Sosyal Fobi ve Agorafobi Nedir

Sosyal Fobi Nedir, Sosyal Fobi Forum

Sosyal fobi, bireyin sosyal ortamlarda ya da perfor­mans gerektiren durumlarda utanıp küçük düşeceğini dü­şünerek nedensiz yere korkması durumudur. Hatta sosyal fobisi olan birey toplum içinde yemek yeme, konuşma ve basit eylemleri yapmaktan bile kaçınır. Fakat sosyal fobi psikiyatride anksiyete bozuklukları içerisinde yer alır. Böyle kişiler toplum içerisinde herkesin kendisini izlediği­ni düşünür, grup içerisinde küçük düşmekten korkarlar, hatta aralarında el sıkışma korkusu bile duyanlar vardır. Sosyal fobisi olan kişiler toplumdan kaçınmalarından do­layı olduğundan çok daha vasat ve negatif algılanabilirler. Sosyal fobisi olan vakalarla görüştüğümüzde pek çoğu ilk ifadelerinde çocukluk çağında diğer çocuklara kıyasla da­ha mahcup, ürkek ya da içine kapanık olduklarını belirt-seler de bu konudaki asıl gerçek olarak sosyal fobileri olan kişilerin ebeveynlerinin çocukluklarında yaptıkları ufak tefek hatalar sonrasında dalga geçtiklerini bu hata­larını tekrar tekrar onlara hatırlatarak utandırdıkları iler­leyen terapiler sırasında ortaya çıkmıştır. Utangaçlığa kar­şı zaten bir eğilimi olan kişilerin bu zaafları aileleri tara­fından özellikle çocukluk çağında değişik zamanlarda ya­rı şaka yarı ceza niyetiyle tekrar edilerek daha da pekişti­rilmiştir. Türk toplumunda maalesef utandırarak öğretme ya da cezalandırma yöntemi hâlâ kullanılan, eski ve çok çeşitli psikiyatrik problemler üreten bir yöntemdir. Bu du­rum da onları sosyal izolasyona ve yalnızlığa kadar götü­rebilir. Bu kişiler otuz kırk yaşlarına gelseler bile sosyal fobileri yüzünden karşı cinsle iletişim kurmaktan şiddetle kaçınmaktadırlar ve evlenmeyi çok isteseler bile evlenme­den yaşamlarına devam etmek zorunda kalabilmektedirler. Oysa sosyal fobiler ilaç tedavisi ve destekleyici bir te­rapi yöntemiyle kolayca tedavi edilebilmektedir. (Sosyal fobi çözüm)

Sosyal fobi oranı erkek ve kadında aynı mıdır? Diğer fobiler daha çok kadınlarda görülürken sosyal fobinin hem erkek hem de kadınlarda eşit oranda görül­mesi dikkat çekicidir. Bu gibi kişiler özellikle başkalarının önünde yemek yemek ve içmekten hoşlanmazlar, örneğin bir fincan ya da bardağı tutarken ellerinin titreyeceğinden çekinirler. Bu yüzden terleyebilir, ağızları kuruyabilir ve kendilerine birisinin baktığını düşündüklerinde yutkunma­ları bile güçleşebilir. Bu yüzden yemek davetlerinden kaçı­nabilir, yolda bir başka yolcunun karşısına oturmaktan çe­kinir, patronunun karşısına çıkmaktan hoşlanmaz, hatta mayo ile ortaya çıkamayabilir.

Özellikle başkalarının karşısında çalışmak zorunda olan öğretmen, doktor, memur, sekreter gibi değişik mes­lek grupları bundan etkilenebilir. Bu şekilde davranan bir kişi mesleğinde ilerlemekte güçlük çekebilir, çünkü devam­lı hedefini küçültmek zorunda kalır. .

Sosyal fobisi olanlar doktora gitmekten de kaçınır. Derdini söylemez. Bu nedenle bu durumları uzun yıllar gizli kalabilir. Utangaçlık ya da çekingenlik zannedilerek de hoş görülmesi yoluna gidilebilir ama bu da tedaviyi ge­ciktirir. Uzun yıllar sosyal fobiden muzdarip olmak nede­niyle giderek depresyona giren, alkole yönelen kişilere de rastlanır. Bazı sosyal fobikler alkol etkisi altında biraz ra­hatlayabilir ve geçici bir süre farklı davranabilirler. Bazı kişilerin alkol alınca daha sıcakkanlı ve sempatik oldukla­rı düşüncesi bu gözlemlerden de kaynaklanmaktadır. (sosyal fobi belirtileri)

Oysa sosyal fobisi olan insanlar aslında başkaları ile tanışmak ve ilişki kurmak isterler. Fakat ellerinde olmayan nedenlerle bunda güçlük çeker ve kendileri de bundan ra­hatsız olurlar. Ancak bu durumu bilmeyen çevre, onların insanları sevmediği, suratsız olduğu gibi bir izlenime kapı­labilirler ki, bu da sosyal ilişkileri daha da bozarak kısır döngüyü artırır.

Bazı sosyal fobikler dış görünümleri ile çok uğraşırlar, estetik cerrahi uzmanlarına başvurarak burun, kulak, ya da karınları ile ilgili düzeltme ameliyatları için talepte bu­lunurlar. Bazı sosyal fobikler ise bunu belli etmemek için çeşitli davranış şekillerine başvurabilirler. Örneğin devamlı konuşma, bunlardan biridir. Böylelikle başkalarının tepki­lerini görmezden gelme yolunu seçmiş olurlar.

Agorafobi Nedir, Agorafobi Tedavisi


Fobilerin en yaygın görüleni olduğu tahmin edilmekte­dir. Oldukça rahatsız edicidir. Yunancada "pazaryeri" an­lamına gelen agora sözcüğünden türetilmiştir. Bu gibi kişi­ler genellikle büyük alışveriş merkezi, kalabalık dükkanlar ve pazaryerlerine, ya da otobüs gibi kalabalık ulaşım araç­larına girmekten kaçınırlar. Yalnız kalabalık yerler değil, tüne! ve asansör gibi hemen çıkması mümkün olmayan yerlerden de uzak dururlar.

Deprem Fobisi Nedir

Deprem Fobisi Nedir?

Yaşadığımız büyük depremler ve kayıplar sonrası bir­çok kişide ruhsal problemler belirdi. Deprem korkusunun sürekli zihinlerde yer alması hatta bazı kişilerin uzun süre­ler evlerine girememeleri, girseler de uykularının bozulma­sı gibi durumlarla karşılaşıldı. Çoğu kişi zamanla bu kor­kularını yenmeyi başardı. İşin ilginç yanı, burada deprem gerçek bir tehlike oluşturmaktadır ve aslında korkulması da mantıklı bir durumdur. Ancak sürekli korku gündelik yaşamla bağdaşmamakta ve kişinin gerekli tedbirleri elin­den geldiğince alsa da gündelik yaşama uyum sağlaması kaçınılmaz olmaktadır. Tabii depremin yol açtığı tek sorun fobiler değil. Bu kadar büyük bir felaket sonrasında insan ilişkileri de zarar gördü, ekonomik olanakları daralanlar oldu; büyük olasılıkla bu sarsıntının etkileri insan yaşa­mında artan evlilik sorunları, madde kullanımı, intiharlar gibi olumsuz olaylarda istatistiksel olarak bir artış şeklin­de de kendisini göstermiştir. Bunlar büyük felaketlerin halk sağlığına etkileridir. Çünkü bu gibi stres verici olaylar kişilerin zaten zor gerçekleştirdikleri psikososyal uyumla­rını bir kere daha sarsabilmektedir.

Deprem konusunu bir fobi biçiminde yaşamaya devam eden kişilerde çeşitli tedavi yolları denenmiştir. Bunlar içersinde en fazla yararlı olanın daha çok duyarsızlaştırma tipindeki yaklaşımlar olduğu görülmüştür. Deprem olgu­sunun fobi yaratmasının bir nedeni de yalnız yol açtığı ya­şamsal tehlike değil aynı zamanda da kişinin kontrolü dı­şında gelişen bir olay niteliği taşıdığından ruhsal bir tehdit de oluşturmasıdır. Çünkü birçok ruhsal bozuklukta ve bu arada fobilerde de kişinin dengesini bozan en önemli or­tak özellik kişinin kendi kendisini ve olayları kontrol ede­meme, yönetememe durumunda hissetmesi, bu şekilde ya­şamında kısa ya da uzun bir süre için bir özne ve belirleyi­ci unsur olduğu hissini kaybetmesidir. Bu his kişiyi derin­den rahatsız eder. Tedavide de kişinin kontrolü yeniden kendisinde hissetmesini sağlayan tedbir ve müdahaleler olumlu sonuçlar vermektedir.
Fobi ile travma sonrası stres bozukluğu arasında bir ilişki var mıdır?

Aşırı derecede stres veren olaylar, yani travmatik ya­şantılar karşısında kalıcı bir ruhsal bozukluk oluşabilmektedir. Buna travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) denilmektedir. TSSB 'nin başlıca belirtileri söz konusu olayı hatırlatan her şey karşısında şiddetli bir tepki verme, gündelik yaşamda duygusal olarak durgunlaşma ve olay­la ilgili anıların zihne sık sık girmesidir. Böyle bir durum­da olan kişi yaşadığı olayla ilgili her şeyden kaçacaktır. O yere gitmek istemeyecek, onu hatırlatan kişilerle karşılaş­mak istemeyecek, olayla ilgisi olmasa da kapı zili çalsa ya da gök gürlese bile her türlü uyaran karşısında reaksiyon verecektir. Bu gibi kişilerin durumu fobisi olanlardan farklıdır. Çünkü şikayetleri daha devamlıdır ve ayrıca duygusal olarak da bir yıpranma içersindedirler. Halbuki fobisi olanların şikayetleri sadece fobi ile sınırlıdır ki bu nedenle TSSB'si olanlara nazaran daha şanslıdırlar. An­cak bazı fobiler travmatik bir yaşantı sonrasında da orta­ya çıkabilir.

Risk almama davranışı ile fobi arasında ilişki var mı­dır?

Hayatta hiçbir şey kesin değildir. İhtimaller vardır. Bize düşen ihtimalleri görmek ve iyi bir risk analizi yapmaktır. Hiç risk alınmadan yürütülen fobik bir hayat doğal ki bir­çok bakımdan gelişmelere kapalıdır. Öte yandan doğru dürüst risk analizi yapmadan alınan kararlar da bizi zara­ra sokabilir, hayatımızı bir kabusa çevirebilir. Unutmaya­lım ki, fobik olmak da risk almamak için bir garanti değil­dir. Aşırı uçlar bir gün olup tersine dönmeye meyleder. Öyle ki, fobik bir kişinin ne zaman kontrfobik, yani ani­den tersine bir tutum göstereceğini bilemezsiniz. İnsanların risk alma konusundaki tavırları birbirinden farklılık göste­rir. Bazı görüşlere göre risk almaalmama davranışının ge­netik bir kökeni de vardır. Herkesin bu konunun farkında olması ve iyi bir analiz yapmanın, ihtimallerin önemini görmenin yararı konusunda uyanık olması gerekir.

Sinemada fobi konusu işlenmiş midir?

Korku filmleri sinemada başlı başına bir alan oluşturur.

Korkuyla karşılaşmanın zevk veren bir yönü olduğuna da­ir iyi bir örnektir bu. Ancak sinemada da korkuyu yarat­manın ve yaşatmanın birçok değişik yönü vardır. Savaş ve cinayet filmleri bunlara örnek sayılabilir. Bazen bir filmde korkutucu hiçbir sahne olmasa da yönetmen seyircide kor­ku yaratmayı ustaca becerebilir. Bu da korkunun somut nedenlerin yanı sıra psikolojik nedenlerle de oluşabileceği­ni bize gösterir. Bazı sporlar da kişiyi korkunun kenarına getirir. Örneğin kayak yapmak, dağcılık ve başka tehlikeli olabilecek sporlar kişiyi bu durumla karşılaştırır. Burada kişi tehlike ile yüzleşerek kendisine yeniden bir ayar yap­mayı öğrenmektedir. Nereye kadar risk alırsa tehlike za­rarlı olmaktadır, nereye kadarını ise kaldırabilmektedir. Esasen kişinin risk karşısında alacağı tavır kişiseldir, her­kesin risk taşıma ve problem çözme kapasiteleri farklı ola­bilir. Korku bir sinyaldir ve kişiyi bir kere daha düşünme­ye, analiz yapmaya, kendini ayarlamaya sevk etmektedir.

AİDS korkusu sık mıdır?

