Astım İle İlgili Tıp Terimleri Sözlüğü, Astım Sözlük
adrenalin: Kalbin atış hızını artırarak ve solunum yollarını açarak bedeni stimule eden doğal bir kimyasal madde.
alerjen: Alerjik tepkilere neden olan madde.
alerji: Bedenin bir maddeye karşı aşırı tepki göstermesine neden olan duyarlılık.
alveoli: Akciğerlerde, solunum yollarının sonundaki kesecikler.
anaflaksis: Hastanın şoka girmesine neden olan, aşırı şiddetli alerjik tepki.
antihistamin: Histaminin etkilerini gideren ilaç. antikor Bedene giren istenmeyen ya da tehlikeli olabilecek maddeleri yok etmek amacıyla akyuvarların ürettiği protein maddesi.
asetil kolin: Diğer işlevlerinin yanısıra kasların kasılmasını sağlayan doğal kimyasal madde.
bağışıklık sistemi: Yabancı madde ve organizmalara karşı bedenin karmaşık korunma sistemi.
balgam: İltihaplandıkları zaman akciğerler ve solunum yollarında biriken ve öksürerek dışarı atılan salgı.
benzoik asid: Kimi zaman alerjik tepkilere neden olan, sık kullanılan bir yiyecek prezarfatifi.
blokan antikor: Alerjenlerin, mast hücrelerine bağlı antikorlarla, alerjik tepkilere neden olan ilişkilerini engelleyen bir tür antikor.
bronkodilatador: Solunum yollarını açan ilaçlar.
bronşlar: Akciğerlere giden geniş hava yolları.
bronşioller: Akciğerlere giden daha dar hava yolları.
bronşit: Solunum yolları iltihabı.
corticosteroid: Steroid de denilir. Şişmeleri gideren hormon ilaçlan. Şiddetli astım ya da diğer alerjikti vakalarda verilir.
desensitizasyon: Bedenin alerjenlere karşı bağışıklığını artırmak amacıyla bedene küçük tutarlarda alerjen verilmesini öngören tedavi yöntemi.
egzema: Kaşıntılı kızarıklık biçiminde ortaya çıkan, deriyle ilgili bir alerjik durum.
enflamasyon: Bedenin iltihap ya da alerjenlere karşı gösterdiği kırmızılık, şişme, acı, ateş ve beden işlevlerinin yitirilmesi biçimindeki tepki.
histamm: Enflamasyon olayının oluşmasına katkıda bulunan, bedendeki doğal maddelerden biri.
homoepati: Büyük dozlarda alındığında hastalığa neden olabilecek maddeleri, hastaya küçük tutarlarda vererek bağışıklık yaratmayı amaçlayan bir tedavi yöntemi.
mast hücreleri: Diğer maddelerin yanısıra histamini de içeren, antikorları kendine çeken beden hücreleri.
nemlendirici: Bir ilacı küçük parçalar durumunda ve su zerrecikleriyle birlikte havaya salan aygıt.
otojen eğitim: Hastayı, bedeninin bazı bölgelerinin sıcak ya da ağır olduğunu düşlemeye yönlendirerek gevşetmeyi amaçlayan tedavi yöntemi. Otojen (autogenic), "kendi kendine yaratılan" anlamına gelir.
parasempatik sinin Sinir sisteminin, beyin ve omuriliğin alt bölümleri tarafından denetlenen ve diğer işlevlerin yanısıra hazım ve gevşemeyle ilgili bölümü.
peka flometre: Havanın soluk verilirkenki hızını ölçen aygıt.
polip: Astımlıların kimi zaman burunlarının üzerinde görülen zararsız et beni.
psikosomatik: Beynin bedeni etkilemesi.
RAST (Radyoallergosorban testi): Bir kan örneğindeki alerjenlere duyarlı antikorları belirlemeyi amaçlayan test.
salgı: İç organların iç yüzeylerini nemli tutarak koruyan madde. Astım ya da bronşit krizlerinde büyük tutarlarda üretilebilir.
sempatik sinin Sinir sisteminin, omurilik tarafından denetlenen ve bedeni harekete hazırlayan bölümü.
Slow-reacting substance of anaphylaxis (Anafilaksi-sin yavaş tepki gösteren maddesi): Mast hücrelerinin alerjik tepkiler sırasında salgıladığı ve anaflaksisle ilgili bir madde.
sülfür dioksid: Duyarlı kişilerde kimi zaman alerjik tepkilere neden olabilen ve yiyeceklere bozulmalarını engellemek amacıyla konulan madde.
süpozituar: Fitil adıyla da bilinen ve genellikle vazelinden yapılan, mermi biçimindeki ilaç. Beden ısısında eriyerek içindeki ilacın bağırsaklar yoluyla bedene yayılmasını sağlar.
tartrazin: Kimi zaman alerjik tepkilere neden olan, yiyecek, içecek ve ilaçlara konulan bir sarı boya.
öftiker: Deride kaşınan leke ya da şişkinlik. Sık karşılaşılan alerjik bir tepkidir ve deriye histamin salgılanmasından kaynaklanır.
Astim Krizi Astimdan Korunma Yollari
Astım ve Çevresel Etkenler, Astım Böcek İlişkisi
Havada bulunan en rahatsız edici alerjen, tozlara karışmış olarak yaşayan, gözle görülemeyecek denli minik böceklerdir. Çıplak gözle görülemedikleri için bu yaratıkların, halı ya da döşemelere saklı olarak yaşayıp yaşamadıklarını anlayabilmek, olanaksızdır. Bu böcekler, genellikle yatak odaları ve banyolar gibi çıplak gezinilen yerlerde bulunurlar. Çünkü deriden dökülen minik parçacıklarla beslenirler. Elbette bu böceklere karşı alerjik olanların, onları aramaya kalkışmaları doğru değildir. Kimse, evinde bu tür böcekler yaşadığına inanmak istemez. Ancak evde bu böceklerin bulunması, evin pis olduğunu göstermez. En temiz evleri bile, bu tür yaratıklardan tümüyle arındırmak olanaksızdır.
Ancak kişinin, kendini fazla sıkıntıya sokmadan evi, bu tür yaratıklardan olabildiğince temizlemesi olasıdır. Önce, bu böceklerin, pamuk, yün, tüy gibi doğal maddelerin arasında yaşadıklarını unutmamak gerekir. Bu nedenle şilte ve yastık içlerini sentetik maddelerle doldurmak, yararlı bir ilk adım olacaktır. Zaten astımlıların çoğu, tüye karşı da alerjik olduğu için, tüyle doldurulmuş yastık kullanmazlar. Sentetik yastık içleri, tüylere oranla daha kolay temizlenirler. Naylon çarşaflar da bu nedenle pamuklulara yeğlenmelidir. Ayrıca, çarşaflar hangi malzemeden yapılmış olurlarsa olsunlar, haftada en az bir kez yıkanmalıdır. Bu böceklerin şiltelerden dışarı yayılmalarını önlemek amacıyla şilteler, plastikle kaplanabilir.
Bu böceklerden kurtulmak amacıyla elektrik süpürgesinden yararlanılabilir. Ancak yerlerin ve halıların yalnız gözle görülen yerlerini temizlemekle yetinilmemelidir. Eşyaların altları ve hatta yatak örtüleri, yorgan ve battaniyeler de süpürgeye tutulmalıdır.
Amaç, havada uçuşan bir böceği yok etmek olduğuna göre perde ve döşemeler de süpürülür. Böceğe hem saklanacak yer ve hem de yiyecek sağladığı için giysiler ortada ve dağınık durumda bırakılmamalıdır. Bu böcekler, güneşsiz ve hafif nemli ortamları yeğlerler. Bu nedenle ev, özellikle yatak odaları ve banyo, olabildiğince sık ve bol havalandırılmalı ve güneşlendirilmelidir. Ancak polene karşı da alerjik olan astımlıların, havada polenin bol olarak bulunduğu günlerde havalandırma işine girişmeleri, doğru olmaz.
Elektrik süpürgesiyle temizleme işini, alerjik bünyeli olmayan birinin yapması, daha iyi olacaktır. Eğer bu işi astımlının kendisi yapmak zorundaysa, tozları dökerken yüzünü örtmesi gerekir. Bu amaçla özellikle burun ve ağzı kapatan bir maske takılır.
Polen ve Astım İlişkisi
Havadaki polen, elbette elektrik süpürgesiyle temizlenemez. Olanağı olanlar, evin içindeki polenleri temizlemek amacıyla poleninleri arındıran bir filtrenin takılı olduğu havalandırma aygıtından yararlanabilirler. Bazı araçlarda, polenlerin aracın içine girmesini engelleyen havalandırma sistemleri vardır. Pek çok değişik polen türünün alerjen olmasına karşın, astımlılar için en büyük sorunu, genellikle ağaç ve ot polenleri yaratır. Başka çiçeklere arılar ve diğer böceklerce taşınan renkli ve kokulu çiçeklerin polenlerinin aksine, ot ve ağaç polenleri, başka bitkilere ulaşmak amacıyla havada uçuşurlar.
Bazı ülkelerde yerel radyolar, kimi zaman atmosferdeki polen tutarını bildirirler. Bu sayım, astımlılara dışarıda gezmenin tehlikeleri konusunda fikir vermekle birlikte, ancak sınırlı yarar sağlar. Çünkü bu sayımdan, havada hangi tür polenlerin bulunduğu anlaşılmaz. Ayrıca, havadaki polen tutarı, günün değişik saatlerinde farklıdır. Kuru bir yaz gününde en yüksek sayım, sabahla öğle arasında ve akşama doğru elde edilecektir. Toprak düzeyinde yapılan sayım, öğle saatlerinde havanın sıcak nedeniyle yükselmesi yüzünden düşük çıkacak, akşamları havanın, serinlikle birlikte yeniden alçalmasıyla düşecektir. Mart ya da Nisan aylarında ortaya çıkan astım, büyük bir olasılıkla ağaç polenine duyulan alerjiden kaynaklanır. Otlar, polenlerini genellikle Haziran ve Temmuz'da, mantarlar da sporlarını sonbahar başlarına dek salarlar.
Polen sayımı, hava durumuna da bağlıdır. Ilık ve yağışlı geçen bahar, bitkilerin çabuk büyümelerine ve havaya bol tutarda polen salmalarına neden otur. Ancak polen mevsiminde yağışların çok olması, havanın polenlerden arınmasını sağlar. Öte yandan kuru hava, polenlerin havada rahatça uçuşmalarına olanak tanır. Astımlılar açısından en kötü günler, polenlerin havada rahatça uçuştuğu, kuru ve rüzgarlı havalardır.
Astımlılar, havadaki polenin kendilerine doğru uçuşmasını engellemek amacıyla fazla bir şey yapamazlar. Ancak polenlerin bol olduğu aylarda, ağaçlıklı yerlerden ve kırlardan uzak durmalıdırlar. Desensitizasyon iğnelerinin ya da ilaçların kendilerine fazla yardımcı olmadığını anlayan ağır durumdaki hastaların, havada polenin daha az bulunduğu deniz kıyılarına ya da tepelere taşınmaları yararlı olur.
Astım ile Hareket ve Stres İlişkisi
Kendine yardım, elbette salt alerjenleri belirlemek ve onlardan kaçınmaktan oluşmaz. Birçok astımlı, beden egzersizleri yaparken ya da stres nedeniyle kriz geçirebilir. Bu krizlerin, alerjenlerin varlığıyla ilişkisi yoktur. Beden egzersizleri yaparken kriz geçirenlerin, bu nedenle spor yapmaktan vazgeçmeleri de gereksizdir. Astımlıların, nefes alma kapasitelerinin genişlemesini sağlayan denetimli egzersizler yapmaları, genellikle yararlıdır. Streslere gelince, bizi sıkan olaylardan tümüyle kaçınmamız olanaksızdır. Kaldı
ki, belki bu olaylar olmasa yaşam, aşırı monoton olurdu. Ama streslerin nedenlerini ve sonuçlarını anlayarak ürerimizdeki olumsuz etkilerini azaltabiliriz. Beden egzersizlerinin ortaya çıkardığı astım, aşırı hareket sonucu nefes alıp vermenin denetimi yitırıldiği zaman söz konusu olur. Bu nedenle astımlılar, kendilerini nasıl beden hareketleri yapacakları konusunda eğitmelidir. Önce doğru nefes almayı öğrenmek gerekir. Çoğu kişi, derin nefes almak için cığerleri havayla doldurmak gerektiğine inanır. Ancak doğru olan, karnın üst kısmını havayla doldurmaktır. Ciğerlerin tümü havayla doldukça kaburgaların alt bölümü, esneyebilir. Göğsü şişirerek nefes almaya çabalamak, kişinin gerginliğini artırır. Derin nefes almak, kişinin gevşemesini sağlar. Ancak amacına ulaşabilmesi için doğru yapılması gerekir. Nefes almanın kişiyi rahatlaması için yatarak ya da oturarak nefes alma durumları denenmelidir. Astımlılar, genellikle oturarak nefes almayı yeğler.
Bir astım krizinde nasıl nefes aldığına özen göstermesi, hasta için yararlı olacaktır. Astım krizi ve kriz nedeniyle duyulan korku, hastanın daha sık ve derin olmayan soluklar almasına neden olur. Olabildiğince uzun aralıklarla ve derin nefes alması, hastanın denetimini yitirmemesine ve daha az kaygı duymasına katkıda bulunur.
"Otojen" rahatlama yöntemi adı verilen bir yöntem, bazı astımlılara çok büyük yararlar sağlamıştır. "Kendi kendine yaratma" anlamına gelen bu yöntem, şu tür rahatlatıcı deyişlerin yinelenmesini içerin "Kollarım, ağır ve sıcak " ve "Nefes alışım, düzenli ve yavaş." Bu yöntemi, bir uzmanın öğretmesi gerekir. Ancak kişi, yöntemi öğrendikten sonra kendini, gerekli gördüğü zamanlarda bu sözcükleri yineleyerek rahatlatabilir.
Yoğun beden hareketleri yapmak isteyen bir astımlı, hareketlere birden başlamamaya özen göstermelidir. Yoğun egzersizlerden önce beş yada on dakika ısınma hareketleri yapmak, yararlı olacaktır. Sporcuların kondisyonlarını, tüm enerjilerini biranda harcayarak elde etmediklerini unutmamak gerekir. Birkaç dakika süren yoğun egzersizden sonra birkaç dakika da dinlenmek yararlı olur. Birçok spor dalında bu yöntemi izleyerek başarılı olmak mümkündür. Astımlılar, spor oyunundaki doğal duraklamalardan yararlanarak rahat, derin nefesler almalıdırlar. Ayrıca bazı sporlar, enerjinin harcanma biçimi ya da yapıldıkları yer nedeniyle, astımlılar açısından daha uygundur. Örneğin yüzme, astımlılar için en iyi, tozlu yollarda ata binme, en kötü spor dallarındandır:
Bazı astımlılar,spor yaparken nemlendiricilerini yanlarında bulundururlar. Kromoglisat ya da salbutamol türü ilaçları solumak, beden hareketlerinin neden olduğu astımı önlemek açısından yararlı olabilir. Ancak, bu ilaçları spor yaparken kullanmadan önce doktorun görüşü, alınmalıdır. Öte yandan spor yaparken bronkodilatadolan almak doğru değildir. Efedrin türü stimulanlar içeren bu ilaçlar, hastanın kendini aşırı zorlamasına neden olabilir.
Egzersiz konusundaki kurallar, stres konusundakilere benzer. Kaygı nedeniyle beden, yoğun beden hareketlerine hazırlanırken uyarıldığı biçimde uyarılır. Günlük stres durumlarında en önemli sorun, stres-den fiziksel etkinlik yoluyla kurtulamamamızdan kaynaklanır. Stres konusunda yapılabilecek en iyi şey, kendimizi strese neden olan kaygılara fazla kaptırmamamızdır. Kişi, aklını kendini sıkan sorundan birkaç dakika için uzaklaştırman, kaslarındaki gerilimi düşürmen, derin ve yavaş soluklar almalıdır. Ciğerlerdeki havayı dışarı atmak yerine, havanın kendiliğinden yavaş yavaş boşalmasını beklemek gerekir.
Gergin kişilerin, gevşeyebilmeleri için kendilerine, "Gevşe" demek dışında bir şeyler yapmaları gerekir. Önce bedendeki gergin kasları hangileri olduğu belirlenir, sonra bu kasları gevşetmek amacıyla egzersizler yapılır. Temel gevşeme yöntemlerini gösteren iyi kitaplar bulunmasına karşın gevşeme terapisini öğreten kurslara katılmak, yararlı olabilir
Astım krizi gelince ne yapmalı?
Astımlıların, kriz gelince neler yapması gerektiği konusundaki bazı bilgiler, yukarda verildi. Derin ve yavaş nefes almanın ve şiddetli krizler sık geçiriliyorsa evde bulundurulması gereken bir oksijen tüpünden yararlanmanın yanı sıra, kriz geçiren astımlılar, nefes almayı kolaylaştıracak biçimde, dik oturmalıdırlar. Krizler genellikle geceleri geldiği için yatak odasında rahat bir koltuk, ya da yatakta, hastanın arkasını dayayıp oturabileceği büyükçe bir yastık bulunurmak, yararlı olur. Yastığın alerjen olmaması için sentetik maddelerle doldurulması gerekir.
Uyumakta güçlük çekenler, doktor önerisiyle hafif uyku ilaçları alabilirler. Ancak bu ilaçların önemli bir bölümü, beynin solunumu denetleyen alanlarını etkilediği için, soluk alıp vermeyi güçleştirebilirler. Dolayısıyla uyku ilacı yerine yatmadan önce biraz içki içmek yeğlenebilir. Bunu yapmadan önce içkinin, hastanın aldığı diğer ilaçları etkilemediğinden emin olmak amacıyla doktora danışmak gerekir.
Astım krizleriyle savaşmanın en iyi yolu, gelmelerini engellemektir. Bunu yapmak, söylenildiği denli kolay değildir. Ancak yine de unutulmaması gereken bazı temel kurallar vardır. Her şeyden önce astımlı, ilaçlarını yanında bulundurmalı ve düzenli aralıklarla almalıdır. İlaçlar, alınmadıkları sürece yararlı olamazlar. İkinci olarak hasta, peak flometre kullanmasını öğrenerek bir krizin yaklaşıp yaklaşmadığını anlayabilmelidir. Bu aygıt, soluk alıp verme işlevinde ortaya çıkan bir değişikliği, hasta bilincine varmadan önce belirleyebilir. Son olarak astımlı, sorunları ağır(aşmadan doktora başvurmaktan çekinmemelidir. Göğsünde balgam birikmesinden yakınan astımlıyı doktoru, balgamları masaj yardımıyla atabilmesi için bir fizyoterapiste gönderebilir. İlaçların yeterince koruma sağlamadığı durumda doktor, hastaya güç dönemlerde yararlı olabilecek değişik ya da ek ilaçlar yazabilir.
Bir astımlı, doktora ancak en aşırı durumlarda başvurmayı ve sorunlarıyla kendi başına savaşmayı yeğleyebilir. Ancak aşırı gurur ve inat, doğru değildir. Doktorlar hastalara yardım etmek için vardır ve bu yardım ne denli erken sağlanırsa o denli yararlı olur.
Havada bulunan en rahatsız edici alerjen, tozlara karışmış olarak yaşayan, gözle görülemeyecek denli minik böceklerdir. Çıplak gözle görülemedikleri için bu yaratıkların, halı ya da döşemelere saklı olarak yaşayıp yaşamadıklarını anlayabilmek, olanaksızdır. Bu böcekler, genellikle yatak odaları ve banyolar gibi çıplak gezinilen yerlerde bulunurlar. Çünkü deriden dökülen minik parçacıklarla beslenirler. Elbette bu böceklere karşı alerjik olanların, onları aramaya kalkışmaları doğru değildir. Kimse, evinde bu tür böcekler yaşadığına inanmak istemez. Ancak evde bu böceklerin bulunması, evin pis olduğunu göstermez. En temiz evleri bile, bu tür yaratıklardan tümüyle arındırmak olanaksızdır.
Ancak kişinin, kendini fazla sıkıntıya sokmadan evi, bu tür yaratıklardan olabildiğince temizlemesi olasıdır. Önce, bu böceklerin, pamuk, yün, tüy gibi doğal maddelerin arasında yaşadıklarını unutmamak gerekir. Bu nedenle şilte ve yastık içlerini sentetik maddelerle doldurmak, yararlı bir ilk adım olacaktır. Zaten astımlıların çoğu, tüye karşı da alerjik olduğu için, tüyle doldurulmuş yastık kullanmazlar. Sentetik yastık içleri, tüylere oranla daha kolay temizlenirler. Naylon çarşaflar da bu nedenle pamuklulara yeğlenmelidir. Ayrıca, çarşaflar hangi malzemeden yapılmış olurlarsa olsunlar, haftada en az bir kez yıkanmalıdır. Bu böceklerin şiltelerden dışarı yayılmalarını önlemek amacıyla şilteler, plastikle kaplanabilir.
Bu böceklerden kurtulmak amacıyla elektrik süpürgesinden yararlanılabilir. Ancak yerlerin ve halıların yalnız gözle görülen yerlerini temizlemekle yetinilmemelidir. Eşyaların altları ve hatta yatak örtüleri, yorgan ve battaniyeler de süpürgeye tutulmalıdır.
Amaç, havada uçuşan bir böceği yok etmek olduğuna göre perde ve döşemeler de süpürülür. Böceğe hem saklanacak yer ve hem de yiyecek sağladığı için giysiler ortada ve dağınık durumda bırakılmamalıdır. Bu böcekler, güneşsiz ve hafif nemli ortamları yeğlerler. Bu nedenle ev, özellikle yatak odaları ve banyo, olabildiğince sık ve bol havalandırılmalı ve güneşlendirilmelidir. Ancak polene karşı da alerjik olan astımlıların, havada polenin bol olarak bulunduğu günlerde havalandırma işine girişmeleri, doğru olmaz.
Elektrik süpürgesiyle temizleme işini, alerjik bünyeli olmayan birinin yapması, daha iyi olacaktır. Eğer bu işi astımlının kendisi yapmak zorundaysa, tozları dökerken yüzünü örtmesi gerekir. Bu amaçla özellikle burun ve ağzı kapatan bir maske takılır.
Polen ve Astım İlişkisi
Havadaki polen, elbette elektrik süpürgesiyle temizlenemez. Olanağı olanlar, evin içindeki polenleri temizlemek amacıyla poleninleri arındıran bir filtrenin takılı olduğu havalandırma aygıtından yararlanabilirler. Bazı araçlarda, polenlerin aracın içine girmesini engelleyen havalandırma sistemleri vardır. Pek çok değişik polen türünün alerjen olmasına karşın, astımlılar için en büyük sorunu, genellikle ağaç ve ot polenleri yaratır. Başka çiçeklere arılar ve diğer böceklerce taşınan renkli ve kokulu çiçeklerin polenlerinin aksine, ot ve ağaç polenleri, başka bitkilere ulaşmak amacıyla havada uçuşurlar.
Bazı ülkelerde yerel radyolar, kimi zaman atmosferdeki polen tutarını bildirirler. Bu sayım, astımlılara dışarıda gezmenin tehlikeleri konusunda fikir vermekle birlikte, ancak sınırlı yarar sağlar. Çünkü bu sayımdan, havada hangi tür polenlerin bulunduğu anlaşılmaz. Ayrıca, havadaki polen tutarı, günün değişik saatlerinde farklıdır. Kuru bir yaz gününde en yüksek sayım, sabahla öğle arasında ve akşama doğru elde edilecektir. Toprak düzeyinde yapılan sayım, öğle saatlerinde havanın sıcak nedeniyle yükselmesi yüzünden düşük çıkacak, akşamları havanın, serinlikle birlikte yeniden alçalmasıyla düşecektir. Mart ya da Nisan aylarında ortaya çıkan astım, büyük bir olasılıkla ağaç polenine duyulan alerjiden kaynaklanır. Otlar, polenlerini genellikle Haziran ve Temmuz'da, mantarlar da sporlarını sonbahar başlarına dek salarlar.
Polen sayımı, hava durumuna da bağlıdır. Ilık ve yağışlı geçen bahar, bitkilerin çabuk büyümelerine ve havaya bol tutarda polen salmalarına neden otur. Ancak polen mevsiminde yağışların çok olması, havanın polenlerden arınmasını sağlar. Öte yandan kuru hava, polenlerin havada rahatça uçuşmalarına olanak tanır. Astımlılar açısından en kötü günler, polenlerin havada rahatça uçuştuğu, kuru ve rüzgarlı havalardır.
Astımlılar, havadaki polenin kendilerine doğru uçuşmasını engellemek amacıyla fazla bir şey yapamazlar. Ancak polenlerin bol olduğu aylarda, ağaçlıklı yerlerden ve kırlardan uzak durmalıdırlar. Desensitizasyon iğnelerinin ya da ilaçların kendilerine fazla yardımcı olmadığını anlayan ağır durumdaki hastaların, havada polenin daha az bulunduğu deniz kıyılarına ya da tepelere taşınmaları yararlı olur.
Astım ile Hareket ve Stres İlişkisi
Kendine yardım, elbette salt alerjenleri belirlemek ve onlardan kaçınmaktan oluşmaz. Birçok astımlı, beden egzersizleri yaparken ya da stres nedeniyle kriz geçirebilir. Bu krizlerin, alerjenlerin varlığıyla ilişkisi yoktur. Beden egzersizleri yaparken kriz geçirenlerin, bu nedenle spor yapmaktan vazgeçmeleri de gereksizdir. Astımlıların, nefes alma kapasitelerinin genişlemesini sağlayan denetimli egzersizler yapmaları, genellikle yararlıdır. Streslere gelince, bizi sıkan olaylardan tümüyle kaçınmamız olanaksızdır. Kaldı
ki, belki bu olaylar olmasa yaşam, aşırı monoton olurdu. Ama streslerin nedenlerini ve sonuçlarını anlayarak ürerimizdeki olumsuz etkilerini azaltabiliriz. Beden egzersizlerinin ortaya çıkardığı astım, aşırı hareket sonucu nefes alıp vermenin denetimi yitırıldiği zaman söz konusu olur. Bu nedenle astımlılar, kendilerini nasıl beden hareketleri yapacakları konusunda eğitmelidir. Önce doğru nefes almayı öğrenmek gerekir. Çoğu kişi, derin nefes almak için cığerleri havayla doldurmak gerektiğine inanır. Ancak doğru olan, karnın üst kısmını havayla doldurmaktır. Ciğerlerin tümü havayla doldukça kaburgaların alt bölümü, esneyebilir. Göğsü şişirerek nefes almaya çabalamak, kişinin gerginliğini artırır. Derin nefes almak, kişinin gevşemesini sağlar. Ancak amacına ulaşabilmesi için doğru yapılması gerekir. Nefes almanın kişiyi rahatlaması için yatarak ya da oturarak nefes alma durumları denenmelidir. Astımlılar, genellikle oturarak nefes almayı yeğler.
Bir astım krizinde nasıl nefes aldığına özen göstermesi, hasta için yararlı olacaktır. Astım krizi ve kriz nedeniyle duyulan korku, hastanın daha sık ve derin olmayan soluklar almasına neden olur. Olabildiğince uzun aralıklarla ve derin nefes alması, hastanın denetimini yitirmemesine ve daha az kaygı duymasına katkıda bulunur.
