Çocuk Felci Nedir, Salgın Çocuk Felci Hakkında Bigiler
Çocuk Felci Hastalığı Çocuklarda görülen mikroplu ve bulaşıcı hastalıklardan birisidir. Sinir sisteminin omurilik kısmında iltihap husule gelmesiyle kendisini gösteren bu hastalığa doktorlar (Poliyomiyelit) veya sadece (Poliyo) derler. İlk defa (Hayne) ve (Medin) adındaki iki âlim bu hastalıkla uğraştıkları için bazı yerlerde (Hayne-Medin hastalığı) diye de anılmaktadır.
Ondokuz ve yirminci yüzyıllarda dünyanın birçok yerlerinde bu hastalığa tutulan binlerce çocuk görülmüş ve iyice tetkik edilmiştir.
Hastalık, bütün dünyada görülüyorsa da Avrupa'nın kuzey kesimlerinde ve Amerika'da daha fazla olmaktadır.
Bizim memleketimizde öteden beri bu hastalığa tek tük vakalar halinde rastlanır. Fakat son zamanlarda çocuk doktorları hastalığın yurdumuzda da artmağa başladığını söylemektedirler.
Çocuk felcini yapan âmil ufak bir virüstür. Çok küçük olan bu virüsün başlıca üç tipi vardır.
Hastalık en ziyade yaz ve sonbahar aylarında (1 - 4) yaşları arasında çocuklarda görülmektedir.
Hastalık mikroplan hastaların boğaz ve burunlarında oturduğundan, öksürür, aksırır, ve söz söylerken ağız ve burundan fırlayan tükürük damlacıkları ile etrafa yayıldığı anlaşılmaktadır.
Hastaların tükürük ve ağız ifrazlarıyla kirlenmiş eşyaları ve sağlam göründükleri halde burun ve boğazlarında mikrop bulunan ve bunu etraflarına saçıp bulaştıran (sağlam taşıyıcılar) da vardır.
Hastaların dışkılarında (büyük apteslerinde) hastalık mikroplarının mevcut bulunduğu, mikropların bu yoldan lâğımlara, sulara ve gıda maddelerine intikal ederek bunların da bulaşmada büyük rol oynadıkları tesbit edilmiştir. Yaz aylarında lâğım akan sahillerde yapılacak banyoların bulaşma bakımından tehlikeli olduğu da ileri sürülmektedir.
Çeşitli pislikler, üzerine konarak ve oradan oraya uçarak yaz aylarında faaliyet gösteren karasineklerin de çocuk felci mikroplarını gıda maddelerini taşıyıp insanlara bulaştırmada vasıta oldukları önemle bildirilmektedir.
Çocuk Felci Belirtileri
Mikrop alındıktan bir müddet sonra hastalık yüksek ateşle, nezle ve grip tarzında başlar. Vücudun her tarafında ağrılar, kırıklıklar, kusmalar, mide bağırsak bozuklukları, ishal ve inkıbaz, burun, boğaz nezleleri ortaya çıkar.
Hastada şiddetli baş ağrısı, sersemlik, huzursuzluk vardır. Bu devreden sonra ateş düşmeğe ve hastalar kendilerini iyi hissetmeğe başlarlarsa da, birdenbire menenjite benzeyen birtakım sinir sistemi bozuklukları ve daha sonra kol ve bacak gibi organlarda felçler ortaya çıkar. Bu felçler, yumuşak felç karakterindedir. Yalnız hareket yollarına aittir. His yollarında büyük bir bozukluk yoktur.
Bunu müteakip hastalık müzmin bir şekil alır. Felce uğrayan organların kasları yavaş yavaş kuvvet ve canlılığını kaybeder, ufalır ve küçülürler. Kol ve bacaklarda kuvvet kalmaz. Bazı vakalarda felçler, yapılan tedavi ile yavaş yavaş düzelir, hasta yeniden normal haline kavuşursa da bir çok vakalarda felçlerin bütün ömür boyunca devam ettikleri vardır.
Bu hastalık en ziyade, küçük yaştaki çocuklarda görülür. Büyüklerde görülmesi nâdirdir. Çok ölüme sebep olmaz, fakat yaptığı felçlerin uzun sürmesi ve tedavisinin uzun ve güç olması gibi kötülükleri de vardır.
Çocuk felcinin yalnız ateş ve genel belirtilerle sanki bir grip veya soğuk algınlığı imiş gibi seyreden ve hiç felç yapmayan şekilleri de vardır. Fakat, bu şekilde hastalığı tanımak ve ona teşhis koymak, çok defa mümkün olmaz. İnsan aldanabilir. Bu şekillerin felçlerin husule gelmesi gibi bir fenalığa meydan kalmadan bağışıklık sağlaması kabil olduğundan bulaşma şartlarına maruz kalan insanlardan bir çoklarının hastalığa tutulmamalarının sırrını bu suretle izah etmek mümkün olur. Bazı hastalarda teneffüs sisteminde felçler hâsıl olması, hastanın nefes almasına engel olarak ve akciğerde çeşitli iltihapların ortaya çıkmasına kapı açarak hayatın tehlikeye girmesine sebep olur.
Hastalığa tutulan çocukların, bir kısmında aptallık, sersemlik gibi hallerin kalması, hastalığın fena ihtilâtlarından sayılır.
Çocuk Felci Tedavisi
Hastalığın özel bir ilâcı olmadığından, ateşli ve gürültülü zamanında ateş düşürücü ve ağrıları dindirici ilâçlar kullanılır. Hastanın en azından bir, bir buçuk ay kadar yatakta yatırılıp tedavisi lâzımdır.
Bu hastalığa tutulup kurtulmuş ve bağışıklık kazanmış sağlam insanların kanını almak ve bu kanın serumunu çıkararak, hastaların belkemiği kanalı içine enjeksiyon yapmakta rayda görüldüğü yazılmıştır. Fakat, bu tedavi felçler başlama dan yapılmalıdır. Felçler teşekkül edip yerleştikten sonra, haftalar ve aylarca kol ve bacak gibi organlara friksiyon, masaj ve elektrik tedavileri yapılması icap eder.
(Gamaglobülin) ve (plasma) tedavisinden de fayda görülmektedir. Hastayı tedavi eden doktor, uygun gördüğü diğer ilâçları tatbik eder. Küçük çocukların organlarında hâsıl olan felçleri dikkatli bir surette tedavi etmek ve organlarındaki aksaklıkları uygun vasıtalarla düzeltmeğe çalışmak yerinde olur. Masajlarla birlikte sıcak banyoların da faydası olur.
Çocuk Felcinden Korunma Yolları, Çocuk Felci Aşısı
Hastalık bulaşıcı olduğu için hastaların, (3-4) hafta müddetle sağlamlardan ayrılıp tedavi edilmesi lâzımdır.
Hastaların dışkılarını (büyük apteslerini) mikrop öldürücü ilâçlarla dezenfekte etmelidir. Pişmeden yenecek gıdaları gayet temiz tutmak ve karasineklerle mücadele etmek en önemli tedbirlerdendir. Suların ve sütlerin temizliğine de itina edilmelidir.
(Salk) adındaki Amerikalı bir âlim, hastalık virüsünü üretip, öldürerek bir aşı hazırlamıştır ki, bugün bütün dünyada bu aşıdan koruyucu olarak faydalanılmaktadır.
Hastalık çıkan yerlerde, çocuklara bu aşının yapılması lâzım gelir. (Salk) aşısından sonra hastalık virüslerini canlı fakat hastalık yapamayacak bir şekle sokmakla hazırlanan ve ağızdan verilmek suretiyle tatbik edilen bir aşı daha keşfedilmiştir. (Sabin aşısı)
Bu aşının (Salk) aşısından daha büyük bir koruyucu hassası mevcut olduğu iddia edilmektedir.
Kabakulak Hastaligi Nedir Tedavisi
Kabakulak Hastalığı, Kabakulak Nedir
Bu hastalık da, en ziyade çocuklarda görülen mikroplu ve bulaşıcı hastalıklardandır. Tükürük bezlerinin iltihaplanmasıyla kendisini gösterir. En çok iltihaba uğrayan kulak altındaki tükürük bezleridir.
Kabakulak Nedenleri
Kabakulak eskiden beri bilinen bir hastalık olduğu halde mikrobu ancak son yıllarda bulunabilmiştir. Bunun özel bir virüs olduğu anlaşılmıştır.
Bu mikrop hastaların ağız ve boğazlarındaki tükürük ve ifrazları içerisinde bulunur.
Kabakulak Nasıl Bulaşır? Hastalar söz söyler, öksürürlerken ağızlarında, burunlarından fırlayan tükürük damlacıklar ile etraflarındaki sağlam insanları da bulaştırırlar
Kabakulak Hastalığı Belirtileri
Kabakulak Belirtisi, Mikrop alındıktan bir müddet sonra, hastalık birdenbire ateş ve kırıklıkla, başlar. Kabakulak Hastası, Bunun arkasından tükürük bezlerinden birisinde, çok defa, kulak altı bezlerinde bir şişme hâsıl olur. Hastanın o tarafındaki yanağı ve kulak altı kabarır, kulak memesi yukarıya doğru kalkar. Eğer her iki kulak altı tükürük bezinde de iltihap olursa hastanın yüzü enlemesine genişlemiş gibidir.
Dil paslanır, iştah azalır veya kayıp olur. Ağızda kuruluk vardır. Şayet kulak altı bezlerinden başka çene altı ve dilaltı tükürük bezleri de iltihaplanırsa hastanın ağzındaki kuruluk daha şiddetli olur. Çiğneme esnasında hasta çenesinde ağrı ve zorluk hisseder.
Birkaç gün bu haller devam ettikten sonra ateş düşer, tükürük bezlerinin şişliği yavaş yavaş azalır ve hastalık sona ermiş olur.
Kabakulak öldürücü bir hastalık değildir. Fakat ihtilâtları önemlidir.
Bunlarda midenin arkasındaki (Pankreas) dedikleri hazım bezinde, kadınların yumurtalıklarında, erkeklerin erkeklik bezlerinde gözyaşı kesesinde, böbrek üstü muhafazalarında iltihaplar hâsıl olmasından ibaret bir takım ihtilâtlardır.
Bazı hastalarda kabakulak virüsünden ileri gelen menenjitler görüldüğü de vardır.
Bu ihtilâtlar çok defa ölüme sebep olmazlar ve çabucak geçerlerse de erkeklik bezlerinde ve yumurtalıklarındaki iltihap şiddetli olursa bu organların işe yaramaz bir hale gelmesi dolayısıyla bu halin kısırlık yaparak çocuk olmasına engel olmak gibi fena bir durum ortaya çıkarması mümkündür.
Kabakulak Tedavisi Hakkında
Hastayı ayrı bir odaya yatırıp istirahat halinde tedavi etmelidir. Ağızda kuruluk varsa yumuşatıcı bir gargara vermek uygundur.
Eğer yüzdeki şişkinlik pek fazlâlaşarak hastaya sıkıntı verirse şişlik üzerine yağlı kremler sürmek faydalıdır.
Erkeklik bezlerinde iltihap olursa hastayı iyi istirahat ettirmeli. Pansumanlarla ağrıların ve şişliğin bir an önce giderilmesine çalışmalıdır. Böyle bir ihtilâta uğrayanlara kadınlık (Yumurtalık) hormon'larının şırınga edilmesinin uygun ve şifalı olacağım söyleyen doktorlar vardır.
Tecrübeler bunu göstermektedir. Öteki ağır ihtilâtlar daima doktorun kontrolü altında tedavi edilmelidirler.
Kabakulak Korunma Yolları
Sağlamları hastalarla temas ettirmemek ve hastalıktan kalkan çocuğu üç hafta müddetle okula göndermemek lâzımdır. Kabakulak hastalığının pratik sahada kullanılmağa elverişli koruyucu bir aşısı yoktur. Bir defa tutulup geçirenler bütün ömürleri boyunca bağışıklık kazanıp ekseriya, bir daha bu, hastalığa tutulmazlar.
Bu hastalık da, en ziyade çocuklarda görülen mikroplu ve bulaşıcı hastalıklardandır. Tükürük bezlerinin iltihaplanmasıyla kendisini gösterir. En çok iltihaba uğrayan kulak altındaki tükürük bezleridir.
Kabakulak Nedenleri
Kabakulak eskiden beri bilinen bir hastalık olduğu halde mikrobu ancak son yıllarda bulunabilmiştir. Bunun özel bir virüs olduğu anlaşılmıştır.
Bu mikrop hastaların ağız ve boğazlarındaki tükürük ve ifrazları içerisinde bulunur.
Kabakulak Nasıl Bulaşır? Hastalar söz söyler, öksürürlerken ağızlarında, burunlarından fırlayan tükürük damlacıklar ile etraflarındaki sağlam insanları da bulaştırırlar
Kabakulak Hastalığı Belirtileri
Kabakulak Belirtisi, Mikrop alındıktan bir müddet sonra, hastalık birdenbire ateş ve kırıklıkla, başlar. Kabakulak Hastası, Bunun arkasından tükürük bezlerinden birisinde, çok defa, kulak altı bezlerinde bir şişme hâsıl olur. Hastanın o tarafındaki yanağı ve kulak altı kabarır, kulak memesi yukarıya doğru kalkar. Eğer her iki kulak altı tükürük bezinde de iltihap olursa hastanın yüzü enlemesine genişlemiş gibidir.
Dil paslanır, iştah azalır veya kayıp olur. Ağızda kuruluk vardır. Şayet kulak altı bezlerinden başka çene altı ve dilaltı tükürük bezleri de iltihaplanırsa hastanın ağzındaki kuruluk daha şiddetli olur. Çiğneme esnasında hasta çenesinde ağrı ve zorluk hisseder.
Birkaç gün bu haller devam ettikten sonra ateş düşer, tükürük bezlerinin şişliği yavaş yavaş azalır ve hastalık sona ermiş olur.
Kabakulak öldürücü bir hastalık değildir. Fakat ihtilâtları önemlidir.
Bunlarda midenin arkasındaki (Pankreas) dedikleri hazım bezinde, kadınların yumurtalıklarında, erkeklerin erkeklik bezlerinde gözyaşı kesesinde, böbrek üstü muhafazalarında iltihaplar hâsıl olmasından ibaret bir takım ihtilâtlardır.
Bazı hastalarda kabakulak virüsünden ileri gelen menenjitler görüldüğü de vardır.
Bu ihtilâtlar çok defa ölüme sebep olmazlar ve çabucak geçerlerse de erkeklik bezlerinde ve yumurtalıklarındaki iltihap şiddetli olursa bu organların işe yaramaz bir hale gelmesi dolayısıyla bu halin kısırlık yaparak çocuk olmasına engel olmak gibi fena bir durum ortaya çıkarması mümkündür.
Kabakulak Tedavisi Hakkında
Hastayı ayrı bir odaya yatırıp istirahat halinde tedavi etmelidir. Ağızda kuruluk varsa yumuşatıcı bir gargara vermek uygundur.
Eğer yüzdeki şişkinlik pek fazlâlaşarak hastaya sıkıntı verirse şişlik üzerine yağlı kremler sürmek faydalıdır.
Erkeklik bezlerinde iltihap olursa hastayı iyi istirahat ettirmeli. Pansumanlarla ağrıların ve şişliğin bir an önce giderilmesine çalışmalıdır. Böyle bir ihtilâta uğrayanlara kadınlık (Yumurtalık) hormon'larının şırınga edilmesinin uygun ve şifalı olacağım söyleyen doktorlar vardır.
Tecrübeler bunu göstermektedir. Öteki ağır ihtilâtlar daima doktorun kontrolü altında tedavi edilmelidirler.
Kabakulak Korunma Yolları
Sağlamları hastalarla temas ettirmemek ve hastalıktan kalkan çocuğu üç hafta müddetle okula göndermemek lâzımdır. Kabakulak hastalığının pratik sahada kullanılmağa elverişli koruyucu bir aşısı yoktur. Bir defa tutulup geçirenler bütün ömürleri boyunca bağışıklık kazanıp ekseriya, bir daha bu, hastalığa tutulmazlar.
Bogmaca Hastaligi Nedir Cocuklarda Oksuruk
Boğmaca Hastalığı Nedir, Çocuklarda Boğmaca Öksürük
Boğmaca, en ziyade çocuklarda görülen, mikroplu ve bulaşıcı hastalıklardan birisidir. Bir defa tutulan, bütün ömrü boyunca ekseriya bir daha tutulmaz.
Boğmaca Hastalığının Nedenleri
Bu hastalığı yapan mikrop, gayet ufak çomaklar şeklindedir. Bundan (65) yıl kadar önce keşfolunmuştur.
Mikrop hastalığın başlangıcında hastaların boğazında çok miktarda bulunur. Bu zamanda hastada nezle hali mevcut bulunduğundan öksürük ve aksırıklarla etrafa sıçrayan tükürük damlacıkları hastalığın sağlamlara da bulaşmasına sebep olur.
Mikrop alındıktan bir müddet sonra hastalık, bir burun nezlesiyle başlar. Bu nezle yavaş yavaş boğaza ve nefes borularına doğru yayılır. Akşamlan hastanın ateşi yükselir.
Nezle devresinden sonra öksürük devresi gelir. Bu öksürükler gittikçe şiddetlerini artırarak (boğucu öksürükler) halini alırlar ve nöbet tarzında ortaya çıkarlar.
Bir öksürük nöbeti başladığı zaman hasta çocuk nefes almağa zaman bulamayarak boğulacak gibi olur. Her öksürük hücumunun arkasından nefes alabilmek için soluğunu şiddetle içeriye çeker. Yüzü mosmordur. Adeta boğuluyormuş gibi-, horoz ötüşüne benzeyen, tuhaf bir ses çıkarır. Balgam beyaz Ve yapışkandır. Zorlukla çıkar. Öksürük bazen o kadar sık ve şiddetli olur ki hastanın yediği yemekleri kusmasına sebep olur.
Öksürük devresi iki aydan fazla sürer. Sonra yavaş yavaş göğsü yumuşayarak hastalık sona yaklaşır.
Boğmacada en çok korkulan şey bu hastalığın başka hastalıklara kapı açmasıdır.
Böyle bir hal olursa hastanın ateşi çok yükselir. Hali fenalaşır. Öksürüğün şiddetinden dolayı gözlerde ve beyinde damar çatlamaları dolayısıyla hastada felçler hâsıl olabilir.
Boğmaca vücudu zayıf düşürerek verem hastalığına karşı istidat uyandırabilir.
Boğmaca Tedavisi
Herşeyden önce hastayı ateşli zamanlar yatakta istirahat ettirmek ve sağlamlardan ayırmak lâzımdır. Öksürüğü kesmek için doktorun sükûnet verici ilâçlar vermesi icab eder.
Yeni antibiyotik ilâçlardan (Chloram phinicol) esasına dayananlar boğmacada çok şifalı tesir gösterirler. Boğmaca mikrobundan yapılmış özel bir aşı vardır ki bu tedavide de faydalı olarak kullanılabilir.
Hastayı üşütmekten korumak, boğazında gıcık yapıp öksürük nöbetlerini ortaya çıkaracak biberli, baharlı yemeklerden sakınmak lâzımdır. Şayet sıkı ve şiddetli öksürükler kusmaya sebep olurlarsa hastanın zayıf düşmemesi için kusmadan sonra tekrar yemek yedirmelidir. Hastaları ateşsiz zamanlarında açık havada gezdirmek hattâ bir uçağa bindirerek havanın yüksek tabakalarında seyahat ettirmek faydalıdır.
Boğmacadan Korunma Yolları
Sağlamları hastalarla temas ettirmemelidir.
Boğmaca aşısı koruyucu olarak da işe yarar. Hastalığa tutulmamış çocukları bu aşı ile aşılatmak iyi bir sağlık tedbiridir.
Boğmaca, en ziyade çocuklarda görülen, mikroplu ve bulaşıcı hastalıklardan birisidir. Bir defa tutulan, bütün ömrü boyunca ekseriya bir daha tutulmaz.
Boğmaca Hastalığının Nedenleri
Bu hastalığı yapan mikrop, gayet ufak çomaklar şeklindedir. Bundan (65) yıl kadar önce keşfolunmuştur.
Mikrop hastalığın başlangıcında hastaların boğazında çok miktarda bulunur. Bu zamanda hastada nezle hali mevcut bulunduğundan öksürük ve aksırıklarla etrafa sıçrayan tükürük damlacıkları hastalığın sağlamlara da bulaşmasına sebep olur.
Mikrop alındıktan bir müddet sonra hastalık, bir burun nezlesiyle başlar. Bu nezle yavaş yavaş boğaza ve nefes borularına doğru yayılır. Akşamlan hastanın ateşi yükselir.
Nezle devresinden sonra öksürük devresi gelir. Bu öksürükler gittikçe şiddetlerini artırarak (boğucu öksürükler) halini alırlar ve nöbet tarzında ortaya çıkarlar.
Bir öksürük nöbeti başladığı zaman hasta çocuk nefes almağa zaman bulamayarak boğulacak gibi olur. Her öksürük hücumunun arkasından nefes alabilmek için soluğunu şiddetle içeriye çeker. Yüzü mosmordur. Adeta boğuluyormuş gibi-, horoz ötüşüne benzeyen, tuhaf bir ses çıkarır. Balgam beyaz Ve yapışkandır. Zorlukla çıkar. Öksürük bazen o kadar sık ve şiddetli olur ki hastanın yediği yemekleri kusmasına sebep olur.
Öksürük devresi iki aydan fazla sürer. Sonra yavaş yavaş göğsü yumuşayarak hastalık sona yaklaşır.
Boğmacada en çok korkulan şey bu hastalığın başka hastalıklara kapı açmasıdır.
Böyle bir hal olursa hastanın ateşi çok yükselir. Hali fenalaşır. Öksürüğün şiddetinden dolayı gözlerde ve beyinde damar çatlamaları dolayısıyla hastada felçler hâsıl olabilir.
Boğmaca vücudu zayıf düşürerek verem hastalığına karşı istidat uyandırabilir.
Boğmaca Tedavisi
Herşeyden önce hastayı ateşli zamanlar yatakta istirahat ettirmek ve sağlamlardan ayırmak lâzımdır. Öksürüğü kesmek için doktorun sükûnet verici ilâçlar vermesi icab eder.
Yeni antibiyotik ilâçlardan (Chloram phinicol) esasına dayananlar boğmacada çok şifalı tesir gösterirler. Boğmaca mikrobundan yapılmış özel bir aşı vardır ki bu tedavide de faydalı olarak kullanılabilir.
Hastayı üşütmekten korumak, boğazında gıcık yapıp öksürük nöbetlerini ortaya çıkaracak biberli, baharlı yemeklerden sakınmak lâzımdır. Şayet sıkı ve şiddetli öksürükler kusmaya sebep olurlarsa hastanın zayıf düşmemesi için kusmadan sonra tekrar yemek yedirmelidir. Hastaları ateşsiz zamanlarında açık havada gezdirmek hattâ bir uçağa bindirerek havanın yüksek tabakalarında seyahat ettirmek faydalıdır.
Boğmacadan Korunma Yolları
Sağlamları hastalarla temas ettirmemelidir.
Boğmaca aşısı koruyucu olarak da işe yarar. Hastalığa tutulmamış çocukları bu aşı ile aşılatmak iyi bir sağlık tedbiridir.
Difteri Kuspalazi Nedir Tedavisi Belirtileri
Difteri Kuşpalazı Hastalığı Nedir
Kuşpalazı olarak bilinen çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıkların önemli olanlarındandır. Arıza ve sıkıntılarını en çok boğazda gösterir. Difteri Hastalığının Diğer adı Kuşpalazıdır.
Difteri Hastalığının Nedenleri
Halk Dilinde Kuşpalazı olarak bilinen difteri Hastalığını yapan mikrop iki ucu yuvarlak bir takım çomakçıklar şeklindedir.
Kuşpalazı mikrobu vücudun bir yerinde oturduğu vakit oradan ilerleyip kana geçmez. Oturduğu yerde üreyip çoğalarak kirli beyaz zarlar halinde bir takım iltihap mahsulleri yapar. Çıkardığı şiddetli bir zehiri, kan vasıtasıyla, bütün bedene gönderir. Hastalık bu suretle mikrobun zehirleri ile meydana gelen bir zehirlenmedir.
Başlangıçta vücudda kırıklık, halsizlik Ve sinsi bir ateş ortaya çıkar Hastanın boğaz ve bademciklerinde ve küçük dil üzerinde kırlı beyazımtırak bir takım teşekkül görülür Gün geçtikçe bunlar büyüyüp ziyadeleşerek bir takım zarlar halini alır ve boğazın arka tarafına doğru yayılır.
Boyundaki Lenfa bezleri şişer. Vücudda artan bir solukluk ve düşkünlük hâsıl olur.
Hasta çabuk tedaviye başlanmazsa yavaş yavaş kalp bozulur. Nabız düzenini kaybeder. Çarpıntı, nefes darlığı ve fenalık halleri ortaya çıkarak hastaların hayatı tehlikeye girebilir.
Kuşpalazı hastalığı, sadece bademciklerde oturmakla kalmaz. Daha aşağılara gırtlağa doğru da inebilir. Hattâ bazı hallerde hiç bademciklerde oturmadan doğrudan doğruya gırtlakta başlar. Hâsıl ettiği zar şeklindeki iltihap mahsulleri nefes borularını tıkayarak, zehirlerin de meydana getirdiği kasılmalarla boğulma tehlikesi bile baş gösterebilir.
Burun içinde başlayan Kuşpalazı daha sinsidir. Burundan ara sıra kan getiren müzmin bir burun nezlesi şeklinde devam eder. Günün birinde arkadan boğaz ve gırtlağa doğru ilerleyerek sıkıntılı ve tehlikeli şekillerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Kuşpalazı burunda, boğazda, gırtlakta, gözde, kulakta, deride görülebilir. En çok görülen boğaz difterisidir. En tehlikeli olanı da gırtlakta hâsıl olup boğulmalara sebep olan şeklidir.
Kuşpalazı mikrobunun zehirleri vücuda yayıldıktan sonra hastalık çabuk tedaviye başlanmayacak olursa küçük dilde, gözlerde, kol ve bacaklarda felçlere sebebiyet verebilir.
Kuşpalazı mikroplarından başka bademcikler üzerinde oturup iltihap yapan bir çok mikroplar daha vardır. Görünüşte bademcik iltihaplarının hepsi az çok, birbirine benzerler. Fakat Kuşpalazının diğer iltihaplardan çabuk ayırt edilmesi lâzımdır. Çünkü doktorların elinde kuşpalazına karşı gayet tesirli ilâçlar yardır. Hastalığın pek çabuk teşhis edilmesi ve vakit kaybedilmeden bu ilâçlarla tedavisi icabeder.
Tedavideki gecikmeler hastalarda ihtilâtların ve bilhassa felçlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Kuşpalazında hastanın bademcikleri üzerinde veya boğazındaki beyazlıklar genişlemeye istidatlı zarlar halindedirler. Yerlerinden kaldırılmaları zordur. Boyundaki lenfa bezleri şişmiştir.
Böyle bir hal karşısında derhal doktora başvurulmalıdır. Hattâ icap ediyorsa, hastanın boğazındaki beyazlıklardan bir parça alınarak, Kuşpalazı mikrobu aranmak üzere, bir bakteriyoloji laboratuarına gönderilmelidir.
Şüphe çok kuvvetli olduğu veya lâboratuvarda Kuşpalazı mikroplan bulunduğu takdirde, hiç vakit geçirmeden, derhal tedaviye başlanmalıdır.
Difteri Tedavisi
Hastalar sağlamlardan ayrılarak tedavi edilmelidirler. Öteden beri en tesirli ilâç Kuşpalazı mikrobunun zehirlerine karşı hazırlanmış olan (Kuşpalazı Serumu) dur. Hastalığın ağır veya hafif olmasına ve hastanın haline göre dok-lor bu serumu deri altından kas (adale) içinden, hattâ çok acele vakalarda, damar içinden şırınga ederek hastanın hayatını kurtarır. Serumun bu şifalı tesiri öteden beri bilinmektedir. Fakat antibiyotik yeni ilâçların keşfinden sonra Kuşpalazı tedavisinde (Penicilinde) başarıyla kullanılmaktadır.
Hastalık önemli olduğundan hangi ilâçların, ne miktarlarda tatbik edileceğini mutlaka doktor tâyin etmelidir.
Mikroplar gırtlakta oturup orasını tıkayacak şekilde zarlar ve kasılmalar yaptıkları takdirde boğulma alâmetleri ve nefes darlıkları başlar. Bunlar hastanın boğulmasını mucip olabilecek derecede tehlike gösterirlerse ilâçla tedaviye devam etmekle beraber, dışarıdan ameliyat yaparak gırtlak üzerinden bir delik açmak suretiyle, hastanın nefes almasını sağlamak ve onu boğulmaktan kurtarmak icap eder.
