Sosyal Fobi Nedir, Sosyal Fobi Forum
Sosyal fobi, bireyin sosyal ortamlarda ya da performans gerektiren durumlarda utanıp küçük düşeceğini düşünerek nedensiz yere korkması durumudur. Hatta sosyal fobisi olan birey toplum içinde yemek yeme, konuşma ve basit eylemleri yapmaktan bile kaçınır. Fakat sosyal fobi psikiyatride anksiyete bozuklukları içerisinde yer alır. Böyle kişiler toplum içerisinde herkesin kendisini izlediğini düşünür, grup içerisinde küçük düşmekten korkarlar, hatta aralarında el sıkışma korkusu bile duyanlar vardır. Sosyal fobisi olan kişiler toplumdan kaçınmalarından dolayı olduğundan çok daha vasat ve negatif algılanabilirler. Sosyal fobisi olan vakalarla görüştüğümüzde pek çoğu ilk ifadelerinde çocukluk çağında diğer çocuklara kıyasla daha mahcup, ürkek ya da içine kapanık olduklarını belirt-seler de bu konudaki asıl gerçek olarak sosyal fobileri olan kişilerin ebeveynlerinin çocukluklarında yaptıkları ufak tefek hatalar sonrasında dalga geçtiklerini bu hatalarını tekrar tekrar onlara hatırlatarak utandırdıkları ilerleyen terapiler sırasında ortaya çıkmıştır. Utangaçlığa karşı zaten bir eğilimi olan kişilerin bu zaafları aileleri tarafından özellikle çocukluk çağında değişik zamanlarda yarı şaka yarı ceza niyetiyle tekrar edilerek daha da pekiştirilmiştir. Türk toplumunda maalesef utandırarak öğretme ya da cezalandırma yöntemi hâlâ kullanılan, eski ve çok çeşitli psikiyatrik problemler üreten bir yöntemdir. Bu durum da onları sosyal izolasyona ve yalnızlığa kadar götürebilir. Bu kişiler otuz kırk yaşlarına gelseler bile sosyal fobileri yüzünden karşı cinsle iletişim kurmaktan şiddetle kaçınmaktadırlar ve evlenmeyi çok isteseler bile evlenmeden yaşamlarına devam etmek zorunda kalabilmektedirler. Oysa sosyal fobiler ilaç tedavisi ve destekleyici bir terapi yöntemiyle kolayca tedavi edilebilmektedir. (Sosyal fobi çözüm)
Sosyal fobi oranı erkek ve kadında aynı mıdır? Diğer fobiler daha çok kadınlarda görülürken sosyal fobinin hem erkek hem de kadınlarda eşit oranda görülmesi dikkat çekicidir. Bu gibi kişiler özellikle başkalarının önünde yemek yemek ve içmekten hoşlanmazlar, örneğin bir fincan ya da bardağı tutarken ellerinin titreyeceğinden çekinirler. Bu yüzden terleyebilir, ağızları kuruyabilir ve kendilerine birisinin baktığını düşündüklerinde yutkunmaları bile güçleşebilir. Bu yüzden yemek davetlerinden kaçınabilir, yolda bir başka yolcunun karşısına oturmaktan çekinir, patronunun karşısına çıkmaktan hoşlanmaz, hatta mayo ile ortaya çıkamayabilir.
Özellikle başkalarının karşısında çalışmak zorunda olan öğretmen, doktor, memur, sekreter gibi değişik meslek grupları bundan etkilenebilir. Bu şekilde davranan bir kişi mesleğinde ilerlemekte güçlük çekebilir, çünkü devamlı hedefini küçültmek zorunda kalır. .
Sosyal fobisi olanlar doktora gitmekten de kaçınır. Derdini söylemez. Bu nedenle bu durumları uzun yıllar gizli kalabilir. Utangaçlık ya da çekingenlik zannedilerek de hoş görülmesi yoluna gidilebilir ama bu da tedaviyi geciktirir. Uzun yıllar sosyal fobiden muzdarip olmak nedeniyle giderek depresyona giren, alkole yönelen kişilere de rastlanır. Bazı sosyal fobikler alkol etkisi altında biraz rahatlayabilir ve geçici bir süre farklı davranabilirler. Bazı kişilerin alkol alınca daha sıcakkanlı ve sempatik oldukları düşüncesi bu gözlemlerden de kaynaklanmaktadır. (sosyal fobi belirtileri)
Oysa sosyal fobisi olan insanlar aslında başkaları ile tanışmak ve ilişki kurmak isterler. Fakat ellerinde olmayan nedenlerle bunda güçlük çeker ve kendileri de bundan rahatsız olurlar. Ancak bu durumu bilmeyen çevre, onların insanları sevmediği, suratsız olduğu gibi bir izlenime kapılabilirler ki, bu da sosyal ilişkileri daha da bozarak kısır döngüyü artırır.
Bazı sosyal fobikler dış görünümleri ile çok uğraşırlar, estetik cerrahi uzmanlarına başvurarak burun, kulak, ya da karınları ile ilgili düzeltme ameliyatları için talepte bulunurlar. Bazı sosyal fobikler ise bunu belli etmemek için çeşitli davranış şekillerine başvurabilirler. Örneğin devamlı konuşma, bunlardan biridir. Böylelikle başkalarının tepkilerini görmezden gelme yolunu seçmiş olurlar.
Agorafobi Nedir, Agorafobi Tedavisi
Fobilerin en yaygın görüleni olduğu tahmin edilmektedir. Oldukça rahatsız edicidir. Yunancada "pazaryeri" anlamına gelen agora sözcüğünden türetilmiştir. Bu gibi kişiler genellikle büyük alışveriş merkezi, kalabalık dükkanlar ve pazaryerlerine, ya da otobüs gibi kalabalık ulaşım araçlarına girmekten kaçınırlar. Yalnız kalabalık yerler değil, tüne! ve asansör gibi hemen çıkması mümkün olmayan yerlerden de uzak dururlar.
Deprem Fobisi Nedir
Deprem Fobisi Nedir?
Yaşadığımız büyük depremler ve kayıplar sonrası birçok kişide ruhsal problemler belirdi. Deprem korkusunun sürekli zihinlerde yer alması hatta bazı kişilerin uzun süreler evlerine girememeleri, girseler de uykularının bozulması gibi durumlarla karşılaşıldı. Çoğu kişi zamanla bu korkularını yenmeyi başardı. İşin ilginç yanı, burada deprem gerçek bir tehlike oluşturmaktadır ve aslında korkulması da mantıklı bir durumdur. Ancak sürekli korku gündelik yaşamla bağdaşmamakta ve kişinin gerekli tedbirleri elinden geldiğince alsa da gündelik yaşama uyum sağlaması kaçınılmaz olmaktadır. Tabii depremin yol açtığı tek sorun fobiler değil. Bu kadar büyük bir felaket sonrasında insan ilişkileri de zarar gördü, ekonomik olanakları daralanlar oldu; büyük olasılıkla bu sarsıntının etkileri insan yaşamında artan evlilik sorunları, madde kullanımı, intiharlar gibi olumsuz olaylarda istatistiksel olarak bir artış şeklinde de kendisini göstermiştir. Bunlar büyük felaketlerin halk sağlığına etkileridir. Çünkü bu gibi stres verici olaylar kişilerin zaten zor gerçekleştirdikleri psikososyal uyumlarını bir kere daha sarsabilmektedir.
Deprem konusunu bir fobi biçiminde yaşamaya devam eden kişilerde çeşitli tedavi yolları denenmiştir. Bunlar içersinde en fazla yararlı olanın daha çok duyarsızlaştırma tipindeki yaklaşımlar olduğu görülmüştür. Deprem olgusunun fobi yaratmasının bir nedeni de yalnız yol açtığı yaşamsal tehlike değil aynı zamanda da kişinin kontrolü dışında gelişen bir olay niteliği taşıdığından ruhsal bir tehdit de oluşturmasıdır. Çünkü birçok ruhsal bozuklukta ve bu arada fobilerde de kişinin dengesini bozan en önemli ortak özellik kişinin kendi kendisini ve olayları kontrol edememe, yönetememe durumunda hissetmesi, bu şekilde yaşamında kısa ya da uzun bir süre için bir özne ve belirleyici unsur olduğu hissini kaybetmesidir. Bu his kişiyi derinden rahatsız eder. Tedavide de kişinin kontrolü yeniden kendisinde hissetmesini sağlayan tedbir ve müdahaleler olumlu sonuçlar vermektedir.
Fobi ile travma sonrası stres bozukluğu arasında bir ilişki var mıdır?
Aşırı derecede stres veren olaylar, yani travmatik yaşantılar karşısında kalıcı bir ruhsal bozukluk oluşabilmektedir. Buna travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) denilmektedir. TSSB 'nin başlıca belirtileri söz konusu olayı hatırlatan her şey karşısında şiddetli bir tepki verme, gündelik yaşamda duygusal olarak durgunlaşma ve olayla ilgili anıların zihne sık sık girmesidir. Böyle bir durumda olan kişi yaşadığı olayla ilgili her şeyden kaçacaktır. O yere gitmek istemeyecek, onu hatırlatan kişilerle karşılaşmak istemeyecek, olayla ilgisi olmasa da kapı zili çalsa ya da gök gürlese bile her türlü uyaran karşısında reaksiyon verecektir. Bu gibi kişilerin durumu fobisi olanlardan farklıdır. Çünkü şikayetleri daha devamlıdır ve ayrıca duygusal olarak da bir yıpranma içersindedirler. Halbuki fobisi olanların şikayetleri sadece fobi ile sınırlıdır ki bu nedenle TSSB'si olanlara nazaran daha şanslıdırlar. Ancak bazı fobiler travmatik bir yaşantı sonrasında da ortaya çıkabilir.
Risk almama davranışı ile fobi arasında ilişki var mıdır?
Hayatta hiçbir şey kesin değildir. İhtimaller vardır. Bize düşen ihtimalleri görmek ve iyi bir risk analizi yapmaktır. Hiç risk alınmadan yürütülen fobik bir hayat doğal ki birçok bakımdan gelişmelere kapalıdır. Öte yandan doğru dürüst risk analizi yapmadan alınan kararlar da bizi zarara sokabilir, hayatımızı bir kabusa çevirebilir. Unutmayalım ki, fobik olmak da risk almamak için bir garanti değildir. Aşırı uçlar bir gün olup tersine dönmeye meyleder. Öyle ki, fobik bir kişinin ne zaman kontrfobik, yani aniden tersine bir tutum göstereceğini bilemezsiniz. İnsanların risk alma konusundaki tavırları birbirinden farklılık gösterir. Bazı görüşlere göre risk almaalmama davranışının genetik bir kökeni de vardır. Herkesin bu konunun farkında olması ve iyi bir analiz yapmanın, ihtimallerin önemini görmenin yararı konusunda uyanık olması gerekir.
Sinemada fobi konusu işlenmiş midir?
Korku filmleri sinemada başlı başına bir alan oluşturur.
Korkuyla karşılaşmanın zevk veren bir yönü olduğuna dair iyi bir örnektir bu. Ancak sinemada da korkuyu yaratmanın ve yaşatmanın birçok değişik yönü vardır. Savaş ve cinayet filmleri bunlara örnek sayılabilir. Bazen bir filmde korkutucu hiçbir sahne olmasa da yönetmen seyircide korku yaratmayı ustaca becerebilir. Bu da korkunun somut nedenlerin yanı sıra psikolojik nedenlerle de oluşabileceğini bize gösterir. Bazı sporlar da kişiyi korkunun kenarına getirir. Örneğin kayak yapmak, dağcılık ve başka tehlikeli olabilecek sporlar kişiyi bu durumla karşılaştırır. Burada kişi tehlike ile yüzleşerek kendisine yeniden bir ayar yapmayı öğrenmektedir. Nereye kadar risk alırsa tehlike zararlı olmaktadır, nereye kadarını ise kaldırabilmektedir. Esasen kişinin risk karşısında alacağı tavır kişiseldir, herkesin risk taşıma ve problem çözme kapasiteleri farklı olabilir. Korku bir sinyaldir ve kişiyi bir kere daha düşünmeye, analiz yapmaya, kendini ayarlamaya sevk etmektedir.
AİDS korkusu sık mıdır?
AİDS ortaya çıkana ve bilinene kadar böyle bir fobi tanımıyorduk. Ancak AİDS'in ortaya çıkmasını takip eden yıllarda çok sayıda kişide bu korkunun ortaya çıktığını gördük. AİDS özellikle cinsel ilişki ile bulaştığı bilinen bir hastalık ve eşcinsellerde görece yüksek oranda rastlanıyor. Cinsellik insan psikolojisi için özel önemi olan bir konu ve bununla ilişkili olarak AİDS fobisinin cinsel konulardaki korkularla da ilişkisi olabileceğini dikkate almak lazım. Tabii AİDS oldukça ağır seyreden, tedavisi güç bir hastalık olması nedeniyle de özel bir korku sebebi. Eşcinsellikle ilgili takıntı ve bilinçdışı korkulan olanlarda da böyle bir fobinin meydana gelebildiğini görüyoruz. Bunun yanı sıra tek gecelik ilişki yaşayan erkekler ve kadınlarda da zamanla bu korku gelişebilir. Bunun yanı sıra riskli hastalıklarla çalışan sağlık personelinde de AİDS korkusuna rastlanmaktadır. AİDS ile ilişkili bir başka ruh sağlığı konusu da madde kullanımıdır. Özellikle enjektör kullanımı yolu ile eroin ve benzeri maddeler alanlar AİDS açısından risk altındadırlar. Dünyada AİDS sıklığının en yüksek olduğu gruplarından biri de madde bağımlılarıdır. Bu nedenle kimi zaman AİDS korkusu ile enjeksiyon korkusu, hatta yerlerde enjektör iğnesine rastlayıp basmak ya da benzeri bir temas yolu ile hastalık geçebileceği gibi korkulara da rastlanmaktadır.
Kuduz korkusu
Kuduz ve "kudurma" kavramları özellikle "akıl sağlığını kaybetme", kontrolü kaybetme gibi konuları anımsattığından özellikle korku nedenidir. Kudurma ve kuduz daha çok öfke kavramı ile birlikte düşünülür. Öfkenin de psikolojik problemler, kişiler arası ilişkiler ve nihayet fobi ile elbette ki bir ilişkisi vardır. Kuduz korkusu toplumumuzda yaygın bir korku türüdür. Her ne kadar toplumumuzda hayvan sevgisi giderek artmakta ise de günümüzde toplumun geniş bir kesimi evcil hayvanlara hoş gözle bakmamakta ve korku ile yaklaşmaktadır. Oysa tıbbi olarak iyi bakılmış bir evcil hayvandan sağlık konusunda bir zarar görmek mümkün değildir. Bu şekilde davranan kişilerin bir kısmında söylemeseler ve öyle görmeseler de bir hayvan fobisi olduğunu düşünmek yerinde olur. Sıradan bir sokakta bir süre tasma ile köpek gezdirmek ne kadar çok kişide köpeklerden korku olduğunu göstermeye yeter.
Yaşadığımız büyük depremler ve kayıplar sonrası birçok kişide ruhsal problemler belirdi. Deprem korkusunun sürekli zihinlerde yer alması hatta bazı kişilerin uzun süreler evlerine girememeleri, girseler de uykularının bozulması gibi durumlarla karşılaşıldı. Çoğu kişi zamanla bu korkularını yenmeyi başardı. İşin ilginç yanı, burada deprem gerçek bir tehlike oluşturmaktadır ve aslında korkulması da mantıklı bir durumdur. Ancak sürekli korku gündelik yaşamla bağdaşmamakta ve kişinin gerekli tedbirleri elinden geldiğince alsa da gündelik yaşama uyum sağlaması kaçınılmaz olmaktadır. Tabii depremin yol açtığı tek sorun fobiler değil. Bu kadar büyük bir felaket sonrasında insan ilişkileri de zarar gördü, ekonomik olanakları daralanlar oldu; büyük olasılıkla bu sarsıntının etkileri insan yaşamında artan evlilik sorunları, madde kullanımı, intiharlar gibi olumsuz olaylarda istatistiksel olarak bir artış şeklinde de kendisini göstermiştir. Bunlar büyük felaketlerin halk sağlığına etkileridir. Çünkü bu gibi stres verici olaylar kişilerin zaten zor gerçekleştirdikleri psikososyal uyumlarını bir kere daha sarsabilmektedir.
Deprem konusunu bir fobi biçiminde yaşamaya devam eden kişilerde çeşitli tedavi yolları denenmiştir. Bunlar içersinde en fazla yararlı olanın daha çok duyarsızlaştırma tipindeki yaklaşımlar olduğu görülmüştür. Deprem olgusunun fobi yaratmasının bir nedeni de yalnız yol açtığı yaşamsal tehlike değil aynı zamanda da kişinin kontrolü dışında gelişen bir olay niteliği taşıdığından ruhsal bir tehdit de oluşturmasıdır. Çünkü birçok ruhsal bozuklukta ve bu arada fobilerde de kişinin dengesini bozan en önemli ortak özellik kişinin kendi kendisini ve olayları kontrol edememe, yönetememe durumunda hissetmesi, bu şekilde yaşamında kısa ya da uzun bir süre için bir özne ve belirleyici unsur olduğu hissini kaybetmesidir. Bu his kişiyi derinden rahatsız eder. Tedavide de kişinin kontrolü yeniden kendisinde hissetmesini sağlayan tedbir ve müdahaleler olumlu sonuçlar vermektedir.
Fobi ile travma sonrası stres bozukluğu arasında bir ilişki var mıdır?
Aşırı derecede stres veren olaylar, yani travmatik yaşantılar karşısında kalıcı bir ruhsal bozukluk oluşabilmektedir. Buna travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) denilmektedir. TSSB 'nin başlıca belirtileri söz konusu olayı hatırlatan her şey karşısında şiddetli bir tepki verme, gündelik yaşamda duygusal olarak durgunlaşma ve olayla ilgili anıların zihne sık sık girmesidir. Böyle bir durumda olan kişi yaşadığı olayla ilgili her şeyden kaçacaktır. O yere gitmek istemeyecek, onu hatırlatan kişilerle karşılaşmak istemeyecek, olayla ilgisi olmasa da kapı zili çalsa ya da gök gürlese bile her türlü uyaran karşısında reaksiyon verecektir. Bu gibi kişilerin durumu fobisi olanlardan farklıdır. Çünkü şikayetleri daha devamlıdır ve ayrıca duygusal olarak da bir yıpranma içersindedirler. Halbuki fobisi olanların şikayetleri sadece fobi ile sınırlıdır ki bu nedenle TSSB'si olanlara nazaran daha şanslıdırlar. Ancak bazı fobiler travmatik bir yaşantı sonrasında da ortaya çıkabilir.
Risk almama davranışı ile fobi arasında ilişki var mıdır?
Hayatta hiçbir şey kesin değildir. İhtimaller vardır. Bize düşen ihtimalleri görmek ve iyi bir risk analizi yapmaktır. Hiç risk alınmadan yürütülen fobik bir hayat doğal ki birçok bakımdan gelişmelere kapalıdır. Öte yandan doğru dürüst risk analizi yapmadan alınan kararlar da bizi zarara sokabilir, hayatımızı bir kabusa çevirebilir. Unutmayalım ki, fobik olmak da risk almamak için bir garanti değildir. Aşırı uçlar bir gün olup tersine dönmeye meyleder. Öyle ki, fobik bir kişinin ne zaman kontrfobik, yani aniden tersine bir tutum göstereceğini bilemezsiniz. İnsanların risk alma konusundaki tavırları birbirinden farklılık gösterir. Bazı görüşlere göre risk almaalmama davranışının genetik bir kökeni de vardır. Herkesin bu konunun farkında olması ve iyi bir analiz yapmanın, ihtimallerin önemini görmenin yararı konusunda uyanık olması gerekir.
Sinemada fobi konusu işlenmiş midir?
Korku filmleri sinemada başlı başına bir alan oluşturur.
Korkuyla karşılaşmanın zevk veren bir yönü olduğuna dair iyi bir örnektir bu. Ancak sinemada da korkuyu yaratmanın ve yaşatmanın birçok değişik yönü vardır. Savaş ve cinayet filmleri bunlara örnek sayılabilir. Bazen bir filmde korkutucu hiçbir sahne olmasa da yönetmen seyircide korku yaratmayı ustaca becerebilir. Bu da korkunun somut nedenlerin yanı sıra psikolojik nedenlerle de oluşabileceğini bize gösterir. Bazı sporlar da kişiyi korkunun kenarına getirir. Örneğin kayak yapmak, dağcılık ve başka tehlikeli olabilecek sporlar kişiyi bu durumla karşılaştırır. Burada kişi tehlike ile yüzleşerek kendisine yeniden bir ayar yapmayı öğrenmektedir. Nereye kadar risk alırsa tehlike zararlı olmaktadır, nereye kadarını ise kaldırabilmektedir. Esasen kişinin risk karşısında alacağı tavır kişiseldir, herkesin risk taşıma ve problem çözme kapasiteleri farklı olabilir. Korku bir sinyaldir ve kişiyi bir kere daha düşünmeye, analiz yapmaya, kendini ayarlamaya sevk etmektedir.
AİDS korkusu sık mıdır?
AİDS ortaya çıkana ve bilinene kadar böyle bir fobi tanımıyorduk. Ancak AİDS'in ortaya çıkmasını takip eden yıllarda çok sayıda kişide bu korkunun ortaya çıktığını gördük. AİDS özellikle cinsel ilişki ile bulaştığı bilinen bir hastalık ve eşcinsellerde görece yüksek oranda rastlanıyor. Cinsellik insan psikolojisi için özel önemi olan bir konu ve bununla ilişkili olarak AİDS fobisinin cinsel konulardaki korkularla da ilişkisi olabileceğini dikkate almak lazım. Tabii AİDS oldukça ağır seyreden, tedavisi güç bir hastalık olması nedeniyle de özel bir korku sebebi. Eşcinsellikle ilgili takıntı ve bilinçdışı korkulan olanlarda da böyle bir fobinin meydana gelebildiğini görüyoruz. Bunun yanı sıra tek gecelik ilişki yaşayan erkekler ve kadınlarda da zamanla bu korku gelişebilir. Bunun yanı sıra riskli hastalıklarla çalışan sağlık personelinde de AİDS korkusuna rastlanmaktadır. AİDS ile ilişkili bir başka ruh sağlığı konusu da madde kullanımıdır. Özellikle enjektör kullanımı yolu ile eroin ve benzeri maddeler alanlar AİDS açısından risk altındadırlar. Dünyada AİDS sıklığının en yüksek olduğu gruplarından biri de madde bağımlılarıdır. Bu nedenle kimi zaman AİDS korkusu ile enjeksiyon korkusu, hatta yerlerde enjektör iğnesine rastlayıp basmak ya da benzeri bir temas yolu ile hastalık geçebileceği gibi korkulara da rastlanmaktadır.
Kuduz korkusu
Kuduz ve "kudurma" kavramları özellikle "akıl sağlığını kaybetme", kontrolü kaybetme gibi konuları anımsattığından özellikle korku nedenidir. Kudurma ve kuduz daha çok öfke kavramı ile birlikte düşünülür. Öfkenin de psikolojik problemler, kişiler arası ilişkiler ve nihayet fobi ile elbette ki bir ilişkisi vardır. Kuduz korkusu toplumumuzda yaygın bir korku türüdür. Her ne kadar toplumumuzda hayvan sevgisi giderek artmakta ise de günümüzde toplumun geniş bir kesimi evcil hayvanlara hoş gözle bakmamakta ve korku ile yaklaşmaktadır. Oysa tıbbi olarak iyi bakılmış bir evcil hayvandan sağlık konusunda bir zarar görmek mümkün değildir. Bu şekilde davranan kişilerin bir kısmında söylemeseler ve öyle görmeseler de bir hayvan fobisi olduğunu düşünmek yerinde olur. Sıradan bir sokakta bir süre tasma ile köpek gezdirmek ne kadar çok kişide köpeklerden korku olduğunu göstermeye yeter.
Ergenlik Caginda Fobiler
Ergenlik çağında fobi
Genellikle ergenlik çağına gelen çocukların fazla bir sorun çıkartmadıkları görülür. Ancak rüzgar ekenin fırtına biçmesi örneğinde olduğu gibi çocuklukta yapılan hatalar ergenlik çağından sonra birkaç misli büyümüş olarak çocuğun ve ailenin karşısına çıkar. Ergenlik çağına giren bir çocuğa fiziksel olarak hakim olmak da çok daha güçtür. Onun için o yaşa gelene dek gözlenen sorunların nasıl olsa geçer düşüncesi ile üstü örtülü bırakılmaması uygun olur. Öte yandan, birçok ailede anne ve baba arasındaki sorunlar daha çok çocukların küçük yaşta olduğu evliliklerin ilk yıllarında hız kazanmakta, çocuklar üzerinde etkili olmakta ancak evde süren kriz ortamı nedeni ile çocukların tepkileri gözden kaçmakta ve yardım sağlanamamaktadır. Daha sonra ise evlilik problemleri hallolsa dahi çocukların yarattığı krizler de aile problemlerini ve evlilik krizlerini artıracaktır. Evde başka kişilerde bir psikiyatrik bozukluk bulunması da çocuklarda fobileri artıran bir konudur. Örneğin babanın aşırı derecede alkol içmesi, annede "sinir krizleri" ya da depresyon, hiperaktif bir kardeşin sürekli huzursuzluk yaratması gibi diğer psikiyatrik problemleri de gözden geçirmek ve varsa tedavisi yönüne gitmek gerekir.
Fobilerin neden olduğu çeşitli ruhsal bozukluklar
Depresyon: Fobisi olan kişilerde depresyona da sık rastlanır. Bazen da fobinin ilk başlangıcı bir depresyon dönemi sırasında olabilir, depresyonun iyileşmesinden sonra da devam eder. Bazen depresyona girince fobisi düzelen kişilere de rastlanır. Kimi zaman da depresyonun tedavisi fobinin de düzelmesine yol açar. Ama bu şart değildir. Ayrıca tedavi gerektirebilir.
Yaygın anksiyete bozukluğu: Fobisi olan kişilerde sık rastlanan bir durum da devamlı olarak sıkıntı hissi içerisinde olmalarıdır. Yani fobi dışında bir yaygın anksiyete bozukluğunun da bulunmasıdır. Bu gibi kişiler günün hiçbir zamanında rahatlayamazlar. Devamlı olarak kötü bir şey olacağı, kötü bir haber geleceği endişesi içersinde gergin bir bekleyiş yaşarlar. Bu durum baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık gibi bedensel belirtilere de yol açabilir
Panik atağı: Bazı fobi hastalarında panik ataklara da rastlanır. Bazılarında önce panik atağı başlar sonra fobi eklenir. Panik atağı olan kişilerde özellikle agorafobi daha fazla görülür.
Evlilik problemleri: Fobi ile gelen kişilerde sıklıkla evlilik problemleri ile karşılaşılır. Bunda fobilerin gündelik yaşamda yarattığı kimi zorlukların yanı sıra kişinin genel gerginliği sonucu çabuk sinirlenmesi de rol oynar. Özellikle agorafobisi olanlar yalnız kakmamaları nedeniyle eşlerine bağımlı davranışlar gösterebilir, kir korkusu yaşayan insanlar ise bu korkularına ev halkını da ortak edip onlar üzerinde kontrol sağlamaya çalışmaları nedeniyle gerginliğe ve bıkkınlığa neden olurlar. Fobileri olan insanların kolay rahatlayamamaları ve gevşeyememeleri nedeniyle eğlenme ve rahatlama dönemlerine uyum sağlayamamaları da aile ve grup içersinde uyumu bozabilir.
İnsan ilişkilerinde zorluklar: Kişinin kafasının fobileriyle meşgul olması dikkatini işine ve başka konulara vermesini güçleştirebilir. Birlikte yaşanan ya da çalışılan insanlarla birlikte hareket etmekte çeşitli güçlüklere neden olabilir. Fobilerini ilgilendiren konularda bazı durumlarda kişinin gereksiz yere kararsız kaldığı, yavaş davrandığı dikkati çekebilir ve birlikte iş yapanları sinirlendirebilir.
Cinsel problemler: Hastalık kapma fobisi, cinsel ilişkiden korkma gibi bazı fobiler doğrudan cinsel işlev bozukluğuna neden olabilir.
Alkol ve madde bağımlılığı: Fobilerin ve benzeri durumların yol açtığı en büyük problemlerden biri kişinin rahatlama ve gevşeme amacıyla alkol kullanmaya başlamasıdır. Örneğin sosyal fobisi olan ve insanlara açılmaktan çekinen bir kişi bunu alkol etkisi altında daha rahat yapabildiğini gördükçe bu yola daha çok başvuracaktır. Bu ise onu zamanda alkolik hale getirebilir. Diğer keyif verici maddeler için de aynısı geçerlidir. Buna karşılık yine rahatlama amacıyla alınan bazı ilaçlar bağımlılık yapabilir. Çünkü etkileri zamanla azaldığından daha yüksek dozlara çıkılması gerekir. Hiç alınmadıklarında da eksiklik belirtileri ortaya çıktığından bu sefer de ilaç bağımlılığı kişinin birinci derece sorunu haline gelir.
Başka psikiyatrik hastalıklar fobi ile başlar mı? Aslında bazı psikiyatrik sorunların fobi oluşumundaki rolü bilinmemektedir. Bazen şizofreni ve benzeri ağır ruhsal rahatsızlıklar fobi ile başlar sonradan diğer belirtilerin eklenmesi ile kendisini tam olarak ortaya koyar. Ancak deneyimli bir psikiyatrist bu durumu önceden fark edebilir. Çünkü bu gibi durumlarda fobilerin yanı sıra diğer hastalığın bazı öncü belirtileri de olacaktır. Örneğin hastanın şizofrenisi varsa fobilerin yanı sıra etraftan şüphelenme, içe kapanma, performansında azalma, gerçek dışı kimi konuları dile getirmeye başlama gibi özellikler görülecektir. Ya da depresyonu varsa uykusu ve iştahı bozulacak, halsizlik, iş yapmak istememe gibi şikayetler ortaya çıkacaktır. Bu durumda fobinin tedavisinden çok esas problemin tedavisine yönelmek gerekir. Çünkü psikiyatri de temel prensip birlikte bulunan birkaç hastalık olduğunda tedaviyi en ağır olanına doğru yönlendirmektir. Çoğu zaman daha ağır olan durumun tedavisi beraberinde olan daha hafif durumun düzelmesini de sağlayacaktır.
İçe dönük kişilik ile sosyal fobi ayrı şeyler midir?
Bu iki konu birbirine çok karışır. İçedönük kişiler insanlarla görüşmeyi pek sevmezler bundan rahatsızlık da duymazlar. Başkalarına ilgileri azdır. Yalnız başlarına yaşamayı severler. Öte yandan, sosyal fobisi olanlar ise aslında insanlara ve dış dünyaya ilgi duymakta ve onlarla temas halinde olayı istemektedirler. Başkalarının kendileri hakkındaki kanaatlerine duyarlıdırlar. Fakat eleştirilmekten korktukları için kendilerini ortaya koyamazlar, ancak fırsatlardan faydalanmaya çalışırlar. İçedönüklük konusunda ilaç tedavileri pek etkili olmazken sosyal fobi psiko-terapinin yanı sıra ilaçla da tedavi edilebilmektedir. Bu da onun bir kişilik özelliği olmayıp gerçekten bir fobi olduğu gerçeğini desteklemektedir.
Genellikle ergenlik çağına gelen çocukların fazla bir sorun çıkartmadıkları görülür. Ancak rüzgar ekenin fırtına biçmesi örneğinde olduğu gibi çocuklukta yapılan hatalar ergenlik çağından sonra birkaç misli büyümüş olarak çocuğun ve ailenin karşısına çıkar. Ergenlik çağına giren bir çocuğa fiziksel olarak hakim olmak da çok daha güçtür. Onun için o yaşa gelene dek gözlenen sorunların nasıl olsa geçer düşüncesi ile üstü örtülü bırakılmaması uygun olur. Öte yandan, birçok ailede anne ve baba arasındaki sorunlar daha çok çocukların küçük yaşta olduğu evliliklerin ilk yıllarında hız kazanmakta, çocuklar üzerinde etkili olmakta ancak evde süren kriz ortamı nedeni ile çocukların tepkileri gözden kaçmakta ve yardım sağlanamamaktadır. Daha sonra ise evlilik problemleri hallolsa dahi çocukların yarattığı krizler de aile problemlerini ve evlilik krizlerini artıracaktır. Evde başka kişilerde bir psikiyatrik bozukluk bulunması da çocuklarda fobileri artıran bir konudur. Örneğin babanın aşırı derecede alkol içmesi, annede "sinir krizleri" ya da depresyon, hiperaktif bir kardeşin sürekli huzursuzluk yaratması gibi diğer psikiyatrik problemleri de gözden geçirmek ve varsa tedavisi yönüne gitmek gerekir.
Fobilerin neden olduğu çeşitli ruhsal bozukluklar
Depresyon: Fobisi olan kişilerde depresyona da sık rastlanır. Bazen da fobinin ilk başlangıcı bir depresyon dönemi sırasında olabilir, depresyonun iyileşmesinden sonra da devam eder. Bazen depresyona girince fobisi düzelen kişilere de rastlanır. Kimi zaman da depresyonun tedavisi fobinin de düzelmesine yol açar. Ama bu şart değildir. Ayrıca tedavi gerektirebilir.
Yaygın anksiyete bozukluğu: Fobisi olan kişilerde sık rastlanan bir durum da devamlı olarak sıkıntı hissi içerisinde olmalarıdır. Yani fobi dışında bir yaygın anksiyete bozukluğunun da bulunmasıdır. Bu gibi kişiler günün hiçbir zamanında rahatlayamazlar. Devamlı olarak kötü bir şey olacağı, kötü bir haber geleceği endişesi içersinde gergin bir bekleyiş yaşarlar. Bu durum baş ağrısı, uykusuzluk, iştahsızlık gibi bedensel belirtilere de yol açabilir
Panik atağı: Bazı fobi hastalarında panik ataklara da rastlanır. Bazılarında önce panik atağı başlar sonra fobi eklenir. Panik atağı olan kişilerde özellikle agorafobi daha fazla görülür.
Evlilik problemleri: Fobi ile gelen kişilerde sıklıkla evlilik problemleri ile karşılaşılır. Bunda fobilerin gündelik yaşamda yarattığı kimi zorlukların yanı sıra kişinin genel gerginliği sonucu çabuk sinirlenmesi de rol oynar. Özellikle agorafobisi olanlar yalnız kakmamaları nedeniyle eşlerine bağımlı davranışlar gösterebilir, kir korkusu yaşayan insanlar ise bu korkularına ev halkını da ortak edip onlar üzerinde kontrol sağlamaya çalışmaları nedeniyle gerginliğe ve bıkkınlığa neden olurlar. Fobileri olan insanların kolay rahatlayamamaları ve gevşeyememeleri nedeniyle eğlenme ve rahatlama dönemlerine uyum sağlayamamaları da aile ve grup içersinde uyumu bozabilir.
İnsan ilişkilerinde zorluklar: Kişinin kafasının fobileriyle meşgul olması dikkatini işine ve başka konulara vermesini güçleştirebilir. Birlikte yaşanan ya da çalışılan insanlarla birlikte hareket etmekte çeşitli güçlüklere neden olabilir. Fobilerini ilgilendiren konularda bazı durumlarda kişinin gereksiz yere kararsız kaldığı, yavaş davrandığı dikkati çekebilir ve birlikte iş yapanları sinirlendirebilir.
Cinsel problemler: Hastalık kapma fobisi, cinsel ilişkiden korkma gibi bazı fobiler doğrudan cinsel işlev bozukluğuna neden olabilir.
Alkol ve madde bağımlılığı: Fobilerin ve benzeri durumların yol açtığı en büyük problemlerden biri kişinin rahatlama ve gevşeme amacıyla alkol kullanmaya başlamasıdır. Örneğin sosyal fobisi olan ve insanlara açılmaktan çekinen bir kişi bunu alkol etkisi altında daha rahat yapabildiğini gördükçe bu yola daha çok başvuracaktır. Bu ise onu zamanda alkolik hale getirebilir. Diğer keyif verici maddeler için de aynısı geçerlidir. Buna karşılık yine rahatlama amacıyla alınan bazı ilaçlar bağımlılık yapabilir. Çünkü etkileri zamanla azaldığından daha yüksek dozlara çıkılması gerekir. Hiç alınmadıklarında da eksiklik belirtileri ortaya çıktığından bu sefer de ilaç bağımlılığı kişinin birinci derece sorunu haline gelir.
Başka psikiyatrik hastalıklar fobi ile başlar mı? Aslında bazı psikiyatrik sorunların fobi oluşumundaki rolü bilinmemektedir. Bazen şizofreni ve benzeri ağır ruhsal rahatsızlıklar fobi ile başlar sonradan diğer belirtilerin eklenmesi ile kendisini tam olarak ortaya koyar. Ancak deneyimli bir psikiyatrist bu durumu önceden fark edebilir. Çünkü bu gibi durumlarda fobilerin yanı sıra diğer hastalığın bazı öncü belirtileri de olacaktır. Örneğin hastanın şizofrenisi varsa fobilerin yanı sıra etraftan şüphelenme, içe kapanma, performansında azalma, gerçek dışı kimi konuları dile getirmeye başlama gibi özellikler görülecektir. Ya da depresyonu varsa uykusu ve iştahı bozulacak, halsizlik, iş yapmak istememe gibi şikayetler ortaya çıkacaktır. Bu durumda fobinin tedavisinden çok esas problemin tedavisine yönelmek gerekir. Çünkü psikiyatri de temel prensip birlikte bulunan birkaç hastalık olduğunda tedaviyi en ağır olanına doğru yönlendirmektir. Çoğu zaman daha ağır olan durumun tedavisi beraberinde olan daha hafif durumun düzelmesini de sağlayacaktır.
İçe dönük kişilik ile sosyal fobi ayrı şeyler midir?
Bu iki konu birbirine çok karışır. İçedönük kişiler insanlarla görüşmeyi pek sevmezler bundan rahatsızlık da duymazlar. Başkalarına ilgileri azdır. Yalnız başlarına yaşamayı severler. Öte yandan, sosyal fobisi olanlar ise aslında insanlara ve dış dünyaya ilgi duymakta ve onlarla temas halinde olayı istemektedirler. Başkalarının kendileri hakkındaki kanaatlerine duyarlıdırlar. Fakat eleştirilmekten korktukları için kendilerini ortaya koyamazlar, ancak fırsatlardan faydalanmaya çalışırlar. İçedönüklük konusunda ilaç tedavileri pek etkili olmazken sosyal fobi psiko-terapinin yanı sıra ilaçla da tedavi edilebilmektedir. Bu da onun bir kişilik özelliği olmayıp gerçekten bir fobi olduğu gerçeğini desteklemektedir.
Fobilerin Etkileri
Fobilerin Etkileri
Fobilerin yakın çevre üzerinde etkisi nedir?
Fobileri olan bir insan o konularda ister istemez ben merkezci bir durumdadır. Gerekirse, başkalarının da kendi tercihlerine uyum sağlamasını ister. Örneğin fobileri olan bir anne, çocuğunun da bu korkulara göre hareket etmesini isteyebilir, agorafobisi olan bir kadın yalnız bırakılmamak ister, hastalık fobisi olan adam doktordan buna göre aşırı ayrıntılı bir inceleme bekler, kir fobisi olan, eve giren çıkanların kir taşımamaları için bir dolu törene riayet etmesini talep eder vb. Kimi durumlarda fobisi olan kişi ile yaşamak güçleşebilir. Fobik kişiler bunu çevrenin bilmesini çok da istemediklerinden bu taleplerini bazen dolaylı bir şekilde dile getirebilirler. Örneğin sosyal fobisi olan bir koca, karısının ve diğer aile bireylerinin talebine rağmen normalde bulunmaları gereken bir davetten kaçınabilir ama bunun gerçek nedenini itiraf etmeyebilir.
Bazı fobiler deyim yerindeyse salgın etkisi yapabilir deniliyor bunu biraz açabilir miyiz?
Evet, çünkü bir kişinin korkusu, içinde bulunduğu gruptaki aynı ya da benzeri korkuları da alevlendirebilir. Grupça paylaşılmış korkulara da rastlanabilir, örneğin bir grup kişinin hep birlikte cinden, periden, hayaletlerden korkması gibi. Özellikle o insan grubunda konu ile ilgili kültürel folklorik kimi inançlar var ise bu, durumu kolaylaştırabilir. Günümüzde iletişim araçları eskisine göre çok daha fazla gelişmiştir. Cep telefonu ve internetin yanı sıra belirli insanların bir araya geldiği "facebook" ya da eposta mektuplaşma grupları gibi araçlar belirli düşünce ve duyguların, bilgilerin, haberlerin büyük bir hızla yayılmasına yol açabilmekte ve kimi zaman önceden düşünülemeyen sonuçlara dahi götürebilmektedir. Dolayısı ile eskiden ancak kırsal alanlarda, dışa kapalı köylerde görülen korku salgınları şimdi tam tersine iletişimin çok geliştiği, teknolojinin kullanıldığı alanlarda yayılma tehlikesi göstermektedir. Örneğin beslenme ve sağlıkla ilgili korkular sadece tek bir kişinin hastalık hastası olmasından çıkmakta, gazetelerde ve yayın organlarında topluca işlenilen konulara dönüşmektedir. Günümüzde sağlıklı beslenme, diyet gibi konular çok ilgi çekmekte ve bu konularla uğraşan kişiler arasında tüm toplumda ün yapan, popüler, sözü dinlenilen kişiler ("guru"lar) ortaya çıkmaktadır. Oysa birçok kişinin bu tavsiyeleri tam olarak yerine getirmesi mümkün olmadığı gibi çoğu zaman verilen bilgiler de zaman içersinde çelişmekte, bu da korkuyu yatıştıracağına artırmaktadır. Bir başka örnek olarak bir uçak kazası bir anda tüm ayrıntıları ile birlikte gözümüzün önüne getirilmekte ve uzun süreler tartışılmaktadır. Bu gibi dönemlerde uçağa binme korkularının toplumda artıp artmadığının araştırılması ilginç olabilir. Tabii bu gibi olaylar ve durumlar bizim mesleki uygulamalarımız çerçevesinde karşımıza gelen insanlarda bireysel olarak etkili olmakta ve bizler bu durumu gözlemekteyiz.
Buna karşılık eskiden korkulan ya da normalde korkulan bir takım durumlara ise giderek toplu halde alışmaktayız. Yani korkunun, ya da gerçekçi biçimde korkulması gereken kimi konuların bir "negatif salgın" biçiminde topluca inkara uğraması, bunlara alışılması ve giderek görmezden gelinmesi de yaygın bir durumdur. Yine iletişimin artması bunda bir rol oynamaktadır. Herkesin inkar ettiği ya da önemsemediği bir durum bizim için de korku olmaktan çıkabilmektedir. Buna en tipik örnekler deprem ve savaş konuları olabilir. Deprem, özellikle İstanbul'da ve Türkiye'nin birçok yerinde gerçek bir tehlike durumundadır. Fakat biz topluca bunu inkar etmekteyiz. Mademki yüz binlerce insan bu tehlikeye rağmen normal yaşamını sürdürmekte, demek ki bu tehlike o kadar da büyük değil diye düşünmekteyiz. Yoksa kendi başımıza karar versek herhalde hiçbirimiz deprem tehlikesi bulunan yerlerde bir gün bile yaşamaz, başka ortamlar arardık. Çünkü ölüm tehlikesinden daha büyük bir tehlike olamaz. Günümüzde giderek savaş görüntülerine de alışmaktayız. Oysa savaşın korkunçluğu en fazla içinde yaşayanlarca fark edilmektedir. Ama mademki tüm dünya her şeye rağmen savaşa devam etmekte ve bunu seyretmekte, öyleyse bu durum yaşamın parçasıdır diye düşünmeye başlamaktayız. Sonuç olarak sadece korkular değil korkuların inkarı da salgın yapabilmektedir.
Çocukların fobileri karşısında aileler ne yapmalı? Özellikle çocuklarda görülen fobiler anne ve babanın özel ilgisini gerektirecek duruma gelebilir. Örneğin okul korkusu olan bir çocuk, uzun süre aileyi çaresiz bırakabilir. Başlangıçta anne ya da baba, çocuğu okula kendisi götürerek bu problemi halletme yoluna gitse de çocuk anne ve babanın sürekli olarak kendisiyle kalmalarını isteyerek aksi halde sıkıntı krizleri geçirerek, onları çaresiz bırakabilir. Ya da karanlık korkusu nedeniyle yalnız başına yatmaktan korkan bir çocuk, anne ve babayı sürekli kendisi ile ilgilenmek zorunda bırakabilir. Bu gibi durumlara aşırı biçimde uyum göstermek ise problemi küçültmez aksine sürmesine ve artmasına neden olur. Fobik kişi çocuk da olsa, büyük de olsa korkusu hep ön planda olduğundan, zorlanmadıkça o korkuyu yenme yönünde davranış geliştirmez, onun yerine başkalarını ona uydurmaya çalışır. Onu, korkusunu yenmeye zorlamak daha yararlı bir tutumdur. Bunu başardığında kendisi de memnun olacak ve korkusu ile ilgili utanç ve benzeri olumsuz duygularından kurtulacaktır.
Fobilerin yakın çevre üzerinde etkisi nedir?
Fobileri olan bir insan o konularda ister istemez ben merkezci bir durumdadır. Gerekirse, başkalarının da kendi tercihlerine uyum sağlamasını ister. Örneğin fobileri olan bir anne, çocuğunun da bu korkulara göre hareket etmesini isteyebilir, agorafobisi olan bir kadın yalnız bırakılmamak ister, hastalık fobisi olan adam doktordan buna göre aşırı ayrıntılı bir inceleme bekler, kir fobisi olan, eve giren çıkanların kir taşımamaları için bir dolu törene riayet etmesini talep eder vb. Kimi durumlarda fobisi olan kişi ile yaşamak güçleşebilir. Fobik kişiler bunu çevrenin bilmesini çok da istemediklerinden bu taleplerini bazen dolaylı bir şekilde dile getirebilirler. Örneğin sosyal fobisi olan bir koca, karısının ve diğer aile bireylerinin talebine rağmen normalde bulunmaları gereken bir davetten kaçınabilir ama bunun gerçek nedenini itiraf etmeyebilir.
Bazı fobiler deyim yerindeyse salgın etkisi yapabilir deniliyor bunu biraz açabilir miyiz?
Evet, çünkü bir kişinin korkusu, içinde bulunduğu gruptaki aynı ya da benzeri korkuları da alevlendirebilir. Grupça paylaşılmış korkulara da rastlanabilir, örneğin bir grup kişinin hep birlikte cinden, periden, hayaletlerden korkması gibi. Özellikle o insan grubunda konu ile ilgili kültürel folklorik kimi inançlar var ise bu, durumu kolaylaştırabilir. Günümüzde iletişim araçları eskisine göre çok daha fazla gelişmiştir. Cep telefonu ve internetin yanı sıra belirli insanların bir araya geldiği "facebook" ya da eposta mektuplaşma grupları gibi araçlar belirli düşünce ve duyguların, bilgilerin, haberlerin büyük bir hızla yayılmasına yol açabilmekte ve kimi zaman önceden düşünülemeyen sonuçlara dahi götürebilmektedir. Dolayısı ile eskiden ancak kırsal alanlarda, dışa kapalı köylerde görülen korku salgınları şimdi tam tersine iletişimin çok geliştiği, teknolojinin kullanıldığı alanlarda yayılma tehlikesi göstermektedir. Örneğin beslenme ve sağlıkla ilgili korkular sadece tek bir kişinin hastalık hastası olmasından çıkmakta, gazetelerde ve yayın organlarında topluca işlenilen konulara dönüşmektedir. Günümüzde sağlıklı beslenme, diyet gibi konular çok ilgi çekmekte ve bu konularla uğraşan kişiler arasında tüm toplumda ün yapan, popüler, sözü dinlenilen kişiler ("guru"lar) ortaya çıkmaktadır. Oysa birçok kişinin bu tavsiyeleri tam olarak yerine getirmesi mümkün olmadığı gibi çoğu zaman verilen bilgiler de zaman içersinde çelişmekte, bu da korkuyu yatıştıracağına artırmaktadır. Bir başka örnek olarak bir uçak kazası bir anda tüm ayrıntıları ile birlikte gözümüzün önüne getirilmekte ve uzun süreler tartışılmaktadır. Bu gibi dönemlerde uçağa binme korkularının toplumda artıp artmadığının araştırılması ilginç olabilir. Tabii bu gibi olaylar ve durumlar bizim mesleki uygulamalarımız çerçevesinde karşımıza gelen insanlarda bireysel olarak etkili olmakta ve bizler bu durumu gözlemekteyiz.
Buna karşılık eskiden korkulan ya da normalde korkulan bir takım durumlara ise giderek toplu halde alışmaktayız. Yani korkunun, ya da gerçekçi biçimde korkulması gereken kimi konuların bir "negatif salgın" biçiminde topluca inkara uğraması, bunlara alışılması ve giderek görmezden gelinmesi de yaygın bir durumdur. Yine iletişimin artması bunda bir rol oynamaktadır. Herkesin inkar ettiği ya da önemsemediği bir durum bizim için de korku olmaktan çıkabilmektedir. Buna en tipik örnekler deprem ve savaş konuları olabilir. Deprem, özellikle İstanbul'da ve Türkiye'nin birçok yerinde gerçek bir tehlike durumundadır. Fakat biz topluca bunu inkar etmekteyiz. Mademki yüz binlerce insan bu tehlikeye rağmen normal yaşamını sürdürmekte, demek ki bu tehlike o kadar da büyük değil diye düşünmekteyiz. Yoksa kendi başımıza karar versek herhalde hiçbirimiz deprem tehlikesi bulunan yerlerde bir gün bile yaşamaz, başka ortamlar arardık. Çünkü ölüm tehlikesinden daha büyük bir tehlike olamaz. Günümüzde giderek savaş görüntülerine de alışmaktayız. Oysa savaşın korkunçluğu en fazla içinde yaşayanlarca fark edilmektedir. Ama mademki tüm dünya her şeye rağmen savaşa devam etmekte ve bunu seyretmekte, öyleyse bu durum yaşamın parçasıdır diye düşünmeye başlamaktayız. Sonuç olarak sadece korkular değil korkuların inkarı da salgın yapabilmektedir.
Çocukların fobileri karşısında aileler ne yapmalı? Özellikle çocuklarda görülen fobiler anne ve babanın özel ilgisini gerektirecek duruma gelebilir. Örneğin okul korkusu olan bir çocuk, uzun süre aileyi çaresiz bırakabilir. Başlangıçta anne ya da baba, çocuğu okula kendisi götürerek bu problemi halletme yoluna gitse de çocuk anne ve babanın sürekli olarak kendisiyle kalmalarını isteyerek aksi halde sıkıntı krizleri geçirerek, onları çaresiz bırakabilir. Ya da karanlık korkusu nedeniyle yalnız başına yatmaktan korkan bir çocuk, anne ve babayı sürekli kendisi ile ilgilenmek zorunda bırakabilir. Bu gibi durumlara aşırı biçimde uyum göstermek ise problemi küçültmez aksine sürmesine ve artmasına neden olur. Fobik kişi çocuk da olsa, büyük de olsa korkusu hep ön planda olduğundan, zorlanmadıkça o korkuyu yenme yönünde davranış geliştirmez, onun yerine başkalarını ona uydurmaya çalışır. Onu, korkusunu yenmeye zorlamak daha yararlı bir tutumdur. Bunu başardığında kendisi de memnun olacak ve korkusu ile ilgili utanç ve benzeri olumsuz duygularından kurtulacaktır.
Hastalik ve Kir Fobisi Nedir
Hastalık fobisi
Birçok kişi kendisinde ağır, bulaşıcı ya da iyileşmeyecek bir hastalığın bulunduğu korkusunu taşır. Bu korkular arasında cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korkma önde gelir. Örneğin belsoğukluğu ve benzeri, özellikle virütik hastalıklardan korkma, AİDS bulaşacağından korkma sık görülür. Bu hastalıkların enjeksiyon, tükürük ya da benzeri bir yolla bulaşmış olabileceğinden korkanlara da rastlanır. Bu kişiler bedenlerindeki en ufak bir işareti bu yönde yorumlarlar. Bazı kişilerde bu kanser korkusu biçiminde olabilir. Fobisi olan kişilerde genellikle de bir hastalığa karşı korku olur. Eğer bilinmeyen hastalıklar ya da genel bir korku söz konusu ise o zaman fobi yerine "hipokondriyaklık" (hastalık hastası olma) kavramından söz edilir.
En yaygın fobiler hangileridir?
Fobilerin sıklığı konusunda genel olarak yaklaşık tahminler söz konusudur. Çünkü eskiden yapılmış çalışmalarda çoğu zaman farklı fobi tipleri arasında bir ayrım yapılmamıştır. Fobik bireyler genel olarak çok fazla yardım aramadıkları için klinik değerlendirme sistemine çoğu zaman girmezler. Genellikle fobik uyaranla karşılaşma ihtimallerini düşürerek günlük hayatlarına devam ederler. Sadece mesleki işlevselliğini büyük ölçüde etkilediğinde ya da gündelik yaşamında ciddi sorunlara neden olduğunda yardım talep ederler. Gerçek fobiler de bazen klinik açıdan öteki psikiyatrik hastalıklarda görülen fobi benzeri belirtilerle karışabilmektedir.
Çocuklarda korku hemen her yaşta görülse de özellikle okul öncesi dönemde biraz daha yoğundur. Çocuklardaki korku yaşantıları yüzde 8-40 olarak farklı çalışmalarda bildirilmiştir. Çocuklardaki fobi sıklığı ise yine farklı çalışmalarda yüzde 2,5-7 oranlarında değişmektedir. Yetişkinlerde ise basit fobilerin 6 aylık tahmini prevelansı yüzde 4-8 oranlarında bildirilmektedir.
Kir fobisi
Bazı insanlar kirli bir şeye dokunmaktan ya da herhangi bir yerden kir sıçramasından çok korkarlar. Kirli olarak bilinen yerler ve nesneler genellikle çok sayıda kişinin girip çıktığı, dokunduğu nesne ve yerlerdir. Bu durum her ne kadar kirden korkma olarak yaşansa da aslında temizlik obsesyonu ile iç içedir. Temizlik obsesyonu, yani takıntısı her şeyin tam ve mükemmel biçimde temiz olması isteği biçiminde yaşanır. Dolayısı ile temizlik obsesyonu kir korkusunu besleyen bir şeydir. Temizlik ob-sesyonunun kir korkusundan farkı şudur: Kişi daha ziyade kirlenme sonucu ortaya çıkacak durumun sonuçları ile ilgilidir. Örneğin kişi ellerini uzun süre tekrar tekrar yıkayabilecek midir? Bu konuda garanti verilirse birçok temizlik obsesyonu olan kişi kirli nesneleri elleyebilir ama ellerini yıkamasına mani olunursa sıkıntı duyar. Halbuki fobik olan kişiler korktukları objeye hiçbir şekilde yaklaşmak istemezler. Bir başka fark ise şudur: Obsesyonu olanlar konu etrafında birçok düşünce geliştirirler. Konu hakkında ortaya çıkan en ufak bir farklılık onların düşünceleri ve alacakları tedbirler konusunda birçok değişikliğe yol açar. Halbuki fobikler konu etrafında fazla yeni fikir ve evham üretmezler.
Kir bulaşacağından korkulan yer ve nesneler arasında özellikle tuvaletler ve onunla ilgili yerler (kapı sapı), herkesin temas ettiği kağıt ve metal paralar, ayak basılan yerler, hastane gibi mikrop ve insan artıklarının bulunabileceği yerler kir fobisinin en çok konu aldığı durumlardır.
Paradoksal bir şekilde kir fobisi olan insan her ne kadar hep temizliğe ulaşmak çabasında ise de gece gündüz kir fikri ile uğraşmak zorunda kalır ve hayatı temizlikten daha çok kir konusu ile işgal edilmiş olur. Hatta denebilir ki aslında birçok kir korkusu ya da temizlik obsesyonu olan insan arzuladığı bu duruma bir türlü ulaşamaz. Hep ayrıntılarla uğraşırken bütünü gözden kaçırır. Tam bir organizasyon yapmak isterken başarısız olur ve istediğinin tam tersine bazı konularda dağınık, hatta kimi zaman yeterince temiz olmayan düzenlemeler içersine girdiği görülür. O nedenle kir korkusu ya da temizlik obsesyonu sahibi olmak mutlaka temiz olmak anlamına gelmez. Bu tür korku ve takıntıları olmayan insanlar da temiz ve düzenli olabilir, sağlıksız ortamlardan kaçınıp gündelik yaşamlarına kir bulaşmasını uygun ölçüde engelleyebilirler.
Birçok kişi kendisinde ağır, bulaşıcı ya da iyileşmeyecek bir hastalığın bulunduğu korkusunu taşır. Bu korkular arasında cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korkma önde gelir. Örneğin belsoğukluğu ve benzeri, özellikle virütik hastalıklardan korkma, AİDS bulaşacağından korkma sık görülür. Bu hastalıkların enjeksiyon, tükürük ya da benzeri bir yolla bulaşmış olabileceğinden korkanlara da rastlanır. Bu kişiler bedenlerindeki en ufak bir işareti bu yönde yorumlarlar. Bazı kişilerde bu kanser korkusu biçiminde olabilir. Fobisi olan kişilerde genellikle de bir hastalığa karşı korku olur. Eğer bilinmeyen hastalıklar ya da genel bir korku söz konusu ise o zaman fobi yerine "hipokondriyaklık" (hastalık hastası olma) kavramından söz edilir.
En yaygın fobiler hangileridir?
Fobilerin sıklığı konusunda genel olarak yaklaşık tahminler söz konusudur. Çünkü eskiden yapılmış çalışmalarda çoğu zaman farklı fobi tipleri arasında bir ayrım yapılmamıştır. Fobik bireyler genel olarak çok fazla yardım aramadıkları için klinik değerlendirme sistemine çoğu zaman girmezler. Genellikle fobik uyaranla karşılaşma ihtimallerini düşürerek günlük hayatlarına devam ederler. Sadece mesleki işlevselliğini büyük ölçüde etkilediğinde ya da gündelik yaşamında ciddi sorunlara neden olduğunda yardım talep ederler. Gerçek fobiler de bazen klinik açıdan öteki psikiyatrik hastalıklarda görülen fobi benzeri belirtilerle karışabilmektedir.
Çocuklarda korku hemen her yaşta görülse de özellikle okul öncesi dönemde biraz daha yoğundur. Çocuklardaki korku yaşantıları yüzde 8-40 olarak farklı çalışmalarda bildirilmiştir. Çocuklardaki fobi sıklığı ise yine farklı çalışmalarda yüzde 2,5-7 oranlarında değişmektedir. Yetişkinlerde ise basit fobilerin 6 aylık tahmini prevelansı yüzde 4-8 oranlarında bildirilmektedir.
Kir fobisi
Bazı insanlar kirli bir şeye dokunmaktan ya da herhangi bir yerden kir sıçramasından çok korkarlar. Kirli olarak bilinen yerler ve nesneler genellikle çok sayıda kişinin girip çıktığı, dokunduğu nesne ve yerlerdir. Bu durum her ne kadar kirden korkma olarak yaşansa da aslında temizlik obsesyonu ile iç içedir. Temizlik obsesyonu, yani takıntısı her şeyin tam ve mükemmel biçimde temiz olması isteği biçiminde yaşanır. Dolayısı ile temizlik obsesyonu kir korkusunu besleyen bir şeydir. Temizlik ob-sesyonunun kir korkusundan farkı şudur: Kişi daha ziyade kirlenme sonucu ortaya çıkacak durumun sonuçları ile ilgilidir. Örneğin kişi ellerini uzun süre tekrar tekrar yıkayabilecek midir? Bu konuda garanti verilirse birçok temizlik obsesyonu olan kişi kirli nesneleri elleyebilir ama ellerini yıkamasına mani olunursa sıkıntı duyar. Halbuki fobik olan kişiler korktukları objeye hiçbir şekilde yaklaşmak istemezler. Bir başka fark ise şudur: Obsesyonu olanlar konu etrafında birçok düşünce geliştirirler. Konu hakkında ortaya çıkan en ufak bir farklılık onların düşünceleri ve alacakları tedbirler konusunda birçok değişikliğe yol açar. Halbuki fobikler konu etrafında fazla yeni fikir ve evham üretmezler.
Kir bulaşacağından korkulan yer ve nesneler arasında özellikle tuvaletler ve onunla ilgili yerler (kapı sapı), herkesin temas ettiği kağıt ve metal paralar, ayak basılan yerler, hastane gibi mikrop ve insan artıklarının bulunabileceği yerler kir fobisinin en çok konu aldığı durumlardır.
Paradoksal bir şekilde kir fobisi olan insan her ne kadar hep temizliğe ulaşmak çabasında ise de gece gündüz kir fikri ile uğraşmak zorunda kalır ve hayatı temizlikten daha çok kir konusu ile işgal edilmiş olur. Hatta denebilir ki aslında birçok kir korkusu ya da temizlik obsesyonu olan insan arzuladığı bu duruma bir türlü ulaşamaz. Hep ayrıntılarla uğraşırken bütünü gözden kaçırır. Tam bir organizasyon yapmak isterken başarısız olur ve istediğinin tam tersine bazı konularda dağınık, hatta kimi zaman yeterince temiz olmayan düzenlemeler içersine girdiği görülür. O nedenle kir korkusu ya da temizlik obsesyonu sahibi olmak mutlaka temiz olmak anlamına gelmez. Bu tür korku ve takıntıları olmayan insanlar da temiz ve düzenli olabilir, sağlıksız ortamlardan kaçınıp gündelik yaşamlarına kir bulaşmasını uygun ölçüde engelleyebilirler.
Kan Gorme ve İgne Fobisi
Kan görme ve Enjeksiyon (İğne) Fobisi
Doktora ve hastaneye gitmekten kaçınmaya yol açar. Diğer fobilerden farklı olarak sadece korku yaratmakla kalmamakta, kolaylıkla bayılmaya ve tansiyon düşmesine neden olmaktadır. Diğer fobilerde genellikle kalp atım sayısı artarken kan görme fobisinde tam tersi olmaktadır. Doktor müdahalesinden önce bu tür durumu olan kişilerin söylemelerinde yarar vardır. Bazı müdahalelerin bu yüzden yatar vaziyette yapılması, tansiyon düşmesini önlemek için bacakların biraz yüksekçe yerleştirilmesi gerekebilir. Aslında bu korkular bedenin zarar görmesi ve yaralanma endişeleri ile akrabadır.
Dismorfofobi
Dismorfofobi kişinin kendi bedenindeki bir özellik nedeniyle utanç verici bir duruma düşeceği, başkalarının bu nedenle kendisine dikkatli gözlerle baktıkları ve rahatsız oldukları gibi düşüncelerle birlikte giden, kişi için son derecede rahatsızlık verici bir durumdur. Dismorfofobi çeşitli şekiller alabilir. Örneğin vücudunun kötü bir koku yaydığı ve insanları rahatsız ettiği ya da burnunun özel bir şeklinin insanların dikkatini çok fazla çektiği gibi değişik takıntıları oluşabilir. Bu durum derin bir utanma tepkisine yol açar ve kişi toplum içerisine girmekten bu nedenle kaçınır. Bu yüzden okulunu terk eden üniversite öğrencileri vardır. Tedavisi her zaman kolay değildir, fobiler içersinde en dirençlilerden biridir.
Yükseklik fobisi
Kışı kule, gökdelen gibi yüksek binaların üst katlarına çıkamaz, pencereden aşağı bakamaz. Buna giriştiğinde baş dönmesi, kalp çarpıntısı, sık sık nefes alıp verme gibi bedensel belirtilerle beraber büyük bir sıkıntı ve korku hisseder. Bu kişiler çoğu zaman giriş ya da girişin bir üst katında oturmayı tercih edebilmektedir.
Uçuş fobisi
Uçağa binme fikri bile bu tip kişileri çok rahatsız eder. Uçuş anına ve uçağa binmeye yaklaştıkça bu sıkıntı artar. Hiç binemeyip seyahatten vazgeçebilir kişi. Bu nedenle büyük sıkıntılara katlanıp yine de uçmaktan uzak duran kişiler vardır. Birçoğu mecbur kalınca kuvvetli bir alkollü içki içerek ya da sıkıntı çözücü bir ilaç alarak bu anı atlatmaya çalışır. Oysa uçuş fobisi tedavi edilebilmektedir. Ancak buna rağmen birçok kişi bu korkusundan kimseye pek söz etmez ve kendi kendine tedbir alarak ya da sıklıkla uçak yerine başka ulaşım yollarını tercih ederek yaşamını sürdürür. Ancak birçok kişi özellikle iş hayatının gereklilikleri karşısında zor durumda kalarak tedavi için başvurmak zorunda kalmaktadır.
Asansöre binme fobisi
Agorafobinin bir cinsidir. Çoğu kişi asansöre yalnız binmekten korkar. Yanında bir kişi daha varsa bu korkusunu yenebilir. Burada esas korku kişinin bu kapalı mekanda bir yardıma gereksinim olduğu anda bunu bulamayacağı endişesidir. Panik bozukluğunun bir komplikasyonu olarak ortaya çıkabilir.
Yüz kızarması fobisi
"Eritrofobi" olarak da adlandırılır. Gerçekten de yüz kızarması, kontrol edilemeyen ama herkesçe fark edilen bir durum olduğundan bu gibi kişiler için çok rahatsızlık verici olur. Hatta, bu korkunun kişinin aklına gelmesi dahi yüz kızarmasının ortaya çıkmasını sağlayabilir.
Doktora ve hastaneye gitmekten kaçınmaya yol açar. Diğer fobilerden farklı olarak sadece korku yaratmakla kalmamakta, kolaylıkla bayılmaya ve tansiyon düşmesine neden olmaktadır. Diğer fobilerde genellikle kalp atım sayısı artarken kan görme fobisinde tam tersi olmaktadır. Doktor müdahalesinden önce bu tür durumu olan kişilerin söylemelerinde yarar vardır. Bazı müdahalelerin bu yüzden yatar vaziyette yapılması, tansiyon düşmesini önlemek için bacakların biraz yüksekçe yerleştirilmesi gerekebilir. Aslında bu korkular bedenin zarar görmesi ve yaralanma endişeleri ile akrabadır.
Dismorfofobi
Dismorfofobi kişinin kendi bedenindeki bir özellik nedeniyle utanç verici bir duruma düşeceği, başkalarının bu nedenle kendisine dikkatli gözlerle baktıkları ve rahatsız oldukları gibi düşüncelerle birlikte giden, kişi için son derecede rahatsızlık verici bir durumdur. Dismorfofobi çeşitli şekiller alabilir. Örneğin vücudunun kötü bir koku yaydığı ve insanları rahatsız ettiği ya da burnunun özel bir şeklinin insanların dikkatini çok fazla çektiği gibi değişik takıntıları oluşabilir. Bu durum derin bir utanma tepkisine yol açar ve kişi toplum içerisine girmekten bu nedenle kaçınır. Bu yüzden okulunu terk eden üniversite öğrencileri vardır. Tedavisi her zaman kolay değildir, fobiler içersinde en dirençlilerden biridir.
Yükseklik fobisi
Kışı kule, gökdelen gibi yüksek binaların üst katlarına çıkamaz, pencereden aşağı bakamaz. Buna giriştiğinde baş dönmesi, kalp çarpıntısı, sık sık nefes alıp verme gibi bedensel belirtilerle beraber büyük bir sıkıntı ve korku hisseder. Bu kişiler çoğu zaman giriş ya da girişin bir üst katında oturmayı tercih edebilmektedir.
Uçuş fobisi
Uçağa binme fikri bile bu tip kişileri çok rahatsız eder. Uçuş anına ve uçağa binmeye yaklaştıkça bu sıkıntı artar. Hiç binemeyip seyahatten vazgeçebilir kişi. Bu nedenle büyük sıkıntılara katlanıp yine de uçmaktan uzak duran kişiler vardır. Birçoğu mecbur kalınca kuvvetli bir alkollü içki içerek ya da sıkıntı çözücü bir ilaç alarak bu anı atlatmaya çalışır. Oysa uçuş fobisi tedavi edilebilmektedir. Ancak buna rağmen birçok kişi bu korkusundan kimseye pek söz etmez ve kendi kendine tedbir alarak ya da sıklıkla uçak yerine başka ulaşım yollarını tercih ederek yaşamını sürdürür. Ancak birçok kişi özellikle iş hayatının gereklilikleri karşısında zor durumda kalarak tedavi için başvurmak zorunda kalmaktadır.
Asansöre binme fobisi
Agorafobinin bir cinsidir. Çoğu kişi asansöre yalnız binmekten korkar. Yanında bir kişi daha varsa bu korkusunu yenebilir. Burada esas korku kişinin bu kapalı mekanda bir yardıma gereksinim olduğu anda bunu bulamayacağı endişesidir. Panik bozukluğunun bir komplikasyonu olarak ortaya çıkabilir.
Yüz kızarması fobisi
"Eritrofobi" olarak da adlandırılır. Gerçekten de yüz kızarması, kontrol edilemeyen ama herkesçe fark edilen bir durum olduğundan bu gibi kişiler için çok rahatsızlık verici olur. Hatta, bu korkunun kişinin aklına gelmesi dahi yüz kızarmasının ortaya çıkmasını sağlayabilir.
Disci Fobisi ve Ozgul Fobi Nedir
Basit özgül fobi
Önceki adı basit fobi olan özgül fobi, zararsız olduğu etkilenen kişi tarafından bilinen nesne ya da durumlardan korkma olarak tanımlanır. Fobik bireyler korktukları durumun tehlikesiz olduğunu bilmelerine rağmen fobik bir uyaranla karşılaştığında yoğun ve şiddetli korku tepkisi göstermektedir. Bu yoğun ve şiddetli korkular yaşanan durum açıklanamadığında ve iradi olarak denetlenemediğinde ve korkulan durumlardan kaçınmaya yol açtığında fobiye dönüşmektedir.
Diş hekimi fobisi
Türkiye'de özellikle diş hekimine gitmekten korkma oldukça yaygındır. Bu korku bir yandan ağrılı bir müdahale yapılacağı endişesinden kaynaklandığı gibi, diş hekimlerine yönelik yaygın bir güvensizlik de yapılan epidemiyolojik çalışmalarda dikkati çekmektedir. Bu güvensizlik genellikle diş hekiminin hastanın isteklerini dikkate almayacağı, müdahaleye bir kez başlayınca durdurulamaya-cağı gibi çeşitli önyargılar çevresinde oluşmaktadır. Öte yandan ağız bölgesinin kişinin psikolojisi açısından önem taşıyan yüzünün en merkezinde yer alması bu bölgeye müdahale edilmesinin bazı hassas kişileri rahatsız edebildiği görülmektedir. Özellikle yakın insan ilişkilerinde travmatize olmuş, olumsuz anılara sahip kişiler bu tür müdahaleleri daha zor tolere edebilmektedirler. Diş hekimlerinin böyle hastalarını ayırt etmeleri ve özel bir itina göstermeleri kaçınılmaz bir gerekliliktir. Diş hekimi korkusunun temelinde de daha önce başarısız bir müdahaleye maruz kalmak da yatabilir.
Doktor ya da psikiyatrist fobisi de var mıdır?
Doktor ya da psikiyatrist bir yerde rahatlama için gidilen kişilerdir. Ancak her zaman için bu tür konular kişide bir miktar korku yaratır. Çünkü belki de konuşmaya hazır olmadığı şeyleri konuşmak zorunda kalacak mıdır? Yardım isteyecek kişi anlayışlı biri midir? Anlattıklarını nasıl karşılayacaktır? Özellikle ilk kez gidildiğinde böyle hissetmek kaçınılmazdır. Doğal ki, bu gibi konularda kişi her tanıştığı ve başvurduğu psikiyatrist ile anlaşamayabilir, istediği işbirliğini tutturamayabilir. Bu da normaldir. Ve eğer tutturulamıyorsa elbette daha iyi anlaşabileceği bir profesyoneli arayacaktır. Bu nedenle ilk kez görüşmeye gelenlerin çoğu akıllarındaki her konuyu doktora anlatmazlar. Zamanla güvendikçe, yeri geldikçe konular belli bir sıra dahilinde konuşulur. Bazı konulardan ise kişi kendisi de korku duyduğundan doktoruna güvense bile hemen anlatamaz, çünkü düşünmek istemez, hatta geçici olarak unutur. Fakat kendi hakkında konuşmak her zaman iyi bir egzersizdir ve kişiyi ilerletir, korkularından arındırır, sosyal hayatta da daha başarılı hale getirir. Daha çok başarısız tıbbi müdahalelere maruz kalan kişilerde doktor fobisi görülmektedir.
Önceki adı basit fobi olan özgül fobi, zararsız olduğu etkilenen kişi tarafından bilinen nesne ya da durumlardan korkma olarak tanımlanır. Fobik bireyler korktukları durumun tehlikesiz olduğunu bilmelerine rağmen fobik bir uyaranla karşılaştığında yoğun ve şiddetli korku tepkisi göstermektedir. Bu yoğun ve şiddetli korkular yaşanan durum açıklanamadığında ve iradi olarak denetlenemediğinde ve korkulan durumlardan kaçınmaya yol açtığında fobiye dönüşmektedir.
Diş hekimi fobisi
Türkiye'de özellikle diş hekimine gitmekten korkma oldukça yaygındır. Bu korku bir yandan ağrılı bir müdahale yapılacağı endişesinden kaynaklandığı gibi, diş hekimlerine yönelik yaygın bir güvensizlik de yapılan epidemiyolojik çalışmalarda dikkati çekmektedir. Bu güvensizlik genellikle diş hekiminin hastanın isteklerini dikkate almayacağı, müdahaleye bir kez başlayınca durdurulamaya-cağı gibi çeşitli önyargılar çevresinde oluşmaktadır. Öte yandan ağız bölgesinin kişinin psikolojisi açısından önem taşıyan yüzünün en merkezinde yer alması bu bölgeye müdahale edilmesinin bazı hassas kişileri rahatsız edebildiği görülmektedir. Özellikle yakın insan ilişkilerinde travmatize olmuş, olumsuz anılara sahip kişiler bu tür müdahaleleri daha zor tolere edebilmektedirler. Diş hekimlerinin böyle hastalarını ayırt etmeleri ve özel bir itina göstermeleri kaçınılmaz bir gerekliliktir. Diş hekimi korkusunun temelinde de daha önce başarısız bir müdahaleye maruz kalmak da yatabilir.
Doktor ya da psikiyatrist fobisi de var mıdır?
Doktor ya da psikiyatrist bir yerde rahatlama için gidilen kişilerdir. Ancak her zaman için bu tür konular kişide bir miktar korku yaratır. Çünkü belki de konuşmaya hazır olmadığı şeyleri konuşmak zorunda kalacak mıdır? Yardım isteyecek kişi anlayışlı biri midir? Anlattıklarını nasıl karşılayacaktır? Özellikle ilk kez gidildiğinde böyle hissetmek kaçınılmazdır. Doğal ki, bu gibi konularda kişi her tanıştığı ve başvurduğu psikiyatrist ile anlaşamayabilir, istediği işbirliğini tutturamayabilir. Bu da normaldir. Ve eğer tutturulamıyorsa elbette daha iyi anlaşabileceği bir profesyoneli arayacaktır. Bu nedenle ilk kez görüşmeye gelenlerin çoğu akıllarındaki her konuyu doktora anlatmazlar. Zamanla güvendikçe, yeri geldikçe konular belli bir sıra dahilinde konuşulur. Bazı konulardan ise kişi kendisi de korku duyduğundan doktoruna güvense bile hemen anlatamaz, çünkü düşünmek istemez, hatta geçici olarak unutur. Fakat kendi hakkında konuşmak her zaman iyi bir egzersizdir ve kişiyi ilerletir, korkularından arındırır, sosyal hayatta da daha başarılı hale getirir. Daha çok başarısız tıbbi müdahalelere maruz kalan kişilerde doktor fobisi görülmektedir.
Fobi Nedenleri
Fobilerin altında yatan nedenler nelerdir?
Fobilerin nedenleri biyolojik ve psikolojik olabilir. Genetik ve hatta evrimsel olarak verili kimi özellikler fobilerin oluşumunu desteklerken, psikolojik savunma mekanizmalarımız, başkalarından görerek öğrendiklerimiz, çeşitli Şartlanmalar fobilere kaynaklık edebilir. Bazı fobiler ise kaynağını travmatik yaşantılardan, yaşamın erken dönemlerindeki güvensiz bağlanma ilişkilerinden alıyor olabilir.
Şartlanma, psikolojide çok önem verilen bir konudur. Kişi yaşadığı olumsuz bir yaşantıyı bilinçaltı olarak her zaman yaşayacağını zannederek genelleme yapar. Bu da ona karşı bir korku geliştirmesinin nedenidir.
İnsan yaşamı için bir başka temel konu da bağlanma konusudur. Her canlı doğuşundan itibaren bağlanma eğilimleri taşır. Hayvanlarda da bu çok belirgindir. Bir bakıma, bağlanma duygusu büyüme ve gelişme için gereklidir. Bağlanmanın çeşitli şekilleri olabilir. En sağlıklı bağlanma şekli güvenli bağlanmadır. Böyle ilişkilerde canlı kendisinin terk edilmeyeceğinden ve düşmanlık görmeyeceğinden emindir. Güvenli bağlanma için bağlanılan kişinin tutarlı davranışlar sergilemesi, davranışlarında çelişkiler sergilememesi, korku yaratmaması gerekir. Ayrıca empati yapabilme, uygun ve çeşitlilik gösterebilen yüz ifadelerine sahip olma gibi başka özellikler de güvenli bir bağlanma ilişkisinin oluşmasına yardımcı olur.
Fobiler ve psikanaliz
Fobiler psikanalitik olarak nasıl açıklanmıştır? Psikanaliz kişinin farkında olmadığı ama savunma mekanizması olarak çalışan kimi ruhsal mekanizmaları konu alır. Gerek normal insanın psikolojisini, gerekse fobi dahil çeşitli ruhsal bozuklukların mekanizmalarını açıklamada kullanılmıştır ve elden geldiğince tedavide de yararlanılmaya çalışılmaktadır. Kuşkusuz ki, insan çok karmaşık bir varlıktır ve birtakım psikolojik mekanizmaların açıklığa kavuşturulması da iyileşmeyi mutlaka sağlamamaktadır. Ancak yine de psikanalitik düşünce, kişinin durumunu anlamada ve çıkış yolunu bulmada yararlı prensipler getirebilir.
Fobilerin psikanalitik yönden de açıklamaları yapılmıştır. Şöyle ki, insanda korkunun psikanalitik açıdan dört belli kökeni vardır: Birincisi kişinin vicdanı karşısında duyduğu korkudur. Yaptığı ya da yapmayı düşündüğü davranışlar, duygular, düşünceler ve istekler dahi kişinin vicdanı ile çeliştiğinde anksiyete duygusuna neden olur. Bazı kişilerde sıkıntı ve korkuların temelinde böyle bilinç-dışı ama iç çelişki yaratan istekler yatar. Buna psikanalizde "üst benlik anksiyetesi" denir. Başka bir durum da kişinin vücutça yaralanacağı, bir vücut organını kaybedeceği ya da hastalanacağı endişesidir ki, bu da temel bir korkudur. Psikanalizde buna "kastrasyon anksiyetesi" denir. Üçüncü bir köken ise "ayrılma anksiyetesi"dir. Bazı insanlarda buna karşı hassasiyet vardır ama her insanda ayrılık az çok nahoş duygulara yol açar. Dördüncü bir şekil ise "yok olma anksiyetesi" olarak bilinir ki, buna egzistansiyel korku da denir. Son bir şekil de "id anksiyetesi "olarak bilinir ki, kişinin dürtülerini kontrol edemeyeceği biçiminde yoğun bir sıkıntı yaşaması ile karakterizedir. Bu beş temel korku değişik fobilere yol açabilir. Örneğin kastrasyon anksiyetesi hastalık fobisine yol açarken, ayrılma fobisi agorafobiye, id anksiyetesi "delirme" fobisine yol açabileceği gibi her bir korku türü de yer değiştirerek her türlü fobi için temel oluşturabilir. İşte tedavide de korkuların bu asıl kökenleri hastayı doğru anlamaya ve ona uzun vadede yardımcı olmaya katkıda bulunur.
Kimler fobik insanlardır?
Titiz ve takıntılı bir karaktere sahip olan insanlar, sosyal fobik ve iletişim güçlüğü içersinde olanlar, travmatik geçmişi olan kişiler, uyaran azlığı içersinde yaşayan, yani yaşamlarını zenginleştirecek çeşitli olay, kişi ya da bilgilerden yeterince yararlanmayan insanlar fobik olmaya adaydırlar. Bir de bunlara uyum güçlüğü çeken insanları katabiliriz.
Fobilerle birlikte seyreden psikiyatrik rahatsızlıklar hangileridir?
Fobiler pek çok psikiyatrik hastalıkla komşuluk gösterir. Bunların bazıları fobilerin oluşmasında rol oynar, bazıları ise fobiler sebebiyle, bir komplikasyon olarak ortaya çıkar. Bazı hastalıklar ise fobi gibi gözüküp daha kapsamlı bir psikiyatrik hastalığı arkasında gizler. Psikiyatristin görevi bunların gerçeğinin ne olduğunu tespit etmek ve tedaviyi ona göre düzenlemektir. Örneğin fobilerin en fazla yakınlık gösterdiği hastalık grubu obsesyonlar ve panik ve yaygın anksiyete gibi anksiyete bozukluklarıdır. Hatta bunların hepsine birden anksiyete grubu hastalıklar da denir. Çünkü hepsinde anksiyete yani sıkıntı ve korku ön plandadır. Obsesyonlar zihne giren, istenmeyen fakat zihne girmesine engel olunamayan sıkıntı yaratıcı düşüncelerdir. Örneğin iyi eğitimli ve kibar bir kişinin sık sık içinden küfür etme isteğini duyması gibi. Ya da cevabı verilemeyecek anlamsız bir soru da bir obsesyon şeklinde akla takılabilir, örneğin sandalyenin neden üç değil de dört bacağı vardır gibi. Bazı kişilerde böyle obsesyonlar fobilerle birlikte bulunur, tedaviyi güçleştirirler. Her iki hastalık arasında genetik bir bağlantının olabileceği de düşünülmektedir. Ancak kuşkusuz obsesif ya da fobik bir anne ya da babanın çevresinde yetişen bir çocuğun bu takıntı ve korkuları öğrenme yolu ile de edinmesi mümkündür.
Bir başka komşuluk da agorafobi (yalnız kalamama) ile panik bozukluğu arasındaki ilişkidir. Pek çok kişide önce panik bozukluğu ortaya çıkar, sonra da yeniden panik atağı geçireceği ve o sırada yardım alamayacağı endişesi ile yalnız başına kalmaktan (örneğin asansöre binmek, evde yalnız başına kalmak vb.) ya da kolay çıkamayacağı bir yere girmekten (kalabalık bir pazaryeri ya da konser salonunda bulunmak gibi) kaçınır böylece agorafobik olurlar.
Bazı kişiler sosyal fobinin yol açtığı sürekli olarak kendini kısıtlama ve utanç hisleri nedeniyle ya da örneğin agorafobinin yol açtığı sürekli başka kişilere bağımlı olma zorunluluğu nedeniyle kendilerini giderek kötü hissederler. Eğer bir tedaviye başvurmazlarsa bu durum giderek bir depresyonla sonuçlanabilir. O zaman psikiyatriste depresyonun yol açtığı karamsarlık, ümitsizlik, uykusuzluk ve sürekli bunalma yakınmaları ile başvurulur. Depresyonun tedavisi, psikiyatristin altta yatan böyle bir kronikleşmiş fobik durum varsa onu da fark etmesi ve tedavi etmesi, kişiyi eskisinden daha iyi bir durum getirir.
Daha ender olarak ise daha ağır bir hastalık kendisini fobinin arkasına saklayabilir. Özellikle genç yaşlardaki kişilerde başlayan bir psikotik bozukluk önce sadece görünüşte fobik bazı belirtilerle başlayabilir. Sonradan şüphecilik, aşırı alınganlık ve düşünce bozukluğu gibi daha ağır belirtilerin ortaya çıkması ile kendini belli eder ve daha farklı bir tedaviyi gerektirir.
Fobilerin biyolojik temelli olması mümkün mü ve mümkünse bu temeller nelerdir?
Anksiyete duygusu uyarılmayı artırır ve dikkatin tehlikeye doğru yönelmesini sağlar. Aynı zamanda da bedenimizi evrimsel olarak verili eylem biçimleri doğrultusunda (kaçma, saldırma, boyun eğme, donakalma gibi) hazırlar, vücudun bu tepkisinde hem merkez ve periferik sinir sistemi ve hem de bununla bağlantılı hormonlar görev alır.
Örneğin beyindeki çekirdek bölgelerden amigdala ve locus coeruleus adı verilenler korku tepkilerinde önemli bir işleve sahiptir. Limbik sistem, frontal korteks ve başka beyin bölgeleri de bu reaksiyonlarda görev alırlar.
Birçok başka hastalıkta olduğu gibi fobilerde de genetik etkinin rolü tartışılmıştır?
Örneğin agorafobinin oluşumunda rol oynayan panik bozukluğu ailesel özellik gösterir. Panik hastalarının akrabalarında aynı hastalık, beklenenden dört kat fazla görülür. İlginçtir ki, kadın akrabalarda bu etkilenme daha fazladır. Aynı bulgular agorafobi için de geçerlidir. İkizler üzerinden yapılan çalışmalar panik ve agorafobi görülen kişilerde genetik faktörün yüzde 30-40 dolayında rolü olduğunu düşündürmektedir. Bu oran beklenenden fazla da olsa bipolar duygu durum bozukluğu ve şizofrenide düşünülen yüzde 65 oranından daha azdır.
Sosyal fobi konusundaki aile ve ikiz çalışmaları bu hastalığın da ailesel ve genetik yönünün olduğunu göstermektedir. Sosyal fobisi olanların akrabalarında aynı hastalığa yüzde 16 oranında rastlanırken olmayanların akrabalarında bu oran yüzde 5'tir. Tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine oranla utanma ve sosyal korku özelliklerine daha fazla rastlanılmaktadır ki bu da genetik hipotezi desteklemektedir. Bu oranlar yaklaşık yüzde 25 ve yüzde 15 gibidir.
Özgül fobiler için de aynı özellik geçerlidir. Hatta özgül fobi ailede bir başka fobi için risk oluşturmazken aile bireyleri arasında yine özgül fobi türlerine sık rastlanmaktadır. İkiz çalışmaları da bunu desteklemiştir. Özellikle hayvan fobilerinde genetik etki öne çıkarken durum fobilerinde bu durum daha geri planda kalmaktadır.
Fobilerin nedenleri biyolojik ve psikolojik olabilir. Genetik ve hatta evrimsel olarak verili kimi özellikler fobilerin oluşumunu desteklerken, psikolojik savunma mekanizmalarımız, başkalarından görerek öğrendiklerimiz, çeşitli Şartlanmalar fobilere kaynaklık edebilir. Bazı fobiler ise kaynağını travmatik yaşantılardan, yaşamın erken dönemlerindeki güvensiz bağlanma ilişkilerinden alıyor olabilir.
Şartlanma, psikolojide çok önem verilen bir konudur. Kişi yaşadığı olumsuz bir yaşantıyı bilinçaltı olarak her zaman yaşayacağını zannederek genelleme yapar. Bu da ona karşı bir korku geliştirmesinin nedenidir.
İnsan yaşamı için bir başka temel konu da bağlanma konusudur. Her canlı doğuşundan itibaren bağlanma eğilimleri taşır. Hayvanlarda da bu çok belirgindir. Bir bakıma, bağlanma duygusu büyüme ve gelişme için gereklidir. Bağlanmanın çeşitli şekilleri olabilir. En sağlıklı bağlanma şekli güvenli bağlanmadır. Böyle ilişkilerde canlı kendisinin terk edilmeyeceğinden ve düşmanlık görmeyeceğinden emindir. Güvenli bağlanma için bağlanılan kişinin tutarlı davranışlar sergilemesi, davranışlarında çelişkiler sergilememesi, korku yaratmaması gerekir. Ayrıca empati yapabilme, uygun ve çeşitlilik gösterebilen yüz ifadelerine sahip olma gibi başka özellikler de güvenli bir bağlanma ilişkisinin oluşmasına yardımcı olur.
Fobiler ve psikanaliz
Fobiler psikanalitik olarak nasıl açıklanmıştır? Psikanaliz kişinin farkında olmadığı ama savunma mekanizması olarak çalışan kimi ruhsal mekanizmaları konu alır. Gerek normal insanın psikolojisini, gerekse fobi dahil çeşitli ruhsal bozuklukların mekanizmalarını açıklamada kullanılmıştır ve elden geldiğince tedavide de yararlanılmaya çalışılmaktadır. Kuşkusuz ki, insan çok karmaşık bir varlıktır ve birtakım psikolojik mekanizmaların açıklığa kavuşturulması da iyileşmeyi mutlaka sağlamamaktadır. Ancak yine de psikanalitik düşünce, kişinin durumunu anlamada ve çıkış yolunu bulmada yararlı prensipler getirebilir.
Fobilerin psikanalitik yönden de açıklamaları yapılmıştır. Şöyle ki, insanda korkunun psikanalitik açıdan dört belli kökeni vardır: Birincisi kişinin vicdanı karşısında duyduğu korkudur. Yaptığı ya da yapmayı düşündüğü davranışlar, duygular, düşünceler ve istekler dahi kişinin vicdanı ile çeliştiğinde anksiyete duygusuna neden olur. Bazı kişilerde sıkıntı ve korkuların temelinde böyle bilinç-dışı ama iç çelişki yaratan istekler yatar. Buna psikanalizde "üst benlik anksiyetesi" denir. Başka bir durum da kişinin vücutça yaralanacağı, bir vücut organını kaybedeceği ya da hastalanacağı endişesidir ki, bu da temel bir korkudur. Psikanalizde buna "kastrasyon anksiyetesi" denir. Üçüncü bir köken ise "ayrılma anksiyetesi"dir. Bazı insanlarda buna karşı hassasiyet vardır ama her insanda ayrılık az çok nahoş duygulara yol açar. Dördüncü bir şekil ise "yok olma anksiyetesi" olarak bilinir ki, buna egzistansiyel korku da denir. Son bir şekil de "id anksiyetesi "olarak bilinir ki, kişinin dürtülerini kontrol edemeyeceği biçiminde yoğun bir sıkıntı yaşaması ile karakterizedir. Bu beş temel korku değişik fobilere yol açabilir. Örneğin kastrasyon anksiyetesi hastalık fobisine yol açarken, ayrılma fobisi agorafobiye, id anksiyetesi "delirme" fobisine yol açabileceği gibi her bir korku türü de yer değiştirerek her türlü fobi için temel oluşturabilir. İşte tedavide de korkuların bu asıl kökenleri hastayı doğru anlamaya ve ona uzun vadede yardımcı olmaya katkıda bulunur.
Kimler fobik insanlardır?
Titiz ve takıntılı bir karaktere sahip olan insanlar, sosyal fobik ve iletişim güçlüğü içersinde olanlar, travmatik geçmişi olan kişiler, uyaran azlığı içersinde yaşayan, yani yaşamlarını zenginleştirecek çeşitli olay, kişi ya da bilgilerden yeterince yararlanmayan insanlar fobik olmaya adaydırlar. Bir de bunlara uyum güçlüğü çeken insanları katabiliriz.
Fobilerle birlikte seyreden psikiyatrik rahatsızlıklar hangileridir?
Fobiler pek çok psikiyatrik hastalıkla komşuluk gösterir. Bunların bazıları fobilerin oluşmasında rol oynar, bazıları ise fobiler sebebiyle, bir komplikasyon olarak ortaya çıkar. Bazı hastalıklar ise fobi gibi gözüküp daha kapsamlı bir psikiyatrik hastalığı arkasında gizler. Psikiyatristin görevi bunların gerçeğinin ne olduğunu tespit etmek ve tedaviyi ona göre düzenlemektir. Örneğin fobilerin en fazla yakınlık gösterdiği hastalık grubu obsesyonlar ve panik ve yaygın anksiyete gibi anksiyete bozukluklarıdır. Hatta bunların hepsine birden anksiyete grubu hastalıklar da denir. Çünkü hepsinde anksiyete yani sıkıntı ve korku ön plandadır. Obsesyonlar zihne giren, istenmeyen fakat zihne girmesine engel olunamayan sıkıntı yaratıcı düşüncelerdir. Örneğin iyi eğitimli ve kibar bir kişinin sık sık içinden küfür etme isteğini duyması gibi. Ya da cevabı verilemeyecek anlamsız bir soru da bir obsesyon şeklinde akla takılabilir, örneğin sandalyenin neden üç değil de dört bacağı vardır gibi. Bazı kişilerde böyle obsesyonlar fobilerle birlikte bulunur, tedaviyi güçleştirirler. Her iki hastalık arasında genetik bir bağlantının olabileceği de düşünülmektedir. Ancak kuşkusuz obsesif ya da fobik bir anne ya da babanın çevresinde yetişen bir çocuğun bu takıntı ve korkuları öğrenme yolu ile de edinmesi mümkündür.
Bir başka komşuluk da agorafobi (yalnız kalamama) ile panik bozukluğu arasındaki ilişkidir. Pek çok kişide önce panik bozukluğu ortaya çıkar, sonra da yeniden panik atağı geçireceği ve o sırada yardım alamayacağı endişesi ile yalnız başına kalmaktan (örneğin asansöre binmek, evde yalnız başına kalmak vb.) ya da kolay çıkamayacağı bir yere girmekten (kalabalık bir pazaryeri ya da konser salonunda bulunmak gibi) kaçınır böylece agorafobik olurlar.
Bazı kişiler sosyal fobinin yol açtığı sürekli olarak kendini kısıtlama ve utanç hisleri nedeniyle ya da örneğin agorafobinin yol açtığı sürekli başka kişilere bağımlı olma zorunluluğu nedeniyle kendilerini giderek kötü hissederler. Eğer bir tedaviye başvurmazlarsa bu durum giderek bir depresyonla sonuçlanabilir. O zaman psikiyatriste depresyonun yol açtığı karamsarlık, ümitsizlik, uykusuzluk ve sürekli bunalma yakınmaları ile başvurulur. Depresyonun tedavisi, psikiyatristin altta yatan böyle bir kronikleşmiş fobik durum varsa onu da fark etmesi ve tedavi etmesi, kişiyi eskisinden daha iyi bir durum getirir.
Daha ender olarak ise daha ağır bir hastalık kendisini fobinin arkasına saklayabilir. Özellikle genç yaşlardaki kişilerde başlayan bir psikotik bozukluk önce sadece görünüşte fobik bazı belirtilerle başlayabilir. Sonradan şüphecilik, aşırı alınganlık ve düşünce bozukluğu gibi daha ağır belirtilerin ortaya çıkması ile kendini belli eder ve daha farklı bir tedaviyi gerektirir.
Fobilerin biyolojik temelli olması mümkün mü ve mümkünse bu temeller nelerdir?
Anksiyete duygusu uyarılmayı artırır ve dikkatin tehlikeye doğru yönelmesini sağlar. Aynı zamanda da bedenimizi evrimsel olarak verili eylem biçimleri doğrultusunda (kaçma, saldırma, boyun eğme, donakalma gibi) hazırlar, vücudun bu tepkisinde hem merkez ve periferik sinir sistemi ve hem de bununla bağlantılı hormonlar görev alır.
Örneğin beyindeki çekirdek bölgelerden amigdala ve locus coeruleus adı verilenler korku tepkilerinde önemli bir işleve sahiptir. Limbik sistem, frontal korteks ve başka beyin bölgeleri de bu reaksiyonlarda görev alırlar.
Birçok başka hastalıkta olduğu gibi fobilerde de genetik etkinin rolü tartışılmıştır?
Örneğin agorafobinin oluşumunda rol oynayan panik bozukluğu ailesel özellik gösterir. Panik hastalarının akrabalarında aynı hastalık, beklenenden dört kat fazla görülür. İlginçtir ki, kadın akrabalarda bu etkilenme daha fazladır. Aynı bulgular agorafobi için de geçerlidir. İkizler üzerinden yapılan çalışmalar panik ve agorafobi görülen kişilerde genetik faktörün yüzde 30-40 dolayında rolü olduğunu düşündürmektedir. Bu oran beklenenden fazla da olsa bipolar duygu durum bozukluğu ve şizofrenide düşünülen yüzde 65 oranından daha azdır.
Sosyal fobi konusundaki aile ve ikiz çalışmaları bu hastalığın da ailesel ve genetik yönünün olduğunu göstermektedir. Sosyal fobisi olanların akrabalarında aynı hastalığa yüzde 16 oranında rastlanırken olmayanların akrabalarında bu oran yüzde 5'tir. Tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine oranla utanma ve sosyal korku özelliklerine daha fazla rastlanılmaktadır ki bu da genetik hipotezi desteklemektedir. Bu oranlar yaklaşık yüzde 25 ve yüzde 15 gibidir.
Özgül fobiler için de aynı özellik geçerlidir. Hatta özgül fobi ailede bir başka fobi için risk oluşturmazken aile bireyleri arasında yine özgül fobi türlerine sık rastlanmaktadır. İkiz çalışmaları da bunu desteklemiştir. Özellikle hayvan fobilerinde genetik etki öne çıkarken durum fobilerinde bu durum daha geri planda kalmaktadır.
Cinsiyete Gore Fobi Cesitleri
Cinsiyetlere göre fobi türleri
Türkiye'de en çok hangi fobilere rastlıyorsunuz?
Türkiye'de kadınlarda en sık olarak agorafobi ve basit fobiye rastlanırken, erkeklerde sosyal fobi ve hastalık korkuları ile sıkça karşılaşılmaktadır.
Agorafobinin en önemli nedenlerinden biri panik nöbeti geçirmedir. Panik nöbeti geçiren birçok kişi bu nöbeti uygunsuz bir yerde, yalnız başına geçirmekten ve yardım alamamaktan korktuğu için yalnız başına sokağa çıkmamaya, evde yalnız kalmamaya çalışır. Yanında çocuk yaşta bir kişi bulunsa bile bu onu teselli eder. İlginç bir şekilde, araba kullanan kişiler agorafobik bile olsalar araba içersinde bu korkuyu yenmektedirler. Ama aynı kişi yalnız başına bir asansöre binmesi gerektiğinde ya da kalabalık bir konser salonunun kolay kolay çıkamayacağı orta yerine oturmaya kalktığında aynı korku yine karşısına çıkar. Yani burada esas, yalnız başına kalamamaktan çok, sıkıştığında yardım alamama korkusudur.
Stresle karşılaşan insan buna çeşitli şekillerde adapte olmaktadır. Bu yollardan biri de psikiyatrik bir hastalık geliştirmektir. Bazı psikiyatrik hastalıklar kişiyi daha ağır bir stresten koruyabilir, onu daha kısıtlı bir yaşama mahkum etse de bu sayede bir tür korunma tepkisine dönüşür. Agorafobi de böyledir. Stres karşısında birçok kadının agorafobi geliştirdiği bilinmektedir. Yani agorafobi gelişmesinin tek nedeni panik nöbeti değildir. Oysa birçok erkek stres karşısında agorafobi değil de, örneğin alkolizm geliştirmektedir. Yanı kendini içkiye vermektedir. Bu noktada kadınların tepkisinin daha koruyucu olduğunu kabul etmek gerekir. Alkol gibi toksik bir maddeye yönelerek kendi bedenine zarar vermektense agorafobi ile yaşamını sınırlandırmak ehveni şer olmaktadır. Tabii bu tepki ve adaptasyon farkının sosyal nedenleri de olabilir. Kadınlarda bağımlı davranışlar toplumca daha kolay kabul görmektedir. Örneğin agorafobik olan bir kadının her yere kocası ile gitmek istemesi o kadar fazla yadırganmamak-tadır. Hatta biraz şüpheci kıskanç bir koca, karısının bu tutumundan yerine göre memnun bile olabilir. Oysa erkeklerde tek başına davranamama gibi bir özellik genellikle iyi karşılanmaz, kadınsı bir tutum olarak hor görülür ve zayıflık olarak addedilir. Dolayısı ile stres karşısında hangi psikiyatrik bozukluklara yöneleceğinin sosyal nedenleri de vardır ve kadınlarda agorafobinin erkeklere göre daha sık görülmesinin nedenlerinden biri de budur.
Fobilerin tarihçesi
Tarihçesine bakacak olursak fobiler ilk olarak ne zaman tanımlanmıştır?
Anksiyete, HintGermen kökünden gelen "angh" sözcüğünden türemiştir. Boğazını sıkmak, sıkıntı ve tasalanma gibi anlamlara gelmektedir. Sümerlerin Gılgamış Destanı bu konu ile ilgili ilk yazılı kanıtın bulunduğu yerdir. Bu destan milattan önce üçüncü bin yıldan günümüze gelmektedir. Bu destanda Gılgamış kendi ölümlülüğü ile ilgili kaygılarını dile getirmektedir. Seyahat edenleri korkuttuğuna inanılan Yunan tanrısı Pan, panik kelimesini akla getirmektedir.
Anksiyetenin kişinin kendi içinde bir yerde aramaya başlanması Rönesans ile birliktedir. 18. yüzyılda Long, belirsizliğin anksıyeteye yol açabileceğini savunmuştur. 19. yüzyılda Kierkegaard iki değişik anksiyete tipinin olabileceğini söylemiştir: Bunlar endişeli bekleyiş (geleceğe ilişkin) ve seçim yapma ile ilgili anksiyeteler. Çünkü insan yaptığı seçimlerin sonuçlarıyla karşılaşmaktadır.
Günümüzde de bu görüşler bir ölçüde geçerliliklerini korumaktadır.
Pek çok kişi bu konulardaki problemleri nedeniyle hayatlarının bir döneminde anksiyete yaşamakta ve bunları giderdikten sonra yeniden eski durumlarına geri dönmektedir.
Yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış olan Hipokrat yükseklik korkusu olan bir kişiden söz etmektedir. Bu kişi köprülerden geçemiyor ve çukurların dahi yanına yaklaşamıyordu.
Robert Burton 1621 tarihli Melankolinin Anatomisi adlı kitabında bazı insanların korku içersinde yaşadıklarını yazmıştır. Bu kitapta depresyon ile anksiyete arasındaki farklara değinilmiş ve bunlardan şikayet eden çeşitli tarihsel kişilikler hakkında bilgi verilmiştir. Örneğin Demosthe-nes'in sahne korkusu olduğu anlatılmıştır.
Burton ayrıca evini sıkıntı, bayılma korkusu ya da düşüp ölme gibi korkular nedeniyle terk edemeyen bir hastadan söz etmektedir. Bir başka hastanın ise yolda karşılaştığı her kişi tarafından saldırı ve soyguna uğrayabileceğinden korktuğunu dile getirmektedir. Bir başkası ise yolda şeytanla karşılaşacağından korkmaktadır. Aynalardan, kedilerden korkan tanınmış kişiliklerden de söz edilmektedir 18. yüzyılda sifilisin (Frengi) yaygın olduğu zamanlarda bu hastalıktan da korku yaygın bir hale gelmişti. Bütün bu anekdotlar, anksiyetenin ve bunun bir türü olan fobilerin çağlar boyunca var olduğunu, içinde bulunduğumuz modern çağın bir ürünü olmadığını göstermektedir.
Türkiye'de en çok hangi fobilere rastlıyorsunuz?
Türkiye'de kadınlarda en sık olarak agorafobi ve basit fobiye rastlanırken, erkeklerde sosyal fobi ve hastalık korkuları ile sıkça karşılaşılmaktadır.
Agorafobinin en önemli nedenlerinden biri panik nöbeti geçirmedir. Panik nöbeti geçiren birçok kişi bu nöbeti uygunsuz bir yerde, yalnız başına geçirmekten ve yardım alamamaktan korktuğu için yalnız başına sokağa çıkmamaya, evde yalnız kalmamaya çalışır. Yanında çocuk yaşta bir kişi bulunsa bile bu onu teselli eder. İlginç bir şekilde, araba kullanan kişiler agorafobik bile olsalar araba içersinde bu korkuyu yenmektedirler. Ama aynı kişi yalnız başına bir asansöre binmesi gerektiğinde ya da kalabalık bir konser salonunun kolay kolay çıkamayacağı orta yerine oturmaya kalktığında aynı korku yine karşısına çıkar. Yani burada esas, yalnız başına kalamamaktan çok, sıkıştığında yardım alamama korkusudur.
Stresle karşılaşan insan buna çeşitli şekillerde adapte olmaktadır. Bu yollardan biri de psikiyatrik bir hastalık geliştirmektir. Bazı psikiyatrik hastalıklar kişiyi daha ağır bir stresten koruyabilir, onu daha kısıtlı bir yaşama mahkum etse de bu sayede bir tür korunma tepkisine dönüşür. Agorafobi de böyledir. Stres karşısında birçok kadının agorafobi geliştirdiği bilinmektedir. Yani agorafobi gelişmesinin tek nedeni panik nöbeti değildir. Oysa birçok erkek stres karşısında agorafobi değil de, örneğin alkolizm geliştirmektedir. Yanı kendini içkiye vermektedir. Bu noktada kadınların tepkisinin daha koruyucu olduğunu kabul etmek gerekir. Alkol gibi toksik bir maddeye yönelerek kendi bedenine zarar vermektense agorafobi ile yaşamını sınırlandırmak ehveni şer olmaktadır. Tabii bu tepki ve adaptasyon farkının sosyal nedenleri de olabilir. Kadınlarda bağımlı davranışlar toplumca daha kolay kabul görmektedir. Örneğin agorafobik olan bir kadının her yere kocası ile gitmek istemesi o kadar fazla yadırganmamak-tadır. Hatta biraz şüpheci kıskanç bir koca, karısının bu tutumundan yerine göre memnun bile olabilir. Oysa erkeklerde tek başına davranamama gibi bir özellik genellikle iyi karşılanmaz, kadınsı bir tutum olarak hor görülür ve zayıflık olarak addedilir. Dolayısı ile stres karşısında hangi psikiyatrik bozukluklara yöneleceğinin sosyal nedenleri de vardır ve kadınlarda agorafobinin erkeklere göre daha sık görülmesinin nedenlerinden biri de budur.
Fobilerin tarihçesi
Tarihçesine bakacak olursak fobiler ilk olarak ne zaman tanımlanmıştır?
Anksiyete, HintGermen kökünden gelen "angh" sözcüğünden türemiştir. Boğazını sıkmak, sıkıntı ve tasalanma gibi anlamlara gelmektedir. Sümerlerin Gılgamış Destanı bu konu ile ilgili ilk yazılı kanıtın bulunduğu yerdir. Bu destan milattan önce üçüncü bin yıldan günümüze gelmektedir. Bu destanda Gılgamış kendi ölümlülüğü ile ilgili kaygılarını dile getirmektedir. Seyahat edenleri korkuttuğuna inanılan Yunan tanrısı Pan, panik kelimesini akla getirmektedir.
Anksiyetenin kişinin kendi içinde bir yerde aramaya başlanması Rönesans ile birliktedir. 18. yüzyılda Long, belirsizliğin anksıyeteye yol açabileceğini savunmuştur. 19. yüzyılda Kierkegaard iki değişik anksiyete tipinin olabileceğini söylemiştir: Bunlar endişeli bekleyiş (geleceğe ilişkin) ve seçim yapma ile ilgili anksiyeteler. Çünkü insan yaptığı seçimlerin sonuçlarıyla karşılaşmaktadır.
Günümüzde de bu görüşler bir ölçüde geçerliliklerini korumaktadır.
Pek çok kişi bu konulardaki problemleri nedeniyle hayatlarının bir döneminde anksiyete yaşamakta ve bunları giderdikten sonra yeniden eski durumlarına geri dönmektedir.
Yaklaşık 2000 yıl önce yaşamış olan Hipokrat yükseklik korkusu olan bir kişiden söz etmektedir. Bu kişi köprülerden geçemiyor ve çukurların dahi yanına yaklaşamıyordu.
Robert Burton 1621 tarihli Melankolinin Anatomisi adlı kitabında bazı insanların korku içersinde yaşadıklarını yazmıştır. Bu kitapta depresyon ile anksiyete arasındaki farklara değinilmiş ve bunlardan şikayet eden çeşitli tarihsel kişilikler hakkında bilgi verilmiştir. Örneğin Demosthe-nes'in sahne korkusu olduğu anlatılmıştır.
Burton ayrıca evini sıkıntı, bayılma korkusu ya da düşüp ölme gibi korkular nedeniyle terk edemeyen bir hastadan söz etmektedir. Bir başka hastanın ise yolda karşılaştığı her kişi tarafından saldırı ve soyguna uğrayabileceğinden korktuğunu dile getirmektedir. Bir başkası ise yolda şeytanla karşılaşacağından korkmaktadır. Aynalardan, kedilerden korkan tanınmış kişiliklerden de söz edilmektedir 18. yüzyılda sifilisin (Frengi) yaygın olduğu zamanlarda bu hastalıktan da korku yaygın bir hale gelmişti. Bütün bu anekdotlar, anksiyetenin ve bunun bir türü olan fobilerin çağlar boyunca var olduğunu, içinde bulunduğumuz modern çağın bir ürünü olmadığını göstermektedir.
Kapali Alan ve Yukseklik Fobisi Nedir
Fobi Türleri
Fobiler nasıl gruplandırılır?
Durumsal fobiler, nesne fobileri, fonksiyon fobileri olarak gruplandırılır
1)Durumsal Fobiler:
Yükseklik fobisi en sık görülen durumsal fobilerdendir. Bu kişiler, yüksek katlı binalarda oturamaz, birkaç katlı bir binada bile pencereden bakamaz, tırmanan ve yamaçlı yollarda yürümekten bile rahatsızlık duyarlar. Bu durumla karşılaştıklarında yalnız korkmakla kalmazlar, bedenleri de tepki verir. Baş dönmesi, mide bulantısı ve halsizlik, bayılma eğilimi gibi durumlar ortaya çıkar.
Gök gürültüsü ve fırtına fobisi olan kişilerin hava durumu raporlarına karşı aşırı bir hassasiyetleri vardır. Bu kişiler hava durumu raporlarını korkuyla dinleyip havanın ne zaman bozacağını kestirmeye çalışırlar. Gök gürültüsü ve fırtınalarla karakterize olan kış mevsimini sevmezler ve kışın gelmesini hiç istemezler. Sert ve gök gürültülü kış gecelerinde ışıklarını bile kapatarak tüm bunlar geçinceye ya da sabah oluncaya kadar hiç yatağından kalkmayarak kalın bir yorganın altında saklanırlar.
Kapalı alan fobisi (klostrofobi) olan kişiler ise asansör ya da tünel gibi kapalı alanlarda büyük panik yaşarlar. Bu tür yerlerden korku halinde kaçınırlar. Yolculuklarının güzergahında tünel olduklarını öğrenirlerse o yolculuğu iptal edebilirler. Hatta asansör fobisi olan bir kişi çok acil bir işi olsa bile asansörü kullanmaksızın yorulsa ve geç kalsa da yüksek katlı bir yerin merdivenlerinden inip çıkmayı tercih edebilir. Kan görme fobisi, soluksuz kalma fobisi, dişçi ya da doktor fobisi, uçak fobisi, yeme fobisi, boşluk fobisi gibi fobiler de görülmektedir.
2)Nesne fobileri: Burada bir cisimden, ya da örneğin bir hayvandan korkulur.
Hayvan fobileri en çok görülen fobilerdendir. Böcek, yılan, fare fobisi, kanatlılar (küçük hayvanlar) şeklinde olabileceği gibi köpek ve kedi gibi evcil hayvanlara da yönelebilir. Sokakta köpek gezdirenler ne çok insanın köpekten korktuğunu kolaylıkla tespit edebilirler. İlginçtir ki, hayvanlar da kendilerinden korkan kişilerden pek hoşlanmazlar, onlar da korkan kişinin saldıracağından korkar, bir refleks olarak huzursuzlaşır ve peşinen saldırgan davranırlar. Bu da zaten hayvan fobisi olan kişi için durumu daha da vahimleştiren bir paradokstur. Öte yandan, hayvan fobileri sosyal hayatta kişiyi en az rahatsız eden fobi türüdür. Hayvanlardan uzak kalma karşılığında kişi bu rahatsızlığın belirtilerinden kendini uzak tutabilir. Okul öncesi dönemde çocukların hayvanlardan korkması yaygın ve normaldir. Oysa pek çok yetişkin bireyde de hafif düzeyde hayvan korkusu bulunur ve bu korkular çoğu zaman fobi düzeyine ulaşmaz. Çocuklardakı hayvan korkusu ve fobisinin yerleşmesi de ebeveynlerin hayvanlara karşı olan tutumlarıyla ilişkilidir. Hayvanlara karşı korkuları olan bir ailede yetişen çocuk büyük oranda yetişkinliğinde bile hayvanlara karşı mesafeli durabilir. Çocuklar aileleri tarafından bazı hayvan türleri ile korkutulduğunda da o hayvan türüne karşı ileriki yıllarda fobi geliştirebilmektedir.
Hayvan fobisi ne zaman başlar?
Hayvan fobileri daha çok erken çocukluk ve okul öncesi dönemde başlamaktadır. Hayvan fobileri daha çok kız çocuklarında yaygındır. Bu fobiler eğer çocukluk yıllarında tedavi edilmezse kişide daha da yerleşir ve ilerideki yıllarda artarak devam eder. Çocukluk döneminde özellikle kız çocuklarında hayvan fobilerinin yoğun görülmesi, kız çocuklarının aileleri tarafından korunmak amacı ile erkeklere göre hayvanlardan daha fazla uzak tutulma çabaları ile ilişkilidir. Ve ülkemizde özellikle kızların hayvanlardan korkması normal karşılanır ve yardım aranmaz. Hayvan fobisi olan kişilerin çocukluklarında ortalama çocuklardan daha fazla korkak, utangaç ve içine kapanık olduğu görülür. Yetişkinlikte ortaya çıkan hayvan fobileri daha çok travmatik bir tecrübe ile başlar. Örneğin köpek ısırması, kuş ya da kümes hayvanı gagalaması ya da kedi tırmalaması vb. Oysa çoğu fobik birey belirli bir hayvana karşı niçin fobi geliştirdiğini kendisi açıklayamaz. Bazen bir başkasının kötü bir deneyimine tanık olduklarını bildirirler. Çocuklara anlatılan korkutucu hayvanlarla ilgili masallar da onların hayvanlara mesafeli durmalarına neden olur. Özellikle ülkemizde hâlâ köpekler yılanlar ve baykuş gibi hayvanlarla ilişkili önyargılar (özellikle Anadolu'da baykuşun evin yakınına yuva yapmasının uğursuzluk getireceğine inanılır, kedilerin nankör olduğu inancı, öldüğünde sahibini yiyen kediler vs) vardır. Ve bu hayvanlar çocuklara yönelik yazılan çoğu masalların kötü karakterleridirler.
Hayvan fobileri daha çok kedi, köpek, örümcek, arı, yılan gibi hayvanlarla ilgili izole korkular şeklinde kendisini gösterir. Kişiler bu hayvanları gördüklerinde tahammül edemeyecekleri bir panik yaşarlar. Bazen bu hayvanların anılması bile onlardaki korkuyu tetikler ve kaçınma tepkilerine yol açar. Kişi, fobisi olduğu hayvanı gördüğünde ise yoğun ve şiddetli korku yaşar. Kendisini büyük bir stres altında hisseder ve panik yaşayıp terlemeye ya da titremeye başlayabilir. Kişi korktuğu hayvanla karşılaştığında o hayvanın kontrol edemediği anlık ve hızlı hareketleri karşısında kendisini daha da çaresiz hisseder. Kişi için uyaran, yani fobik olduğu hayvan ortadan kalktıkça paniği geçer ve kısa bir zaman içerisinde normale döner.
3) Fonksiyon fobileri: Bazı bedensel fonksiyonlarla ilgili korkular bu gruba girer.
Örneğin uygunsuz bir yerde tuvalete gitme ihtiyacı ile karşı karşıya gelmek korkusu (örneğin bir otobüs ya da teknede) buna örnek sayılabilir. Kişi bu nedenle tuvalet bulunmayan mekanlarda olmamaya çalışır. Örneğin tuvalet olmayan bir tekne ve benzeri küçük bir ulaşım aracına binmek istemeyebilir.
Fobiler nasıl gruplandırılır?
Durumsal fobiler, nesne fobileri, fonksiyon fobileri olarak gruplandırılır
1)Durumsal Fobiler:
Yükseklik fobisi en sık görülen durumsal fobilerdendir. Bu kişiler, yüksek katlı binalarda oturamaz, birkaç katlı bir binada bile pencereden bakamaz, tırmanan ve yamaçlı yollarda yürümekten bile rahatsızlık duyarlar. Bu durumla karşılaştıklarında yalnız korkmakla kalmazlar, bedenleri de tepki verir. Baş dönmesi, mide bulantısı ve halsizlik, bayılma eğilimi gibi durumlar ortaya çıkar.
Gök gürültüsü ve fırtına fobisi olan kişilerin hava durumu raporlarına karşı aşırı bir hassasiyetleri vardır. Bu kişiler hava durumu raporlarını korkuyla dinleyip havanın ne zaman bozacağını kestirmeye çalışırlar. Gök gürültüsü ve fırtınalarla karakterize olan kış mevsimini sevmezler ve kışın gelmesini hiç istemezler. Sert ve gök gürültülü kış gecelerinde ışıklarını bile kapatarak tüm bunlar geçinceye ya da sabah oluncaya kadar hiç yatağından kalkmayarak kalın bir yorganın altında saklanırlar.
Kapalı alan fobisi (klostrofobi) olan kişiler ise asansör ya da tünel gibi kapalı alanlarda büyük panik yaşarlar. Bu tür yerlerden korku halinde kaçınırlar. Yolculuklarının güzergahında tünel olduklarını öğrenirlerse o yolculuğu iptal edebilirler. Hatta asansör fobisi olan bir kişi çok acil bir işi olsa bile asansörü kullanmaksızın yorulsa ve geç kalsa da yüksek katlı bir yerin merdivenlerinden inip çıkmayı tercih edebilir. Kan görme fobisi, soluksuz kalma fobisi, dişçi ya da doktor fobisi, uçak fobisi, yeme fobisi, boşluk fobisi gibi fobiler de görülmektedir.
2)Nesne fobileri: Burada bir cisimden, ya da örneğin bir hayvandan korkulur.
Hayvan fobileri en çok görülen fobilerdendir. Böcek, yılan, fare fobisi, kanatlılar (küçük hayvanlar) şeklinde olabileceği gibi köpek ve kedi gibi evcil hayvanlara da yönelebilir. Sokakta köpek gezdirenler ne çok insanın köpekten korktuğunu kolaylıkla tespit edebilirler. İlginçtir ki, hayvanlar da kendilerinden korkan kişilerden pek hoşlanmazlar, onlar da korkan kişinin saldıracağından korkar, bir refleks olarak huzursuzlaşır ve peşinen saldırgan davranırlar. Bu da zaten hayvan fobisi olan kişi için durumu daha da vahimleştiren bir paradokstur. Öte yandan, hayvan fobileri sosyal hayatta kişiyi en az rahatsız eden fobi türüdür. Hayvanlardan uzak kalma karşılığında kişi bu rahatsızlığın belirtilerinden kendini uzak tutabilir. Okul öncesi dönemde çocukların hayvanlardan korkması yaygın ve normaldir. Oysa pek çok yetişkin bireyde de hafif düzeyde hayvan korkusu bulunur ve bu korkular çoğu zaman fobi düzeyine ulaşmaz. Çocuklardakı hayvan korkusu ve fobisinin yerleşmesi de ebeveynlerin hayvanlara karşı olan tutumlarıyla ilişkilidir. Hayvanlara karşı korkuları olan bir ailede yetişen çocuk büyük oranda yetişkinliğinde bile hayvanlara karşı mesafeli durabilir. Çocuklar aileleri tarafından bazı hayvan türleri ile korkutulduğunda da o hayvan türüne karşı ileriki yıllarda fobi geliştirebilmektedir.
Hayvan fobisi ne zaman başlar?
Hayvan fobileri daha çok erken çocukluk ve okul öncesi dönemde başlamaktadır. Hayvan fobileri daha çok kız çocuklarında yaygındır. Bu fobiler eğer çocukluk yıllarında tedavi edilmezse kişide daha da yerleşir ve ilerideki yıllarda artarak devam eder. Çocukluk döneminde özellikle kız çocuklarında hayvan fobilerinin yoğun görülmesi, kız çocuklarının aileleri tarafından korunmak amacı ile erkeklere göre hayvanlardan daha fazla uzak tutulma çabaları ile ilişkilidir. Ve ülkemizde özellikle kızların hayvanlardan korkması normal karşılanır ve yardım aranmaz. Hayvan fobisi olan kişilerin çocukluklarında ortalama çocuklardan daha fazla korkak, utangaç ve içine kapanık olduğu görülür. Yetişkinlikte ortaya çıkan hayvan fobileri daha çok travmatik bir tecrübe ile başlar. Örneğin köpek ısırması, kuş ya da kümes hayvanı gagalaması ya da kedi tırmalaması vb. Oysa çoğu fobik birey belirli bir hayvana karşı niçin fobi geliştirdiğini kendisi açıklayamaz. Bazen bir başkasının kötü bir deneyimine tanık olduklarını bildirirler. Çocuklara anlatılan korkutucu hayvanlarla ilgili masallar da onların hayvanlara mesafeli durmalarına neden olur. Özellikle ülkemizde hâlâ köpekler yılanlar ve baykuş gibi hayvanlarla ilişkili önyargılar (özellikle Anadolu'da baykuşun evin yakınına yuva yapmasının uğursuzluk getireceğine inanılır, kedilerin nankör olduğu inancı, öldüğünde sahibini yiyen kediler vs) vardır. Ve bu hayvanlar çocuklara yönelik yazılan çoğu masalların kötü karakterleridirler.
Hayvan fobileri daha çok kedi, köpek, örümcek, arı, yılan gibi hayvanlarla ilgili izole korkular şeklinde kendisini gösterir. Kişiler bu hayvanları gördüklerinde tahammül edemeyecekleri bir panik yaşarlar. Bazen bu hayvanların anılması bile onlardaki korkuyu tetikler ve kaçınma tepkilerine yol açar. Kişi, fobisi olduğu hayvanı gördüğünde ise yoğun ve şiddetli korku yaşar. Kendisini büyük bir stres altında hisseder ve panik yaşayıp terlemeye ya da titremeye başlayabilir. Kişi korktuğu hayvanla karşılaştığında o hayvanın kontrol edemediği anlık ve hızlı hareketleri karşısında kendisini daha da çaresiz hisseder. Kişi için uyaran, yani fobik olduğu hayvan ortadan kalktıkça paniği geçer ve kısa bir zaman içerisinde normale döner.
3) Fonksiyon fobileri: Bazı bedensel fonksiyonlarla ilgili korkular bu gruba girer.
Örneğin uygunsuz bir yerde tuvalete gitme ihtiyacı ile karşı karşıya gelmek korkusu (örneğin bir otobüs ya da teknede) buna örnek sayılabilir. Kişi bu nedenle tuvalet bulunmayan mekanlarda olmamaya çalışır. Örneğin tuvalet olmayan bir tekne ve benzeri küçük bir ulaşım aracına binmek istemeyebilir.
Kontrfobik Davranis Nedir
"Kontrfobik davranış " nedir?
Bazı insanlar fobik yönlerini bir anlamda bu korkularını örtmek için ne kendilerine ne de başkasına itiraf etmezler. Tam tersine sanki öyle değilmiş gibi davrandıkları bile görülebilir. Buna kontrfobik davranış diyoruz. Örneğin yükseklik korkusu olan bir kişinin paraşütçü olması gibi. Gerçekten de kişi bu şekilde korkularını görünüşte de olsa yenebilir. Ancak her fobik kişide böyle bir davranış şekli görülmez. Bu yine kişinin kendi özellikleri ve yetiştirilme tarzı ile ilişkili bir durumdur. Kontfrobik davranışlar daha çok dışa dönük, tepkisel olabilen kişilerde görülür. Bazen kontrfobik davranış da ayarsızlıklara neden olabilir. Aşırı derecede korkusuz ve atak davranışlar ortaya çıkabilir. Böyle tutumlar desteklenmemelidir.
"Çıldırma" korkusu var mıdır?
Oldukça yaygın bir korku çeşididir. Ancak birçok kişi bunu doktora dahi söylemez, içinden dert eder. Şu bir gerçek ki böyle bir korku hiçbir zaman gerçeğe dönüşmez. Bu türden ağır bir ruhsal bozukluğun başlamakta olduğu bir kişide zaten böyle bir korku olmaz. Kişi korkuyor diye böyle bir hastalık da oluşmaz. Burada kişilerin korktuğu daha çok kontrolü kaybetme korkusudur. Çünkü fobisi ve korkuları olan insanlar genelde kontrollü kişilerdir ve bundan ötürü kendilerini sürekli sınarlar. Bu sınama onlarda böyle bir korkuyu besler. Çıldırma korkusu daha çok tedavisi uzun süren ya da başarısız tedavilere maruz kalan psikiyatri hastalarında görülür. Aslında bu vakalardaki çıldırma korkusu artık tedavi adına direnç ve isteğinin bittiğinin göstergesidir. Böyle bir durumdaki kişi bilinçaltında çıldırmayı düşünerek o anki tüm sıkıntı ve dertlerinden kurtulmak hatta onları yok farz etmek ve yaşamamak isteğine işaret etmektedir. Aslında çıldırma korkusu kabullenilemeyen bir gerçeklikle yaşama zorunluluğunun verdiği en yoğun sıkıntıdır.
Fobi, paranoid korkularla aynı mıdır
Paranoid korkularla fobi arasında ilişki var mıdır?
Paranoid kişilerle yaşamak zordur. Çünkü her şeyden anlam çıkarır, çok kavgacı olurlar. Kıskanç, şüpheci bir yapıları vardır. Aslında yaşadıkları durumu bir korku ile de izah etmezler. Tam tersine kendisinin herkesten önemli bazı yönleri nedeniyle izlendiklerini ya da kötülüğe uğradıklarını düşünürler. Halbuki fobik kişiler daha çok çekingen bir görünüm sergilerler, kavgacı değildirler, hatta ileri derecede uyumlu davranırlar.
Öte yandan her şüphenin altında paranoya aramamak gerekir. Bazen de gerçekten kötülük gören ve başkalarının haksız fiillerine uğrayan insanlar kolayca gereksiz yere şüpheci, paranoid olmakla suçlanırlar. Paranoid tutumların bir yararı da kimi zaman kimse tarafından fark edilmeyen bazı önemli gerçeklerin böyle şüpheci kişilerin dikkatli incelemesi sayesinde ortaya çıkabilmesidir.
Özellikle depresif insanlarda görülen korkular var mıdır?
Depresif kişilerde hemen daima belirli konularda korkular olur. Bunlar hafif dereceden, çok ağır derecelere dek uzanabilir. Hatta ağır depresyonlarda artık korkularının gerçekleşeceğine inanan, buna kendini kaptıran insanlara dahi rastlanır. Bu gibi korkular böyle ağır dereceye vardığında intihar nedeni dahi olabilir. Depresif kişilerde temelde üç tür korku görülür: Hatalı davranışlarından dolayı ceza göreceğinden korkma, bedensel bir hastalıktan dolayı öleceğinden korkma ve parasal bakımdan zor durumda kalma sonucunda perişan bir duruma düşeceğinden, iflas edeceğinden korkma. Demek ki bu üç alan, insan psikolojisinde ve hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Depresyon geçiren kişiler genellikle vicdani değerleri yüksek insanlar olmaktadır. Bu nedenle sıkıntılı durumlarında kendilerini suçlama eğilimi artmaktadır. Para ise güvenliği temsil etmektedir ve depresif kimseler güvenlikleri konusunda hassastırlar. Çevreye olan ilgimiz azaldığında ise, ki depresif durumlarda böyle olur, bedenle ilişkili endişelerin artması doğal olmaktadır. Bu
korkular bildiğimiz fobilerden farklı olarak ancak depresyon tedavi edildiğinde iyileşirler. Bu korkulara doğrudan fobi tedavisi yapılmaz. Ancak depresyon tedavisinde de fobi tedavisinde kullanılan ilaçlardan bazıları kullanılır. Buna karşılık ağır depresyonlarda ilaç etkili olmadığında ya da durum çok acil ve intihar eğilimi kuvvetli ise elektroşok tedavisi uygulanabilir. Çünkü depresyonlarda da ilaçlar birkaç haftadan önce istenilen etkiyi göstermemektedir.
Bazı insanlar fobik yönlerini bir anlamda bu korkularını örtmek için ne kendilerine ne de başkasına itiraf etmezler. Tam tersine sanki öyle değilmiş gibi davrandıkları bile görülebilir. Buna kontrfobik davranış diyoruz. Örneğin yükseklik korkusu olan bir kişinin paraşütçü olması gibi. Gerçekten de kişi bu şekilde korkularını görünüşte de olsa yenebilir. Ancak her fobik kişide böyle bir davranış şekli görülmez. Bu yine kişinin kendi özellikleri ve yetiştirilme tarzı ile ilişkili bir durumdur. Kontfrobik davranışlar daha çok dışa dönük, tepkisel olabilen kişilerde görülür. Bazen kontrfobik davranış da ayarsızlıklara neden olabilir. Aşırı derecede korkusuz ve atak davranışlar ortaya çıkabilir. Böyle tutumlar desteklenmemelidir.
"Çıldırma" korkusu var mıdır?
Oldukça yaygın bir korku çeşididir. Ancak birçok kişi bunu doktora dahi söylemez, içinden dert eder. Şu bir gerçek ki böyle bir korku hiçbir zaman gerçeğe dönüşmez. Bu türden ağır bir ruhsal bozukluğun başlamakta olduğu bir kişide zaten böyle bir korku olmaz. Kişi korkuyor diye böyle bir hastalık da oluşmaz. Burada kişilerin korktuğu daha çok kontrolü kaybetme korkusudur. Çünkü fobisi ve korkuları olan insanlar genelde kontrollü kişilerdir ve bundan ötürü kendilerini sürekli sınarlar. Bu sınama onlarda böyle bir korkuyu besler. Çıldırma korkusu daha çok tedavisi uzun süren ya da başarısız tedavilere maruz kalan psikiyatri hastalarında görülür. Aslında bu vakalardaki çıldırma korkusu artık tedavi adına direnç ve isteğinin bittiğinin göstergesidir. Böyle bir durumdaki kişi bilinçaltında çıldırmayı düşünerek o anki tüm sıkıntı ve dertlerinden kurtulmak hatta onları yok farz etmek ve yaşamamak isteğine işaret etmektedir. Aslında çıldırma korkusu kabullenilemeyen bir gerçeklikle yaşama zorunluluğunun verdiği en yoğun sıkıntıdır.
Fobi, paranoid korkularla aynı mıdır
Paranoid korkularla fobi arasında ilişki var mıdır?
Paranoid kişilerle yaşamak zordur. Çünkü her şeyden anlam çıkarır, çok kavgacı olurlar. Kıskanç, şüpheci bir yapıları vardır. Aslında yaşadıkları durumu bir korku ile de izah etmezler. Tam tersine kendisinin herkesten önemli bazı yönleri nedeniyle izlendiklerini ya da kötülüğe uğradıklarını düşünürler. Halbuki fobik kişiler daha çok çekingen bir görünüm sergilerler, kavgacı değildirler, hatta ileri derecede uyumlu davranırlar.
Öte yandan her şüphenin altında paranoya aramamak gerekir. Bazen de gerçekten kötülük gören ve başkalarının haksız fiillerine uğrayan insanlar kolayca gereksiz yere şüpheci, paranoid olmakla suçlanırlar. Paranoid tutumların bir yararı da kimi zaman kimse tarafından fark edilmeyen bazı önemli gerçeklerin böyle şüpheci kişilerin dikkatli incelemesi sayesinde ortaya çıkabilmesidir.
Özellikle depresif insanlarda görülen korkular var mıdır?
Depresif kişilerde hemen daima belirli konularda korkular olur. Bunlar hafif dereceden, çok ağır derecelere dek uzanabilir. Hatta ağır depresyonlarda artık korkularının gerçekleşeceğine inanan, buna kendini kaptıran insanlara dahi rastlanır. Bu gibi korkular böyle ağır dereceye vardığında intihar nedeni dahi olabilir. Depresif kişilerde temelde üç tür korku görülür: Hatalı davranışlarından dolayı ceza göreceğinden korkma, bedensel bir hastalıktan dolayı öleceğinden korkma ve parasal bakımdan zor durumda kalma sonucunda perişan bir duruma düşeceğinden, iflas edeceğinden korkma. Demek ki bu üç alan, insan psikolojisinde ve hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Depresyon geçiren kişiler genellikle vicdani değerleri yüksek insanlar olmaktadır. Bu nedenle sıkıntılı durumlarında kendilerini suçlama eğilimi artmaktadır. Para ise güvenliği temsil etmektedir ve depresif kimseler güvenlikleri konusunda hassastırlar. Çevreye olan ilgimiz azaldığında ise, ki depresif durumlarda böyle olur, bedenle ilişkili endişelerin artması doğal olmaktadır. Bu
korkular bildiğimiz fobilerden farklı olarak ancak depresyon tedavi edildiğinde iyileşirler. Bu korkulara doğrudan fobi tedavisi yapılmaz. Ancak depresyon tedavisinde de fobi tedavisinde kullanılan ilaçlardan bazıları kullanılır. Buna karşılık ağır depresyonlarda ilaç etkili olmadığında ya da durum çok acil ve intihar eğilimi kuvvetli ise elektroşok tedavisi uygulanabilir. Çünkü depresyonlarda da ilaçlar birkaç haftadan önce istenilen etkiyi göstermemektedir.
Korku Nedir ve Korku Cesitleri
Fobilerimiz olmasa da, korktuğumuz düşünce ve duygularımız var mıdır?
Korku Nedir, Korku Çeşitleri
Gerçekleri tam olarak görmek çoğu kişi için zordur. Mutlaka korku ile izah etmesek de hoşumuza gitmeyen, kabul edemeyeceğimiz ve hatta aklımıza getirmekten korktuğumuz düşüncelerimiz, duygularımız ya da anılarımız olabilir. Bunları görmezden gelerek yaşadığımız zaman bir ölçüde rahat ederiz. Fakat bu nedenle insanlar arasında benzer olaylara karşı farklı değerlendirmeler olduğunu görürüz. Herkes biraz da kendi kabul edebileceği gibi görmek ister bir olguyu. Bu bir ölçüde gerçeklerin çarpıtılmasına neden olur. Kimi zaman yakın ilişki içersinde yaşayan insanlar, örneğin bir ailenin bireyleri, eşler, sevgililer bu farklılıklardan dolayı huzursuzluk duyar ve çatışma içersine girerler. Bu gibi durumlarda tarafların karşılıklı tartışmaları da çoğu zaman bir fikir birliği sağlamaz, çünkü direnç herkesin kendi içinden, kendi korkularından gelmektedir. Bu korkuları bireyler olarak aşmak, gerekirse psikoterapiye giderek, bu kişiler arasındaki çatışmaların azalmasını kendiliğinden sağlayabilir. Çoğu insan için gelecek korkusu da yaşanan ve en çok üzerinde durulan korkulardan biridir. İnsanlar yalnız kaldığında ya da yakın bir arkadaşı ile bir araya geldiğinde çoğu zaman bu konular üzerinde durur. İnsanlarda yoğun yaşanan korkulardan biri de yalnız kalma korkusudur. Özellikle ülkemizde yalnızlık çoğu kişi için tolere edilmeyen bir durumdur. Bu açıdan pek çok kişi yalnızlık korkusuyla yüzleşmemek için mantık evliliği yapabilmekte hatta problemli ve yük getiren bir evliliği olsa bile eşinden vazgeçememektedır. Yalnızlık korkusu olan insanlar çoğu zaman hayır demekte zorlanırlar hatta bu kelimeyi hiç kullanamazlar. Tek başına kalmamak için benimsemediği, hatta kendilerini istismar eden kişilerle bile sosyal program yapabilirler, yıllar boyunca aynı mekanı paylaşabilirler. Fakat çoğu zaman bunun bedelini ağır öderler. Depresif bir yaşamın esiri olabilirler kendilerini koruyamazlar, hatta bu nedenle de kendilerine karşı bile bir öfke geliştirirler. Ve durumdan rahatsız olsalar da kendilerini tekrar tekrar aynı durumların içinde bulurlar. Değiştiremedikleri bu durum onlar için en büyük sıkıntı kaynağına dönüşür. Dolayısı ile korkularımız da bir bakıma yaşamımıza yön vermektedir perde gerisinden. Korkuların bir sonucu da kişinin bu yönünün başkaları tarafından istismar edilme tehlikesidir. Toplumsal yaşamda rekabet, kişileri ilişkilerinde saldırgan yapmakta, güç çatışmaları yaşanabilmekte ve her türlü korku ve zayıflık bir başkasının saldırı ya da karşısındakini kontrol etme ve yönetmede kullandığı bir unsur haline gelmektedir. Aslında günümüz toplumunda ruh sağlığı hizmetlerine artan gereksinim biraz da bu rekabet koşullarından kaynaklanmaktadır. Kişilerin ilişkilerde zayıflık yaratan korkuları toplumda ayakta kalmalarını güçleştirmekte ve bunları giderme gereksinimi duymaktadırlar. Ruh sağlığı hizmetlerinden fazlaca yararlanan toplumların bu özelliği ruhsal bozuklukların daha fazla olmasından çok, sosyal yaşamın getirdiği rekabet koşulları ve aynı zamanda da bu hizmetlere ulaşılabilir olması ile ilgilidir.
Gerçekleri görmekten korkmak kişiyi kendi içinde de çelişkiye sokar mı?
Hem evet hem hayır. Gerçekleri görmekten kaçınan ya da kendine göre değiştirerek ya da eksilterek gören kişi kendisini bazı çelişkilerden uzak tutmuş olur bir bakıma. Ama bu ancak bir süre devam edebilir. Kişi çevresiyle çelişki yaşamaya başlayabilir, bir sosyal yaşam krizi içersine girebilir, çünkü başkaları onunla aynı gerçeklik algısını paylaşmamaktadır. Ya da bir süre sonra kişi kendi içersinde de bir huzursuzluk duymaya başkayabilir. Çelişkileri ancak ondan sonra algılamaya başlar. Ancak çelişkileri algılamak bir bakıma iyidir çünkü kişi aynı konuya kendisi de değişik açılardan bakar değişik zamanlarda. Bu durum yeni ve yaratıcı çözümler bulmayla sonuçlanabilir eğer kişi başarabiliyorsa. Bazen bu aşırı düşünmeye neden olur ama bir türlü sonuca ulaşılamaz. Böyle durumlarda dışarıda psikoterapi ile müdahale önemlidir. Zaten böyle bir durum sonunda kişi depresyon, panik, fobi gibi değişik ruhsal belirtiler nedeni ile bir anlamda kriz yaşar ve yardım aramak zorunda kalır. Dışlanan gerçekler kişide bir eksiklik duygusu da yaratır. Çünkü kendini aldatan insanın bütünlük duygusu bozulur. Bir tarafı kırık olan bir dişin insanı rahatsız etmesi gibi aklı hep orada olur. Çünkü insan doğal olarak ruhsal yaşamında bütünlük arar. Nedense Asya ülkelerinin pek çoğunda gerçekler yeni yeni algılanmaya başlamıştır. Gerçekliği görmekten kaçışın kırılması hem kişisel gelişim, hem de ruhsal sağlık için son derece önemlidir.
Gerçekleri görmemekle sır tutmak arasında bağlantı var mıdır?
Birçok kişinin ya da ailenin yaşamı sırlarla örülüdür, bazen da çok önemli ve tek bir sır olur uzun yıllar paylaşılmayan. Çoğu zaman sır konusu unutulmuştur ve alışılmıştır. Ancak yeni bir olay vesilesi ile bir aile toplantısı, cenaze, evlilik töreni gibi konu gündeme gelir. Sırra konu olan ve itiraf edilmeyen olaydan zarar gören taraf ya da taraflar konuyu gündeme getirebilir. Bu ise hem kişisel hem de aile yaşamında bir süre krize neden olur. Bazen de zarar gören taraflar duruma hakim olamaz ve yeniden bazı gerçeklerin kabul edilmediği ortama geri dönülür. Çoğu zaman ülkemizde sırların ortaya çıkması hoş karşılanmaz. Nedense gerçekliğin kabulüne yönelik tolerans düşüktür. Fakat gerçekleri görmemek pek çok hastalığı beraberinde getirebildiği gibi fobilere de neden olabilir. Sır tutma deyiminin bir anlamı da paylaşılan mahrem bir konunun sadece konuşanların arasında kalmasıdır. Bazen bunun kaçınılmaz olduğu durumlarla karşılaşılabilir. Önemli olan bu sır tutma sonucunda birilerinin bundan zarar görüyor olmamasıdır. Örneğin, psikolojik yardım ve tedavilerde de problemini paylaşan kişinin anlattıklarının meslek sırrı çerçevesinde saklanması gerekir. Ancak bu normal yaşamdaki ilişkilerin dışından sadece tedaviyi ilgilendiren bir ilişki çerçevesinde yaşanan bir durumdur. Çünkü bu sır saklama kuralı eninde sonunda yanlışların paylaşılarak tartışmaya konu olması ve giderek önlenmesine hizmet etmektedir. Aksine bir durumda zaten kimse sır olarak sakladığı konuları paylaşmaz ve böylelikle de değişikliğe konu etmez.
Korku Nedir, Korku Çeşitleri
Gerçekleri tam olarak görmek çoğu kişi için zordur. Mutlaka korku ile izah etmesek de hoşumuza gitmeyen, kabul edemeyeceğimiz ve hatta aklımıza getirmekten korktuğumuz düşüncelerimiz, duygularımız ya da anılarımız olabilir. Bunları görmezden gelerek yaşadığımız zaman bir ölçüde rahat ederiz. Fakat bu nedenle insanlar arasında benzer olaylara karşı farklı değerlendirmeler olduğunu görürüz. Herkes biraz da kendi kabul edebileceği gibi görmek ister bir olguyu. Bu bir ölçüde gerçeklerin çarpıtılmasına neden olur. Kimi zaman yakın ilişki içersinde yaşayan insanlar, örneğin bir ailenin bireyleri, eşler, sevgililer bu farklılıklardan dolayı huzursuzluk duyar ve çatışma içersine girerler. Bu gibi durumlarda tarafların karşılıklı tartışmaları da çoğu zaman bir fikir birliği sağlamaz, çünkü direnç herkesin kendi içinden, kendi korkularından gelmektedir. Bu korkuları bireyler olarak aşmak, gerekirse psikoterapiye giderek, bu kişiler arasındaki çatışmaların azalmasını kendiliğinden sağlayabilir. Çoğu insan için gelecek korkusu da yaşanan ve en çok üzerinde durulan korkulardan biridir. İnsanlar yalnız kaldığında ya da yakın bir arkadaşı ile bir araya geldiğinde çoğu zaman bu konular üzerinde durur. İnsanlarda yoğun yaşanan korkulardan biri de yalnız kalma korkusudur. Özellikle ülkemizde yalnızlık çoğu kişi için tolere edilmeyen bir durumdur. Bu açıdan pek çok kişi yalnızlık korkusuyla yüzleşmemek için mantık evliliği yapabilmekte hatta problemli ve yük getiren bir evliliği olsa bile eşinden vazgeçememektedır. Yalnızlık korkusu olan insanlar çoğu zaman hayır demekte zorlanırlar hatta bu kelimeyi hiç kullanamazlar. Tek başına kalmamak için benimsemediği, hatta kendilerini istismar eden kişilerle bile sosyal program yapabilirler, yıllar boyunca aynı mekanı paylaşabilirler. Fakat çoğu zaman bunun bedelini ağır öderler. Depresif bir yaşamın esiri olabilirler kendilerini koruyamazlar, hatta bu nedenle de kendilerine karşı bile bir öfke geliştirirler. Ve durumdan rahatsız olsalar da kendilerini tekrar tekrar aynı durumların içinde bulurlar. Değiştiremedikleri bu durum onlar için en büyük sıkıntı kaynağına dönüşür. Dolayısı ile korkularımız da bir bakıma yaşamımıza yön vermektedir perde gerisinden. Korkuların bir sonucu da kişinin bu yönünün başkaları tarafından istismar edilme tehlikesidir. Toplumsal yaşamda rekabet, kişileri ilişkilerinde saldırgan yapmakta, güç çatışmaları yaşanabilmekte ve her türlü korku ve zayıflık bir başkasının saldırı ya da karşısındakini kontrol etme ve yönetmede kullandığı bir unsur haline gelmektedir. Aslında günümüz toplumunda ruh sağlığı hizmetlerine artan gereksinim biraz da bu rekabet koşullarından kaynaklanmaktadır. Kişilerin ilişkilerde zayıflık yaratan korkuları toplumda ayakta kalmalarını güçleştirmekte ve bunları giderme gereksinimi duymaktadırlar. Ruh sağlığı hizmetlerinden fazlaca yararlanan toplumların bu özelliği ruhsal bozuklukların daha fazla olmasından çok, sosyal yaşamın getirdiği rekabet koşulları ve aynı zamanda da bu hizmetlere ulaşılabilir olması ile ilgilidir.
Gerçekleri görmekten korkmak kişiyi kendi içinde de çelişkiye sokar mı?
Hem evet hem hayır. Gerçekleri görmekten kaçınan ya da kendine göre değiştirerek ya da eksilterek gören kişi kendisini bazı çelişkilerden uzak tutmuş olur bir bakıma. Ama bu ancak bir süre devam edebilir. Kişi çevresiyle çelişki yaşamaya başlayabilir, bir sosyal yaşam krizi içersine girebilir, çünkü başkaları onunla aynı gerçeklik algısını paylaşmamaktadır. Ya da bir süre sonra kişi kendi içersinde de bir huzursuzluk duymaya başkayabilir. