Ulser Nedenleri Neden Olusur Belirtileri

Ülser Nerede Oluşur, Ülser Nedenleri

Ösofagusta ülserler genellikle alt bölümde olu­şurlar ve kardia üzerine taşabilirler. Gastrik ülserler midenin her yerinde olabilseler de, daha sık olarak midenin daha kısa olan sağ kenarında, "kısa eğri" de­nilen (kurvatura minör) üzerinde (kısa eğri, midenin daha kısa olan sağ kenarıdır) ve özellikle de mide göv­desinin antrumla birleştiği bölgede yer alırlar. Yine sık olarak, pilora yakın olmak üzere antrumun kendi­sinde ve midenin en uç kesimlerinde, kardianın he­men altında da oluşabilirler. Midenin diğer kenarın­da, "uzun eğri" de (kurvatura majör) ülser olasılığı da­ha düşüktür.

Pilorun kendisi de ülser odağı olabilir ve bu tip ülserler duodenal ülserler gibi tedavi edilir. Duodenumdaki peptik ülserlerin hemen hepsi bulbus adı verilen birinci kısmında meydana gelirler. Daha alt kı­sımlarda görülmeleri çok seyrektir, ama eğer olursa ve birden fazla ülser meydana gelmişse, bu aşırı mik­tarda asit olduğunun göstergesidir.

Ülserler nasıl meydana gelir

Daha önce de belirtildiği gibi, midenin ürettiği asit ye pepsin miktarı çiğ dokuyu sindirecek düzeydedir. Örneğin, bir gece boyunca mide suyunda bırakılan bir tıraş bıçağı oldukça zarar görür. Bundan dolayı, mide ve duodenum mukozası kendisini korumak zo­rundadır ve peptik ülserin meydana gelmesinde bu saldırı ve savunmalar arasındaki dengesizlik büyük rol oynar.

Saldırı başlığı altında, midede asit ve pepsin mik­tarını artıran bütün etkenler yer alır. Çok ender ola­rak da, asit ve pepsin miktarını artıran bazı tıbbi has­talıklar bu etkenler arasında sayılabilir. Bunlardan bi­ri, gastrinoma (zollinger-ellison sendromu) adlı seyrek görülen bir tümördür. Gastrinoma, başta pankre­as olmak üzere birçok karın içi (batın içi) organından kaynaklanabilir. Nedeni bilinmemekle birlikte, aşırı miktarda gastrin hormonu salgıladığından, mideyi çok fazla asit ve pepsin üretmesi için uyarır. Bir di­ğer ender etken de boyundaki paratiroid bezlerindeki bir hastalık sonucu kan kalsiyum düzeyinin yük­sek olmasıdır.
Ancak, olayların büyük çoğunluğunda asit ve pep­sin artışı için belirli bir sebep yoktur. Midenin asit üretimi ölçülebilir (bunun için kullanılan yöntem da­ha sonra anlatılacaktır) ve üretilen asit miktarı saatte 45 üniteden (genellikle mili-ekivalan olarak ifade edilir) fazla ise duodenal ülser olma olasılığı çok yük­sektir. Eğer asit üretimi normalse (yaklaşık olarak sa­atte 30 mili-ekiv alan), duodenal ya da gastrik ülser oluşabilir, ama bu olasılık gastrik (mide) için geçer­liyse de, duodenal için hemen hemen hiç yoktur. An­cak yine de belli bir asit üretimi gereklidir; diğer bir deyimle "asit yok ise ülser de yoktur."

Savunma başlığı altında da mukoza hücrelerini, ürettikleri mokosu ve de bikarbonatı toplayabiliriz. Peptik ülser hastalarında bu savunma araçlarının yok­luğunun nasıl olduğunu açıklamak için sayısız araş­tırma yapılmıştır. Artrit ve romatizma için kullanılan aspirin ve diğer ağrı kesici bazı ilaçların mukoza hüc­releriyle etkileştiği gösterilerek peptik ülsere bunla­rın neden olduğu öne sürülmüştür. Bu ilaçlar, gerçekte, kullanan pek az kimsede gastrik ülsere neden olur­ken, duodenal ülserlere kaynak oluşturmazlar. Araş­tırmacılar, ayrıca, bu ilaçlarla ülserlerin kanaması ara­sında bir bağlantı olup olmadığını da incelemişler ve sonuçta kanayabilen küçük akut (hemen meydana ge­len) ülserler meydana getirdikleri halde, kronik (müzminleşmiş) peptik ülserlerle bir ilişki kuramamışlar­dır. ('Akut' ve 'kronik' yalnızca süre belirtirler ve hastalığın ağırlıyla bir ilgileri yoktur). Kan dolaşımının azalmasının savunma sistemini zayıflattığı yolunda­ki eski görüş bugün kabul edilmemektedir.