Hastanın ağız, boğaz ve burun temizlikleri için mikrop öldürücü gargaralar, burun damlaları, kalbi ve bütün vücudu kuvvetlendirici uygun ilâçlar verilir. Ateşli zamanda hastanın yiyecekleri sulu, sindirilmesi kolay ve besleyici gıdalar arasından seçilmelidir.
Kuşpalazı Difteriden Korunma Yolları
Sağlamları hastalarla temas ettirmemek korunmada esastır. Kuşpalazının koruyucu kabiliyeti fazla olan bir aşısı vardır. Çocuklan iki yaşından itibaren, bununla aşılatmak çok iyi bir korunma temin eder.
Kuşpalazı olarak bilinen çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıkların önemli olanlarındandır. Arıza ve sıkıntılarını en çok boğazda gösterir. Difteri Hastalığının Diğer adı Kuşpalazıdır.
Difteri Hastalığının Nedenleri
Halk Dilinde Kuşpalazı olarak bilinen difteri Hastalığını yapan mikrop iki ucu yuvarlak bir takım çomakçıklar şeklindedir.
Kuşpalazı mikrobu vücudun bir yerinde oturduğu vakit oradan ilerleyip kana geçmez. Oturduğu yerde üreyip çoğalarak kirli beyaz zarlar halinde bir takım iltihap mahsulleri yapar. Çıkardığı şiddetli bir zehiri, kan vasıtasıyla, bütün bedene gönderir. Hastalık bu suretle mikrobun zehirleri ile meydana gelen bir zehirlenmedir.
Başlangıçta vücudda kırıklık, halsizlik Ve sinsi bir ateş ortaya çıkar Hastanın boğaz ve bademciklerinde ve küçük dil üzerinde kırlı beyazımtırak bir takım teşekkül görülür Gün geçtikçe bunlar büyüyüp ziyadeleşerek bir takım zarlar halini alır ve boğazın arka tarafına doğru yayılır.
Boyundaki Lenfa bezleri şişer. Vücudda artan bir solukluk ve düşkünlük hâsıl olur.
Hasta çabuk tedaviye başlanmazsa yavaş yavaş kalp bozulur. Nabız düzenini kaybeder. Çarpıntı, nefes darlığı ve fenalık halleri ortaya çıkarak hastaların hayatı tehlikeye girebilir.
Kuşpalazı hastalığı, sadece bademciklerde oturmakla kalmaz. Daha aşağılara gırtlağa doğru da inebilir. Hattâ bazı hallerde hiç bademciklerde oturmadan doğrudan doğruya gırtlakta başlar. Hâsıl ettiği zar şeklindeki iltihap mahsulleri nefes borularını tıkayarak, zehirlerin de meydana getirdiği kasılmalarla boğulma tehlikesi bile baş gösterebilir.
Burun içinde başlayan Kuşpalazı daha sinsidir. Burundan ara sıra kan getiren müzmin bir burun nezlesi şeklinde devam eder. Günün birinde arkadan boğaz ve gırtlağa doğru ilerleyerek sıkıntılı ve tehlikeli şekillerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Kuşpalazı burunda, boğazda, gırtlakta, gözde, kulakta, deride görülebilir. En çok görülen boğaz difterisidir. En tehlikeli olanı da gırtlakta hâsıl olup boğulmalara sebep olan şeklidir.
Kuşpalazı mikrobunun zehirleri vücuda yayıldıktan sonra hastalık çabuk tedaviye başlanmayacak olursa küçük dilde, gözlerde, kol ve bacaklarda felçlere sebebiyet verebilir.
Kuşpalazı mikroplarından başka bademcikler üzerinde oturup iltihap yapan bir çok mikroplar daha vardır. Görünüşte bademcik iltihaplarının hepsi az çok, birbirine benzerler. Fakat Kuşpalazının diğer iltihaplardan çabuk ayırt edilmesi lâzımdır. Çünkü doktorların elinde kuşpalazına karşı gayet tesirli ilâçlar yardır. Hastalığın pek çabuk teşhis edilmesi ve vakit kaybedilmeden bu ilâçlarla tedavisi icabeder.
Tedavideki gecikmeler hastalarda ihtilâtların ve bilhassa felçlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Kuşpalazında hastanın bademcikleri üzerinde veya boğazındaki beyazlıklar genişlemeye istidatlı zarlar halindedirler. Yerlerinden kaldırılmaları zordur. Boyundaki lenfa bezleri şişmiştir.
Böyle bir hal karşısında derhal doktora başvurulmalıdır. Hattâ icap ediyorsa, hastanın boğazındaki beyazlıklardan bir parça alınarak, Kuşpalazı mikrobu aranmak üzere, bir bakteriyoloji laboratuarına gönderilmelidir.
Şüphe çok kuvvetli olduğu veya lâboratuvarda Kuşpalazı mikroplan bulunduğu takdirde, hiç vakit geçirmeden, derhal tedaviye başlanmalıdır.
Difteri Tedavisi
Hastalar sağlamlardan ayrılarak tedavi edilmelidirler. Öteden beri en tesirli ilâç Kuşpalazı mikrobunun zehirlerine karşı hazırlanmış olan (Kuşpalazı Serumu) dur. Hastalığın ağır veya hafif olmasına ve hastanın haline göre dok-lor bu serumu deri altından kas (adale) içinden, hattâ çok acele vakalarda, damar içinden şırınga ederek hastanın hayatını kurtarır. Serumun bu şifalı tesiri öteden beri bilinmektedir. Fakat antibiyotik yeni ilâçların keşfinden sonra Kuşpalazı tedavisinde (Penicilinde) başarıyla kullanılmaktadır.
Hastalık önemli olduğundan hangi ilâçların, ne miktarlarda tatbik edileceğini mutlaka doktor tâyin etmelidir.
Mikroplar gırtlakta oturup orasını tıkayacak şekilde zarlar ve kasılmalar yaptıkları takdirde boğulma alâmetleri ve nefes darlıkları başlar. Bunlar hastanın boğulmasını mucip olabilecek derecede tehlike gösterirlerse ilâçla tedaviye devam etmekle beraber, dışarıdan ameliyat yaparak gırtlak üzerinden bir delik açmak suretiyle, hastanın nefes almasını sağlamak ve onu boğulmaktan kurtarmak icap eder.
Hastanın ağız, boğaz ve burun temizlikleri için mikrop öldürücü gargaralar, burun damlaları, kalbi ve bütün vücudu kuvvetlendirici uygun ilâçlar verilir. Ateşli zamanda hastanın yiyecekleri sulu, sindirilmesi kolay ve besleyici gıdalar arasından seçilmelidir.
Kuşpalazı Difteriden Korunma Yolları
Sağlamları hastalarla temas ettirmemek korunmada esastır. Kuşpalazının koruyucu kabiliyeti fazla olan bir aşısı vardır. Çocuklan iki yaşından itibaren, bununla aşılatmak çok iyi bir korunma temin eder.
Kizil Hastaligi Nedir Belirtileri ve Tedavisi
Kızıl Hastalığı Nedir
Kızıl, vücutta yaygın, kırmızı lekeler çıkmasıyla kendisini gösteren mikroplu ve bulaşık bir hastalıktır.
Kızıl Hastalığı Nedenleri
Kızılı yapan mikrop uzun müddet meçhul kalmıştır. Nihayet kızıla tutulmuş hastaların boğaz ve bademciklerinde ufak, yuvarlak ve mikroskop altında zincir şeklinde görülen (Streptokok) dedikleri bir mikrobun mevcut olduğu ve hastalığı bu mikrobun yaptığı anlaşılmıştır.
Bu mikrop hastaların boğaz ve bademciklerinde yerleşip iltihaplar yapmakta ve oradan bir yılan gibi saldığı zehirleri bütün vücuda göndererek hastalığı hâsıl etmektedir.
Kızıla herkes tutulmaz. Bazı kimselerde bu hastalığa karşı özel bir mukavemet mevcut olduğu, bazılarında ise, bunun tersine olarak, kızıla tutulmak istidadı bulunduğu görülmektedir.
Mikrop hastaların boğazlarında, bademciklerinde bulunur. Hastaların söz söyler, aksırır, öksürürken boğazlarından fırlayan tükürük damlacıkları etrafa yayılarak bulaşmaya sebep olurlar.
Kızıl Hastalığı Belirtileri
Mikrop alındıktan (3 - 5) gün sonra hastalık titreme ve ürpermelerle başlar. Ateş az zamanda yüksek dereceye çıkar. Hastalarda görülen ilk belirtilerden birisi bademciklerin şişip iltihaplanarak kıpkırmızı bir hal alması ile ortaya çıkan anjindir. Bulantı, kusma, baş ve bel ağrıları olur. Hastalar yatağa yatmağa mecbur olurlar.
Hasta boğazının ağrısından şikâyet eder. Yutkunmada zorluk vardır. Dil paslı, dudaklar kurudur.
Ateşin yükselmesinden bir iki gün sonra, ilk defa göğüsten ve boyundan başlamak üzere, vücudun derisi üstünde, bir takım kırmızılıklar baş gösterir. Bu kırmızılıklar, kızarmakta olduğu gibi, tek tük lekeler halinde olmayıp geniş ve yaygındırlar. Adeta deri üzerine kırmızı mürekkep sürülmüş gibidir. Zaman geçtikçe bu lekeler yüze, kollara, göğse, sırta, karma ve bacaklara da yayılırlar.
Yüzün her tarafını kırmızılık kaplar. Fakat hastanın dudaklarının Ve ağzının etrafında kırmızılık yoktur. Buraları soluk bir renktedir. Bu hal doktorlar tarafından kızıl için özel bir belirti olarak kabul edilmiştir. Lekeler, bazı defa, o kadar yaygın olur ki hasta âdeta al bir gömlek giymiş gibidir.
Bu sırada hastanın dili kızarmış, üzerindeki ufak kabarcıklar daha ziyade barizleşmişlerdir. Doktorlar bu görünüşteki dile (çilek dili) derler ki kızıl hastalığı için özel bir başka belirti diye telâkki olunmuştur.
Kızıl lekeleri (3 - 4) gün içinde son haddine vardıktan sonra birinci hafta nihayetinde sönmeğe başlarlar. Hastanın ateşi (8 - 12) gün kadar sürdükten sonra düşer.
Nekahet devresinde derinin evvelce kızarmış olan yerleri kavlayıp kabarır. Büyük parçalar halinde deri döküntüleri hâsıl olur. Bu döküntüler el ayasında ve ayak tabanında daha büyük parçalar halindedirler.
Bu örneklik tablodan başka gayet ağır kızıl vakalar olduğu gibi, ufak bir bademcik iltihabı ve biraz ateşle geçen çok hafif şekilleri de vardır. Benim uzun yıllar devam eden doktorluk görgülerimden edindiğim kanaate göre, kızıl bizim memleketimizde bu şekilde çok hafif olarak geçmektedir. Yurdumuza ait iklimin ve halkımızın vücudunda bu hastalığa karşı mevcut mukavemetin hastalığın hafif geçmesinde rolü olsa gerektir.
Bazı kimselerde yalnız bademcik iltihabı hâsıl olup deride kırmızılıkların çıkmadığı da olur. (Lekesiz kızıl). Bu takdirde kızıl teşhis etmek zordur. Yalnız bu gibi vakalarda sonradan kızıla mahsus ihtilâtların ortaya çıkması geçirilen anjinin kızıla ait olduğunu göstererek hakikatin anlaşılmasına yardım eder. Kızılda görülen ihtilâtlar oldukça ağırdır. Bazı hallerde boğazda, bademciklerde, boyundaki lenfa boğumlarında kangrenli bir iltihap başlar. Bu iltihap gittikçe ilerleyerek mikropların kana karışmasına ve hastanın kan zehirlenmesine uğrayarak tehlikeli bir duruma düşmesine sebep olabilir. Hastalığın şiddetinden dolayı hastanın kalbinde ve damarlarında ağır bozukluklar ve arızalar olduğu da vardır.
Bazı hastalarda (Zaatüre) şeklinde akciğer iltihapları görülebilir. Bir takımlarında hastalığın birinci haftası sonlarında eklemlerin şişmesi ile, ateş ve ağrılarla romatizmaya benzer arızalar baş gösterir. Buna (kızıl romatizması) derler.
Bütün bunlardan başka sonradan gelmesi muhtemel olan bir hastalık daha vardır. Bu da hastalığın (19 - 21) inci günleri arasında, bazı hastalarda, birden bire her iki böbreğin birden iltihaplanması halidir. Bu takdirde hastanın tansiyonu birdenbire yükselir. Bunun arkasından ateş çıkar, idrar miktarı azalır, içinde albümin bulunur. Aynı zamanda hastanın-göz kapaklarında, yüzünde, ellerinde ve ayaklarında şişlikler hâsıl olur. Bu hal çabuk tedavi edilmezse hastanın hayatı tehlikeye düşebilir.
Kızıl Hastalığı Tedavisi
Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi altına alınır. Hastanın üç hafta kadar yatakta yatması lâzımdır. Odası havadar, bol ışıklı ve temiz olmalıdır.
Hastaya ateşli zamanında sulu, hafif, sindirilmesi kolay gıdalar verilmelidir. Bazıları hastalığın sonunda görülmesi ihtimali olan böbrek iltihabını verilen kuvvetli gıdalara atfederek hastaya fazla kuvvetli gıda maddeleri vermekten korkarlar. Onu uzun müddet süt ve yoğurt ile beslemek isterler. Bu hal hastayı aç bırakmak ve hastalığa karşı dayanıksız hale getirmek bakımından lüzumsuz ve zararlıdır. Hakikatte böyle bir korkunun yeri yoktur. Çünkü böbrek iltihabını, gıda maddeleri değil, mikrobun zehirleri yaparlar. Böbrek iltihabı zehirlere karşı hastanın vücudunda mevcut allerjiden ileri gelir.
Esasen böbrek iltihabı her hastada mutlaka görülmez. Kızıl zehirlerine hassas insanlarda olur. Nitekim derin perhiz yapan hastalarda da böbrek iltihabı hâsıl olmaktadır. Hastalık sırasında lüzum hâsıl olursa kalp ve damarları kuvvetlendirici ilâçlar verilir.
Son yıllarda keşfedilen (sulfamid)(Penicillin) dediğimiz antibiyotik ilâcın kızıl hastalığında çok şifalı tesirleri vardır. Bugün bunlar ve diğer bazı antibiyotikler sayesinde kızıl kolaylıkla tedavi edilmektedir. Bu sayede kızılın tedavisinde eskiden çok kullanılan (kızıl serumu) artık lüzum kalmamıştır.
Kızıl Hastalığından Korunma Yolları
Sağlamların hastalarla temas etmemesi başta gelen tedbirdir. Hastaya bakanlar kendilerini gayet temiz tutulmalıdırlar. Çünkü hiç hasta olmadan boğazlarında mikrop taşıyan ve etrafa bulaştıran sağlam insanlar da vardır.
Hastanın bütün eşyası, yatak ve yemek takımları dikkatle dezenfekte edilmelidir.
Kızıllı çocuğun hasta iken yatağında oynadığı oyuncaklarda bulaşmada vasıta olabilirler. Hastalıktan sonra bunları iyi temizlemeli, ucuz ve önemsiz olan oyuncaklar yakılmak suretiyle imha edilmelidir.
Kızıla tutulan çocukların ortalama olarak (40) gün müddetle okula gitmemesi lâzımdır. En doğrusu birer hafta aralıkla üç defa boğaz ifrazlarında mikrop aranıp bulunmadığı anlaşıldıktan sonra okula gitmesine müsaade olunmalıdır.
Kızılın mikrop zehirlerinden yapılmış bir aşısı varsa da aşının hazırlanmasının ve geniş ölçüde tatbik edilmesinin zor olması, koruyucu kabiliyetinin şüpheli bulunması dolayısıyla bu aşı pratikte önemli bir yer tutmamıştır.
Bazı doktorlar hastanın yakınında bulunan sağlam çocukları korumak için bunlara bir hafta müddetle az miktarda (sülfamid) verilmesinin uygun olacağını söylemişlerdir.
Kızıl, vücutta yaygın, kırmızı lekeler çıkmasıyla kendisini gösteren mikroplu ve bulaşık bir hastalıktır.
Kızıl Hastalığı Nedenleri
Kızılı yapan mikrop uzun müddet meçhul kalmıştır. Nihayet kızıla tutulmuş hastaların boğaz ve bademciklerinde ufak, yuvarlak ve mikroskop altında zincir şeklinde görülen (Streptokok) dedikleri bir mikrobun mevcut olduğu ve hastalığı bu mikrobun yaptığı anlaşılmıştır.
Bu mikrop hastaların boğaz ve bademciklerinde yerleşip iltihaplar yapmakta ve oradan bir yılan gibi saldığı zehirleri bütün vücuda göndererek hastalığı hâsıl etmektedir.
Kızıla herkes tutulmaz. Bazı kimselerde bu hastalığa karşı özel bir mukavemet mevcut olduğu, bazılarında ise, bunun tersine olarak, kızıla tutulmak istidadı bulunduğu görülmektedir.
Mikrop hastaların boğazlarında, bademciklerinde bulunur. Hastaların söz söyler, aksırır, öksürürken boğazlarından fırlayan tükürük damlacıkları etrafa yayılarak bulaşmaya sebep olurlar.
Kızıl Hastalığı Belirtileri
Mikrop alındıktan (3 - 5) gün sonra hastalık titreme ve ürpermelerle başlar. Ateş az zamanda yüksek dereceye çıkar. Hastalarda görülen ilk belirtilerden birisi bademciklerin şişip iltihaplanarak kıpkırmızı bir hal alması ile ortaya çıkan anjindir. Bulantı, kusma, baş ve bel ağrıları olur. Hastalar yatağa yatmağa mecbur olurlar.
Hasta boğazının ağrısından şikâyet eder. Yutkunmada zorluk vardır. Dil paslı, dudaklar kurudur.
Ateşin yükselmesinden bir iki gün sonra, ilk defa göğüsten ve boyundan başlamak üzere, vücudun derisi üstünde, bir takım kırmızılıklar baş gösterir. Bu kırmızılıklar, kızarmakta olduğu gibi, tek tük lekeler halinde olmayıp geniş ve yaygındırlar. Adeta deri üzerine kırmızı mürekkep sürülmüş gibidir. Zaman geçtikçe bu lekeler yüze, kollara, göğse, sırta, karma ve bacaklara da yayılırlar.
Yüzün her tarafını kırmızılık kaplar. Fakat hastanın dudaklarının Ve ağzının etrafında kırmızılık yoktur. Buraları soluk bir renktedir. Bu hal doktorlar tarafından kızıl için özel bir belirti olarak kabul edilmiştir. Lekeler, bazı defa, o kadar yaygın olur ki hasta âdeta al bir gömlek giymiş gibidir.
Bu sırada hastanın dili kızarmış, üzerindeki ufak kabarcıklar daha ziyade barizleşmişlerdir. Doktorlar bu görünüşteki dile (çilek dili) derler ki kızıl hastalığı için özel bir başka belirti diye telâkki olunmuştur.
Kızıl lekeleri (3 - 4) gün içinde son haddine vardıktan sonra birinci hafta nihayetinde sönmeğe başlarlar. Hastanın ateşi (8 - 12) gün kadar sürdükten sonra düşer.
Nekahet devresinde derinin evvelce kızarmış olan yerleri kavlayıp kabarır. Büyük parçalar halinde deri döküntüleri hâsıl olur. Bu döküntüler el ayasında ve ayak tabanında daha büyük parçalar halindedirler.
Bu örneklik tablodan başka gayet ağır kızıl vakalar olduğu gibi, ufak bir bademcik iltihabı ve biraz ateşle geçen çok hafif şekilleri de vardır. Benim uzun yıllar devam eden doktorluk görgülerimden edindiğim kanaate göre, kızıl bizim memleketimizde bu şekilde çok hafif olarak geçmektedir. Yurdumuza ait iklimin ve halkımızın vücudunda bu hastalığa karşı mevcut mukavemetin hastalığın hafif geçmesinde rolü olsa gerektir.
Bazı kimselerde yalnız bademcik iltihabı hâsıl olup deride kırmızılıkların çıkmadığı da olur. (Lekesiz kızıl). Bu takdirde kızıl teşhis etmek zordur. Yalnız bu gibi vakalarda sonradan kızıla mahsus ihtilâtların ortaya çıkması geçirilen anjinin kızıla ait olduğunu göstererek hakikatin anlaşılmasına yardım eder. Kızılda görülen ihtilâtlar oldukça ağırdır. Bazı hallerde boğazda, bademciklerde, boyundaki lenfa boğumlarında kangrenli bir iltihap başlar. Bu iltihap gittikçe ilerleyerek mikropların kana karışmasına ve hastanın kan zehirlenmesine uğrayarak tehlikeli bir duruma düşmesine sebep olabilir. Hastalığın şiddetinden dolayı hastanın kalbinde ve damarlarında ağır bozukluklar ve arızalar olduğu da vardır.
Bazı hastalarda (Zaatüre) şeklinde akciğer iltihapları görülebilir. Bir takımlarında hastalığın birinci haftası sonlarında eklemlerin şişmesi ile, ateş ve ağrılarla romatizmaya benzer arızalar baş gösterir. Buna (kızıl romatizması) derler.
Bütün bunlardan başka sonradan gelmesi muhtemel olan bir hastalık daha vardır. Bu da hastalığın (19 - 21) inci günleri arasında, bazı hastalarda, birden bire her iki böbreğin birden iltihaplanması halidir. Bu takdirde hastanın tansiyonu birdenbire yükselir. Bunun arkasından ateş çıkar, idrar miktarı azalır, içinde albümin bulunur. Aynı zamanda hastanın-göz kapaklarında, yüzünde, ellerinde ve ayaklarında şişlikler hâsıl olur. Bu hal çabuk tedavi edilmezse hastanın hayatı tehlikeye düşebilir.
Kızıl Hastalığı Tedavisi
Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi altına alınır. Hastanın üç hafta kadar yatakta yatması lâzımdır. Odası havadar, bol ışıklı ve temiz olmalıdır.
Hastaya ateşli zamanında sulu, hafif, sindirilmesi kolay gıdalar verilmelidir. Bazıları hastalığın sonunda görülmesi ihtimali olan böbrek iltihabını verilen kuvvetli gıdalara atfederek hastaya fazla kuvvetli gıda maddeleri vermekten korkarlar. Onu uzun müddet süt ve yoğurt ile beslemek isterler. Bu hal hastayı aç bırakmak ve hastalığa karşı dayanıksız hale getirmek bakımından lüzumsuz ve zararlıdır. Hakikatte böyle bir korkunun yeri yoktur. Çünkü böbrek iltihabını, gıda maddeleri değil, mikrobun zehirleri yaparlar. Böbrek iltihabı zehirlere karşı hastanın vücudunda mevcut allerjiden ileri gelir.
Esasen böbrek iltihabı her hastada mutlaka görülmez. Kızıl zehirlerine hassas insanlarda olur. Nitekim derin perhiz yapan hastalarda da böbrek iltihabı hâsıl olmaktadır. Hastalık sırasında lüzum hâsıl olursa kalp ve damarları kuvvetlendirici ilâçlar verilir.
Son yıllarda keşfedilen (sulfamid)(Penicillin) dediğimiz antibiyotik ilâcın kızıl hastalığında çok şifalı tesirleri vardır. Bugün bunlar ve diğer bazı antibiyotikler sayesinde kızıl kolaylıkla tedavi edilmektedir. Bu sayede kızılın tedavisinde eskiden çok kullanılan (kızıl serumu) artık lüzum kalmamıştır.
Kızıl Hastalığından Korunma Yolları
Sağlamların hastalarla temas etmemesi başta gelen tedbirdir. Hastaya bakanlar kendilerini gayet temiz tutulmalıdırlar. Çünkü hiç hasta olmadan boğazlarında mikrop taşıyan ve etrafa bulaştıran sağlam insanlar da vardır.
Hastanın bütün eşyası, yatak ve yemek takımları dikkatle dezenfekte edilmelidir.
Kızıllı çocuğun hasta iken yatağında oynadığı oyuncaklarda bulaşmada vasıta olabilirler. Hastalıktan sonra bunları iyi temizlemeli, ucuz ve önemsiz olan oyuncaklar yakılmak suretiyle imha edilmelidir.
Kızıla tutulan çocukların ortalama olarak (40) gün müddetle okula gitmemesi lâzımdır. En doğrusu birer hafta aralıkla üç defa boğaz ifrazlarında mikrop aranıp bulunmadığı anlaşıldıktan sonra okula gitmesine müsaade olunmalıdır.
Kızılın mikrop zehirlerinden yapılmış bir aşısı varsa da aşının hazırlanmasının ve geniş ölçüde tatbik edilmesinin zor olması, koruyucu kabiliyetinin şüpheli bulunması dolayısıyla bu aşı pratikte önemli bir yer tutmamıştır.
Bazı doktorlar hastanın yakınında bulunan sağlam çocukları korumak için bunlara bir hafta müddetle az miktarda (sülfamid) verilmesinin uygun olacağını söylemişlerdir.
Su Cicegi Hastaligi Nedir Belirtileri Tedavisi
Su Çiçeği Hastalığı, Su Çiçeği Nedir
Suçiçeği deri üstünde bir takım kabarcıklarla kendisini gösteren bulaşıcı ve daha ziyade çocuklarda görülen bir hastalıktır. Bu kabarcıklar çiçek hastalığının kabarcıklarına benzer.
Fakat bunlar vücutta gayet seyrek oldukları gibi hastalık da, çiçek hastalığı gibi, ağır ve tehlikeli değil, hafif geçici bir vasıftadır. Su çiçeği çiçek hastalığına benzemekle beraber ondan tamamen ayrı olan bir hastalıktır.
Su Çiçeği Nedenleri, Su Çiçeği Hastalıkları
Suçiçeğini yapan mikrop ufak bir virüstür. Bu defa tutulan, çok defa, bütün ömrü boyunca tutulmayacak derecede kuvvetli bir bağışıklık kazanmış olur.
Su Çiçeği Belirtileri
Virüsü alan kimsede (10 - 15) gün sonra hastalık üşüme, titreme, ateş, kırıklık ve baş ağrıları ile başlar. Bazı vakalarda kusmalar da olur.
Bir müddet sonra vücudun ötesinde berisinde ufak, kırmızı lekeler çıkar. Bunlar yavaş yavaş büyüyerek kabarcık şekline girerler. İçlerinde sarımtırak bir su toplanır. Bu su sonradan bazı çıbanlarda cerahat haline gelir. Daha sonra çıbanlar kurumağa başlayarak üzerlerinde bir kabuk hâsıl olur. Daha sonra kaybolurlar. Yerlerinde çiçekte olduğu gibi izler kalmaz ve suçiçeğinde çopurluk olmaz.
Su çiçeği çıbanları çiçekte olduğu gibi, hep birden çıkıp hep birden kaybolan bir vasıfta değildirler. Deri üstünde bir kısmının gelişip kurumaya yüz tuttuğu sıralarda bir kısmı henüz yeni çıkmış bir durumdadır. Doktorlar bu hali gökte serpilmiş, kimisi parlak, kimisi sönük, yıldızlara benzetmişlerdir. Ve suçiçeğini çiçekten ayırmak için bunu önemli bir, belirti olarak kabul etmişlerdir.
Suçiçeği sırasında ağızda ve boğazda çıkan ufak kabarcıklardan dolayı hastaların boğaz ve bademciklerinde iltihaplar görüldüğü vardır.
Suçiçeği, çiçek gibi, ağır bir hastalık değildir. Bazı çocuklar belli belirsiz ufak rahatsızlıklarla ve hafif ateşle hastalığı ayakta geçirirler.
Fakat ne olursa olsun hastalık sırasında akciğerlerde, kulakta, burunda ve vücudun diğer yerlerinde bir ihtilât olmaması için hastaları üşütmemek, derisini ve çıbanları temiz tutmak lâzımdır.
Çocuklarda Bebeklerde Su Çiçeği Tedavisi
Hastalığın mikrobu üzerine tesirli olan özel bir ilâç yoktur. Ateşli zamanda hastayı yatakta istirahat ettirmek, hafif gıdalar vermek, derisi üzerindeki çıbanlara başka mikropların girmesini ve iltihap yapmasını önlemek için mikrop öldürücü tozlar ve merhemler koymak uygun olur. Hastanın ağzını, burnunu ve gözlerini çok temiz tutmalı, icap ederse gargara ve damla şeklinde ilâçlar kullanılmalıdır.
Su Çiçeği Hastalığından Korunma
Suçiçeği çok bulaşıcı bir hastalıktır. En ufak bir temas hastalığın bulaşmasına sebep olur. Sağlamları hastalarla temas ettirmemek başlıca tedbirdir. Koruyucu bir aşısı yoktur.