AİDS ortaya çıkana ve bilinene kadar böyle bir fobi ta­nımıyorduk. Ancak AİDS'in ortaya çıkmasını takip eden yıllarda çok sayıda kişide bu korkunun ortaya çıktığını gördük. AİDS özellikle cinsel ilişki ile bulaştığı bilinen bir hastalık ve eşcinsellerde görece yüksek oranda rastlanıyor. Cinsellik insan psikolojisi için özel önemi olan bir konu ve bununla ilişkili olarak AİDS fobisinin cinsel konulardaki korkularla da ilişkisi olabileceğini dikkate almak lazım. Tabii AİDS oldukça ağır seyreden, tedavisi güç bir hastalık olması nedeniyle de özel bir korku sebebi. Eşcinsellikle il­gili takıntı ve bilinçdışı korkulan olanlarda da böyle bir fobinin meydana gelebildiğini görüyoruz. Bunun yanı sıra tek gecelik ilişki yaşayan erkekler ve kadınlarda da za­manla bu korku gelişebilir. Bunun yanı sıra riskli hastalık­larla çalışan sağlık personelinde de AİDS korkusuna rast­lanmaktadır. AİDS ile ilişkili bir başka ruh sağlığı konusu da madde kullanımıdır. Özellikle enjektör kullanımı yolu ile eroin ve benzeri maddeler alanlar AİDS açısından risk altındadırlar. Dünyada AİDS sıklığının en yüksek olduğu gruplarından biri de madde bağımlılarıdır. Bu nedenle ki­mi zaman AİDS korkusu ile enjeksiyon korkusu, hatta yerlerde enjektör iğnesine rastlayıp basmak ya da benzeri bir temas yolu ile hastalık geçebileceği gibi korkulara da rastlanmaktadır.

Kuduz korkusu

Kuduz ve "kudurma" kavramları özellikle "akıl sağlı­ğını kaybetme", kontrolü kaybetme gibi konuları anım­sattığından özellikle korku nedenidir. Kudurma ve kuduz daha çok öfke kavramı ile birlikte düşünülür. Öfkenin de psikolojik problemler, kişiler arası ilişkiler ve nihayet fobi ile elbette ki bir ilişkisi vardır. Kuduz korkusu toplumu­muzda yaygın bir korku türüdür. Her ne kadar toplumu­muzda hayvan sevgisi giderek artmakta ise de günümüzde toplumun geniş bir kesimi evcil hayvanlara hoş gözle bak­mamakta ve korku ile yaklaşmaktadır. Oysa tıbbi olarak iyi bakılmış bir evcil hayvandan sağlık konusunda bir za­rar görmek mümkün değildir. Bu şekilde davranan kişile­rin bir kısmında söylemeseler ve öyle görmeseler de bir hayvan fobisi olduğunu düşünmek yerinde olur. Sıradan bir sokakta bir süre tasma ile köpek gezdirmek ne kadar çok kişide köpeklerden korku olduğunu göstermeye yeter.

Ergenlik Caginda Fobiler

Ergenlik çağında fobi

Genellikle ergenlik çağına gelen çocukların fazla bir so­run çıkartmadıkları görülür. Ancak rüzgar ekenin fırtına biçmesi örneğinde olduğu gibi çocuklukta yapılan hatalar ergenlik çağından sonra birkaç misli büyümüş olarak ço­cuğun ve ailenin karşısına çıkar. Ergenlik çağına giren bir çocuğa fiziksel olarak hakim olmak da çok daha güçtür. Onun için o yaşa gelene dek gözlenen sorunların nasıl ol­sa geçer düşüncesi ile üstü örtülü bırakılmaması uygun olur. Öte yandan, birçok ailede anne ve baba arasındaki sorunlar daha çok çocukların küçük yaşta olduğu evlilik­lerin ilk yıllarında hız kazanmakta, çocuklar üzerinde et­kili olmakta ancak evde süren kriz ortamı nedeni ile ço­cukların tepkileri gözden kaçmakta ve yardım sağlana­mamaktadır. Daha sonra ise evlilik problemleri hallolsa dahi çocukların yarattığı krizler de aile problemlerini ve evlilik krizlerini artıracaktır. Evde başka kişilerde bir psi­kiyatrik bozukluk bulunması da çocuklarda fobileri artı­ran bir konudur. Örneğin babanın aşırı derecede alkol iç­mesi, annede "sinir krizleri" ya da depresyon, hiperaktif bir kardeşin sürekli huzursuzluk yaratması gibi diğer psi­kiyatrik problemleri de gözden geçirmek ve varsa tedavisi yönüne gitmek gerekir.

Fobilerin neden olduğu çeşitli ruhsal bozukluklar

Depresyon: Fobisi olan kişilerde depresyona da sık rastlanır. Bazen da fobinin ilk başlangıcı bir depresyon dö­nemi sırasında olabilir, depresyonun iyileşmesinden sonra da devam eder. Bazen depresyona girince fobisi düzelen kişilere de rastlanır. Kimi zaman da depresyonun tedavisi fobinin de düzelmesine yol açar. Ama bu şart değildir. Ay­rıca tedavi gerektirebilir.

Yaygın anksiyete bozukluğu: Fobisi olan kişilerde sık rastlanan bir durum da devamlı olarak sıkıntı hissi içeri­sinde olmalarıdır. Yani fobi dışında bir yaygın anksiyete bozukluğunun da bulunmasıdır. Bu gibi kişiler günün hiç­bir zamanında rahatlayamazlar. Devamlı olarak kötü bir şey olacağı, kötü bir haber geleceği endişesi içersinde ger­gin bir bekleyiş yaşarlar. Bu durum baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık gibi bedensel belirtilere de yol açabilir

Panik atağı: Bazı fobi hastalarında panik ataklara da rastlanır. Bazılarında önce panik atağı başlar sonra fobi eklenir. Panik atağı olan kişilerde özellikle agorafobi daha fazla görülür.

Evlilik problemleri: Fobi ile gelen kişilerde sıklıkla evli­lik problemleri ile karşılaşılır. Bunda fobilerin gündelik ya­şamda yarattığı kimi zorlukların yanı sıra kişinin genel gerginliği sonucu çabuk sinirlenmesi de rol oynar. Özellik­le agorafobisi olanlar yalnız kakmamaları nedeniyle eşle­rine bağımlı davranışlar gösterebilir, kir korkusu yaşayan insanlar ise bu korkularına ev halkını da ortak edip onlar üzerinde kontrol sağlamaya çalışmaları nedeniyle gerginli­ğe ve bıkkınlığa neden olurlar. Fobileri olan insanların ko­lay rahatlayamamaları ve gevşeyememeleri nedeniyle eğ­lenme ve rahatlama dönemlerine uyum sağlayamamaları da aile ve grup içersinde uyumu bozabilir.

İnsan ilişkilerinde zorluklar: Kişinin kafasının fobileriyle meşgul olması dikkatini işine ve başka konulara verme­sini güçleştirebilir. Birlikte yaşanan ya da çalışılan insan­larla birlikte hareket etmekte çeşitli güçlüklere neden ola­bilir. Fobilerini ilgilendiren konularda bazı durumlarda ki­şinin gereksiz yere kararsız kaldığı, yavaş davrandığı dik­kati çekebilir ve birlikte iş yapanları sinirlendirebilir.

Cinsel problemler: Hastalık kapma fobisi, cinsel ilişki­den korkma gibi bazı fobiler doğrudan cinsel işlev bozuk­luğuna neden olabilir.

Alkol ve madde bağımlılığı: Fobilerin ve benzeri du­rumların yol açtığı en büyük problemlerden biri kişinin rahatlama ve gevşeme amacıyla alkol kullanmaya başla­masıdır. Örneğin sosyal fobisi olan ve insanlara açılmak­tan çekinen bir kişi bunu alkol etkisi altında daha rahat yapabildiğini gördükçe bu yola daha çok başvuracaktır. Bu ise onu zamanda alkolik hale getirebilir. Diğer keyif ve­rici maddeler için de aynısı geçerlidir. Buna karşılık yine rahatlama amacıyla alınan bazı ilaçlar bağımlılık yapabi­lir. Çünkü etkileri zamanla azaldığından daha yüksek doz­lara çıkılması gerekir. Hiç alınmadıklarında da eksiklik be­lirtileri ortaya çıktığından bu sefer de ilaç bağımlılığı kişi­nin birinci derece sorunu haline gelir.

Başka psikiyatrik hastalıklar fobi ile başlar mı? Aslında bazı psikiyatrik sorunların fobi oluşumundaki rolü bilinmemektedir. Bazen şizofreni ve benzeri ağır ruh­sal rahatsızlıklar fobi ile başlar sonradan diğer belirtilerin eklenmesi ile kendisini tam olarak ortaya koyar. Ancak deneyimli bir psikiyatrist bu durumu önceden fark edebi­lir. Çünkü bu gibi durumlarda fobilerin yanı sıra diğer hastalığın bazı öncü belirtileri de olacaktır. Örneğin hasta­nın şizofrenisi varsa fobilerin yanı sıra etraftan şüphelen­me, içe kapanma, performansında azalma, gerçek dışı ki­mi konuları dile getirmeye başlama gibi özellikler görüle­cektir. Ya da depresyonu varsa uykusu ve iştahı bozula­cak, halsizlik, iş yapmak istememe gibi şikayetler ortaya çıkacaktır. Bu durumda fobinin tedavisinden çok esas problemin tedavisine yönelmek gerekir. Çünkü psikiyatri de temel prensip birlikte bulunan birkaç hastalık olduğun­da tedaviyi en ağır olanına doğru yönlendirmektir. Çoğu zaman daha ağır olan durumun tedavisi beraberinde olan daha hafif durumun düzelmesini de sağlayacaktır.

İçe dönük kişilik ile sosyal fobi ayrı şeyler midir?

Bu iki konu birbirine çok karışır. İçedönük kişiler in­sanlarla görüşmeyi pek sevmezler bundan rahatsızlık da duymazlar. Başkalarına ilgileri azdır. Yalnız başlarına ya­şamayı severler. Öte yandan, sosyal fobisi olanlar ise aslın­da insanlara ve dış dünyaya ilgi duymakta ve onlarla te­mas halinde olayı istemektedirler. Başkalarının kendileri hakkındaki kanaatlerine duyarlıdırlar. Fakat eleştirilmek­ten korktukları için kendilerini ortaya koyamazlar, ancak fırsatlardan faydalanmaya çalışırlar. İçedönüklük konu­sunda ilaç tedavileri pek etkili olmazken sosyal fobi psiko-terapinin yanı sıra ilaçla da tedavi edilebilmektedir. Bu da onun bir kişilik özelliği olmayıp gerçekten bir fobi olduğu gerçeğini desteklemektedir.

Fobilerin Etkileri

Fobilerin Etkileri

Fobilerin yakın çevre üzerinde etkisi nedir?


Fobileri olan bir insan o konularda ister istemez ben merkezci bir durumdadır. Gerekirse, başkalarının da kendi tercihlerine uyum sağlamasını ister. Örneğin fobileri olan bir anne, çocuğunun da bu korkulara göre hareket etmesi­ni isteyebilir, agorafobisi olan bir kadın yalnız bırakılma­mak ister, hastalık fobisi olan adam doktordan buna göre aşırı ayrıntılı bir inceleme bekler, kir fobisi olan, eve giren çıkanların kir taşımamaları için bir dolu törene riayet et­mesini talep eder vb. Kimi durumlarda fobisi olan kişi ile yaşamak güçleşebilir. Fobik kişiler bunu çevrenin bilmesi­ni çok da istemediklerinden bu taleplerini bazen dolaylı bir şekilde dile getirebilirler. Örneğin sosyal fobisi olan bir koca, karısının ve diğer aile bireylerinin talebine rağmen normalde bulunmaları gereken bir davetten kaçınabilir ama bunun gerçek nedenini itiraf etmeyebilir.

Bazı fobiler deyim yerindeyse salgın etkisi yapabilir deniliyor bunu biraz açabilir miyiz?

Evet, çünkü bir kişinin korkusu, içinde bulunduğu grup­taki aynı ya da benzeri korkuları da alevlendirebilir. Grup­ça paylaşılmış korkulara da rastlanabilir, örneğin bir grup kişinin hep birlikte cinden, periden, hayaletlerden korkma­sı gibi. Özellikle o insan grubunda konu ile ilgili kültürel folklorik kimi inançlar var ise bu, durumu kolaylaştırabilir. Günümüzde iletişim araçları eskisine göre çok daha fazla gelişmiştir. Cep telefonu ve internetin yanı sıra belirli insan­ların bir araya geldiği "facebook" ya da eposta mektuplaş­ma grupları gibi araçlar belirli düşünce ve duyguların, bil­gilerin, haberlerin büyük bir hızla yayılmasına yol açabil­mekte ve kimi zaman önceden düşünülemeyen sonuçlara dahi götürebilmektedir. Dolayısı ile eskiden ancak kırsal alanlarda, dışa kapalı köylerde görülen korku salgınları şimdi tam tersine iletişimin çok geliştiği, teknolojinin kulla­nıldığı alanlarda yayılma tehlikesi göstermektedir. Örneğin beslenme ve sağlıkla ilgili korkular sadece tek bir kişinin hastalık hastası olmasından çıkmakta, gazetelerde ve yayın organlarında topluca işlenilen konulara dönüşmektedir. Günümüzde sağlıklı beslenme, diyet gibi konular çok ilgi çekmekte ve bu konularla uğraşan kişiler arasında tüm toplumda ün yapan, popüler, sözü dinlenilen kişiler ("guru"lar) ortaya çıkmaktadır. Oysa birçok kişinin bu tavsiye­leri tam olarak yerine getirmesi mümkün olmadığı gibi ço­ğu zaman verilen bilgiler de zaman içersinde çelişmekte, bu da korkuyu yatıştıracağına artırmaktadır. Bir başka örnek olarak bir uçak kazası bir anda tüm ayrıntıları ile birlikte gözümüzün önüne getirilmekte ve uzun süreler tartışılmak­tadır. Bu gibi dönemlerde uçağa binme korkularının top­lumda artıp artmadığının araştırılması ilginç olabilir. Tabii bu gibi olaylar ve durumlar bizim mesleki uygulamalarımız çerçevesinde karşımıza gelen insanlarda bireysel olarak et­kili olmakta ve bizler bu durumu gözlemekteyiz.