Gastrik ülserlerin meydana gelişleri bazı bakım­lardan duodenal ülserlerinkinden oldukça farklıdır. Örneğin, safra kesesindeki safra mideye geçerek mu­kozayı asit yerine bazik yapar; bu durumda zedele­nen mide mukozasında ülser oluşabilir. Gastrik ül­serlerle ilgili bir diğer ilginçlik de, midedeki ülser odaklarının genellikle asit üreten mukoza ile gastrin üreten mukozanın birleştiği sınır noktalarda meyda­na gelmeleridir.Sonuç olarak diyebiliriz ki, peptrk ülser oluşma kuramları gastrik ve duodenal ülserler için farklı me­kanizmalar öne sürmektedirler; ancak tüm olayın aydınlanabilmesi için bilinmesi gereken daha çok şey vardır.

Ulser Hastaliklari Kronik Ulser Mide

Üst Sindirim Kanalı, Ülser Hastalıkları, Kronik Ülser

Sindirim kanalı, içi besin maddelerinin rahat geç­mesi için mukus ile kaplanmış mukoza yüzeyi (içte) ve seröz mehabran denen daha sağlam bir dış kap­lama ile kaplı, uzun kaslı bir borudur.

Ösofagus

Katı ve sıvı gıdalar ağız yoluyla ösofagusa geçer­ler ve yaklaşık üç saniye içinde mideye ulaşırlar. Yut­ma eylemi, ösofagus duvarındaki kasların düzenli ve ritmik bir biçimde kasılıp gevşemeleri ile gerçekle­şir. Bu kasılma biçimine peristalsizm denir ve tüm sindirim kanalı boyunca devam eder. Peristalsizm, di­ğer bir deyimle peristaltik hareketler, kol ve bacak kaslarımızı oynattığımız gibi istemli olmayıp otoma­tik olarak meydana gelir. Sindirim kanalının kasları mikroskopla bakıldığında da farklı olup, sözü geçen ritmik kasılmaların eşgüdümünü sağlayan karmaşık bir sinir ağı ile örülüdür.


Ösofagusun diyaframı (batın ve göğüs boşluğu­nu ayıran geniş kas demeti) geçtiği alt bölümündeki kasları daha güçlü olup, ösofagusun tamamen kapanmasını sağlayacak biçimde farklı bir yapıda düzen­lenmiştir. Bu sayede, mide içeriğinin ösofagusa dön­mesi, baş aşağı bile dursanız, engellenmiş olur. Ösofagusun mide ile birleştiği bu bölüme kardia adı ve­rilir. Kalple ilgili anlamında kullanılan "kardiyak" söz­cüğü ile hiçbir ilgisi yoktur.

Mide Ulser

Kardiadan sonra mide başlar. Mide 20-30cm uzunluğunda, hafifçe solda olmak üzere göğüs ke­miğinin (sternum) alt bölümünün arkasında, alt kaburgaların arasında başlayan bir organdır. Batının (karnın) altına doğru ilerleyerek sonlandığı yerde sa­ğa döner ve duodenuma bağlanır.
Mide farklı bölümlerden oluşsa da dıştan her ya­nı aynıymış gibi görünür. İç yüzeyi, yani mukoza, de­ğişik bölgelerde farklı yapılar kazanır. Mukozanın iç boşluğa bakan en üst tabakasındaki hücreler katla­narak düz olmayan bir yüzey meydana getirirler. Mu­koza hücrelerinin çoğu mukos üretirlerse de, mide­nin değişik yerlerine farklı özellikler kazandıran di­ğer bazı özelleşmiş hücreler de vardır.