"Otojen" rahatlama yöntemi adı verilen bir yöntem, bazı astımlılara çok büyük yararlar sağlamıştır. "Kendi kendine yaratma" anlamına gelen bu yöntem, şu tür rahatlatıcı deyişlerin yinelenmesini içerin "Kollarım, ağır ve sıcak " ve "Nefes alışım, düzenli ve yavaş." Bu yöntemi, bir uzmanın öğretmesi gerekir. Ancak kişi, yöntemi öğrendikten sonra kendini, gerekli gördüğü zamanlarda bu sözcükleri yineleyerek rahatlatabilir.
Yoğun beden hareketleri yapmak isteyen bir astımlı, hareketlere birden başlamamaya özen göstermelidir. Yoğun egzersizlerden önce beş yada on dakika ısınma hareketleri yapmak, yararlı olacaktır. Sporcuların kondisyonlarını, tüm enerjilerini biranda harcayarak elde etmediklerini unutmamak gerekir. Birkaç dakika süren yoğun egzersizden sonra birkaç dakika da dinlenmek yararlı olur. Birçok spor dalında bu yöntemi izleyerek başarılı olmak mümkündür. Astımlılar, spor oyunundaki doğal duraklamalardan yararlanarak rahat, derin nefesler almalıdırlar. Ayrıca bazı sporlar, enerjinin harcanma biçimi ya da yapıldıkları yer nedeniyle, astımlılar açısından daha uygundur. Örneğin yüzme, astımlılar için en iyi, tozlu yollarda ata binme, en kötü spor dallarındandır:
Bazı astımlılar,spor yaparken nemlendiricilerini yanlarında bulundururlar. Kromoglisat ya da salbutamol türü ilaçları solumak, beden hareketlerinin neden olduğu astımı önlemek açısından yararlı olabilir. Ancak, bu ilaçları spor yaparken kullanmadan önce doktorun görüşü, alınmalıdır. Öte yandan spor yaparken bronkodilatadolan almak doğru değildir. Efedrin türü stimulanlar içeren bu ilaçlar, hastanın kendini aşırı zorlamasına neden olabilir.
Egzersiz konusundaki kurallar, stres konusundakilere benzer. Kaygı nedeniyle beden, yoğun beden hareketlerine hazırlanırken uyarıldığı biçimde uyarılır. Günlük stres durumlarında en önemli sorun, stres-den fiziksel etkinlik yoluyla kurtulamamamızdan kaynaklanır. Stres konusunda yapılabilecek en iyi şey, kendimizi strese neden olan kaygılara fazla kaptırmamamızdır. Kişi, aklını kendini sıkan sorundan birkaç dakika için uzaklaştırman, kaslarındaki gerilimi düşürmen, derin ve yavaş soluklar almalıdır. Ciğerlerdeki havayı dışarı atmak yerine, havanın kendiliğinden yavaş yavaş boşalmasını beklemek gerekir.
Gergin kişilerin, gevşeyebilmeleri için kendilerine, "Gevşe" demek dışında bir şeyler yapmaları gerekir. Önce bedendeki gergin kasları hangileri olduğu belirlenir, sonra bu kasları gevşetmek amacıyla egzersizler yapılır. Temel gevşeme yöntemlerini gösteren iyi kitaplar bulunmasına karşın gevşeme terapisini öğreten kurslara katılmak, yararlı olabilir
Astım krizi gelince ne yapmalı?
Astımlıların, kriz gelince neler yapması gerektiği konusundaki bazı bilgiler, yukarda verildi. Derin ve yavaş nefes almanın ve şiddetli krizler sık geçiriliyorsa evde bulundurulması gereken bir oksijen tüpünden yararlanmanın yanı sıra, kriz geçiren astımlılar, nefes almayı kolaylaştıracak biçimde, dik oturmalıdırlar. Krizler genellikle geceleri geldiği için yatak odasında rahat bir koltuk, ya da yatakta, hastanın arkasını dayayıp oturabileceği büyükçe bir yastık bulunurmak, yararlı olur. Yastığın alerjen olmaması için sentetik maddelerle doldurulması gerekir.
Uyumakta güçlük çekenler, doktor önerisiyle hafif uyku ilaçları alabilirler. Ancak bu ilaçların önemli bir bölümü, beynin solunumu denetleyen alanlarını etkilediği için, soluk alıp vermeyi güçleştirebilirler. Dolayısıyla uyku ilacı yerine yatmadan önce biraz içki içmek yeğlenebilir. Bunu yapmadan önce içkinin, hastanın aldığı diğer ilaçları etkilemediğinden emin olmak amacıyla doktora danışmak gerekir.
Astım krizleriyle savaşmanın en iyi yolu, gelmelerini engellemektir. Bunu yapmak, söylenildiği denli kolay değildir. Ancak yine de unutulmaması gereken bazı temel kurallar vardır. Her şeyden önce astımlı, ilaçlarını yanında bulundurmalı ve düzenli aralıklarla almalıdır. İlaçlar, alınmadıkları sürece yararlı olamazlar. İkinci olarak hasta, peak flometre kullanmasını öğrenerek bir krizin yaklaşıp yaklaşmadığını anlayabilmelidir. Bu aygıt, soluk alıp verme işlevinde ortaya çıkan bir değişikliği, hasta bilincine varmadan önce belirleyebilir. Son olarak astımlı, sorunları ağır(aşmadan doktora başvurmaktan çekinmemelidir. Göğsünde balgam birikmesinden yakınan astımlıyı doktoru, balgamları masaj yardımıyla atabilmesi için bir fizyoterapiste gönderebilir. İlaçların yeterince koruma sağlamadığı durumda doktor, hastaya güç dönemlerde yararlı olabilecek değişik ya da ek ilaçlar yazabilir.
Bir astımlı, doktora ancak en aşırı durumlarda başvurmayı ve sorunlarıyla kendi başına savaşmayı yeğleyebilir. Ancak aşırı gurur ve inat, doğru değildir. Doktorlar hastalara yardım etmek için vardır ve bu yardım ne denli erken sağlanırsa o denli yararlı olur.
Alerji Tedavisinde Korunma Yontemleri
Alerjenlerin belirlenmesi ve alerjenlerden kaçınma
Alerjiden Korunma Yöntemleri
Alerjik astımlarda doktorun vereceği deri ve RAST testleri, sorunun nedenini belirlemek açısından çok yararlı olacaktır. Ama teşhis aşamasında bile hastanın, kendisini rahatsız eden alerjenleri belirleyebilmek amacıyla yapabileceği pek çok şey vardır. Standart testlerde yer almayan, ancak yine de alerjen olabilecek pek çok madde vardır. Doktorlar astıma neden olabileceği bilinen her maddeyi deney amacıyla muayenehanelerinde bulunduramazlar. Çok uzun olan bu maddelerin listesi, her gün biraz daha uzamaktadır.
Deri testleriyle bazı alerjenler belirlense bile astımlı hasta, alerjik olabileceği başka maddelere karşı dikkatli olmayı sürdürmelidir. Elbette hiç kimse, tüm yaşamını günlük yaşantısında karşılaştığı binlerce maddenin alerjen olabilecekleri korkusu içinde geçirmek istemez. Ama yine de dikkatli olunması gereken bazı alanlar vardır.
Astım ve Beslenme İlişkisi
En karmaşık alerjen kaynağı, yiyeceklerdir. Aynı anda değişik gıdalar yediğimiz için yiyeceklerin içindeki hangi maddelerin alerjen olduklarını belirlemek, zor olabilir. Doktor, deri testlerini yapmaya başladıktan sonra da astım krizlerinin seyrinde bir değişiklik olup olmayacağını belirlemek amacıyla hastaya, beslenme alışkanlarında değişikler yapmayı denemesini önerebilir.
Bazı doktorlar, hastalarını 5 göne kadar uzayan bir oruca sokarak, daha önce yenilmiş olan yiyeceklerin bedendeki tüm izlerini ortadan kaldırmayı amaçlarlar. Daha sonra hastayı, alerjen olması olasılığı çok düşük olan yiyecekleri içeren sıkı bir rejime sokarlar. Böyle sıkı bir rejim, örneğin kuzu eti, armut ve şişe suyundan oluşabilir. Bu rejimi iki hafta kadar uyguladıktan sonra hastaya, başka yiyecekleri birer birer denemesi önerilir. Denenen bu yiyeceklerden biri yenildikten sonra alerjik tepkiler görülürse, o yiyeceğin alerjen olduğu kuşkusu doğacaktır.
Çok sıkı rejimler hem sıkıcıdır ve hem de bu rejimlere uymak, güçtür. Bu nedenle astımlılar, genellikle alerjen oldukları bilinen yiyecekleri yemekten kaçınarak, daha kolay bir rejim uygulayabilirler. Bu yiyecekler arasında süt, yumurta, balık, turunçgiller ve mayalı yiyecekler sayılabilir. Özellikle kendi yiyeceklerinizi kendiniz hazırlamıyorsanız ve lokanta ya da yemekhanelerin verdiği yiyeceklere bağlıysanız, bu yiyeceklerden tümüyle kaçınmanız güç olabilir. Örneğin sütü, sade ya da kahveyle birlikte içmekten kaçınmanız, yeterli değildir. Süt, her aşçının kullandığı temel maddelerden biridir ve her tür yiyecekte vardır. Örneğin, tereyağ ve peynir, sütten yapılır; kurabiyelere, keklere, soslara ve çorbalara süt konulur; çikolata gibi paketlenmiş yiyeceklerde süt bulunur. Ekmek, peynir, şarap ve çok sayıda hazır yiyeceğin içinde maya vardır. Yumurta da, yediğimiz pek çok şeyin içinde bulunan bir maddedir.
Bu yiyeceklerden birine alerjik olan kişinin nerede ne yediğine çok dikkat etmesi gerekir. En iyi çözüm, hastanın kendi yiyeceklerini kendisinin hazır-lamasıdır. Bu amaçla taze ve hastanın alerjik olmadığı bilinen maddelerin kullanılması, çok yararlı olacaktır. Başkalarına yemek yemeğe gideceği zaman hasta, ev sahiplerini neye alerjik olduğu konusunda önceden uyarmalıdır. Bu yolla, gidilen evde yemekten sonra muhallebi sunulması ya da püreye süt katılması önlenebilir. Lokantalar ve yemekhanelerde türlü sorunlar ortaya çıkabilir. Garsonlar sundukları yiyeceklerin, neler içerdiğini çoğu kez bilmemelerine karşın müşterilere, ısmarladıkları ürünlerin süt, yumurta ya da bir başka madde içermediği konusunda kolaylıkla güvence verirler. Bunu yaparken çoğu kez hastanın, ne yediğini bilmezse rahatsızlanmayacağını umarlar. Bu nedenle astımlıların, sorunun ciddi olduğunu belirtmeleri ve gerekirse mutfakta aşçıyla konuşmaları gerekir.
Günümüzde konserve edilmiş, renklendirilmiş, kimyasal katkı maddeleriyle bozulmaya karşı korunmuş yiyecekler, yaygın olarak satılmaktadır. Bu maddeler, az miktarda alındığında sağlıklı kişiler açısından zararsız olabilirler. Ancak alerjik bünyeli kişiler, az bile olsa bu yiyeceklere tepki gösterebilirler. Bu maddelerin başlıcaları şöyle sıralanabilir: "Sülfür dioksid" ve "benzoic asid" adlı koruyucularla "tartrazin" adlı sarı gıda boyasıdır. Sülfür dioksid ve benzoic asid çok yaygın olarak kullanılır ve hemen tüm paketlenmiş ya da şişelenmiş yiyecekler, bu koruyucu maddeleri içerirler. Şarapların birçoğunda da sülfür dioksid vardır. Bazı astımlıların alkole alerjik olduklarını sanmalarının nedeni de budur. Astımlı, gerçekte alkole değil de içindeki koruyucu maddeye tepki göstermektedir. Tartrazin de çok yaygın olarak kullanılır. Bir İngiliz astım uzmanı, her 10 hastasından birinin, portakal özü suyu içtikten sonra kriz geçirdiğini belirledi. Hastalar portakala değil, portakal özü suyunun hazırlandığı toza konulan boya maddesine karşı alerjiktir.
Bazı yiyecek üreticileri, yiyecek paketlerinin üzerine, yiyeceğe hangi maddelerin katıldığını belirten bir etiket koyarlar. Bazı ülkelerde bu, yasa gereğidir. Ancak İngiltere gibi bazı ülkelerde üreticiler, yiyecek paketlerinin üzerine yalnız "izin verilen" katkı maddelerini koyduklarını belirten bir yazı koymakla yükümlüdürler. Bu durumda astımlılar, ya paketlenmiş yiyecekleri hiç yememek ya da yiyip, hangilerinin zararlı olduğunu deney yoluyla öğrenmek seçeneğiyle karşı karşıyadırlar. Bazı üreticilerin, ürettikleri yiyeceklerin bileşimlerini ya da bu yiyeceklere kattıkları kimyasal unsurları, önceden duyurmadan değiştirmeleri, sorunun daha da ağırlaşmasına neden olmaktadır.
Yiyeceklere ya da yiyeceklere konulan katkı maddelerine kaç kişinin alerjik olduğunu belirlemek güç olabilir. 10 yıl önce doktorlar, çok az sayıda kişinin yiyeceklere alerjik olduğunu sanırlardı. Ancak bu konuda yapılan araştırmalar ilerledikçe, bu sayının azım-sanmayacak denli büyük olabileceği ortaya çıkmaktadır.
Alerjiden Korunma Yöntemleri
Alerjik astımlarda doktorun vereceği deri ve RAST testleri, sorunun nedenini belirlemek açısından çok yararlı olacaktır. Ama teşhis aşamasında bile hastanın, kendisini rahatsız eden alerjenleri belirleyebilmek amacıyla yapabileceği pek çok şey vardır. Standart testlerde yer almayan, ancak yine de alerjen olabilecek pek çok madde vardır. Doktorlar astıma neden olabileceği bilinen her maddeyi deney amacıyla muayenehanelerinde bulunduramazlar. Çok uzun olan bu maddelerin listesi, her gün biraz daha uzamaktadır.
Deri testleriyle bazı alerjenler belirlense bile astımlı hasta, alerjik olabileceği başka maddelere karşı dikkatli olmayı sürdürmelidir. Elbette hiç kimse, tüm yaşamını günlük yaşantısında karşılaştığı binlerce maddenin alerjen olabilecekleri korkusu içinde geçirmek istemez. Ama yine de dikkatli olunması gereken bazı alanlar vardır.
Astım ve Beslenme İlişkisi
En karmaşık alerjen kaynağı, yiyeceklerdir. Aynı anda değişik gıdalar yediğimiz için yiyeceklerin içindeki hangi maddelerin alerjen olduklarını belirlemek, zor olabilir. Doktor, deri testlerini yapmaya başladıktan sonra da astım krizlerinin seyrinde bir değişiklik olup olmayacağını belirlemek amacıyla hastaya, beslenme alışkanlarında değişikler yapmayı denemesini önerebilir.
Bazı doktorlar, hastalarını 5 göne kadar uzayan bir oruca sokarak, daha önce yenilmiş olan yiyeceklerin bedendeki tüm izlerini ortadan kaldırmayı amaçlarlar. Daha sonra hastayı, alerjen olması olasılığı çok düşük olan yiyecekleri içeren sıkı bir rejime sokarlar. Böyle sıkı bir rejim, örneğin kuzu eti, armut ve şişe suyundan oluşabilir. Bu rejimi iki hafta kadar uyguladıktan sonra hastaya, başka yiyecekleri birer birer denemesi önerilir. Denenen bu yiyeceklerden biri yenildikten sonra alerjik tepkiler görülürse, o yiyeceğin alerjen olduğu kuşkusu doğacaktır.
Çok sıkı rejimler hem sıkıcıdır ve hem de bu rejimlere uymak, güçtür. Bu nedenle astımlılar, genellikle alerjen oldukları bilinen yiyecekleri yemekten kaçınarak, daha kolay bir rejim uygulayabilirler. Bu yiyecekler arasında süt, yumurta, balık, turunçgiller ve mayalı yiyecekler sayılabilir. Özellikle kendi yiyeceklerinizi kendiniz hazırlamıyorsanız ve lokanta ya da yemekhanelerin verdiği yiyeceklere bağlıysanız, bu yiyeceklerden tümüyle kaçınmanız güç olabilir. Örneğin sütü, sade ya da kahveyle birlikte içmekten kaçınmanız, yeterli değildir. Süt, her aşçının kullandığı temel maddelerden biridir ve her tür yiyecekte vardır. Örneğin, tereyağ ve peynir, sütten yapılır; kurabiyelere, keklere, soslara ve çorbalara süt konulur; çikolata gibi paketlenmiş yiyeceklerde süt bulunur. Ekmek, peynir, şarap ve çok sayıda hazır yiyeceğin içinde maya vardır. Yumurta da, yediğimiz pek çok şeyin içinde bulunan bir maddedir.
Bu yiyeceklerden birine alerjik olan kişinin nerede ne yediğine çok dikkat etmesi gerekir. En iyi çözüm, hastanın kendi yiyeceklerini kendisinin hazır-lamasıdır. Bu amaçla taze ve hastanın alerjik olmadığı bilinen maddelerin kullanılması, çok yararlı olacaktır. Başkalarına yemek yemeğe gideceği zaman hasta, ev sahiplerini neye alerjik olduğu konusunda önceden uyarmalıdır. Bu yolla, gidilen evde yemekten sonra muhallebi sunulması ya da püreye süt katılması önlenebilir. Lokantalar ve yemekhanelerde türlü sorunlar ortaya çıkabilir. Garsonlar sundukları yiyeceklerin, neler içerdiğini çoğu kez bilmemelerine karşın müşterilere, ısmarladıkları ürünlerin süt, yumurta ya da bir başka madde içermediği konusunda kolaylıkla güvence verirler. Bunu yaparken çoğu kez hastanın, ne yediğini bilmezse rahatsızlanmayacağını umarlar. Bu nedenle astımlıların, sorunun ciddi olduğunu belirtmeleri ve gerekirse mutfakta aşçıyla konuşmaları gerekir.
Günümüzde konserve edilmiş, renklendirilmiş, kimyasal katkı maddeleriyle bozulmaya karşı korunmuş yiyecekler, yaygın olarak satılmaktadır. Bu maddeler, az miktarda alındığında sağlıklı kişiler açısından zararsız olabilirler. Ancak alerjik bünyeli kişiler, az bile olsa bu yiyeceklere tepki gösterebilirler. Bu maddelerin başlıcaları şöyle sıralanabilir: "Sülfür dioksid" ve "benzoic asid" adlı koruyucularla "tartrazin" adlı sarı gıda boyasıdır. Sülfür dioksid ve benzoic asid çok yaygın olarak kullanılır ve hemen tüm paketlenmiş ya da şişelenmiş yiyecekler, bu koruyucu maddeleri içerirler. Şarapların birçoğunda da sülfür dioksid vardır. Bazı astımlıların alkole alerjik olduklarını sanmalarının nedeni de budur. Astımlı, gerçekte alkole değil de içindeki koruyucu maddeye tepki göstermektedir. Tartrazin de çok yaygın olarak kullanılır. Bir İngiliz astım uzmanı, her 10 hastasından birinin, portakal özü suyu içtikten sonra kriz geçirdiğini belirledi. Hastalar portakala değil, portakal özü suyunun hazırlandığı toza konulan boya maddesine karşı alerjiktir.
Bazı yiyecek üreticileri, yiyecek paketlerinin üzerine, yiyeceğe hangi maddelerin katıldığını belirten bir etiket koyarlar. Bazı ülkelerde bu, yasa gereğidir. Ancak İngiltere gibi bazı ülkelerde üreticiler, yiyecek paketlerinin üzerine yalnız "izin verilen" katkı maddelerini koyduklarını belirten bir yazı koymakla yükümlüdürler. Bu durumda astımlılar, ya paketlenmiş yiyecekleri hiç yememek ya da yiyip, hangilerinin zararlı olduğunu deney yoluyla öğrenmek seçeneğiyle karşı karşıyadırlar. Bazı üreticilerin, ürettikleri yiyeceklerin bileşimlerini ya da bu yiyeceklere kattıkları kimyasal unsurları, önceden duyurmadan değiştirmeleri, sorunun daha da ağırlaşmasına neden olmaktadır.
Yiyeceklere ya da yiyeceklere konulan katkı maddelerine kaç kişinin alerjik olduğunu belirlemek güç olabilir. 10 yıl önce doktorlar, çok az sayıda kişinin yiyeceklere alerjik olduğunu sanırlardı. Ancak bu konuda yapılan araştırmalar ilerledikçe, bu sayının azım-sanmayacak denli büyük olabileceği ortaya çıkmaktadır.
Astim Hastaligi Anasayfa
Astım Nedir, Astım Hastalığı Hakkında Bilgiler
Astım Hastalığı Nedenleri ve Bronşit Sebepleri
Astım ve Alerji İlişkisi
Astım Hastalığı Teşhisi ve Tedavi Yöntemleri
Astım Hastalığında Kullanılan İlaçlar
Astım Hastalığından Kişisel Korunma Yöntemleri
Astım Krizi ve Astım ile Polen, Böcek Gibi Etkenlerin İlişkisi
Astım İle İlgili Tıp Terimleri Sözlüğü
Zor Astım Nedir
Astım Hastalığı Nedenleri ve Bronşit Sebepleri
Astım ve Alerji İlişkisi
Astım Hastalığı Teşhisi ve Tedavi Yöntemleri
Astım Hastalığında Kullanılan İlaçlar
Astım Hastalığından Kişisel Korunma Yöntemleri
Astım Krizi ve Astım ile Polen, Böcek Gibi Etkenlerin İlişkisi
Astım İle İlgili Tıp Terimleri Sözlüğü
Zor Astım Nedir
Astim İlaclari Astim Tedavisnide İlac
Astım İlaçları, Astım Tedavisinde Kullanılan İlaç Çeşitleri
Korunma ve desensitizsasyon iğneleri dışında astım tedavisi, ilaçlar ve "ekolojik" yaklaşım tedavisi adı verilen yöntemlerden oluşur.
Ekolojik yaklaşım
Son yıllarda daha yaygın olarak benimsenmesine ve pek çok hastaya yardımcı olmasına karşın bu, alışılmadık ve tartışmalı bir yaklaşımdır. Alerji uzmanı, alerjenleri belirlemek amacıyla hastanın dilinin altına sulandırılmış alerjenler koyar. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde bazı doktorların alerjenleri deri altına vermeyi yeğlemelerine karşın izlenen yöntem, temelde aynıdır. Alerjene karşı, nabzın atış hızındaki artış gibi alışılmadık ya da rahatsız edici zihinsel ya da bedensel tepkiler gösterirse, hastanın, o maddeye karşı alerjik olduğu belirlenir. Alerji uzmanı, daha sonra dilin altına bir miktar daha alerjen koyarak tepkinin ortadan kalkmasını sağlar. Dilin altına konulan birinci alerjen damlasıyla ikinci alerjen damlası arasındaki fark, ikinci damlanın daha da sulandırılmış olmasından kaynaklanır. Ekolojik alerji uzmanları, alerjiye neden olan bileşimden 10 ya da 25 kat daha fazla sulandırılmış olan bileşimlerin, ters etki yaptığını belirlemişlerdir. Hasta için doğru bileşim bulunduktan sonra kendisine, bir şişe tepkiyi önleme bileşimi verilir.
Geleneksel bir uzmana bu yöntem, tümüyle anlaşılmaz ve mantıksız gelebilir. Ancak yöntem, iyi bilinen alternatif tedavi yöntemlerinden homoepati'ye benzer. Homoepatlarda, hastalarına, daha büyük dozlarda alındığında hastalığa neden olabilecek maddelerden, sulandırılmış dozlarda verilir.
İlaçlar
Astımı iyileştirmek amacıyla verilen geleneksel ilaçlar, birbirleri yada hastalık belirtilerine neden olan fiziksel süreçler üzerinde ters etki yapabilirler. Astım ilaçları, başlıca 3 grupta toplanabilir: Bronşiolları genişleten, bronkodilatadorlar, şişkinlerin azalmasını ve alerjik tepkinin yumuşamasını sağlayan corticosternidler ve mast hücrelerinin parçalanmasını önleyen ilaçlar.
Histaminin, şişmelerin görüldüğü bölgelere ulaşmasını engelleyeceği için antihistaminlerin de yararlı olabileceği düşünülebilir. Ancak saman nezlesi gibi başka alerjik reaksiyonlarda yararlı olmalarına karşın antihistaminlerin, astım krizleri konusunda pek yararlı olamadığı anlaşılmıştır.
Bronkodilatadorlar
Acefilin
Adrenalin
Aminofilin
Atropin
Kolin
Deptropin
Diprofilin
Efedrin
Etamifilin
Fenoterol
İsoprenalin
Metoksifenamin
Orciprenaline
Proksifilin
Pseudoefedrin
Reproterol
jpratropium
İsoetharin
Rimiterol
Salbutamol
Terbutalin
Teofilin
Monoteamin
Rona-Slofilin
Theocontin
Theograd, Theosol
Bronkodilatador ilaçlar, sempatik sinir sistemini harekete geçiren bedendeki doğal maddelerin davranışlarını yinelerler. Kalbin atış hızını artırarak ve solunum yollarını açıp, ciğerlere daha fazla hava girmesini sağlayarak bedeni harekete hazırlayan, adrenalin gibi maddeler vardır. Adrenalini, bedende adrenalin bezeleri doğal olarak üretir. Sentetik bir türü, astımlıları tedavi etmek amacıyla kullanılır. Ancak adrenalin, yalnız acil ve krizin çok şiddetli olduğu durumlarda, enjeksiyonla verilir. Çünkü adrenalin ve benzeri ilaçlar, (efedrin, izoprenalin, metoksifenamin ve orsiprenalin) solunum yollarını açmakta çok etkin olmakla birlikte, kalbi aşırı yorabilir ve kan basıncının yükselmesine neden olabilir.
Doktorlar, artık etki alanı adrenalin ve kimyasal benzerlerinden daha dar olan bronkodilatadorları kullanmayı yeğliyorlar. Bu ilaçlar arasında terbutalin, fenoterol, izoetharin, reproterol ve rimiterol sayılabilir. Bedene olabildiğince büyük bir tutarın, en kısa zamanda verilmesi gereken acil durumlarda iğne yoluyla verilebilmekle birlikte bu ilaçlar, genellikle hap olarak ya da ağza püskürtme yoluyla alınır. Bu ilaçlar, acil durumlarda, kısa süre içinde ve büyük dozlarda bedene enjekte edilebileceği gibi, hastaya hap olarak ya da ağıza püskürtme yoluyla da verilebilir. Hap şeklinde alındığı taktirde titreme ve sinirsel gerilim gibi yan etkileri görülür ve ilaçların kana karışarak etkili olmaları uzun zaman alır. Bu nedenle hedefe, yani gırtlağa doğrudan püskürtme yoluyla kullanılmaları, daha etkin bir yöntemdir.
Bronkodilatadorlar nemlendirici adı verilen bir aygıtın yardımıyla da kullanılabilirler. Bu yöntemde, sulu bir solüsyonla karıştırılan ilaçlar, küçük parçacıklar durumunda, solunum yoluyla içe çekilir.
Aminofilin, acefilin, kolin, teofilin, diprofilin, teofilinat, proksifilin ve etamifilini de içeren, bir başka bronkodilatador grubu daha vardır. Bu ilaçların bir bölümü, salbutamol gibi ilaçlara oranla daha uzun zamandan beri kullanılmaktadır. Örneğin teofilin, çayın içindeki maddelerden biridir. Bu ilaçların başlıca dezavantajı, bazı hastaların midelerinin bozulmasına neden olmalarıdır. Buna karşın bronşlardaki kasları gevşetmek ve beyinde nefes almayı denetleyen merkezi harekete geçirmek konusunda, etkilidirler. Tablet, şurup ya da enjeksiyon ampulü biçiminde de bulunmalarına karşın genellikle rektumdan supezituarlar biçiminde alınırlar. Bu yolla ilaç, kana çok yavaş karışır. Ancak supezituarın yavaş eriyor olması, kana 12 saat süreyle sürekli ilaç karışmasını sağlar. Bu da, hastalığı özellikle geceleri denetim altında tutmak açısından çok yararlıdır.
Corticosteroidler, bundan 30 yıl kadar önce, şişmeleri ve alerjik tepkileri önlemekteki başarısı nedeniyle harika ilaç olarak nitelendirilen, hidrokortizonları da içeren ilaç grubudur. Doktorlar, kısa süre sonra bu harika ilacın çok dikkatli kullanılması gerektiğini anladılar. Çünkü ilacın, doğal hormon üretimini engellemek, kemikleri zayıflatmak ve özellikle yüz ve omuzlarda şişmanlığa neden olmak gibi yan etkilerinin olduğu anlaşılmıştı.
Doktorların çok dikkatli kullanmaları gerekmesine karşın bu ilaçlar, kasılmaları ve solunum yollarındaki şişkinlikleri önlemek açısından çok etkilidirler. İlacın riski, ilacı doğrudan solunum yollarına yönelten spreylerin kullanılmasıyla azaltılmıştır.
Doktorlar, corticosteroidleri düzenli olarak kullananlara, ilacı ağızlarına püskürtmeden yaklaşık 10 dakika önce bir bronkodilatador teneffüs etmelerini önerirler. Böylelikle solunum yollarının açık olması sağlanacak ve corticosteroidler, doğru içeri gidecektir. Şiddetli astım, corticosteroid tabletleriyle tedavi edilebilir. Bu durumlarda genellikle prednisolon verilir. Acil durumlarda kortizon iğneleri yapılabilir.
Mast hücreleri üzerinde etkili olan ilaçlar
Ketotifen, sodyum, kromoglisat Alerjik astımlarda kullanılan en değerli ilaçlardan biri, kuşkusuz sodyum kromoglisattır. Bu ilaç, astım krizlerini önleyebilir yada sıklıklarını azaltabilir. Bu amaçla mast hücrelerini sağlamlaştırarak, bedene giren alerjenler antikorlarla karşılaştıklarında parçalanmasını önler.
Sodyum kromoglisatla diğer astım ilaçları arasındaki başlıca ayrım ilacın hastayı kriz geldikten sonra rahatlatmak yerine krizlerin gelmesini engellemeyi amaçlamasından kaynaklanır. Bir kriz geldikten sonra mast hücreleri parçalanmaya başlamış olacağı için sodyum kromoglisatın yararı, sınırlı olacaktır. Bu aşamada bu ilacı almak, atlar kaçtıktan sonra ahır kapısını kapatmaya benzetilebilir.
İlacın kullanımında iki yöntem izlenebilir. Birinci yöntemde ilaç, küçük bir aygıtın içine konulur. Burada ilacı, iki küçük iğne deler. İlaç ağza alındığında küçük bir pervane, ilacı bir toz bulutu olarak solunum yollarına püskürtecektir.
Bazı hastalar, ilacı aldıktan sonra solunum yollarının kuruduğundan yakınırlar. Bu yakınma bazen, bir bardak su içerek giderilebilir. Ya da doktor.sodyum kromoglisat alınmadan önce bir bronkodilatador püskürtülmesini önerebilir.
Ketotifen, sodyum kromoglisatla aynı etkiyi yapan, yeni bir ilaçtır. Ancak içe çekilmek yerine tablet ya da kapsül biçiminde yutulur. Aynı zamanda antihistamin etkisi yaparak hastanın biraz başının dönmesine neden olabilir.
Bu iki ilaç konusunda unutulmaması gereken en önemli nokta, koruma sağlayabilmeleri için "düzenli olarak alınmaları gerektiğidir." Krizleri gidermek amacıyla bronkodilatadorları ya da corticosteroidleri almaya alışkın olan hastalar, kendilerini düzenli olarak bu ilaçları almaya alıştırmalıdırlar. Sodyum kromoglisat, genellikle günde dört kez alınır.
Son olarak bu ilaçların hiçbirinin, astımı tedavi etmediğini unutmamak gerekir. Alerjik tepkileri önleyebilirler ya da astımın belirtilerinin hafiflemesini sağlayabilirler, ancak alındıkları sürece yaşamı daha yaşanabilir kılmak dışında bir işlevleri yoktur. Hastanın, doktoruna, aldığı ilacın etkileri konusunda, bilgi vermesi gerekir. Astım, hastadan hastaya değişen belirtiler gösterir. Her hastaya hangi ilacın en iyi uyduğunu belirlemek amacıyla bir süre denemeler yapılması gerekebilir.
Korunma ve desensitizsasyon iğneleri dışında astım tedavisi, ilaçlar ve "ekolojik" yaklaşım tedavisi adı verilen yöntemlerden oluşur.
Ekolojik yaklaşım
Son yıllarda daha yaygın olarak benimsenmesine ve pek çok hastaya yardımcı olmasına karşın bu, alışılmadık ve tartışmalı bir yaklaşımdır. Alerji uzmanı, alerjenleri belirlemek amacıyla hastanın dilinin altına sulandırılmış alerjenler koyar. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde bazı doktorların alerjenleri deri altına vermeyi yeğlemelerine karşın izlenen yöntem, temelde aynıdır. Alerjene karşı, nabzın atış hızındaki artış gibi alışılmadık ya da rahatsız edici zihinsel ya da bedensel tepkiler gösterirse, hastanın, o maddeye karşı alerjik olduğu belirlenir. Alerji uzmanı, daha sonra dilin altına bir miktar daha alerjen koyarak tepkinin ortadan kalkmasını sağlar. Dilin altına konulan birinci alerjen damlasıyla ikinci alerjen damlası arasındaki fark, ikinci damlanın daha da sulandırılmış olmasından kaynaklanır. Ekolojik alerji uzmanları, alerjiye neden olan bileşimden 10 ya da 25 kat daha fazla sulandırılmış olan bileşimlerin, ters etki yaptığını belirlemişlerdir. Hasta için doğru bileşim bulunduktan sonra kendisine, bir şişe tepkiyi önleme bileşimi verilir.
Geleneksel bir uzmana bu yöntem, tümüyle anlaşılmaz ve mantıksız gelebilir. Ancak yöntem, iyi bilinen alternatif tedavi yöntemlerinden homoepati'ye benzer. Homoepatlarda, hastalarına, daha büyük dozlarda alındığında hastalığa neden olabilecek maddelerden, sulandırılmış dozlarda verilir.
İlaçlar
Astımı iyileştirmek amacıyla verilen geleneksel ilaçlar, birbirleri yada hastalık belirtilerine neden olan fiziksel süreçler üzerinde ters etki yapabilirler. Astım ilaçları, başlıca 3 grupta toplanabilir: Bronşiolları genişleten, bronkodilatadorlar, şişkinlerin azalmasını ve alerjik tepkinin yumuşamasını sağlayan corticosternidler ve mast hücrelerinin parçalanmasını önleyen ilaçlar.
Histaminin, şişmelerin görüldüğü bölgelere ulaşmasını engelleyeceği için antihistaminlerin de yararlı olabileceği düşünülebilir. Ancak saman nezlesi gibi başka alerjik reaksiyonlarda yararlı olmalarına karşın antihistaminlerin, astım krizleri konusunda pek yararlı olamadığı anlaşılmıştır.
Bronkodilatadorlar
Acefilin
Adrenalin
Aminofilin
Atropin
Kolin
Deptropin
Diprofilin
Efedrin
Etamifilin
Fenoterol
İsoprenalin
Metoksifenamin
Orciprenaline
Proksifilin
Pseudoefedrin
Reproterol
jpratropium
İsoetharin
Rimiterol
Salbutamol
Terbutalin
Teofilin
Monoteamin
Rona-Slofilin
Theocontin
Theograd, Theosol
Bronkodilatador ilaçlar, sempatik sinir sistemini harekete geçiren bedendeki doğal maddelerin davranışlarını yinelerler. Kalbin atış hızını artırarak ve solunum yollarını açıp, ciğerlere daha fazla hava girmesini sağlayarak bedeni harekete hazırlayan, adrenalin gibi maddeler vardır. Adrenalini, bedende adrenalin bezeleri doğal olarak üretir. Sentetik bir türü, astımlıları tedavi etmek amacıyla kullanılır. Ancak adrenalin, yalnız acil ve krizin çok şiddetli olduğu durumlarda, enjeksiyonla verilir. Çünkü adrenalin ve benzeri ilaçlar, (efedrin, izoprenalin, metoksifenamin ve orsiprenalin) solunum yollarını açmakta çok etkin olmakla birlikte, kalbi aşırı yorabilir ve kan basıncının yükselmesine neden olabilir.
Doktorlar, artık etki alanı adrenalin ve kimyasal benzerlerinden daha dar olan bronkodilatadorları kullanmayı yeğliyorlar. Bu ilaçlar arasında terbutalin, fenoterol, izoetharin, reproterol ve rimiterol sayılabilir. Bedene olabildiğince büyük bir tutarın, en kısa zamanda verilmesi gereken acil durumlarda iğne yoluyla verilebilmekle birlikte bu ilaçlar, genellikle hap olarak ya da ağza püskürtme yoluyla alınır. Bu ilaçlar, acil durumlarda, kısa süre içinde ve büyük dozlarda bedene enjekte edilebileceği gibi, hastaya hap olarak ya da ağıza püskürtme yoluyla da verilebilir. Hap şeklinde alındığı taktirde titreme ve sinirsel gerilim gibi yan etkileri görülür ve ilaçların kana karışarak etkili olmaları uzun zaman alır. Bu nedenle hedefe, yani gırtlağa doğrudan püskürtme yoluyla kullanılmaları, daha etkin bir yöntemdir.
Bronkodilatadorlar nemlendirici adı verilen bir aygıtın yardımıyla da kullanılabilirler. Bu yöntemde, sulu bir solüsyonla karıştırılan ilaçlar, küçük parçacıklar durumunda, solunum yoluyla içe çekilir.
Aminofilin, acefilin, kolin, teofilin, diprofilin, teofilinat, proksifilin ve etamifilini de içeren, bir başka bronkodilatador grubu daha vardır. Bu ilaçların bir bölümü, salbutamol gibi ilaçlara oranla daha uzun zamandan beri kullanılmaktadır. Örneğin teofilin, çayın içindeki maddelerden biridir. Bu ilaçların başlıca dezavantajı, bazı hastaların midelerinin bozulmasına neden olmalarıdır. Buna karşın bronşlardaki kasları gevşetmek ve beyinde nefes almayı denetleyen merkezi harekete geçirmek konusunda, etkilidirler. Tablet, şurup ya da enjeksiyon ampulü biçiminde de bulunmalarına karşın genellikle rektumdan supezituarlar biçiminde alınırlar. Bu yolla ilaç, kana çok yavaş karışır. Ancak supezituarın yavaş eriyor olması, kana 12 saat süreyle sürekli ilaç karışmasını sağlar. Bu da, hastalığı özellikle geceleri denetim altında tutmak açısından çok yararlıdır.
Corticosteroidler, bundan 30 yıl kadar önce, şişmeleri ve alerjik tepkileri önlemekteki başarısı nedeniyle harika ilaç olarak nitelendirilen, hidrokortizonları da içeren ilaç grubudur. Doktorlar, kısa süre sonra bu harika ilacın çok dikkatli kullanılması gerektiğini anladılar. Çünkü ilacın, doğal hormon üretimini engellemek, kemikleri zayıflatmak ve özellikle yüz ve omuzlarda şişmanlığa neden olmak gibi yan etkilerinin olduğu anlaşılmıştı.
Doktorların çok dikkatli kullanmaları gerekmesine karşın bu ilaçlar, kasılmaları ve solunum yollarındaki şişkinlikleri önlemek açısından çok etkilidirler. İlacın riski, ilacı doğrudan solunum yollarına yönelten spreylerin kullanılmasıyla azaltılmıştır.
Doktorlar, corticosteroidleri düzenli olarak kullananlara, ilacı ağızlarına püskürtmeden yaklaşık 10 dakika önce bir bronkodilatador teneffüs etmelerini önerirler. Böylelikle solunum yollarının açık olması sağlanacak ve corticosteroidler, doğru içeri gidecektir. Şiddetli astım, corticosteroid tabletleriyle tedavi edilebilir. Bu durumlarda genellikle prednisolon verilir. Acil durumlarda kortizon iğneleri yapılabilir.
Mast hücreleri üzerinde etkili olan ilaçlar
Ketotifen, sodyum, kromoglisat Alerjik astımlarda kullanılan en değerli ilaçlardan biri, kuşkusuz sodyum kromoglisattır. Bu ilaç, astım krizlerini önleyebilir yada sıklıklarını azaltabilir. Bu amaçla mast hücrelerini sağlamlaştırarak, bedene giren alerjenler antikorlarla karşılaştıklarında parçalanmasını önler.
Sodyum kromoglisatla diğer astım ilaçları arasındaki başlıca ayrım ilacın hastayı kriz geldikten sonra rahatlatmak yerine krizlerin gelmesini engellemeyi amaçlamasından kaynaklanır. Bir kriz geldikten sonra mast hücreleri parçalanmaya başlamış olacağı için sodyum kromoglisatın yararı, sınırlı olacaktır. Bu aşamada bu ilacı almak, atlar kaçtıktan sonra ahır kapısını kapatmaya benzetilebilir.
İlacın kullanımında iki yöntem izlenebilir. Birinci yöntemde ilaç, küçük bir aygıtın içine konulur. Burada ilacı, iki küçük iğne deler. İlaç ağza alındığında küçük bir pervane, ilacı bir toz bulutu olarak solunum yollarına püskürtecektir.
Bazı hastalar, ilacı aldıktan sonra solunum yollarının kuruduğundan yakınırlar. Bu yakınma bazen, bir bardak su içerek giderilebilir. Ya da doktor.sodyum kromoglisat alınmadan önce bir bronkodilatador püskürtülmesini önerebilir.
Ketotifen, sodyum kromoglisatla aynı etkiyi yapan, yeni bir ilaçtır. Ancak içe çekilmek yerine tablet ya da kapsül biçiminde yutulur. Aynı zamanda antihistamin etkisi yaparak hastanın biraz başının dönmesine neden olabilir.
Bu iki ilaç konusunda unutulmaması gereken en önemli nokta, koruma sağlayabilmeleri için "düzenli olarak alınmaları gerektiğidir." Krizleri gidermek amacıyla bronkodilatadorları ya da corticosteroidleri almaya alışkın olan hastalar, kendilerini düzenli olarak bu ilaçları almaya alıştırmalıdırlar. Sodyum kromoglisat, genellikle günde dört kez alınır.
Son olarak bu ilaçların hiçbirinin, astımı tedavi etmediğini unutmamak gerekir. Alerjik tepkileri önleyebilirler ya da astımın belirtilerinin hafiflemesini sağlayabilirler, ancak alındıkları sürece yaşamı daha yaşanabilir kılmak dışında bir işlevleri yoktur. Hastanın, doktoruna, aldığı ilacın etkileri konusunda, bilgi vermesi gerekir. Astım, hastadan hastaya değişen belirtiler gösterir. Her hastaya hangi ilacın en iyi uyduğunu belirlemek amacıyla bir süre denemeler yapılması gerekebilir.
Astim Teshisi Astim Bronsit Tedavi
Astım Teşhisi, Astım ve Bronşit Tedavisi
İğne testleri ve desensitizasyon iğneler
Bir doktorun astımın hangi maddeden ortaya çıktığını belirlemek amacıyla atacağı ilk adımlardan biri, hastaya bir dizi deri testi vermektir. Bu testlerde, önce tuzlu suyla sulandırılmış bir alerjen, deriye damlatılır. Sonra deri, bir iğneyle delinerek alerjenin, derinin altına sızması sağlanır. Alerji uzmanlarında ve bazı pratisyen doktorlarda, en sık rastlanan alerjenleri içeren deney setleri vardır. Bu alerjenler, genellikle polenler, yiyecekler ve yiyecek katkıları, hayvan tüy ve kıllarından oluşur. Bu maddelerden birine alerjik olan hastanın derisi, 20 dakika ile yarım saat arasında kabarır. Kabarıklıkların büyüklüğü birbirinin aynı değildir. Ancak genellikle 2 cm. çapındadırlar. Alerjik bünyeliler, birden çok maddeye alerjik olabilirler. Bir seferde birden çok maddeye karşı alerji testi yapılabilir.
Deri testleri, alerjileri teşhis etmek amacıyla uygulanabilecek oldukça güvenilir bir yöntemdir. Ancak kişiler, kendilerini o anda rahatsız etmeyen alerjenlere karşı tepki gösterebilirler. Süte ve yumurtaya karşı bebekliklerinde alerjik olan kişiler, bu özelliklerini daha sonraki yıllarda yitirseler bile deri testlerinde, bu maddelere karşı alerjik çıkarlar.
Deri testleri, hastanın belirli bir maddeye karşı alerjik olduğunu gösterirse doktor, hastanın o maddeye karşı duyarlılığını azaltmayı amaçlayan bir dizi iğne yapmaya başlayacaktır (desensitizasyon iğneleri). Her enjeksiyon, alerjenden belli bir doz içerir. Bu doz, her iğnede artırılır.
Bu iğnelerle aşılar, aynı ilkeye dayanır. Örneğin nezle ya da grip aşısı, küçük tutarlarda nezle ya da grip virüsü içerir. Bu tutar, aşılanan kişiyi hasta yapmayacak, ancak virüse karşı bağışıklık geliştirmesini sağlayacak büyüklüktedir. Virüs, bedene yine girdiğinde antikorlar tarafından yok edilecektir.
Alerjenlerle ilgili başlıca sorun, gereksiz antikorlardan kaynaklanır. Ama her bedende, işlevleri farklı en az dört ayrı tür antikor vardır. Alerji iğnelerinin amacı, değişik bir tür antikor üretilmesini sağlamaktır. Bu antikorlar, alerjenlerin mast hücrelerine bağlı antikorlarla karşılaşmasını engellerler ve "blokan antikorlar" adıyla da çağrılırlar.
Bu tür iğne kürleri, polen alerjilerine karşı başarılı sonuçlar vermektedir. Ancak kürün, polen mevsimi başlamadan önce, Ocak ya da Şubat aylarında yapılması gerekir. Beden büyük tutarlarda alerjenlerle karşılaşmadan önce ancak böyle bağışıklık sağlayabilir.
Sık rastlanan polenlerden birine ya da birkaçına alerjik olanlarda iğne kürleri, üç durumdan birinde başarılı sonuç verecektir. Tozlarda yaşayan minik böceklere karşı iğnelerin başarılı olma olasılığı daha düşüktür. Yiyeceklerdeki alerjenlere karşı verilen iğne kürleri, daha da az başarılıdır. Doğal olarak başarı, önemli ölçüde doktorun alerjinin nedenini belirlemekteki ustalık ve deneyimine bağlıdır. Yılın değişik dönemlerinde ortaya çıkan başka polenlere karşı alerjik olan kişiyi, tek bir polen türüne karşı korumak, yararsızdır.
Bu iğneler, belirli ölçüde risk taşırlar. Alerjik bünyeli kişiler, deri altına sızdırma yoluyla verilen küçük tutarlardaki alerjenlere karşı, beklenmedik ve şiddetli bir tepki gösterebilirler. Çok ender olarak da olsa tepki, yukarda anlatılan anaflaksi kadar ağır olabilir. Doktor, bu gibi acil durumlar için hemen yardım sağlamak amacıyla oksijen ve adrenalin ya da corticosternidler gibi ilaçları hazır bulundurmalidır.
RAST testi, Astım Tedavi Yöntemi
Astım Hastaları İçin, Deri altı testlerine oranla daha güvenilir bir test, RAST kısa adıyla da bilinen radinalergosorban testidir. Bu, olası alerjenleri radyaktif bir maddeyle işaretleyerek, kan örneğindeki antikorların varlığını ortaya çıkartan bir testtir. Giderek daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Başlıca dezavantajı, deri testlerine oranla daha uzun zamanda sonuç vermesidir. Ayrıca deri testleri gibi RAST testlerinin de uygulanabilmesi için laboratuvar uzmanlarının, hangi tür alerjenleri aradıkları konusunda önceden fikir sahibi olmaları gerekir.
Peak flometre
Doktor, teşhis amacıyla peak flometre adı verilen bir aygıtı kullanabilir. Bu aygıt, hastanın soluk alma kapasitesini ölçer. Bu amaçla hasta, derin bir soluk alır ve soluğunu bu aygıtın içine üfler. Solunum yollarını etkileyen her durum, hastanın soluk verme kapasitesinin azalmasına neden olacaktır. Sağlıklı olduklarını sanan sigara içenlerin kapasiteleri, sigara içmeyenlere oranla daha düşüktür. Hasta, soluk alıp verme kapasitesindeki küçük değişikliklerin farkına varmayabilir. Ancak hastanın kapasitesindeki küçük bir düşüş, yaklaşan astım krizinin habercisi olabilir. Bu durum önceden belirlenirse, krizin etkisinin azaltılması ya da tümüyle önlenmesi için önlem alınabilir. Hastanelerde bulunan gelişmiş ve karmaşık peak flometre aygıtları, hastaların yanlarında taşıyamayacağı kadar pahalı ve ağırdır. Ancak her hastanın yanında bulundurabileceği, küçük bir tüple, ölçü biliminden oluşan peak flometreler de vardır. Dolayısıyla astımlılar, artık soluk alıp verme kapasitelerindeki değişiklikleri izleyerek bir krizin yaklaşmakta olup olmadığını anlayabilirler.
Alerjenlerin araştırılması, Kronik Astım
Astımın nedenlerinin sağlıklı bir biçimde teşhis edilebilmesi için krizlerin, nerede ve ne zaman yaşandığının belirlenmesi gerekir. Çünkü krizlerin geldiği yer ve zamanlar, krize neden olan alerjenlerin neler olduğu ve diğer etkenler konusunda ipuçları içerebilir. Krizler, yalnız geceleri ve evde geliyorsa neden, büyük bir olasılıkla yatak odasındaki tozlara karışmış minik böceklerdir. Krizler ata binerken geliyorsa hasta, at kıllarına ya da kırlardaki polenlere karşı alerjik olabilir. Eğer krizlerin nedeni polense hasta, krizlere yalnız bahar ya da yaz aylarında ata binerken yakalanacaktır. Eğer krizlere at kılı neden oluyorsa hasta, ata hangi mevsimde binerse binsin rahatsızlanacaktır.
Hastanın çalıştığı yerde krizlerin nedenleri konusunda ipuçları içerebilir. Endüstride kullanılan bir dizi kimyasal ve diğer maddeler de astım krizlerine neden olabilir
Bunlar arasında yakın geçmişte alerjen olduğu belirlenen un ve un keneleri, reçine ve vernik yapımında kullanılan bazı kimyasal maddeler sayılabilir. Çiftçiler, samanda bulunan sporlara; oduncular odun tozuna karşı alerjik olabilirler. Aircondition aygıt arıyla havalandırılan bürolarda çalışanlar bu aygıtların içindeki su ve borularda,bulunan ve sürekli olarak havaya üflenen bakterilere karşı alerjik olabilirler. Evlerdeki ve işyerlerindeki olası alerjenlerin uzun listesi, yünlü ve ipeklileri, parfümleri ve plastik döşemeleri de içerir.
Alerjik astım krizlerinden kurtulmanın en kestirme yolu, kuşkusuz alerjenlerden kaçınmaktır. Uygulamada bu, çok zordur. Hangi madde ya da maddelere karşı alerjik olduğunuz bilinse de işyerinizi, evinizi ya da hobilerinizi değiştirmeden ya da yaşam düzeninizi bir başka biçimde bozmadan bu maddeden korunmanız, olanaksız olabilir. Bazıları, evlerini, yiyeceklerini ve işyerlerini alerjenlerden arındırmak amacıyla büyük çabalar harcamaya hazırdır. Böyle bir tutum, eğer olanağınız ve eğiliminiz varsa ve alerjik olduğunuz tüm maddeleri biliyorsanız yararlı olabilir. Ancak hastaların çoğu için tedavi, sağduyu, korunma ve ilaç tedavisinin bileşiminden oluşur.
İğne testleri ve desensitizasyon iğneler
Bir doktorun astımın hangi maddeden ortaya çıktığını belirlemek amacıyla atacağı ilk adımlardan biri, hastaya bir dizi deri testi vermektir. Bu testlerde, önce tuzlu suyla sulandırılmış bir alerjen, deriye damlatılır. Sonra deri, bir iğneyle delinerek alerjenin, derinin altına sızması sağlanır. Alerji uzmanlarında ve bazı pratisyen doktorlarda, en sık rastlanan alerjenleri içeren deney setleri vardır. Bu alerjenler, genellikle polenler, yiyecekler ve yiyecek katkıları, hayvan tüy ve kıllarından oluşur. Bu maddelerden birine alerjik olan hastanın derisi, 20 dakika ile yarım saat arasında kabarır. Kabarıklıkların büyüklüğü birbirinin aynı değildir. Ancak genellikle 2 cm. çapındadırlar. Alerjik bünyeliler, birden çok maddeye alerjik olabilirler. Bir seferde birden çok maddeye karşı alerji testi yapılabilir.
Deri testleri, alerjileri teşhis etmek amacıyla uygulanabilecek oldukça güvenilir bir yöntemdir. Ancak kişiler, kendilerini o anda rahatsız etmeyen alerjenlere karşı tepki gösterebilirler. Süte ve yumurtaya karşı bebekliklerinde alerjik olan kişiler, bu özelliklerini daha sonraki yıllarda yitirseler bile deri testlerinde, bu maddelere karşı alerjik çıkarlar.
Deri testleri, hastanın belirli bir maddeye karşı alerjik olduğunu gösterirse doktor, hastanın o maddeye karşı duyarlılığını azaltmayı amaçlayan bir dizi iğne yapmaya başlayacaktır (desensitizasyon iğneleri). Her enjeksiyon, alerjenden belli bir doz içerir. Bu doz, her iğnede artırılır.
Bu iğnelerle aşılar, aynı ilkeye dayanır. Örneğin nezle ya da grip aşısı, küçük tutarlarda nezle ya da grip virüsü içerir. Bu tutar, aşılanan kişiyi hasta yapmayacak, ancak virüse karşı bağışıklık geliştirmesini sağlayacak büyüklüktedir. Virüs, bedene yine girdiğinde antikorlar tarafından yok edilecektir.