Çıbanların kabukları kuruyup dökülünceye kadar hastalık bulaşıcı olduğundan bu zamana kadar çocukları okula göndermemek lâzım gelir. Okuldan kalma müddeti (21) günden aşağı olmamalıdır.
Suçiçeği deri üstünde bir takım kabarcıklarla kendisini gösteren bulaşıcı ve daha ziyade çocuklarda görülen bir hastalıktır. Bu kabarcıklar çiçek hastalığının kabarcıklarına benzer.
Fakat bunlar vücutta gayet seyrek oldukları gibi hastalık da, çiçek hastalığı gibi, ağır ve tehlikeli değil, hafif geçici bir vasıftadır. Su çiçeği çiçek hastalığına benzemekle beraber ondan tamamen ayrı olan bir hastalıktır.
Su Çiçeği Nedenleri, Su Çiçeği Hastalıkları
Suçiçeğini yapan mikrop ufak bir virüstür. Bu defa tutulan, çok defa, bütün ömrü boyunca tutulmayacak derecede kuvvetli bir bağışıklık kazanmış olur.
Su Çiçeği Belirtileri
Virüsü alan kimsede (10 - 15) gün sonra hastalık üşüme, titreme, ateş, kırıklık ve baş ağrıları ile başlar. Bazı vakalarda kusmalar da olur.
Bir müddet sonra vücudun ötesinde berisinde ufak, kırmızı lekeler çıkar. Bunlar yavaş yavaş büyüyerek kabarcık şekline girerler. İçlerinde sarımtırak bir su toplanır. Bu su sonradan bazı çıbanlarda cerahat haline gelir. Daha sonra çıbanlar kurumağa başlayarak üzerlerinde bir kabuk hâsıl olur. Daha sonra kaybolurlar. Yerlerinde çiçekte olduğu gibi izler kalmaz ve suçiçeğinde çopurluk olmaz.
Su çiçeği çıbanları çiçekte olduğu gibi, hep birden çıkıp hep birden kaybolan bir vasıfta değildirler. Deri üstünde bir kısmının gelişip kurumaya yüz tuttuğu sıralarda bir kısmı henüz yeni çıkmış bir durumdadır. Doktorlar bu hali gökte serpilmiş, kimisi parlak, kimisi sönük, yıldızlara benzetmişlerdir. Ve suçiçeğini çiçekten ayırmak için bunu önemli bir, belirti olarak kabul etmişlerdir.
Suçiçeği sırasında ağızda ve boğazda çıkan ufak kabarcıklardan dolayı hastaların boğaz ve bademciklerinde iltihaplar görüldüğü vardır.
Suçiçeği, çiçek gibi, ağır bir hastalık değildir. Bazı çocuklar belli belirsiz ufak rahatsızlıklarla ve hafif ateşle hastalığı ayakta geçirirler.
Fakat ne olursa olsun hastalık sırasında akciğerlerde, kulakta, burunda ve vücudun diğer yerlerinde bir ihtilât olmaması için hastaları üşütmemek, derisini ve çıbanları temiz tutmak lâzımdır.
Çocuklarda Bebeklerde Su Çiçeği Tedavisi
Hastalığın mikrobu üzerine tesirli olan özel bir ilâç yoktur. Ateşli zamanda hastayı yatakta istirahat ettirmek, hafif gıdalar vermek, derisi üzerindeki çıbanlara başka mikropların girmesini ve iltihap yapmasını önlemek için mikrop öldürücü tozlar ve merhemler koymak uygun olur. Hastanın ağzını, burnunu ve gözlerini çok temiz tutmalı, icap ederse gargara ve damla şeklinde ilâçlar kullanılmalıdır.
Su Çiçeği Hastalığından Korunma
Suçiçeği çok bulaşıcı bir hastalıktır. En ufak bir temas hastalığın bulaşmasına sebep olur. Sağlamları hastalarla temas ettirmemek başlıca tedbirdir. Koruyucu bir aşısı yoktur.
Çıbanların kabukları kuruyup dökülünceye kadar hastalık bulaşıcı olduğundan bu zamana kadar çocukları okula göndermemek lâzım gelir. Okuldan kalma müddeti (21) günden aşağı olmamalıdır.
Cicek Hastaligi Nedir Cicek Belirtileri Tedavisi
Çiçek Hastalığı Nedir
Çiçek pek eski zamanlardan beri dünya üstünde geniş salgınlar yaparak insanların gözünü korkutmuş olan bulaşıcı hastalıklardan birisidir.
Aşının icadından ve korunma tedbirlerinin anlaşılmasından sonra salgınlar durmuş, hastalığın ortaya çıkması çok nâdir bir hale gelmiştir.
Çiçek Hastalığı Nedenleri
Uzun asırlar sebebi bilinemeyen bu hastalığın bugün özel bir virüs tarafından husule getirildiği anlaşılmış bulunmaktadır.
Çiçek mikroplarının etrafa yayılmasına ve sağlamların hastalığa bulaşmasına sebep olan amillerin en önemlisi Çiçek aşısı, insanları çiçek hastalarındaki çiçek çıbanları gibi tehlikeli bir hastalıklarından cerahat, kabuk ve döküntüden koruyan en şifalı bir aşıdır tüleridir.
Çiçek virüsü oldukça dayanıklıdır. Soğukta uzun müddet canlılığını muhafaza eder.
Anasının kanımda olan çocuktan, eğer yaşayabilirse, yüz elli yaşındaki ihtiyara kadar her yaştaki insanlar, bağışıklıkları yoksa çiçeğe tutulabilirler. Kimseyi affetmeyen bir hastalıktır.
Bağışıklık ancak hastalığı geçirmekle veya çiçek aşısı ile aşılanmak suretiyle hâsıl olur.
Bulaşma kaynağı çiçek hastalığına tutulmuş hastalardır. Hastaların ağız ve boğazlarında bulunan çiçek yaralarındaki mikroplar, öksürük ve aksırıklar sırasında fırlayan tükürük damlacıkları ile etrafa saçıldıkları gibi, deri üstündeki çıbanların cerahat ve döküntüleri de bulaşmaya sebep olurlar.
Çiçek virüsü dayanıklı olduğu için hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları, ev eşyası, meskenler, hasta taşıyan taşıtlar, temizlenmedikleri takdirde, bulaşmada rol oynayabilirler.
Çiçek bulaşmasında kara sineklerin de büyük önemi vardır. Bu pis mahlûklar her tarafta dolaşırlar. Çiçekli hastaların vücutlarına konarak oralardan aldıkları çiçek virüsünü uzak mesafelere kadar taşıyıp başkalarına da kolaylıkla bulaştırabilirler.
Birbiriyle münasebeti yokmuş gibi görünen ve birbirinden uzak mesafelerde ortaya çıkan çiçek vakalarında karasineklerin büyük rolü mevcuttur.
Çiçek virüsü sağlam insanın derisi veya burun, boğaz muhat gışaları üzerindeki ufak sıyrık ve yaralardan içeriye girmek suretiyle hastalığı hâsıl eder. Virüsü havi tozların teneffüsü hastalığı kolaylıkla bulaştırır.
Çiçek Hastalığı Belirtileri
Virüs vücuda girdikten (10 - 12) gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkmağa başlarlar.
Başlangıç devrinde hastalık birdenbire bir üşüme, titreme ve ateş yükselmesiyle kendisini belli eder. Hasta, vücudunda kırıklıklar ve ağrılar duyar. Bilhassa kalça ve bel ağrıları dikkati çekecek derecede fazladır. Bulantı ve kusmalar olur. Hastanın dili paslanır, genel durumu fenalaşır. Gün geçtikçe hastalık ağırlaşır.
İkinci güne doğru dirseklerde, kasıklarda, koltuk altlarında kızıl lekeleri gibi genişçe, kırmızı lekeler ortaya çıkar. Üçüncü günde, hastanın yüzünden başlamak üzere, kızamık lekelerine benzeyen ufak, kırmızı kabarcıklar peyda olur. Bunlar, az zamanda, kollara ve bacaklara doğru yayılırlar. Bu devrede hastanın bu halini görüp dikkat edilirse çiçek döküntüleri, kızamığın ve su çiçeğinin tersine olarak, daha ziyade kollara, bacaklara yayılıp sıklaşmaya mütemayildirler. O sırada ateş biraz düşmüş, hastanın durumu hafiflemiş gibi görünür. Fakat zaman geçtikçe döküntüler daha bârizleşir. Üzerleri kabararak içlerinde su toplamağa başlar. Birkaç gün sonra döküntülerin içindeki kirli sarımtırak su, koyulaşarak cerahat haline gelir. Bunların her biri içi irin dolu bir çıban olur. işte çiçek çıbanı budur.
Biraz düşmüş olan ateş o sırada yeniden yükselir. Her tarafa yayılan ve gittikçe sıklaşan çıbanların tesiriyle hastanın yüzü şişer, gözleri kapanır. Çiçek çıbanları yalnız deride değil, başın saçlı kısmında, ağız, burun içinde de çıkarlar. Göz içinde çıkarlarsa gözü harap ederler. Bu çıbanlar, hastaya şiddetli kaşıntı ve büyük bir rahatsızlık verirler.
Bu çıbanlar bazı hastalarda o kadar sıklaşır ki vücudun her tarafı, sıvama, çiçek çıbanlarıyla kaplanır. Bu çıbanların çatlamasıyla ortaya çıkan cerahatli akıntılardan fena bir koku yayılır. Hasta dalgın, ateşli, ağır ve korkunç bir manzara gösterir. Bir takım hastalar bu ağır tablo içinde, şuurlarını kaybederler, abuk sabuk söylenir, yataktan kalkmak, atılmak isterler. Büyük bir sıkıntı içinde çırpınır, dururlar.
Bazısında çıbanların içine kan sızmasından dolayı, bunlar koyu, morumtırak kırmızı bir renk alırlar. Bu hal kanın bozulmasından ileri geldiği için böyle hastaların akıbeti tehlikeye düşmüş sayılır.
Bütün vücudun zehirlenmekte olduğunu gösteren bu şekle (kara çiçek) adı verilmiştir.
Hastalığın (12 - 13) üncü günlerine doğru çıbanlar kurumaya, kabuklanmaya başlarlar. Hastanın ateşi düşer, iyilik alâmetleri baş gösterir. Bu suretle hastalık sona ermiş olur.
Çiçek çıbanları kuruyup kabuklan döküldükten sonra deri üstünde, bilhassa yüzde, bütün ömür boyunca devam edecek olan, yara izleri kalır ki buna (çiçek bozuğu) veya (çopurluk) derler. Bu hal insanların yüz güzelliğini bozan fena bir arızadır.
Çiçek hastalığı sırasında hastalığın şiddetinden dolayı kalp ve damar sisteminin felce uğraması, kanın zehirlenip bozulması en tehlikeli ihtilâtlardandır. Bundan başka gözlerde, kulaklarda husule gelerek sağırlık ve körlükle neticelenen kötü ihtilâtlar da vardır.
Çiçek Hastalığı Tedavisi
Hastayı sağlamlardan ayırarak tedavi etmek, hattâ bir hastaneye yatırmak lâzımdır. Hastanın odası havadar, temiz ve sessiz olmalıdır. Bu odaya hastaya bakanlardan başkası girmemelidir. Girenler de hastanın bakımı bittikten sonra sırtlarındaki gömleği çıkarmalı, bu gömlekle başkalarının yanına girmemeli ve bu gömleği temizlemedikçe başka yerde giymemelidirler. Bütün hastalık müddetince hastanın vücudu, ağzı burnu, yatak ve yemek takımları gayet temiz tutulmalıdır.
Gıdalar hafif, sulu ve besleyici maddeler arasından seçilmelidir. Kalbin, damarların kuvvetlenmesine yarayacak ilâçların doktor tarafından tatbiki lâzımdır. (Sulfamid) ve (Penicilin) gibi ilâçların ağızdan vermek, şırınga etmek veya merhem ve toz halinde çıbanlara sürmek suretiyle kullanılmasından büyük faydalar sağlanabilir.
Gerçi yapılan tecrübeler bu ilâçların doğrudan doğruya çiçek virüsü üzerine bir tesiri olmadığını göstermişse de çiçek çıbanlarının ortaya çıkıp dışarıdaki cerahat (mikroplarının bu çıbanlara karışmasıyla meydana gelen ve hastanın halini ağırlaştıran iltihapları önlemek ve ortadan kaldırmak için bu ilâçların büyük faydası vardır. Bazı hallerde hastanın vücuduna, çiçek çıbanlarının üstüne (Permanganat de pottasse) mahlûlü sürmek kaşıntıları, fazla cerahatlenmeyi önlediği gibi çıbanların derin izler bırakmamasına da yardım eder.
Çiçek Hastalığından Korunma Yolları
Sağlamların hastalarla temas etmemesi en başta gelen tedbirdir. Hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları gayet sıkı bir dezenfeksiyona tâbi tutulmalıdır. Karasineklere karşı şiddetli bir savaş açılmalıdır. Hastaya bakanlar kendilerini gayet temiz tutmalı, hastalığı başkalarına nak-letmemeğe gayret etmelidir. Hastalar ancak (40 - 45) gün kadar tecrid ve tedavi edildikten, vücutlarında hiç bir yara ve kabuk kalmayıp tamamen iyileştikten, birkaç sıcak banyo ile güzelce temizlendikten sonra odalarını terk edebilirler. Bütün bu tedbirlerle beraber en kesin korunma çaresi (çiçek aşısı) ile aşılanmaktır. Çiçek aşısı bugün doktorluğun insan sağlığına hizmet eden en kıymetli buluşlarından birisidir. Çiçek hastalığının uzun asırlar süren salgınları ancak bu aşı sayesinde dur-durulmuştur.
Çiçek Aşısı
Bugün kullanılmakta olan çiçek aşısı danalardan alınır. Çiçek aşısı yapılan müesseselerde hastalıksız. sağlam ve genç danalar gayet temiz ve fenni ahırlarda çok dikkatle bakılıp beslenirler.
Çiçek aşısı hazırlanmak istenildiğinde, dananın sırtının yan taraflarının derisi güzelce tıraş edilir. Tıraş edilen yerler sabunlu su ile iyice temizlenir. Sonra bu tıraş edilen yerlerin derisi üstüne bir ustura ile, kan çıkarmadan, uzun çizgiler yapılır. Bu çizginin üstüne inek çiçeğinin mayası sürülür. Hayvanın sırtı gayet temiz bezlerle örtülür.
Bir müddet sonra dananın sırtında ufak ufak çiçek çıbanları hâsıl olur. Bunlar büyüyüp olgunlaştıktan sonra özel bir takım aletlerle kazınarak çıban mahsulleri toplanır. Temiz (giycerine) ile karıştırılarak buz dolaplarında üç ay kadar saklanır. Kontrolları yapılır. Bu suretle hazırlanan çiçek aşısı ufak şişelere veya ince cam borulara doldurulur, işte bugün kullandığımız çiçek aşısı budur.
Çiçek aşısında dikkat edilecek noktalar şunlardır: aşı kuvvetini ve canlılığını kaybetmemek için daima soğukta saklanmalıdır. Buzluktan çıkarılıp âdi oda derecesinde (+4 derecesinin üstünde) bırakılacak olursa çabucak bozulur. Bundan yapılan aşılar da tutmaz.
Çocukları aşılamak için mevsim yoktur. Aşı her mevsimde yapılabilir. Normal olarak çocuk (5 - 6) aylık iken aşılanır. Eğer ortalıkta çiçek hastalığı varsa ve çocuk buluşma tehlikesine düşebilecekse bu aylardan daha ufak iken de aşılanabilir.
Şayet aşılanacak çocukta ateşli bir hastalık ve yahut derisinde yaralar, çıbanlar, egzama gibi arızalar varsa bunları tedavi etmeden aşılamak doğru değildir.
Aşı çok defa koldan yapılır. Bacaktan yapılması, bazı mahzurlarından dolayı, birçok doktorlar tarafından uygun görülmemektedir.
Aşı yapılacak yerin derisini temizlemek için kuvvetli mikrop öldürücü ve deri üstünde uzun müddet kalıp aşıyı bozacak ilâçlar kullanılmaz. En iyisi aşı yapılacak yeri sıcak sabunlu su veya biraz (Ether) ile temizlemektir.
Aşı ispirto alevinde yakılmak suretiyle temizlenmiş yeni bir kalem ucu, bir iğne veya bir lanset ile yapılmalıdır. Bu gibi bir âletle deri üstünde, kan çıkarmadan, birbirine birer santim aralıkla, iki üç çizgi çizilir. Aşı tüpü kırılarak bu çizgilerin üzerine birkaç damla kadar- aşı sıvısı konur. Kalemin ucu ile hafifçe dokunularak aşı çizgilerin üstüne iyice yayılır ve bırakılır.
Aşının üzerini sargı ile bağlamaya veya orasını örtmek için ilâç kaşesi gibi şeyler koymaya lüzum yoktur. Aşının bir müddet kuruması beklenir, sonra çocuğun sırtına bol kollu temiz bir gömlek giydirilir.
Eğer aşı tutacaksa iki üç gün sonra koldaki çizgilerde hafif bir kırmızılık başlar. Dördüncü güne doğru bu kırmızılıklar daha barizleşir. Sekizinci günde kabarıklık büyür, içinde sarımtırak, bulanık bir su toplanarak bir çıban haline gelir. Bu sırada çıbanın etrafı, bazı vakalarda kolun bu kısmı geniş bir şekilde kızarmış bulunur. Bu esnada koltuk altındaki lenfa bezlerinde de şişmeler görülebilir. Çocuk o günlerde biraz ateşlenir ve huysuzluk göstermeye başlar. Bu âdeta ufak bir çiçek hastalığına tutulma demektir. Müteakip günlerde kırmızılıklar yavaş yavaş geçer. Çıban kurur, kabuklanır. Daha sonra kabuk kendi kendine düşer, yerinde bütün ömür boyunca kaybolmayacak bir aşı izi kalır.
Bazı çocuklarda ilk aşı çok dikkatli yapıldığı halde, vücutlarında analarından aldıkları bir bağışıklık mevcut olduğu için tutmaz. Bu takdirde birer aylık aralıklarla aşıyı tutunca-ya kadar tekrarlamak lâzım gelir. Çiçek aşısı insanları çiçek hastalığından kesin olarak koruyan bir aşı olduğundan birçok memleketlerde ve bizim yurdumuzda bu aşı ile aşılanmak kanunen mecburidir.
Çiçek aşısı ilk defa doğduktan sonra yukarıda belirttiğimiz gibi çocuk (5 -6) aylık iken yapılır. Aşının koruma müddeti (5-6) yıl arasındadır. Onun için çocuklar ilk okula başlarken tekrar aşılanırlar. Ondan sonra lüzumu oldukça (5 - 7) yıllık fasılalarla aşının tekrarlanması sağlık ve çiçekten korunmak için garanti teşkil eder.
Çiçek pek eski zamanlardan beri dünya üstünde geniş salgınlar yaparak insanların gözünü korkutmuş olan bulaşıcı hastalıklardan birisidir.
Aşının icadından ve korunma tedbirlerinin anlaşılmasından sonra salgınlar durmuş, hastalığın ortaya çıkması çok nâdir bir hale gelmiştir.
Çiçek Hastalığı Nedenleri
Uzun asırlar sebebi bilinemeyen bu hastalığın bugün özel bir virüs tarafından husule getirildiği anlaşılmış bulunmaktadır.
Çiçek mikroplarının etrafa yayılmasına ve sağlamların hastalığa bulaşmasına sebep olan amillerin en önemlisi Çiçek aşısı, insanları çiçek hastalarındaki çiçek çıbanları gibi tehlikeli bir hastalıklarından cerahat, kabuk ve döküntüden koruyan en şifalı bir aşıdır tüleridir.
Çiçek virüsü oldukça dayanıklıdır. Soğukta uzun müddet canlılığını muhafaza eder.
Anasının kanımda olan çocuktan, eğer yaşayabilirse, yüz elli yaşındaki ihtiyara kadar her yaştaki insanlar, bağışıklıkları yoksa çiçeğe tutulabilirler. Kimseyi affetmeyen bir hastalıktır.
Bağışıklık ancak hastalığı geçirmekle veya çiçek aşısı ile aşılanmak suretiyle hâsıl olur.
Bulaşma kaynağı çiçek hastalığına tutulmuş hastalardır. Hastaların ağız ve boğazlarında bulunan çiçek yaralarındaki mikroplar, öksürük ve aksırıklar sırasında fırlayan tükürük damlacıkları ile etrafa saçıldıkları gibi, deri üstündeki çıbanların cerahat ve döküntüleri de bulaşmaya sebep olurlar.
Çiçek virüsü dayanıklı olduğu için hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları, ev eşyası, meskenler, hasta taşıyan taşıtlar, temizlenmedikleri takdirde, bulaşmada rol oynayabilirler.
Çiçek bulaşmasında kara sineklerin de büyük önemi vardır. Bu pis mahlûklar her tarafta dolaşırlar. Çiçekli hastaların vücutlarına konarak oralardan aldıkları çiçek virüsünü uzak mesafelere kadar taşıyıp başkalarına da kolaylıkla bulaştırabilirler.
Birbiriyle münasebeti yokmuş gibi görünen ve birbirinden uzak mesafelerde ortaya çıkan çiçek vakalarında karasineklerin büyük rolü mevcuttur.
Çiçek virüsü sağlam insanın derisi veya burun, boğaz muhat gışaları üzerindeki ufak sıyrık ve yaralardan içeriye girmek suretiyle hastalığı hâsıl eder. Virüsü havi tozların teneffüsü hastalığı kolaylıkla bulaştırır.
Çiçek Hastalığı Belirtileri
Virüs vücuda girdikten (10 - 12) gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkmağa başlarlar.
Başlangıç devrinde hastalık birdenbire bir üşüme, titreme ve ateş yükselmesiyle kendisini belli eder. Hasta, vücudunda kırıklıklar ve ağrılar duyar. Bilhassa kalça ve bel ağrıları dikkati çekecek derecede fazladır. Bulantı ve kusmalar olur. Hastanın dili paslanır, genel durumu fenalaşır. Gün geçtikçe hastalık ağırlaşır.
İkinci güne doğru dirseklerde, kasıklarda, koltuk altlarında kızıl lekeleri gibi genişçe, kırmızı lekeler ortaya çıkar. Üçüncü günde, hastanın yüzünden başlamak üzere, kızamık lekelerine benzeyen ufak, kırmızı kabarcıklar peyda olur. Bunlar, az zamanda, kollara ve bacaklara doğru yayılırlar. Bu devrede hastanın bu halini görüp dikkat edilirse çiçek döküntüleri, kızamığın ve su çiçeğinin tersine olarak, daha ziyade kollara, bacaklara yayılıp sıklaşmaya mütemayildirler. O sırada ateş biraz düşmüş, hastanın durumu hafiflemiş gibi görünür. Fakat zaman geçtikçe döküntüler daha bârizleşir. Üzerleri kabararak içlerinde su toplamağa başlar. Birkaç gün sonra döküntülerin içindeki kirli sarımtırak su, koyulaşarak cerahat haline gelir. Bunların her biri içi irin dolu bir çıban olur. işte çiçek çıbanı budur.
Biraz düşmüş olan ateş o sırada yeniden yükselir. Her tarafa yayılan ve gittikçe sıklaşan çıbanların tesiriyle hastanın yüzü şişer, gözleri kapanır. Çiçek çıbanları yalnız deride değil, başın saçlı kısmında, ağız, burun içinde de çıkarlar. Göz içinde çıkarlarsa gözü harap ederler. Bu çıbanlar, hastaya şiddetli kaşıntı ve büyük bir rahatsızlık verirler.
Bu çıbanlar bazı hastalarda o kadar sıklaşır ki vücudun her tarafı, sıvama, çiçek çıbanlarıyla kaplanır. Bu çıbanların çatlamasıyla ortaya çıkan cerahatli akıntılardan fena bir koku yayılır. Hasta dalgın, ateşli, ağır ve korkunç bir manzara gösterir. Bir takım hastalar bu ağır tablo içinde, şuurlarını kaybederler, abuk sabuk söylenir, yataktan kalkmak, atılmak isterler. Büyük bir sıkıntı içinde çırpınır, dururlar.
Bazısında çıbanların içine kan sızmasından dolayı, bunlar koyu, morumtırak kırmızı bir renk alırlar. Bu hal kanın bozulmasından ileri geldiği için böyle hastaların akıbeti tehlikeye düşmüş sayılır.
Bütün vücudun zehirlenmekte olduğunu gösteren bu şekle (kara çiçek) adı verilmiştir.
Hastalığın (12 - 13) üncü günlerine doğru çıbanlar kurumaya, kabuklanmaya başlarlar. Hastanın ateşi düşer, iyilik alâmetleri baş gösterir. Bu suretle hastalık sona ermiş olur.
Çiçek çıbanları kuruyup kabuklan döküldükten sonra deri üstünde, bilhassa yüzde, bütün ömür boyunca devam edecek olan, yara izleri kalır ki buna (çiçek bozuğu) veya (çopurluk) derler. Bu hal insanların yüz güzelliğini bozan fena bir arızadır.
Çiçek hastalığı sırasında hastalığın şiddetinden dolayı kalp ve damar sisteminin felce uğraması, kanın zehirlenip bozulması en tehlikeli ihtilâtlardandır. Bundan başka gözlerde, kulaklarda husule gelerek sağırlık ve körlükle neticelenen kötü ihtilâtlar da vardır.
Çiçek Hastalığı Tedavisi
Hastayı sağlamlardan ayırarak tedavi etmek, hattâ bir hastaneye yatırmak lâzımdır. Hastanın odası havadar, temiz ve sessiz olmalıdır. Bu odaya hastaya bakanlardan başkası girmemelidir. Girenler de hastanın bakımı bittikten sonra sırtlarındaki gömleği çıkarmalı, bu gömlekle başkalarının yanına girmemeli ve bu gömleği temizlemedikçe başka yerde giymemelidirler. Bütün hastalık müddetince hastanın vücudu, ağzı burnu, yatak ve yemek takımları gayet temiz tutulmalıdır.
Gıdalar hafif, sulu ve besleyici maddeler arasından seçilmelidir. Kalbin, damarların kuvvetlenmesine yarayacak ilâçların doktor tarafından tatbiki lâzımdır. (Sulfamid) ve (Penicilin) gibi ilâçların ağızdan vermek, şırınga etmek veya merhem ve toz halinde çıbanlara sürmek suretiyle kullanılmasından büyük faydalar sağlanabilir.
Gerçi yapılan tecrübeler bu ilâçların doğrudan doğruya çiçek virüsü üzerine bir tesiri olmadığını göstermişse de çiçek çıbanlarının ortaya çıkıp dışarıdaki cerahat (mikroplarının bu çıbanlara karışmasıyla meydana gelen ve hastanın halini ağırlaştıran iltihapları önlemek ve ortadan kaldırmak için bu ilâçların büyük faydası vardır. Bazı hallerde hastanın vücuduna, çiçek çıbanlarının üstüne (Permanganat de pottasse) mahlûlü sürmek kaşıntıları, fazla cerahatlenmeyi önlediği gibi çıbanların derin izler bırakmamasına da yardım eder.
Çiçek Hastalığından Korunma Yolları
Sağlamların hastalarla temas etmemesi en başta gelen tedbirdir. Hastanın çamaşırları, yatak ve yemek takımları gayet sıkı bir dezenfeksiyona tâbi tutulmalıdır. Karasineklere karşı şiddetli bir savaş açılmalıdır. Hastaya bakanlar kendilerini gayet temiz tutmalı, hastalığı başkalarına nak-letmemeğe gayret etmelidir. Hastalar ancak (40 - 45) gün kadar tecrid ve tedavi edildikten, vücutlarında hiç bir yara ve kabuk kalmayıp tamamen iyileştikten, birkaç sıcak banyo ile güzelce temizlendikten sonra odalarını terk edebilirler. Bütün bu tedbirlerle beraber en kesin korunma çaresi (çiçek aşısı) ile aşılanmaktır. Çiçek aşısı bugün doktorluğun insan sağlığına hizmet eden en kıymetli buluşlarından birisidir. Çiçek hastalığının uzun asırlar süren salgınları ancak bu aşı sayesinde dur-durulmuştur.
Çiçek Aşısı
Bugün kullanılmakta olan çiçek aşısı danalardan alınır. Çiçek aşısı yapılan müesseselerde hastalıksız. sağlam ve genç danalar gayet temiz ve fenni ahırlarda çok dikkatle bakılıp beslenirler.
Çiçek aşısı hazırlanmak istenildiğinde, dananın sırtının yan taraflarının derisi güzelce tıraş edilir. Tıraş edilen yerler sabunlu su ile iyice temizlenir. Sonra bu tıraş edilen yerlerin derisi üstüne bir ustura ile, kan çıkarmadan, uzun çizgiler yapılır. Bu çizginin üstüne inek çiçeğinin mayası sürülür. Hayvanın sırtı gayet temiz bezlerle örtülür.