Hem özelleşmiş hücrelerin hem de kasların de­netimi kısmen, seröz membran aracılığıyla gelen si­nirler tarafından sağlanır. Bunların arasında en önem­lisi, beyinden yola çıkan vagus siniridir. Vagus, be­yinden çıktıktan sonra omuriliğin yakınından seyre­derek boynu geçer, göğsün ortasında kalbin yanından ilerlerken kalbe, akciğerlere ve ösofagusa dallar verir ve ösofagus ile aynı deliği kullanarak diyaframı aşar ve batına girer. Batın içinde karaciğere, safra ke­sesine ve midenin çeşitli bölümlerine uzanan yeni dallar çıkarır. Ana sinir, bundan sonra sindirim kana­lının diğer bölümlerine dağılmak üzere aşağıya doğ­ru devam eder.
Doğal olarak, mide dokusu da oksijen ve gıda ge­reksinimini karşılamak için kana gerek duyar. Mide­nin kan damarları da mide duvarına (çeperine) seröz membran aracılığıyla ulaşırlar.

Midenin en üst bölümüne fundus adı verilir. Fundusun hemen altındaki bölüme ise gövde (korpus) de­nir. Bu iki bölümün mukozaları iki tip özelleşmiş hüc­re içerir. Parietal (veya oksintik) hücreler bol miktarda hidroklorik asit üreterek, mide içeriğini asidik ya­pan mide suyunu meydana getirirler. Bu asit, bede­nin ya da derinin herhangi bir yerinde büyük harabiyete yol açabilir. Gerçekten de mide suyu fazla mik­tarda ösofagusa geçerse ağrı ve iltihaplanma süre­cine yol açarak ösofajite neden olur.

Diğer özelleşmiş olan peptik (esas) hücreler, pepsinojen adı verilen kimyasal bir madde üretirler. Pepsinojen, mide içinde pepsin'e dönüşerek enzim et­kisi gösterir; proteinleri amino asitlere yıkarak sin­dirim işlemini hızlandırır. Asit ve pepsin, mide duva­rı kaslarının çalkalama etkisinin de yardımıyla alınan yiyeceği sindirerek, kan dolaşımına emilmeye hazır sıvı bir karışım haline getirirler.

Midenin antrum adını alan sonraki bölümü göv­de kısmından çok daha kısa olup mide asidi üretmez. Ancak, gastrin adında bir hormon üreten G-hücrelerinden zengindir. (Hormonlar, bir kaynaktan kan dolaşımına katılıp başka bir yerde işlevlerini gö­ren kimyasal habercilerdir). Gastrinin ana etkisi fun­dus ve gövdedeki parietal ve peptik hücreleri uyarıp mide içine hidroklorik asit ve pepsin salgılamalarını sağlamaktır. Ayrıca, pankreas gibi diğer salgı bezle­rini de etkileyerek, bedeni az sonra kan dolaşımına katılacak besinlere karşı hazırlar.

Gastrinin kana salınmasını ne sağlar? Esas uya­ran, doğal olarak, yemek yemektir. Yeme eylemi bir­kaç yolla gastrin salgılanmasına neden olur. Bir; besinin kokusu alındığında ya da görüldüğünde ağız içinde tükürük salgısı artmaya başlayınca vagus si­niri harekete geçer ve eylemlerinden biri antrumdaki G-hücrelerinden gastrin salgılatmaktır. İki; besin mideye ulaştığında antrum duvarının gerilmesi gast­rin salınımına neden olur. Üç; sindirim ürünleri, özellikle proteinlerin yakılmasıyla ortaya çıkan amino asit­ler, antrumdan gastrin salgılanmasını uyarırlar. Hem vagus siniri hem de gastrin, özelleşmiş hücreler üze­rindeki etkilerini histamin açığa çıkararak sağlarlar. Ülser tedavisinde özel bir önem taşıyan bu olgu, da­ha sonra ayrıntılı olarak ele alınacaktır.

Bunlardan başka, gastrin salgılanmasını durdu­ran çeşitli yollar da vardır. En önemlisi asidin düze­yidir. Demek ki, mide aşırı asit üretmesini önleyen bir mekanizmaya sahiptir. Sonuç, karmaşık etmen­lerin birbirlerini dengelediği, gerektiğinde sindirim­in gerçekleştirildiği, iş bitince de kesildiği bir süreç­tir.