Alerjenlerle ilgili başlıca sorun, gereksiz antikorlardan kaynaklanır. Ama her bedende, işlevleri farklı en az dört ayrı tür antikor vardır. Alerji iğnelerinin amacı, değişik bir tür antikor üretilmesini sağlamaktır. Bu antikorlar, alerjenlerin mast hücrelerine bağlı antikorlarla karşılaşmasını engellerler ve "blokan antikorlar" adıyla da çağrılırlar.
Bu tür iğne kürleri, polen alerjilerine karşı başarılı sonuçlar vermektedir. Ancak kürün, polen mevsimi başlamadan önce, Ocak ya da Şubat aylarında yapılması gerekir. Beden büyük tutarlarda alerjenlerle karşılaşmadan önce ancak böyle bağışıklık sağlayabilir.
Sık rastlanan polenlerden birine ya da birkaçına alerjik olanlarda iğne kürleri, üç durumdan birinde başarılı sonuç verecektir. Tozlarda yaşayan minik böceklere karşı iğnelerin başarılı olma olasılığı daha düşüktür. Yiyeceklerdeki alerjenlere karşı verilen iğne kürleri, daha da az başarılıdır. Doğal olarak başarı, önemli ölçüde doktorun alerjinin nedenini belirlemekteki ustalık ve deneyimine bağlıdır. Yılın değişik dönemlerinde ortaya çıkan başka polenlere karşı alerjik olan kişiyi, tek bir polen türüne karşı korumak, yararsızdır.
Bu iğneler, belirli ölçüde risk taşırlar. Alerjik bünyeli kişiler, deri altına sızdırma yoluyla verilen küçük tutarlardaki alerjenlere karşı, beklenmedik ve şiddetli bir tepki gösterebilirler. Çok ender olarak da olsa tepki, yukarda anlatılan anaflaksi kadar ağır olabilir. Doktor, bu gibi acil durumlar için hemen yardım sağlamak amacıyla oksijen ve adrenalin ya da corticosternidler gibi ilaçları hazır bulundurmalidır.
RAST testi, Astım Tedavi Yöntemi
Astım Hastaları İçin, Deri altı testlerine oranla daha güvenilir bir test, RAST kısa adıyla da bilinen radinalergosorban testidir. Bu, olası alerjenleri radyaktif bir maddeyle işaretleyerek, kan örneğindeki antikorların varlığını ortaya çıkartan bir testtir. Giderek daha yaygın olarak kullanılmaktadır. Başlıca dezavantajı, deri testlerine oranla daha uzun zamanda sonuç vermesidir. Ayrıca deri testleri gibi RAST testlerinin de uygulanabilmesi için laboratuvar uzmanlarının, hangi tür alerjenleri aradıkları konusunda önceden fikir sahibi olmaları gerekir.
Peak flometre
Doktor, teşhis amacıyla peak flometre adı verilen bir aygıtı kullanabilir. Bu aygıt, hastanın soluk alma kapasitesini ölçer. Bu amaçla hasta, derin bir soluk alır ve soluğunu bu aygıtın içine üfler. Solunum yollarını etkileyen her durum, hastanın soluk verme kapasitesinin azalmasına neden olacaktır. Sağlıklı olduklarını sanan sigara içenlerin kapasiteleri, sigara içmeyenlere oranla daha düşüktür. Hasta, soluk alıp verme kapasitesindeki küçük değişikliklerin farkına varmayabilir. Ancak hastanın kapasitesindeki küçük bir düşüş, yaklaşan astım krizinin habercisi olabilir. Bu durum önceden belirlenirse, krizin etkisinin azaltılması ya da tümüyle önlenmesi için önlem alınabilir. Hastanelerde bulunan gelişmiş ve karmaşık peak flometre aygıtları, hastaların yanlarında taşıyamayacağı kadar pahalı ve ağırdır. Ancak her hastanın yanında bulundurabileceği, küçük bir tüple, ölçü biliminden oluşan peak flometreler de vardır. Dolayısıyla astımlılar, artık soluk alıp verme kapasitelerindeki değişiklikleri izleyerek bir krizin yaklaşmakta olup olmadığını anlayabilirler.
Alerjenlerin araştırılması, Kronik Astım
Astımın nedenlerinin sağlıklı bir biçimde teşhis edilebilmesi için krizlerin, nerede ve ne zaman yaşandığının belirlenmesi gerekir. Çünkü krizlerin geldiği yer ve zamanlar, krize neden olan alerjenlerin neler olduğu ve diğer etkenler konusunda ipuçları içerebilir. Krizler, yalnız geceleri ve evde geliyorsa neden, büyük bir olasılıkla yatak odasındaki tozlara karışmış minik böceklerdir. Krizler ata binerken geliyorsa hasta, at kıllarına ya da kırlardaki polenlere karşı alerjik olabilir. Eğer krizlerin nedeni polense hasta, krizlere yalnız bahar ya da yaz aylarında ata binerken yakalanacaktır. Eğer krizlere at kılı neden oluyorsa hasta, ata hangi mevsimde binerse binsin rahatsızlanacaktır.
Hastanın çalıştığı yerde krizlerin nedenleri konusunda ipuçları içerebilir. Endüstride kullanılan bir dizi kimyasal ve diğer maddeler de astım krizlerine neden olabilir
Bunlar arasında yakın geçmişte alerjen olduğu belirlenen un ve un keneleri, reçine ve vernik yapımında kullanılan bazı kimyasal maddeler sayılabilir. Çiftçiler, samanda bulunan sporlara; oduncular odun tozuna karşı alerjik olabilirler. Aircondition aygıt arıyla havalandırılan bürolarda çalışanlar bu aygıtların içindeki su ve borularda,bulunan ve sürekli olarak havaya üflenen bakterilere karşı alerjik olabilirler. Evlerdeki ve işyerlerindeki olası alerjenlerin uzun listesi, yünlü ve ipeklileri, parfümleri ve plastik döşemeleri de içerir.
Alerjik astım krizlerinden kurtulmanın en kestirme yolu, kuşkusuz alerjenlerden kaçınmaktır. Uygulamada bu, çok zordur. Hangi madde ya da maddelere karşı alerjik olduğunuz bilinse de işyerinizi, evinizi ya da hobilerinizi değiştirmeden ya da yaşam düzeninizi bir başka biçimde bozmadan bu maddeden korunmanız, olanaksız olabilir. Bazıları, evlerini, yiyeceklerini ve işyerlerini alerjenlerden arındırmak amacıyla büyük çabalar harcamaya hazırdır. Böyle bir tutum, eğer olanağınız ve eğiliminiz varsa ve alerjik olduğunuz tüm maddeleri biliyorsanız yararlı olabilir. Ancak hastaların çoğu için tedavi, sağduyu, korunma ve ilaç tedavisinin bileşiminden oluşur.
Astim ve Alerji İliskisi Nedenleri Bronsit
Astım ve Alerji İlişkisi, Alerjik Astım Bronşit
Alerji, bedenin, birçok insana zarar vermeyen bir maddeye karşı aşırı tepki göstermesidir. Alerjik bünyeliler, alerjen adı verilen bu maddelere zehir ya da mikroplara gösterdikleri tepkiye benzer tepki gösterirler.
Sağlıklı beden, mikroplara ve zararlı olabilecek diğer maddelere karşı topluca bağışıklık sistemi adı verilen karmaşık bir "organ, hücre ve beze" ağıyla korunur. Bu sistemdeki en önemli unsurlardan biri, sürekli olarak yabancı işgalcileri kollayan beyaz kan hücreleridir. Bu hücreler, bedene yabancı olduğu izlenimini uyandıran bir mikropla karşılaştıklarında antikor üretirler. Birer protein olan antikorlar, yabancı maddeleri sarar ve parçalar. Çocukluk hastalıklarına insanların, yaşamları boyunca yalnız bir kez yakalanmalarının nedeni, bedenlerinde bu hastalıklara neden olan virüslere karşı bol miktarda antikor depolanmış olmasıdır. Bedenimizde, pek çok işgalciye karşı antikorlar depolanmıştır. Grip ve nezle gibi rahatsızlıklara sık yakalanmamızın nedeni ise, bu hastalıkları yaratan virüslerin sürekli değişmesi ve gelişmesidir. Bedenin her grip ve nezle hastalığına karşı antikor üretebilmesi için zamana gereksinimi vardır.
Alerjik kişilerin sorunu, bağışıklık sistemlerinin, polen ya da yiyecek gibi zararsız maddelere karşı, istenmeyen işgalcilermişçesine tepki göstermesidir.
Beyaz hücreler, antikor üretme çılgınlığı içine girerler/Antikorlar, mast hücrelerine yapışırlar.
Beze ve zarlarda bulunan bu hücrelerin dış yüzeylerinde uzantıları vardır ve diğer maddelerin yanı sıra histamin içerirler. İşgalci alerjen, bu hücrelerin yanından geçerken antikorlar, işgalciyi yakalar. Ancak bu arada antikorun yapışık olduğu mast hücresi, parçalanarak histamin salgılar.
Astım, alerjik reaksiyonlardan birini oluşturur. Saman nezlesi ve egzema gibi diğer hastalıklara bağlıdır ve astımlıların bir bölümünde bu hastalıklar da görülür. Ancak tepki, egzemada olduğu gibi deride; saman nezlesinde olduğu gibi burunda ya da astımda olduğu gibi ciğerde de görülse olay, aynıdır. Yiyecek alerjileri olan kişilerde dudak şişmesi ya da ishal de görülebilir.
Anaflaksis adı verilen ve ölümcül olabilen bir tür alerjik tepkiye, pek sık rastlanmaz. Derin bir şoku andıran bu durumda solunum yollarının kasılarak şişmesinin yanısıra kan basıncı da düşer ve kişi bayılır. Anaflaksise mast hücrelerinin histaminle birlikte salgıladığı ve "anaftaksisin yavaş tepki gösteren maddesi" adı verilen madde neden olur.
Alerjik bünyeliler, zararsız maddelere karşı neden duyarlı olurlar? Bu sorunun yanıtı kesin olarak bilinmemekle birlikte, kalıtımla ilgili olduğu sanılır. Anne, babaya da kardeşlerinde saman nezlesi, egzema ya da astım görülen kişilerde, alerjik tepkilerin oluşması olasılığı yüksektir. Ancak bir ailenin tüm bireylerinde ya da ikiz kardeşlerin her ikisinde birden görülmesi, şart değildir.
Kalıtım yoluyla belirli bir maddeye karşı alerji değil de, alerji oluşturma eğilimi geçer. Anne ya da babanın, örneğin süt ya da balığa karşı alerjik olması, alerjik bünyeli çocuklarının da bu maddeye karşı hassasiyet göstereceği anlamına gelmez. Çocuk, yumurta ya da kıllara karşı alerjik olabilir.
Astımın bir başka kavranması güç özelliği, her yaşta başlayabilmesi ya da kaybolabilmesidir. Astımlıların çoğunun, hastalığa küçük yaşta yakalanmalarına karşın, orta yaşlı biri de astıma yakalanabilir. Küçük astımlıların pek çoğunda hastalığın ilk gençlik yıllarında kaybolmasına karşın bazı durumlarda hastalık, kaybolduktan 10-20 yıl sonra yeniden ortaya çıkar.
Astım ve diğer alerjik tepkilerin görünür hiçbir neden olmadan ve düzensiz aralıklarla gelip gitmeleri, bilim adamlarını düşündürmektedir. Alerjinin ortaya çıkışı ve kayboluşu, hormon dengelerindeki değişmelere bağlı olabilir. Bu değişmeler kişinin özellikle çocukluk, ilk gençlik ve olgunluk yıllarında yoğundur. Ancak bu konuda kesin bir sonuca varılamamıştır
Deri testleri, kişilerin alerjik tepkilerini hiçbir zaman tümüyle yitirmediklerini gösterir. Bir maddeye karşı alerjik olan kişi, yıllarca hiçbir alerji belirtisi göstermese de, derisinin altına alerjik olduğu maddenin verilmesiyle yapılan deri testi, alerjinin sürmekte olduğunu gösterecektir. Deri testleri, kişiyi daha önce hiç rahatsız etmemiş olan ancak gelecekte edebilecek duyarlılıkların varlığını da gösterebilir.
Bilim adamları, günümüzde alerji konusundaki araştırmalara daha fazla zaman ayırmaktadır. Bu araştırmalar, daha önce kuşkulanılmayan pekçok maddenin, alerjen olabileceğini ve astım krizlerine yol açabileceğini ortaya çıkarmaktadır. Polen, astıma ve saman nezlesine neden olduğu belirlenen ilk alerjenlerden biridir. Her bitkinin poleni kendine özgüdür ve bir bitkinin polenine karşı alerjik olan kişi, diğer bitkilerinkine tepki göstermeyebilir. Ağaç ve otların polenleri, en yaygın alerjenlerdir. Yiyeceklerden yumurta ve balığın alerjen olabileceği uzun zamandır bilinir. Ancak süt, turunçgiller ve kuru yemişlerde alerjik tepkilere neden olabilir. Yakın geçmişte ilaçlar ve yiyecekler de alerjen olması olası maddeler listesine katılmışlardır. Bu maddelerin birçoğunun, alerjik reaksiyonlara ve astıma neden olduğu belirlenmiştir. Astımlıların, penisilin, aspirin ve yiyeceklere konulan katkı maddelerinden tartrazin ve sülfür diöksid maddelerini kullanmak konusunda dikkatli olmaları gerekir. Aspirin aldıktan sonra solunum güçlüğü çeken ya da kaşınan kişilerin, daha sonraki baş ağrılarında, bu tür sorunlara neden olmayan başka ilaçlar almaları gerekir. Her 100 kişiden yalnız 1'i aspirine karşı alerjiktir. Ancak doktorların, aspirinin neden olduğu astımı ne denli kolaylıkla strese bağlayabileceği, kolaylıkla anlaşılabilir. Aspirinin alerjen özelliği belirlenene dek, başağrısına neden olan stresin, astıma da neden olduğunu varsaymak daha tutarlı görünüyordu.
Son araştırmalar, bu tür sorunlu maddelerin en alerjen bölümlerinin de belirlenmesini sağlamıştır. Örneğin önceleri astımın evlerdeki en önemli nedeninin, toz olduğu düşünülüyordu. Sonra araştırmacılar tozun içindeki minik böceğin, tozun kendisinden çok daha fazla alerjen olduğunu belirlediler. Daha sonra sorunun % 95'inin, bu böceğin dışkısından kaynaklandığı belirlendi. Polen tozu büyüklüğündeki bu madde, hava akımlarıyla kolaylıkla çevreye yayılır.
Benzer biçimde kedi kürkündeki alerjen maddenin, kıllar değil de kedinin kürkü üzerinde bıraktığı salgı olduğu belirlenmiştir. Yine meyvelere karşı alerjik olanlar, çekirdekleri yememeleri durumunda sorunun azaldığını göreceklerdir. Çünkü çekirdeklerin, meyvenin diğer kısımlarından daha fazla alerjen olduğu belirlenmiştir.
Alerji konusu, hem hastalar hem de doktorlar için karmaşık ve şaşırtıcıdır. Buna karşın, astımın nedenlerini ancak kısmen açıklayabilir.
Astımın Stres ve diğer etkenleri
Doktorlar, geleneksel olarak astıma stres, sinir ya da üzüntünün neden olduğunu düşünmüşlerdir. Alerjilerin bilinmediği dönemde anlaşılmaz bir biçimde gelen ve kaybolan bu hastalığı başka türlü açıklamak mümkün görülmüyordu. Hastanın krizden önce stres-de değilse bile, kriz sırasında stresde olduğu varsayılabilirdi.
Tıp, yakın geçmişte astımın asıl nedeninin alerji olduğu kanısına varmıştır. Stres, ek bir neden, bardağı taşıran son damla olabilir, ancak hastalığın temel nedeni değildir.
Buna karşın duygusal sarsıntıların, astımda önemli bir rol oynayabileceği açıktır. En güçlü duygulardan biri, korkudur. Güçlü bir kriz, hastada boğulabileceği duygusunu uyandırır. Bu korku, bir sonraki krize dek sürebilir. Bir sonraki kriz daha az ciddi olsa bile, aynı derecede güçlü olduğu korkusu, krizin şiddetlenmesine neden olabilir.
Sınavlar, işyerinde anlaşmazlıklar, evde duygusal sarsıntılar, astım krizleri öncesinde yaşanan, tipik duygusal sarsıntılardır. Krizlere, bu tür sarsıntıların yaşanabileceği korkusunun neden olabildiği de bilinmektedir.
Stresle astım arasındaki ilişki, alerjiyle astım arasındaki ilişki kadar karmaşıktır. Astımlıların çoğu, korku ya da kızgınlığın bir krizi ağırlaştıracağından endişe duyarlar. Ancak astıma, yalnız olumsuz duygular neden olmaz. Bazı kişilerde nefes darlığı, gülerken ortaya çıkar. Stres, bir krizin kısa sürmesine de neden olabilir. Ünlü bir doktor, otomobil sürerken kriz geçirmeye başlamıştı. Bir tepenin doruğundayken otomobilinin vitesini geçiremeyince aracın denetimini, yitirdi. Tepeyi inip aracı yeniden denetimi altına aldığında astım krizi geçmişti. Öte yandan bazı astımlılar, müzik dinlemek ya da televizyonda iyi bir program izlemek gibi hoş duygusal deneyimlerin de, astım krizlerinin geçmesine katkıda bulunduğuna inanırlar.
Stresle ilgili başlıca sorun, asıl nefes alındığını etkilemesidir. Heyecanlanınca daha sık ve derin olmayan soluklar alırız. Bu, nefes yolundaki alerjiyle ilgili sorunlarla birleşirse, soluk almayı daha da güçleştirecektir.
Soluk alma düzenindeki değişiklikler, krizlere neden olabilir. Kahkaha, değişikliklere iyi bir örnek oluşturur. Ani egzersiz ya da ısı değişiklikleri de, krizlere neden olabilir. Özellikle soğuk havayla ani temaslar konusunda, dikkatli olmalıdır. Yine, bu etkenlerden herkesin nefes alma düzeninin etkilendiği açıktır. Ancak solunum yolları duyarlı olan astımlıların, bronşlarının etkilenmesi olasılığı daha yüksektir.
Sonuç olarak, astımın psikolojik bir hastalık olduğunu ileri sürmek ne denli yanlışsa, salt fiziksel bir rahatsızlık olduğunu savunmak da o denli yanlıştır. Birçok hastalık, hem beyin ve hem de bedenden
kaynaklanır. Bu, bağışıklık sistemini ilgilendiren rahatsızlıklar için özellikle doğrudur. Zihinleri ya da sinirleri yorgun olan kişilerin, nezle ya da gribe ne denli kolay yakalandıklarını, izlemişsinizdir. Yaşamımızın önemli bir bölümünde nezle ve grip virüsleriyle karşı karşıyayızdır. Ancak bu virüsler, bizi bağışıklık sistemimizin zayıf düştüğü zamanlarda etkilerler.
Alerji, bedenin, birçok insana zarar vermeyen bir maddeye karşı aşırı tepki göstermesidir. Alerjik bünyeliler, alerjen adı verilen bu maddelere zehir ya da mikroplara gösterdikleri tepkiye benzer tepki gösterirler.
Sağlıklı beden, mikroplara ve zararlı olabilecek diğer maddelere karşı topluca bağışıklık sistemi adı verilen karmaşık bir "organ, hücre ve beze" ağıyla korunur. Bu sistemdeki en önemli unsurlardan biri, sürekli olarak yabancı işgalcileri kollayan beyaz kan hücreleridir. Bu hücreler, bedene yabancı olduğu izlenimini uyandıran bir mikropla karşılaştıklarında antikor üretirler. Birer protein olan antikorlar, yabancı maddeleri sarar ve parçalar. Çocukluk hastalıklarına insanların, yaşamları boyunca yalnız bir kez yakalanmalarının nedeni, bedenlerinde bu hastalıklara neden olan virüslere karşı bol miktarda antikor depolanmış olmasıdır. Bedenimizde, pek çok işgalciye karşı antikorlar depolanmıştır. Grip ve nezle gibi rahatsızlıklara sık yakalanmamızın nedeni ise, bu hastalıkları yaratan virüslerin sürekli değişmesi ve gelişmesidir. Bedenin her grip ve nezle hastalığına karşı antikor üretebilmesi için zamana gereksinimi vardır.
Alerjik kişilerin sorunu, bağışıklık sistemlerinin, polen ya da yiyecek gibi zararsız maddelere karşı, istenmeyen işgalcilermişçesine tepki göstermesidir.
Beyaz hücreler, antikor üretme çılgınlığı içine girerler/Antikorlar, mast hücrelerine yapışırlar.
Beze ve zarlarda bulunan bu hücrelerin dış yüzeylerinde uzantıları vardır ve diğer maddelerin yanı sıra histamin içerirler. İşgalci alerjen, bu hücrelerin yanından geçerken antikorlar, işgalciyi yakalar. Ancak bu arada antikorun yapışık olduğu mast hücresi, parçalanarak histamin salgılar.
Astım, alerjik reaksiyonlardan birini oluşturur. Saman nezlesi ve egzema gibi diğer hastalıklara bağlıdır ve astımlıların bir bölümünde bu hastalıklar da görülür. Ancak tepki, egzemada olduğu gibi deride; saman nezlesinde olduğu gibi burunda ya da astımda olduğu gibi ciğerde de görülse olay, aynıdır. Yiyecek alerjileri olan kişilerde dudak şişmesi ya da ishal de görülebilir.
Anaflaksis adı verilen ve ölümcül olabilen bir tür alerjik tepkiye, pek sık rastlanmaz. Derin bir şoku andıran bu durumda solunum yollarının kasılarak şişmesinin yanısıra kan basıncı da düşer ve kişi bayılır. Anaflaksise mast hücrelerinin histaminle birlikte salgıladığı ve "anaftaksisin yavaş tepki gösteren maddesi" adı verilen madde neden olur.
Alerjik bünyeliler, zararsız maddelere karşı neden duyarlı olurlar? Bu sorunun yanıtı kesin olarak bilinmemekle birlikte, kalıtımla ilgili olduğu sanılır. Anne, babaya da kardeşlerinde saman nezlesi, egzema ya da astım görülen kişilerde, alerjik tepkilerin oluşması olasılığı yüksektir. Ancak bir ailenin tüm bireylerinde ya da ikiz kardeşlerin her ikisinde birden görülmesi, şart değildir.
Kalıtım yoluyla belirli bir maddeye karşı alerji değil de, alerji oluşturma eğilimi geçer. Anne ya da babanın, örneğin süt ya da balığa karşı alerjik olması, alerjik bünyeli çocuklarının da bu maddeye karşı hassasiyet göstereceği anlamına gelmez. Çocuk, yumurta ya da kıllara karşı alerjik olabilir.
Astımın bir başka kavranması güç özelliği, her yaşta başlayabilmesi ya da kaybolabilmesidir. Astımlıların çoğunun, hastalığa küçük yaşta yakalanmalarına karşın, orta yaşlı biri de astıma yakalanabilir. Küçük astımlıların pek çoğunda hastalığın ilk gençlik yıllarında kaybolmasına karşın bazı durumlarda hastalık, kaybolduktan 10-20 yıl sonra yeniden ortaya çıkar.
Astım ve diğer alerjik tepkilerin görünür hiçbir neden olmadan ve düzensiz aralıklarla gelip gitmeleri, bilim adamlarını düşündürmektedir. Alerjinin ortaya çıkışı ve kayboluşu, hormon dengelerindeki değişmelere bağlı olabilir. Bu değişmeler kişinin özellikle çocukluk, ilk gençlik ve olgunluk yıllarında yoğundur. Ancak bu konuda kesin bir sonuca varılamamıştır
Deri testleri, kişilerin alerjik tepkilerini hiçbir zaman tümüyle yitirmediklerini gösterir. Bir maddeye karşı alerjik olan kişi, yıllarca hiçbir alerji belirtisi göstermese de, derisinin altına alerjik olduğu maddenin verilmesiyle yapılan deri testi, alerjinin sürmekte olduğunu gösterecektir. Deri testleri, kişiyi daha önce hiç rahatsız etmemiş olan ancak gelecekte edebilecek duyarlılıkların varlığını da gösterebilir.
Bilim adamları, günümüzde alerji konusundaki araştırmalara daha fazla zaman ayırmaktadır. Bu araştırmalar, daha önce kuşkulanılmayan pekçok maddenin, alerjen olabileceğini ve astım krizlerine yol açabileceğini ortaya çıkarmaktadır. Polen, astıma ve saman nezlesine neden olduğu belirlenen ilk alerjenlerden biridir. Her bitkinin poleni kendine özgüdür ve bir bitkinin polenine karşı alerjik olan kişi, diğer bitkilerinkine tepki göstermeyebilir. Ağaç ve otların polenleri, en yaygın alerjenlerdir. Yiyeceklerden yumurta ve balığın alerjen olabileceği uzun zamandır bilinir. Ancak süt, turunçgiller ve kuru yemişlerde alerjik tepkilere neden olabilir. Yakın geçmişte ilaçlar ve yiyecekler de alerjen olması olası maddeler listesine katılmışlardır. Bu maddelerin birçoğunun, alerjik reaksiyonlara ve astıma neden olduğu belirlenmiştir. Astımlıların, penisilin, aspirin ve yiyeceklere konulan katkı maddelerinden tartrazin ve sülfür diöksid maddelerini kullanmak konusunda dikkatli olmaları gerekir. Aspirin aldıktan sonra solunum güçlüğü çeken ya da kaşınan kişilerin, daha sonraki baş ağrılarında, bu tür sorunlara neden olmayan başka ilaçlar almaları gerekir. Her 100 kişiden yalnız 1'i aspirine karşı alerjiktir. Ancak doktorların, aspirinin neden olduğu astımı ne denli kolaylıkla strese bağlayabileceği, kolaylıkla anlaşılabilir. Aspirinin alerjen özelliği belirlenene dek, başağrısına neden olan stresin, astıma da neden olduğunu varsaymak daha tutarlı görünüyordu.
Son araştırmalar, bu tür sorunlu maddelerin en alerjen bölümlerinin de belirlenmesini sağlamıştır. Örneğin önceleri astımın evlerdeki en önemli nedeninin, toz olduğu düşünülüyordu. Sonra araştırmacılar tozun içindeki minik böceğin, tozun kendisinden çok daha fazla alerjen olduğunu belirlediler. Daha sonra sorunun % 95'inin, bu böceğin dışkısından kaynaklandığı belirlendi. Polen tozu büyüklüğündeki bu madde, hava akımlarıyla kolaylıkla çevreye yayılır.
Benzer biçimde kedi kürkündeki alerjen maddenin, kıllar değil de kedinin kürkü üzerinde bıraktığı salgı olduğu belirlenmiştir. Yine meyvelere karşı alerjik olanlar, çekirdekleri yememeleri durumunda sorunun azaldığını göreceklerdir. Çünkü çekirdeklerin, meyvenin diğer kısımlarından daha fazla alerjen olduğu belirlenmiştir.
Alerji konusu, hem hastalar hem de doktorlar için karmaşık ve şaşırtıcıdır. Buna karşın, astımın nedenlerini ancak kısmen açıklayabilir.