Buna karşılık eskiden korkulan ya da normalde korku­lan bir takım durumlara ise giderek toplu halde alışmakta­yız. Yani korkunun, ya da gerçekçi biçimde korkulması gereken kimi konuların bir "negatif salgın" biçiminde top­luca inkara uğraması, bunlara alışılması ve giderek gör­mezden gelinmesi de yaygın bir durumdur. Yine iletişimin artması bunda bir rol oynamaktadır. Herkesin inkar ettiği ya da önemsemediği bir durum bizim için de korku ol­maktan çıkabilmektedir. Buna en tipik örnekler deprem ve savaş konuları olabilir. Deprem, özellikle İstanbul'da ve Türkiye'nin birçok yerinde gerçek bir tehlike durumunda­dır. Fakat biz topluca bunu inkar etmekteyiz. Mademki yüz binlerce insan bu tehlikeye rağmen normal yaşamını sürdürmekte, demek ki bu tehlike o kadar da büyük değil diye düşünmekteyiz. Yoksa kendi başımıza karar versek herhalde hiçbirimiz deprem tehlikesi bulunan yerlerde bir gün bile yaşamaz, başka ortamlar arardık. Çünkü ölüm tehlikesinden daha büyük bir tehlike olamaz. Günümüzde giderek savaş görüntülerine de alışmaktayız. Oysa savaşın korkunçluğu en fazla içinde yaşayanlarca fark edilmekte­dir. Ama mademki tüm dünya her şeye rağmen savaşa de­vam etmekte ve bunu seyretmekte, öyleyse bu durum ya­şamın parçasıdır diye düşünmeye başlamaktayız. Sonuç olarak sadece korkular değil korkuların inkarı da salgın yapabilmektedir.

Çocukların fobileri karşısında aileler ne yapmalı? Özellikle çocuklarda görülen fobiler anne ve babanın özel ilgisini gerektirecek duruma gelebilir. Örneğin okul korkusu olan bir çocuk, uzun süre aileyi çaresiz bırakabilir. Başlangıçta anne ya da baba, çocuğu okula kendisi götüre­rek bu problemi halletme yoluna gitse de çocuk anne ve babanın sürekli olarak kendisiyle kalmalarını isteyerek aksi halde sıkıntı krizleri geçirerek, onları çaresiz bırakabilir. Ya da karanlık korkusu nedeniyle yalnız başına yatmaktan korkan bir çocuk, anne ve babayı sürekli kendisi ile ilgilen­mek zorunda bırakabilir. Bu gibi durumlara aşırı biçimde uyum göstermek ise problemi küçültmez aksine sürmesine ve artmasına neden olur. Fobik kişi çocuk da olsa, büyük de olsa korkusu hep ön planda olduğundan, zorlanmadık­ça o korkuyu yenme yönünde davranış geliştirmez, onun yerine başkalarını ona uydurmaya çalışır. Onu, korkusunu yenmeye zorlamak daha yararlı bir tutumdur. Bunu başar­dığında kendisi de memnun olacak ve korkusu ile ilgili utanç ve benzeri olumsuz duygularından kurtulacaktır.

Hastalik ve Kir Fobisi Nedir

Hastalık fobisi

Birçok kişi kendisinde ağır, bulaşıcı ya da iyileşmeyecek bir hastalığın bulunduğu korkusunu taşır. Bu korkular arasında cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korkma önde gelir. Örneğin belsoğukluğu ve benzeri, özellikle virütik hastalıklardan korkma, AİDS bulaşacağından korkma sık görülür. Bu hastalıkların enjeksiyon, tükürük ya da benze­ri bir yolla bulaşmış olabileceğinden korkanlara da rastla­nır. Bu kişiler bedenlerindeki en ufak bir işareti bu yönde yorumlarlar. Bazı kişilerde bu kanser korkusu biçiminde olabilir. Fobisi olan kişilerde genellikle de bir hastalığa karşı korku olur. Eğer bilinmeyen hastalıklar ya da genel bir korku söz konusu ise o zaman fobi yerine "hipokondriyaklık" (hastalık hastası olma) kavramından söz edilir.

En yaygın fobiler hangileridir?

Fobilerin sıklığı konusunda genel olarak yaklaşık tah­minler söz konusudur. Çünkü eskiden yapılmış çalışmalarda çoğu zaman farklı fobi tipleri arasında bir ayrım yapıl­mamıştır. Fobik bireyler genel olarak çok fazla yardım aramadıkları için klinik değerlendirme sistemine çoğu za­man girmezler. Genellikle fobik uyaranla karşılaşma ihti­mallerini düşürerek günlük hayatlarına devam ederler. Sa­dece mesleki işlevselliğini büyük ölçüde etkilediğinde ya da gündelik yaşamında ciddi sorunlara neden olduğunda yardım talep ederler. Gerçek fobiler de bazen klinik açıdan öteki psikiyatrik hastalıklarda görülen fobi benzeri belirti­lerle karışabilmektedir.

Çocuklarda korku hemen her yaşta görülse de özellikle okul öncesi dönemde biraz daha yoğundur. Çocuklardaki korku yaşantıları yüzde 8-40 olarak farklı çalışmalarda bildirilmiştir. Çocuklardaki fobi sıklığı ise yine farklı çalış­malarda yüzde 2,5-7 oranlarında değişmektedir. Yetişkin­lerde ise basit fobilerin 6 aylık tahmini prevelansı yüzde 4-8 oranlarında bildirilmektedir.

Kir fobisi

Bazı insanlar kirli bir şeye dokunmaktan ya da her­hangi bir yerden kir sıçramasından çok korkarlar. Kirli olarak bilinen yerler ve nesneler genellikle çok sayıda ki­şinin girip çıktığı, dokunduğu nesne ve yerlerdir. Bu du­rum her ne kadar kirden korkma olarak yaşansa da aslın­da temizlik obsesyonu ile iç içedir. Temizlik obsesyonu, yani takıntısı her şeyin tam ve mükemmel biçimde temiz olması isteği biçiminde yaşanır. Dolayısı ile temizlik ob­sesyonu kir korkusunu besleyen bir şeydir. Temizlik ob-sesyonunun kir korkusundan farkı şudur: Kişi daha ziya­de kirlenme sonucu ortaya çıkacak durumun sonuçları ile ilgilidir. Örneğin kişi ellerini uzun süre tekrar tekrar yıkayabilecek midir? Bu konuda garanti verilirse birçok te­mizlik obsesyonu olan kişi kirli nesneleri elleyebilir ama ellerini yıkamasına mani olunursa sıkıntı duyar. Halbuki fobik olan kişiler korktukları objeye hiçbir şekilde yaklaş­mak istemezler. Bir başka fark ise şudur: Obsesyonu olanlar konu etrafında birçok düşünce geliştirirler. Konu hakkında ortaya çıkan en ufak bir farklılık onların dü­şünceleri ve alacakları tedbirler konusunda birçok deği­şikliğe yol açar. Halbuki fobikler konu etrafında fazla ye­ni fikir ve evham üretmezler.

Kir bulaşacağından korkulan yer ve nesneler arasın­da özellikle tuvaletler ve onunla ilgili yerler (kapı sapı), herkesin temas ettiği kağıt ve metal paralar, ayak bası­lan yerler, hastane gibi mikrop ve insan artıklarının bu­lunabileceği yerler kir fobisinin en çok konu aldığı du­rumlardır.

Paradoksal bir şekilde kir fobisi olan insan her ne ka­dar hep temizliğe ulaşmak çabasında ise de gece gündüz kir fikri ile uğraşmak zorunda kalır ve hayatı temizlikten daha çok kir konusu ile işgal edilmiş olur. Hatta denebi­lir ki aslında birçok kir korkusu ya da temizlik obsesyo­nu olan insan arzuladığı bu duruma bir türlü ulaşamaz. Hep ayrıntılarla uğraşırken bütünü gözden kaçırır. Tam bir organizasyon yapmak isterken başarısız olur ve iste­diğinin tam tersine bazı konularda dağınık, hatta kimi zaman yeterince temiz olmayan düzenlemeler içersine girdiği görülür. O nedenle kir korkusu ya da temizlik ob­sesyonu sahibi olmak mutlaka temiz olmak anlamına gelmez. Bu tür korku ve takıntıları olmayan insanlar da temiz ve düzenli olabilir, sağlıksız ortamlardan kaçınıp gündelik yaşamlarına kir bulaşmasını uygun ölçüde en­gelleyebilirler.

Kan Gorme ve İgne Fobisi

Kan görme ve Enjeksiyon (İğne) Fobisi

Doktora ve hastaneye gitmekten kaçınmaya yol açar. Diğer fobilerden farklı olarak sadece korku yaratmakla kalmamakta, kolaylıkla bayılmaya ve tansiyon düşmesine neden olmaktadır. Diğer fobilerde genellikle kalp atım sa­yısı artarken kan görme fobisinde tam tersi olmaktadır. Doktor müdahalesinden önce bu tür durumu olan kişile­rin söylemelerinde yarar vardır. Bazı müdahalelerin bu yüzden yatar vaziyette yapılması, tansiyon düşmesini önle­mek için bacakların biraz yüksekçe yerleştirilmesi gereke­bilir. Aslında bu korkular bedenin zarar görmesi ve yara­lanma endişeleri ile akrabadır.

Dismorfofobi

Dismorfofobi kişinin kendi bedenindeki bir özellik ne­deniyle utanç verici bir duruma düşeceği, başkalarının bu nedenle kendisine dikkatli gözlerle baktıkları ve rahatsız oldukları gibi düşüncelerle birlikte giden, kişi için son de­recede rahatsızlık verici bir durumdur. Dismorfofobi çeşitli şekiller alabilir. Örneğin vücudunun kötü bir koku yaydığı ve insanları rahatsız ettiği ya da burnunun özel bir şekli­nin insanların dikkatini çok fazla çektiği gibi değişik ta­kıntıları oluşabilir. Bu durum derin bir utanma tepkisine yol açar ve kişi toplum içerisine girmekten bu nedenle ka­çınır. Bu yüzden okulunu terk eden üniversite öğrencileri vardır. Tedavisi her zaman kolay değildir, fobiler içersinde en dirençlilerden biridir.

Yükseklik fobisi

Kışı kule, gökdelen gibi yüksek binaların üst katlarına çıkamaz, pencereden aşağı bakamaz. Buna giriştiğinde baş dönmesi, kalp çarpıntısı, sık sık nefes alıp verme gibi be­densel belirtilerle beraber büyük bir sıkıntı ve korku hisse­der. Bu kişiler çoğu zaman giriş ya da girişin bir üst katın­da oturmayı tercih edebilmektedir.

Uçuş fobisi

Uçağa binme fikri bile bu tip kişileri çok rahatsız eder. Uçuş anına ve uçağa binmeye yaklaştıkça bu sıkıntı artar. Hiç binemeyip seyahatten vazgeçebilir kişi. Bu nedenle bü­yük sıkıntılara katlanıp yine de uçmaktan uzak duran kişi­ler vardır. Birçoğu mecbur kalınca kuvvetli bir alkollü içki içerek ya da sıkıntı çözücü bir ilaç alarak bu anı atlatmaya çalışır. Oysa uçuş fobisi tedavi edilebilmektedir. Ancak bu­na rağmen birçok kişi bu korkusundan kimseye pek söz etmez ve kendi kendine tedbir alarak ya da sıklıkla uçak yerine başka ulaşım yollarını tercih ederek yaşamını sür­dürür. Ancak birçok kişi özellikle iş hayatının gereklilikleri karşısında zor durumda kalarak tedavi için başvurmak zorunda kalmaktadır.

Asansöre binme fobisi

Agorafobinin bir cinsidir. Çoğu kişi asansöre yalnız binmekten korkar. Yanında bir kişi daha varsa bu korkusunu yenebilir. Burada esas korku kişinin bu kapalı me­kanda bir yardıma gereksinim olduğu anda bunu bulama­yacağı endişesidir. Panik bozukluğunun bir komplikasyonu olarak ortaya çıkabilir.