Bir müddet sonra dananın sırtında ufak ufak çiçek çıbanları hâsıl olur. Bunlar büyüyüp olgunlaştıktan sonra özel bir takım aletlerle kazınarak çıban mahsulleri toplanır. Temiz (giycerine) ile karıştırılarak buz dolaplarında üç ay kadar saklanır. Kontrolları yapılır. Bu suretle hazırlanan çiçek aşısı ufak şişelere veya ince cam borulara doldurulur, işte bugün kullandığımız çiçek aşısı budur.
Çiçek aşısında dikkat edilecek noktalar şunlardır: aşı kuvvetini ve canlılığını kaybetmemek için daima soğukta saklanmalıdır. Buzluktan çıkarılıp âdi oda derecesinde (+4 derecesinin üstünde) bırakılacak olursa çabucak bozulur. Bundan yapılan aşılar da tutmaz.
Çocukları aşılamak için mevsim yoktur. Aşı her mevsimde yapılabilir. Normal olarak çocuk (5 - 6) aylık iken aşılanır. Eğer ortalıkta çiçek hastalığı varsa ve çocuk buluşma tehlikesine düşebilecekse bu aylardan daha ufak iken de aşılanabilir.
Şayet aşılanacak çocukta ateşli bir hastalık ve yahut derisinde yaralar, çıbanlar, egzama gibi arızalar varsa bunları tedavi etmeden aşılamak doğru değildir.
Aşı çok defa koldan yapılır. Bacaktan yapılması, bazı mahzurlarından dolayı, birçok doktorlar tarafından uygun görülmemektedir.
Aşı yapılacak yerin derisini temizlemek için kuvvetli mikrop öldürücü ve deri üstünde uzun müddet kalıp aşıyı bozacak ilâçlar kullanılmaz. En iyisi aşı yapılacak yeri sıcak sabunlu su veya biraz (Ether) ile temizlemektir.
Aşı ispirto alevinde yakılmak suretiyle temizlenmiş yeni bir kalem ucu, bir iğne veya bir lanset ile yapılmalıdır. Bu gibi bir âletle deri üstünde, kan çıkarmadan, birbirine birer santim aralıkla, iki üç çizgi çizilir. Aşı tüpü kırılarak bu çizgilerin üzerine birkaç damla kadar- aşı sıvısı konur. Kalemin ucu ile hafifçe dokunularak aşı çizgilerin üstüne iyice yayılır ve bırakılır.
Aşının üzerini sargı ile bağlamaya veya orasını örtmek için ilâç kaşesi gibi şeyler koymaya lüzum yoktur. Aşının bir müddet kuruması beklenir, sonra çocuğun sırtına bol kollu temiz bir gömlek giydirilir.
Eğer aşı tutacaksa iki üç gün sonra koldaki çizgilerde hafif bir kırmızılık başlar. Dördüncü güne doğru bu kırmızılıklar daha barizleşir. Sekizinci günde kabarıklık büyür, içinde sarımtırak, bulanık bir su toplanarak bir çıban haline gelir. Bu sırada çıbanın etrafı, bazı vakalarda kolun bu kısmı geniş bir şekilde kızarmış bulunur. Bu esnada koltuk altındaki lenfa bezlerinde de şişmeler görülebilir. Çocuk o günlerde biraz ateşlenir ve huysuzluk göstermeye başlar. Bu âdeta ufak bir çiçek hastalığına tutulma demektir. Müteakip günlerde kırmızılıklar yavaş yavaş geçer. Çıban kurur, kabuklanır. Daha sonra kabuk kendi kendine düşer, yerinde bütün ömür boyunca kaybolmayacak bir aşı izi kalır.
Bazı çocuklarda ilk aşı çok dikkatli yapıldığı halde, vücutlarında analarından aldıkları bir bağışıklık mevcut olduğu için tutmaz. Bu takdirde birer aylık aralıklarla aşıyı tutunca-ya kadar tekrarlamak lâzım gelir. Çiçek aşısı insanları çiçek hastalığından kesin olarak koruyan bir aşı olduğundan birçok memleketlerde ve bizim yurdumuzda bu aşı ile aşılanmak kanunen mecburidir.
Çiçek aşısı ilk defa doğduktan sonra yukarıda belirttiğimiz gibi çocuk (5 -6) aylık iken yapılır. Aşının koruma müddeti (5-6) yıl arasındadır. Onun için çocuklar ilk okula başlarken tekrar aşılanırlar. Ondan sonra lüzumu oldukça (5 - 7) yıllık fasılalarla aşının tekrarlanması sağlık ve çiçekten korunmak için garanti teşkil eder.
Kizamikcik Hastaligi Nedir Belirtileri Tedavisi
Bulaşıcı Çocuk Hastalığı Kızamıkçık Nedir
Kızamıkçık Hastalığı
Kızamıkçık, çocuklarda kızamıktan daha seyrek görülen bir hastalıktır. Bazı yıllar çocuklar arasında salgın halinde seyreder.
Kızamıkçık Nedenleri
Hastalığı hâsıl eden özel bir virüs vardır. Tıpkı kızamık gibi bu da hastaların aksırık ve öksürükleriyle etrafa yayılır.
Kızamıkçık Belirtileri
Hastalık başlayınca vücutta kırıklık, halsizlik, baş ağrısı, hastalarda iştahsızlık olur. Sonra birden bire, yüzden başlamak üzere, bütün deri üstünde ufak, kırmızı lekeler çıkar. Ara sıra kaşıntı yapan bu lekeler, birkaç gün sürüp sonra solumaya ve zail olmaya yüz tutarlar. Bu günlerde hastanın biraz ateşi de yükselebilir. Hafif bir burun, boğaz nezlesi vardır.
Ateşin çok yüksek ve hastalık tablosunun ağır olmaması, vücudun birçok yerinde, bilhassa ensede, lenfa düğümlerinin şişmesi bu hastalığı kızamıktan ayırt ettiren belirtilerdir.
Hastalık, çok defa, ihtilât yapmaz. Tehlikeli de değildir.
Kızamıkçık Tedavisi, Çocuklarda Kızamıkçık
Hastalığın özel bir ilâcı yoktur. Sülfamidler ve antibiyotik ilâçlar tesirli değildir. Ateşli zamanda hastayı ayakta istirahat ettirmek, vücudunu temiz tutmak, üşütmemek, hafif fakat kuvvetli gıdalarla beslemek başlıca tedbirlerdendir.
Kızamıktan Korunma Yolları
Sağlam çocukları hastalarla temas ettirmemek en önemli bir tedbirdir.
Çok hafif ve basit gibi görünen kızamıkçık, bugün bütün dünyayı işgal eden ehemmiyetli bir dava doğurmaktadır. O da şudur: Kızamıkçık hastalığının çok küçük olan virüsü bu hastalığa tutulmuş olan gebe kadınlarda rahimdeki (son) dan (plesenta) dan geçip kadının karnındaki çocuğa nüfuz ederek çocuğun hücrelerinde ürer ve bozukluk yapar. Bilhassa gebe kadın gebeliğinin ilk aylarında bu hastalığa tutulacak olursa karnındaki çocuk henüz teşekkül halinde olduğundan kızamıkçık virüsü çocuğun organlar bakımından noksanlı ve kusurlu olarak teşekkülüne, böylece kusurlu ve sakat olarak doğmasına sebep olur. Bu bakımdan doktorlar gebeliğinin ilk aylarındaki kızamıkçık hastalığına tutulan kadınların karnındaki çocuğu çıkarmak lâzım geldiği fikrindedirler. Bu ise bugünkü kanunlara ve telâkkilere göre birçok memleketlerde yasak olduğundan mesele doktorlar ve hukukçular arasında birçok tartışmalara kapı açmaktadır. İşin en doğrusu gebe kadınları gayet iyi muhafaza ederek onları gebelikleri sırasında kızamıkçık hastalığına tutulmaktan korumaktır.
Kızamıkçık Hastalığı
Kızamıkçık, çocuklarda kızamıktan daha seyrek görülen bir hastalıktır. Bazı yıllar çocuklar arasında salgın halinde seyreder.
Kızamıkçık Nedenleri
Hastalığı hâsıl eden özel bir virüs vardır. Tıpkı kızamık gibi bu da hastaların aksırık ve öksürükleriyle etrafa yayılır.
Kızamıkçık Belirtileri
Hastalık başlayınca vücutta kırıklık, halsizlik, baş ağrısı, hastalarda iştahsızlık olur. Sonra birden bire, yüzden başlamak üzere, bütün deri üstünde ufak, kırmızı lekeler çıkar. Ara sıra kaşıntı yapan bu lekeler, birkaç gün sürüp sonra solumaya ve zail olmaya yüz tutarlar. Bu günlerde hastanın biraz ateşi de yükselebilir. Hafif bir burun, boğaz nezlesi vardır.
Ateşin çok yüksek ve hastalık tablosunun ağır olmaması, vücudun birçok yerinde, bilhassa ensede, lenfa düğümlerinin şişmesi bu hastalığı kızamıktan ayırt ettiren belirtilerdir.
Hastalık, çok defa, ihtilât yapmaz. Tehlikeli de değildir.
Kızamıkçık Tedavisi, Çocuklarda Kızamıkçık
Hastalığın özel bir ilâcı yoktur. Sülfamidler ve antibiyotik ilâçlar tesirli değildir. Ateşli zamanda hastayı ayakta istirahat ettirmek, vücudunu temiz tutmak, üşütmemek, hafif fakat kuvvetli gıdalarla beslemek başlıca tedbirlerdendir.
Kızamıktan Korunma Yolları
Sağlam çocukları hastalarla temas ettirmemek en önemli bir tedbirdir.
Çok hafif ve basit gibi görünen kızamıkçık, bugün bütün dünyayı işgal eden ehemmiyetli bir dava doğurmaktadır. O da şudur: Kızamıkçık hastalığının çok küçük olan virüsü bu hastalığa tutulmuş olan gebe kadınlarda rahimdeki (son) dan (plesenta) dan geçip kadının karnındaki çocuğa nüfuz ederek çocuğun hücrelerinde ürer ve bozukluk yapar. Bilhassa gebe kadın gebeliğinin ilk aylarında bu hastalığa tutulacak olursa karnındaki çocuk henüz teşekkül halinde olduğundan kızamıkçık virüsü çocuğun organlar bakımından noksanlı ve kusurlu olarak teşekkülüne, böylece kusurlu ve sakat olarak doğmasına sebep olur. Bu bakımdan doktorlar gebeliğinin ilk aylarındaki kızamıkçık hastalığına tutulan kadınların karnındaki çocuğu çıkarmak lâzım geldiği fikrindedirler. Bu ise bugünkü kanunlara ve telâkkilere göre birçok memleketlerde yasak olduğundan mesele doktorlar ve hukukçular arasında birçok tartışmalara kapı açmaktadır. İşin en doğrusu gebe kadınları gayet iyi muhafaza ederek onları gebelikleri sırasında kızamıkçık hastalığına tutulmaktan korumaktır.
Kizamik Hastaligi Bulasici Cocuk Hastaliklari
Bulaşıcı Çocuk hastalıkları Nelerdir, Çocuklarda Bulaşıcı Hastalıklar
Kızamık Hastalığı, Bebeklerde Kızamık
Kızamık en ziyade çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıklardan birisidir. Çok eski zamanlardan beri bilinmektedir.
Kızamık Nedenleri
Eski bir hastalık olmasına rağmen mikrobu uzun zaman bulunup ortaya çıkarılamamıştır. Kızamık hastalığının mikrobu mikropların en ufak sınıfından olan bir virüstür. Son yıllarda bu virüsün tavuk yumurtasında üretilmesine muvaffakiyet hâsıl olmuştur.
Kızamık virüsü ateşli zamanlarda hastaların kanlarında, burun boğaz ve göz ifrazlarında bulunur.
Yeni doğmuş çocuklarda ilk altı ay içinde kızamık pek nadir görülür. Çünkü bu yaştaki çocukta anadan doğma bir bağışıklık vardır. Ondan sonra tutulma istidadı gittikçe ziyadeleşir.
Büyük şehirlerde hastalık, en ziyade, (3 - 10) yaşları arasındaki çocuklarda görülür.
Kızamığa bir defa tutulanlar, ekseriya, kuvvetli bir bağışıklık kazanıp bütün ömürleri boyunca bir daha tutulmazlar.
Kızamıklı hastalar söz söyler, öksürür, aksırırken ağızlarından, boğazlarından fırlayan tükürük damlacıklarını etrafa saçmak suretiyle hastalığı sağlamlara bulaştırırlar.
Kızamık Belirtileri
Mikrobu alan çocuk, ortalama olarak, (11) gün sonra hastalanır. Hastalık önceden bir burun, boğaz nezlesiyle başlar. Bu nezle çok defa ateşli bir nezledir. Oldukça şiddetlidir. Burun akar, hasta öksürür ve gözler kanlanır. Bütün vücutta kırıklık ve halsizlik vardır. Kusmalar ve burun kanamaları görülebilir.
Nezle devresi (3-4) gün kadar sürer. Bundan sonra hastanın ağzında yanakların iç tarafında ve diş etlerinde toplu iğne başı büyüklüğünde, çevreleri kıpkırmızı, beyazımtırak renkte, ufak bir takım lekeler (koplik lekeleri) ortaya çıkar. Deri üstünde belirecek olan kırmızı lekelerden pek az bir zaman önce hâsıl olan bu lekeler, ağzın içinde olmaları dolayısıyla, çok defa, farkına varılamaz. Hastalık âdi bir nezle zannedilir.
Ertesi günü, ilk defa yüzde kulakların arkasından, alından ve yanaklardan başlayan bir takım ufak kırmızı lekeler kendilerini gösterirler. Bunlar deri üstünde kabarmış ufak, tek tük, kırmızı bir takım lekelerdir. Az zamanda yüzün her tarafını kaplarlar.
Bu sırada hastanın yüzü kıpkırmızı, nezleli ve şişkindir. Gözlerdeki nezle hâli şiddetlenmiş, ateş daha ziyade yükselmiştir. Dudaklar kuru, dil paslıdır. Göğüsteki nezle ve bronşit hali de fazlalaşmıştır. Bazı hastalarda hastalığın şiddetinden dolayı bu devrede atılmalar, sayıklamalar ve sıkıntılı haller görülebilir
Bir müddet sonra kızamık lekeleri yüzden boyuna, göğüse, sırta, kollara, karma ve bacaklara yayılırlar. Kollarda ve bacaklarda çıkan lekeler daha seyrek ve dağınık bir haldedirler.
Bu döküntü devresi de (3 - 4) gün sürdükten sonra ateş ya birdenbire veya yavaş yavaş düşerek hastalık sona ermiş olur.
Lekeler, ilk çıktıkları yerlerden başlamak üzere, devamlı bir iz bırakmadan, zail. olurlar. Yerlerinde ufak, pul pul bir takım kepeklenmeler hâsıl olur.
Kızamık hastalığı bazılarında ağır, bazılarında ise pek hafif geçebilir.
Kızamık hastalığı sırasında bazı ihtilâtlar olur ki bunlar tehlike yaratırlar. Bunların en başında nefes borularında ve akciğerlerde hâsıl olan (zatürrie) ve (Bronkopnömoni) gibi ağır hastalıklar vardır. Akciğerleri örten ince zarlarda da (zatülcenp) dediğimiz iltihaplar olabilir. Bazı vakalarda kalbin iç ve dış zarlarında ve kalbin etinde tehlikeli iltihaplar baş gösterebilir. Orta kulakta cerahatli iltihaplar olduğu da vardır. Bunlardan başka kızamık hastalığının vücudu zayıf düşürerek verem hastalığına müsait bir zemin hazırladığı da kabul edilmektedir. Kızamıktan ileri gelen ölümlerin hemen pek çoğu bu ağır ihtilâtlar neticesidir.
Kızamık Tedavisi
Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi edilmelidir. Hastanın odası, temiz, güneşli ve odanın derecesi (18 -20) santigrat derecesinde olmalıdır. En önemli iş hastanın üşüyüp soğuk almasını önlemektir. Çünkü birçok ihtilâtlar soğuk almadan ileri gelirler.
Ateşli zamanda hastanın yemekleri, sulu, kolay sindirilecek, hafif gıda maddeleri arasından seçilmelidir.
Hastalığın özel bir ilâcı yoktur. Yeni ilâçlardan olan (sulfamid) antibiyotiklerden hiç birisinin kızamık virüsü üzerine tesiri olmadığından bunları boş yere kullanmak doğru değildir. Yalnız saydığımız ihtilâtlardan herhangi birisi ortaya çıkarsa o zaman bu ilâçların büyük faydası olur. Hastanın ağzını burnunu, gözlerini, bütün vücudunu ve yatak takımlarım gayet temiz tutmak, odasını sık sık havalandırmak pek lüzumludur.
Herhangi bir ihtilât hâsıl olursa doktorların vereceği ilâçları dikkatle kullanmak, tedbir ve tavsiyelerini dikkatle tatbik etmek icap eder.
Kızamıktan Korunma Yolları
Kızamık çıkarmamış çocukları hastalarla temas ettirmemek en başta gelen tedbirlerdir. Bilhassa beş yaşından küçük çocuklarda hastalık ağır ve ihtilâtlı bir şekilde geçeceğinden bu yaştaki çocukları hastalığa tutulmaktan dikkatle korumak gerekir. Kızamık virüsünü üreterek ondan hastalığa karşı koruyucu bir aşı hazırlanmış ise de bu aşı henüz tatbikat alanında pratik bir hale gelememiştir. Fakat kızamıktan yeni kurtulmuş nekahattaki kimsenin kan serumu alınarak hastalığa tutulmamış olanlara şırınga edilirse hastalığa tutulmaktan korumak mümkündür.
Kızamıklı hasta ile temas etmiş, zayıf vücutlu küçük çocukların bu usul ile korunması pek lüzumludur.
Eskiden kızamık geçirmiş ana ve babadan biraz kan alarak bunun veya bu kana ait serumun kızamık çıkarmamış çocuğa şırınga edilmesi suretiyle de onu kızamıktan korumak mümkündür.
(Gamaglobülin) şeklindeki aşılardan da korunmada istifade edilebilir. Gebe kadınların rahimlerindeki (son) dedikleri (plesanta) dan yapılmış hülâsaların da aşı gibi kullanılarak büyük faydalar sağladıkları görülmüştür. Bütün bu aşılama işlerinin doktor tarafından düzenlenip tatbik edilmesi icap eder.
Kızamık, en ziyade ilkokul çağındaki çocuklarda görüldüğünden ana ve babalarla öğretmenlerin bu hastalığa karşı daima uyanık bulunmaları lâzımdır. Kızamıklı bir çocuk ateşinin düşmesinden itibaren (15) gün müddetle okula gönderil-memelidir.
Kızamık virüsü güneş ışıkları, açık hava, kuruluk gibi dış tesirlere karşı gayet dayanıksız olduğundan hastalığı geçirmiş olan çocukların odalarını bir müddet havalandırmak, eşya ve oyuncaklarını bir müddet güneşe çıkarmak suretiyle temizlemek mümkündür.Fakat her ihtimale karşı fennî bir dezenfeksiyon yapılsa daha iyi olur.
Kızamık Hastalığı, Bebeklerde Kızamık
Kızamık en ziyade çocuklarda görülen bulaşıcı hastalıklardan birisidir. Çok eski zamanlardan beri bilinmektedir.
Kızamık Nedenleri
Eski bir hastalık olmasına rağmen mikrobu uzun zaman bulunup ortaya çıkarılamamıştır. Kızamık hastalığının mikrobu mikropların en ufak sınıfından olan bir virüstür. Son yıllarda bu virüsün tavuk yumurtasında üretilmesine muvaffakiyet hâsıl olmuştur.
Kızamık virüsü ateşli zamanlarda hastaların kanlarında, burun boğaz ve göz ifrazlarında bulunur.
Yeni doğmuş çocuklarda ilk altı ay içinde kızamık pek nadir görülür. Çünkü bu yaştaki çocukta anadan doğma bir bağışıklık vardır. Ondan sonra tutulma istidadı gittikçe ziyadeleşir.
Büyük şehirlerde hastalık, en ziyade, (3 - 10) yaşları arasındaki çocuklarda görülür.
Kızamığa bir defa tutulanlar, ekseriya, kuvvetli bir bağışıklık kazanıp bütün ömürleri boyunca bir daha tutulmazlar.
Kızamıklı hastalar söz söyler, öksürür, aksırırken ağızlarından, boğazlarından fırlayan tükürük damlacıklarını etrafa saçmak suretiyle hastalığı sağlamlara bulaştırırlar.
Kızamık Belirtileri
Mikrobu alan çocuk, ortalama olarak, (11) gün sonra hastalanır. Hastalık önceden bir burun, boğaz nezlesiyle başlar. Bu nezle çok defa ateşli bir nezledir. Oldukça şiddetlidir. Burun akar, hasta öksürür ve gözler kanlanır. Bütün vücutta kırıklık ve halsizlik vardır. Kusmalar ve burun kanamaları görülebilir.
Nezle devresi (3-4) gün kadar sürer. Bundan sonra hastanın ağzında yanakların iç tarafında ve diş etlerinde toplu iğne başı büyüklüğünde, çevreleri kıpkırmızı, beyazımtırak renkte, ufak bir takım lekeler (koplik lekeleri) ortaya çıkar. Deri üstünde belirecek olan kırmızı lekelerden pek az bir zaman önce hâsıl olan bu lekeler, ağzın içinde olmaları dolayısıyla, çok defa, farkına varılamaz. Hastalık âdi bir nezle zannedilir.
Ertesi günü, ilk defa yüzde kulakların arkasından, alından ve yanaklardan başlayan bir takım ufak kırmızı lekeler kendilerini gösterirler. Bunlar deri üstünde kabarmış ufak, tek tük, kırmızı bir takım lekelerdir. Az zamanda yüzün her tarafını kaplarlar.
Bu sırada hastanın yüzü kıpkırmızı, nezleli ve şişkindir. Gözlerdeki nezle hâli şiddetlenmiş, ateş daha ziyade yükselmiştir. Dudaklar kuru, dil paslıdır. Göğüsteki nezle ve bronşit hali de fazlalaşmıştır. Bazı hastalarda hastalığın şiddetinden dolayı bu devrede atılmalar, sayıklamalar ve sıkıntılı haller görülebilir
Bir müddet sonra kızamık lekeleri yüzden boyuna, göğüse, sırta, kollara, karma ve bacaklara yayılırlar. Kollarda ve bacaklarda çıkan lekeler daha seyrek ve dağınık bir haldedirler.
Bu döküntü devresi de (3 - 4) gün sürdükten sonra ateş ya birdenbire veya yavaş yavaş düşerek hastalık sona ermiş olur.
Lekeler, ilk çıktıkları yerlerden başlamak üzere, devamlı bir iz bırakmadan, zail. olurlar. Yerlerinde ufak, pul pul bir takım kepeklenmeler hâsıl olur.
Kızamık hastalığı bazılarında ağır, bazılarında ise pek hafif geçebilir.
Kızamık hastalığı sırasında bazı ihtilâtlar olur ki bunlar tehlike yaratırlar. Bunların en başında nefes borularında ve akciğerlerde hâsıl olan (zatürrie) ve (Bronkopnömoni) gibi ağır hastalıklar vardır. Akciğerleri örten ince zarlarda da (zatülcenp) dediğimiz iltihaplar olabilir. Bazı vakalarda kalbin iç ve dış zarlarında ve kalbin etinde tehlikeli iltihaplar baş gösterebilir. Orta kulakta cerahatli iltihaplar olduğu da vardır. Bunlardan başka kızamık hastalığının vücudu zayıf düşürerek verem hastalığına müsait bir zemin hazırladığı da kabul edilmektedir. Kızamıktan ileri gelen ölümlerin hemen pek çoğu bu ağır ihtilâtlar neticesidir.
Kızamık Tedavisi
Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi edilmelidir. Hastanın odası, temiz, güneşli ve odanın derecesi (18 -20) santigrat derecesinde olmalıdır. En önemli iş hastanın üşüyüp soğuk almasını önlemektir. Çünkü birçok ihtilâtlar soğuk almadan ileri gelirler.
Ateşli zamanda hastanın yemekleri, sulu, kolay sindirilecek, hafif gıda maddeleri arasından seçilmelidir.
Hastalığın özel bir ilâcı yoktur. Yeni ilâçlardan olan (sulfamid) antibiyotiklerden hiç birisinin kızamık virüsü üzerine tesiri olmadığından bunları boş yere kullanmak doğru değildir. Yalnız saydığımız ihtilâtlardan herhangi birisi ortaya çıkarsa o zaman bu ilâçların büyük faydası olur. Hastanın ağzını burnunu, gözlerini, bütün vücudunu ve yatak takımlarım gayet temiz tutmak, odasını sık sık havalandırmak pek lüzumludur.
Herhangi bir ihtilât hâsıl olursa doktorların vereceği ilâçları dikkatle kullanmak, tedbir ve tavsiyelerini dikkatle tatbik etmek icap eder.
Kızamıktan Korunma Yolları
Kızamık çıkarmamış çocukları hastalarla temas ettirmemek en başta gelen tedbirlerdir. Bilhassa beş yaşından küçük çocuklarda hastalık ağır ve ihtilâtlı bir şekilde geçeceğinden bu yaştaki çocukları hastalığa tutulmaktan dikkatle korumak gerekir. Kızamık virüsünü üreterek ondan hastalığa karşı koruyucu bir aşı hazırlanmış ise de bu aşı henüz tatbikat alanında pratik bir hale gelememiştir. Fakat kızamıktan yeni kurtulmuş nekahattaki kimsenin kan serumu alınarak hastalığa tutulmamış olanlara şırınga edilirse hastalığa tutulmaktan korumak mümkündür.
Kızamıklı hasta ile temas etmiş, zayıf vücutlu küçük çocukların bu usul ile korunması pek lüzumludur.
Eskiden kızamık geçirmiş ana ve babadan biraz kan alarak bunun veya bu kana ait serumun kızamık çıkarmamış çocuğa şırınga edilmesi suretiyle de onu kızamıktan korumak mümkündür.
(Gamaglobülin) şeklindeki aşılardan da korunmada istifade edilebilir. Gebe kadınların rahimlerindeki (son) dedikleri (plesanta) dan yapılmış hülâsaların da aşı gibi kullanılarak büyük faydalar sağladıkları görülmüştür. Bütün bu aşılama işlerinin doktor tarafından düzenlenip tatbik edilmesi icap eder.
Kızamık, en ziyade ilkokul çağındaki çocuklarda görüldüğünden ana ve babalarla öğretmenlerin bu hastalığa karşı daima uyanık bulunmaları lâzımdır. Kızamıklı bir çocuk ateşinin düşmesinden itibaren (15) gün müddetle okula gönderil-memelidir.
Kızamık virüsü güneş ışıkları, açık hava, kuruluk gibi dış tesirlere karşı gayet dayanıksız olduğundan hastalığı geçirmiş olan çocukların odalarını bir müddet havalandırmak, eşya ve oyuncaklarını bir müddet güneşe çıkarmak suretiyle temizlemek mümkündür.Fakat her ihtimale karşı fennî bir dezenfeksiyon yapılsa daha iyi olur.
Verem Nedir Verem Hastaligi Tedavisi
Verem Nedir, Verem Hastalığı Hakkında
Verem, dünya üstünde çok yayılmış hastalıklardan birisidir. Vücudun birçok yerlerine girerek oralarda kendisini türlü türlü şekillerde gösteren bu hastalık, musallat olduğu kimsenin vücudunu, sinsi sinsi kemirerek, zayıflatıp tehlikeye düşürdüğü için ona karşı bütün dünyada büyük bir savaş açılmıştır.
Verem, vücudun birçok organlarında, ayrı ayrı bozukluklar ve arızalar hâsıl etmesi itibariyle, doktorluğun hemen bütün şubelerini ilgilendiren geniş ve karışık bir mevzu halindedir.
Verem Aşısını kim buldu?
Veremi yapan mikrop bir Alman âlimi tarafından keşfedilmiş olan çomak şeklindeki (verem basili). Keşfedenin adı ile (Koch basili) diye de anılır. Bu mikrop, ufak, kıvrık, içinde noktacıklar gösteren bir çomaktır. Hastaların hastalık bulunan organlarına göre kanlarında; yaraların kanlı ve cerahatli ifrazlarında, bazı hallerde hastaların büyük abdes, idrarlarında ve balgamlarında bulunur. Laboratuarlarda bu mikropları aramak, bulmak ve üretmek mümkündür.
Verem mikrobu insanlarda, sığırlarda, kuşlarda ve soğuk kanlı hayvanlarda görülmekte olduğuna nazaran dört tip halinde bulunmaktadır. İnsan ve sığır verem mikropları birbirine çok benzer. İnsana ait olan, sığırlarda hastalık hâsıl edebildiği gibi sığırlarınki de insanlarda hastalık yapabilir.
Verem mikroplarının bir takım zehirleri vardır. Verem hastalığı birçok sıkıntılı arızalar ve zehirlerle hâsıl olur.
Verem mikrobu insan vücuduna çeşitli kapılardan girer. Bunlardan en başta gelen teneffüs yollarıdır. Veremli kimselerin öksürürken ağızlarından, burunlarından fırlayan ve içinde verem mikrobu bulunan tükürük ve balgam damlacıkları sağlamların ağız ve burunlarına bulaştığı zaman mikrop teneffüs yollarından, içeriye girerek akciğerlerde oturur ve orada bir odak teşkil eder.
Verem mikrobu hastalardan çıktıktan sonra güneş, ışık ve aydınlıktan mahrum karanlık köşelerde uzun müddet yaşamakta olduğundan bu mikropla bulaşmış yatak takımları, perdeler, halılar, eski kitaplar... gibi eşya mikrobun etrafa bulaşmasında rol oynayabilirler.
Verem mikropları bulaşık sütler ve kirli ellerle ağız yolundan da vücuda girebilirler. Bu takdirde mideyi geçip bağırsaklara gelirler ve bağırsakların lenfa boğumlarında yerleşip bir odak hâsıl ederler.
Verem mikrobunun gözlerden içeriye girdiğini söyleyenler de vardır.
Veremli insanlar hiç bir sağlık tedbirine kıymet vermeden sokaklara, evlere ve açık yerlere kayıtsızca tükürecek olurlarsa bunlardan çıkan ve içinde pek çok mikrop bulunan balgamlar etrafa yayılarak toz ve topraklara karışıp kuruyarak bu suretle sağlam insanların teneffüs yollarına geçer ve hastalığı husule getirirler.
Teneffüs yollarından akciğerlere giren verem mikropları ciğerin birçok yerlerinde oturup oradan vücuda yayılarak neticede yine akciğerde yerleşerek (akciğer veremi) dedikleri en çok görülen verem şeklini ortaya çıkarırlar. Bu hastalık bünyeye ve hastanın mukavemetine göre türlü şekiller gösteren bir illettir.
Verem Hastalığının Belirtileri, Verem Hastalıkları
Verem Hastası Belirtileri; Halsizlik, yorgunluk, sebepsiz gibi görünen zayıflamalar, kan tükürme, öksürük, ateş ve terlemelerle kendisini gösteren akciğer veremi, dört nala giden ve çok çabuk öldüren şekillerinden tutunuz da, uzun yıllar birçok sıkıntılarla yatakta yatmağa mecbur eden ve hastayı, bir mum gibi günden güne zayıflatıp eriten şekillerine kadar, pek çok safhalar gösteren sinsi ve korkunç bir hastalık halindedir.
Akciğerlerde husule gelen bu safhaları iyice görüp anlamak için (Röntgen) en iyi bir teşhis vasıtasıdır.
Akciğer veremleri sırasında akciğerlerde hâsıl olan yara ve iltihaplar dolayısıyla bu organlarda türlü türlü bozukluklar ortaya çıkabilir.
Bazı defa akciğerin bir veya birkaç noktasında beliren iltihaplar, vücudun müdafaa kuvvetleri karşısında, az zamanda, kapanıp kireçlenebildikleri halde, bazı defa da iltihaplar gittikçe ilerleyerek ve akciğerlerin çürüdüğüne delâlet eden bir takım (boşluklar) hâsıl dip bütün ciğerlerin harap olmasına sebebiyet verebilirler.
Uzun yıllar sinsi bir halde devam edebilen akciğer vereminin bütün safhalarında hasta, hastalık, günlerinin önemli bir kısmını ayakta gezmekle geçirebildiğinden balgamlarında pek çok verem mikrobu bulunan bu gibi hastaların, mikropları etrafa saçmamak için, çok dikkatli hareket etmeleri lâzım gelir. Böyle olmadığı takdirde sağlam insanların bu gibi hastaların etrafa saçılan tükürük ve balgamlarıyla verem mikroplarına bulaşmaları pek tabiidir. Küçük çocuklar verem mikrobuna karşı gayet hassastırlar. Bunlar, öksürüp aksıran ve balgamında mikrop bulunan bir veremlinin ağzından fırlayan tükürük damlacıklarına karşı bulunmak zorunda kalırlarsa ağız, burun ve teneffüs yollarından mikrobu kolaylıkla alabilirler.
Hatta bunların gözleri ile de mikropları alıp vereme bulaştıkları ve bu tesirle çocuğun vücuduna giren verem mikroplarının boyundaki lenfa bezlerine gelip oturarak onların şişirdikleri (sıraca) ve ilk verem odağını orada hâsıl ettikleri her zaman görülen hallerdendir.
Zaten verem mikropları vücuttaki lenfa bezlerini çok severler. Bedene ilk girdikleri zaman lenfa yollarından ilerleyerek vücudun boyun, iki akciğer arası, koltuk, kasık gibi yerlerindeki lenfa bezlerine yerleşerek uzun müddet oralarda canlı kalabilirler.
Buralarda sinsi bir tarzda oturan mikroplar, yorgunluk, uykusuzluk, açlık, sefalet gibi vücudu zayıf düşüren birçok sebeplerle günün birinde azgınlaşarak kana karışırlar ve vücudun bazı organlarına gelip oturarak orada verem iltihabı ve yaralarını hâsıl ederler.
îşte bu suretle azgınlaşan verem mikroplarının kana karışarak beyin zarlarına oturup orada (verem menenjiti) dedikleri hastalığı hâsıl etmesi mümkün olduğu gibi gırtlakta oturarak (gırtlak veremi), böbrekte oturarak (böbrek veremi), göğüs boşluğunda, akciğerde ve akciğerlerin üzerini kaplayan ince zarlarda hastalık hâsıl ettikleri her zaman görülür.
Bunlardan başka verem mikropları kemikleri, kemiklerin içindeki ilikleri, organların oynak yerlerini (eklem'leri) de tutabilirler. Oralarda sık sık yerleşerek uzun süren iltihaplar yaptıkları görülür.
Böylece (kemik veremi), (eklem veremi) denilen şekiller ortaya çıkar. Bazı hallerde gözlerde, kulaklarda bile verem hastalığının . yaptığı bir sürü sıkıntılı arızalara rastlamak mümkündür.
Deri üzerinde verem mikroplarından hasıl olan yaralar (lüpüs) uzun yıllar süren, insanı pek ziyade rahatsız eden hastalıklar halindedirler.
Verem İrsi değildir
Verem hastalığı insanlara babadan ve anadan geçen irsî bir hastalık değildir. Veremli ana ve babadan doğan çocuklar zayıf bir halde ve belki de vereme istidatli bir bünyede doğabilirler. Fakat veremli olarak doğmazlar. Onların verem hastalığı almaları doğduktan sonra ana ve babalarının ve başka yakınlarının saçtıkları mikroplarla bulaşmak suretiyle olur.
Veremli ana ve babanın çocuğunu, doğar doğmaz, ailesi arasından alıp temiz bir muhite götürecek olursak onu verem hastalığına tutulmadan, sağlam ve gürbüz olarak, büyütmek kabildir.
Fakat toplum halinde ve bilhassa kalabalık şehir ve kasa-balarda yaşayan insanlar, ne kadar dikkat edilirse edilsin, çocukluk ve gençlik çağlarında iken etraflarından, az miktarda da olsa, yine mikrop alırlar. Vücutlarına giren bu mikrop eğer hastalık husule getirmezse bedenin gizli köşelerinde, lenfa bezlerinde saklanır, aşikâr bir hastalık yapmadan, uzun yıllar, oralarda canlı kalır.
Birçok tecrübeler kalabalık yerlerde yaşayan insanların bilhassa şehir ve kasabalarda küçük yaştan itibaren verem mikrobu ile bulaştıklarını fakat ona mukavemet edip hastalanmadıklarını göstermektedir.
İnsanların gizli bir şekilde verem mikrobuna bulaşmış olmalarının bir bakımdan faydası vardır. Çünkü çok zarar görmeden alınan bu ilk hastalık mikroplarının vücutta gizli bir halde kaldıkça, sonradan gelecek verem hastalığına karşı vücudu korumakta oldukları anlaşılmıştır.
îşte bu suretle ilk defa mikrobu almış fakat ondan büyük bir zarar görmemiş olan kimselerin, vücutlarını çok yormadıkça ve verem hastalığına tutulmadıkları, bu suretle ilk alınan verem mikroplarının insana nispi bir bağışıklık sağladığı meydana çıkmıştır.
işte bugün kullanılan koruyucu verem aşısının esası bu olaya dayanmaktadır.
Verem Tedavisi
Verem hastalığı vücudun bütün organlarına yayılarak oralarda ayrı ayrı arızalar yaptığı için hastalığın tedavisi de bütün bunlara göre ayrı ve uzun bahisler halindedir.
Verem Tedavi için genel olarak şunları söyleyebiliriz: Veremliler ne şekilde olurlarsa olsunlar bunların tedavisinde bugün elde mevcut yeni ilâçların kullanılmasından büyük faydalar sağlanmaktadır.
(Streptomycine) denilen ilâç modern verem tedavisi için bütün dünyada büyük bir şöhret kazanmıştır. Bu ilâç veremin her şeklinde büyük bir tesir göstermekte ve bugün geniş ölçüde kullanılmaktadır. Ancak zamanla anlaşılmış bulunan bir gerçek vardır ki o da verem mikroplarının bu ilâca karşı mukavemet kazanmakta olmalarıdır. O takdirde ilâcın verem hastalığına karşı şifalı tesiri ortadan kalkmaktadır. Bunu önlemek için yapılacak tedbir bu ilâcın gerek tatbik ve gerekse miktar bakımlarından daima doktorların tavsiyesine göre yapılmasıdır. Ulu orta tatbikler daima zarar doğururlar. Bundan başka kimya yoluyla sentetik olarak hazırlanmış daha başka yeni verem ilâçları da vardır.
(Streptomycine) in bu sentetik ilâçlarla birlikte kullanılması hem mikropların mukavemet kazanmasını önlemekte, hem de verem tedavisinin daha tesirli olmasını temin etmektedir.
Verem tedavisini mutlaka doktorların yapması lâzım geldiğinden bu küçük kitapta yeni verem ilâçlarının adlarını yazmağa ve bunların tatbik şekillerini uzun uzun izah etmeğe lüzum yoktur.
Bilinmesi lâzım gelen şey bu gün artık verem hastalığının yeni ilâçlar sayesinde, tamamen şifası kabil bir hastalık haline gelmiş olmasıdır.
Eskiden mutlaka öldürücü olduğu kabul edilen (verem menenjiti) gibi ağır şekiller bile bu ilâçlar vasıtasıyla mükemmel bir surette tedavi edilebilmektedirler.
Veremli hastanın iyi beslenmesi, temiz bakılması, açık havalı yerlerde yaşaması, verem hastalığının yaptığı çeşitli sıkıntıların bazı ilâçlarla giderilmesi ve vücudun kuvvetlendirilmesi yine doktorların yapacakları tedavi arasında yer almaktadır.
Bugün artık verem tedavisi çok ilerlemiş, veremlilerin evlerinde tedavileri bile imkân altına alınmış bulunmaktadır.
Verem tedavisinde bugün hastalığın şekline göre yapılacak, cerrahî tedaviler de vardır.
Eskiden çok kullanılan akciğer zarları arasına hava vererek iltihabı söndürme (Pnömotoraks) tedavisi, birçok ihtilât-lara sebep olması ve yeni ilâçların ortaya çıkması dolayısıyla, hemen hemen bırakılmış gibidir.
Bu yolda bir müdahale icap ederse bugün daha ziyade karından hava vermek suretiyle akciğerlerdeki yaraların söndürülmesi tercih edilmektedir. Veremli'nin göğüs kafesi ve akciğerleri üzerine yapılacak bazı cerrahî müdahaleler de vardır. Bunlar ancak verem hastane ve sanatoryumlarında lüzumunda tatbik edilen tedavi tarzlarıdır.
Veremden Korunma Yolları
Veremden korunmada en başta gelen tedbir, balgamıyla etrafa mikrop saçan hastaların sağlamlardan ayrılarak tedavisidir. Bu gibi hastaların her şeyden önce, kendilerinin başkalarına hastalık vermemek lâzım geldiğini takdir etmeleri, şuraya buraya tükürmemeleri, sağlam insanlarla, bilhassa gençler ve çocuklarla temas etmemeleri lâzımdır.
Yorgunluk, uykusuzluk, açlık gibi hallerden bakınmak, vücudu daima kuvvetli ve temiz bulundurmak vereme tutulmamak için gerekli olan tedbirlerindendir.
En önemli olan bir koruyucu vasıta da verem aşısıdır. Bugün dünyanın her yerinde kullanılan verem aşısı aşıyı keşfeden iki Fransız âliminin adlarının baş harfleri alınarak (B.C. G.) diye adlandırılan aşıdır.
Bu aşı ile aşılanmak veremden korunmak için büyük bir garanti sağlar. Verem aşısı herkese lâzım değildir. Aşının kimlere lüzumlu olduğunu kol derisi için verem zehirlerinden yapılmış bir mahlûlden bir damla şırınga etmek ve şırınga yerinde bir kızarma olup olmadığını tetkik ile anlaşılır. Şayet deride olmasa o kimsenin vücudu verem mikroplarına karşı hassas olduğu anlaşılacağından bu gibilere derhal verem aşısı tatbik etmek lâzım gelir.
Bu aşı verem savaşında doktorların elinde bulunan en ucuz ve en kuvvetli bir silâhtır. Dünyanın her yerinde verem savaşı bu aşı ile yapılmaktadır. Bu sayede veremin bir gün kökünden kazınmasına muvaffakiyet hâsıl olacağı bile umulmaktadır.
Bilhassa doğum çağından itibaren bütün çocuklar ve gençler verem bakımından tetkik edilmeli, ihtiyacı olanlara derhal aşı yapılmalıdır.
Verem, dünya üstünde çok yayılmış hastalıklardan birisidir. Vücudun birçok yerlerine girerek oralarda kendisini türlü türlü şekillerde gösteren bu hastalık, musallat olduğu kimsenin vücudunu, sinsi sinsi kemirerek, zayıflatıp tehlikeye düşürdüğü için ona karşı bütün dünyada büyük bir savaş açılmıştır.
Verem, vücudun birçok organlarında, ayrı ayrı bozukluklar ve arızalar hâsıl etmesi itibariyle, doktorluğun hemen bütün şubelerini ilgilendiren geniş ve karışık bir mevzu halindedir.
Verem Aşısını kim buldu?
Veremi yapan mikrop bir Alman âlimi tarafından keşfedilmiş olan çomak şeklindeki (verem basili). Keşfedenin adı ile (Koch basili) diye de anılır. Bu mikrop, ufak, kıvrık, içinde noktacıklar gösteren bir çomaktır. Hastaların hastalık bulunan organlarına göre kanlarında; yaraların kanlı ve cerahatli ifrazlarında, bazı hallerde hastaların büyük abdes, idrarlarında ve balgamlarında bulunur. Laboratuarlarda bu mikropları aramak, bulmak ve üretmek mümkündür.
Verem mikrobu insanlarda, sığırlarda, kuşlarda ve soğuk kanlı hayvanlarda görülmekte olduğuna nazaran dört tip halinde bulunmaktadır. İnsan ve sığır verem mikropları birbirine çok benzer. İnsana ait olan, sığırlarda hastalık hâsıl edebildiği gibi sığırlarınki de insanlarda hastalık yapabilir.
Verem mikroplarının bir takım zehirleri vardır. Verem hastalığı birçok sıkıntılı arızalar ve zehirlerle hâsıl olur.
Verem mikrobu insan vücuduna çeşitli kapılardan girer. Bunlardan en başta gelen teneffüs yollarıdır. Veremli kimselerin öksürürken ağızlarından, burunlarından fırlayan ve içinde verem mikrobu bulunan tükürük ve balgam damlacıkları sağlamların ağız ve burunlarına bulaştığı zaman mikrop teneffüs yollarından, içeriye girerek akciğerlerde oturur ve orada bir odak teşkil eder.
Verem mikrobu hastalardan çıktıktan sonra güneş, ışık ve aydınlıktan mahrum karanlık köşelerde uzun müddet yaşamakta olduğundan bu mikropla bulaşmış yatak takımları, perdeler, halılar, eski kitaplar... gibi eşya mikrobun etrafa bulaşmasında rol oynayabilirler.
Verem mikropları bulaşık sütler ve kirli ellerle ağız yolundan da vücuda girebilirler. Bu takdirde mideyi geçip bağırsaklara gelirler ve bağırsakların lenfa boğumlarında yerleşip bir odak hâsıl ederler.
Verem mikrobunun gözlerden içeriye girdiğini söyleyenler de vardır.
Veremli insanlar hiç bir sağlık tedbirine kıymet vermeden sokaklara, evlere ve açık yerlere kayıtsızca tükürecek olurlarsa bunlardan çıkan ve içinde pek çok mikrop bulunan balgamlar etrafa yayılarak toz ve topraklara karışıp kuruyarak bu suretle sağlam insanların teneffüs yollarına geçer ve hastalığı husule getirirler.
Teneffüs yollarından akciğerlere giren verem mikropları ciğerin birçok yerlerinde oturup oradan vücuda yayılarak neticede yine akciğerde yerleşerek (akciğer veremi) dedikleri en çok görülen verem şeklini ortaya çıkarırlar. Bu hastalık bünyeye ve hastanın mukavemetine göre türlü şekiller gösteren bir illettir.
Verem Hastalığının Belirtileri, Verem Hastalıkları
Verem Hastası Belirtileri; Halsizlik, yorgunluk, sebepsiz gibi görünen zayıflamalar, kan tükürme, öksürük, ateş ve terlemelerle kendisini gösteren akciğer veremi, dört nala giden ve çok çabuk öldüren şekillerinden tutunuz da, uzun yıllar birçok sıkıntılarla yatakta yatmağa mecbur eden ve hastayı, bir mum gibi günden güne zayıflatıp eriten şekillerine kadar, pek çok safhalar gösteren sinsi ve korkunç bir hastalık halindedir.
Akciğerlerde husule gelen bu safhaları iyice görüp anlamak için (Röntgen) en iyi bir teşhis vasıtasıdır.
Akciğer veremleri sırasında akciğerlerde hâsıl olan yara ve iltihaplar dolayısıyla bu organlarda türlü türlü bozukluklar ortaya çıkabilir.
Bazı defa akciğerin bir veya birkaç noktasında beliren iltihaplar, vücudun müdafaa kuvvetleri karşısında, az zamanda, kapanıp kireçlenebildikleri halde, bazı defa da iltihaplar gittikçe ilerleyerek ve akciğerlerin çürüdüğüne delâlet eden bir takım (boşluklar) hâsıl dip bütün ciğerlerin harap olmasına sebebiyet verebilirler.
Uzun yıllar sinsi bir halde devam edebilen akciğer vereminin bütün safhalarında hasta, hastalık, günlerinin önemli bir kısmını ayakta gezmekle geçirebildiğinden balgamlarında pek çok verem mikrobu bulunan bu gibi hastaların, mikropları etrafa saçmamak için, çok dikkatli hareket etmeleri lâzım gelir. Böyle olmadığı takdirde sağlam insanların bu gibi hastaların etrafa saçılan tükürük ve balgamlarıyla verem mikroplarına bulaşmaları pek tabiidir. Küçük çocuklar verem mikrobuna karşı gayet hassastırlar. Bunlar, öksürüp aksıran ve balgamında mikrop bulunan bir veremlinin ağzından fırlayan tükürük damlacıklarına karşı bulunmak zorunda kalırlarsa ağız, burun ve teneffüs yollarından mikrobu kolaylıkla alabilirler.
Hatta bunların gözleri ile de mikropları alıp vereme bulaştıkları ve bu tesirle çocuğun vücuduna giren verem mikroplarının boyundaki lenfa bezlerine gelip oturarak onların şişirdikleri (sıraca) ve ilk verem odağını orada hâsıl ettikleri her zaman görülen hallerdendir.
Zaten verem mikropları vücuttaki lenfa bezlerini çok severler. Bedene ilk girdikleri zaman lenfa yollarından ilerleyerek vücudun boyun, iki akciğer arası, koltuk, kasık gibi yerlerindeki lenfa bezlerine yerleşerek uzun müddet oralarda canlı kalabilirler.
Buralarda sinsi bir tarzda oturan mikroplar, yorgunluk, uykusuzluk, açlık, sefalet gibi vücudu zayıf düşüren birçok sebeplerle günün birinde azgınlaşarak kana karışırlar ve vücudun bazı organlarına gelip oturarak orada verem iltihabı ve yaralarını hâsıl ederler.
îşte bu suretle azgınlaşan verem mikroplarının kana karışarak beyin zarlarına oturup orada (verem menenjiti) dedikleri hastalığı hâsıl etmesi mümkün olduğu gibi gırtlakta oturarak (gırtlak veremi), böbrekte oturarak (böbrek veremi), göğüs boşluğunda, akciğerde ve akciğerlerin üzerini kaplayan ince zarlarda hastalık hâsıl ettikleri her zaman görülür.
Bunlardan başka verem mikropları kemikleri, kemiklerin içindeki ilikleri, organların oynak yerlerini (eklem'leri) de tutabilirler. Oralarda sık sık yerleşerek uzun süren iltihaplar yaptıkları görülür.
Böylece (kemik veremi), (eklem veremi) denilen şekiller ortaya çıkar. Bazı hallerde gözlerde, kulaklarda bile verem hastalığının . yaptığı bir sürü sıkıntılı arızalara rastlamak mümkündür.
Deri üzerinde verem mikroplarından hasıl olan yaralar (lüpüs) uzun yıllar süren, insanı pek ziyade rahatsız eden hastalıklar halindedirler.
Verem İrsi değildir
Verem hastalığı insanlara babadan ve anadan geçen irsî bir hastalık değildir. Veremli ana ve babadan doğan çocuklar zayıf bir halde ve belki de vereme istidatli bir bünyede doğabilirler. Fakat veremli olarak doğmazlar. Onların verem hastalığı almaları doğduktan sonra ana ve babalarının ve başka yakınlarının saçtıkları mikroplarla bulaşmak suretiyle olur.
Veremli ana ve babanın çocuğunu, doğar doğmaz, ailesi arasından alıp temiz bir muhite götürecek olursak onu verem hastalığına tutulmadan, sağlam ve gürbüz olarak, büyütmek kabildir.
Fakat toplum halinde ve bilhassa kalabalık şehir ve kasa-balarda yaşayan insanlar, ne kadar dikkat edilirse edilsin, çocukluk ve gençlik çağlarında iken etraflarından, az miktarda da olsa, yine mikrop alırlar. Vücutlarına giren bu mikrop eğer hastalık husule getirmezse bedenin gizli köşelerinde, lenfa bezlerinde saklanır, aşikâr bir hastalık yapmadan, uzun yıllar, oralarda canlı kalır.
Birçok tecrübeler kalabalık yerlerde yaşayan insanların bilhassa şehir ve kasabalarda küçük yaştan itibaren verem mikrobu ile bulaştıklarını fakat ona mukavemet edip hastalanmadıklarını göstermektedir.
İnsanların gizli bir şekilde verem mikrobuna bulaşmış olmalarının bir bakımdan faydası vardır. Çünkü çok zarar görmeden alınan bu ilk hastalık mikroplarının vücutta gizli bir halde kaldıkça, sonradan gelecek verem hastalığına karşı vücudu korumakta oldukları anlaşılmıştır.
îşte bu suretle ilk defa mikrobu almış fakat ondan büyük bir zarar görmemiş olan kimselerin, vücutlarını çok yormadıkça ve verem hastalığına tutulmadıkları, bu suretle ilk alınan verem mikroplarının insana nispi bir bağışıklık sağladığı meydana çıkmıştır.
işte bugün kullanılan koruyucu verem aşısının esası bu olaya dayanmaktadır.
Verem Tedavisi
Verem hastalığı vücudun bütün organlarına yayılarak oralarda ayrı ayrı arızalar yaptığı için hastalığın tedavisi de bütün bunlara göre ayrı ve uzun bahisler halindedir.
Verem Tedavi için genel olarak şunları söyleyebiliriz: Veremliler ne şekilde olurlarsa olsunlar bunların tedavisinde bugün elde mevcut yeni ilâçların kullanılmasından büyük faydalar sağlanmaktadır.
(Streptomycine) denilen ilâç modern verem tedavisi için bütün dünyada büyük bir şöhret kazanmıştır. Bu ilâç veremin her şeklinde büyük bir tesir göstermekte ve bugün geniş ölçüde kullanılmaktadır. Ancak zamanla anlaşılmış bulunan bir gerçek vardır ki o da verem mikroplarının bu ilâca karşı mukavemet kazanmakta olmalarıdır. O takdirde ilâcın verem hastalığına karşı şifalı tesiri ortadan kalkmaktadır. Bunu önlemek için yapılacak tedbir bu ilâcın gerek tatbik ve gerekse miktar bakımlarından daima doktorların tavsiyesine göre yapılmasıdır. Ulu orta tatbikler daima zarar doğururlar. Bundan başka kimya yoluyla sentetik olarak hazırlanmış daha başka yeni verem ilâçları da vardır.
(Streptomycine) in bu sentetik ilâçlarla birlikte kullanılması hem mikropların mukavemet kazanmasını önlemekte, hem de verem tedavisinin daha tesirli olmasını temin etmektedir.
Verem tedavisini mutlaka doktorların yapması lâzım geldiğinden bu küçük kitapta yeni verem ilâçlarının adlarını yazmağa ve bunların tatbik şekillerini uzun uzun izah etmeğe lüzum yoktur.
Bilinmesi lâzım gelen şey bu gün artık verem hastalığının yeni ilâçlar sayesinde, tamamen şifası kabil bir hastalık haline gelmiş olmasıdır.
Eskiden mutlaka öldürücü olduğu kabul edilen (verem menenjiti) gibi ağır şekiller bile bu ilâçlar vasıtasıyla mükemmel bir surette tedavi edilebilmektedirler.
Veremli hastanın iyi beslenmesi, temiz bakılması, açık havalı yerlerde yaşaması, verem hastalığının yaptığı çeşitli sıkıntıların bazı ilâçlarla giderilmesi ve vücudun kuvvetlendirilmesi yine doktorların yapacakları tedavi arasında yer almaktadır.
Bugün artık verem tedavisi çok ilerlemiş, veremlilerin evlerinde tedavileri bile imkân altına alınmış bulunmaktadır.
Verem tedavisinde bugün hastalığın şekline göre yapılacak, cerrahî tedaviler de vardır.
Eskiden çok kullanılan akciğer zarları arasına hava vererek iltihabı söndürme (Pnömotoraks) tedavisi, birçok ihtilât-lara sebep olması ve yeni ilâçların ortaya çıkması dolayısıyla, hemen hemen bırakılmış gibidir.
Bu yolda bir müdahale icap ederse bugün daha ziyade karından hava vermek suretiyle akciğerlerdeki yaraların söndürülmesi tercih edilmektedir. Veremli'nin göğüs kafesi ve akciğerleri üzerine yapılacak bazı cerrahî müdahaleler de vardır. Bunlar ancak verem hastane ve sanatoryumlarında lüzumunda tatbik edilen tedavi tarzlarıdır.
Veremden Korunma Yolları
Veremden korunmada en başta gelen tedbir, balgamıyla etrafa mikrop saçan hastaların sağlamlardan ayrılarak tedavisidir. Bu gibi hastaların her şeyden önce, kendilerinin başkalarına hastalık vermemek lâzım geldiğini takdir etmeleri, şuraya buraya tükürmemeleri, sağlam insanlarla, bilhassa gençler ve çocuklarla temas etmemeleri lâzımdır.
Yorgunluk, uykusuzluk, açlık gibi hallerden bakınmak, vücudu daima kuvvetli ve temiz bulundurmak vereme tutulmamak için gerekli olan tedbirlerindendir.
En önemli olan bir koruyucu vasıta da verem aşısıdır. Bugün dünyanın her yerinde kullanılan verem aşısı aşıyı keşfeden iki Fransız âliminin adlarının baş harfleri alınarak (B.C. G.) diye adlandırılan aşıdır.
Bu aşı ile aşılanmak veremden korunmak için büyük bir garanti sağlar. Verem aşısı herkese lâzım değildir. Aşının kimlere lüzumlu olduğunu kol derisi için verem zehirlerinden yapılmış bir mahlûlden bir damla şırınga etmek ve şırınga yerinde bir kızarma olup olmadığını tetkik ile anlaşılır. Şayet deride olmasa o kimsenin vücudu verem mikroplarına karşı hassas olduğu anlaşılacağından bu gibilere derhal verem aşısı tatbik etmek lâzım gelir.
Bu aşı verem savaşında doktorların elinde bulunan en ucuz ve en kuvvetli bir silâhtır. Dünyanın her yerinde verem savaşı bu aşı ile yapılmaktadır. Bu sayede veremin bir gün kökünden kazınmasına muvaffakiyet hâsıl olacağı bile umulmaktadır.
Bilhassa doğum çağından itibaren bütün çocuklar ve gençler verem bakımından tetkik edilmeli, ihtiyacı olanlara derhal aşı yapılmalıdır.
Tetanos Hastaligi Tetanos Asisi Hakkinda
Tetanos Hastalığı, Tetanos Aşısı Hakkında
Tetanos, pek eski zamanlardan beri, insanlarda ve hayvanlarda görülen tehlikeli hastalıklardan birisidir. Tetanos Hastalığının diğer adı Clostridium'dir
Hastalığı yapan mikrop (Nikolayer) adındaki bir âlim tarafından keşfedildiği için adına (Nikolayer basili) derler. Bu mikrop tozlarda, topraklarda gübrelikler içinde çok bulunur.
Tetanos basilleri boyanıp mikroskop altında tetkik edilecek olursa toplu iğneler veya ufak başlı çiviler gibi görünür. Baş tarafındaki yuvarlak kısım mikrobun (spor) dedikleri mukavemetli şeklidir. Bu şekiller çok dayanıklıdır. Mikrop bu sayede toprak ve gübrelerde, güneş görmeyen kuytu köşelerde yıllarca, telef olmadan canlı olarak yaşayabilir. Bu mikrobun insan ve hayvanlara bulaşması yaralar vasıtasıyladır.
Çeşitli sebeplerle vücutta; bir yara hâsıl olduğu zaman bu yara gübreli, pis topraklar üzerine düşmekle veya böyle gübre ve topraklarla kirlenmiş demir, ağaç, tel parçalan, çivi gibi cisimlerin vücudu zedelemesiyle hâsıl olmuşsa tetanos tehlikesi baş göstermiş olur.
Yara ne kadar ezik ve derin olursa, ne kadar çok kirli ve gübreli topraklarla bulaşmış bulunursa tetanos hastalığının ortaya çıkması ihtimali de o kadar kuvvetlidir. Çünkü tetanos basili havasız yaşayan bir mikroptur. Derin, ezik, girinti ve çıkıntısı çok olan yaralarda kolayca üreyerek hastalığı hâsıl edebilir
Tetanos mikrobu yaraya girdikten sonra kana karışıp bütün vücuda yayılmaz. Yara içinde, olduğu yerde çoğalarak oradan ifraz etmiş olduğu şiddetli zehirleri vücuda gönderir. Bu zehirlenme hali tetanos hastalığını teşkil eder. Mikrobun bu vasıflarından dolayı gübreli topraklarla dolu bahçe ve sokaklarda insanın vücuduna çivi veya tahta parçaları batmak, ağaç, taş parçaları ve bahçe telleriyle yaralanmak pek ziyade tehlikelidir.
Yaraya sebep olan cisim kirli ve mikroplu olmasa bile insanın vücuduna giydiği elbise topraklara ve ahırlara atılmış, tozlu topraklı ve pis yerlerde bırakılmış olursa, insanı yaralamak için önceden bu elbiseye değip parçalamak zorunda olan bu cisim, elbise üzerinden aldığı tetanos mikroplarını yaraların içine sürüklemek suretiyle yine hastalığı hâsıl edebilir.
Bundan başka temizliğe riayet edilmeden yapılan ameliyat ve doğumlarda, çocuk düşürmek kasdiyle tenasül yollarına bazı maddeler sokulmasında, yeni doğan çocuğun göbek kordonunun pis aletlerle kesilip temiz tutulamaması halinde tetanos hastalığının ortaya çıkması ihtimali vardır.
Tetanos Belirtileri, Tetanos Belirtisi
Tetanos hastalığı insanlarda baştan çenenin sıkışması ile başlar. Çiğneme kaslarında, mikropların zehirleri tesiriyle, hâsıl olan kasılmalardan dolayı çene kemikleri sıkışır ve ilk alâmet olmak üzere hasta ağzını açamadığından şikâyet eder. Gerçekten ağzın açılmasında büyük zorluk vardır.
Ondan sonra kasılmalar boğaza geçerek hastanın gıdaları yutması, sulu maddeleri içmesi pek ziyade güçleşmiş olur. Daha sonra yüzdeki kaslarda kasılma ve çekilmeler başlar, hastanın yüzü elemli bir gülüş manzarası gösterir. Biraz zaman daha geçince kaslardaki gerginlik ve kasılma halleri boyuna ve sırta da intikal eder. O zaman hastaların bütün vücuduna zehir yayılmış ve durumları fenalaşmış demektir.
Böyle bir kasılma nöbeti sırasında hastanın çenesi sıkışmış, boynu tutulmuş, sırt kaslarının kasılmasından dolayı, bel kemiği bir yay gibi, kıvrılmış vaziyette bulunur.
Ufak bir ses, küçük bir gürültü, bir ışık vurması, tepkiler yaparak, sık sık nöbetlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Her nöbet esnasında şiddetli kasılmalardan vücutları kazık gibi sertleşen hastalar büyük bir sıkıntı içine düşerler. Bu sırada hastanın ateşi de yükselir. (Bu yüzden halk arasında bu hastalığa kazıklı humma adı verilmiştir.)
Hastalar bütün akıl ve şuurlarına sahip bulunduklarından düştükleri bu sıkıntılı hal içinde, son derecede, büyük bir korku ve heyecan duyarlar. Hastalarda şiddetli bir inkıbaz ve terleme vardır.
Nöbet nöbet gelen ve bütün vücudu saran şiddetli kasılmalar arasında teneffüs ve kalp hareketlerinin durması, hastanın hayatını tehlikeye koyar. Yetişilip kurtarılmazsa hasta, bir boğulma ile ölebilir.
Tetanos için örneklik tablo budur. Bundan başka hastalığın pek şiddetli şekilleri mevcut olduğu gibi, hafif çekilme ve kasılmalarla geçen müzmin ve yalnız organlardan birisini tutan mevzii tetanoslar da vardır.
Görülüyor ki tetanos mikrobunun zehirleri, yaraların içinde hâsıl olarak yavaş yavaş sinir yollarını tutan ve merkezî sinir sistemine yerleşip hastalığı hâsıl eden zehirlerdendir.
Tetanos Tedavisi
Tetanos hastalığı ortaya çıktıktan sonra hastayı sakin ve loş bir odada yatırmalıdır. Hastanın vücudunda kasılmalara sebep olacak tepkilerin husule gelmemesi için her türlü gürültülerden ve fazla ışıklardan muhafazası şarttır.
Nöbetlerin ve kasılmaların önlenmesi için hastaya verilecek ilâçların en iyisi uyku ilâçlarıdır. Bunlar hastaya derin bir sükûnet vererek nöbetlerin gelmesine ve bundan doğacak fenalıkların ortaya çıkmasına mâni olurlar. Bir yandan da mikrop ve zehir kaynağı olan yara tedavi edilerek ortadan kaldırılmakla hastanın şifa bulması sağlanmış olur.
Tetanosun özel bir serumu vardır. Bu serum hem korunmada hem de tedavide kullanılmaktadır.
Doktorun tavsiyesine göre tetanos serumu tedavide yüksek dozlarda hastanın kaba etinden şırınga edilmek suretiyle kullanılır.
Tetanosdan Korunma Yolları
Gübreli ve pis topraklarla bulaşmış olan yaralardan sakınmak, tetanos korunmasında en önemli tedbirlerdendir. Her türlü kazalardan sonra vücutta hâsıl olan yaralar dikkat ve itina ile temizlenip pansuman yapılmalıdır. Doktor lüzum görüyorsa derhal bir miktar tetanos serumunu hastaya şırınga etmek suretiyle mükemmel bir korunma temin edilmiş olur. Hâsıl olan yaralar bilhassa derin ve girintili çıkıntılı olursa mutlaka koruyucu olarak tetanos serumu tatbik edilmelidir. Ufak bir ihmal hayatın tehlikeye girmesine sebep olur. Bilhassa çivi batmaları bu bakımdan önemlidir.
Çocuklar bahçelerde, sokaklarda oynarken sık sık yaralandıklarından bu yaralar ihmal edilmemeli, büyük ve derin oldukları takdirde derhal serum tatbik ettirilmelidir.
Tetanosun bir de koruyucu aşısı vardır. Bu aşı bilhassa gübreli yerlerde hayvanlarla uğraşan insanlara ve topraklarda düşüp kalkan çocuklara çok lüzumludur. Belirli aralıklarla iki veya üç defa tatbik edilen tetanos aşısı kuvvetli bir bağışıklık sağlamak suretiyle herhangi bir yaralanmada şahsı tetanostan korumak gibi bir garanti teşkil etmiş olur.
Tetanos, pek eski zamanlardan beri, insanlarda ve hayvanlarda görülen tehlikeli hastalıklardan birisidir. Tetanos Hastalığının diğer adı Clostridium'dir
Hastalığı yapan mikrop (Nikolayer) adındaki bir âlim tarafından keşfedildiği için adına (Nikolayer basili) derler. Bu mikrop tozlarda, topraklarda gübrelikler içinde çok bulunur.
Tetanos basilleri boyanıp mikroskop altında tetkik edilecek olursa toplu iğneler veya ufak başlı çiviler gibi görünür. Baş tarafındaki yuvarlak kısım mikrobun (spor) dedikleri mukavemetli şeklidir. Bu şekiller çok dayanıklıdır. Mikrop bu sayede toprak ve gübrelerde, güneş görmeyen kuytu köşelerde yıllarca, telef olmadan canlı olarak yaşayabilir. Bu mikrobun insan ve hayvanlara bulaşması yaralar vasıtasıyladır.
Çeşitli sebeplerle vücutta; bir yara hâsıl olduğu zaman bu yara gübreli, pis topraklar üzerine düşmekle veya böyle gübre ve topraklarla kirlenmiş demir, ağaç, tel parçalan, çivi gibi cisimlerin vücudu zedelemesiyle hâsıl olmuşsa tetanos tehlikesi baş göstermiş olur.
Yara ne kadar ezik ve derin olursa, ne kadar çok kirli ve gübreli topraklarla bulaşmış bulunursa tetanos hastalığının ortaya çıkması ihtimali de o kadar kuvvetlidir. Çünkü tetanos basili havasız yaşayan bir mikroptur. Derin, ezik, girinti ve çıkıntısı çok olan yaralarda kolayca üreyerek hastalığı hâsıl edebilir
Tetanos mikrobu yaraya girdikten sonra kana karışıp bütün vücuda yayılmaz. Yara içinde, olduğu yerde çoğalarak oradan ifraz etmiş olduğu şiddetli zehirleri vücuda gönderir. Bu zehirlenme hali tetanos hastalığını teşkil eder. Mikrobun bu vasıflarından dolayı gübreli topraklarla dolu bahçe ve sokaklarda insanın vücuduna çivi veya tahta parçaları batmak, ağaç, taş parçaları ve bahçe telleriyle yaralanmak pek ziyade tehlikelidir.
Yaraya sebep olan cisim kirli ve mikroplu olmasa bile insanın vücuduna giydiği elbise topraklara ve ahırlara atılmış, tozlu topraklı ve pis yerlerde bırakılmış olursa, insanı yaralamak için önceden bu elbiseye değip parçalamak zorunda olan bu cisim, elbise üzerinden aldığı tetanos mikroplarını yaraların içine sürüklemek suretiyle yine hastalığı hâsıl edebilir.
Bundan başka temizliğe riayet edilmeden yapılan ameliyat ve doğumlarda, çocuk düşürmek kasdiyle tenasül yollarına bazı maddeler sokulmasında, yeni doğan çocuğun göbek kordonunun pis aletlerle kesilip temiz tutulamaması halinde tetanos hastalığının ortaya çıkması ihtimali vardır.
Tetanos Belirtileri, Tetanos Belirtisi
Tetanos hastalığı insanlarda baştan çenenin sıkışması ile başlar. Çiğneme kaslarında, mikropların zehirleri tesiriyle, hâsıl olan kasılmalardan dolayı çene kemikleri sıkışır ve ilk alâmet olmak üzere hasta ağzını açamadığından şikâyet eder. Gerçekten ağzın açılmasında büyük zorluk vardır.
Ondan sonra kasılmalar boğaza geçerek hastanın gıdaları yutması, sulu maddeleri içmesi pek ziyade güçleşmiş olur. Daha sonra yüzdeki kaslarda kasılma ve çekilmeler başlar, hastanın yüzü elemli bir gülüş manzarası gösterir. Biraz zaman daha geçince kaslardaki gerginlik ve kasılma halleri boyuna ve sırta da intikal eder. O zaman hastaların bütün vücuduna zehir yayılmış ve durumları fenalaşmış demektir.
Böyle bir kasılma nöbeti sırasında hastanın çenesi sıkışmış, boynu tutulmuş, sırt kaslarının kasılmasından dolayı, bel kemiği bir yay gibi, kıvrılmış vaziyette bulunur.
Ufak bir ses, küçük bir gürültü, bir ışık vurması, tepkiler yaparak, sık sık nöbetlerin ortaya çıkmasına sebep olur.
Her nöbet esnasında şiddetli kasılmalardan vücutları kazık gibi sertleşen hastalar büyük bir sıkıntı içine düşerler. Bu sırada hastanın ateşi de yükselir. (Bu yüzden halk arasında bu hastalığa kazıklı humma adı verilmiştir.)
Hastalar bütün akıl ve şuurlarına sahip bulunduklarından düştükleri bu sıkıntılı hal içinde, son derecede, büyük bir korku ve heyecan duyarlar. Hastalarda şiddetli bir inkıbaz ve terleme vardır.
Nöbet nöbet gelen ve bütün vücudu saran şiddetli kasılmalar arasında teneffüs ve kalp hareketlerinin durması, hastanın hayatını tehlikeye koyar. Yetişilip kurtarılmazsa hasta, bir boğulma ile ölebilir.
Tetanos için örneklik tablo budur. Bundan başka hastalığın pek şiddetli şekilleri mevcut olduğu gibi, hafif çekilme ve kasılmalarla geçen müzmin ve yalnız organlardan birisini tutan mevzii tetanoslar da vardır.
Görülüyor ki tetanos mikrobunun zehirleri, yaraların içinde hâsıl olarak yavaş yavaş sinir yollarını tutan ve merkezî sinir sistemine yerleşip hastalığı hâsıl eden zehirlerdendir.
Tetanos Tedavisi
Tetanos hastalığı ortaya çıktıktan sonra hastayı sakin ve loş bir odada yatırmalıdır. Hastanın vücudunda kasılmalara sebep olacak tepkilerin husule gelmemesi için her türlü gürültülerden ve fazla ışıklardan muhafazası şarttır.
Nöbetlerin ve kasılmaların önlenmesi için hastaya verilecek ilâçların en iyisi uyku ilâçlarıdır. Bunlar hastaya derin bir sükûnet vererek nöbetlerin gelmesine ve bundan doğacak fenalıkların ortaya çıkmasına mâni olurlar. Bir yandan da mikrop ve zehir kaynağı olan yara tedavi edilerek ortadan kaldırılmakla hastanın şifa bulması sağlanmış olur.
Tetanosun özel bir serumu vardır. Bu serum hem korunmada hem de tedavide kullanılmaktadır.
Doktorun tavsiyesine göre tetanos serumu tedavide yüksek dozlarda hastanın kaba etinden şırınga edilmek suretiyle kullanılır.
Tetanosdan Korunma Yolları
Gübreli ve pis topraklarla bulaşmış olan yaralardan sakınmak, tetanos korunmasında en önemli tedbirlerdendir. Her türlü kazalardan sonra vücutta hâsıl olan yaralar dikkat ve itina ile temizlenip pansuman yapılmalıdır. Doktor lüzum görüyorsa derhal bir miktar tetanos serumunu hastaya şırınga etmek suretiyle mükemmel bir korunma temin edilmiş olur. Hâsıl olan yaralar bilhassa derin ve girintili çıkıntılı olursa mutlaka koruyucu olarak tetanos serumu tatbik edilmelidir. Ufak bir ihmal hayatın tehlikeye girmesine sebep olur. Bilhassa çivi batmaları bu bakımdan önemlidir.
Çocuklar bahçelerde, sokaklarda oynarken sık sık yaralandıklarından bu yaralar ihmal edilmemeli, büyük ve derin oldukları takdirde derhal serum tatbik ettirilmelidir.
Tetanosun bir de koruyucu aşısı vardır. Bu aşı bilhassa gübreli yerlerde hayvanlarla uğraşan insanlara ve topraklarda düşüp kalkan çocuklara çok lüzumludur. Belirli aralıklarla iki veya üç defa tatbik edilen tetanos aşısı kuvvetli bir bağışıklık sağlamak suretiyle herhangi bir yaralanmada şahsı tetanostan korumak gibi bir garanti teşkil etmiş olur.
Kuduz Nedir Hastaligi Asisini Bulan Kisi Kimdir
Kuduz Hastalığı, Kuduz Nedir
Kuduz, çok tehlikeli olan bulaşıcı hastalıklardan biridir.
Köpek, kedi, fare gibi insanlarla çok yakından münasebette olan hayvanlarda görülen ve bunlar vasıtasıyla insanlara da geçen bir hastalıktır.
Kuduzun pek tehlikeli olması, hastalığa tutulduktan sonra, kurtulmak ihtimalinin imkânsızlığından ileri gelmektedir.
Kuduzu hâsıl eden mikrop bir virüstür. Kuduz en ziyade köpeklerde görülür. Fakat köpekten başka kedi, fare, maymun, ayı, kurt, tilki, çakal, at, eşek, koyun, sığır, sincap, kobay tavşan... gibi memeli hayvanlarda hattâ yarasa kuşlarında bile görülmüştür.
Kuduz virüsü kuduza tutulmuş hayvanların salyasında ve salya ile bulaşan pençe, tırnak, deri ve tüylerinde bulunur. İnsan kuduza tutulduğu zaman (İnsanlarda Kuduz) salyası ve salya ile kirlenen eşyası bulaşmada vasıta olabilir. Fakat en çok görülen bulaşma tarzı kuduz hayvanın ısırması veya dili ile deriyi yalaması, tırmalaması, yırtması gibi hallerdedir.
İnsanda Kuduz hastalıkları, virüs vücuda girdikten sonra sinir yollarını tutup yavaş yavaş ilerleyerek merkezî sinir sistemine (Beyine) gelip orada iltihap yapmak suretiyle hastalığı hâsıl eder. Onun içindir ki kuduz bir hayvanın ısırmasından itibaren insanın hastalanmasına kadar, ortalama olarak, (15) günden (60) güne kadar uzayan bir (kuluçka süresi) geçer. Bu zamanın aşılanmak ve hastalıktan korunmak fırsatını vermesi bakımından büyük bir önemi vardır.
Kuduz Belirtileri, Kuduz Belirtisi Hakkında
İnsanda kuduz hastalığı başlarken önceden hastada yorgunluk, durgunluk, baş ağrısı, sinir bozuklukları kalp sıkıntıları olur. Hasta, bazı defa, yerinde duramayacak derecede sıkıntılıdır. Bundan sonra boğaz ve teneffüs kaslarında kramp tarzındaki sıkışmalar dolayısıyla hasta sulu maddeleri içmeğe ve gıdaları yutmağa muvaffak olamaz. Su içmek istediği zaman derhal boğaz kaslarındaki sıkışmalar, bir tepki tarzında ziyadeleşerek buna engel olurlar. Bu halde bütün sinir sistemi sarsılmış olan hasta, sudan ürküp kaçmağa başlar ki buna (sudan korkma) derler.
Kasların bu sıkışması nöbet nöbet gelip geçer. Hastanın yüzü yorgun ve korkulu, gözleri dalgın ve endişeli bir haldedir.
Bu esnada dışarıdan gelecek sesler, ışıklar, rüzgârlar hastanın vücudunda şiddetli tepkiler yapmağa başlarlar. Derisi çok hassas, gözbebekleri büyümüştür.
Zaman zaman bütün vücudundaki kaslar, sıkışıp gerilirler. Hastanın sesi kısılır, boğuk feryatlar çıkarır. Tükürüğünü yutamadığı için ağzından salyalar ve köpükler akar.
Eşyasını, elbisesini ısırır. Korkulu ve acınacak bir manzara gösterir. Sonra, yavaş yavaş, bu nöbet hâli geçer. Çok geçmeden yeni bir tesirin yarattığı tepki ile yeni bir nöbet daha hâsıl olur.
Bütün bu nöbetler esnasında hasta şuurunu kaybetmemiştir. Etrafındakileri tanır, tehlikeyi bilir ve haber verir.
Hasta bu sıkıntılar içinde pek fazla ter döker. Uyku uyuyamaz. Nihayet arka arkaya gelen nöbetlerin yaptığı felçler ve sıkıntılı haller arasında boğulma veya bir kalp durması onun hayatına nihayet verir.
Kuduz hastalığı başladıktan sonra, çokçası, (3 - 4) gün içinde hastanın ölümü ile hastalık sonuçlanmış olur.
Kuduran hayvanlar (hayvanlarda kuduz) ise ilk günlerde çekingen, düşünceli ve karanlık köşelere kaçıp saklanır bir haldedirler.
Daha sonra hiddetli ve azgın bir hal alarak her rastladıklarının üzerine saldırıp ısıracak ve parçalayacak bir durum gösterirler.
Boğaz kaslarının sıkışması dolayısıyla köpekler su içemezler ve sudan korkarlar. Ağızlarından salyalar akar, sesler kısık, dilleri dışarıya sarkıktır. Sık sık gelen bu nöbetler tesiri ile (2-3) gün içinde ölüp giderler.
Demek oluyor ki kuduz virüsü en ziyade, sinir sistemine tesir eder. Onun için kuduz hayvanın ısırdığı yer beyine ne ka-' dar yakın olursa, hastalık daha çabuk ve daha şiddetli olarak hâsıl olacağı için, mesele de o kadar önemli ve tehlikeli olur.
Kuduz Tedavisi
Kuduz hastalığına bir defa tutulduktan sonra artık ölüm muhakkak olduğundan bu hastalığın tedavisi yoktur. Yalnız hastanın çektiği derin sıkıntıları bir az olsun hafifletmek için ağrı kesici, sükûnet ve uyku verici ilâçlar kullanılır. Kuduz aşısı ile kuduz serumunun hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavide hiç bir kıymeti yoktur. Bütün marifet şüpheli hayvanın ısırmasından sonra uzun olan kuluçka süresinden faydalanarak şahsa derhal kuduz aşısı yapmağa başlamak, hastalığın ortaya çıkmasını önleyerek onu muhakkak bir ölümden kurtarmaktır.
Kuduzdan Korunma, Kuduz Aşısını Kim Buldu
Kuduz aşısını bulan, (Pastör) adındaki Fransız âlimi tarafından ondokuzuncu yüzyılda kuduz aşısını bulan kişi olmuştur. İnsanları kuduz gibi çok tehlikeli bir hastalıktan koruyup kurtaran biricik ilâçtır. Bu bakımdan şüpheli bir ısırığa uğramış olan her insanın, bir dakika bile vakit geçirmeden, derhal en yakın bir sağlık müessesesine başvurarak kendisine kuduz aşısı yaptırması gayet lüzumludur. Bu tedbirde gösterilecek birkaç günlük ihmal insanı amansız bir Ölüme sürüklemeğe kâfidir.
Kuduzun şakası yoktur. İşin önemini bilmeyenlerin cahilce lakırdılarına kapılmamalı, gayet uyanık bulunmalıdır.
İnsanı kuduz bir hayvan ısırdığı veya insan bu hayvanla temas ettiği zaman, hayvan ölmeden veya öldürülmeden tutulmuş ve sağ olarak elde edilip muhafaza altına alınabilmişse, bunun kuduz müessesesinde veya veterinerin gözü önünde (12) gün kadar bulundurulması lâzımdır.
Hayvan bu müddet içinde kudurmaz, kuduz belirtileri göstermez veya ölmezse bir tehlike olmadığı anlaşılacağından baş-, lanmış olan aşı durdurulur. Eğer hayvan insanı ısırdıktan veya temastan sonra ölmüş, öldürülmüş veyahut ortadan kaybol-muşsa, ısırılanı derhal kuduz aşısına tâbi tutmak lazım gelir.
Kuduz şüpheli bir hayvan ölmüş bile olsa onun beynini muayene ederek ve hayvan tecrübeleri yaparak kuduz olup olmadığını anlamak kabil olabileceğinden bu hayvanın ölüsünü de, ışınlan kimse ile beraber, kuduz müessesesine götürmek uygun olur.
Kuduz şüpheli ısırıklardan bolca kan akıtmalı, yarayı oksijenli su ile güzelce yıkamalı, üzerine tendürdiyot sürmelidir. Yaranın temiz tutulması ve sik sık pansuman yapılması lâzımdır. Kuduzun en önemli kaynağı sokakta bırakılmış başıboş köpekler ve kedilerdir. Köpek besleyenler bu hayvanları gayet iyi bakmalı ve temiz olarak muhafaza etmeli. Hattâ zaman zaman bunlara kuduz aşısı yaptırmalıdırlar. Başıboş sokak köpeklerini derhal öldürüp ortadan kaldırmak lâzımdır. Bazı merhametli insanların köpeklere acıyıp savaş teşkilâtından sakladıkları, hattâ zehirlenen köpekleri kurtarmağa çalıştıkları görülmektedir.
Bunlar yaptıkları işin fenalığını anlayamayan bilgisiz kimselerdir. İnsanlara acımayıp da köpeklere acımakta hiç bir mâna yoktur.
İnsan sağlığına zarar veren her hayvanın öldürülmesi caiz ve lâzımdır. Kuduz gibi tehlikeli ve korkunç bir hastalık karşısında derhal doktora ve ilgili resmî makamlara haber vermek her vatandaşın vazifesidir. Kanunlarımız bakımından da bu vazife herkes için mecburidir.
Kuduz, çok tehlikeli olan bulaşıcı hastalıklardan biridir.
Köpek, kedi, fare gibi insanlarla çok yakından münasebette olan hayvanlarda görülen ve bunlar vasıtasıyla insanlara da geçen bir hastalıktır.
Kuduzun pek tehlikeli olması, hastalığa tutulduktan sonra, kurtulmak ihtimalinin imkânsızlığından ileri gelmektedir.
Kuduzu hâsıl eden mikrop bir virüstür. Kuduz en ziyade köpeklerde görülür. Fakat köpekten başka kedi, fare, maymun, ayı, kurt, tilki, çakal, at, eşek, koyun, sığır, sincap, kobay tavşan... gibi memeli hayvanlarda hattâ yarasa kuşlarında bile görülmüştür.
Kuduz virüsü kuduza tutulmuş hayvanların salyasında ve salya ile bulaşan pençe, tırnak, deri ve tüylerinde bulunur. İnsan kuduza tutulduğu zaman (İnsanlarda Kuduz) salyası ve salya ile kirlenen eşyası bulaşmada vasıta olabilir. Fakat en çok görülen bulaşma tarzı kuduz hayvanın ısırması veya dili ile deriyi yalaması, tırmalaması, yırtması gibi hallerdedir.
İnsanda Kuduz hastalıkları, virüs vücuda girdikten sonra sinir yollarını tutup yavaş yavaş ilerleyerek merkezî sinir sistemine (Beyine) gelip orada iltihap yapmak suretiyle hastalığı hâsıl eder. Onun içindir ki kuduz bir hayvanın ısırmasından itibaren insanın hastalanmasına kadar, ortalama olarak, (15) günden (60) güne kadar uzayan bir (kuluçka süresi) geçer. Bu zamanın aşılanmak ve hastalıktan korunmak fırsatını vermesi bakımından büyük bir önemi vardır.
Kuduz Belirtileri, Kuduz Belirtisi Hakkında
İnsanda kuduz hastalığı başlarken önceden hastada yorgunluk, durgunluk, baş ağrısı, sinir bozuklukları kalp sıkıntıları olur. Hasta, bazı defa, yerinde duramayacak derecede sıkıntılıdır. Bundan sonra boğaz ve teneffüs kaslarında kramp tarzındaki sıkışmalar dolayısıyla hasta sulu maddeleri içmeğe ve gıdaları yutmağa muvaffak olamaz. Su içmek istediği zaman derhal boğaz kaslarındaki sıkışmalar, bir tepki tarzında ziyadeleşerek buna engel olurlar. Bu halde bütün sinir sistemi sarsılmış olan hasta, sudan ürküp kaçmağa başlar ki buna (sudan korkma) derler.
Kasların bu sıkışması nöbet nöbet gelip geçer. Hastanın yüzü yorgun ve korkulu, gözleri dalgın ve endişeli bir haldedir.