Düodenum

Mideden duodenuma açılan dar çıkışa pilor de­nir. Pilorun oldukça kalın olan tabakası sıvıların ge­çişini denetler. Pilordan sonra duodenum arkaya ve sağayönelirve ince bağırsağın sonraki kesimi jejunumla birleşmek için bedenin sol yarısına geçmeden önce hilal biçiminde bir yapı oluşturur. Duodenumun da özelleşmiş mukoza hücreleri vardır ve bunların bir kısmı, mideden duodenuma gelen asit sıvıyı nötralize etmeye yarayan ve bir baz olan bikar­bonat üretirler. Bu asidik sıvının varlığı birkaç önemli sonuca neden olur. Sekretin ve kolesistokinin adı ve­rilen iki hormonu salgılatır. Sekretin ve kolesistokinin, birlikte, pankreastan sindirim salgısının ve bikar­bonatın; safra kesesinden de safranın salınımı sağ­larken, mideden asit ve gastrin salgılanmasını azal­tırlar.

Ulser Peptik Ulser Mide Hastaligi

Ülser Nedir, Peptik Ülser, Mide Ülser Hastalığı

Bedenin örtülü yüzeylerindeki oyuklara (çukurla­ra) ülser denir. Bu oyuklar bazen bacaklar gibi dış yü­zeylerde (yani deride) olduğu gibi, iç yüzeylerde de görülebilir. İç yüzeyler —mukoza— hafifçe yapışkan bir sıvı olan mukos ile örtülü ince zarlardır. Sindirim yolunun ağız içinde kalan bölümünü dudaklardan başlayarak kaplayan yüzeyi, görebilirsiniz. Aynı yü­zey tüm sindirim kanalı boyunca süreklidir: Ösofagus (yemek borusu), mide, ince ve kalın bağırsaklar, rektum ve anüse (makat) kadar uzanır.

Bir ülsere peptik ülser denmesi için, o ülserin sin­dirim kanalının pepsin ve asit içeren bölümlerinde oluşması gerekir. Pepsin ve asit, gıdanın sindirimi için gerekli iki temel etkendir ve bu nedenle peptik ülserlerin çoğu midede ya da ince bağırsağın ilk par­çası olan duodenum'da (oniki parmak bağırsağı) meydana gelir. Bazı durumlarda ösofagusun alt ucunda, çok ender olarak da duodenumdan sonraki bağırsak kesiminde oluşabilirler. Ancak, biz burada inceleme alanımızı peptik ülserlerin en sık görüldüğü mide ve duodenum ülserlerinde, yani gastrik ve duodenal ül­serler üzerinde yoğunlaştıracağız.Peptik ülserler genel olarak haftalarca veya aylar­ca sürerler ve yarım ya da bir santimetre derinliğe va­rabilirler. Mukoza harap oldukça, ülserin tepe kısmın­da ölü hücreler birikir ve beyazımsı-sarı bir renk alır. Buna ülser kabuğu adı verilir. Ülserin daha derin ta­bakaları, dokunun kendini onarımı sırasında meyda­na gelen nedbe dokusundan oluşur.

Romatizma Tedavisi Rehabilitasyon Fizik Tedavi

Romatizma Tedavisinde Rehabilitasyon

Dinlenme


Arteritin aktif olduğu zamanlarda, örneğin roma­tizmal arterit durumunda doktor, tedaviyi daha kolay yapmak amacıyla hastasının bir hastaneye yatması­nı isteyebilir. Evde ya da hastanede geçirilecek bir­kaç haftalık bir yatak istirahati, yalnız eklemler için değil, vücudun tümü için de yararlı olur. Bazı hasta­lar, boyun ya da sırt ağrıları yüzünden dinlenmeye ge­rek duyabilirler.
Eklemlerdeki iltihabın gerileme dönemine girme­sinden sonra, hastanın giderek uzayan sürelerle ya­taktan kalkmasına izin verilebilir. Çok fazla ayakta durmaktan ya da uzun yürüyüşlerden genellikle ka­çınmak gerekir. Hele hastalıklı eklemler kalça, diz, ayak bileği ya da ayak gibi hareketli bölgelerde ise, bu hareketleri yapmamaya dikkat edilmelidir. Hasta­nın dinlenmesini ve kendi kendine yapacağı alıştır­maları denetlemek üzere de bir fizik tedavi uzmanı­na ihtiyaç duyulacaktır.

Fizik tedavi

Arteritin akut aşamaları boyunca doktor, eklem­lerin hangi pozisyonda tutulmaları gerektiği konusun­da tavsiyede bulunacaktır. Söz konusu eklemler el, ayak bilekleri ve diz gibi eklemlerse, bunları korumak ve şekil bozukluğuna uğramalarını önlemek için des­tek tahtaları da önerilebilir. Destek tahtaları bazen yalnızca gece yatarken, bazen de, bilekte olduğu gi­bi, günboyu kullanılır. Boyun halkaları ve bel korse­leri de bir tür destek tahtası görevi yapar. Eğilmiş ek­lemleri düzeltmede kullanılan seri sarmalama da ya­rarlı bir yoldur.

Terapistin, hastasına önerdiği jimnastik hareket­lerini de denetlemesi gerekir.Eklemler şişmiş ve ağrılıysa, terapist, hastanın iş görmeyen kaslarını ha­rekete geçirerek eklemlerin eski hareket düzeyleri­ne kavuşmasını sağlayacaktır. Arteritin ilaç tedavisiy­le kontrol altına alınmasıyla birlikte, düzeltme hare­ketleri devreye sokulur.

Eklem İltihabi İlaclari Corticosterodis

Eklem İltihabı İlaçları, Eklemlerde İltihaba karşı ilaçlar

Ağrıları azaltmak tedavinin önemli bir parçası ol­duğuna göre, görevleri iltihapla savaşmak ve böyle­ce ağrıları azaltıp şişkinlikleri indirmek olan ilaçlar­dan hemen hemen bütün hastalar yararlanabilir. Ne var ki, bu ilaçlar, hastalığın altında yatan nedenleri ortadan kaldırmaz.
İltihaba karşı ilaçlara en iyi örnek "aspirin"dir. Bu ilaç, başağrısı ve öbür önemsiz ağrılar için çok kul­lanıldığından, hastaların sık sık "doktor sadece aspi­rin yazdı!" diye söylendiğini duyarız. Ne var ki aspirin, yeteri kadar büyük dozlarla alınırsa, romatizmal arterit tedavisinde çok etkili olur. Hazımsızlık ve mi­de ülserinden şikâyetçi olanlarda yol açtığı yan etki­ler rahatsızlık verici olabileceğinden, onların özel ola­rak hazırlanmış aspirinleri kullanmaları daha iyi olur. Yeni çıkan aspirin ve paracetamol karışımı bir sıvı­nın bu tür yan etkilerinin daha az olması ihtimali yük­sektir. Ne var ki, bu ilaçların, etkisini şu veya bu öl­çüde gösteren bir dezavantajları vardır. Bunlar, mi­de ve bağırsaklardaki kan miktarının azalmasına ne­den olur ve vücutta demir eksikliği ya da anemiye yol açabilir. Ancak bu anemi türü demir tabletleri ya da iğneleriyle kolayca atlatılabilir.

Denemelerin, aspirin kadar iyi olduklarını göster­diği başka ilaçlar da vardır. Bunlardan biri olan indomethacin, Indocid kapsülü, ya da fitil olarak kolay­lıkla bulunabilir. Gece yatmadan önce alınıp daha sonra bir şey yenmezse, romatizmal arteritin sabah­ları vücutta yol açtığı tutukluğa karşı çok yararlı olur. Ancak, gün içine bölünmüş dozlarla da alınabilir. İla­cın bazı hastalarda başağrısı, başdönmesi ve hazım­sızlık gibi yan etkileri vardır.
Geçitiğimiz beş yılda iltihaplara karşı, bunların dı­şında da ilaçlar çıkmıştır. Bu ilaçlar, aspirin ve indo-methacin gibi, arteritlerin romatizmal biçimleriyle başka türlerinde ve romatizmaların tedavisinde kul­lanılır. Örnek olarak naproxen (Naprosyn tabletleri ve fitil halinde bulunabilir) ve fenoprofen'i (Fenoprofen tabletlerini) gösterebiliriz.

Corticosterodis, Eklem Hastalıkları İlaçları

Daha çok kısaltılmış adlarıyla (steroids) bilinirler ve kortizon türü ilaçları ihtiva ederler. Eklemlerdeki iltihabı azaltmada kullanılan en etkili ilaçlar bunlardır. Ağızdan alman prednisone ve prednisolone en sık salık verilenleridir. Ne var ki, steroidlerin, uzun süre yüksek dozlarla alınmalarının yarattığı ciddi yan etkilerin taşıdığı risk yüzünden, 10-15 yıl öncesine gö­re bugün daha az popülerdir ve artık daha dikkatli bir biçimde kullanılmaktadırlar.


Ancak, steroidlerin salık verildiği özel durumlar davardır. Eğer, prednisolone tabletlerinin dozu müm­kün oluduğu kadar düşük tutularsa, yan etkilerin yaratabileceği risk azalır. Ne olursa olsun, bu tür has­taların bir "steroid kartı" ya da gördükleri tedaviyi gösteren başka bir şey taşımaları gerekir. Böylece, ciddi bir hastalık ya da kaza geçirmeleri durumunda kendilerine müdahale eden doktor, durumları hakkın­da bilgi sahibi olacak ve geçici bir önlem olarak ken­dilerine daha fazla steroid verecektir. Steroid teda­visi, vücudun kendi kortizon üretimini düzene koy­duğu için, operasyondan önce yapılmalıdır. Aksi tak­dirde vücut, ihtiyaç duyduğu zaman gerekli kortizo­nu sağlayamaz. Arterit birdenbire alevlenebileceği için, hastalar, ilaç tedavisini birdenbire kesmemeleri gerektiğini bilmelidirler. Uzun bir süredir kullanıl­mıyorsa, doz mutlaka yavaş yavaş azaltılmalıdır.

Arteritlerin yukarda anlatılan ciddi etkileri orta­ya çıkmaksızın sık sık kullanıldıkları bir durum var­dır. Steroidlerin doğrudan doğruya ağrılı ekleme ya da iltihaplı telon kılıfına enjekte edilmesi, geçici fa­kat çok büyük bir rahatlık sağlar.

Uzun dönem etkili ilaçlar

Buna en iyi örnek gold'dur ve vücuda enjeksiyonla verilmelidir. Bu ilacın bir markası myocrisin'dir. 50 yıldan fazla bir süredir romatizmal arteritlerin tedavisinde kullanılan bu ilaç, yeniyetme müzmin arteriti olan çocuklara da verilmeye başlamıştır. İlacın vü­cutta yavaş yavaş toplandığı ve hastaların ilk enjek­siyondan sonra geçen ilk 10-12 hafta içinde hiç ya­rarlanamadıkları bilinmekteyse de, doktorlar, ilacın vücutta nasıl çalıştığını tam olarak hâlâ ortaya çıkartamamışlardır. Hastalar ancak bu süre geçtikten son­ra yarar görür. İltihaba karşı kullanılan ilaçların ter­sine, gold, yavaş ve kısım kısım etki yapar. Doktor, önce küçük bir deneme dozu verir, sonra, haftada bir olmak üzere 20 haftalık bir enjeksiyon programı uy­gular. Eğer her şey iyi gidiyorsa, enjeksiyonun uygu­lama aralığı değiştirilir, örneğin, bir aya uzatılır ve te­davi, hasta aktif arteritten kurtarılıncaya kadar sür­dürülür.

Gold, hastaların aşağı yukarı üçte ikisinde iyi so­nuç verir ve genellikle öbür tedavi biçimleriyle birlikte uygulanır. Hasta bir kez ilaca cevap verdikten sonra doktor öbür ilaçların azaltılmasına, ya da durdurul­masına karar verebilir. Eklemlerde zaten var olan ze­delenme ve deformasyonları daha da artırmayacağı için, vücudun tedaviye cevap verip vermemesi o ka­dar da önemli değildir. Son zamanlarda, gold'un, as­lında, çöküntüye uğramış eklemleri de iyileştirdiği ko­nusunda tartışmalar yapılmaktadır ama, bu konuda kanıt bulmak zordur.

