde, romatolojik, koagülasyon ve endotelial disfonksiyon
ile ilişkili parametrelerin seviyelerinde de değişiklikler saptanmıştır. Sigara
ile ilişkili birçok hasar bırakılması sonrasında düzelse de CRP gibi enflamasyon
belirteçleri 10 hatta 20 yıl sonra dahi yüksek kalabilmektedir.
Sigara Bagimliligi Tedavileri
Sigara
Bağımlılığı Tedavileri
Sigara bağımlılığı, tedavisi çoğunlukla tekrarlayan
girişimler ve birden çok denemeler gerektiren kronik bir hastalıktır. Tedavisi
mümkün olmakla birlikte, uzun süreli başarı da sağlanabilmektedir.
Mevcut sigara bırakma tedavileri basit bir öneriden,
medikal tedavi ile birlikte yoğun davranışsal tedaviler arasında geniş bir
spektrum oluşturur. Bir derlemede, doktorların %40’ının sigara içenlere
bırakmayı tavsiye etmenin gereksiz ve zaman kaybettirici olduğunu düşündükleri
belirtilmiştir.
Dünyadaki sigara içicilerinin çoğunluğu sigarayı
bırakmak istemektedirler, fakat bu her zaman kolay olmamaktadır. Amerika Birleşik
Devletleri’nde erişkin sigara kullanıcılarının %70’inden fazlası en az bir
sigara bırakma denemesinde bulunmuşlardır. Bu denemelerin %41’i son 12 ay
içerisinde gerçekleşmiştir. Yine de yardımsız sigara bırakanların sadece %7’si
birinci yılın sonunda hala içmemeyi başarmışlardır .
Sağlık kuruluşlarına başvuran kişilere, hangi amaçla
gelmiş olurlarsa olsunlar, sigara içme durumları mutlaka sorgulanmalıdır.
Sigara bırakmada etkinliği kanıtlanmış yaklaşımlar ve farmakolojik tedaviler
olmasından dolayı sigara içen her kişi sigara bırakma polikliniklerine ya da
konu ile ilgili hekimlere yönlendirilmelidir. Olgular ilk değerlendirilmede üç
gruba ayrılırlar:
Sigara içen ve bırakma denemesi için istekli olan
içiciler,
Sigara içen ancak bırakma denemesi için istekli olmayan olgular,
Önceden içip yeni sigarayı bırakmış içiciler.
İlk grup için, rehberler tarafından, beş basamakta
İngilizce baş harfleri kullanılarak 5A olarak kısaltılan yaklaşımın uygulanması
önerilmektedir:
Sor (Ask),
Bırakmasını öner (Advice),
İlk bir ay içindeki sigarayı bırakma isteğini
değerlendir (Assess),
Tedaviyi planla ve yardım et (Assist),
Nüksü önlemek için izle (Arrange).
İkinci grup olan sigarayı bırakmak istemeyen içicileri
bırakmak üzere harekete geçirmek için düşünülmüş “5 R” modeli ise yine
İngilizce “R” harfi ile başlayan beş kelimeden oluşmaktadır:
Kişiye özel hastalık durumu veya riskleri, ailesel
ve sosyal durumu ele alarak bırakmaya cesaretlendir (Relevance),
Sigara içmeye bağlı gelişebilecek olumsuz sonuçları
vurgula (Risks),
Sigarayı bırakmannın erken ve geç yararları
konusunda bilgilendir (Rewards),
Olgunun sigarayı bırakmasını engelleyen faktörleri
belirle ve çözüm yolları geliştir (Roadblocks),
Bu desteği olgunun her poliklinik başvurusunda
tekrarla (Repetition).
Sigarayı yeni bıraktığı öğrenilen olgularda en büyük
sorun nükstür. Üçüncü grupta ise hedef nüksü önlemek olmalıdır. Sigarayı
bırakmaya bağlı ortaya çıkabilecek yoksunluk bulguları, sorunlar ve nükse neden
olabilecek faktörlerin belirlenmesi ve bunlara yönelik çözüm önerileri
getirilmesi planlanmalıdır. Sigaraya yeniden başlamanın diğer bir olumsuz yönü
ise bırakmaktan vazgeçmeye neden olmasıdır. Bu nedenle bu süreç oldukça yakın
bir takip gerektirmektedir.
Sigarayı bırakmaya yönelik bu basit motivasyonel
destek önerilerinin dışında daha karmaşık davranışçı yöntemler de mevcuttur.
Bunların arasında; eğitim, bireysel ve grup terapileri, ters güdülenme ve
tiksindirme, psikoterapi, transendental meditasyon ve hipnoz sayılabilir.