Astımın Stres ve diğer etkenleri
Doktorlar, geleneksel olarak astıma stres, sinir ya da üzüntünün neden olduğunu düşünmüşlerdir. Alerjilerin bilinmediği dönemde anlaşılmaz bir biçimde gelen ve kaybolan bu hastalığı başka türlü açıklamak mümkün görülmüyordu. Hastanın krizden önce stres-de değilse bile, kriz sırasında stresde olduğu varsayılabilirdi.
Tıp, yakın geçmişte astımın asıl nedeninin alerji olduğu kanısına varmıştır. Stres, ek bir neden, bardağı taşıran son damla olabilir, ancak hastalığın temel nedeni değildir.
Buna karşın duygusal sarsıntıların, astımda önemli bir rol oynayabileceği açıktır. En güçlü duygulardan biri, korkudur. Güçlü bir kriz, hastada boğulabileceği duygusunu uyandırır. Bu korku, bir sonraki krize dek sürebilir. Bir sonraki kriz daha az ciddi olsa bile, aynı derecede güçlü olduğu korkusu, krizin şiddetlenmesine neden olabilir.
Sınavlar, işyerinde anlaşmazlıklar, evde duygusal sarsıntılar, astım krizleri öncesinde yaşanan, tipik duygusal sarsıntılardır. Krizlere, bu tür sarsıntıların yaşanabileceği korkusunun neden olabildiği de bilinmektedir.
Stresle astım arasındaki ilişki, alerjiyle astım arasındaki ilişki kadar karmaşıktır. Astımlıların çoğu, korku ya da kızgınlığın bir krizi ağırlaştıracağından endişe duyarlar. Ancak astıma, yalnız olumsuz duygular neden olmaz. Bazı kişilerde nefes darlığı, gülerken ortaya çıkar. Stres, bir krizin kısa sürmesine de neden olabilir. Ünlü bir doktor, otomobil sürerken kriz geçirmeye başlamıştı. Bir tepenin doruğundayken otomobilinin vitesini geçiremeyince aracın denetimini, yitirdi. Tepeyi inip aracı yeniden denetimi altına aldığında astım krizi geçmişti. Öte yandan bazı astımlılar, müzik dinlemek ya da televizyonda iyi bir program izlemek gibi hoş duygusal deneyimlerin de, astım krizlerinin geçmesine katkıda bulunduğuna inanırlar.
Stresle ilgili başlıca sorun, asıl nefes alındığını etkilemesidir. Heyecanlanınca daha sık ve derin olmayan soluklar alırız. Bu, nefes yolundaki alerjiyle ilgili sorunlarla birleşirse, soluk almayı daha da güçleştirecektir.
Soluk alma düzenindeki değişiklikler, krizlere neden olabilir. Kahkaha, değişikliklere iyi bir örnek oluşturur. Ani egzersiz ya da ısı değişiklikleri de, krizlere neden olabilir. Özellikle soğuk havayla ani temaslar konusunda, dikkatli olmalıdır. Yine, bu etkenlerden herkesin nefes alma düzeninin etkilendiği açıktır. Ancak solunum yolları duyarlı olan astımlıların, bronşlarının etkilenmesi olasılığı daha yüksektir.
Sonuç olarak, astımın psikolojik bir hastalık olduğunu ileri sürmek ne denli yanlışsa, salt fiziksel bir rahatsızlık olduğunu savunmak da o denli yanlıştır. Birçok hastalık, hem beyin ve hem de bedenden
kaynaklanır. Bu, bağışıklık sistemini ilgilendiren rahatsızlıklar için özellikle doğrudur. Zihinleri ya da sinirleri yorgun olan kişilerin, nezle ya da gribe ne denli kolay yakalandıklarını, izlemişsinizdir. Yaşamımızın önemli bir bölümünde nezle ve grip virüsleriyle karşı karşıyayızdır. Ancak bu virüsler, bizi bağışıklık sistemimizin zayıf düştüğü zamanlarda etkilerler.
Astim Hastaligi Nedenleri Belirtileri
Astım Hastalığının Nedenleri, Astım Hastalığı Belirtileri
Astımın kaynağının ve özelliklerinin, bu yüzyıla dek iyi anlaşılmamasının en önemli nedeni, krizler yaratan maddelerin gözle görülemeyecek denli küçük olmalarıdır. Polen, bu maddelerin, en yaygın olarak bilinen örneğini oluşturur. Bazı astımlılar, gözle görülmeyecek denli minik böceklerin bulunduğu tuvalet ya da yatak odalarında krize yakalanabilirler. Astımlılar, kedi, köpek, kuş gibi ev hayvanlarının tüy ya da kıllarında yuvalanan maddelere karşı alerjik oldukları için, evde hayvan besleyemezler. Küf ya da mantarların havaya saldıkları minik sporlarda, astımlılar açısından sorun yaratabilirler. Bazı astımlıların eski, nemli evlerde kriz geçirmeleri, böyle açıklanabilir.
Bazı astımlılar, balık, süt, yumurta gibi yiyeceklere ya da yiyeceklere katılan, tartrazin gibi sarı boya ya da sülfür dioksid gibi koruyucu türü katkı maddelerine karşı alerjiktirler. Bir yiyeceği kokladığımız zaman o yiyeceğin milyonlarca molekülü, burnumuzdan içeri girer. Astımlılar, alerjik oldukları yiyecekleri ya da alerjik oldukları katkı maddelerini içeren yiyecekleri, kokladıkları ya da yedikleri zaman kriz geçirebilirler.
Astımlılar, örneğin ıslak boyanın, egsoz ya da sigara dumanının neden olduğu rahatsız edici kokulara karşı daha duyarlıdır. İlaçlar, özellikle penisilin, aspirin, aşılar ve uyuşturucu ilaçlar bile, astım krizlerine neden olabilir. Bazı hastaların alerjik olduğu, gereksiz bir sarı boya maddesini içeren ilacın bileşimi, kısa süre önce değiştirildi. İlaç, hastaları iyileştireceğine zarar veriyordu.
Solunum yollarında alerjik reaksiyonlara neden olarak astım krizlerine yol açan maddelerin yanı sıra, kimsenin kesin olarak anlayamadığı, krizlere neden olan başka maddeler de vardır. Bunlar arasında hava ısısının değişmesi, yorucu beden egzersizi ve kahkaha atmak gibi hoş olanlarını da içeren duygusal sarsıntılar sayılabilir.
Astımlılar alerjik olduklarını bildikleri yiyecek ve diğer maddelerden sakınarak kendilerini önemli ölçüde koruyabilirler. Beden egzersizlerinin neden olduğu krizler, egzersizden önce 10-30 dakika kadar koruyucu tedavi görerek ve beden kondisyonunu genel olarak yüksek tutarak, tümüyle giderilemese bile, azaltılabilir. Kendi kendine yardım yöntemleri, aşağıda ayrıntılarıyla anlatılacak.
Astımın kaynağının ve özelliklerinin, bu yüzyıla dek iyi anlaşılmamasının en önemli nedeni, krizler yaratan maddelerin gözle görülemeyecek denli küçük olmalarıdır. Polen, bu maddelerin, en yaygın olarak bilinen örneğini oluşturur. Bazı astımlılar, gözle görülmeyecek denli minik böceklerin bulunduğu tuvalet ya da yatak odalarında krize yakalanabilirler. Astımlılar, kedi, köpek, kuş gibi ev hayvanlarının tüy ya da kıllarında yuvalanan maddelere karşı alerjik oldukları için, evde hayvan besleyemezler. Küf ya da mantarların havaya saldıkları minik sporlarda, astımlılar açısından sorun yaratabilirler. Bazı astımlıların eski, nemli evlerde kriz geçirmeleri, böyle açıklanabilir.
Bazı astımlılar, balık, süt, yumurta gibi yiyeceklere ya da yiyeceklere katılan, tartrazin gibi sarı boya ya da sülfür dioksid gibi koruyucu türü katkı maddelerine karşı alerjiktirler. Bir yiyeceği kokladığımız zaman o yiyeceğin milyonlarca molekülü, burnumuzdan içeri girer. Astımlılar, alerjik oldukları yiyecekleri ya da alerjik oldukları katkı maddelerini içeren yiyecekleri, kokladıkları ya da yedikleri zaman kriz geçirebilirler.
Astımlılar, örneğin ıslak boyanın, egsoz ya da sigara dumanının neden olduğu rahatsız edici kokulara karşı daha duyarlıdır. İlaçlar, özellikle penisilin, aspirin, aşılar ve uyuşturucu ilaçlar bile, astım krizlerine neden olabilir. Bazı hastaların alerjik olduğu, gereksiz bir sarı boya maddesini içeren ilacın bileşimi, kısa süre önce değiştirildi. İlaç, hastaları iyileştireceğine zarar veriyordu.
Solunum yollarında alerjik reaksiyonlara neden olarak astım krizlerine yol açan maddelerin yanı sıra, kimsenin kesin olarak anlayamadığı, krizlere neden olan başka maddeler de vardır. Bunlar arasında hava ısısının değişmesi, yorucu beden egzersizi ve kahkaha atmak gibi hoş olanlarını da içeren duygusal sarsıntılar sayılabilir.
Astımlılar alerjik olduklarını bildikleri yiyecek ve diğer maddelerden sakınarak kendilerini önemli ölçüde koruyabilirler. Beden egzersizlerinin neden olduğu krizler, egzersizden önce 10-30 dakika kadar koruyucu tedavi görerek ve beden kondisyonunu genel olarak yüksek tutarak, tümüyle giderilemese bile, azaltılabilir. Kendi kendine yardım yöntemleri, aşağıda ayrıntılarıyla anlatılacak.
Astim Nedir Astim Hastaligi Hakkinda Bilgiler
Astım Nedir, Astım Hastalığı Hakkında Bilgi
Astım Hastalığı Nedir; her 26 kişiden birinin yakalandığı, oldukça yaygın bir hastalıktır. Akciğerleri etkileyerek soluk almayı güçleştirir. Genellikle aralıklı krizler biçiminde görülür. Krizler, kimi zaman ani olarak gelip, kısa sürede geçerler. Ama kimi zaman sorun, günler, haftalar hatta aylarca sürebilir. Bazı durumlarda astım, yılın belli zamanlarında ya da belli yerlerde görülebilir. Üzüntü ya da heyecanın neden olduğu stresler de, astıma neden olabilir.
Alerjilerin, insan bedeni üzerindeki garip etkileri, aşağıda ayrıntılı bir biçimde tartışılacak. Bu etkiler konusunda yeterli bilgi edinilmeden önce doktorlar, astıma kaygı ya da stresin neden olduğunu sanıyorlardı. Hastalık sık sık, akciğerlerdeki bronşların iltihaplanması anlamına gelen bronşitle de karıştırılıyordu. Astım konusunda bilmediğimiz, daha pek çok şey var. Ancak bugün doktorlar astımın, psikolojik ve fiziksel pek çok nedeni bulunduğunu ve her hastada bu nedenlerin farklı biçim ve ölçülerde etkili olduğunu belirlemişlerdir.
Astım krizinde, nefes borusunu ciğerlere bağlayan tüpler daralır. Bu tüplerden, her ciğerde yüzlerce vardır. Büyüklerine bronş, küçüklerine bronşit denilir. Tüplerin duvarlarında, açılıp kapanmalarını sağlayan kaslar vardır. Tüpler açıldığında hava, bu tüplerden geçerek ciğerlerdeki alveoli adı verilen minik hava keseciklerine dolar. Her ciğerde böyle milyonlarca hava keseceği vardır. Hava, bu keseciklerin ince duvarlarından geçerek kana karışır. Taze hava kana karışırken kanda, kan dolaşımı süresince birikmiş olan karbondioksid, nefes borusu yoluyla dışarı atılmak üzere hava keseciklerine doluşur.
Bir astım krizinde bronşit tüpleri, daralarak hastanın nefes vermesini engellerler. Bu, ciğerlerde biriken karbondioksidin dışarı atılmasını güçleştirir. Astımlılarda görülen nefes darlığı, kirli havayı dışarı atma çabasından başka bir şey değildir. Tüplerde aynı zamanda aşırı balgam birikmesi, sorunun daha da kötüleşmesine neden olur. Olağan zamanlarda solunum yollarına giren tozların ve diğer yabancı maddelerin dışarı atılmasına yardımcı olan balgam, tüplerin daha fazla tıkanmasına neden olur.
Solunum yollarındaki tüpler neden daralır? Tüm kaslar gibi, bu tüplerin açılıp kapanmasını sağlayan kasları da, bu kasların içindeki sinir uçlarının salgıladığı kimyasal maddeler denetler. İç kaslarımızı, sinir sisteminin iki dalı denetler: Bedeni harekete hazırlayan sempatik sinirlerle bedenin yavaşlamasını ve sakinleşmesini sağlayan parasempatik sinirler. Görevi, bedeni harekete hazırlamak olan adrenalin, solunum yollarını açarak ciğerlere daha fazla hava girmesini sağlar. Öte yandan parasempatik sinirler, kalp atışlarının yavaşlamasına ve solunum yollarının daralmasına neden olan asetil kolin adlı bir madde salgılar.
Bronşitlerin daralmasının nedenlerinden biri, asetil kolinin, solunum yollarındaki kaslar üzerinde yaptığı etkidir. Ancak solunum yolarının daralmasına ve balgam salgılanmasına neden olan bir başka doğal kimyasal madde vardır. Histamin adlı bu madde, böcek iğnelerinde bulunur ve bir böcek tarafından sokulan herkesin bildiği gibi şişmeye neden olur.
Şişme, hassas dokuların korunmasını sağlar. İyileşme sürecinin bir parçası olmasına karşın hoşa gitmez. Zarar gören alandaki kılcal damarcıkların açılmasını sağlayarak ve kandan hassas dokulara sıvı çekerek şişmeye neden olan, histamindir.
Astımı olmayan kişiler de içlerine çektikleri yabancı maddelere karşı aynı tepkiyi göstererek bu maddeleri öksürük yoluyla dışarı atmaya çalışırlar. Astımlıların bu nedenle daha fazla sıkıntı çekmeleri, bazı maddelere karşı aşırı duyarlı olmalarından kaynaklanır. Bir başka deyişle astımlar, alerjiktir.
Belirtilerinin benzerliği nedeniyle sık sık astımla karıştırılan bronşite, alerji değil, solunum yollarının şişmesi neden olur. Şişmenin nedeni iltihap, sigara, toz yutma ya da hava kirliliği olabilir. Nemli ve soğuk hava, bronşitin daha ağırlaşmasına yol açar. İnsanlar, kış aylarında solunum yolları iltihaplarını kapmaya daha yatkındır. Akut bronşit, bir virüs enfeksiyonunun ciğerlere yayılması durumunda, kronik bronşit ise, uzun süre rahatsızlanan bronşların, zarar görerek daralması sonucunda ortaya çıkar.
Astım krizleri, yılın her döneminde görülebilir: Ancak astımlıların birçoğu, soğuk ve nemli havalarda daha az rahatsızlanırlar sıcak ve kuru havalarda kötüleşirler. Havada bahar ve yaz aylarında daha bol bulunan polene karşı alerjik olan genç astımlılar için bu, özellikle doğrudur. Yaşlıların, aynı zamanda hem astım ve hem de bronşit olmaları, oldukça sık rastlanan bir durumdur.
Yaşlı astımlıların burunlarında kimi zaman küçük et benleri oluşur. Polip adı verilen bu benler, burnun iç yüzeyini saran hassas ince zarların şişmesîyle oluşur. Koklama yetisinin azalmasına neden olmalarına ve burundan nefes almayı kısıtlamalarına karşın genelde zararsızdırlar. Operasyonla kolaylıkla alınabilirler.
Astım Hastalığı Nedir; her 26 kişiden birinin yakalandığı, oldukça yaygın bir hastalıktır. Akciğerleri etkileyerek soluk almayı güçleştirir. Genellikle aralıklı krizler biçiminde görülür. Krizler, kimi zaman ani olarak gelip, kısa sürede geçerler. Ama kimi zaman sorun, günler, haftalar hatta aylarca sürebilir. Bazı durumlarda astım, yılın belli zamanlarında ya da belli yerlerde görülebilir. Üzüntü ya da heyecanın neden olduğu stresler de, astıma neden olabilir.
Alerjilerin, insan bedeni üzerindeki garip etkileri, aşağıda ayrıntılı bir biçimde tartışılacak. Bu etkiler konusunda yeterli bilgi edinilmeden önce doktorlar, astıma kaygı ya da stresin neden olduğunu sanıyorlardı. Hastalık sık sık, akciğerlerdeki bronşların iltihaplanması anlamına gelen bronşitle de karıştırılıyordu. Astım konusunda bilmediğimiz, daha pek çok şey var. Ancak bugün doktorlar astımın, psikolojik ve fiziksel pek çok nedeni bulunduğunu ve her hastada bu nedenlerin farklı biçim ve ölçülerde etkili olduğunu belirlemişlerdir.
Astım krizinde, nefes borusunu ciğerlere bağlayan tüpler daralır. Bu tüplerden, her ciğerde yüzlerce vardır. Büyüklerine bronş, küçüklerine bronşit denilir. Tüplerin duvarlarında, açılıp kapanmalarını sağlayan kaslar vardır. Tüpler açıldığında hava, bu tüplerden geçerek ciğerlerdeki alveoli adı verilen minik hava keseciklerine dolar. Her ciğerde böyle milyonlarca hava keseceği vardır. Hava, bu keseciklerin ince duvarlarından geçerek kana karışır. Taze hava kana karışırken kanda, kan dolaşımı süresince birikmiş olan karbondioksid, nefes borusu yoluyla dışarı atılmak üzere hava keseciklerine doluşur.
Bir astım krizinde bronşit tüpleri, daralarak hastanın nefes vermesini engellerler. Bu, ciğerlerde biriken karbondioksidin dışarı atılmasını güçleştirir. Astımlılarda görülen nefes darlığı, kirli havayı dışarı atma çabasından başka bir şey değildir. Tüplerde aynı zamanda aşırı balgam birikmesi, sorunun daha da kötüleşmesine neden olur. Olağan zamanlarda solunum yollarına giren tozların ve diğer yabancı maddelerin dışarı atılmasına yardımcı olan balgam, tüplerin daha fazla tıkanmasına neden olur.
Solunum yollarındaki tüpler neden daralır? Tüm kaslar gibi, bu tüplerin açılıp kapanmasını sağlayan kasları da, bu kasların içindeki sinir uçlarının salgıladığı kimyasal maddeler denetler. İç kaslarımızı, sinir sisteminin iki dalı denetler: Bedeni harekete hazırlayan sempatik sinirlerle bedenin yavaşlamasını ve sakinleşmesini sağlayan parasempatik sinirler. Görevi, bedeni harekete hazırlamak olan adrenalin, solunum yollarını açarak ciğerlere daha fazla hava girmesini sağlar. Öte yandan parasempatik sinirler, kalp atışlarının yavaşlamasına ve solunum yollarının daralmasına neden olan asetil kolin adlı bir madde salgılar.
Bronşitlerin daralmasının nedenlerinden biri, asetil kolinin, solunum yollarındaki kaslar üzerinde yaptığı etkidir. Ancak solunum yolarının daralmasına ve balgam salgılanmasına neden olan bir başka doğal kimyasal madde vardır. Histamin adlı bu madde, böcek iğnelerinde bulunur ve bir böcek tarafından sokulan herkesin bildiği gibi şişmeye neden olur.
Şişme, hassas dokuların korunmasını sağlar. İyileşme sürecinin bir parçası olmasına karşın hoşa gitmez. Zarar gören alandaki kılcal damarcıkların açılmasını sağlayarak ve kandan hassas dokulara sıvı çekerek şişmeye neden olan, histamindir.
Astımı olmayan kişiler de içlerine çektikleri yabancı maddelere karşı aynı tepkiyi göstererek bu maddeleri öksürük yoluyla dışarı atmaya çalışırlar. Astımlıların bu nedenle daha fazla sıkıntı çekmeleri, bazı maddelere karşı aşırı duyarlı olmalarından kaynaklanır. Bir başka deyişle astımlar, alerjiktir.
Belirtilerinin benzerliği nedeniyle sık sık astımla karıştırılan bronşite, alerji değil, solunum yollarının şişmesi neden olur. Şişmenin nedeni iltihap, sigara, toz yutma ya da hava kirliliği olabilir. Nemli ve soğuk hava, bronşitin daha ağırlaşmasına yol açar. İnsanlar, kış aylarında solunum yolları iltihaplarını kapmaya daha yatkındır. Akut bronşit, bir virüs enfeksiyonunun ciğerlere yayılması durumunda, kronik bronşit ise, uzun süre rahatsızlanan bronşların, zarar görerek daralması sonucunda ortaya çıkar.
Astım krizleri, yılın her döneminde görülebilir: Ancak astımlıların birçoğu, soğuk ve nemli havalarda daha az rahatsızlanırlar sıcak ve kuru havalarda kötüleşirler. Havada bahar ve yaz aylarında daha bol bulunan polene karşı alerjik olan genç astımlılar için bu, özellikle doğrudur. Yaşlıların, aynı zamanda hem astım ve hem de bronşit olmaları, oldukça sık rastlanan bir durumdur.
Yaşlı astımlıların burunlarında kimi zaman küçük et benleri oluşur. Polip adı verilen bu benler, burnun iç yüzeyini saran hassas ince zarların şişmesîyle oluşur. Koklama yetisinin azalmasına neden olmalarına ve burundan nefes almayı kısıtlamalarına karşın genelde zararsızdırlar. Operasyonla kolaylıkla alınabilirler.
Tup Bebek Nedir Tedavisi Hakkinda
Tüp Bebek Nedir, Tüp Bebek Tedavisi Hakkında Bilgiler
Tüp bebek veya bilimsel adı ile "invitro fertilizasyon ve embiryo transferi" olayı tıbbın son 15 yıl önce başlayan bir uğraşısıdır.
Dünyada İlk Tüp Bebek 1978 yılında Louise Brovvn adlı bir tüp bebek çocuğun veya kızın doğumu, olayın başarı ile sonuçlanan ilk çalışmasıdır. Bu çocuk, bu konuda büyük emeği olan Dr. Edvvards ve Dr. Stepto'nın yıllarca başka hekimlerden oluşan gruplarıyla beraber çalışmaları sonucunda kazanılmıştır. Daha sonra bu tip çalışmalar dünyanın çeşitli tıp merkez-jerine yayılmıştır. Şu anda Almanya, Amerika, Avustralya, Avusturya, İsrail gibi ülkelerden sonuçlar yayınlanmaktadır.
Elde edilen sağlıklı bebekler gözönünde bulundurulursa, Avustralya'da Melborn grubunun çok başarılı olduğu görülmektedir. Bu grup yayınlara göre sağlıklı çocuklar elde etmiştir.
Hiçbir başka çare kalmaz ve tedavi olanağı bulunmazsa bir karı-kocanın çocuk sahibi olabilmesi için en son yol, bu yoldur.
Tüp bebek yapma çabası gösterilen vakalar başta tubanın tıkanıklığı ve tubanın yapışıklıkları olmak üzere aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
40 yaşın üstündeki anneler, yumurtalık yapışıklıkları, âdet azlığı, karın içi iltihabı, babada sperm yetersizliği, idyopatik kısırlık dediğimiz sebebi bilinmeyen kısırlık vakaları, v.b...
Tüp Bebek Aşamaları, Tüp Bebek Nasıl Yapılır
1- Anneden yumurta elde etmek,
2-Anne yumurtalığından alınan yumurta ile babadan alınan erkek tohum hücreleri (sperm) karşılaştırılarak laboratuarda döllenme,
3- Laboratuvar döllenmesini izleyerek çocuğun ilk oluş hücrelerini görmek,
4- Anneyi laboratuvarda hazırlanmış döllenmiş yumurtayı gebelik olarak taşımaya hazırlamak,
5- Laboratuvarda hazırlanmış döllenmiş yumurtayı annenin rahimi-ne nakletmek, (son günlerde Amerika'da bunun doğrudan tubaya nakli ile sağlıklı çocuklar elde edilmiştir).
6- Gebeliği izlemek,
7- Çocuğu doğurtmak.
Bu safhaları sıraladıktan sonra aynı sıraya göre olayı izleyerek hikâye edelim.
Yumurta hücresi, kadın bu olaya doğal olarak hazırsa veya kadında yumurtlayacak ilaçlar kullanılarak elde edilir. Yumurtanın yumurtalıkta oluştuğu ve yumurtlamaya hazır olduğu, kadının idrarında hormon analizleri yapılarak izlenir (östrojen hormonu, LH).
Bu gaye için kan hormonlarından istifade eden klinikler de vardır. Yumurtanın yumurtalıkta olgunlaştığının anlaşılmasının başka bir yolu da Ultrasonografi yöntemidir. Bu yöntemle de yardımcı olarak yumurtanın olgunlaştığı değerlendirilebilir. Olgunlaştığı saptanan yumurta laporoskopi altında yumurtalıktaki yumurtanın yuvasına sokulan ince kanüllerle aspire edilip laboratuvar kabının içine alınır. Laboratuvar kabının içinde daha önce hazırlanmış özel bir sıvı (annenin serumu, özel besleyici maddeler, antibiyotikler) vardır.
Bu sıvı içinde yumurta 5-6 saat bekletildikten sonra mikroskobik değerlendirme ile döllenmeye hazır olduğu görülürse, erkeğin spermleri ile karşılaştırılır. Bugünkü bilgilerimize göre ortalama sperm sayısı 50 bin -100 bin arasında olmalı ve spermlerin de en az yüzde 10'u hareketli olmalıdır. Laboratuvar kabı içinde döllenme meydana geldikten sonra bu döllenmiş yumurta, anne rahiminin içine rîakledilir. Beklenme süresindeki amaç, çocuğun ilk oluş safhalarını görmektir. Başka bir deyişle döllenmiş yumurta tek hücreyken 2 hücre haline, 4 hücre haline, 8 hücre haline, 16 hücre haline gelir.
İşte bu safhaların sonunda taşıma işlemi yapılır. Anne rahimine tüpteki çocuk eskiden kamın içinde yapılırken, son zamanlarda özel sonda ve borular kullanılarak aşağıdan rahimin ağzından yapılmaya başlanmıştır.
Son çalışmalarda döllenmiş yumurtayı tuba içine vererek gebeliğin devamı sağlanmıştır.
Yukarıdan anlatılanlardan da görüleceği gibi bu olay 12 - 20 saat içinde gerçekleşmektedir. Bu safhada önemli nokta, annenin de bu .nakledilen bebeği taşıyacak hormonal gebelik kapasitesine sahip olmasıdır.
Bu safhada eğer annenin hormonal yetersizliği söz konusu ise, anneye takviye hormonlar verilebilir.
Olayın en güç, en başarısız safhası kuşkusuz bundan sonrasıdır.
Anne çoğunlukla gebeliği tam oluşturmayabilir, oluştursa bile düşükle sonuçlanabilir.
Sağlıklı miadına kadar gelen gebelikler elde etme oranı oldukça düşüktür. Dünyanın birçok tarafında yıllarca uğraştıkları halde sonuç elde edilmemiş tüp bebek merkezleri vardır.
Öte yandan, Avustralya gibi tüp bebek merkezleri bu konuda iddialı olup, miadında gebelik elde etme oranlarının (tüp bebek) yüzde 8'e kadar varıldığını ileri sürmektedirler.
