Ülser, Peptik Ülser Hastalığı Nedir
Ülser Hastalıkları, Kronik Ülser
Ülser Nedenleri, Ülser Neden Oluşur
Ülser Neden Olur, Ülser Hakkında Bilgi
Ülser Belirtileri ve Nedenleri
Ülser Teşhisi; Baryum Grafisi ve Endoskopi
Ülser Nasıl Önlenir, Engellenir
Ülser İlaçları Hakkında Bilgiler
Ülser Tedavi Yöntemleri, Cerrahi Yöntem
Ülser Ameliyatı ve Ameliyat Sonrası
Peptik Ülser Komplikasyonları
Ülser İle İlgili Tıp Terimleri Sözlüğü
Etiketler: Ulser Mide Hastalıkları
Ülser Nerede Oluşur, Ülser Nedenleri
Ösofagusta ülserler genellikle alt bölümde oluşurlar ve kardia üzerine taşabilirler. Gastrik ülserler midenin her yerinde olabilseler de, daha sık olarak midenin daha kısa olan sağ kenarında, "kısa eğri" denilen (kurvatura minör) üzerinde (kısa eğri, midenin daha kısa olan sağ kenarıdır) ve özellikle de mide gövdesinin antrumla birleştiği bölgede yer alırlar. Yine sık olarak, pilora yakın olmak üzere antrumun kendisinde ve midenin en uç kesimlerinde, kardianın hemen altında da oluşabilirler. Midenin diğer kenarında, "uzun eğri" de (kurvatura majör) ülser olasılığı daha düşüktür.
Pilorun kendisi de ülser odağı olabilir ve bu tip ülserler duodenal ülserler gibi tedavi edilir. Duodenumdaki peptik ülserlerin hemen hepsi bulbus adı verilen birinci kısmında meydana gelirler. Daha alt kısımlarda görülmeleri çok seyrektir, ama eğer olursa ve birden fazla ülser meydana gelmişse, bu aşırı miktarda asit olduğunun göstergesidir.
Ülserler nasıl meydana gelir
Daha önce de belirtildiği gibi, midenin ürettiği asit ye pepsin miktarı çiğ dokuyu sindirecek düzeydedir. Örneğin, bir gece boyunca mide suyunda bırakılan bir tıraş bıçağı oldukça zarar görür. Bundan dolayı, mide ve duodenum mukozası kendisini korumak zorundadır ve peptik ülserin meydana gelmesinde bu saldırı ve savunmalar arasındaki dengesizlik büyük rol oynar.
Saldırı başlığı altında, midede asit ve pepsin miktarını artıran bütün etkenler yer alır. Çok ender olarak da, asit ve pepsin miktarını artıran bazı tıbbi hastalıklar bu etkenler arasında sayılabilir. Bunlardan biri, gastrinoma (zollinger-ellison sendromu) adlı seyrek görülen bir tümördür. Gastrinoma, başta pankreas olmak üzere birçok karın içi (batın içi) organından kaynaklanabilir. Nedeni bilinmemekle birlikte, aşırı miktarda gastrin hormonu salgıladığından, mideyi çok fazla asit ve pepsin üretmesi için uyarır. Bir diğer ender etken de boyundaki paratiroid bezlerindeki bir hastalık sonucu kan kalsiyum düzeyinin yüksek olmasıdır.
Ancak, olayların büyük çoğunluğunda asit ve pepsin artışı için belirli bir sebep yoktur. Midenin asit üretimi ölçülebilir (bunun için kullanılan yöntem daha sonra anlatılacaktır) ve üretilen asit miktarı saatte 45 üniteden (genellikle mili-ekivalan olarak ifade edilir) fazla ise duodenal ülser olma olasılığı çok yüksektir. Eğer asit üretimi normalse (yaklaşık olarak saatte 30 mili-ekiv alan), duodenal ya da gastrik ülser oluşabilir, ama bu olasılık gastrik (mide) için geçerliyse de, duodenal için hemen hemen hiç yoktur. Ancak yine de belli bir asit üretimi gereklidir; diğer bir deyimle "asit yok ise ülser de yoktur."