Yüz kızarması fobisi

"Eritrofobi" olarak da adlandırılır. Gerçekten de yüz kızarması, kontrol edilemeyen ama herkesçe fark edilen bir durum olduğundan bu gibi kişiler için çok rahatsızlık verici olur. Hatta, bu korkunun kişinin aklına gelmesi da­hi yüz kızarmasının ortaya çıkmasını sağlayabilir.

Disci Fobisi ve Ozgul Fobi Nedir

Basit özgül fobi

Önceki adı basit fobi olan özgül fobi, zararsız olduğu etkilenen kişi tarafından bilinen nesne ya da durumlardan korkma olarak tanımlanır. Fobik bireyler korktukları du­rumun tehlikesiz olduğunu bilmelerine rağmen fobik bir uyaranla karşılaştığında yoğun ve şiddetli korku tepkisi göstermektedir. Bu yoğun ve şiddetli korkular yaşanan du­rum açıklanamadığında ve iradi olarak denetlenemediğin­de ve korkulan durumlardan kaçınmaya yol açtığında fo­biye dönüşmektedir.

Diş hekimi fobisi

Türkiye'de özellikle diş hekimine gitmekten korkma oldukça yaygındır. Bu korku bir yandan ağrılı bir müda­hale yapılacağı endişesinden kaynaklandığı gibi, diş he­kimlerine yönelik yaygın bir güvensizlik de yapılan epidemiyolojik çalışmalarda dikkati çekmektedir. Bu güvensizlik genellikle diş hekiminin hastanın isteklerini dikkate al­mayacağı, müdahaleye bir kez başlayınca durdurulamaya-cağı gibi çeşitli önyargılar çevresinde oluşmaktadır. Öte yandan ağız bölgesinin kişinin psikolojisi açısından önem taşıyan yüzünün en merkezinde yer alması bu bölgeye mü­dahale edilmesinin bazı hassas kişileri rahatsız edebildiği görülmektedir. Özellikle yakın insan ilişkilerinde travmatize olmuş, olumsuz anılara sahip kişiler bu tür müdahalele­ri daha zor tolere edebilmektedirler. Diş hekimlerinin böy­le hastalarını ayırt etmeleri ve özel bir itina göstermeleri kaçınılmaz bir gerekliliktir. Diş hekimi korkusunun teme­linde de daha önce başarısız bir müdahaleye maruz kal­mak da yatabilir.

Doktor ya da psikiyatrist fobisi de var mıdır?

Doktor ya da psikiyatrist bir yerde rahatlama için gidi­len kişilerdir. Ancak her zaman için bu tür konular kişide bir miktar korku yaratır. Çünkü belki de konuşmaya hazır olmadığı şeyleri konuşmak zorunda kalacak mıdır? Yar­dım isteyecek kişi anlayışlı biri midir? Anlattıklarını nasıl karşılayacaktır? Özellikle ilk kez gidildiğinde böyle hisset­mek kaçınılmazdır. Doğal ki, bu gibi konularda kişi her tanıştığı ve başvurduğu psikiyatrist ile anlaşamayabilir, is­tediği işbirliğini tutturamayabilir. Bu da normaldir. Ve eğer tutturulamıyorsa elbette daha iyi anlaşabileceği bir profes­yoneli arayacaktır. Bu nedenle ilk kez görüşmeye gelenle­rin çoğu akıllarındaki her konuyu doktora anlatmazlar. Zamanla güvendikçe, yeri geldikçe konular belli bir sıra dahilinde konuşulur. Bazı konulardan ise kişi kendisi de korku duyduğundan doktoruna güvense bile hemen anla­tamaz, çünkü düşünmek istemez, hatta geçici olarak unu­tur. Fakat kendi hakkında konuşmak her zaman iyi bir egzersizdir ve kişiyi ilerletir, korkularından arındırır, sosyal hayatta da daha başarılı hale getirir. Daha çok başarısız tıbbi müdahalelere maruz kalan kişilerde doktor fobisi gö­rülmektedir.

Fobi Nedenleri

Fobilerin altında yatan nedenler nelerdir?

Fobilerin nedenleri biyolojik ve psikolojik olabilir. Ge­netik ve hatta evrimsel olarak verili kimi özellikler fobile­rin oluşumunu desteklerken, psikolojik savunma mekaniz­malarımız, başkalarından görerek öğrendiklerimiz, çeşitli Şartlanmalar fobilere kaynaklık edebilir. Bazı fobiler ise kaynağını travmatik yaşantılardan, yaşamın erken dönemlerindeki güvensiz bağlanma ilişkilerinden alıyor olabilir.

Şartlanma, psikolojide çok önem verilen bir konudur. Kişi yaşadığı olumsuz bir yaşantıyı bilinçaltı olarak her za­man yaşayacağını zannederek genelleme yapar. Bu da ona karşı bir korku geliştirmesinin nedenidir.

İnsan yaşamı için bir başka temel konu da bağlanma konusudur. Her canlı doğuşundan itibaren bağlanma eği­limleri taşır. Hayvanlarda da bu çok belirgindir. Bir bakı­ma, bağlanma duygusu büyüme ve gelişme için gereklidir. Bağlanmanın çeşitli şekilleri olabilir. En sağlıklı bağlanma şekli güvenli bağlanmadır. Böyle ilişkilerde canlı kendisi­nin terk edilmeyeceğinden ve düşmanlık görmeyeceğinden emindir. Güvenli bağlanma için bağlanılan kişinin tutarlı davranışlar sergilemesi, davranışlarında çelişkiler sergile­memesi, korku yaratmaması gerekir. Ayrıca empati yapa­bilme, uygun ve çeşitlilik gösterebilen yüz ifadelerine sahip olma gibi başka özellikler de güvenli bir bağlanma ilişkisi­nin oluşmasına yardımcı olur.

Fobiler ve psikanaliz

Fobiler psikanalitik olarak nasıl açıklanmıştır? Psikanaliz kişinin farkında olmadığı ama savunma mekanizması olarak çalışan kimi ruhsal mekanizmaları konu alır. Gerek normal insanın psikolojisini, gerekse fo­bi dahil çeşitli ruhsal bozuklukların mekanizmalarını açıklamada kullanılmıştır ve elden geldiğince tedavide de yararlanılmaya çalışılmaktadır. Kuşkusuz ki, insan çok karmaşık bir varlıktır ve birtakım psikolojik mekanizma­ların açıklığa kavuşturulması da iyileşmeyi mutlaka sağ­lamamaktadır. Ancak yine de psikanalitik düşünce, kişi­nin durumunu anlamada ve çıkış yolunu bulmada yararlı prensipler getirebilir.

Fobilerin psikanalitik yönden de açıklamaları yapılmış­tır. Şöyle ki, insanda korkunun psikanalitik açıdan dört belli kökeni vardır: Birincisi kişinin vicdanı karşısında duyduğu korkudur. Yaptığı ya da yapmayı düşündüğü davranışlar, duygular, düşünceler ve istekler dahi kişinin vicdanı ile çeliştiğinde anksiyete duygusuna neden olur. Bazı kişilerde sıkıntı ve korkuların temelinde böyle bilinç-dışı ama iç çelişki yaratan istekler yatar. Buna psikanalizde "üst benlik anksiyetesi" denir. Başka bir durum da kişinin vücutça yaralanacağı, bir vücut organını kaybedeceği ya da hastalanacağı endişesidir ki, bu da temel bir korkudur. Psikanalizde buna "kastrasyon anksiyetesi" denir. Üçüncü bir köken ise "ayrılma anksiyetesi"dir. Bazı insanlarda bu­na karşı hassasiyet vardır ama her insanda ayrılık az çok nahoş duygulara yol açar. Dördüncü bir şekil ise "yok ol­ma anksiyetesi" olarak bilinir ki, buna egzistansiyel korku da denir. Son bir şekil de "id anksiyetesi "olarak bilinir ki, kişinin dürtülerini kontrol edemeyeceği biçiminde yoğun bir sıkıntı yaşaması ile karakterizedir. Bu beş temel korku değişik fobilere yol açabilir. Örneğin kastrasyon anksiyete­si hastalık fobisine yol açarken, ayrılma fobisi agorafobi­ye, id anksiyetesi "delirme" fobisine yol açabileceği gibi her bir korku türü de yer değiştirerek her türlü fobi için temel oluşturabilir. İşte tedavide de korkuların bu asıl kö­kenleri hastayı doğru anlamaya ve ona uzun vadede yar­dımcı olmaya katkıda bulunur.

Kimler fobik insanlardır?

Titiz ve takıntılı bir karaktere sahip olan insanlar, sos­yal fobik ve iletişim güçlüğü içersinde olanlar, travmatik geçmişi olan kişiler, uyaran azlığı içersinde yaşayan, yani yaşamlarını zenginleştirecek çeşitli olay, kişi ya da bilgilerden yeterince yararlanmayan insanlar fobik olmaya aday­dırlar. Bir de bunlara uyum güçlüğü çeken insanları kata­biliriz.

Fobilerle birlikte seyreden psikiyatrik rahatsızlıklar hangileridir?

Fobiler pek çok psikiyatrik hastalıkla komşuluk göste­rir. Bunların bazıları fobilerin oluşmasında rol oynar, bazı­ları ise fobiler sebebiyle, bir komplikasyon olarak ortaya çıkar. Bazı hastalıklar ise fobi gibi gözüküp daha kapsamlı bir psikiyatrik hastalığı arkasında gizler. Psikiyatristin gö­revi bunların gerçeğinin ne olduğunu tespit etmek ve teda­viyi ona göre düzenlemektir. Örneğin fobilerin en fazla ya­kınlık gösterdiği hastalık grubu obsesyonlar ve panik ve yaygın anksiyete gibi anksiyete bozukluklarıdır. Hatta bunların hepsine birden anksiyete grubu hastalıklar da de­nir. Çünkü hepsinde anksiyete yani sıkıntı ve korku ön plandadır. Obsesyonlar zihne giren, istenmeyen fakat zih­ne girmesine engel olunamayan sıkıntı yaratıcı düşünceler­dir. Örneğin iyi eğitimli ve kibar bir kişinin sık sık içinden küfür etme isteğini duyması gibi. Ya da cevabı verilemeye­cek anlamsız bir soru da bir obsesyon şeklinde akla takıla­bilir, örneğin sandalyenin neden üç değil de dört bacağı vardır gibi. Bazı kişilerde böyle obsesyonlar fobilerle bir­likte bulunur, tedaviyi güçleştirirler. Her iki hastalık ara­sında genetik bir bağlantının olabileceği de düşünülmekte­dir. Ancak kuşkusuz obsesif ya da fobik bir anne ya da ba­banın çevresinde yetişen bir çocuğun bu takıntı ve korku­ları öğrenme yolu ile de edinmesi mümkündür.

Bir başka komşuluk da agorafobi (yalnız kalamama) ile panik bozukluğu arasındaki ilişkidir. Pek çok kişide ön­ce panik bozukluğu ortaya çıkar, sonra da yeniden panik atağı geçireceği ve o sırada yardım alamayacağı endişesi ile yalnız başına kalmaktan (örneğin asansöre binmek, ev­de yalnız başına kalmak vb.) ya da kolay çıkamayacağı bir yere girmekten (kalabalık bir pazaryeri ya da konser salo­nunda bulunmak gibi) kaçınır böylece agorafobik olurlar.

Bazı kişiler sosyal fobinin yol açtığı sürekli olarak ken­dini kısıtlama ve utanç hisleri nedeniyle ya da örneğin agorafobinin yol açtığı sürekli başka kişilere bağımlı olma zorunluluğu nedeniyle kendilerini giderek kötü hissederler. Eğer bir tedaviye başvurmazlarsa bu durum giderek bir depresyonla sonuçlanabilir. O zaman psikiyatriste depres­yonun yol açtığı karamsarlık, ümitsizlik, uykusuzluk ve sürekli bunalma yakınmaları ile başvurulur. Depresyonun tedavisi, psikiyatristin altta yatan böyle bir kronikleşmiş fobik durum varsa onu da fark etmesi ve tedavi etmesi, ki­şiyi eskisinden daha iyi bir durum getirir.

Daha ender olarak ise daha ağır bir hastalık kendisini fobinin arkasına saklayabilir. Özellikle genç yaşlardaki ki­şilerde başlayan bir psikotik bozukluk önce sadece görü­nüşte fobik bazı belirtilerle başlayabilir. Sonradan şüpheci­lik, aşırı alınganlık ve düşünce bozukluğu gibi daha ağır belirtilerin ortaya çıkması ile kendini belli eder ve daha farklı bir tedaviyi gerektirir.

Fobilerin biyolojik temelli olması mümkün mü ve mümkünse bu temeller nelerdir?