Görüldüğü gibi, tüp bebek elde etmek son derce meşakkatli ve sabır isteyen bir olaydır. Başarı elde edilmedikçe tekrar edilir. Bunun için de hastaya defalarca laparoskopi yapmak gerekebilir.
Tüp bebek veya bilimsel adı ile "invitro fertilizasyon ve embiryo transferi" olayı tıbbın son 15 yıl önce başlayan bir uğraşısıdır.
Dünyada İlk Tüp Bebek 1978 yılında Louise Brovvn adlı bir tüp bebek çocuğun veya kızın doğumu, olayın başarı ile sonuçlanan ilk çalışmasıdır. Bu çocuk, bu konuda büyük emeği olan Dr. Edvvards ve Dr. Stepto'nın yıllarca başka hekimlerden oluşan gruplarıyla beraber çalışmaları sonucunda kazanılmıştır. Daha sonra bu tip çalışmalar dünyanın çeşitli tıp merkez-jerine yayılmıştır. Şu anda Almanya, Amerika, Avustralya, Avusturya, İsrail gibi ülkelerden sonuçlar yayınlanmaktadır.
Elde edilen sağlıklı bebekler gözönünde bulundurulursa, Avustralya'da Melborn grubunun çok başarılı olduğu görülmektedir. Bu grup yayınlara göre sağlıklı çocuklar elde etmiştir.
Hiçbir başka çare kalmaz ve tedavi olanağı bulunmazsa bir karı-kocanın çocuk sahibi olabilmesi için en son yol, bu yoldur.
Tüp bebek yapma çabası gösterilen vakalar başta tubanın tıkanıklığı ve tubanın yapışıklıkları olmak üzere aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
40 yaşın üstündeki anneler, yumurtalık yapışıklıkları, âdet azlığı, karın içi iltihabı, babada sperm yetersizliği, idyopatik kısırlık dediğimiz sebebi bilinmeyen kısırlık vakaları, v.b...
Tüp Bebek Aşamaları, Tüp Bebek Nasıl Yapılır
1- Anneden yumurta elde etmek,
2-Anne yumurtalığından alınan yumurta ile babadan alınan erkek tohum hücreleri (sperm) karşılaştırılarak laboratuarda döllenme,
3- Laboratuvar döllenmesini izleyerek çocuğun ilk oluş hücrelerini görmek,
4- Anneyi laboratuvarda hazırlanmış döllenmiş yumurtayı gebelik olarak taşımaya hazırlamak,
5- Laboratuvarda hazırlanmış döllenmiş yumurtayı annenin rahimi-ne nakletmek, (son günlerde Amerika'da bunun doğrudan tubaya nakli ile sağlıklı çocuklar elde edilmiştir).
6- Gebeliği izlemek,
7- Çocuğu doğurtmak.
Bu safhaları sıraladıktan sonra aynı sıraya göre olayı izleyerek hikâye edelim.
Yumurta hücresi, kadın bu olaya doğal olarak hazırsa veya kadında yumurtlayacak ilaçlar kullanılarak elde edilir. Yumurtanın yumurtalıkta oluştuğu ve yumurtlamaya hazır olduğu, kadının idrarında hormon analizleri yapılarak izlenir (östrojen hormonu, LH).
Bu gaye için kan hormonlarından istifade eden klinikler de vardır. Yumurtanın yumurtalıkta olgunlaştığının anlaşılmasının başka bir yolu da Ultrasonografi yöntemidir. Bu yöntemle de yardımcı olarak yumurtanın olgunlaştığı değerlendirilebilir. Olgunlaştığı saptanan yumurta laporoskopi altında yumurtalıktaki yumurtanın yuvasına sokulan ince kanüllerle aspire edilip laboratuvar kabının içine alınır. Laboratuvar kabının içinde daha önce hazırlanmış özel bir sıvı (annenin serumu, özel besleyici maddeler, antibiyotikler) vardır.
Bu sıvı içinde yumurta 5-6 saat bekletildikten sonra mikroskobik değerlendirme ile döllenmeye hazır olduğu görülürse, erkeğin spermleri ile karşılaştırılır. Bugünkü bilgilerimize göre ortalama sperm sayısı 50 bin -100 bin arasında olmalı ve spermlerin de en az yüzde 10'u hareketli olmalıdır. Laboratuvar kabı içinde döllenme meydana geldikten sonra bu döllenmiş yumurta, anne rahiminin içine rîakledilir. Beklenme süresindeki amaç, çocuğun ilk oluş safhalarını görmektir. Başka bir deyişle döllenmiş yumurta tek hücreyken 2 hücre haline, 4 hücre haline, 8 hücre haline, 16 hücre haline gelir.
İşte bu safhaların sonunda taşıma işlemi yapılır. Anne rahimine tüpteki çocuk eskiden kamın içinde yapılırken, son zamanlarda özel sonda ve borular kullanılarak aşağıdan rahimin ağzından yapılmaya başlanmıştır.
Son çalışmalarda döllenmiş yumurtayı tuba içine vererek gebeliğin devamı sağlanmıştır.
Yukarıdan anlatılanlardan da görüleceği gibi bu olay 12 - 20 saat içinde gerçekleşmektedir. Bu safhada önemli nokta, annenin de bu .nakledilen bebeği taşıyacak hormonal gebelik kapasitesine sahip olmasıdır.
Bu safhada eğer annenin hormonal yetersizliği söz konusu ise, anneye takviye hormonlar verilebilir.
Olayın en güç, en başarısız safhası kuşkusuz bundan sonrasıdır.
Anne çoğunlukla gebeliği tam oluşturmayabilir, oluştursa bile düşükle sonuçlanabilir.
Sağlıklı miadına kadar gelen gebelikler elde etme oranı oldukça düşüktür. Dünyanın birçok tarafında yıllarca uğraştıkları halde sonuç elde edilmemiş tüp bebek merkezleri vardır.
Öte yandan, Avustralya gibi tüp bebek merkezleri bu konuda iddialı olup, miadında gebelik elde etme oranlarının (tüp bebek) yüzde 8'e kadar varıldığını ileri sürmektedirler.
Görüldüğü gibi, tüp bebek elde etmek son derce meşakkatli ve sabır isteyen bir olaydır. Başarı elde edilmedikçe tekrar edilir. Bunun için de hastaya defalarca laparoskopi yapmak gerekebilir.
Sperm Bankasi Turkiye Suni Dollenme
Sperm Bankası, Sperm Bank Türkiye
ilk olarak 1953 yılında, spermin —79 santigrat derecede dondurulup bir süre depolandıktan sonra yeniden sulandırılarak kullanılabilmesi kısırlık tedavisinde büyük bir kolaylık sağlamıştır. Bu yöntem giderek geliştirilmiş ve sonunda çeşitli özelliklerdeki spermlerin gruplandırılarak saklandığı sperm bankaları olu şmuştur. Daha önce yukarda açıkladığımız gibi sayıca olarak yetersiz spermler de bu şekilde saklanarak biriktirilir veya konsantre edilir ve daha sonra da suni döllenme için kullanılır.
Spermlerin —79 santigrat dereceye kadar soğutulması ve spermlerin saklanacağı ortam özellik taşıyan teknikler gerektirmektedir.
Böyle dondurulmuş spermlerle gebelik elde edilebilme şansı yaklaşık üçte bir oranındadır.
Kısırlıkta bağışıklık faktörünün düzeltilmesi
Kısırlık nedenleri arasında bağışıklık olaylarının da sorumlu olabileceğinden daha önce söz etmiştik. Eğer kadında erkeğin spermlerine karşı bir bağışıklık gelişmişse, yaklaşık 3-6 ay kadar kadının sperm ile ilişkisi kesilir. Bu tedavide böyle çiftlerin kaput (prezervatif) ile ilişkide bulunmaları ve 3-6 aylık dönem sonunda da, sadece kadının yu^ murtlama günlerinde kaputsuz birleşmeleri önerilir. Bu yöntemi uygulayan kısır çiftlerin yaklaşık yüzde 60'ında ilk 3 ay içinde gebelik olma şansı vardır.
Suni döllenme (Artifisyel İnseminasyon) Sunni Döllenme
Kısır çiftlerde, kısırlık nedeni sadece erkek döl hücrelerine aitse ve kadının doğurması için bir başka neden yoksa, böyle çiftler, suni döllenmeyle çocuk sahibi olabilmektedir.
Suni döllenme iki şekilde yapılabilir. Ya kadının kendi kocasının ya da bir başka erkeğin sağlıklı spermleri kullanılır.
Kadının kendi kocasının spermlerinin kullanılması yukardaki açıklamaya ters düşebilir. Fakat bazı hallerde bu durum söz konusudur, Çünkü bazı erkeklerde sorun "impotans" olabilir. Yani penis sertleşmemekte ve cinsel birleşme olamamaktadır, halbaki spermler sağlıklıdır. Bazı tip erkeklerde de spermler sağlıklı, fakat miktar olarak yetersizdir. Böyle yetersiz miktardaki spermler biriktirilerek, normal sayıya ulaşılır ve suni döllenme yapılabilir.
Suni döllenme işlemi kadının ovülasyon gününden bir gün önce, ovülasyon gününde ve ovülasyon gününden bir gün sonra olmak üzere arka arkaya 3 gün yapılır. Kullanılacak spermler bir enjektör yardımıyla yavaş olarak ya rahim ağzına bırakılır ya da çanak biçiminde ufak bir kaba konarak rahim ağzının önüne konur ve spermlerin rahim içine kendiliklerinden geçmeleri sağlanır. Suni döllenme, gebelik oluşana kadar her ay yenilenir.
ilk olarak 1953 yılında, spermin —79 santigrat derecede dondurulup bir süre depolandıktan sonra yeniden sulandırılarak kullanılabilmesi kısırlık tedavisinde büyük bir kolaylık sağlamıştır. Bu yöntem giderek geliştirilmiş ve sonunda çeşitli özelliklerdeki spermlerin gruplandırılarak saklandığı sperm bankaları olu şmuştur. Daha önce yukarda açıkladığımız gibi sayıca olarak yetersiz spermler de bu şekilde saklanarak biriktirilir veya konsantre edilir ve daha sonra da suni döllenme için kullanılır.
Spermlerin —79 santigrat dereceye kadar soğutulması ve spermlerin saklanacağı ortam özellik taşıyan teknikler gerektirmektedir.
Böyle dondurulmuş spermlerle gebelik elde edilebilme şansı yaklaşık üçte bir oranındadır.
Kısırlıkta bağışıklık faktörünün düzeltilmesi
Kısırlık nedenleri arasında bağışıklık olaylarının da sorumlu olabileceğinden daha önce söz etmiştik. Eğer kadında erkeğin spermlerine karşı bir bağışıklık gelişmişse, yaklaşık 3-6 ay kadar kadının sperm ile ilişkisi kesilir. Bu tedavide böyle çiftlerin kaput (prezervatif) ile ilişkide bulunmaları ve 3-6 aylık dönem sonunda da, sadece kadının yu^ murtlama günlerinde kaputsuz birleşmeleri önerilir. Bu yöntemi uygulayan kısır çiftlerin yaklaşık yüzde 60'ında ilk 3 ay içinde gebelik olma şansı vardır.
Suni döllenme (Artifisyel İnseminasyon) Sunni Döllenme
Kısır çiftlerde, kısırlık nedeni sadece erkek döl hücrelerine aitse ve kadının doğurması için bir başka neden yoksa, böyle çiftler, suni döllenmeyle çocuk sahibi olabilmektedir.
Suni döllenme iki şekilde yapılabilir. Ya kadının kendi kocasının ya da bir başka erkeğin sağlıklı spermleri kullanılır.
Kadının kendi kocasının spermlerinin kullanılması yukardaki açıklamaya ters düşebilir. Fakat bazı hallerde bu durum söz konusudur, Çünkü bazı erkeklerde sorun "impotans" olabilir. Yani penis sertleşmemekte ve cinsel birleşme olamamaktadır, halbaki spermler sağlıklıdır. Bazı tip erkeklerde de spermler sağlıklı, fakat miktar olarak yetersizdir. Böyle yetersiz miktardaki spermler biriktirilerek, normal sayıya ulaşılır ve suni döllenme yapılabilir.
Suni döllenme işlemi kadının ovülasyon gününden bir gün önce, ovülasyon gününde ve ovülasyon gününden bir gün sonra olmak üzere arka arkaya 3 gün yapılır. Kullanılacak spermler bir enjektör yardımıyla yavaş olarak ya rahim ağzına bırakılır ya da çanak biçiminde ufak bir kaba konarak rahim ağzının önüne konur ve spermlerin rahim içine kendiliklerinden geçmeleri sağlanır. Suni döllenme, gebelik oluşana kadar her ay yenilenir.
Rahim Kisirlik Nedenleri ve Tedavisi
Rahim ağzına ait kısırlık nedenlerinin tedavisi
Burada bozukluk bizzat rahim ağzına ait olabileceği gibi, rahim ağzı salgısına da ait olabilir. Eğer bozukluk rahim ağzında doğumsal bir yapı bozukluğu ise, tedavisi operasyonla düzeltme işlemidir. Bazı hallerde de rahim ağzı kanalında bir darlık, bir tümör veya yapışıklık söz konusu olabilir. Böyle bir durumun tedavisi ise basit bir müdahale ile mümkündür.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, bazı kadınlar gebe kalırlar, fakat belirli bir aydan sonra düşük yaparlar. Daha sonra yapılan tetkiklerle arka arkaya yapılan bu düşüklerin nedeni rahim ağzı yetmezliği ise ona uygun bir tedavi tipi seçilir. Burada uygulanan tedavi, bir torba ağzının büzülmesi gibi, rahim ağzının büzülmesidir. Genellikle gebeliğin 14-16 haftası civarında böyle rahim ağzı iple büzülerek zamansız açılması ve dolayısıyla düşükler önlenir. Doğum zamanında ise bu kesilerek çıkarılır ve rahim ağzının açılmasını engelleyen faktör ortadan kaldırılmış olur, normal doğum gerçekleşir.
Rahim ağzını ilgilendiren iltihaplı hastalıklar da kısırlık nedenidir. Burada iltihabın varlığı, hem spermlerin ölmesinde rol alırlar ve hem de rahim ağzı salgısının yapısını bozarlar. Böyle hallerde kronik bir rahim ağzı iltihabı söz konusu olabilir ve halk arasında rahim ağzı yarası adını alır. Tedavisi ise rahim ağzının elektrokoterizasyonu ve koni-zasyonudur(yani yakılmasıdır). Basit bir iltihap ise ilaçla tedavi edilebilir.
Rahim ağzında hiçbir bozukluk olmadan, iltihap olmadan da sadece rahim ağzı salgısının kalitesinin bozukluğu veya miktarının azlığı kısırlık nedeni olabilir. Bu durum genellikle hormonal bir yetersizlik sonucu olup ona göre uygun bir tedavi uygulanır.
Rahime ait kısırlık nedenlerinin tedavisi
Rahimin de doğumsal bozuklukları ya da sonradan oluşan hastalıkları kısırlık nedenleri arasındadır.
Doğumsal, yani yapısal bozukluklar (rahimin çift oluşu, bölmeli oluşu veya boynuzlu oluşu gibi) ancak ameliyatla düzeltilebilir. Fakat böyle kadınlar gebe kalabilirler, ancak gebelikleri düşükle sonlanabilir, sonuçta çocuk sahibi olamazlar. Eğer bozukluk hafif derecede ise normal bir kadın gibi, istedikleri kadar çocuk sahibi olmaları da mümkündür. Bozukluğun şiddeti arttıkça, paralel olarak sonuç da değişir, gebe kalır fakat düşükle sonlanır veya gebe dahi kalamaz. Böyle gebe kalabilen, fakat düşüklerle gebelikleri sonlanan kadınlara plastik biroperasyon yapılarak, rahimdeki bu doğumsal olan bozukluk düzeltilir, yani rahim için boşluğu normal yapısına getirilir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, rahimin arkaya dönük oluşu ya da ters oluşu kısırlık nedeni değildir. Yapılan muayeneler sonucu başka bir neden ortaya çıkarılamazsa ancak o zaman rahimin ters oluşu kısırlık nedeni olarak kabul edilebilir ve operasyon ile bu terslik düzeltilebilir.
Bu anatomik bozukluklardan başka rahim iç örtüsünün iltihapları, tümörleri de kısırlık nedeni olduğundan tedavi edilmelidir.
Rahime ait kısırlık faktörleri arasında önemli bir yeri olan bozukluklardan biri de rahim iç örtüsünün (endometrium) gebelik için yeterli özelliklere sahip olmamasıdır. Bu hormonal bir bozukluğun sonucu olup, tedavisi de ona göredir.
Fallup borularına (tüplere) ilişkin kısırlık nedenlerinin tedavisi
Bugünkü bilgilerimize göre tüplerin kapalı oluşu ya da geçirilmiş operasyon veya iltihaplı hastalıklar sonucu yapışıklıklar oluşu veya fonksiyon bozukluğu, başta gelen kısırlık nedenleri arasındadır. Gebe kalamayan yaklaşık 4-5 kadından birinde tüplerle ilgili bozukluklar vardır. Burada bir diğer grubu da, daha önce doğum kontrolü amacıyla tüplerini bağlatmış, fakat daha sonra çeşitli nedenlerle çocuk doğurmaya karar vermiş kadınlar oluşturur. Böyle kadınlara operasyonla yardımcı olmak ve kısırlıklarını çözmek mümkündür. Son yıllara kadar bu tür ameliyatlar, diğerleri gibi çıplak gözle yapılmakta idi. Fakat günümüzde bu tür ameliyatlar mikroskop altında gerçekleştirilmektedir. Çünkü, operasyon uygulanan tüplerin kalınlığı ancak milimetre bo-yutlarındadırve çok ince aletler ve iplikler kullanılmalıdır. Bu şartlarda da başarı şansı yaklaşık 3-4 misli artmaktadır. Şimdi kısaca mikro-cerrahiden bahsedelim.
Yumurtlaması olmayan veya yumurtlama bozukluğu olan kadınların tedavisi
Bütün yumurtlayan kadınlar düzenli âdet görürler veya yumurtla-: ması olmayan kadınlarda muhakkak âdet bozukluğu vardır demek yanlış olur. Başka bir deyişle yumurtlama ile âdetin kesin ilişkisi vardır* demek doğru olmaz.
Ancak çoğunlukla hiç âdet görmemek veya düzensiz âdet görmek, yumurtlama bozukluğunun belirtilerinden sayılabilir.
Konuyu iki düzeyde ele almak istiyoruz.
Birincisi hiç yumurtlamamanın tedavisi, ikincisi ise yumurtlama olduğu halde yumurtanın döllenebilmesi için yeterli hormon desteğine sahip olmadığı durum (korpus luteum yetersizliği).
Bu iki durum daha evvel de belirttiğimiz gibi 5 noktanın bozukluğuna bağlı olabilir.
Birinci nokta hipotalamustur. Beyinin bu bölgesi normal fonksiyonlarını yerine getirmez. "Gonadotropin riziling" faktör dediğimiz nöro-hormonu üretmez ve dağıtmaz ise hem yumurtlamak, hem de âdet görmek mümkün değildir.
Bu noktadaki bozukluğun tedavisi için günümüzde bu nörohormon yerine konarak yumurtlama sağlanabilmektedir. Bu nörohormon bir âdet süresince kandaki düzeyi açısından yükselmeler, alçalmalar gösterir.
O nedenle bu hormon vücuda bağlanan özel pompa ile devamlı olarak verilerek tedavi sağlanmaktadır.
Hipotalamusta yapılan PRL (prolaktin) ifraz edici veya durdurucu nörohormonun pratikte özel bir tedavisi yoktur. Bu noktadan olan bozukluklar endirekt olarak hipofiz seviyesinde düzeltilmeye çalışılır.
İkinci nokta hipofiz bezidir. Bu bezin bir bölümü veya tümü çalışmayabilir. O takdirde gene çalışmayan bölümünün yaptığı hormon gene dışarıdan verilebilir. Bunun için yumurtlama sağlamak amacı ile bazı hayvanların idrar ve serumlarından elde edilen hormonlar kullanıldığı gibi doğrudan doğruya insan hipofizinden elde edilen hormonlar veya menapoza girmiş kadının idrarından elde edilmiş hormonlar da kullanılabilir.
Bu ilaçlar tıpkı insanın kendi hormonuymuş gibi belirli aralıklarla verilerek kullanılabilir (HCG), (HMG). Son 20 yılda "klomifen sitrat" adlı ilaç özellikle hipotalamusa etkisiyle, hipofizi uyararak yumurtlama ama-cı ile hormon ürettiği anlaşılmış olduğundan bu amaçla kullanılmaktadır.
Ancak klomifen sitrat kullanılırken daha önce belirttiğimiz LH hormonunun yerini tutan HCG (humen koryonik gonodotropin, insan sonundan, plasentasından elde edilen hormon) hormonu tarafından takviye edilerek kullanılır.
Ayrıca son yıllarda klomifen sitrata benzer etkileri olan başka ilaçlar da üretilmiş ve kullanılmaktadır (Siklofenil, epimesterol, tamoksi-fen v.b.). Bu konuda en etkili ve en çok kullanılan ilaç, klomifen sitrattır.
Ancak bütün bu ilaçlar kesinlikle doktor kontrolunda alınmalıdır. Ciddi yan etkileri olabileceğinden ve de ayrıca hangi sıra ile kullanılmasının lazım geldiğinin sağlanması nedeniyle, doktor kontrolü kaçınılmazdır. En çok meydana gelen yan etkilerden bir tanesi yumurtalıklarda kist teşekkülüdür. Bu ilaçlar kullanılırken meydana gelen bu kistler için ameliyat kesinlikle söz konusu değildir. Zira bu ilaçlar kesildiğinde, bu kistler de ortadan kaybolur.
Hipofiz bezi fazla prolaktin salgılarsa hem yumurtlama olmayabilir, yumurtlama olsa da yeterli hormon desteği olmayan bir yumurtlama şeklinde olabilir.
Başka bir gerçek de prolaktin yüksek olduğu zaman mekanizması bilinmeyenlerde kısırlık söz konusu olabilir. Onun için prolaktin hormonunun kandaki seviyesi kesinlikle normalin üstüne çıkmamalıdır.
Eğer bu prolaktin seviyesinin yüksekliği hipofizde mevcut çok küçük urcuklardan ise (mikroprolaktinoma) veya işlev bozukluğundan ise tedavi ilaçla yapılabilir (Bromoergokriptin).
Bu ilaç hormon değildir. Çavdar mahmuzundan elde edilmiş bir maddeye benzer bir ilaçtır. Eğer prolaktin salgılanmasının fazlalığı büyük bir tümöre bağlı ise (makroprolaktinoma diğer hipofiz "beyin" urları v.b.) o takdirde ameliyat söz konusudur.
Üçüncü nokta yumurtalıklardır. Yumurtalıklar daha evvel bahsettiğim östrojen, progesteron hormonlarını imal edemeyecekler ise, yumurtlama olmaz, meydana gelen yumurtanın döllenmesi de olmaz. 40 yıldan fazla zamandan beri bu hormonlar ilaç olarak imal edilmiş olup kadınlarda kullanılmaktadır.
' Kullanmada yöntem, gene yerine koyma yöntemidir. Hangi hormon yetersiz ise onun yerine dışardan hormon verilerek tedavi mümkün olabilir. Ancak unutmamalıdır ki, bu hormonlar hipotalamus ve hipofiz-den emir geldikten sonra yapılırlar (özellikle östrojen hormonu).
Eğer yukarıdan emir verici hormonlar gelmiyor ise yumurtalık hormonları verilerek, döllenebilir yumurta imal etmesine imkân yoktur. Genellikle yumurtlama olmuş ve az miktarda progesteron hormonu yapılıyor ise yerine dışarıdan ilaç şeklinde progesteron verilerek yetersiz yumurtlama takviye edilebilir, gebelik elde edilir.
Dördüncü nokta ise daha evvelce anlattığımız yumurtlama mekanizmasında sayılan ve sıra ile çıkan hormonların arasındaki çok hassas ilişkidir (feedback mekanizması). Bu hassas ilişki bozulursa bütün hormonlar kanda yeterli seviyede bulunsa dahi yumurtlama olmayabilir veya olsa da yeterli bir yumurtlama olmaz. Bunun düzeltilmesi yine yukarıda belirttiğimiz hormonları kullanarak mümkün olur.
Beşinci nokta, vücudun genel bozuklukları, kansızlık, ileri derecede zayıflık, ağır mikroplu hastalıklar v.b. gibi diğer iç salgı bezlerinin (böbrek üstü bezi, pankreas v.b. gibi) bozukluğuna bağlı olarak meydana gelir.
Yumurtlama bozukluklarından biri de polikistik över sendromu (küçük kistçiklerin mercimek, toplu iğne başı v.b.) bulunduğu yumurtalık dediğimiz bu hastalıktır. Burada bozukluğun yukarda sayılan 5 noktanın hangisine ait olduğu ortaya konmamıştır. Son zamanlarda yumurtalıkların enzim bozukluğu hastalığın 2. nedeni olarak düşünülmektedir.
Bu hastalığın düzeltilmesi için de yukardaki hormonlar kullanılır, ancak yumurtlama olayı için cerrahi girişimin söz konusu olduğu yegârje hastalık budur.
Ancak polikistik över sendromunda cerrahi girişim yıllarca hormon kullanılarak başarı elde edilemeyen kadınlarda söz konusudur.
Bu hastalıkta uygun ve doğru dozlarda kullanılan ilaçlarla (klomifen sitrat HCG, HMG, v.b. gibi) çoğu zaman sonuç alınabilmektedir.Onun için hekim (VVedge resection) denilen yumurtalıklardan ince bir dilim kesit yapma girişimine başvurmadan sabırlı ve dikkatli olmalıdır.
Burada bozukluk bizzat rahim ağzına ait olabileceği gibi, rahim ağzı salgısına da ait olabilir. Eğer bozukluk rahim ağzında doğumsal bir yapı bozukluğu ise, tedavisi operasyonla düzeltme işlemidir. Bazı hallerde de rahim ağzı kanalında bir darlık, bir tümör veya yapışıklık söz konusu olabilir. Böyle bir durumun tedavisi ise basit bir müdahale ile mümkündür.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, bazı kadınlar gebe kalırlar, fakat belirli bir aydan sonra düşük yaparlar. Daha sonra yapılan tetkiklerle arka arkaya yapılan bu düşüklerin nedeni rahim ağzı yetmezliği ise ona uygun bir tedavi tipi seçilir. Burada uygulanan tedavi, bir torba ağzının büzülmesi gibi, rahim ağzının büzülmesidir. Genellikle gebeliğin 14-16 haftası civarında böyle rahim ağzı iple büzülerek zamansız açılması ve dolayısıyla düşükler önlenir. Doğum zamanında ise bu kesilerek çıkarılır ve rahim ağzının açılmasını engelleyen faktör ortadan kaldırılmış olur, normal doğum gerçekleşir.
Rahim ağzını ilgilendiren iltihaplı hastalıklar da kısırlık nedenidir. Burada iltihabın varlığı, hem spermlerin ölmesinde rol alırlar ve hem de rahim ağzı salgısının yapısını bozarlar. Böyle hallerde kronik bir rahim ağzı iltihabı söz konusu olabilir ve halk arasında rahim ağzı yarası adını alır. Tedavisi ise rahim ağzının elektrokoterizasyonu ve koni-zasyonudur(yani yakılmasıdır). Basit bir iltihap ise ilaçla tedavi edilebilir.