Savunma başlığı altında da mukoza hücrelerini, ürettikleri mokosu ve de bikarbonatı toplayabiliriz. Peptik ülser hastalarında bu savunma araçlarının yokluğunun nasıl olduğunu açıklamak için sayısız araştırma yapılmıştır. Artrit ve romatizma için kullanılan aspirin ve diğer ağrı kesici bazı ilaçların mukoza hücreleriyle etkileştiği gösterilerek peptik ülsere bunların neden olduğu öne sürülmüştür. Bu ilaçlar, gerçekte, kullanan pek az kimsede gastrik ülsere neden olurken, duodenal ülserlere kaynak oluşturmazlar. Araştırmacılar, ayrıca, bu ilaçlarla ülserlerin kanaması arasında bir bağlantı olup olmadığını da incelemişler ve sonuçta kanayabilen küçük akut (hemen meydana gelen) ülserler meydana getirdikleri halde, kronik (müzminleşmiş) peptik ülserlerle bir ilişki kuramamışlardır. ('Akut' ve 'kronik' yalnızca süre belirtirler ve hastalığın ağırlıyla bir ilgileri yoktur). Kan dolaşımının azalmasının savunma sistemini zayıflattığı yolundaki eski görüş bugün kabul edilmemektedir.
Gastrik ülserlerin meydana gelişleri bazı bakımlardan duodenal ülserlerinkinden oldukça farklıdır. Örneğin, safra kesesindeki safra mideye geçerek mukozayı asit yerine bazik yapar; bu durumda zedelenen mide mukozasında ülser oluşabilir. Gastrik ülserlerle ilgili bir diğer ilginçlik de, midedeki ülser odaklarının genellikle asit üreten mukoza ile gastrin üreten mukozanın birleştiği sınır noktalarda meydana gelmeleridir.Sonuç olarak diyebiliriz ki, peptrk ülser oluşma kuramları gastrik ve duodenal ülserler için farklı mekanizmalar öne sürmektedirler; ancak tüm olayın aydınlanabilmesi için bilinmesi gereken daha çok şey vardır.
Üst Sindirim Kanalı, Ülser Hastalıkları, Kronik Ülser
Sindirim kanalı, içi besin maddelerinin rahat geçmesi için mukus ile kaplanmış mukoza yüzeyi (içte) ve seröz mehabran denen daha sağlam bir dış kaplama ile kaplı, uzun kaslı bir borudur.
Ösofagus
Katı ve sıvı gıdalar ağız yoluyla ösofagusa geçerler ve yaklaşık üç saniye içinde mideye ulaşırlar. Yutma eylemi, ösofagus duvarındaki kasların düzenli ve ritmik bir biçimde kasılıp gevşemeleri ile gerçekleşir. Bu kasılma biçimine peristalsizm denir ve tüm sindirim kanalı boyunca devam eder. Peristalsizm, diğer bir deyimle peristaltik hareketler, kol ve bacak kaslarımızı oynattığımız gibi istemli olmayıp otomatik olarak meydana gelir. Sindirim kanalının kasları mikroskopla bakıldığında da farklı olup, sözü geçen ritmik kasılmaların eşgüdümünü sağlayan karmaşık bir sinir ağı ile örülüdür.
Ösofagusun diyaframı (batın ve göğüs boşluğunu ayıran geniş kas demeti) geçtiği alt bölümündeki kasları daha güçlü olup, ösofagusun tamamen kapanmasını sağlayacak biçimde farklı bir yapıda düzenlenmiştir. Bu sayede, mide içeriğinin ösofagusa dönmesi, baş aşağı bile dursanız, engellenmiş olur. Ösofagusun mide ile birleştiği bu bölüme kardia adı verilir. Kalple ilgili anlamında kullanılan "kardiyak" sözcüğü ile hiçbir ilgisi yoktur.
Mide Ulser
Kardiadan sonra mide başlar. Mide 20-30cm uzunluğunda, hafifçe solda olmak üzere göğüs kemiğinin (sternum) alt bölümünün arkasında, alt kaburgaların arasında başlayan bir organdır. Batının (karnın) altına doğru ilerleyerek sonlandığı yerde sağa döner ve duodenuma bağlanır.