Bu esnada dışarıdan gelecek sesler, ışıklar, rüzgârlar hastanın vücudunda şiddetli tepkiler yapmağa başlarlar. Derisi çok hassas, gözbebekleri büyümüştür.
Zaman zaman bütün vücudundaki kaslar, sıkışıp gerilirler. Hastanın sesi kısılır, boğuk feryatlar çıkarır. Tükürüğünü yutamadığı için ağzından salyalar ve köpükler akar.
Eşyasını, elbisesini ısırır. Korkulu ve acınacak bir manzara gösterir. Sonra, yavaş yavaş, bu nöbet hâli geçer. Çok geçmeden yeni bir tesirin yarattığı tepki ile yeni bir nöbet daha hâsıl olur.
Bütün bu nöbetler esnasında hasta şuurunu kaybetmemiştir. Etrafındakileri tanır, tehlikeyi bilir ve haber verir.
Hasta bu sıkıntılar içinde pek fazla ter döker. Uyku uyuyamaz. Nihayet arka arkaya gelen nöbetlerin yaptığı felçler ve sıkıntılı haller arasında boğulma veya bir kalp durması onun hayatına nihayet verir.
Kuduz hastalığı başladıktan sonra, çokçası, (3 - 4) gün içinde hastanın ölümü ile hastalık sonuçlanmış olur.
Kuduran hayvanlar (hayvanlarda kuduz) ise ilk günlerde çekingen, düşünceli ve karanlık köşelere kaçıp saklanır bir haldedirler.
Daha sonra hiddetli ve azgın bir hal alarak her rastladıklarının üzerine saldırıp ısıracak ve parçalayacak bir durum gösterirler.
Boğaz kaslarının sıkışması dolayısıyla köpekler su içemezler ve sudan korkarlar. Ağızlarından salyalar akar, sesler kısık, dilleri dışarıya sarkıktır. Sık sık gelen bu nöbetler tesiri ile (2-3) gün içinde ölüp giderler.
Demek oluyor ki kuduz virüsü en ziyade, sinir sistemine tesir eder. Onun için kuduz hayvanın ısırdığı yer beyine ne ka-' dar yakın olursa, hastalık daha çabuk ve daha şiddetli olarak hâsıl olacağı için, mesele de o kadar önemli ve tehlikeli olur.
Kuduz Tedavisi
Kuduz hastalığına bir defa tutulduktan sonra artık ölüm muhakkak olduğundan bu hastalığın tedavisi yoktur. Yalnız hastanın çektiği derin sıkıntıları bir az olsun hafifletmek için ağrı kesici, sükûnet ve uyku verici ilâçlar kullanılır. Kuduz aşısı ile kuduz serumunun hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavide hiç bir kıymeti yoktur. Bütün marifet şüpheli hayvanın ısırmasından sonra uzun olan kuluçka süresinden faydalanarak şahsa derhal kuduz aşısı yapmağa başlamak, hastalığın ortaya çıkmasını önleyerek onu muhakkak bir ölümden kurtarmaktır.
Kuduzdan Korunma, Kuduz Aşısını Kim Buldu
Kuduz aşısını bulan, (Pastör) adındaki Fransız âlimi tarafından ondokuzuncu yüzyılda kuduz aşısını bulan kişi olmuştur. İnsanları kuduz gibi çok tehlikeli bir hastalıktan koruyup kurtaran biricik ilâçtır. Bu bakımdan şüpheli bir ısırığa uğramış olan her insanın, bir dakika bile vakit geçirmeden, derhal en yakın bir sağlık müessesesine başvurarak kendisine kuduz aşısı yaptırması gayet lüzumludur. Bu tedbirde gösterilecek birkaç günlük ihmal insanı amansız bir Ölüme sürüklemeğe kâfidir.
Kuduzun şakası yoktur. İşin önemini bilmeyenlerin cahilce lakırdılarına kapılmamalı, gayet uyanık bulunmalıdır.
İnsanı kuduz bir hayvan ısırdığı veya insan bu hayvanla temas ettiği zaman, hayvan ölmeden veya öldürülmeden tutulmuş ve sağ olarak elde edilip muhafaza altına alınabilmişse, bunun kuduz müessesesinde veya veterinerin gözü önünde (12) gün kadar bulundurulması lâzımdır.
Hayvan bu müddet içinde kudurmaz, kuduz belirtileri göstermez veya ölmezse bir tehlike olmadığı anlaşılacağından baş-, lanmış olan aşı durdurulur. Eğer hayvan insanı ısırdıktan veya temastan sonra ölmüş, öldürülmüş veyahut ortadan kaybol-muşsa, ısırılanı derhal kuduz aşısına tâbi tutmak lazım gelir.
Kuduz şüpheli bir hayvan ölmüş bile olsa onun beynini muayene ederek ve hayvan tecrübeleri yaparak kuduz olup olmadığını anlamak kabil olabileceğinden bu hayvanın ölüsünü de, ışınlan kimse ile beraber, kuduz müessesesine götürmek uygun olur.
Kuduz şüpheli ısırıklardan bolca kan akıtmalı, yarayı oksijenli su ile güzelce yıkamalı, üzerine tendürdiyot sürmelidir. Yaranın temiz tutulması ve sik sık pansuman yapılması lâzımdır. Kuduzun en önemli kaynağı sokakta bırakılmış başıboş köpekler ve kedilerdir. Köpek besleyenler bu hayvanları gayet iyi bakmalı ve temiz olarak muhafaza etmeli. Hattâ zaman zaman bunlara kuduz aşısı yaptırmalıdırlar. Başıboş sokak köpeklerini derhal öldürüp ortadan kaldırmak lâzımdır. Bazı merhametli insanların köpeklere acıyıp savaş teşkilâtından sakladıkları, hattâ zehirlenen köpekleri kurtarmağa çalıştıkları görülmektedir.
Bunlar yaptıkları işin fenalığını anlayamayan bilgisiz kimselerdir. İnsanlara acımayıp da köpeklere acımakta hiç bir mâna yoktur.
İnsan sağlığına zarar veren her hayvanın öldürülmesi caiz ve lâzımdır. Kuduz gibi tehlikeli ve korkunç bir hastalık karşısında derhal doktora ve ilgili resmî makamlara haber vermek her vatandaşın vazifesidir. Kanunlarımız bakımından da bu vazife herkes için mecburidir.
Dizanteri Nedir Amip Dizanteri Tedavisi
Dizanteri Hastalığı Nedir, Çocuklarda Bebeklerde Dizanteri
Halk dilinde (kanlı basur) denilen hastalıklardır. Hastalığı hâsıl eden mikroplar bakımından iki türlüdür.
1 — Basili dizanteri
2 — Ampili dizanteri
Basili Dizanteri
Çok eskiden beri bilinen ve salgınlar yapan bulaşıcı hastalıklardandır. Tarihte savaşan orduların bozulmasına ve perişan olmasına sebep olmuş büyük dizanteri salgınları vardır. Zaten dizanteri harp, açlık ve sefalet zamanlarını fırsat bilen ve böyle zamanlarda ortaya çıkıp her tarafa yayılmak azgınlığında olan bir hastalıktır. Hastalığı yapan ufak çomak şeklinde bulunan (dizanteri basilleri) dir. Bu basiller hastaların kalın bağırsağında açılan yaralarda bulunurlar ve büyük aptes ile dışarıya çıkıp her tarafa yayılırlar.
Kendileri hiç hasta olmadıkları halde bağırsaklarında bu mikropları taşıyıp etraflarına bulaştıran (sağlam taşıyıcılar) da vardır. Bu mikroplar büyük aptes vasıtasıyla dışarı çıktıktan sonra sulara, topraklara, sebze ve meyvalara bulaşırlarsa bu suları içenler ve bu gıda maddelerini temizlemeden, pişirmeden yiyen insanlar hastalığa tutulmak tehlikesine düşmüş olurlar.
Mikrop insan vücuduna ağızdan ve sindirim yollarından girer. Bunlar kalın bağırsakta üreyip çoğaldıktan ve iltihaplar yaptıktan sonra hâsıl ettikleri zehirler bütün vücuda yayılarak hastalık ortaya çıkmış olur.
Dizanteri Belirtileri
Basilli dizanteri kırıklık halsizlik ve ateş yükselmesi ile başlar. Çok geçmeden hastada karın ağrıları ile birlikte ishal hâsıl olur. Büyük aptes başlangıçta sulu bir halde iken zaman geçtikçe içinde kan ve sümük gibi maddeler peyda olur. Günlük dışarıya çıkma sayısı gittikçe fazlalaşır. Bu hal hastayı pek ziyade rahatsız eder. Günde (20 - 30) defa dışarıya çıkmak zorunda kalan hastalar Vardır. Karın ağrıları fazlalaşır. Dışarıya çıkma sırasında makatta ıkıntı, buruntu halleri baş göstererek hastaya çok sıkıntı verir.
Hastanın iştahı yoktur. Ateşi yükselir. Derin bir halsizlik içinde yatağa düşmüştür. Sıklaşan ishal yüzünden vücudundan çok su kaybeder. Dudakları kurur, dili paslanır, az zamanda çok zayıf düşer. Hastalık böylece bir hafta kadar sürer. Fakat bu şiddetli sıkıntılar hastanın kalbini ve damar sistemini bozup zayıflatarak ölümlere sebep olabilir. Dizanteri mikropları kalın bağırsağın iç zarında sathî, geniş, etrafı girintili çıkıntılı yaralar yaparlar. Büyük aptesin içine kan bulaşması, hastada karın ağrıları olması bu yüzdendir.
Hastalık iyileşmeğe yüz tutarken bazı hastalarda, diz kapaklarından başlayıp az zamanda öteki eklemlere de geçen, romatizma tarzında ağrı ve şişlikler olduğu görülür.
Hasta iyi bakılmaz, iyi tedavi edilmezse, perhizi çabuk bozarsa hastalık müzmin bir şekil alarak sürüncemede kalabilir.
Hastalığın teşhisi için laboratuarlarda büyük aptesin muayene ve tahlili lâzımdır.
Ampili Dizanteri
Bu hastalığı yapan mikrop (dizanteri amibi) dedikleri ufak, tek hücreli bir hayvancıktır. Hastalığı hasıl eden amibin erişkin ve hareketli şekilleri ise de mikrobun ufak, yuvarlak ve (kist) dedikleri mukavemetli şekiller aldığı da olur.
Dizanteri amibi de sulara, çiğ yenen sebze Ve meyvalara ve çeşitli gıdalara bulaşarak insanlara ağız yolundan girip hastalığı hasıl eder.
Ampili Dizanteri Belirtileri, Amip Dizanteri
Ampili dizanteri, basilli dizanterinin tersine olarak, sinsi ve gürültüsüz bir tarzda başlar. Hastada kırıklık, halsizlik, iştahsızlık, hazımsızlık gibi haller görülür.
Hastanın başlangıçta büyük aptesi suludur. Fakat birkaç gün sonra karında ağrılarla, ıkıntı ve buruntu ile beraber kan ve sümük ortaya çıkar. Basilli dizanterideki sümük koyu, bulanık ve cerahatli bir manzara olduğu halde amiplinin bağırsaklarından çıkan sümük cam gibi şeffaftır.
Amipli dizanteriye tutulmuş hastalara, çok defa, ateş olmaz. Günlük dışarıya çıkma sayısı, basillide olduğu kadar çok değildir. En ağır vak'alarda yirmi dört saatte (10) defayı geçmez.
Amipli dizanteri başlangıçta anlaşılıp tedaviye başlanmazsa derhal müzminleşir. Çünkü müzminleşmeğe son derece müsait olan bir hastalıktır. Zaman zaman ishal ve zaman zaman inkıbazlara sebep olmak suretiyle yıllarca sürer ve hastayı canından bezdiren müzmin amipli dizanteri şekilleri vardır.
Amipli dizanteriye tutulmuş olanlarda amipler, barsaklardan karaciğere geçerek orada (karaciğer apsesi) dedikleri tehlikeli bir ihtilât hâsıl edebilirler.
Amipli dizanteriye tutulmuş olanlarda amipler, bağırsaklar hastalıklı iken harpler ve göçler dolayısıyla dünyanın birçok yerlerine yayılmıştır.
Bizim memleketimizde de şurada burada tek tük vak'alar halinde her zaman görülmektedir.
Dizanteri Tedavisi, Kronik Dizanteri
Dizanteri Hastalıkları tedavisinde en önemli mesele perhizdir. Gıdalar hastalığın devrine, hafif veya şiddetli olmasına göre sulu, hazmı kolay ve kalın bağırsakta posa bırakmayacak olan maddeler arasından seçilmelidir. Dizanterilerde karın ağrısı, ateş, kırıklık, kalp zayıflama- sı gibi sıkıntıları ortadan kaldırmak için uygun ilâçlar kullanmak, karın üzerine kuru veya yaş şekilde sıcak tatbikat yapmak hastanın çabucak rahatlamasını temin eder.
Özel tedaviye gelince: basilli dizanteri eskiden kendi özel serumu ile tedavi edilirdi. Fakat son yıllarda ortaya çıkan sulfamid'ler ve bir takım antibiyotik ilâçlar basilli dizanteri hastalığında pek şifalı tesir gösterdiğinden doktorun vereceği bu ilâçlarla hastalığın kolayca tedavisi mümkündür. Bugün artık dizanteri serumu kullanılmaz olmuştur. Bilhassa bağırsakta erimeyen (sulfaguanidin) kökünden olan ilâçların basilli dizanteride büyük faydaları vardır. Vücudundan çok su kaybetmiş, derin bir halsizlik ve zayıflık içine düşerek kalp ve damar sistemi bozulmak tehlikesine uğramış hastalara kalp ve damarları kuvvetlendirici ilâçları enjeksiyon suretinde tatbik etmek ve lüzum hâsıl olursa hastaya kan nakli yapmak lâzım gelir. Amipli dizanterinin biricik tesirli ilâcı (Emtein) dedikleri maddedir. Fakat bu ilâç aynı zamanda zehirli olduğundan yapılma tarzı ve miktarları mutlaka doktor tarafından tayin ve tatbik edilmelidir. Çünkü bu ilâç deri altından şırınga edilmez. En tesirli şekli damar içinden enjeksiyon tarzıdır. Bu da çok dikkat ve itina isteyen bir meseledir. Emerin tedavisi sırasında hastayı yatakta yatırmak ve daima doktorun kontrolunda bulundurmak lâzım gelir.
Korunma
Dizanteriden korunmada en esaslı tedbir vücut, eşya ve gıda maddelerinin temizliğidir. Büyük aptes, lâğımlar, sular daima gözönünde bulundurulmalı, pislikler üzerindeki mikropları her tarafa taşıyıp bulaştıran kara sineklere karşı şiddetli bir savaş açılmalıdır. Şüpheli suları kaynatmak, sebze ve meyvaları iyi temizlemek ve pişirmek lâzımdır.
Halk dilinde (kanlı basur) denilen hastalıklardır. Hastalığı hâsıl eden mikroplar bakımından iki türlüdür.
1 — Basili dizanteri
2 — Ampili dizanteri
Basili Dizanteri
Çok eskiden beri bilinen ve salgınlar yapan bulaşıcı hastalıklardandır. Tarihte savaşan orduların bozulmasına ve perişan olmasına sebep olmuş büyük dizanteri salgınları vardır. Zaten dizanteri harp, açlık ve sefalet zamanlarını fırsat bilen ve böyle zamanlarda ortaya çıkıp her tarafa yayılmak azgınlığında olan bir hastalıktır. Hastalığı yapan ufak çomak şeklinde bulunan (dizanteri basilleri) dir. Bu basiller hastaların kalın bağırsağında açılan yaralarda bulunurlar ve büyük aptes ile dışarıya çıkıp her tarafa yayılırlar.
Kendileri hiç hasta olmadıkları halde bağırsaklarında bu mikropları taşıyıp etraflarına bulaştıran (sağlam taşıyıcılar) da vardır. Bu mikroplar büyük aptes vasıtasıyla dışarı çıktıktan sonra sulara, topraklara, sebze ve meyvalara bulaşırlarsa bu suları içenler ve bu gıda maddelerini temizlemeden, pişirmeden yiyen insanlar hastalığa tutulmak tehlikesine düşmüş olurlar.
Mikrop insan vücuduna ağızdan ve sindirim yollarından girer. Bunlar kalın bağırsakta üreyip çoğaldıktan ve iltihaplar yaptıktan sonra hâsıl ettikleri zehirler bütün vücuda yayılarak hastalık ortaya çıkmış olur.
Dizanteri Belirtileri
Basilli dizanteri kırıklık halsizlik ve ateş yükselmesi ile başlar. Çok geçmeden hastada karın ağrıları ile birlikte ishal hâsıl olur. Büyük aptes başlangıçta sulu bir halde iken zaman geçtikçe içinde kan ve sümük gibi maddeler peyda olur. Günlük dışarıya çıkma sayısı gittikçe fazlalaşır. Bu hal hastayı pek ziyade rahatsız eder. Günde (20 - 30) defa dışarıya çıkmak zorunda kalan hastalar Vardır. Karın ağrıları fazlalaşır. Dışarıya çıkma sırasında makatta ıkıntı, buruntu halleri baş göstererek hastaya çok sıkıntı verir.
Hastanın iştahı yoktur. Ateşi yükselir. Derin bir halsizlik içinde yatağa düşmüştür. Sıklaşan ishal yüzünden vücudundan çok su kaybeder. Dudakları kurur, dili paslanır, az zamanda çok zayıf düşer. Hastalık böylece bir hafta kadar sürer. Fakat bu şiddetli sıkıntılar hastanın kalbini ve damar sistemini bozup zayıflatarak ölümlere sebep olabilir. Dizanteri mikropları kalın bağırsağın iç zarında sathî, geniş, etrafı girintili çıkıntılı yaralar yaparlar. Büyük aptesin içine kan bulaşması, hastada karın ağrıları olması bu yüzdendir.
Hastalık iyileşmeğe yüz tutarken bazı hastalarda, diz kapaklarından başlayıp az zamanda öteki eklemlere de geçen, romatizma tarzında ağrı ve şişlikler olduğu görülür.
Hasta iyi bakılmaz, iyi tedavi edilmezse, perhizi çabuk bozarsa hastalık müzmin bir şekil alarak sürüncemede kalabilir.
Hastalığın teşhisi için laboratuarlarda büyük aptesin muayene ve tahlili lâzımdır.
Ampili Dizanteri
Bu hastalığı yapan mikrop (dizanteri amibi) dedikleri ufak, tek hücreli bir hayvancıktır. Hastalığı hasıl eden amibin erişkin ve hareketli şekilleri ise de mikrobun ufak, yuvarlak ve (kist) dedikleri mukavemetli şekiller aldığı da olur.
Dizanteri amibi de sulara, çiğ yenen sebze Ve meyvalara ve çeşitli gıdalara bulaşarak insanlara ağız yolundan girip hastalığı hasıl eder.
Ampili Dizanteri Belirtileri, Amip Dizanteri
Ampili dizanteri, basilli dizanterinin tersine olarak, sinsi ve gürültüsüz bir tarzda başlar. Hastada kırıklık, halsizlik, iştahsızlık, hazımsızlık gibi haller görülür.
Hastanın başlangıçta büyük aptesi suludur. Fakat birkaç gün sonra karında ağrılarla, ıkıntı ve buruntu ile beraber kan ve sümük ortaya çıkar. Basilli dizanterideki sümük koyu, bulanık ve cerahatli bir manzara olduğu halde amiplinin bağırsaklarından çıkan sümük cam gibi şeffaftır.
Amipli dizanteriye tutulmuş hastalara, çok defa, ateş olmaz. Günlük dışarıya çıkma sayısı, basillide olduğu kadar çok değildir. En ağır vak'alarda yirmi dört saatte (10) defayı geçmez.
Amipli dizanteri başlangıçta anlaşılıp tedaviye başlanmazsa derhal müzminleşir. Çünkü müzminleşmeğe son derece müsait olan bir hastalıktır. Zaman zaman ishal ve zaman zaman inkıbazlara sebep olmak suretiyle yıllarca sürer ve hastayı canından bezdiren müzmin amipli dizanteri şekilleri vardır.
Amipli dizanteriye tutulmuş olanlarda amipler, barsaklardan karaciğere geçerek orada (karaciğer apsesi) dedikleri tehlikeli bir ihtilât hâsıl edebilirler.
Amipli dizanteriye tutulmuş olanlarda amipler, bağırsaklar hastalıklı iken harpler ve göçler dolayısıyla dünyanın birçok yerlerine yayılmıştır.
Bizim memleketimizde de şurada burada tek tük vak'alar halinde her zaman görülmektedir.
Dizanteri Tedavisi, Kronik Dizanteri
Dizanteri Hastalıkları tedavisinde en önemli mesele perhizdir. Gıdalar hastalığın devrine, hafif veya şiddetli olmasına göre sulu, hazmı kolay ve kalın bağırsakta posa bırakmayacak olan maddeler arasından seçilmelidir. Dizanterilerde karın ağrısı, ateş, kırıklık, kalp zayıflama- sı gibi sıkıntıları ortadan kaldırmak için uygun ilâçlar kullanmak, karın üzerine kuru veya yaş şekilde sıcak tatbikat yapmak hastanın çabucak rahatlamasını temin eder.
Özel tedaviye gelince: basilli dizanteri eskiden kendi özel serumu ile tedavi edilirdi. Fakat son yıllarda ortaya çıkan sulfamid'ler ve bir takım antibiyotik ilâçlar basilli dizanteri hastalığında pek şifalı tesir gösterdiğinden doktorun vereceği bu ilâçlarla hastalığın kolayca tedavisi mümkündür. Bugün artık dizanteri serumu kullanılmaz olmuştur. Bilhassa bağırsakta erimeyen (sulfaguanidin) kökünden olan ilâçların basilli dizanteride büyük faydaları vardır. Vücudundan çok su kaybetmiş, derin bir halsizlik ve zayıflık içine düşerek kalp ve damar sistemi bozulmak tehlikesine uğramış hastalara kalp ve damarları kuvvetlendirici ilâçları enjeksiyon suretinde tatbik etmek ve lüzum hâsıl olursa hastaya kan nakli yapmak lâzım gelir. Amipli dizanterinin biricik tesirli ilâcı (Emtein) dedikleri maddedir. Fakat bu ilâç aynı zamanda zehirli olduğundan yapılma tarzı ve miktarları mutlaka doktor tarafından tayin ve tatbik edilmelidir. Çünkü bu ilâç deri altından şırınga edilmez. En tesirli şekli damar içinden enjeksiyon tarzıdır. Bu da çok dikkat ve itina isteyen bir meseledir. Emerin tedavisi sırasında hastayı yatakta yatırmak ve daima doktorun kontrolunda bulundurmak lâzım gelir.
Korunma
Dizanteriden korunmada en esaslı tedbir vücut, eşya ve gıda maddelerinin temizliğidir. Büyük aptes, lâğımlar, sular daima gözönünde bulundurulmalı, pislikler üzerindeki mikropları her tarafa taşıyıp bulaştıran kara sineklere karşı şiddetli bir savaş açılmalıdır. Şüpheli suları kaynatmak, sebze ve meyvaları iyi temizlemek ve pişirmek lâzımdır.
Yilancik Hastaligi Nedir Tedavisi
Yılancık Nedir, Yılancık Hastalığı Hakkında Bilgiler
Yılancık hastalığı, vücudun derisi veya muhat gışaları içinde iltihap hâsıl olmasıyla kendisini gösteren mikroplu hastalıklardan birisidir.
Yılancığı yapan amil, mikroskop altında zincir şeklinde görülen, ufak yuvarlak bir mikroptur. Bu mikroplar deri veya muhat gışaları üzerindeki ufak bir yara veya sıyrıktan içeriye girip iltihaplar yaparak yılancık hastalığını ortaya çıkarırlar. Yılancık, vücudun birçok yerlerinde görülebilirse de en ziyade görüldüğü yer yüzdür. Buna (yüz yılancığı) derler.
Deri ve muhat gışaları üzerinde zararsız olarak yaşayan yılancık mikropları günün birinde gözlerin, kulakların, burun deliklerinin, dudakların kenarlarında hâsıl olan sıyrık veya sivilcelerden içeriye girdikten birkaç gün sonra hastalık başlar.
Yılancık Belirtileri
Mikropla bulaşan insanda hastalık kırıklık, yorgunluk, baş ağrısı, halsizlikle başlar. Ateş, bir titreme ile, az zamanda yüksek dereceye çıkar. Yüzün mikrop giren yerinde bir kırmızılık belirir. Bu kırmızılık gittikçe genişler. Kızaran saha sağlam olan deri kısımlarından yılankavi bir hudut ile ayrılmıştır. (Bunun için yılancık demişler). Kızaran yerlere el ile dokunulursa düz, parlak ve ağrılıdır. Hastanın dili paslı, iştahı yoktur. Yüzü gittikçe şişer.
Kırmızılıklar ve iltihaplar, çok defa, boyun bükülmeleri gibi derinin kemiğe yakın olduğu kıvrımlar hizasında durur, ileriye geçemez. Fakat bazı vak'alarda hiç bir engel tanımayıp ilerleyerek gittikçe genişler, yukarıdan başın saçlı kısmına aşağıdan bofun derisi üzerine, hattâ daha aşağılara kadar iltihap inebilir.
Bir takım hastalarda da iltihapların bir yerde sönüp diğer yerlerde başlamak suretiyle bütün vücudu gezip dolaştığı görülür (Göçmen yılancık). İltihabın ilerlemiş devrinde hastanın ateşi yüksek, dudakları kuru ve kavruktur. Bazı hastalar bu sırada kendilerini kaybederler. Mikrop zehirlerinin merkezî sinir sistemine tesirleri dolayısıyla, yataklarından kalkmak, dışarıya kaçmak isterler. Yersiz, mânâsız sözlerle sayıklarlar, korkulu bir durum gösterirler.
Bu sırada hastaların yüzlerindeki kırmızılıklar üstünde, içinde su toplamış bir takım kabarcıklar çıkmış, bunlar cerahatli çıbanlar haline gelmiş olabilir. Hastalık başka arızalarla karışmazsa günün birinde ateş birden bire veya yavaş yavaş düşer. Yüzdeki kırmızılık solar, kabarcıklar çatlar, yaralar kabuklanır. Hasta artık iyiliğe dönmüş olur.
Bu örneklik tablodan başka ufak bir deri kırmızılığı ile gayet hafif geçen yahut çok ağır bir halde geçip mikroptan ileri gelen şiddetli bir kan zehirlenmesi (septisemi) haliyle hastayı az zamanda tehlikeye düşüren ağır şekiller de vardır.
Yılancık hastalığı sırasında iltihaplı yerlere yakın lenfa boğumlarında cerahatli abseler, akciğerlerde zatürrie tarzında iltihaplar, kalp zayıflaması, böbreklerin bozulması, eklemlerin, romatizma hastalığında olduğu gibi, şişmesi tarzında hastalığı uzatan ve hastayı üzüp zayıflatan birçok ihtilâtlar görülebilir.
İşin en korkulu tarafı mikrobun kana karışarak bütün vücuda yayılması ve (septisemi) denilen bir çeşit kan zehirlenmesi hâsıl etmesidir. Bütün bu tehlikeli hallere rağmen hastalık, çok defa, şifa ile neticelenir. Bu defa hastalığa tutulan bağışıklık kazanmaz. Bilâkis bazı kimselerde mikrop odağı (mihrakı) ortadan kaldırılmazsa sık sık nüküsler görülür.
Yılancık Tedavisi, Yılancık Hastalığı Tedavisi
Ateşli zamanda hastayı yatağa muhafaza etmek, yüzdeki yaralar üzerine yumuşatıcı merhemler sürmek, ateşe ve ağrılara karşı uygun ilâçlar kullanmak lâzımdır.
Hastalığın en şifalı ilâcı (sulfamid) ler ve (Penicillin) dir. Bu ilâçların hastalık mikrobu üzerine kat'î tesiri mevcut olduğundan hastaların kolayca iyileştirilmesi ve ihtilâtlardan korunması mümkündür. Bu ilâçların keşfinden sonra yılancık hastalığının artık eski önemi kalmamıştır.
Yılancıktan Korunma Yolları
Vücudu gayet temiz tutmak, derinin herhangi bir yerinden kıl koparmamak, sivilceleri tırnaklamamak lâzımdır. Bu suretle deri üzerinde sıyrıklar açılmasına ve yılancık husulüne meydan verilmemiş olur.
Hastalığın koruyucu bir aşısı yoktur.
Yılancık hastalığı, vücudun derisi veya muhat gışaları içinde iltihap hâsıl olmasıyla kendisini gösteren mikroplu hastalıklardan birisidir.
Yılancığı yapan amil, mikroskop altında zincir şeklinde görülen, ufak yuvarlak bir mikroptur. Bu mikroplar deri veya muhat gışaları üzerindeki ufak bir yara veya sıyrıktan içeriye girip iltihaplar yaparak yılancık hastalığını ortaya çıkarırlar. Yılancık, vücudun birçok yerlerinde görülebilirse de en ziyade görüldüğü yer yüzdür. Buna (yüz yılancığı) derler.