Rahim ağzında hiçbir bozukluk olmadan, iltihap olmadan da sadece rahim ağzı salgısının kalitesinin bozukluğu veya miktarının azlığı kısırlık nedeni olabilir. Bu durum genellikle hormonal bir yetersizlik sonucu olup ona göre uygun bir tedavi uygulanır.
Rahime ait kısırlık nedenlerinin tedavisi
Rahimin de doğumsal bozuklukları ya da sonradan oluşan hastalıkları kısırlık nedenleri arasındadır.
Doğumsal, yani yapısal bozukluklar (rahimin çift oluşu, bölmeli oluşu veya boynuzlu oluşu gibi) ancak ameliyatla düzeltilebilir. Fakat böyle kadınlar gebe kalabilirler, ancak gebelikleri düşükle sonlanabilir, sonuçta çocuk sahibi olamazlar. Eğer bozukluk hafif derecede ise normal bir kadın gibi, istedikleri kadar çocuk sahibi olmaları da mümkündür. Bozukluğun şiddeti arttıkça, paralel olarak sonuç da değişir, gebe kalır fakat düşükle sonlanır veya gebe dahi kalamaz. Böyle gebe kalabilen, fakat düşüklerle gebelikleri sonlanan kadınlara plastik biroperasyon yapılarak, rahimdeki bu doğumsal olan bozukluk düzeltilir, yani rahim için boşluğu normal yapısına getirilir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, rahimin arkaya dönük oluşu ya da ters oluşu kısırlık nedeni değildir. Yapılan muayeneler sonucu başka bir neden ortaya çıkarılamazsa ancak o zaman rahimin ters oluşu kısırlık nedeni olarak kabul edilebilir ve operasyon ile bu terslik düzeltilebilir.
Bu anatomik bozukluklardan başka rahim iç örtüsünün iltihapları, tümörleri de kısırlık nedeni olduğundan tedavi edilmelidir.
Rahime ait kısırlık faktörleri arasında önemli bir yeri olan bozukluklardan biri de rahim iç örtüsünün (endometrium) gebelik için yeterli özelliklere sahip olmamasıdır. Bu hormonal bir bozukluğun sonucu olup, tedavisi de ona göredir.
Fallup borularına (tüplere) ilişkin kısırlık nedenlerinin tedavisi
Bugünkü bilgilerimize göre tüplerin kapalı oluşu ya da geçirilmiş operasyon veya iltihaplı hastalıklar sonucu yapışıklıklar oluşu veya fonksiyon bozukluğu, başta gelen kısırlık nedenleri arasındadır. Gebe kalamayan yaklaşık 4-5 kadından birinde tüplerle ilgili bozukluklar vardır. Burada bir diğer grubu da, daha önce doğum kontrolü amacıyla tüplerini bağlatmış, fakat daha sonra çeşitli nedenlerle çocuk doğurmaya karar vermiş kadınlar oluşturur. Böyle kadınlara operasyonla yardımcı olmak ve kısırlıklarını çözmek mümkündür. Son yıllara kadar bu tür ameliyatlar, diğerleri gibi çıplak gözle yapılmakta idi. Fakat günümüzde bu tür ameliyatlar mikroskop altında gerçekleştirilmektedir. Çünkü, operasyon uygulanan tüplerin kalınlığı ancak milimetre bo-yutlarındadırve çok ince aletler ve iplikler kullanılmalıdır. Bu şartlarda da başarı şansı yaklaşık 3-4 misli artmaktadır. Şimdi kısaca mikro-cerrahiden bahsedelim.
Yumurtlaması olmayan veya yumurtlama bozukluğu olan kadınların tedavisi
Bütün yumurtlayan kadınlar düzenli âdet görürler veya yumurtla-: ması olmayan kadınlarda muhakkak âdet bozukluğu vardır demek yanlış olur. Başka bir deyişle yumurtlama ile âdetin kesin ilişkisi vardır* demek doğru olmaz.
Ancak çoğunlukla hiç âdet görmemek veya düzensiz âdet görmek, yumurtlama bozukluğunun belirtilerinden sayılabilir.
Konuyu iki düzeyde ele almak istiyoruz.
Birincisi hiç yumurtlamamanın tedavisi, ikincisi ise yumurtlama olduğu halde yumurtanın döllenebilmesi için yeterli hormon desteğine sahip olmadığı durum (korpus luteum yetersizliği).
Bu iki durum daha evvel de belirttiğimiz gibi 5 noktanın bozukluğuna bağlı olabilir.
Birinci nokta hipotalamustur. Beyinin bu bölgesi normal fonksiyonlarını yerine getirmez. "Gonadotropin riziling" faktör dediğimiz nöro-hormonu üretmez ve dağıtmaz ise hem yumurtlamak, hem de âdet görmek mümkün değildir.
Bu noktadaki bozukluğun tedavisi için günümüzde bu nörohormon yerine konarak yumurtlama sağlanabilmektedir. Bu nörohormon bir âdet süresince kandaki düzeyi açısından yükselmeler, alçalmalar gösterir.
O nedenle bu hormon vücuda bağlanan özel pompa ile devamlı olarak verilerek tedavi sağlanmaktadır.
Hipotalamusta yapılan PRL (prolaktin) ifraz edici veya durdurucu nörohormonun pratikte özel bir tedavisi yoktur. Bu noktadan olan bozukluklar endirekt olarak hipofiz seviyesinde düzeltilmeye çalışılır.
İkinci nokta hipofiz bezidir. Bu bezin bir bölümü veya tümü çalışmayabilir. O takdirde gene çalışmayan bölümünün yaptığı hormon gene dışarıdan verilebilir. Bunun için yumurtlama sağlamak amacı ile bazı hayvanların idrar ve serumlarından elde edilen hormonlar kullanıldığı gibi doğrudan doğruya insan hipofizinden elde edilen hormonlar veya menapoza girmiş kadının idrarından elde edilmiş hormonlar da kullanılabilir.
Bu ilaçlar tıpkı insanın kendi hormonuymuş gibi belirli aralıklarla verilerek kullanılabilir (HCG), (HMG). Son 20 yılda "klomifen sitrat" adlı ilaç özellikle hipotalamusa etkisiyle, hipofizi uyararak yumurtlama ama-cı ile hormon ürettiği anlaşılmış olduğundan bu amaçla kullanılmaktadır.
Ancak klomifen sitrat kullanılırken daha önce belirttiğimiz LH hormonunun yerini tutan HCG (humen koryonik gonodotropin, insan sonundan, plasentasından elde edilen hormon) hormonu tarafından takviye edilerek kullanılır.
Ayrıca son yıllarda klomifen sitrata benzer etkileri olan başka ilaçlar da üretilmiş ve kullanılmaktadır (Siklofenil, epimesterol, tamoksi-fen v.b.). Bu konuda en etkili ve en çok kullanılan ilaç, klomifen sitrattır.
Ancak bütün bu ilaçlar kesinlikle doktor kontrolunda alınmalıdır. Ciddi yan etkileri olabileceğinden ve de ayrıca hangi sıra ile kullanılmasının lazım geldiğinin sağlanması nedeniyle, doktor kontrolü kaçınılmazdır. En çok meydana gelen yan etkilerden bir tanesi yumurtalıklarda kist teşekkülüdür. Bu ilaçlar kullanılırken meydana gelen bu kistler için ameliyat kesinlikle söz konusu değildir. Zira bu ilaçlar kesildiğinde, bu kistler de ortadan kaybolur.
Hipofiz bezi fazla prolaktin salgılarsa hem yumurtlama olmayabilir, yumurtlama olsa da yeterli hormon desteği olmayan bir yumurtlama şeklinde olabilir.
Başka bir gerçek de prolaktin yüksek olduğu zaman mekanizması bilinmeyenlerde kısırlık söz konusu olabilir. Onun için prolaktin hormonunun kandaki seviyesi kesinlikle normalin üstüne çıkmamalıdır.
Eğer bu prolaktin seviyesinin yüksekliği hipofizde mevcut çok küçük urcuklardan ise (mikroprolaktinoma) veya işlev bozukluğundan ise tedavi ilaçla yapılabilir (Bromoergokriptin).
Bu ilaç hormon değildir. Çavdar mahmuzundan elde edilmiş bir maddeye benzer bir ilaçtır. Eğer prolaktin salgılanmasının fazlalığı büyük bir tümöre bağlı ise (makroprolaktinoma diğer hipofiz "beyin" urları v.b.) o takdirde ameliyat söz konusudur.
Üçüncü nokta yumurtalıklardır. Yumurtalıklar daha evvel bahsettiğim östrojen, progesteron hormonlarını imal edemeyecekler ise, yumurtlama olmaz, meydana gelen yumurtanın döllenmesi de olmaz. 40 yıldan fazla zamandan beri bu hormonlar ilaç olarak imal edilmiş olup kadınlarda kullanılmaktadır.
' Kullanmada yöntem, gene yerine koyma yöntemidir. Hangi hormon yetersiz ise onun yerine dışardan hormon verilerek tedavi mümkün olabilir. Ancak unutmamalıdır ki, bu hormonlar hipotalamus ve hipofiz-den emir geldikten sonra yapılırlar (özellikle östrojen hormonu).
Eğer yukarıdan emir verici hormonlar gelmiyor ise yumurtalık hormonları verilerek, döllenebilir yumurta imal etmesine imkân yoktur. Genellikle yumurtlama olmuş ve az miktarda progesteron hormonu yapılıyor ise yerine dışarıdan ilaç şeklinde progesteron verilerek yetersiz yumurtlama takviye edilebilir, gebelik elde edilir.
Dördüncü nokta ise daha evvelce anlattığımız yumurtlama mekanizmasında sayılan ve sıra ile çıkan hormonların arasındaki çok hassas ilişkidir (feedback mekanizması). Bu hassas ilişki bozulursa bütün hormonlar kanda yeterli seviyede bulunsa dahi yumurtlama olmayabilir veya olsa da yeterli bir yumurtlama olmaz. Bunun düzeltilmesi yine yukarıda belirttiğimiz hormonları kullanarak mümkün olur.
Beşinci nokta, vücudun genel bozuklukları, kansızlık, ileri derecede zayıflık, ağır mikroplu hastalıklar v.b. gibi diğer iç salgı bezlerinin (böbrek üstü bezi, pankreas v.b. gibi) bozukluğuna bağlı olarak meydana gelir.
Yumurtlama bozukluklarından biri de polikistik över sendromu (küçük kistçiklerin mercimek, toplu iğne başı v.b.) bulunduğu yumurtalık dediğimiz bu hastalıktır. Burada bozukluğun yukarda sayılan 5 noktanın hangisine ait olduğu ortaya konmamıştır. Son zamanlarda yumurtalıkların enzim bozukluğu hastalığın 2. nedeni olarak düşünülmektedir.
Bu hastalığın düzeltilmesi için de yukardaki hormonlar kullanılır, ancak yumurtlama olayı için cerrahi girişimin söz konusu olduğu yegârje hastalık budur.
Ancak polikistik över sendromunda cerrahi girişim yıllarca hormon kullanılarak başarı elde edilemeyen kadınlarda söz konusudur.
Bu hastalıkta uygun ve doğru dozlarda kullanılan ilaçlarla (klomifen sitrat HCG, HMG, v.b. gibi) çoğu zaman sonuç alınabilmektedir.Onun için hekim (VVedge resection) denilen yumurtalıklardan ince bir dilim kesit yapma girişimine başvurmadan sabırlı ve dikkatli olmalıdır.
Kisirlikta Kadinlara Uygulanan Tedaviler
Kısırlıkta Kadınlara Uygulanan Tedavi Yöntemleri
Kısırlıkta tedavi, her hastalıkta olduğu gibi, nedene yönelik olarak yapılır. Bu nedenle, kısırlığı düzelten bir ilaç, bir tedavi kişiden kişiye farklılık gösterir. Diğer bir deyimle, bir kadının gebe kalmasına yol açan ilaç, bir başka çocuğu olmayan kadın için yararlı olmayabilir. Yani tedavi, nedene yönelik olarak hastaya göre düzenlenir. Bazen bozukluk, yani kısırlığa yol açan faktör birden fazladır, tedavi de ona göre olmalıdır. Bunun yanında daha önce de belirttiğimiz gibi, tedavisi bugün için mümkün olmayan bir faktör, kısırlık nedenidir veya kısırlık nedeni ortaya konamaz. Böyle hallerde gayet doğaldır ki, tedavi de yoktur.
Bundan sonraki bölümde kısırlığa yol açan faktörlere yönelik bazı önemli tedavi yöntemleri teker teker açıklanacaktır. Gayet doğaldır ki, kadının tedavisi yapılmadan önce, erkeğin gerekiyorsa tedavisi yapılmalıdır.
Üreme organlarının dışındaki faktörler
Tüm vücudu ilgilendiren, tüberküloz, aşırı derecede kansızlık, şeker hastalığı, tiroid bezi hastalıkları gibi hastalıklar eğer tek başına kısırlık nedeni ise önce bu hastalık, uzman hekimler tarafından tedavi edilmelidir.
Üreme organlarına ilişkin kısırlık nedenlerinin tedavisi
Kısırlık nedenleri sıralanırken gördüğümüz gibi kadın üreme organlarının kısırlıkta yüzde 77 oranında etken olduğu belirtilmiştir. Bu arada kısırlık sebebi olan üreme organlarına ilişkin bozukluklar da, organa ve bozukluğa göre ayrı ayrı özel bir tedavi gerektirirler. Şimdi bunları aşağıda sırayla görelim:
Vulva ve vaginaya ilişkin kısırlık nedenlerinin tedavisi
Burada eğer doğumsal bir yapı bozukluğu varsa, yani doğuştan vulva yoksa, vagina yoksa veya cinsel temasa engel bir yapıya sahipse, bu bozuklukların düzeltilmesi gerekir. Fakat böyle hallerde, genellikle daha önce de belirttiğimiz gibi başlıca şikâyet kısırlık değildir. Daha ciddi üreme fonksiyonları bozukluğu söz konusu olabilir. Kısırlık şikâyetine fırsat kalmadan, bu tür kadınlar daha genç kızlık dönemlerinde âdet görememe gibi ciddi şikâyetlerle hekime başvururlar. Bu tür bozukluklar kalıtsal, hormonal bozukluk sonucu gelişmiş olabileceğinden, tedavi öncesi önemli ve uzun süren tetkikler yapılır ve sonra tedavi tipi seçilir. Tedavi bazen basit bir müdahale olabilir (kapalı bir kızlık zarının açılması gibi) bazen de suni bir hazne yapılması gerekebilir. Birinci halde ilerde kısırlık ile ilgi yoktur, fakat ikinci halde genellikle yapılan suni hazne, sadece fonksiyonel amaçla cinsel teması mümkün kılmak içindir ve kısırlık tedavisi için değildir.Vulva ve vaginayı ilgilendiren diğer kısırlık nedenleri arasında ilti-habi hastalıklar gelir. Burada da klinik ve gerekirse laboratuvar tetkikleri sonucu iltihap tipi tespit edilip, tedavisi de ona göre yapılır.
Kısırlıkta tedavi, her hastalıkta olduğu gibi, nedene yönelik olarak yapılır. Bu nedenle, kısırlığı düzelten bir ilaç, bir tedavi kişiden kişiye farklılık gösterir. Diğer bir deyimle, bir kadının gebe kalmasına yol açan ilaç, bir başka çocuğu olmayan kadın için yararlı olmayabilir. Yani tedavi, nedene yönelik olarak hastaya göre düzenlenir. Bazen bozukluk, yani kısırlığa yol açan faktör birden fazladır, tedavi de ona göre olmalıdır. Bunun yanında daha önce de belirttiğimiz gibi, tedavisi bugün için mümkün olmayan bir faktör, kısırlık nedenidir veya kısırlık nedeni ortaya konamaz. Böyle hallerde gayet doğaldır ki, tedavi de yoktur.
Bundan sonraki bölümde kısırlığa yol açan faktörlere yönelik bazı önemli tedavi yöntemleri teker teker açıklanacaktır. Gayet doğaldır ki, kadının tedavisi yapılmadan önce, erkeğin gerekiyorsa tedavisi yapılmalıdır.
Üreme organlarının dışındaki faktörler
Tüm vücudu ilgilendiren, tüberküloz, aşırı derecede kansızlık, şeker hastalığı, tiroid bezi hastalıkları gibi hastalıklar eğer tek başına kısırlık nedeni ise önce bu hastalık, uzman hekimler tarafından tedavi edilmelidir.
Üreme organlarına ilişkin kısırlık nedenlerinin tedavisi
Kısırlık nedenleri sıralanırken gördüğümüz gibi kadın üreme organlarının kısırlıkta yüzde 77 oranında etken olduğu belirtilmiştir. Bu arada kısırlık sebebi olan üreme organlarına ilişkin bozukluklar da, organa ve bozukluğa göre ayrı ayrı özel bir tedavi gerektirirler. Şimdi bunları aşağıda sırayla görelim:
Vulva ve vaginaya ilişkin kısırlık nedenlerinin tedavisi
Burada eğer doğumsal bir yapı bozukluğu varsa, yani doğuştan vulva yoksa, vagina yoksa veya cinsel temasa engel bir yapıya sahipse, bu bozuklukların düzeltilmesi gerekir. Fakat böyle hallerde, genellikle daha önce de belirttiğimiz gibi başlıca şikâyet kısırlık değildir. Daha ciddi üreme fonksiyonları bozukluğu söz konusu olabilir. Kısırlık şikâyetine fırsat kalmadan, bu tür kadınlar daha genç kızlık dönemlerinde âdet görememe gibi ciddi şikâyetlerle hekime başvururlar. Bu tür bozukluklar kalıtsal, hormonal bozukluk sonucu gelişmiş olabileceğinden, tedavi öncesi önemli ve uzun süren tetkikler yapılır ve sonra tedavi tipi seçilir. Tedavi bazen basit bir müdahale olabilir (kapalı bir kızlık zarının açılması gibi) bazen de suni bir hazne yapılması gerekebilir. Birinci halde ilerde kısırlık ile ilgi yoktur, fakat ikinci halde genellikle yapılan suni hazne, sadece fonksiyonel amaçla cinsel teması mümkün kılmak içindir ve kısırlık tedavisi için değildir.Vulva ve vaginayı ilgilendiren diğer kısırlık nedenleri arasında ilti-habi hastalıklar gelir. Burada da klinik ve gerekirse laboratuvar tetkikleri sonucu iltihap tipi tespit edilip, tedavisi de ona göre yapılır.
Kisirlik Rahim Agizi Faktoru Post Koital Test
Kısırlıkta Rahim ağzı faktörünün araştırılması
Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, kısırlıkta rol alan faktörlerden biri de rahim ağzının yapısı ve salgıladığı salgının özelliğidir.
Rahim ağzının yapısı ve kanalının açıklığı, yapılan muayenelerle ortaya konur. Bunun yanında son yıllarda önem kazanan ve rahim ağzı salgısının özelliğinin spermlerin geçişi için uygun olup, olmadığını ortaya koyan bazı testler vardır.
a) Post-koital test (Sims-Huhner testi)
Rahim ağzı salgısı ile sperm arasındaki uyumu ya da uyuşmazlığı ortaya koyan bir testtir. Bu test için kadın, eşi ile cinsel temas yaptıktan 2-4 saat sonra muayene edilir. Hekim tarafından mikroskop altında yapılan muayenede, kadından alınan rahim ağzı salgısında, canlı spermler ve sayısı araştırılır. Normalde cinsel temastan 2-4 saat sonra rahim ağzı salgısında belirli sayıda canlı sperm bulunmalıdır.
Böylelikle normalde sonuç pozitif olarak belirlenir. Pozitif bir sonuç rahim ağzı salgısı ile spermin uyum içinde olduğunu gösterir. Aksi halde, yani rahim ağzı salgısında canlı spermlerin hiç olmayışı ya da az oluşu, sonucun negatif olması demektir. Cinsel birleşme tekniği hatalıdır, test zamanında yapılmamıştır, spermlere ait bir bozukluk vardır, vaginada iltihabi bir hastalık vardır. Ancak bu testin bir kez negatif bulunması, sperm ile rahim ağzı salgısı arasında kesin olarak bir uyumsuzluk anlamına gelmez. Tekrar uygulanır. Bu test, kadının beklenen yumurtlama gününden hemen önce yapılmalıdır.
b) Kurzrok-Miller testi
Bu test de yukarıdaki test gibi, sperm ile rahim ağzı salgısı arasındaki uyumu araştıran bir diğeridir. Burada, kadının servikal mukusu (rahim ağzı salgısı) ile erkeğin spermi ayrı ayrı alınır ve bir cam üzerine birer damla halinde 2-3 milimetre uzaklıkta konur. Sonra üzerine ince ikinci bir cam kapatılarak iki damla karşı karşıya getirilir. Normalde mikroskop altında, spermlerin, rahim ağzı salgısının içine doğru kolon halinde girmeleri gerekir (pozitif sonuç). Aksi halde, spermlerin rahim ağzı salgısına girememeleri ya da girer girmez ölmeleri, bir uyumsuzluğu gösterir (negatif sonuç).
Bu testin bir modifikasyonu ise, testin çapraz yapılmasıdır. Negatif sonuç alındığında bozukluğun sperme mi yoksa rahim ağzı salgısına mı ait olduğu ortaya konmaya çalışılır. Burada ayrı ayrı kadının rahim ağzı salgısı ve erkeğin spermi diğer sağlıklı başka bir kadının rahim ağzı salgısı ve başka bir erkeğin spermi ile karşılaştırılır. Böylelikle bozukluğun kadın ya da erkekte olduğu ortaya konabilir.
Son yıllarda geliştirilen yeni laboratuvar teknikleri ile, sperm ve servikal mukus arasındaki bir uyumsuzlukta bağışıklık mekanizması bozukluğundan şüphe edildiğinde, yapılan kan muayeneleri ile bir bozukluk olup olmadığını belirlemek mümkün olmaktadır.
Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, kısırlıkta rol alan faktörlerden biri de rahim ağzının yapısı ve salgıladığı salgının özelliğidir.
Rahim ağzının yapısı ve kanalının açıklığı, yapılan muayenelerle ortaya konur. Bunun yanında son yıllarda önem kazanan ve rahim ağzı salgısının özelliğinin spermlerin geçişi için uygun olup, olmadığını ortaya koyan bazı testler vardır.
a) Post-koital test (Sims-Huhner testi)
Rahim ağzı salgısı ile sperm arasındaki uyumu ya da uyuşmazlığı ortaya koyan bir testtir. Bu test için kadın, eşi ile cinsel temas yaptıktan 2-4 saat sonra muayene edilir. Hekim tarafından mikroskop altında yapılan muayenede, kadından alınan rahim ağzı salgısında, canlı spermler ve sayısı araştırılır. Normalde cinsel temastan 2-4 saat sonra rahim ağzı salgısında belirli sayıda canlı sperm bulunmalıdır.
Böylelikle normalde sonuç pozitif olarak belirlenir. Pozitif bir sonuç rahim ağzı salgısı ile spermin uyum içinde olduğunu gösterir. Aksi halde, yani rahim ağzı salgısında canlı spermlerin hiç olmayışı ya da az oluşu, sonucun negatif olması demektir. Cinsel birleşme tekniği hatalıdır, test zamanında yapılmamıştır, spermlere ait bir bozukluk vardır, vaginada iltihabi bir hastalık vardır. Ancak bu testin bir kez negatif bulunması, sperm ile rahim ağzı salgısı arasında kesin olarak bir uyumsuzluk anlamına gelmez. Tekrar uygulanır. Bu test, kadının beklenen yumurtlama gününden hemen önce yapılmalıdır.
b) Kurzrok-Miller testi
Bu test de yukarıdaki test gibi, sperm ile rahim ağzı salgısı arasındaki uyumu araştıran bir diğeridir. Burada, kadının servikal mukusu (rahim ağzı salgısı) ile erkeğin spermi ayrı ayrı alınır ve bir cam üzerine birer damla halinde 2-3 milimetre uzaklıkta konur. Sonra üzerine ince ikinci bir cam kapatılarak iki damla karşı karşıya getirilir. Normalde mikroskop altında, spermlerin, rahim ağzı salgısının içine doğru kolon halinde girmeleri gerekir (pozitif sonuç). Aksi halde, spermlerin rahim ağzı salgısına girememeleri ya da girer girmez ölmeleri, bir uyumsuzluğu gösterir (negatif sonuç).
Bu testin bir modifikasyonu ise, testin çapraz yapılmasıdır. Negatif sonuç alındığında bozukluğun sperme mi yoksa rahim ağzı salgısına mı ait olduğu ortaya konmaya çalışılır. Burada ayrı ayrı kadının rahim ağzı salgısı ve erkeğin spermi diğer sağlıklı başka bir kadının rahim ağzı salgısı ve başka bir erkeğin spermi ile karşılaştırılır. Böylelikle bozukluğun kadın ya da erkekte olduğu ortaya konabilir.
Son yıllarda geliştirilen yeni laboratuvar teknikleri ile, sperm ve servikal mukus arasındaki bir uyumsuzlukta bağışıklık mekanizması bozukluğundan şüphe edildiğinde, yapılan kan muayeneleri ile bir bozukluk olup olmadığını belirlemek mümkün olmaktadır.
Laporoskopi Nedir Ameliyati
Laporoskopi Nedir, Laporoskopi Ameliyatı
Laporoskopi yıllardan beri kullanılan ve kısırlık konusunda önemi gittikçe artan bir yöntemdir.
Olayı şöyle tanımlamak mümkündür. Karının ıçı bir gazla (karbondioksit veya azotprotoksit gibi) doldurulur, ışıklı ve optik aletlere sahip bir boru ile kadınlık organları gözlenir. Bu şekilde anormallikler, yapışıklıklar, iltihaplar, urlar ve en önemlisi de tüplerin açık olup olmadığı anlaşılabilir. Bir de başka hiçbir yöntemle kesin tanısı mümkün olmayan endometriyosis hastalığı teşhis edilebilir.
Aletin karın içine sokulduğu yer, göbeğin hemen altındaki bir yer olup meydana gelen yara yeri, yarım santimlik bir genişlikten fazla olmaz O nedenle işlem sabah yapılmışsa hasta akşama veya ertesi günü taburcu edilir. Genel olarak bu olay genel anestezi altında yapılır. Ülkemizde birçok klinikte 1960'lı yılların ortasından ben uygulanmaktadır.
Amerika'da hiç genel anestezi uygulanmadan da bu yöntemin uygulanabileceği konusunda yayınlar yapılmıştır. Bu da, olayın hasta açısından fazla külfetli bir şey olmadığının delilidir.
Eskiden bu ışıklı boru haznenin içinden de sokularak uygulanmakta idi (çelyoskopi, küldeskopi). Günümüzde tıbbın ileri olduğu ülkelerde, kısırlık şikâyeti ile gelen kadınlarda başta hemen uygulanan ve birçok kısırlık sebebinin olup olmadığını ortaya koyan en iyi yöntemdir.
Her nedense ülkemizde bu yöntemi aynı başarı ve yaygınlık derecesinde kullanmak mümkün olmamaktadır. Bu da doğrudan doğruya hastanın sosyo-ekonomik ve kültürel seviyesi ile ilgilidir.