Anksiyete duygusu uyarılmayı artırır ve dikkatin tehli­keye doğru yönelmesini sağlar. Aynı zamanda da bedeni­mizi evrimsel olarak verili eylem biçimleri doğrultusunda (kaçma, saldırma, boyun eğme, donakalma gibi) hazırlar, vücudun bu tepkisinde hem merkez ve periferik sinir sis­temi ve hem de bununla bağlantılı hormonlar görev alır.

Örneğin beyindeki çekirdek bölgelerden amigdala ve locus coeruleus adı verilenler korku tepkilerinde önemli bir işle­ve sahiptir. Limbik sistem, frontal korteks ve başka beyin bölgeleri de bu reaksiyonlarda görev alırlar.

Birçok başka hastalıkta olduğu gibi fobilerde de gene­tik etkinin rolü tartışılmıştır?

Örneğin agorafobinin oluşumunda rol oynayan panik bozukluğu ailesel özellik gösterir. Panik hastalarının akra­balarında aynı hastalık, beklenenden dört kat fazla görü­lür. İlginçtir ki, kadın akrabalarda bu etkilenme daha faz­ladır. Aynı bulgular agorafobi için de geçerlidir. İkizler üzerinden yapılan çalışmalar panik ve agorafobi görülen kişilerde genetik faktörün yüzde 30-40 dolayında rolü ol­duğunu düşündürmektedir. Bu oran beklenenden fazla da olsa bipolar duygu durum bozukluğu ve şizofrenide düşü­nülen yüzde 65 oranından daha azdır.

Sosyal fobi konusundaki aile ve ikiz çalışmaları bu has­talığın da ailesel ve genetik yönünün olduğunu göstermek­tedir. Sosyal fobisi olanların akrabalarında aynı hastalığa yüzde 16 oranında rastlanırken olmayanların akrabaların­da bu oran yüzde 5'tir. Tek yumurta ikizlerinde çift yu­murta ikizlerine oranla utanma ve sosyal korku özellikle­rine daha fazla rastlanılmaktadır ki bu da genetik hipotezi desteklemektedir. Bu oranlar yaklaşık yüzde 25 ve yüzde 15 gibidir.
Özgül fobiler için de aynı özellik geçerlidir. Hatta özgül fobi ailede bir başka fobi için risk oluşturmazken aile bi­reyleri arasında yine özgül fobi türlerine sık rastlanmakta­dır. İkiz çalışmaları da bunu desteklemiştir. Özellikle hay­van fobilerinde genetik etki öne çıkarken durum fobilerin­de bu durum daha geri planda kalmaktadır.

Cinsiyete Gore Fobi Cesitleri

Cinsiyetlere göre fobi türleri

Türkiye'de en çok hangi fobilere rastlıyorsunuz?

Türkiye'de kadınlarda en sık olarak agorafobi ve basit fobiye rastlanırken, erkeklerde sosyal fobi ve hastalık kor­kuları ile sıkça karşılaşılmaktadır.

Agorafobinin en önemli nedenlerinden biri panik nö­beti geçirmedir. Panik nöbeti geçiren birçok kişi bu nöbeti uygunsuz bir yerde, yalnız başına geçirmekten ve yardım alamamaktan korktuğu için yalnız başına sokağa çıkma­maya, evde yalnız kalmamaya çalışır. Yanında çocuk yaşta bir kişi bulunsa bile bu onu teselli eder. İlginç bir şekilde, araba kullanan kişiler agorafobik bile olsalar araba içer­sinde bu korkuyu yenmektedirler. Ama aynı kişi yalnız ba­şına bir asansöre binmesi gerektiğinde ya da kalabalık bir konser salonunun kolay kolay çıkamayacağı orta yerine oturmaya kalktığında aynı korku yine karşısına çıkar. Ya­ni burada esas, yalnız başına kalamamaktan çok, sıkıştı­ğında yardım alamama korkusudur.

Stresle karşılaşan insan buna çeşitli şekillerde adapte olmaktadır. Bu yollardan biri de psikiyatrik bir hastalık geliştirmektir. Bazı psikiyatrik hastalıklar kişiyi daha ağır bir stresten koruyabilir, onu daha kısıtlı bir yaşama mah­kum etse de bu sayede bir tür korunma tepkisine dönüşür. Agorafobi de böyledir. Stres karşısında birçok kadının agorafobi geliştirdiği bilinmektedir. Yani agorafobi geliş­mesinin tek nedeni panik nöbeti değildir. Oysa birçok er­kek stres karşısında agorafobi değil de, örneğin alkolizm geliştirmektedir. Yanı kendini içkiye vermektedir. Bu nok­tada kadınların tepkisinin daha koruyucu olduğunu kabul etmek gerekir. Alkol gibi toksik bir maddeye yönelerek kendi bedenine zarar vermektense agorafobi ile yaşamını sınırlandırmak ehveni şer olmaktadır. Tabii bu tepki ve adaptasyon farkının sosyal nedenleri de olabilir. Kadınlar­da bağımlı davranışlar toplumca daha kolay kabul gör­mektedir. Örneğin agorafobik olan bir kadının her yere kocası ile gitmek istemesi o kadar fazla yadırganmamak-tadır. Hatta biraz şüpheci kıskanç bir koca, karısının bu tu­tumundan yerine göre memnun bile olabilir. Oysa erkek­lerde tek başına davranamama gibi bir özellik genellikle iyi karşılanmaz, kadınsı bir tutum olarak hor görülür ve zayıflık olarak addedilir. Dolayısı ile stres karşısında hangi psikiyatrik bozukluklara yöneleceğinin sosyal nedenleri de vardır ve kadınlarda agorafobinin erkeklere göre daha sık görülmesinin nedenlerinden biri de budur.

Fobilerin tarihçesi

Tarihçesine bakacak olursak fobiler ilk olarak ne za­man tanımlanmıştır?

Anksiyete, HintGermen kökünden gelen "angh" sözcü­ğünden türemiştir. Boğazını sıkmak, sıkıntı ve tasalanma gibi anlamlara gelmektedir. Sümerlerin Gılgamış Destanı bu konu ile ilgili ilk yazılı kanıtın bulunduğu yerdir. Bu destan milattan önce üçüncü bin yıldan günümüze gel­mektedir. Bu destanda Gılgamış kendi ölümlülüğü ile ilgili kaygılarını dile getirmektedir. Seyahat edenleri korkuttu­ğuna inanılan Yunan tanrısı Pan, panik kelimesini akla ge­tirmektedir.

Anksiyetenin kişinin kendi içinde bir yerde aramaya başlanması Rönesans ile birliktedir. 18. yüzyılda Long, be­lirsizliğin anksıyeteye yol açabileceğini savunmuştur. 19. yüzyılda Kierkegaard iki değişik anksiyete tipinin olabile­ceğini söylemiştir: Bunlar endişeli bekleyiş (geleceğe ilişkin) ve seçim yapma ile ilgili anksiyeteler. Çünkü insan yaptığı seçimlerin sonuçlarıyla karşılaşmaktadır.

Günümüzde de bu görüşler bir ölçüde geçerliliklerini korumaktadır.

Pek çok kişi bu konulardaki problemleri nedeniyle hayatlarının bir döneminde anksiyete yaşamakta ve bun­ları giderdikten sonra yeniden eski durumlarına geri dönmektedir.
Yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış olan Hipokrat yük­seklik korkusu olan bir kişiden söz etmektedir. Bu kişi köprülerden geçemiyor ve çukurların dahi yanına yaklaşamıyordu.

Robert Burton 1621 tarihli Melankolinin Anatomisi adlı kitabında bazı insanların korku içersinde yaşadıkları­nı yazmıştır. Bu kitapta depresyon ile anksiyete arasındaki farklara değinilmiş ve bunlardan şikayet eden çeşitli tarih­sel kişilikler hakkında bilgi verilmiştir. Örneğin Demosthe-nes'in sahne korkusu olduğu anlatılmıştır.

Burton ayrıca evini sıkıntı, bayılma korkusu ya da dü­şüp ölme gibi korkular nedeniyle terk edemeyen bir hasta­dan söz etmektedir. Bir başka hastanın ise yolda karşılaştı­ğı her kişi tarafından saldırı ve soyguna uğrayabileceğin­den korktuğunu dile getirmektedir. Bir başkası ise yolda şeytanla karşılaşacağından korkmaktadır. Aynalardan, ke­dilerden korkan tanınmış kişiliklerden de söz edilmektedir 18. yüzyılda sifilisin (Frengi) yaygın olduğu zamanlarda bu hastalıktan da korku yaygın bir hale gelmişti. Bütün bu anekdotlar, anksiyetenin ve bunun bir türü olan fobilerin çağlar boyunca var olduğunu, içinde bulunduğumuz mo­dern çağın bir ürünü olmadığını göstermektedir.

Kapali Alan ve Yukseklik Fobisi Nedir

Fobi Türleri

Fobiler nasıl gruplandırılır?


Durumsal fobiler, nesne fobileri, fonksiyon fobileri ola­rak gruplandırılır

1)Durumsal Fobiler:

Yükseklik fobisi en sık görülen durumsal fobilerdendir. Bu kişiler, yüksek katlı binalarda oturamaz, birkaç katlı bir binada bile pencereden bakamaz, tırmanan ve yamaçlı yollarda yürümekten bile rahatsızlık duyarlar. Bu durumla karşılaştıklarında yalnız korkmakla kalmazlar, bedenleri de tepki verir. Baş dönmesi, mide bulantısı ve halsizlik, ba­yılma eğilimi gibi durumlar ortaya çıkar.

Gök gürültüsü ve fırtına fobisi olan kişilerin hava du­rumu raporlarına karşı aşırı bir hassasiyetleri vardır. Bu kişiler hava durumu raporlarını korkuyla dinleyip havanın ne zaman bozacağını kestirmeye çalışırlar. Gök gürültüsü ve fırtınalarla karakterize olan kış mevsimini sevmezler ve kışın gelmesini hiç istemezler. Sert ve gök gürültülü kış ge­celerinde ışıklarını bile kapatarak tüm bunlar geçinceye ya da sabah oluncaya kadar hiç yatağından kalkmayarak ka­lın bir yorganın altında saklanırlar.

Kapalı alan fobisi (klostrofobi) olan kişiler ise asansör ya da tünel gibi kapalı alanlarda büyük panik yaşarlar. Bu tür yerlerden korku halinde kaçınırlar. Yolculuklarının gü­zergahında tünel olduklarını öğrenirlerse o yolculuğu iptal edebilirler. Hatta asansör fobisi olan bir kişi çok acil bir işi olsa bile asansörü kullanmaksızın yorulsa ve geç kalsa da yüksek katlı bir yerin merdivenlerinden inip çıkmayı ter­cih edebilir. Kan görme fobisi, soluksuz kalma fobisi, dişçi ya da doktor fobisi, uçak fobisi, yeme fobisi, boşluk fobisi gibi fobiler de görülmektedir.

2)Nesne fobileri: Burada bir cisimden, ya da örneğin bir hayvandan korkulur.

Hayvan fobileri en çok görülen fobilerdendir. Böcek, yılan, fare fobisi, kanatlılar (küçük hayvanlar) şeklinde olabileceği gibi köpek ve kedi gibi evcil hayvanlara da yö­nelebilir. Sokakta köpek gezdirenler ne çok insanın köpek­ten korktuğunu kolaylıkla tespit edebilirler. İlginçtir ki, hayvanlar da kendilerinden korkan kişilerden pek hoşlan­mazlar, onlar da korkan kişinin saldıracağından korkar, bir refleks olarak huzursuzlaşır ve peşinen saldırgan davra­nırlar. Bu da zaten hayvan fobisi olan kişi için durumu da­ha da vahimleştiren bir paradokstur. Öte yandan, hayvan fobileri sosyal hayatta kişiyi en az rahatsız eden fobi türü­dür. Hayvanlardan uzak kalma karşılığında kişi bu rahat­sızlığın belirtilerinden kendini uzak tutabilir. Okul öncesi dönemde çocukların hayvanlardan korkması yaygın ve normaldir. Oysa pek çok yetişkin bireyde de hafif düzeyde hayvan korkusu bulunur ve bu korkular çoğu zaman fobi düzeyine ulaşmaz. Çocuklardakı hayvan korkusu ve fobi­sinin yerleşmesi de ebeveynlerin hayvanlara karşı olan tu­tumlarıyla ilişkilidir. Hayvanlara karşı korkuları olan bir ailede yetişen çocuk büyük oranda yetişkinliğinde bile hayvanlara karşı mesafeli durabilir. Çocuklar aileleri tarafın­dan bazı hayvan türleri ile korkutulduğunda da o hayvan türüne karşı ileriki yıllarda fobi geliştirebilmektedir.

Hayvan fobisi ne zaman başlar?

Hayvan fobileri daha çok erken çocukluk ve okul ön­cesi dönemde başlamaktadır. Hayvan fobileri daha çok kız çocuklarında yaygındır. Bu fobiler eğer çocukluk yılla­rında tedavi edilmezse kişide daha da yerleşir ve ilerideki yıllarda artarak devam eder. Çocukluk döneminde özellik­le kız çocuklarında hayvan fobilerinin yoğun görülmesi, kız çocuklarının aileleri tarafından korunmak amacı ile er­keklere göre hayvanlardan daha fazla uzak tutulma çaba­ları ile ilişkilidir. Ve ülkemizde özellikle kızların hayvanlar­dan korkması normal karşılanır ve yardım aranmaz. Hay­van fobisi olan kişilerin çocukluklarında ortalama çocuk­lardan daha fazla korkak, utangaç ve içine kapanık oldu­ğu görülür. Yetişkinlikte ortaya çıkan hayvan fobileri daha çok travmatik bir tecrübe ile başlar. Örneğin köpek ısır­ması, kuş ya da kümes hayvanı gagalaması ya da kedi tır­malaması vb. Oysa çoğu fobik birey belirli bir hayvana karşı niçin fobi geliştirdiğini kendisi açıklayamaz. Bazen bir başkasının kötü bir deneyimine tanık olduklarını bildi­rirler. Çocuklara anlatılan korkutucu hayvanlarla ilgili masallar da onların hayvanlara mesafeli durmalarına ne­den olur. Özellikle ülkemizde hâlâ köpekler yılanlar ve baykuş gibi hayvanlarla ilişkili önyargılar (özellikle Ana­dolu'da baykuşun evin yakınına yuva yapmasının uğur­suzluk getireceğine inanılır, kedilerin nankör olduğu inan­cı, öldüğünde sahibini yiyen kediler vs) vardır. Ve bu hay­vanlar çocuklara yönelik yazılan çoğu masalların kötü ka­rakterleridirler.

Hayvan fobileri daha çok kedi, köpek, örümcek, arı, yılan gibi hayvanlarla ilgili izole korkular şeklinde kendisi­ni gösterir. Kişiler bu hayvanları gördüklerinde tahammül edemeyecekleri bir panik yaşarlar. Bazen bu hayvanların anılması bile onlardaki korkuyu tetikler ve kaçınma tepki­lerine yol açar. Kişi, fobisi olduğu hayvanı gördüğünde ise yoğun ve şiddetli korku yaşar. Kendisini büyük bir stres altında hisseder ve panik yaşayıp terlemeye ya da titreme­ye başlayabilir. Kişi korktuğu hayvanla karşılaştığında o hayvanın kontrol edemediği anlık ve hızlı hareketleri kar­şısında kendisini daha da çaresiz hisseder. Kişi için uyaran, yani fobik olduğu hayvan ortadan kalktıkça paniği geçer ve kısa bir zaman içerisinde normale döner.

3) Fonksiyon fobileri: Bazı bedensel fonksiyonlarla ilgi­li korkular bu gruba girer.
Örneğin uygunsuz bir yerde tuvalete gitme ihtiyacı ile karşı karşıya gelmek korkusu (örneğin bir otobüs ya da teknede) buna örnek sayılabilir. Kişi bu nedenle tuvalet bulunmayan mekanlarda olmamaya çalışır. Örneğin tuva­let olmayan bir tekne ve benzeri küçük bir ulaşım aracına binmek istemeyebilir.

Kontrfobik Davranis Nedir

"Kontrfobik davranış " nedir?

Bazı insanlar fobik yönlerini bir anlamda bu korkuları­nı örtmek için ne kendilerine ne de başkasına itiraf etmez­ler. Tam tersine sanki öyle değilmiş gibi davrandıkları bile görülebilir. Buna kontrfobik davranış diyoruz. Örneğin yükseklik korkusu olan bir kişinin paraşütçü olması gibi. Gerçekten de kişi bu şekilde korkularını görünüşte de olsa yenebilir. Ancak her fobik kişide böyle bir davranış şekli görülmez. Bu yine kişinin kendi özellikleri ve yetiştirilme tarzı ile ilişkili bir durumdur. Kontfrobik davranışlar daha çok dışa dönük, tepkisel olabilen kişilerde görülür. Bazen kontrfobik davranış da ayarsızlıklara neden olabilir. Aşırı derecede korkusuz ve atak davranışlar ortaya çıkabilir. Böyle tutumlar desteklenmemelidir.

"Çıldırma" korkusu var mıdır?

Oldukça yaygın bir korku çeşididir. Ancak birçok kişi bunu doktora dahi söylemez, içinden dert eder. Şu bir ger­çek ki böyle bir korku hiçbir zaman gerçeğe dönüşmez. Bu türden ağır bir ruhsal bozukluğun başlamakta olduğu bir kişide zaten böyle bir korku olmaz. Kişi korkuyor diye böyle bir hastalık da oluşmaz. Burada kişilerin korktuğu daha çok kontrolü kaybetme korkusudur. Çünkü fobisi ve korkuları olan insanlar genelde kontrollü kişilerdir ve bundan ötürü kendilerini sürekli sınarlar. Bu sınama on­larda böyle bir korkuyu besler. Çıldırma korkusu daha çok tedavisi uzun süren ya da başarısız tedavilere maruz kalan psikiyatri hastalarında görülür. Aslında bu vakalardaki çıldırma korkusu artık tedavi adına direnç ve isteği­nin bittiğinin göstergesidir. Böyle bir durumdaki kişi bilin­çaltında çıldırmayı düşünerek o anki tüm sıkıntı ve dertle­rinden kurtulmak hatta onları yok farz etmek ve yaşama­mak isteğine işaret etmektedir. Aslında çıldırma korkusu kabullenilemeyen bir gerçeklikle yaşama zorunluluğunun verdiği en yoğun sıkıntıdır.

Fobi, paranoid korkularla aynı mıdır

Paranoid korkularla fobi arasında ilişki var mıdır?

Paranoid kişilerle yaşamak zordur. Çünkü her şeyden anlam çıkarır, çok kavgacı olurlar. Kıskanç, şüpheci bir yapıları vardır. Aslında yaşadıkları durumu bir korku ile de izah etmezler. Tam tersine kendisinin herkesten önemli bazı yönleri nedeniyle izlendiklerini ya da kötülüğe uğradıklarını düşünürler. Halbuki fobik kişiler daha çok çekin­gen bir görünüm sergilerler, kavgacı değildirler, hatta ileri derecede uyumlu davranırlar.

Öte yandan her şüphenin altında paranoya aramamak gerekir. Bazen de gerçekten kötülük gören ve başkalarının haksız fiillerine uğrayan insanlar kolayca gereksiz yere şüpheci, paranoid olmakla suçlanırlar. Paranoid tutumla­rın bir yararı da kimi zaman kimse tarafından fark edil­meyen bazı önemli gerçeklerin böyle şüpheci kişilerin dik­katli incelemesi sayesinde ortaya çıkabilmesidir.

Özellikle depresif insanlarda görülen korkular var mı­dır?

Depresif kişilerde hemen daima belirli konularda kor­kular olur. Bunlar hafif dereceden, çok ağır derecelere dek uzanabilir. Hatta ağır depresyonlarda artık korkula­rının gerçekleşeceğine inanan, buna kendini kaptıran in­sanlara dahi rastlanır. Bu gibi korkular böyle ağır derece­ye vardığında intihar nedeni dahi olabilir. Depresif kişi­lerde temelde üç tür korku görülür: Hatalı davranışların­dan dolayı ceza göreceğinden korkma, bedensel bir has­talıktan dolayı öleceğinden korkma ve parasal bakımdan zor durumda kalma sonucunda perişan bir duruma dü­şeceğinden, iflas edeceğinden korkma. Demek ki bu üç alan, insan psikolojisinde ve hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Depresyon geçiren kişiler genellikle vicdani değerleri yüksek insanlar olmaktadır. Bu nedenle sıkıntılı durumlarında kendilerini suçlama eğilimi artmaktadır. Para ise güvenliği temsil etmektedir ve depresif kimseler güvenlikleri konusunda hassastırlar. Çevreye olan ilgimiz azaldığında ise, ki depresif durumlarda böyle olur, be­denle ilişkili endişelerin artması doğal olmaktadır. Bu

korkular bildiğimiz fobilerden farklı olarak ancak dep­resyon tedavi edildiğinde iyileşirler. Bu korkulara doğru­dan fobi tedavisi yapılmaz. Ancak depresyon tedavisinde de fobi tedavisinde kullanılan ilaçlardan bazıları kullanı­lır. Buna karşılık ağır depresyonlarda ilaç etkili olmadı­ğında ya da durum çok acil ve intihar eğilimi kuvvetli ise elektroşok tedavisi uygulanabilir. Çünkü depresyonlarda da ilaçlar birkaç haftadan önce istenilen etkiyi gösterme­mektedir.

Korku Nedir ve Korku Cesitleri

Fobilerimiz olmasa da, korktuğumuz düşünce ve duy­gularımız var mıdır?

Korku Nedir, Korku Çeşitleri

Gerçekleri tam olarak görmek çoğu kişi için zordur. Mutlaka korku ile izah etmesek de hoşumuza gitmeyen, kabul edemeyeceğimiz ve hatta aklımıza getirmekten korktuğumuz düşüncelerimiz, duygularımız ya da anıları­mız olabilir. Bunları görmezden gelerek yaşadığımız za­man bir ölçüde rahat ederiz. Fakat bu nedenle insanlar arasında benzer olaylara karşı farklı değerlendirmeler ol­duğunu görürüz. Herkes biraz da kendi kabul edebileceği gibi görmek ister bir olguyu. Bu bir ölçüde gerçeklerin çar­pıtılmasına neden olur. Kimi zaman yakın ilişki içersinde yaşayan insanlar, örneğin bir ailenin bireyleri, eşler, sevgili­ler bu farklılıklardan dolayı huzursuzluk duyar ve çatışma içersine girerler. Bu gibi durumlarda tarafların karşılıklı tartışmaları da çoğu zaman bir fikir birliği sağlamaz, çün­kü direnç herkesin kendi içinden, kendi korkularından gelmektedir. Bu korkuları bireyler olarak aşmak, gerekirse psikoterapiye giderek, bu kişiler arasındaki çatışmaların azalmasını kendiliğinden sağlayabilir. Çoğu insan için ge­lecek korkusu da yaşanan ve en çok üzerinde durulan kor­kulardan biridir. İnsanlar yalnız kaldığında ya da yakın bir arkadaşı ile bir araya geldiğinde çoğu zaman bu konu­lar üzerinde durur. İnsanlarda yoğun yaşanan korkular­dan biri de yalnız kalma korkusudur. Özellikle ülkemizde yalnızlık çoğu kişi için tolere edilmeyen bir durumdur. Bu açıdan pek çok kişi yalnızlık korkusuyla yüzleşmemek için mantık evliliği yapabilmekte hatta problemli ve yük geti­ren bir evliliği olsa bile eşinden vazgeçememektedır. Yal­nızlık korkusu olan insanlar çoğu zaman hayır demekte zorlanırlar hatta bu kelimeyi hiç kullanamazlar. Tek başı­na kalmamak için benimsemediği, hatta kendilerini istismar eden kişilerle bile sosyal program yapabilirler, yıllar boyunca aynı mekanı paylaşabilirler. Fakat çoğu zaman bunun bedelini ağır öderler. Depresif bir yaşamın esiri ola­bilirler kendilerini koruyamazlar, hatta bu nedenle de ken­dilerine karşı bile bir öfke geliştirirler. Ve durumdan rahat­sız olsalar da kendilerini tekrar tekrar aynı durumların içinde bulurlar. Değiştiremedikleri bu durum onlar için en büyük sıkıntı kaynağına dönüşür. Dolayısı ile korkuları­mız da bir bakıma yaşamımıza yön vermektedir perde ge­risinden. Korkuların bir sonucu da kişinin bu yönünün başkaları tarafından istismar edilme tehlikesidir. Toplum­sal yaşamda rekabet, kişileri ilişkilerinde saldırgan yap­makta, güç çatışmaları yaşanabilmekte ve her türlü korku ve zayıflık bir başkasının saldırı ya da karşısındakini kon­trol etme ve yönetmede kullandığı bir unsur haline gel­mektedir. Aslında günümüz toplumunda ruh sağlığı hiz­metlerine artan gereksinim biraz da bu rekabet koşulların­dan kaynaklanmaktadır. Kişilerin ilişkilerde zayıflık yara­tan korkuları toplumda ayakta kalmalarını güçleştirmekte ve bunları giderme gereksinimi duymaktadırlar. Ruh sağlı­ğı hizmetlerinden fazlaca yararlanan toplumların bu özel­liği ruhsal bozuklukların daha fazla olmasından çok, sos­yal yaşamın getirdiği rekabet koşulları ve aynı zamanda da bu hizmetlere ulaşılabilir olması ile ilgilidir.

Gerçekleri görmekten korkmak kişiyi kendi içinde de çelişkiye sokar mı?

Hem evet hem hayır. Gerçekleri görmekten kaçınan ya da kendine göre değiştirerek ya da eksilterek gören kişi kendisini bazı çelişkilerden uzak tutmuş olur bir bakıma. Ama bu ancak bir süre devam edebilir. Kişi çevresiyle çe­lişki yaşamaya başlayabilir, bir sosyal yaşam krizi içersine girebilir, çünkü başkaları onunla aynı gerçeklik algısını paylaşmamaktadır. Ya da bir süre sonra kişi kendi içersin­de de bir huzursuzluk duymaya başkayabilir. Çelişkileri ancak ondan sonra algılamaya başlar. Ancak çelişkileri al­gılamak bir bakıma iyidir çünkü kişi aynı konuya kendisi de değişik açılardan bakar değişik zamanlarda. Bu durum yeni ve yaratıcı çözümler bulmayla sonuçlanabilir eğer kişi başarabiliyorsa. Bazen bu aşırı düşünmeye neden olur ama bir türlü sonuca ulaşılamaz. Böyle durumlarda dışarı­da psikoterapi ile müdahale önemlidir. Zaten böyle bir du­rum sonunda kişi depresyon, panik, fobi gibi değişik ruh­sal belirtiler nedeni ile bir anlamda kriz yaşar ve yardım aramak zorunda kalır. Dışlanan gerçekler kişide bir eksik­lik duygusu da yaratır. Çünkü kendini aldatan insanın bü­tünlük duygusu bozulur. Bir tarafı kırık olan bir dişin in­sanı rahatsız etmesi gibi aklı hep orada olur. Çünkü insan doğal olarak ruhsal yaşamında bütünlük arar. Nedense Asya ülkelerinin pek çoğunda gerçekler yeni yeni algılan­maya başlamıştır. Gerçekliği görmekten kaçışın kırılması hem kişisel gelişim, hem de ruhsal sağlık için son derece önemlidir.

Gerçekleri görmemekle sır tutmak arasında bağlantı var mıdır?

Birçok kişinin ya da ailenin yaşamı sırlarla örülüdür, bazen da çok önemli ve tek bir sır olur uzun yıllar paylaşıl­mayan. Çoğu zaman sır konusu unutulmuştur ve alışılmış­tır. Ancak yeni bir olay vesilesi ile bir aile toplantısı, cena­ze, evlilik töreni gibi konu gündeme gelir. Sırra konu olan ve itiraf edilmeyen olaydan zarar gören taraf ya da taraflar konuyu gündeme getirebilir. Bu ise hem kişisel hem de aile yaşamında bir süre krize neden olur. Bazen de zarar gören taraflar duruma hakim olamaz ve yeniden bazı gerçeklerin kabul edilmediği ortama geri dönülür. Çoğu zaman ülke­mizde sırların ortaya çıkması hoş karşılanmaz. Nedense gerçekliğin kabulüne yönelik tolerans düşüktür. Fakat ger­çekleri görmemek pek çok hastalığı beraberinde getirebil­diği gibi fobilere de neden olabilir. Sır tutma deyiminin bir anlamı da paylaşılan mahrem bir konunun sadece konu­şanların arasında kalmasıdır. Bazen bunun kaçınılmaz ol­duğu durumlarla karşılaşılabilir. Önemli olan bu sır tutma sonucunda birilerinin bundan zarar görüyor olmamasıdır. Örneğin, psikolojik yardım ve tedavilerde de problemini paylaşan kişinin anlattıklarının meslek sırrı çerçevesinde saklanması gerekir. Ancak bu normal yaşamdaki ilişkilerin dışından sadece tedaviyi ilgilendiren bir ilişki çerçevesinde yaşanan bir durumdur. Çünkü bu sır saklama kuralı enin­de sonunda yanlışların paylaşılarak tartışmaya konu olma­sı ve giderek önlenmesine hizmet etmektedir. Aksine bir durumda zaten kimse sır olarak sakladığı konuları paylaş­maz ve böylelikle de değişikliğe konu etmez.

Korkularimiz ve Anksiyete

Korku ve Anksiyete

Korkuya benzer hallerden söz edebilir miyiz?


Korkuya benzer bir durum da, kaygı ya da bunaltı hal­leridir ki, anksiyete olarak da adlandırılır. Anksiyetenin fobik korkudan farkı, neye yönelik olduğunun bilinmeme-sidir. Ne zaman geleceği belli olmaz, panik nöbeti derece­sine varabilir ya da hiç azalmadan devamlı olarak hissedi­liyor olabilir. Anksiyete bir bakıma fobik korkudan daha kötüdür, çünkü kaçınılması olanaklı değildir. İçten gelir. İç sıkıntısı olarak da adlandırılır bu yüzden. Fobi ise dışarı­daki bir etken ya da uyarana yönelik olduğu için hiç değil­se biliriz ki, o etken ya da uyaranla yüz yüze kalmadığımız sürece korku da yaşamayız. Eğer o etken ya da uyaran bi­zim yaşantımızdan uzak ise tedaviye bile ihtiyaç duyma­yız. Örneğin uçağı hiç kullanmayan bir kişi için uçak fobi­sinin bir zararı yoktur. Anksiyete ise etkeni belirsiz oldu­ğundan kişiyi daha çaresiz bırakır, çünkü ondan kaçmak ya da kaçınmak olanaksızdır.

Korku ve anksiyete sırasında ruhsal belirtilerin yanı sı­ra bedensel belirtiler de oluşur mu?

Evet oluşur ve bu yüzden korku ya da anksiyete yaşa­yan pek çok kişi, bir ruh hekimine gitmeden önce kardi­yoloji uzmanına, beyin cerrahına, gastroenterologa ve birçok başka branşa başvurabilir. Bunun nedeni, korku ve anksiyete sırasında otonom sinir sisteminin, adından da anlaşılacağı üzere, kendiliğinden devreye girmesidir. Otonom sinir sistemi vücudun hemen her yerine uzandı­ğından korku ve anksiyetenin bedensel belirtileri de her organı akla getirebilir. Örneğin kalbin sık sık ve güçlü bi­çimde çarpması, sık idrara gitme, göz bebeklerinin büyümesi, terleme bunlar arasındadır. Anksiyete ve korku ne­deniyle bedenin herhangi bir yerinde ağrılar dahi hissedilebilir, halsizlik çöker, baş ağrıları ortaya çıkabilir. Ancak aynı anda bu bedensel belirtilere kaygı, olumsuz düşün­celer, iç sıkıntısı ve bunalma duygusu gibi ruhsal belirti­ler eşlik eder.

İnsanın doğuştan getirdiği korkular var mıdır, varsa bunlar nelerdir ve fobilerin oluşmasında etkileri var mı? Doğuştan gelen korkular vardır.

Gürültü Korkusu: Örneğin yeni doğmuş bir bebek şiddetli bir gürültü ya da beklenmedik, yabancı ve ani uyaranlara korku ile tepki verir. Demek ki böyle bir korku daha ha­yatın başlangıcında var. Buna karşılık her erişkin kişi de çok şiddetli bir gürültü karşısında mutlaka irkilir, gök gü­rültüsü gibi orta derecede ve olağan sayılabilecek durum­larda da korkan kişiler vardır.

Yükseklik korkusu: Yine küçük bir çocuk da yüksek­likten korkar ve düşme tehlikesi olan yerden uzaklaşmaya çalışır. Bu durumu birçok hayvanda da görebiliriz.

Kendisine öğretilmemiş de olsa yüksek bir yerden düş­me tehlikesi ile karşılaştığında kaçınma tepkisi verir. Yine her erişkin insan da, fobik olsa da olmasa da yüksekten düşme tehlikesini algılar.

Yabancı Korkusu: Yine bebekler yabancı yüzlerden, ta­nımadıkları kişilerden korkabilir ve ağlayarak tepki vere­bilirler. Bu doğuştan gelmekten çok yabancı ile tanıdık olanı ayırt etmeye başladıktan sonra ortaya çıkan bir du­rumdur. Çeşitli maskeler, değişik oyuncaklar da bebekte korku yaratabilir.
Bazı oyuncakların hareket ettirilme şekilleri de bebek­lerde korku yaratabilir. Örneğin bir yılanın hareketlerine benzer hareketler korku yaşamasında etkili olur. Bu ne­denlerle küçük çocuklarda yılan ve hatta örümcek gibi ha­reket eden hayvanlardan korkma yaygındır. Hareketsiz duran bir hayvan, çocuğu korkutmazken hayvanın hare­ket etmesi ve hatta çocuğun üzerine doğru gelmesi daha korkutucu bit etki yapar. Demek ki, burada hayvanın ken­disi kadar hareketleri de korku kaynağı olabilir.

İşte bu doğuştan gelen yeni, yabancı ve değişik olan­dan ürkme genel olarak fobik tutumlar için bir başlangıç oluşturur. Birçok fobik insan, gündelik yaşamlarında da fazla değişiklikten hoşlanmaz. Örneğin kolay kolay, oturmakta olduğu evden taşınmaz, ev eşyalarını değişti­rirken yeni modellere yönelmez, yeni insanlarla tanış­makta ve yakın olmakta tereddüt gösterir. Giderek bu tür tutumlar tutucu bir karakter dahi oluşturabilir. Ve kişi giderek kendi tutuculuğundan sıkılabilir. Çünkü yaratıcılık ister istemez yeniliğe, değişik olana açık olmayı gerektirir. Yeni uyaranlar tanıdık olmadıkları için korku yaratabileceği gibi eğlenceli de olabilir. Bu nedenlerle da­ha küçük yaştan itibaren çocuklarda doğuştan gelen fo­bik tutumları pekiştirmek ve artırmak yerine onları oyun ve sanat etkinlikleri ile yaratıcı yöne doğru itmek gerekir. Bir çocuk için gezdirilme, yeni uyaranlarla karşı­laşmasını sağlama, müze ve tiyatro gibi sanat etkinlikle­rine götürülme, değişik ve akla gelmedik düşünce ve fi­kirlere açıklık sağlama önemlidir. Aksi halde doğuştan gelen yenilik ve yabancı korkusu kişiyi dar düşünceli, tek bir konuya odaklanan, ilgilendiği konuya geniş öl­çekten bakamayan (at gözlüğü takmış gibi) bir duruma getirebilir. Oysa her hangi bir bireyin, insan grubunun, ya da bir toplumun ilerlemesi ve gelişmesi yaratıcılığa açık olması ile olanaklıdır.

Fobi Cesitleri Nelerdir Fobi Forum

Fobi Çeşitleri Nelerdir?, Fobi Forum

Örneğin otobanda hızla yol alırken haklı olarak kor­karız: Arabamız arıza yapabilir, yolunu şaşıran bir sü­rücü üzerimize gelebilir, denizde yüzerken bir girdapla karşılaşabiliriz, beklenmedik bir anda yaşamımız dahi tehlikeye girebilir. Gündelik yaşamdaki korkular sadece bedenimizle ilgili olmayabilir. Varoluşumuza yönelik daha soyut tehditler de algılayabiliriz. Örneğin bir işçi, işini kaybetmekten korkabilir, yönetici yanlış kararlar almaktan korkabilir, işadamı piyasadaki dalgalanmalar­dan kaygı duyabilir. Ancak bunların hiçbirini fobi ola­rak adlandırmayız. Öte yandan korkunun eğlenceli bir yanı dahi vardır. Korku filmleri seyretmeyi sevenlerimiz çoktur, lunaparklarda korku tünelleri eğlence için kulla­nılır, yüksek dağlara tırmananlar, başka tehlikeli sporlarla uğraşanlar hep korku ile yüzleşirler. Hatta bazı in­sanlar korkuyu özellikle ararlar, zaman zaman korku yaşamak hayatlarına anlam katar, belki de yaşamakta olduklarım onlara gösterir. Bebekler dahi dozunda kal­mak şartı ile küçük korku oyunları ile eğlenebilirler. Demek ki, bu özellik yaşamın oldukça erken dönemle­rinden beri vardır. Korku boyutunda sınır önemlidir. Korku nereye kadar eğlencelidir, nereye kadar tehdit edicidir? Korku, bireyi tehdit ettiği andan itibaren bir soruna dönüşür ve yoğunluğuna göre bireydeki patolo­jiyi üretir.

Normal yaşamda sık karşılaşılan korkular nelerdir? Normal yaşamda sık rastlanan korkulardan biri de yeniliklerden korkmadır. Buna "neofobi" de denir. De­ğişikliklere kapalı bir yetiştirilme tarzı, risk almaktan aşırı derecede kaçınan karakter yapıları buna yatkındır. Toplum içersinde, genellikle yaşlıların değişikliklerden pek hoşlanmadıklarına inanılır, ancak bu her zaman doğru değildir. Yenilik fobisi az düzeyde olsa bile bire­yin yaşamını ve gelişimini sınırlar, bireysel yükselişini engeller. Bu açıdan belki de günümüz insanı için en bü­yük risklerden biridir. Yenilik fobisi, insanda daha çok gereksiz uyum davranışı geliştirir, hatta kişiyi alternatif düşünme stillerinden uzaklaştırır ve belli kalıplar içeri­sinde yaşamasına yol açar. Bu kişiler düzen ve sistem adına daha kolay ikna edilebilir bir konumdadır. Yenilik fobisi olan insanların büyük bir kısmı daha çok dogma ve önyargılarla yaşar. Onlar için karşı bir düşünce ya da yaşantı tehdit edici bir durumdur. Kendi gibi düşünme­yen insanları rakip ya da düşman olarak algılayabilirler ve onlarla yakınlık kurmamayı tercih ederler. (fobi net)

Fobi Türleri

Bakış korkusu


Normal yaşamda sıkça rastlanılan bir başka korku da insanın, bakışların kendisine yöneldiği endişesini taşı­masıdır. Bu durum daha çok genç insanlarda görülür. Bi­raz da vücudun ve kişisel psikolojinin hızlı geliştiği bir yaş döneminde olunmasının getirdiği bir durumdur. Bu his çoğu kişide eleştirildiği duygusunu yaratabilir. Bir in­sana dik dik bakmak genellikle olumsuz, rahatsız edici bir his yaratır. Hareketlerdeki doğallığı bozar. Bakışların kendisine yöneldiği endişesi taşıyan insanların büyük ço­ğunluğu sosyallik sorunu çeken ve biraz da kendilerine düşük özgüveni olan kişilerdir. Diğer insanlara oranla daha izole bir hayata çocukluklarından beri maruz bıra­kılmışlardır. Bu kişilerin ebeveynleri daha çok onları ko­rumak adına izole bir yaşamı sürdürmeye zorlamışlardır ve bu durum da daha sonraki yıllarda alışkanlık haline gelmiştir. Öte yandan başkalarının kendisini izlediği, kendisine baktığı, yani bir takım seyircilerin bulunduğu duygusu normal sınırlarda olmak kaydı ile yaşamın bir parçasıdır. Bu duygu insanı yalnızlık ve kaybolmuşluk duygusundan arındırır. Hayatlarında görüşlerine çok önem verdikleri insanlar bulunan kişiler de birçok dav­ranışlarını sanki o kişi ya da kişiler izliyormuş gibi düşü­nerek ayarlarlar.

Ayrılma korkusu ve fobi isimleri

Ayrılma korkusu da çok temel duygularımızdan biri­dir. Her insanda bir dereceye kadar etkili olur. Bazı in­sanların ise yaşamını yönetecek kadar belirgin olabilir, onu bağımlı ilişkilere mahkum hale getirebilir. Ayrılmak herkes için rahatsızlık verici bir histir. Bu, kişisel ilişkiler­deki ayrılmalar kadar, kişinin bir kurumdan, bir fikir­den, bir coğrafyadan ayrılması sırasında da gündeme ge­lir. Her ayrılma olayını bir matem dönemi izler. Bazı in­sanlar için bu matem hiç bitmez, ayrılık gerçekleştiği hal­de kafalarında o konuyu yıllarca yaşatırlar. Çoğu kişi evinden bir başka semte taşındığında bile birkaç ay uyum problemleri yaşar. Çocuklardaki okul değişimleri ve başka bir semte taşınma durumları çok daha ciddi uyum sorunları yaratabilir. Bu uyum sorunları okul ba­şarısından sosyal boyuta kadar uzanabilir. Yetişkin oldu­ğu halde anne ve babasından aynlamadığı için evlenmeyi tercih etmeyen kişilere ender de olsa rastlanır. Hatta kişi evden ayrılmamak için ailesine gereksiz toleranslar gös­tererek, onlar olmadan yaşamı götüremediğine inandır­maya çalışır.

Ölüm korkusu ve fobi hastalığı

Yine evrensel olan bir korku da ölüm korkusudur. Ölüm herkesçe soğuk, uzak, tüyler ürperten bir gerçek olarak algılanır. Ancak şu da bir gerçektir ki, ölüme yak­laşan kişiler bunu çevrelerindeki insanlardan daha rahat karşılarlar genellikle. Ama diğerleri için ölüm hep soğuk bir şeydir. Ölüm korkusunu çoğu insan yarı bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaşar. İnsanlar özellikle yaşlandıkla­rında ya da emekli olduklarında ölümü daha sık düşü­nürler ve korkmaya başlarlar.Yaşamları adına belirsizlik­leri olan ya da net hedefleri olmayan insanlar için ölüm korkusu çok yoğun yaşanmayabilir. Nedense yaşamlarını oturtmuş maddi ve manevi açıdan belirli bir olgunluğa gelmiş kişilerde ölüm korkusu daha sık görülür. Bazı insanlar kendilerinin ölümünden korkup ürkerken bazı in­sanlarsa sevdiklerinin ölümünden ürkerler. Sevdiklerinin ölümünden korkan insanlar onları abartılı ve rahatsız edici bir şekilde koruma altına alabilir. Bu kişiler çok sevdiği bir yakınını sadece endişe ettiği için gerekli gerek­siz doktora götürebilir, yemek düzenleri ve ulaşımı ile ra­hatsız edici bir şekilde ilgilenebilir. Dolayısıyla bu kişiler sevdikleri için sorun teşkil etmeye başlar hatta yakınları zamanla kendilerinden uzaklaşır.

Hastalık korkusu

Çoğu kişi hastalanmaktan da haklı olarak korkar ama gündelik yaşamımızda hastalıkları kendimize pek yakıştırmayız. Hele ruhsal bozukluklar genellikle hep başkalarında olduğu düşünülen, hiçbir zaman kendi ba­şıma gelmez denilen türden hastalıklardır. Ama bunları görmezden gelmek gerçekleşmelerini önlemez. Hastalık korkusu olan insanlar gereksiz yere doktora gidebilir, ge­reksiz tahliller yaptırabilir ve bu yüzden sıkıntı yaşayabi­lirler. Genellikle hep sağlık sorunlarından söz ettiklerin­den bu tutumları çevrelerince pek hoş karşılanmaz ye sı­kıcı bulunur, ancak toplumumuzda genellikle bu durum pek yüzleştirilmediğinden çoğu zaman yaşam boyu bir alışkanlık biçiminde sürer gider. Doktorlar için de böyle davranan bir kişi ile ilgilenmek oldukça zordur. Dokto­run asıl cevap aradığı sorular yerine bu kişilerin, şikayet­lerini sürekli düşünme biçimlerine uygun biçimde anlat­makta ısrar etmeleri işbirliğini ve iletişimi güçleştirir. Bu ise tam da korktukları şey olan bir hastalığın fark edil­memesi riskini artırmaktan başka bir işe yaramaz. Çün­kü doktorlar yalnızca anlatılanla değil muayene ve laboratuar bulguları ile de karar vermek zorundadırlar. An­cak çoğu doktor bu gibi tutumları tecrübe ile fark etti­ğinden etki altında kalmamaya ve nesnel bir değerlendir­me yapmaya çalışır. Bir başka güçlük ise hastalık korku­su olan kişilerin bunun altında psikolojik bir sorunun yattığı görüşüne genellikle itiraz etmeleridir. Bu durumda kendisini ilk muayene eden doktorun problemin kökeni­nin psikolojik olduğunu kişinin anlayacağı bir dille an­latması ve bu yönden ilgilenecek olan meslekdaşına uy­gun bir dille yönlendirmesi önemlidir. Genellikle bu kişi­ler kendilerinde bir problem ya da hastalığın olmadığı, muayene bulgularının normal çıktığı gibi bir açıklamayı yeterli bulmazlar. Şu da bir gerçek ki psikolojik sorunlar çoğu zaman bedenin her yeriyle bağlantısı olan otonom sinir sistemini etkilemekte ve ilk bakışta psikolojik oldu­ğu açıklamasını kişinin şaşırtıcı bulacağı derecede beden­sel yakınmalara neden olabilmektedir. Burada kişi ger­çekten de hissettiği bir yakınmayı dile getirmektedir, yani hissedilenler doğrudur, ancak bu hissedilenlerin psikolo­jik mekanizmalarla ortaya çıktığını, tetiklendiğini anla­maları önemlidir.

Doğal felaket korkusu

Yine herkesin zihninin bir köşesinde doğal felaketler­den korku yatar. Hele Türkiye'de deprem korkusu nere­deyse gündelik yaşamımızın her anına sinmiştir. Buna karşın çoğumuz bu korkuyu bir fobi haline getirmez, gündelik yaşamımıza devam ederiz. Doğaldır ki, korku­ları fobi haline getirmemenin tam karşıtı da aşırı derece­de inkardır. Bu da tedbiri elden bırakmaya neden olaca­ğından ideal bir tepki sayılamaz.

Fobi Nedir – Fobiler Hakkinda

Fobi Nedir? – Fobiler

Fobi kelimesi, Yunancada korku anlamına gelen "phobos" kelimesinden geliyor. Fobi genel olarak normal dışı korkular olarak tanımlanıyor. Günü­müzde tanımlanmış yüzden fazla fobi bulunuyor. Karan­lıktan korkma ya da bir hayvandan korkma ise neredeyse sıradan korkular olarak biliniyor. Karanlık, uçak, kapalı yer, diş hekimi/doktor ya da kan görme gibi belirli spesifik durumlar üzerine odaklanmış fobiler ise özgül fobiler ola­rak biliniyor. Fobiler hemen her nesneye ya da duruma karşı gelişebilen tepkilerdir. Fobik bireyler, fobik uyarana ender olarak zorlukla katlanabilse bile genellikle bu uya­randan aşırı derecede kaçınma eğilimi gösterirler. Fobiler kişinin aktüel ve sosyal hayatını veya mesleksel işlevselliği­ni belirgin bir şekilde aksatır ve kişinin uyumunu bozar. Fobik birey, korkularının anlamsız olduğunu bilse bile bu, uyarana abartılı bir korku hissedip ondan kaçınma tepki­sine engel olamaz. (korku fobi)

Fobilerden önce korkular geliyor değil mi? Korku nor­mal yaşamın parçasıdır denilebilir mi?
Evet, korku normal yaşamın bir parçasıdır. Fobisi ol­mayan insan yok gibidir. Ancak, bazı insanlar için günde­lik yaşamlarında baş ettikleri bir konu olduğu için dik­katlerini çekmez. Örneğin böcek fobisi olan bir insan bö­cek olan bir ortamda yaşamıyorsa onun için bu korku gündemden düşmüştür ama kaybolduğu anlamına gel­mez. Dolayısıyla, fobi de korkunun bir çeşididir. Fobik korku daima bir şeye yöneliktir, yani belirsiz değildir. Yö­nelik olduğu bu etken bir durum, işlev ya da nesne olabi­lir. Ancak fobinin öteki korkulardan farkı, onun yönelik olduğu etkenle orantısız derecede aşırı şiddette olmasıdır. Bu durum ancak kişinin toplumsal yaşamı, iş ve insan ilişkilerinde sorunlara, işlev yitimine yol açıyorsa ya da kişinin kendisini haddinden fazla rahatsız ediyorsa bir fo­biden söz edebiliriz.

Korkunun faydaları

Bu tanımlamaları biraz açabilir miyiz?

Önce normal yaşamdaki korkulardan başlayalım. Korku insanı normal yaşama uyumlu hale getirir ve ge­rekli durumlarda önlem almasını sağlar. Hiç korkusuz olsaydık normal yaşama uyum sağlayamaz, tehlikeleri algılamakta yetersiz kalırdık. Tehlikeler bir yana, aslın­da yaşadığımız her zor durumda az çok korku duyarız. Bu bir yerde insanı yönlendiren bir sinyal gibidir. Tıpkı, trafik ışıkları gibi. Kırmızıyı görünce geçmeyiz, sarı gö­rünce daha dikkatli oluruz. Fobiler ve korkular da bir bakıma sarı ışık, hatta yerine göre kırmızı ışık fonksiyo­nu görürler. (fobi pdf)

Yani, korku insanı daha uyanık ve savaşmaya hazır ya­par öyle mi?

Bu hem duygu ve düşünce, hem de bedenin fizyoloji­si bakımından böyledir. O nedenle korkunun azı zor­lukları aşmada faydalı, ancak çoğu zararlıdır. Çünkü korku fazla olduğunda pek çok tepkimiz sınırlanır, he­defini şaşırır, koordinasyonunu kaybeder. Bu durum do­nakalma ya da gereksiz itaat ya da aşırı tepkiler arasın­da gidip gelen yanlış davranışlara yol açar. Öte yandan, dozunda korku ise bedenin hormon, otonom sinir siste­mi aktivitesi ve sinirsel iletken düzeylerini değiştirerek kişiyi daha saldırgan bir tepki verebilmek için hazır ha­le getirir. Mücadele edilen tehdit unsuru da bu durumu algılayıp tutumunu ona göre ayarlayabilir. Dolayısı ile korku bu gibi durumlarda kişinin tepkilerini ayarlama işlevi görür.