Deri ve muhat gışaları üzerinde zararsız olarak yaşayan yılancık mikropları günün birinde gözlerin, kulakların, burun deliklerinin, dudakların kenarlarında hâsıl olan sıyrık veya sivilcelerden içeriye girdikten birkaç gün sonra hastalık başlar.
Yılancık Belirtileri
Mikropla bulaşan insanda hastalık kırıklık, yorgunluk, baş ağrısı, halsizlikle başlar. Ateş, bir titreme ile, az zamanda yüksek dereceye çıkar. Yüzün mikrop giren yerinde bir kırmızılık belirir. Bu kırmızılık gittikçe genişler. Kızaran saha sağlam olan deri kısımlarından yılankavi bir hudut ile ayrılmıştır. (Bunun için yılancık demişler). Kızaran yerlere el ile dokunulursa düz, parlak ve ağrılıdır. Hastanın dili paslı, iştahı yoktur. Yüzü gittikçe şişer.
Kırmızılıklar ve iltihaplar, çok defa, boyun bükülmeleri gibi derinin kemiğe yakın olduğu kıvrımlar hizasında durur, ileriye geçemez. Fakat bazı vak'alarda hiç bir engel tanımayıp ilerleyerek gittikçe genişler, yukarıdan başın saçlı kısmına aşağıdan bofun derisi üzerine, hattâ daha aşağılara kadar iltihap inebilir.
Bir takım hastalarda da iltihapların bir yerde sönüp diğer yerlerde başlamak suretiyle bütün vücudu gezip dolaştığı görülür (Göçmen yılancık). İltihabın ilerlemiş devrinde hastanın ateşi yüksek, dudakları kuru ve kavruktur. Bazı hastalar bu sırada kendilerini kaybederler. Mikrop zehirlerinin merkezî sinir sistemine tesirleri dolayısıyla, yataklarından kalkmak, dışarıya kaçmak isterler. Yersiz, mânâsız sözlerle sayıklarlar, korkulu bir durum gösterirler.
Bu sırada hastaların yüzlerindeki kırmızılıklar üstünde, içinde su toplamış bir takım kabarcıklar çıkmış, bunlar cerahatli çıbanlar haline gelmiş olabilir. Hastalık başka arızalarla karışmazsa günün birinde ateş birden bire veya yavaş yavaş düşer. Yüzdeki kırmızılık solar, kabarcıklar çatlar, yaralar kabuklanır. Hasta artık iyiliğe dönmüş olur.
Bu örneklik tablodan başka ufak bir deri kırmızılığı ile gayet hafif geçen yahut çok ağır bir halde geçip mikroptan ileri gelen şiddetli bir kan zehirlenmesi (septisemi) haliyle hastayı az zamanda tehlikeye düşüren ağır şekiller de vardır.
Yılancık hastalığı sırasında iltihaplı yerlere yakın lenfa boğumlarında cerahatli abseler, akciğerlerde zatürrie tarzında iltihaplar, kalp zayıflaması, böbreklerin bozulması, eklemlerin, romatizma hastalığında olduğu gibi, şişmesi tarzında hastalığı uzatan ve hastayı üzüp zayıflatan birçok ihtilâtlar görülebilir.
İşin en korkulu tarafı mikrobun kana karışarak bütün vücuda yayılması ve (septisemi) denilen bir çeşit kan zehirlenmesi hâsıl etmesidir. Bütün bu tehlikeli hallere rağmen hastalık, çok defa, şifa ile neticelenir. Bu defa hastalığa tutulan bağışıklık kazanmaz. Bilâkis bazı kimselerde mikrop odağı (mihrakı) ortadan kaldırılmazsa sık sık nüküsler görülür.
Yılancık Tedavisi, Yılancık Hastalığı Tedavisi
Ateşli zamanda hastayı yatağa muhafaza etmek, yüzdeki yaralar üzerine yumuşatıcı merhemler sürmek, ateşe ve ağrılara karşı uygun ilâçlar kullanmak lâzımdır.
Hastalığın en şifalı ilâcı (sulfamid) ler ve (Penicillin) dir. Bu ilâçların hastalık mikrobu üzerine kat'î tesiri mevcut olduğundan hastaların kolayca iyileştirilmesi ve ihtilâtlardan korunması mümkündür. Bu ilâçların keşfinden sonra yılancık hastalığının artık eski önemi kalmamıştır.
Yılancıktan Korunma Yolları
Vücudu gayet temiz tutmak, derinin herhangi bir yerinden kıl koparmamak, sivilceleri tırnaklamamak lâzımdır. Bu suretle deri üzerinde sıyrıklar açılmasına ve yılancık husulüne meydan verilmemiş olur.
Hastalığın koruyucu bir aşısı yoktur.
Tifus Nedir Tifus Hastaligi Halk Dilinde Nedir
Tifüs Nedir, Tifüs Hastalığı Hakkında Bilgiler
Bu hastalığa (Lekeli humma) da derler. Çok bulaşıcı Ve çok tehlikeli hastalıklardan birisidir. Hastalığı yapan (Riket-siya) adında, ufak yuvarlak bir mikroptur. Bu mikrobun bir sürü tipleri mevcut olduğu yapılan araştırmalardan anlaşılmıştır. Tifüsü yapan da ayrı bir tiptir. Bu mikrop hayatının bir devresini elbise bitlerinin vücudunda geçirmekte, bitler vasıtasıyla hastadan sağlama bulaşmaktadır.
Açlık, yorgunluk, pislik, harpler, insanların toplu bir halde ve sıkışık durumda yaşamak zorunda kalmaları bulaşmayı kolaylaştıran ve hazırlayan sebepler arasındadır.
Tifüs Hastalığı Belirtileri
Mikrop vücuda girip yayıldıktan sonra hastalık kırıklık, halsizlik, baş ve bel ağrıları ve ateş yükselmesiyle başlar. Hastanın dudakları kuru, yüzü kırmızı, dili paslıdır. Dalak hafifçe büyür. Dört beş gün içinde vücudun derisi üzerinde, pire ısırması şeklinde, ufak, kırmızı lekeler ortaya çıkar. (Bundan dolayı hastalığa lekeli humma denilmiştir.) Ateşin yüksek devresinde hastalar kendilerini kaybederler. Sayıklama, bağırma, yataktan atılma halleri görülür. Hasta bazı defa o kadar ağır olur ki, idrar ve büyük aptesini bile, hiç haberi olmadan altına kaçırabilir.
Hastalığın süresi (12 - 14) gün kadardır. Bu müddeti atlatabilen hastalar kurtulmuş demektir. Çünkü bu müddetten sonra ateş düşer, hasta kendine gelir. Genel durumu yavaş yavaş düzelerek nekahat devresine girmiş olur.
Tifüs esnasında hastanın akciğerlerinde, kulaklarında, böbreklerinde, kalbinde ve damar sisteminde bir takım tehlikeli ihtilâtlar olabilir ki ölümü mucip olan, çok defa, bunlardır.
Tifüslü hastayı ateşli zamanında ısıran bitler ondan aldıkları kanda mevcut mikroplan, üç dört gün içinde, vücutlarında olgunlaştırırlar. Ondan sonra bu bitler çok tehlikeli bir hal alırlar. Bunların sağlam bir insanı hastalığa bulaştırmaları ısırmak suretiyle değildir. Bitin pisliği ile veyahut deri üzerinde ezilmesiyle vücudundan dışarıya çıkan hastalık mikropları şahsın kaşınmak suretiyle deride açtığı ufak tırnak yaralarından vücuda girerek Tifüs hastalığına sebep olur.
Tifüsün biricik bulaşma vasıtası bittir. Ortada bit bulunmazsa hasta ile ve onun bütün eşyasıyla temas edilse de hastalık bulaşmasından korkulmaz. Yalnız bitlerin pislikleri ile bulaşmış olan eşya ve çamaşırlar üzerinde bitler zamanla kendi kendilerine ölmüş olsalar bile pislikler içinde kalan mikroplar uzun müddet dayanabileceklerinden bu gibi eşyanın, bitsiz olduğu halde, hastalığı bulaştırabileceği anlaşılmıştır.
Tifüs Hastalığından Korunma Yolları
Çok tehlikeli olan bu hastalıktan korunmak için biricik çare bitten sakınmaktır. Hasta bitsiz olmalı ve hastalarla temas etmiş olan eşya ve çamaşırlar bitten dikkatle temizlenmelidir. Koruyucu aşısı vardır.
Tifüs Tedavisi
Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi olunur. Eskiden özel surette mikroplar üzerinde tesir edecek bir ilâcı olmayan bu hastalık çok tehlikeli salgınlar yapmış, bütün dünyada pek çok insan öldürmüştür. Birinci büyük dünya savaşında bizim yurdunuzda da Tifüs pek büyük tahribata sebep olmuş, başta hastalara bakan hekimlerimiz olduğu halde çok sayıda insanlar bu hastalığa kurban olmuşlardır. Yeni antibiyotik ilâçların keşfinden sonra hastalığın tedavisi kolaylaşmıştır. Çünkü bunlar arasında (Chloramphenicol) (Terramycin), (Aureomycin) gibi ilâçlar Tifüste pek şifalı tesir göstermekte ve hastanın hayatını kurtarmaktadırlar.
Tifüs en ziyade vücudun her tarafına bir örümcek ağı gibi yayılmış olan incecik kan damarları sistemine dokunup orada felçler husule getirdiği için hastalık sırasında doktor kalp ve damar ilâçları vermek suretiyle hastayı muhafaza etmek mecburiyetindedir.
Hastalık sırasında hastasına ve yerine göre verilecek pek çok ilâç vardır. Bunları ancak doktor tayin eder.
Yemekler sulu ve sindirimi kolay gıdalar arasından seçilir. Hastaların, hastalığa mukavemet edebilmesi için iyi beslenmeleri, vücutlarının gayet temiz tutulması lâzım gelir.
Bu hastalığa (Lekeli humma) da derler. Çok bulaşıcı Ve çok tehlikeli hastalıklardan birisidir. Hastalığı yapan (Riket-siya) adında, ufak yuvarlak bir mikroptur. Bu mikrobun bir sürü tipleri mevcut olduğu yapılan araştırmalardan anlaşılmıştır. Tifüsü yapan da ayrı bir tiptir. Bu mikrop hayatının bir devresini elbise bitlerinin vücudunda geçirmekte, bitler vasıtasıyla hastadan sağlama bulaşmaktadır.
Açlık, yorgunluk, pislik, harpler, insanların toplu bir halde ve sıkışık durumda yaşamak zorunda kalmaları bulaşmayı kolaylaştıran ve hazırlayan sebepler arasındadır.
Tifüs Hastalığı Belirtileri
Mikrop vücuda girip yayıldıktan sonra hastalık kırıklık, halsizlik, baş ve bel ağrıları ve ateş yükselmesiyle başlar. Hastanın dudakları kuru, yüzü kırmızı, dili paslıdır. Dalak hafifçe büyür. Dört beş gün içinde vücudun derisi üzerinde, pire ısırması şeklinde, ufak, kırmızı lekeler ortaya çıkar. (Bundan dolayı hastalığa lekeli humma denilmiştir.) Ateşin yüksek devresinde hastalar kendilerini kaybederler. Sayıklama, bağırma, yataktan atılma halleri görülür. Hasta bazı defa o kadar ağır olur ki, idrar ve büyük aptesini bile, hiç haberi olmadan altına kaçırabilir.
Hastalığın süresi (12 - 14) gün kadardır. Bu müddeti atlatabilen hastalar kurtulmuş demektir. Çünkü bu müddetten sonra ateş düşer, hasta kendine gelir. Genel durumu yavaş yavaş düzelerek nekahat devresine girmiş olur.
Tifüs esnasında hastanın akciğerlerinde, kulaklarında, böbreklerinde, kalbinde ve damar sisteminde bir takım tehlikeli ihtilâtlar olabilir ki ölümü mucip olan, çok defa, bunlardır.
Tifüslü hastayı ateşli zamanında ısıran bitler ondan aldıkları kanda mevcut mikroplan, üç dört gün içinde, vücutlarında olgunlaştırırlar. Ondan sonra bu bitler çok tehlikeli bir hal alırlar. Bunların sağlam bir insanı hastalığa bulaştırmaları ısırmak suretiyle değildir. Bitin pisliği ile veyahut deri üzerinde ezilmesiyle vücudundan dışarıya çıkan hastalık mikropları şahsın kaşınmak suretiyle deride açtığı ufak tırnak yaralarından vücuda girerek Tifüs hastalığına sebep olur.
Tifüsün biricik bulaşma vasıtası bittir. Ortada bit bulunmazsa hasta ile ve onun bütün eşyasıyla temas edilse de hastalık bulaşmasından korkulmaz. Yalnız bitlerin pislikleri ile bulaşmış olan eşya ve çamaşırlar üzerinde bitler zamanla kendi kendilerine ölmüş olsalar bile pislikler içinde kalan mikroplar uzun müddet dayanabileceklerinden bu gibi eşyanın, bitsiz olduğu halde, hastalığı bulaştırabileceği anlaşılmıştır.
Tifüs Hastalığından Korunma Yolları
Çok tehlikeli olan bu hastalıktan korunmak için biricik çare bitten sakınmaktır. Hasta bitsiz olmalı ve hastalarla temas etmiş olan eşya ve çamaşırlar bitten dikkatle temizlenmelidir. Koruyucu aşısı vardır.
Tifüs Tedavisi
Hasta sağlamlardan ayrılarak tedavi olunur. Eskiden özel surette mikroplar üzerinde tesir edecek bir ilâcı olmayan bu hastalık çok tehlikeli salgınlar yapmış, bütün dünyada pek çok insan öldürmüştür. Birinci büyük dünya savaşında bizim yurdunuzda da Tifüs pek büyük tahribata sebep olmuş, başta hastalara bakan hekimlerimiz olduğu halde çok sayıda insanlar bu hastalığa kurban olmuşlardır. Yeni antibiyotik ilâçların keşfinden sonra hastalığın tedavisi kolaylaşmıştır. Çünkü bunlar arasında (Chloramphenicol) (Terramycin), (Aureomycin) gibi ilâçlar Tifüste pek şifalı tesir göstermekte ve hastanın hayatını kurtarmaktadırlar.
Tifüs en ziyade vücudun her tarafına bir örümcek ağı gibi yayılmış olan incecik kan damarları sistemine dokunup orada felçler husule getirdiği için hastalık sırasında doktor kalp ve damar ilâçları vermek suretiyle hastayı muhafaza etmek mecburiyetindedir.
Hastalık sırasında hastasına ve yerine göre verilecek pek çok ilâç vardır. Bunları ancak doktor tayin eder.
Yemekler sulu ve sindirimi kolay gıdalar arasından seçilir. Hastaların, hastalığa mukavemet edebilmesi için iyi beslenmeleri, vücutlarının gayet temiz tutulması lâzım gelir.
Menenjit Nedir Salgin Menenjit Hastaligi Tedavisi
Salgın Hastalık Menenjit Nedir, Menenjit Hastalığı Nedenleri
Bir takım mikroplar beynin üzerini kaplayan zarlara gelip oturdukları zaman orada bazı iltihaplar yaparlar ki bu iltihaplara (Menenjit) denir. Menenjit yapan mikroplar pek çoktur. Hastalık, çok defa, iltihabı yapan mikrobun adına göre adlandırılır.
Bunlar arasında beyin zarlarında oturup iltihap yapmak azgınlığında olan (Menengokok) adında bir mikrop vardır. Bu mikrop salgın Menenjit denilen bulaşıcı ve tehlikeli bir Menenjit hâsıl eder. Bu mikrop ufak, kahve taneleri şeklinde çift çift dizilmiş bir halde görülür. Belsoğukluğu mikrobuna pek benzer, fakat ondan ayrıdır. Hastalarda baştan boğazda, bademciklerde, burnun arka delikleri hizasında nezle ve iltihaplar yapar.
Günün birinde birden bire kana karışarak gelip beyin zarlarında oturup (Salgın Menenjit) hâsıl eder.
Boğazlarında mikrop taşıyanların veya hastaların öksü-rür, aksırır ve söz söylerken ağızlarından, burunlarından fırlayan tükürük damlacıkları ile bulaşan, ve istidatlı olan insanlar bu hastalığa tutulurlar.
Kendileri hasta olmadıkları halde boğazlarında mikrop taşıyan ve etrafa bulaştıran sağlam insanlar da vardır. Bunlar çok tehlikeli olan (Mikrop taşıyıcıları) dır.
Hastalık, çabuk bulaşması, ağır bir hastalık olması ve salgınlar yapabilmesi bakımından çok önemlidir.
Menenjit Belirtileri
Hastalık, çok defa, üşüme, titreme ve ateş yükselmesiyle, birdenbire başlar. Hastalarda şiddetli bir baş ağrısı vardır. Bunun arkasından kusmalar gelir. Vücutta kırgınlık, halsizlik, dermansızlık hâsıl olur. Vakaların çoğunda dudaklarda, burunda uçuk dedikleri ufak kabarcıklar belirir.
Hasta baş ağrısından çok şikâyet eder. Gözleri kapalı, yatağa serilmiş, hatta bazı vakalarda yarı baygın bir halde bulunur.
Bir müddet sonra hastada bir (ense sertliği) başlar. Bu sertlikten dolayı hasta başını önüne eğemez. Başını el ile tutup önüne doğru eğdirmek isterseniz hastaya sıkıntı ve zorluk vermiş olursunuz. Bacakta ve bel kemiğine ait kaslarda da sertlikler hâsıl olduğu için hasta kaldırılıp oturtulmak istenirse bacakları uzanmış bir halde yatakta doğrulup oturamaz. Dizleri bükülür.
Hastanın karnı çökük ve çok defa pekliği vardır. Hastaya yan üstü yatarken bakılırsa başı arkaya doğru çekilmiş, oylukları karnına, baldırları oyluklarına doğru bükülmüş bir halde olduğu görülür ki bu duruma doktorlukta (Tüfek tetiği vaziyet) derler. Bazı hastaların derisi üzerinde ufak kırmızı lekelerin çıktığı da olur.
Hasta bir müddet sonra kendisini kaybeder. Yataktan fırlamak, atılmak ister. Manasız sözlerle sayıklar. Bağırır, tükürür. İnsana endişe veren bir takım korkunç haller gösterir.
Hasta derhal tedaviye başlanmazsa netice ölümdür.
Bu hastalıktan kurtulabilenlerin bazılarında körlük, sağırlık, aptallık, sarsaklık gibi bütün ömür boyunca devam edecek olan arızalar kaldığı da görülmektedir.
Menenjit şüphelisi bir hasta karşısında hastalığa kesin teşhis koymak ve hastalığın hangi mikroptan ileri geldiğini anlamak için mutlaka bel kemikleri arasından iğne sokup bir parça omurilik suyu almak ve bunu laboratuvarlarda tahlil ettirmek lâzımdır. Beyin zarları üzerinde cerahat mikroplarının yaptığı iltihaplarda ve salgın menenjitte omurilik suyunun basıncı fazla ve rengi, içinde toplanan cerahatten dolayı, bulanıktır. Bu suyun tortusundan bir damla alıp cam üzerinde boyanarak mikroskopla bakılacak olursa bir sürü cerahat hücreleri ve bunların içinde ve aralarında hastalık mikroplarını görüp tanımak mümkündür. Bu suretle (Salgın Menenjit) verem, frengi ve cerahat mikropları ile virüslerin yaptıkları öteki menenjitlerden kolaylıkla ayırt edilmiş olur.
Menenjit Tedavisi, Çocuklarda Bebeklerde Menenjit Tedavi
Salgın Menenjit yakın zamana kadar çok ağır ve öldürücü bir hastalık halinde iken sülfamid'lerin ve en meşhur bir antibiyotik olan (Penicillin)in keşfinden sonra iş değişmiştir.
Salgın Menenjit'in tedavisi eskiden bu hastalığın mikroplarına karşı hazırlanmış olan (Manengokok serumu) yerine göre, hastanın derisi altından, kaba etinden, damarından veya bel kemiği içinden şırınga edilmesiyle yapılırdı.
Bu hem hasta, hem de hekim için büyük zorluklar ve sıkıntılar veren bir tedavi tarzı idi.
Bugün (sulfamid) ler ve (Penicillin) ile yapılan tedavi bütün bu zorlukları ortadan kaldırmıştır. Bu harika ilâçlar yardımıyla hasta az zaman içinde kurtulup şifa bulmaktadır.
Bu sayede Salgın Menenjitin yaptığı ölümler pek azalmış, tehlike ortadan kalkmıştır. Bütün mesele hastalığı çabucak teşhis etmek ve hiç vakit geçirmeden tedaviye başlamaktır.
Hastalığın ateşli devresinde: doktor, vücudu ve kalbi kuvvetlendirmek, ağrı ve sıkıntıları izale etmek için daha birçok ilâçlar verir. Bu suretle hastanın az zamanda şifaya kavuşması sağlanmış olur.
Menenjitten Korunma Yolları
Sağlamlar hasta ile temastan sakınmalıdırlar. Okul, kışla, sinema tiyatro gibi kalabalık yerlerde aksırıp öksürenler arasında menenjit mikrobu taşıyan insanlar bulunabileceğinden hastalığın salgın olduğu zamanlarda böyle yerlere gitmek doğru değildir.
Ağzın, burnun ve bütün vücudun temiz tutulması lâzımdır. İnsan kendisini soğuktan, yorgunluk ve uykusuzluktan korumalı, nezle ve anjin olmamağa çalışmalıdır.
Salgın menenjit mikroplarından yapılmış koruyucu bir aşı varsa da bu aşının koruma yeteneği şüpheli olduğundan tatbikat alanında geniş bir yer tutmamıştır.
Hastalığın salgın olduğu zamanlarda hastanın yakınında bulunanlara koruyucu olarak geçici bir zaman için sulfamid vermenin faydalı olacağını söyleyenler vardır.
Bir takım mikroplar beynin üzerini kaplayan zarlara gelip oturdukları zaman orada bazı iltihaplar yaparlar ki bu iltihaplara (Menenjit) denir. Menenjit yapan mikroplar pek çoktur. Hastalık, çok defa, iltihabı yapan mikrobun adına göre adlandırılır.
Bunlar arasında beyin zarlarında oturup iltihap yapmak azgınlığında olan (Menengokok) adında bir mikrop vardır. Bu mikrop salgın Menenjit denilen bulaşıcı ve tehlikeli bir Menenjit hâsıl eder. Bu mikrop ufak, kahve taneleri şeklinde çift çift dizilmiş bir halde görülür. Belsoğukluğu mikrobuna pek benzer, fakat ondan ayrıdır. Hastalarda baştan boğazda, bademciklerde, burnun arka delikleri hizasında nezle ve iltihaplar yapar.
Günün birinde birden bire kana karışarak gelip beyin zarlarında oturup (Salgın Menenjit) hâsıl eder.
Boğazlarında mikrop taşıyanların veya hastaların öksü-rür, aksırır ve söz söylerken ağızlarından, burunlarından fırlayan tükürük damlacıkları ile bulaşan, ve istidatlı olan insanlar bu hastalığa tutulurlar.
Kendileri hasta olmadıkları halde boğazlarında mikrop taşıyan ve etrafa bulaştıran sağlam insanlar da vardır. Bunlar çok tehlikeli olan (Mikrop taşıyıcıları) dır.
Hastalık, çabuk bulaşması, ağır bir hastalık olması ve salgınlar yapabilmesi bakımından çok önemlidir.
Menenjit Belirtileri
Hastalık, çok defa, üşüme, titreme ve ateş yükselmesiyle, birdenbire başlar. Hastalarda şiddetli bir baş ağrısı vardır. Bunun arkasından kusmalar gelir. Vücutta kırgınlık, halsizlik, dermansızlık hâsıl olur. Vakaların çoğunda dudaklarda, burunda uçuk dedikleri ufak kabarcıklar belirir.
Hasta baş ağrısından çok şikâyet eder. Gözleri kapalı, yatağa serilmiş, hatta bazı vakalarda yarı baygın bir halde bulunur.
Bir müddet sonra hastada bir (ense sertliği) başlar. Bu sertlikten dolayı hasta başını önüne eğemez. Başını el ile tutup önüne doğru eğdirmek isterseniz hastaya sıkıntı ve zorluk vermiş olursunuz. Bacakta ve bel kemiğine ait kaslarda da sertlikler hâsıl olduğu için hasta kaldırılıp oturtulmak istenirse bacakları uzanmış bir halde yatakta doğrulup oturamaz. Dizleri bükülür.
Hastanın karnı çökük ve çok defa pekliği vardır. Hastaya yan üstü yatarken bakılırsa başı arkaya doğru çekilmiş, oylukları karnına, baldırları oyluklarına doğru bükülmüş bir halde olduğu görülür ki bu duruma doktorlukta (Tüfek tetiği vaziyet) derler. Bazı hastaların derisi üzerinde ufak kırmızı lekelerin çıktığı da olur.
Hasta bir müddet sonra kendisini kaybeder. Yataktan fırlamak, atılmak ister. Manasız sözlerle sayıklar. Bağırır, tükürür. İnsana endişe veren bir takım korkunç haller gösterir.
Hasta derhal tedaviye başlanmazsa netice ölümdür.
Bu hastalıktan kurtulabilenlerin bazılarında körlük, sağırlık, aptallık, sarsaklık gibi bütün ömür boyunca devam edecek olan arızalar kaldığı da görülmektedir.
Menenjit şüphelisi bir hasta karşısında hastalığa kesin teşhis koymak ve hastalığın hangi mikroptan ileri geldiğini anlamak için mutlaka bel kemikleri arasından iğne sokup bir parça omurilik suyu almak ve bunu laboratuvarlarda tahlil ettirmek lâzımdır. Beyin zarları üzerinde cerahat mikroplarının yaptığı iltihaplarda ve salgın menenjitte omurilik suyunun basıncı fazla ve rengi, içinde toplanan cerahatten dolayı, bulanıktır. Bu suyun tortusundan bir damla alıp cam üzerinde boyanarak mikroskopla bakılacak olursa bir sürü cerahat hücreleri ve bunların içinde ve aralarında hastalık mikroplarını görüp tanımak mümkündür. Bu suretle (Salgın Menenjit) verem, frengi ve cerahat mikropları ile virüslerin yaptıkları öteki menenjitlerden kolaylıkla ayırt edilmiş olur.
Menenjit Tedavisi, Çocuklarda Bebeklerde Menenjit Tedavi
Salgın Menenjit yakın zamana kadar çok ağır ve öldürücü bir hastalık halinde iken sülfamid'lerin ve en meşhur bir antibiyotik olan (Penicillin)in keşfinden sonra iş değişmiştir.
Salgın Menenjit'in tedavisi eskiden bu hastalığın mikroplarına karşı hazırlanmış olan (Manengokok serumu) yerine göre, hastanın derisi altından, kaba etinden, damarından veya bel kemiği içinden şırınga edilmesiyle yapılırdı.
Bu hem hasta, hem de hekim için büyük zorluklar ve sıkıntılar veren bir tedavi tarzı idi.
Bugün (sulfamid) ler ve (Penicillin) ile yapılan tedavi bütün bu zorlukları ortadan kaldırmıştır. Bu harika ilâçlar yardımıyla hasta az zaman içinde kurtulup şifa bulmaktadır.
Bu sayede Salgın Menenjitin yaptığı ölümler pek azalmış, tehlike ortadan kalkmıştır. Bütün mesele hastalığı çabucak teşhis etmek ve hiç vakit geçirmeden tedaviye başlamaktır.
Hastalığın ateşli devresinde: doktor, vücudu ve kalbi kuvvetlendirmek, ağrı ve sıkıntıları izale etmek için daha birçok ilâçlar verir. Bu suretle hastanın az zamanda şifaya kavuşması sağlanmış olur.
Menenjitten Korunma Yolları
Sağlamlar hasta ile temastan sakınmalıdırlar. Okul, kışla, sinema tiyatro gibi kalabalık yerlerde aksırıp öksürenler arasında menenjit mikrobu taşıyan insanlar bulunabileceğinden hastalığın salgın olduğu zamanlarda böyle yerlere gitmek doğru değildir.
Ağzın, burnun ve bütün vücudun temiz tutulması lâzımdır. İnsan kendisini soğuktan, yorgunluk ve uykusuzluktan korumalı, nezle ve anjin olmamağa çalışmalıdır.
Salgın menenjit mikroplarından yapılmış koruyucu bir aşı varsa da bu aşının koruma yeteneği şüpheli olduğundan tatbikat alanında geniş bir yer tutmamıştır.
Hastalığın salgın olduğu zamanlarda hastanın yakınında bulunanlara koruyucu olarak geçici bir zaman için sulfamid vermenin faydalı olacağını söyleyenler vardır.