Laporoskopi yıllardan beri kullanılan ve kısırlık konusunda önemi gittikçe artan bir yöntemdir.
Olayı şöyle tanımlamak mümkündür. Karının ıçı bir gazla (karbondioksit veya azotprotoksit gibi) doldurulur, ışıklı ve optik aletlere sahip bir boru ile kadınlık organları gözlenir. Bu şekilde anormallikler, yapışıklıklar, iltihaplar, urlar ve en önemlisi de tüplerin açık olup olmadığı anlaşılabilir. Bir de başka hiçbir yöntemle kesin tanısı mümkün olmayan endometriyosis hastalığı teşhis edilebilir.
Aletin karın içine sokulduğu yer, göbeğin hemen altındaki bir yer olup meydana gelen yara yeri, yarım santimlik bir genişlikten fazla olmaz O nedenle işlem sabah yapılmışsa hasta akşama veya ertesi günü taburcu edilir. Genel olarak bu olay genel anestezi altında yapılır. Ülkemizde birçok klinikte 1960'lı yılların ortasından ben uygulanmaktadır.
Amerika'da hiç genel anestezi uygulanmadan da bu yöntemin uygulanabileceği konusunda yayınlar yapılmıştır. Bu da, olayın hasta açısından fazla külfetli bir şey olmadığının delilidir.
Eskiden bu ışıklı boru haznenin içinden de sokularak uygulanmakta idi (çelyoskopi, küldeskopi). Günümüzde tıbbın ileri olduğu ülkelerde, kısırlık şikâyeti ile gelen kadınlarda başta hemen uygulanan ve birçok kısırlık sebebinin olup olmadığını ortaya koyan en iyi yöntemdir.
Her nedense ülkemizde bu yöntemi aynı başarı ve yaygınlık derecesinde kullanmak mümkün olmamaktadır. Bu da doğrudan doğruya hastanın sosyo-ekonomik ve kültürel seviyesi ile ilgilidir.
Kisirlik Tedavisi Diger Yontemler
Kısırlık Tedavisinde Diğer yöntemler, Kısırlık Tedavi
Kadında yumurtlamayı tanımlamak için, daha birçok fizik vücut elektriğini değerlendirmek gibi, kimyasal (rahim ağzında) haznede bazı kimyasal maddeleri asit-baz dengesini ölçmek gibi yöntemler varsa da, bunlar yaygın olarak kullanılan sağlıklı yöntemler değildir.
Fallup borularının (tüplerin) açıklığının kontrolü
Kadında yumurtlama kadar önemli diğer faktör de tüplerin açık olup olmadığıdır.
Bu nedenle, kadında kısırlık konusunda en önemli araştırılması lazım gelen konulardan birini de tubaların (uterus ile yumurtalık arasındaki yol) açık olup olmadığı oluşturur. Bu konuda hekimler hem uygun hem de kolay teşhis yöntemini bu asrın başından beri bulmaya çalışmışlardır. Önceleri rahim içine çeşitli boyalar vererek bu boyaların idrar yolu ile atılmasından tüplerin açık olup olmadığını anlamaya çalışmışlardır. Sonraları röntgen ışınlarından faydalanmışlardır. Bu yöntem günümüzde hâlâ geçerli bir yöntemdir.
Tubaların röntgenle açıklığını anlamak için rahim içine ince bir boru ile yoğun (kontrast) bir madde verilmekte ve bu maddenin tubalardan geçerek karın boşluğuna dökülmesi izlenmektedir. Eğer film çekilerek tubalardan bu maddelerin karın boşluğuna dökülmesi tanımlanırsa tubaların açık olduğu anlaşılmıştır.
Aslında film çekilirken kadının hiçbir acı duyması söz konusu değildir. Zira rahim ağzı açıklığına yerleştirilen çok ince bir boru rahimin içine belli bir basınçla ve belli bir miktarda yoğun sıvı vermektedir. Böyle bir olay, kadının rahim ağzı, sinirler ihtiva etmediğinden hiçbir acı meydana getirmez.
Halk arasında bu röntgen olayının acılı, ağrılı olması izlenimi belki çekimi esnasındaki lüzumlu şartların yerine getirilmemesinden dolayı oluşan birkaç olay nedeniyle yaratılmış olsa gerektir. Bu film eskiden bir kadın doğum uzmanı ile röntgencinin müşterek olarak çektikleri film iken, günümüzde tek başına bu filmi çekebilecek röntgen uzmanlarının gittikçe artması ile daha kolay bir işlev haline gelmiştir.
Yoğun madde olarak eskiden yağlı maddeler kullanılmakta iken günümüzde suda eriyen maddeler daha fazla rağbet görmeye başlamıştır. Bu da, bu gibi maddelerin film çekildikten sonra vücutta kalmamasını tamamen temizlenip atılmasını mümkün kılmıştır.
Uzman röntgenci filmi çekerken sıvıyı bilerek ve belli bir basınç içinde (200 milimetre civa basıncının üzerinde olmamak üzere) vermelidir. Bu şekilde kesinlikle kadının ağrı duymasından kaçınmış olur.
Bu röntgene tıpta "histerosalpingografi" (HSG) adı verilir. Bu şekilde bu film çekilirken yalnız tubalar hakkında değil, rahim boşluğu hakkında da fikir elde etmek mümkündür.
Özellikle ülkemizde kısırlık vakalarında tuba açıklığını ortaya koyan en geçerli, en yaygın yöntemdir.
Tuba açıklığı bir gaz vererek de (karbondioksit) anlaşılabilir. Yöntem 15-20 sene evvelinin çok kullanılan bir yöntemi iken gittikçe dahai sonra izah edeceğimiz laparoskopi yönteminin ve histerosalpingografi yönteminin yayılması nedeniyle yaygınlığı azalmaya başlamış bir usuldür. Burada verilen karbondioksit basıncı bir grafik ile (insüflatör aleti) tespit edilmekte 60-70 milimetre civa basıncında kolaylıkla karbondioksit gazının tubadan geçerek periton boşluğuna ulaştığı anlaşılarak tubaların açık olduğu saptanabilmektedir. Burada da basınç 200 milimetre civa basıncının üzerine çıkmamaktadır. Aksi takdirde tubaların patlaması, söz konusudur. Hangi tuba açıksa, geçişim olduktan sonra kadın o tarafında sırtına doğru şiddetli bir ağrı hisseder. Ayrıca doktor, hastanın karnını dinleyerek (siteteskopla) tubadan karbondioksit gazının geçiş sesini dinleyebilir. Yöntem tedavi maksadı ile de kullanılabilir.
Günümüzde tuba açıklığını ve fonkisyonunu en gelişmiş olarak tespit eden yöntem laporoskopi yöntemidir. Bu yöntem aşağıda açıklanacaktır. Burada tuba, gözle görülebilmekte etrafı ile yapışıklığı olup olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yine diğer yöntemlerle benzer şekilde hazne yolu ile rahim ağzından verilen boyalı maddenin tüplerin içinden geçip karın boşluğuna dökülüp dökülmediği izlenebilmektedir.
Tüplerin açık olup olmadığını araştıran yöntemler içinde, teşhis açısından en sağlıklı yöntem yine laparoskopidir. 20 seneye yakın bir zamandan beri ülkemizde kullanılan bu alete halkımız gelişmiş ülkelerdeki kadar sempati ve kabul göstermemiştir.
Birçok defa belirttiğimiz gibi konuyu çabuk, sağlıklı, kısa dönemde belirtecek çok yönlü bir yöntemdir. Ayrıca tuba tıkanıksa veya etrafına yapışıksa nasıl bir ameliyat uygulanacağı konusunda hekime doğru bilgi verebilmektedir.Kanımızca halk için yazılmış kitapların okunması, kısırlık dertlen olan kadınları aydınlatarak, yöntemin korkulmayacak ve basit bir yöntem olduğunu öğretecek ve yöntem de, ülkemizde ileri-ülkelerde olduğu gibi yaygın hale gelecektir.
Kadında yumurtlamayı tanımlamak için, daha birçok fizik vücut elektriğini değerlendirmek gibi, kimyasal (rahim ağzında) haznede bazı kimyasal maddeleri asit-baz dengesini ölçmek gibi yöntemler varsa da, bunlar yaygın olarak kullanılan sağlıklı yöntemler değildir.
Fallup borularının (tüplerin) açıklığının kontrolü
Kadında yumurtlama kadar önemli diğer faktör de tüplerin açık olup olmadığıdır.
Bu nedenle, kadında kısırlık konusunda en önemli araştırılması lazım gelen konulardan birini de tubaların (uterus ile yumurtalık arasındaki yol) açık olup olmadığı oluşturur. Bu konuda hekimler hem uygun hem de kolay teşhis yöntemini bu asrın başından beri bulmaya çalışmışlardır. Önceleri rahim içine çeşitli boyalar vererek bu boyaların idrar yolu ile atılmasından tüplerin açık olup olmadığını anlamaya çalışmışlardır. Sonraları röntgen ışınlarından faydalanmışlardır. Bu yöntem günümüzde hâlâ geçerli bir yöntemdir.
Tubaların röntgenle açıklığını anlamak için rahim içine ince bir boru ile yoğun (kontrast) bir madde verilmekte ve bu maddenin tubalardan geçerek karın boşluğuna dökülmesi izlenmektedir. Eğer film çekilerek tubalardan bu maddelerin karın boşluğuna dökülmesi tanımlanırsa tubaların açık olduğu anlaşılmıştır.
Aslında film çekilirken kadının hiçbir acı duyması söz konusu değildir. Zira rahim ağzı açıklığına yerleştirilen çok ince bir boru rahimin içine belli bir basınçla ve belli bir miktarda yoğun sıvı vermektedir. Böyle bir olay, kadının rahim ağzı, sinirler ihtiva etmediğinden hiçbir acı meydana getirmez.
Halk arasında bu röntgen olayının acılı, ağrılı olması izlenimi belki çekimi esnasındaki lüzumlu şartların yerine getirilmemesinden dolayı oluşan birkaç olay nedeniyle yaratılmış olsa gerektir. Bu film eskiden bir kadın doğum uzmanı ile röntgencinin müşterek olarak çektikleri film iken, günümüzde tek başına bu filmi çekebilecek röntgen uzmanlarının gittikçe artması ile daha kolay bir işlev haline gelmiştir.
Yoğun madde olarak eskiden yağlı maddeler kullanılmakta iken günümüzde suda eriyen maddeler daha fazla rağbet görmeye başlamıştır. Bu da, bu gibi maddelerin film çekildikten sonra vücutta kalmamasını tamamen temizlenip atılmasını mümkün kılmıştır.
Uzman röntgenci filmi çekerken sıvıyı bilerek ve belli bir basınç içinde (200 milimetre civa basıncının üzerinde olmamak üzere) vermelidir. Bu şekilde kesinlikle kadının ağrı duymasından kaçınmış olur.
Bu röntgene tıpta "histerosalpingografi" (HSG) adı verilir. Bu şekilde bu film çekilirken yalnız tubalar hakkında değil, rahim boşluğu hakkında da fikir elde etmek mümkündür.
Özellikle ülkemizde kısırlık vakalarında tuba açıklığını ortaya koyan en geçerli, en yaygın yöntemdir.
Tuba açıklığı bir gaz vererek de (karbondioksit) anlaşılabilir. Yöntem 15-20 sene evvelinin çok kullanılan bir yöntemi iken gittikçe dahai sonra izah edeceğimiz laparoskopi yönteminin ve histerosalpingografi yönteminin yayılması nedeniyle yaygınlığı azalmaya başlamış bir usuldür. Burada verilen karbondioksit basıncı bir grafik ile (insüflatör aleti) tespit edilmekte 60-70 milimetre civa basıncında kolaylıkla karbondioksit gazının tubadan geçerek periton boşluğuna ulaştığı anlaşılarak tubaların açık olduğu saptanabilmektedir. Burada da basınç 200 milimetre civa basıncının üzerine çıkmamaktadır. Aksi takdirde tubaların patlaması, söz konusudur. Hangi tuba açıksa, geçişim olduktan sonra kadın o tarafında sırtına doğru şiddetli bir ağrı hisseder. Ayrıca doktor, hastanın karnını dinleyerek (siteteskopla) tubadan karbondioksit gazının geçiş sesini dinleyebilir. Yöntem tedavi maksadı ile de kullanılabilir.
Günümüzde tuba açıklığını ve fonkisyonunu en gelişmiş olarak tespit eden yöntem laporoskopi yöntemidir. Bu yöntem aşağıda açıklanacaktır. Burada tuba, gözle görülebilmekte etrafı ile yapışıklığı olup olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca yine diğer yöntemlerle benzer şekilde hazne yolu ile rahim ağzından verilen boyalı maddenin tüplerin içinden geçip karın boşluğuna dökülüp dökülmediği izlenebilmektedir.
Tüplerin açık olup olmadığını araştıran yöntemler içinde, teşhis açısından en sağlıklı yöntem yine laparoskopidir. 20 seneye yakın bir zamandan beri ülkemizde kullanılan bu alete halkımız gelişmiş ülkelerdeki kadar sempati ve kabul göstermemiştir.
Birçok defa belirttiğimiz gibi konuyu çabuk, sağlıklı, kısa dönemde belirtecek çok yönlü bir yöntemdir. Ayrıca tuba tıkanıksa veya etrafına yapışıksa nasıl bir ameliyat uygulanacağı konusunda hekime doğru bilgi verebilmektedir.Kanımızca halk için yazılmış kitapların okunması, kısırlık dertlen olan kadınları aydınlatarak, yöntemin korkulmayacak ve basit bir yöntem olduğunu öğretecek ve yöntem de, ülkemizde ileri-ülkelerde olduğu gibi yaygın hale gelecektir.
Kisirlik Tedavisi Prolaktin Endometrium Biopsisi
Kısırlık Tedavi Yöntemleri, Bayanlarda Kısırlık Tedavisi
Prolaktin Tedavisi
Prolaktin Hormonu Tedavisi, Son yıllarda üstünde en çok durulan hormon prolaktin hormonudur. Bu hormon, kanda belirli bir seviyede (2-20 ngr) bulunursa yumurtlama olayı normal olarak cereyan edebilir.
Eğer bu seviyenin üstünde veya altında ise yumurtlama olmamakta ve hatta kadın, âdetten bile kesilebilmektedir.
Prolaktin (PRL) hormonunun yükselmesine sebep olan birçok olay ortaya çıkmıştır. Bunların içine ruhi bunalımlar, ilaç alışkanlıkları, doğuştan nedenler veya hipofiz bezinin mikroskobik veya makroskobik tümörleri, beyin hastalık ve tümörleri beyin zedelenmeleri ve iltihapları v.b. girmektedir.
Endometrium biopsisi yöntemi nedir, Endometrium Tedavisi
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu yöntemde âdete birkaç gün kala veya âdetin çok başlangıcında rahim içinden çok küçük ince bir boru ile rahim zarı alınır. Bunu özel boyalarla boyayarak yapılan mikroskobik tetkiki bize o kadının yumurtlayıp yumurtlamadığı, eğer yumurtla-' di ise, o yumurtanın döllenebilmesi için kâfi hormonal desteğe sahip olup olmadığı hakkında bir fikir verebilir.
Bu yöntem birinci yönteme göre çok daha ucuz yöntemdir. Bir işlemle yumurtlama hakkında fikir alınabilir. Ülkemizde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Eğer ehil ellerde yapılırsa yanılma payı yok gibidir.
Sitolojik olarak yumurtlamayı anlamak
Kadının haznesinin içini örten özel doku (mukoza) her âdet boyu tıpkı rahim içi zarı gibi hormonlara bağlı olarak değişiklik gösterir. İşte bu dokuya ait dökülen hücreleri bir cama yayarak ve özel boyalarla boyayarak mikroskop altında değerlendirmeye sitolojik (hücresel) tetkik diyoruz.
Anlaşılacağı gibi bir âdet esnasında defalarca ve arka arkaya alınan hazne akıntısında sitolojik olarak bu değerlendirme yapılır. Meydana çıkacak hormon değeri de bize kadının o ay içinde yumurtlayıp yumurtlamadığı hakkında fikir verebilir. Ancak bu yöntem kesin bilgi verici bir yöntem değildir. Birçok defektleri vardır. Ayrıca yumurtlama olayını vermiş olsa da kâfi miktarda hormonal desteğin olup olmadığı hakkında derecesel olarak bize fikir vermez,
Bazal temperatür ölçme
Bu yöntem, kadının kendi kendine uygulayabileceği çok basit bir yöntemdir. Kadında yumurtlama olayı olduktan sonra meydana gelen progesteron hormonu onun beyindeki ısı merkezine etki ederek vücudun ısısını bir-iki diziem (derecenin 1/10'u) artırır. Yani bir başka deyişle normal 36.8 olan bir kadının ısısı 37-37.1 dereceye kadar, hatta ve hatta 37.5 dereceye kadar yükselmektedir.
Normal bir kadında yumurtlama olayından sonra geride kalan yumurtalık yuvası (korpus luteum) tarafından yapılan progesteron hormonu 14-15 gün kadar kadın kanında yüksek seviyesini muhafaza eder. Dolayısıyla normal yumurtlayan bir kadının ısısı da yumurtlama olayından sonra da 14-15 gün kadar 3-4 diziem yüksek olacaktır.
İşte bu ısıyı bir âdet dönemi boyunca ölçme işlemine bazal temperatür alma denir. Bu ölçmeler ağızdan, koltuk altından veya makattan yapılabilir. En pratiği dil altı, ağızdan yapılan ölçme yoludur. En uygun zaman da sabahleyin uyandıktan sonra henüz1 yatakta iken olan zamandır.
Yöntemin mantıken de anlaşılacağı gibi kesinliği söz konusu değildir. Zira ölçme yanlışlıklarının dışında kadının o esnadaki basit ateşli rahatsızlıkları yanlış fikirler verebilir. Ancak yardımcı yumurtlama değerlendirilmesi yaygın olarak kullanılabilir.
Kuşkusuz hastanın kendi kendine yaptığı ucuz ve pratik bir yöntemdir.
Rahim ağzı ifrazatının (servikal mukus) değerlendirilmesi, Servikal Gebelik
Servikal Nedir, Mukus Nedir? Rahim ağzında bulunan guddelerden "servikal mukus" adı ile sümüğümsü bir maddenin salgılandığından kitabın önceki bölümlerin de de bahsetmiştik. Bu salgı da yine hormonların etkisinde kalarak bazı değişikliklere uğrar. Bu fiziksel ve kimyasal değişikliklerde yu murtlama olup olmadığı hakkında bilgi veren yardımcı muayene yöntemleri olarak kullanılır.
Spinnbarkeit testi (siinme testi): Adından da anlaşılacağı gibi ser vikal mukusun uzayabilme özelliğini ölçen bir testtir. Normalde 3-4 santimetre kadar uzar ve kopar. Fakat ovülasyon zamanında bu esneme (sünme) kabiliyeti 8-10 santime kadar çıkar. Fern test (Eğreltiotu testi): Yumurtlama olayından önce, daha önce de bahsettiğimiz gibi servikal mukus, östrojen hormonunun etki-sindedir. Böyle bir salgı bir cama sürülüp kurutulursa ve mikroskop altında incelenirse eğreltiotu manzarası gösterir. Eğer yumurtlama olmuş ise yani vücut progesteron hormonu etkisinde ise bu manzara kaybolur.
Görüldüğü gibi yukardaki basit 2 test ile servikal mukus (rahim ağzı salgısı) incelenerek yumurtlama olayı hakkında bilgi sahibi olunabilir.
Ultrasonografi yöntemi
Ses ötesi ışınları veren aletleri kullanarak yapılan bir fiziki yöntemdir. Bu yöntem son yıllarda tüp bebek imal eden tıbbi merkezlerin geliştirdiği bir yöntem olarak ün salmıştır.
Bu işlem esnasında yumurtalığın ses ötesi ışınları kullanılarak izdüşümü bir ekrana yansıtılır ve bir âdet boyunca yumurtalığın büyüklüğü (o halde bir âdette defalarca bakılarak) ölçülerek onun üzerinde meydana gelen yumurta kabarcığı (folikül) gözlenir. Sonra da yumurta yuvası (korpus luteurn) gözlenerek yumurtlama olup olmadığı anlaşılmaya çalışılır.
Pratik tarafı olmayıp hastaya gidip gelme açısından külfet getiren bir olay olduğu için hastanelerde yatan hastalara yapılması daha geçerli bir olaydır.Yumurtlama olayının hormonal yönü açısından bize bir fikir vermez. Bütün ultrasonografi uzmanları tarafından yerine getirilebilecek bir yöntemdir.
Prolaktin Tedavisi
Prolaktin Hormonu Tedavisi, Son yıllarda üstünde en çok durulan hormon prolaktin hormonudur. Bu hormon, kanda belirli bir seviyede (2-20 ngr) bulunursa yumurtlama olayı normal olarak cereyan edebilir.
Eğer bu seviyenin üstünde veya altında ise yumurtlama olmamakta ve hatta kadın, âdetten bile kesilebilmektedir.
Prolaktin (PRL) hormonunun yükselmesine sebep olan birçok olay ortaya çıkmıştır. Bunların içine ruhi bunalımlar, ilaç alışkanlıkları, doğuştan nedenler veya hipofiz bezinin mikroskobik veya makroskobik tümörleri, beyin hastalık ve tümörleri beyin zedelenmeleri ve iltihapları v.b. girmektedir.
Endometrium biopsisi yöntemi nedir, Endometrium Tedavisi
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu yöntemde âdete birkaç gün kala veya âdetin çok başlangıcında rahim içinden çok küçük ince bir boru ile rahim zarı alınır. Bunu özel boyalarla boyayarak yapılan mikroskobik tetkiki bize o kadının yumurtlayıp yumurtlamadığı, eğer yumurtla-' di ise, o yumurtanın döllenebilmesi için kâfi hormonal desteğe sahip olup olmadığı hakkında bir fikir verebilir.
Bu yöntem birinci yönteme göre çok daha ucuz yöntemdir. Bir işlemle yumurtlama hakkında fikir alınabilir. Ülkemizde yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Eğer ehil ellerde yapılırsa yanılma payı yok gibidir.
Sitolojik olarak yumurtlamayı anlamak
Kadının haznesinin içini örten özel doku (mukoza) her âdet boyu tıpkı rahim içi zarı gibi hormonlara bağlı olarak değişiklik gösterir. İşte bu dokuya ait dökülen hücreleri bir cama yayarak ve özel boyalarla boyayarak mikroskop altında değerlendirmeye sitolojik (hücresel) tetkik diyoruz.
Anlaşılacağı gibi bir âdet esnasında defalarca ve arka arkaya alınan hazne akıntısında sitolojik olarak bu değerlendirme yapılır. Meydana çıkacak hormon değeri de bize kadının o ay içinde yumurtlayıp yumurtlamadığı hakkında fikir verebilir. Ancak bu yöntem kesin bilgi verici bir yöntem değildir. Birçok defektleri vardır. Ayrıca yumurtlama olayını vermiş olsa da kâfi miktarda hormonal desteğin olup olmadığı hakkında derecesel olarak bize fikir vermez,
Bazal temperatür ölçme
Bu yöntem, kadının kendi kendine uygulayabileceği çok basit bir yöntemdir. Kadında yumurtlama olayı olduktan sonra meydana gelen progesteron hormonu onun beyindeki ısı merkezine etki ederek vücudun ısısını bir-iki diziem (derecenin 1/10'u) artırır. Yani bir başka deyişle normal 36.8 olan bir kadının ısısı 37-37.1 dereceye kadar, hatta ve hatta 37.5 dereceye kadar yükselmektedir.
Normal bir kadında yumurtlama olayından sonra geride kalan yumurtalık yuvası (korpus luteum) tarafından yapılan progesteron hormonu 14-15 gün kadar kadın kanında yüksek seviyesini muhafaza eder. Dolayısıyla normal yumurtlayan bir kadının ısısı da yumurtlama olayından sonra da 14-15 gün kadar 3-4 diziem yüksek olacaktır.
İşte bu ısıyı bir âdet dönemi boyunca ölçme işlemine bazal temperatür alma denir. Bu ölçmeler ağızdan, koltuk altından veya makattan yapılabilir. En pratiği dil altı, ağızdan yapılan ölçme yoludur. En uygun zaman da sabahleyin uyandıktan sonra henüz1 yatakta iken olan zamandır.
Yöntemin mantıken de anlaşılacağı gibi kesinliği söz konusu değildir. Zira ölçme yanlışlıklarının dışında kadının o esnadaki basit ateşli rahatsızlıkları yanlış fikirler verebilir. Ancak yardımcı yumurtlama değerlendirilmesi yaygın olarak kullanılabilir.
Kuşkusuz hastanın kendi kendine yaptığı ucuz ve pratik bir yöntemdir.
Rahim ağzı ifrazatının (servikal mukus) değerlendirilmesi, Servikal Gebelik
Servikal Nedir, Mukus Nedir? Rahim ağzında bulunan guddelerden "servikal mukus" adı ile sümüğümsü bir maddenin salgılandığından kitabın önceki bölümlerin de de bahsetmiştik. Bu salgı da yine hormonların etkisinde kalarak bazı değişikliklere uğrar. Bu fiziksel ve kimyasal değişikliklerde yu murtlama olup olmadığı hakkında bilgi veren yardımcı muayene yöntemleri olarak kullanılır.
Spinnbarkeit testi (siinme testi): Adından da anlaşılacağı gibi ser vikal mukusun uzayabilme özelliğini ölçen bir testtir. Normalde 3-4 santimetre kadar uzar ve kopar. Fakat ovülasyon zamanında bu esneme (sünme) kabiliyeti 8-10 santime kadar çıkar. Fern test (Eğreltiotu testi): Yumurtlama olayından önce, daha önce de bahsettiğimiz gibi servikal mukus, östrojen hormonunun etki-sindedir. Böyle bir salgı bir cama sürülüp kurutulursa ve mikroskop altında incelenirse eğreltiotu manzarası gösterir. Eğer yumurtlama olmuş ise yani vücut progesteron hormonu etkisinde ise bu manzara kaybolur.
Görüldüğü gibi yukardaki basit 2 test ile servikal mukus (rahim ağzı salgısı) incelenerek yumurtlama olayı hakkında bilgi sahibi olunabilir.
Ultrasonografi yöntemi
Ses ötesi ışınları veren aletleri kullanarak yapılan bir fiziki yöntemdir. Bu yöntem son yıllarda tüp bebek imal eden tıbbi merkezlerin geliştirdiği bir yöntem olarak ün salmıştır.
Bu işlem esnasında yumurtalığın ses ötesi ışınları kullanılarak izdüşümü bir ekrana yansıtılır ve bir âdet boyunca yumurtalığın büyüklüğü (o halde bir âdette defalarca bakılarak) ölçülerek onun üzerinde meydana gelen yumurta kabarcığı (folikül) gözlenir. Sonra da yumurta yuvası (korpus luteurn) gözlenerek yumurtlama olup olmadığı anlaşılmaya çalışılır.
Pratik tarafı olmayıp hastaya gidip gelme açısından külfet getiren bir olay olduğu için hastanelerde yatan hastalara yapılması daha geçerli bir olaydır.Yumurtlama olayının hormonal yönü açısından bize bir fikir vermez. Bütün ultrasonografi uzmanları tarafından yerine getirilebilecek bir yöntemdir.