Romatizmal arterit tedavisinde kullanılan ve pi­yasaya son zamanlarda çıkartılmış daha başka uzun dönem-etkili ilaçlar da vardır. Bunlar, (marka adı Distamine olan) penicillamine ve (marka adı Imuran olan) azathioprine'dir. Bu ilaçlar, vücuda enjeksiyonla ve­rilen gold'un tersine, tabletler halindedirler ve diğer bütün özellikleriyle gold'a benzerler; etkili hale ge­çebilmeleri haftalar sürer, tıpkı gold gibi hastalığın temelinde yatan nedenleri kontrol altına alıyormuş gibi görünürler. Tedavide başarılı olma oranları ve yan etkileri de, bunların ayrıca hazımsızlığa yol açmaları dışında, gold'unkilerle aynıdır. Bundan ötürü titiz bir tıbbi kontrol altında uygulanmaları gerekir ve hami­le kadınlara tavsiye edilmez. Penicillamine çocuklar ve gençlere verilebilirken, azathioprine, taşıdığı jenetik tahribat riski yüzünden gelişme dönemindeki çocuklara verilmemelidir.

Cerrahi tedavi

Geçtiğimiz son 10 ya da 20 yılda cerrahi teknik­ler alanında büyük ilerlemeler gerçekleştirilmiştir. Ya­pay bir eklemin, elden ayaktan kesilmiş bir arteritliyi yeniden hayata döndürebildiğini herkes duymuş­tur. Fakat sözünü ettiğimiz ilerlemeler bunun çok öte­sindedir. Cerrahın başlıca amaçları, genel olarak söylersek, aktif haldeki eklem iltihabını kontrol altına al­mak, şekil bozukluklarını önlemek ya da düzeltmek, harap olmuş eklemleri değiştirmek ve bütün bunla­rın hepsinden önemli olarak, hastasının eski haline gelmesine yardımcı olmaktır. Ameliyat kararı, diye­lim romatizmal arteritli bir hastanın ameliyat edilmesi kararı, tercihan fizik tedavi uzmanıyla cerrahın kar­şılıklı görüşmelerinden sonra alınmalıdır. Tek eklem, örneğin diz ya da bilek sürekli bir şekilde ağrıyor ve şişiyorsa, synovectomy (irileşmiş, iltihaplanmış ek­lem astarının değiştirilmesi) bir-iki yıl için önemli bir ferahlama sağlayabilir. Bu tür bir müdahalenin par­mak tendonları üzerine uygulanması da yararlı ola­bilir; böylece tendon kılıfları temizlenecek ve parmak­lar daha rahat hareket edebilecektir.
Şekil bozukluklarını, örneğin parmaklardaki şekil bozukluklarını önlemek ya da düzeltmek için çok de­ğişik ameliyatlar yapılmaktadır. Bu ameliyatlarda ya tendon nakli, ya da tendon onarımı amaçlanır. Bilek­te ya da ayak parmaklarında uygulandığı gibi, ağrıyı azaltmak için bazen küçük kemik parçacıklarının yer­lerinin değiştirilmesi gerekebilir. Bunyon operasyon­ları kemiklerin nasıl törpülendiğine ve eklemlere na­sıl yeni bir-biçim verildiğine iyi bir örnektir. Bazen de, artık işe yaramayan bir eklemi, bulunduğu yerde sabitleştirmek için, bilekte ya da dizde yapıldığı gibi, iki eklemi birbirine raptetmek gerekli olabilir.

Bu konuda söylenebilecek daha çok şey varsa da, son olarak, plastik ve metal eklemlerin, arteritten acı çekenlere yeni bir yaşama sevinci verdiğini söyleye­biliriz. Bu alandaki ilerlemeler zaman zaman gazete­lere manşet haber bile olmaktadır. Yapay eklem ko­nusunda bugüne kadar kazanılmış en büyük başarı, romatizmal, arteritli, osteoarteritli yada anklioza yol açanspondylitisli hastaların kalça eklemlerini yapay eklemlerle değiştirmek ve böylece bu eklemleri eski işlevlerine kavuşturmak olmuştur. Piyasada bundan başka diz, ayak bileği, omuz, dirsek, el bileği ve par­maklar için de yapay eklemler bulunmaktadır. Bu ek­lemler birçok durumda yalnızca birkaç tecrübeli dok­tor tarafından takılır.