Mide farklı bölümlerden oluşsa da dıştan her yanı aynıymış gibi görünür. İç yüzeyi, yani mukoza, değişik bölgelerde farklı yapılar kazanır. Mukozanın iç boşluğa bakan en üst tabakasındaki hücreler katlanarak düz olmayan bir yüzey meydana getirirler. Mukoza hücrelerinin çoğu mukos üretirlerse de, midenin değişik yerlerine farklı özellikler kazandıran diğer bazı özelleşmiş hücreler de vardır.
Hem özelleşmiş hücrelerin hem de kasların denetimi kısmen, seröz membran aracılığıyla gelen sinirler tarafından sağlanır. Bunların arasında en önemlisi, beyinden yola çıkan vagus siniridir. Vagus, beyinden çıktıktan sonra omuriliğin yakınından seyrederek boynu geçer, göğsün ortasında kalbin yanından ilerlerken kalbe, akciğerlere ve ösofagusa dallar verir ve ösofagus ile aynı deliği kullanarak diyaframı aşar ve batına girer. Batın içinde karaciğere, safra kesesine ve midenin çeşitli bölümlerine uzanan yeni dallar çıkarır. Ana sinir, bundan sonra sindirim kanalının diğer bölümlerine dağılmak üzere aşağıya doğru devam eder.
Doğal olarak, mide dokusu da oksijen ve gıda gereksinimini karşılamak için kana gerek duyar. Midenin kan damarları da mide duvarına (çeperine) seröz membran aracılığıyla ulaşırlar.
Midenin en üst bölümüne fundus adı verilir. Fundusun hemen altındaki bölüme ise gövde (korpus) denir. Bu iki bölümün mukozaları iki tip özelleşmiş hücre içerir. Parietal (veya oksintik) hücreler bol miktarda hidroklorik asit üreterek, mide içeriğini asidik yapan mide suyunu meydana getirirler. Bu asit, bedenin ya da derinin herhangi bir yerinde büyük harabiyete yol açabilir. Gerçekten de mide suyu fazla miktarda ösofagusa geçerse ağrı ve iltihaplanma sürecine yol açarak ösofajite neden olur.
Diğer özelleşmiş olan peptik (esas) hücreler, pepsinojen adı verilen kimyasal bir madde üretirler. Pepsinojen, mide içinde pepsin'e dönüşerek enzim etkisi gösterir; proteinleri amino asitlere yıkarak sindirim işlemini hızlandırır. Asit ve pepsin, mide duvarı kaslarının çalkalama etkisinin de yardımıyla alınan yiyeceği sindirerek, kan dolaşımına emilmeye hazır sıvı bir karışım haline getirirler.
Midenin antrum adını alan sonraki bölümü gövde kısmından çok daha kısa olup mide asidi üretmez. Ancak, gastrin adında bir hormon üreten G-hücrelerinden zengindir. (Hormonlar, bir kaynaktan kan dolaşımına katılıp başka bir yerde işlevlerini gören kimyasal habercilerdir). Gastrinin ana etkisi fundus ve gövdedeki parietal ve peptik hücreleri uyarıp mide içine hidroklorik asit ve pepsin salgılamalarını sağlamaktır. Ayrıca, pankreas gibi diğer salgı bezlerini de etkileyerek, bedeni az sonra kan dolaşımına katılacak besinlere karşı hazırlar.
Gastrinin kana salınmasını ne sağlar? Esas uyaran, doğal olarak, yemek yemektir. Yeme eylemi birkaç yolla gastrin salgılanmasına neden olur. Bir; besinin kokusu alındığında ya da görüldüğünde ağız içinde tükürük salgısı artmaya başlayınca vagus siniri harekete geçer ve eylemlerinden biri antrumdaki G-hücrelerinden gastrin salgılatmaktır. İki; besin mideye ulaştığında antrum duvarının gerilmesi gastrin salınımına neden olur. Üç; sindirim ürünleri, özellikle proteinlerin yakılmasıyla ortaya çıkan amino asitler, antrumdan gastrin salgılanmasını uyarırlar. Hem vagus siniri hem de gastrin, özelleşmiş hücreler üzerindeki etkilerini histamin açığa çıkararak sağlarlar. Ülser tedavisinde özel bir önem taşıyan bu olgu, daha sonra ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Bunlardan başka, gastrin salgılanmasını durduran çeşitli yollar da vardır. En önemlisi asidin düzeyidir. Demek ki, mide aşırı asit üretmesini önleyen bir mekanizmaya sahiptir. Sonuç, karmaşık etmenlerin birbirlerini dengelediği, gerektiğinde sindirimin gerçekleştirildiği, iş bitince de kesildiği bir süreçtir.
Düodenum
Mideden duodenuma açılan dar çıkışa pilor denir. Pilorun oldukça kalın olan tabakası sıvıların geçişini denetler. Pilordan sonra duodenum arkaya ve sağayönelirve ince bağırsağın sonraki kesimi jejunumla birleşmek için bedenin sol yarısına geçmeden önce hilal biçiminde bir yapı oluşturur. Duodenumun da özelleşmiş mukoza hücreleri vardır ve bunların bir kısmı, mideden duodenuma gelen asit sıvıyı nötralize etmeye yarayan ve bir baz olan bikarbonat üretirler. Bu asidik sıvının varlığı birkaç önemli sonuca neden olur. Sekretin ve kolesistokinin adı verilen iki hormonu salgılatır. Sekretin ve kolesistokinin, birlikte, pankreastan sindirim salgısının ve bikarbonatın; safra kesesinden de safranın salınımı sağlarken, mideden asit ve gastrin salgılanmasını azaltırlar.
Ülser Nedir, Peptik Ülser, Mide Ülser Hastalığı
Bedenin örtülü yüzeylerindeki oyuklara (çukurlara) ülser denir. Bu oyuklar bazen bacaklar gibi dış yüzeylerde (yani deride) olduğu gibi, iç yüzeylerde de görülebilir. İç yüzeyler —mukoza— hafifçe yapışkan bir sıvı olan mukos ile örtülü ince zarlardır. Sindirim yolunun ağız içinde kalan bölümünü dudaklardan başlayarak kaplayan yüzeyi, görebilirsiniz. Aynı yüzey tüm sindirim kanalı boyunca süreklidir: Ösofagus (yemek borusu), mide, ince ve kalın bağırsaklar, rektum ve anüse (makat) kadar uzanır.
Bir ülsere peptik ülser denmesi için, o ülserin sindirim kanalının pepsin ve asit içeren bölümlerinde oluşması gerekir. Pepsin ve asit, gıdanın sindirimi için gerekli iki temel etkendir ve bu nedenle peptik ülserlerin çoğu midede ya da ince bağırsağın ilk parçası olan duodenum'da (oniki parmak bağırsağı) meydana gelir. Bazı durumlarda ösofagusun alt ucunda, çok ender olarak da duodenumdan sonraki bağırsak kesiminde oluşabilirler. Ancak, biz burada inceleme alanımızı peptik ülserlerin en sık görüldüğü mide ve duodenum ülserlerinde, yani gastrik ve duodenal ülserler üzerinde yoğunlaştıracağız.Peptik ülserler genel olarak haftalarca veya aylarca sürerler ve yarım ya da bir santimetre derinliğe varabilirler. Mukoza harap oldukça, ülserin tepe kısmında ölü hücreler birikir ve beyazımsı-sarı bir renk alır. Buna ülser kabuğu adı verilir. Ülserin daha derin tabakaları, dokunun kendini onarımı sırasında meydana gelen nedbe dokusundan oluşur.
Romatizma Tedavisinde Rehabilitasyon
Dinlenme
Arteritin aktif olduğu zamanlarda, örneğin romatizmal arterit durumunda doktor, tedaviyi daha kolay yapmak amacıyla hastasının bir hastaneye yatmasını isteyebilir. Evde ya da hastanede geçirilecek birkaç haftalık bir yatak istirahati, yalnız eklemler için değil, vücudun tümü için de yararlı olur. Bazı hastalar, boyun ya da sırt ağrıları yüzünden dinlenmeye gerek duyabilirler.
Eklemlerdeki iltihabın gerileme dönemine girmesinden sonra, hastanın giderek uzayan sürelerle yataktan kalkmasına izin verilebilir. Çok fazla ayakta durmaktan ya da uzun yürüyüşlerden genellikle kaçınmak gerekir. Hele hastalıklı eklemler kalça, diz, ayak bileği ya da ayak gibi hareketli bölgelerde ise, bu hareketleri yapmamaya dikkat edilmelidir. Hastanın dinlenmesini ve kendi kendine yapacağı alıştırmaları denetlemek üzere de bir fizik tedavi uzmanına ihtiyaç duyulacaktır.
Fizik tedavi
Arteritin akut aşamaları boyunca doktor, eklemlerin hangi pozisyonda tutulmaları gerektiği konusunda tavsiyede bulunacaktır. Söz konusu eklemler el, ayak bilekleri ve diz gibi eklemlerse, bunları korumak ve şekil bozukluğuna uğramalarını önlemek için destek tahtaları da önerilebilir. Destek tahtaları bazen yalnızca gece yatarken, bazen de, bilekte olduğu gibi, günboyu kullanılır. Boyun halkaları ve bel korseleri de bir tür destek tahtası görevi yapar. Eğilmiş eklemleri düzeltmede kullanılan seri sarmalama da yararlı bir yoldur.
Terapistin, hastasına önerdiği jimnastik hareketlerini de denetlemesi gerekir.Eklemler şişmiş ve ağrılıysa, terapist, hastanın iş görmeyen kaslarını harekete geçirerek eklemlerin eski hareket düzeylerine kavuşmasını sağlayacaktır. Arteritin ilaç tedavisiyle kontrol altına alınmasıyla birlikte, düzeltme hareketleri devreye sokulur.
Eklem İltihabı İlaçları, Eklemlerde İltihaba karşı ilaçlar
Ağrıları azaltmak tedavinin önemli bir parçası olduğuna göre, görevleri iltihapla savaşmak ve böylece ağrıları azaltıp şişkinlikleri indirmek olan ilaçlardan hemen hemen bütün hastalar yararlanabilir. Ne var ki, bu ilaçlar, hastalığın altında yatan nedenleri ortadan kaldırmaz.
İltihaba karşı ilaçlara en iyi örnek "aspirin"dir. Bu ilaç, başağrısı ve öbür önemsiz ağrılar için çok kullanıldığından, hastaların sık sık "doktor sadece aspirin yazdı!" diye söylendiğini duyarız. Ne var ki aspirin, yeteri kadar büyük dozlarla alınırsa, romatizmal arterit tedavisinde çok etkili olur. Hazımsızlık ve mide ülserinden şikâyetçi olanlarda yol açtığı yan etkiler rahatsızlık verici olabileceğinden, onların özel olarak hazırlanmış aspirinleri kullanmaları daha iyi olur. Yeni çıkan aspirin ve paracetamol karışımı bir sıvının bu tür yan etkilerinin daha az olması ihtimali yüksektir. Ne var ki, bu ilaçların, etkisini şu veya bu ölçüde gösteren bir dezavantajları vardır. Bunlar, mide ve bağırsaklardaki kan miktarının azalmasına neden olur ve vücutta demir eksikliği ya da anemiye yol açabilir. Ancak bu anemi türü demir tabletleri ya da iğneleriyle kolayca atlatılabilir.
Denemelerin, aspirin kadar iyi olduklarını gösterdiği başka ilaçlar da vardır. Bunlardan biri olan indomethacin, Indocid kapsülü, ya da fitil olarak kolaylıkla bulunabilir. Gece yatmadan önce alınıp daha sonra bir şey yenmezse, romatizmal arteritin sabahları vücutta yol açtığı tutukluğa karşı çok yararlı olur. Ancak, gün içine bölünmüş dozlarla da alınabilir. İlacın bazı hastalarda başağrısı, başdönmesi ve hazımsızlık gibi yan etkileri vardır.
Geçitiğimiz beş yılda iltihaplara karşı, bunların dışında da ilaçlar çıkmıştır. Bu ilaçlar, aspirin ve indo-methacin gibi, arteritlerin romatizmal biçimleriyle başka türlerinde ve romatizmaların tedavisinde kullanılır. Örnek olarak naproxen (Naprosyn tabletleri ve fitil halinde bulunabilir) ve fenoprofen'i (Fenoprofen tabletlerini) gösterebiliriz.
Corticosterodis, Eklem Hastalıkları İlaçları
Daha çok kısaltılmış adlarıyla (steroids) bilinirler ve kortizon türü ilaçları ihtiva ederler. Eklemlerdeki iltihabı azaltmada kullanılan en etkili ilaçlar bunlardır. Ağızdan alman prednisone ve prednisolone en sık salık verilenleridir. Ne var ki, steroidlerin, uzun süre yüksek dozlarla alınmalarının yarattığı ciddi yan etkilerin taşıdığı risk yüzünden, 10-15 yıl öncesine göre bugün daha az popülerdir ve artık daha dikkatli bir biçimde kullanılmaktadırlar.
Ancak, steroidlerin salık verildiği özel durumlar davardır. Eğer, prednisolone tabletlerinin dozu mümkün oluduğu kadar düşük tutularsa, yan etkilerin yaratabileceği risk azalır. Ne olursa olsun, bu tür hastaların bir "steroid kartı" ya da gördükleri tedaviyi gösteren başka bir şey taşımaları gerekir. Böylece, ciddi bir hastalık ya da kaza geçirmeleri durumunda kendilerine müdahale eden doktor, durumları hakkında bilgi sahibi olacak ve geçici bir önlem olarak kendilerine daha fazla steroid verecektir. Steroid tedavisi, vücudun kendi kortizon üretimini düzene koyduğu için, operasyondan önce yapılmalıdır. Aksi takdirde vücut, ihtiyaç duyduğu zaman gerekli kortizonu sağlayamaz. Arterit birdenbire alevlenebileceği için, hastalar, ilaç tedavisini birdenbire kesmemeleri gerektiğini bilmelidirler. Uzun bir süredir kullanılmıyorsa, doz mutlaka yavaş yavaş azaltılmalıdır.
Arteritlerin yukarda anlatılan ciddi etkileri ortaya çıkmaksızın sık sık kullanıldıkları bir durum vardır. Steroidlerin doğrudan doğruya ağrılı ekleme ya da iltihaplı telon kılıfına enjekte edilmesi, geçici fakat çok büyük bir rahatlık sağlar.
Uzun dönem etkili ilaçlar
Buna en iyi örnek gold'dur ve vücuda enjeksiyonla verilmelidir. Bu ilacın bir markası myocrisin'dir. 50 yıldan fazla bir süredir romatizmal arteritlerin tedavisinde kullanılan bu ilaç, yeniyetme müzmin arteriti olan çocuklara da verilmeye başlamıştır. İlacın vücutta yavaş yavaş toplandığı ve hastaların ilk enjeksiyondan sonra geçen ilk 10-12 hafta içinde hiç yararlanamadıkları bilinmekteyse de, doktorlar, ilacın vücutta nasıl çalıştığını tam olarak hâlâ ortaya çıkartamamışlardır. Hastalar ancak bu süre geçtikten sonra yarar görür. İltihaba karşı kullanılan ilaçların tersine, gold, yavaş ve kısım kısım etki yapar. Doktor, önce küçük bir deneme dozu verir, sonra, haftada bir olmak üzere 20 haftalık bir enjeksiyon programı uygular. Eğer her şey iyi gidiyorsa, enjeksiyonun uygulama aralığı değiştirilir, örneğin, bir aya uzatılır ve tedavi, hasta aktif arteritten kurtarılıncaya kadar sürdürülür.
Gold, hastaların aşağı yukarı üçte ikisinde iyi sonuç verir ve genellikle öbür tedavi biçimleriyle birlikte uygulanır. Hasta bir kez ilaca cevap verdikten sonra doktor öbür ilaçların azaltılmasına, ya da durdurulmasına karar verebilir. Eklemlerde zaten var olan zedelenme ve deformasyonları daha da artırmayacağı için, vücudun tedaviye cevap verip vermemesi o kadar da önemli değildir. Son zamanlarda, gold'un, aslında, çöküntüye uğramış eklemleri de iyileştirdiği konusunda tartışmalar yapılmaktadır ama, bu konuda kanıt bulmak zordur.
Romatizmal arterit tedavisinde kullanılan ve piyasaya son zamanlarda çıkartılmış daha başka uzun dönem-etkili ilaçlar da vardır. Bunlar, (marka adı Distamine olan) penicillamine ve (marka adı Imuran olan) azathioprine'dir. Bu ilaçlar, vücuda enjeksiyonla verilen gold'un tersine, tabletler halindedirler ve diğer bütün özellikleriyle gold'a benzerler; etkili hale geçebilmeleri haftalar sürer, tıpkı gold gibi hastalığın temelinde yatan nedenleri kontrol altına alıyormuş gibi görünürler. Tedavide başarılı olma oranları ve yan etkileri de, bunların ayrıca hazımsızlığa yol açmaları dışında, gold'unkilerle aynıdır. Bundan ötürü titiz bir tıbbi kontrol altında uygulanmaları gerekir ve hamile kadınlara tavsiye edilmez. Penicillamine çocuklar ve gençlere verilebilirken, azathioprine, taşıdığı jenetik tahribat riski yüzünden gelişme dönemindeki çocuklara verilmemelidir.
Cerrahi tedavi
Geçtiğimiz son 10 ya da 20 yılda cerrahi teknikler alanında büyük ilerlemeler gerçekleştirilmiştir. Yapay bir eklemin, elden ayaktan kesilmiş bir arteritliyi yeniden hayata döndürebildiğini herkes duymuştur. Fakat sözünü ettiğimiz ilerlemeler bunun çok ötesindedir. Cerrahın başlıca amaçları, genel olarak söylersek, aktif haldeki eklem iltihabını kontrol altına almak, şekil bozukluklarını önlemek ya da düzeltmek, harap olmuş eklemleri değiştirmek ve bütün bunların hepsinden önemli olarak, hastasının eski haline gelmesine yardımcı olmaktır. Ameliyat kararı, diyelim romatizmal arteritli bir hastanın ameliyat edilmesi kararı, tercihan fizik tedavi uzmanıyla cerrahın karşılıklı görüşmelerinden sonra alınmalıdır. Tek eklem, örneğin diz ya da bilek sürekli bir şekilde ağrıyor ve şişiyorsa, synovectomy (irileşmiş, iltihaplanmış eklem astarının değiştirilmesi) bir-iki yıl için önemli bir ferahlama sağlayabilir. Bu tür bir müdahalenin parmak tendonları üzerine uygulanması da yararlı olabilir; böylece tendon kılıfları temizlenecek ve parmaklar daha rahat hareket edebilecektir.
Şekil bozukluklarını, örneğin parmaklardaki şekil bozukluklarını önlemek ya da düzeltmek için çok değişik ameliyatlar yapılmaktadır. Bu ameliyatlarda ya tendon nakli, ya da tendon onarımı amaçlanır. Bilekte ya da ayak parmaklarında uygulandığı gibi, ağrıyı azaltmak için bazen küçük kemik parçacıklarının yerlerinin değiştirilmesi gerekebilir. Bunyon operasyonları kemiklerin nasıl törpülendiğine ve eklemlere nasıl yeni bir-biçim verildiğine iyi bir örnektir. Bazen de, artık işe yaramayan bir eklemi, bulunduğu yerde sabitleştirmek için, bilekte ya da dizde yapıldığı gibi, iki eklemi birbirine raptetmek gerekli olabilir.
Bu konuda söylenebilecek daha çok şey varsa da, son olarak, plastik ve metal eklemlerin, arteritten acı çekenlere yeni bir yaşama sevinci verdiğini söyleyebiliriz. Bu alandaki ilerlemeler zaman zaman gazetelere manşet haber bile olmaktadır. Yapay eklem konusunda bugüne kadar kazanılmış en büyük başarı, romatizmal, arteritli, osteoarteritli yada anklioza yol açanspondylitisli hastaların kalça eklemlerini yapay eklemlerle değiştirmek ve böylece bu eklemleri eski işlevlerine kavuşturmak olmuştur. Piyasada bundan başka diz, ayak bileği, omuz, dirsek, el bileği ve parmaklar için de yapay eklemler bulunmaktadır. Bu eklemler birçok durumda yalnızca birkaç tecrübeli doktor tarafından takılır.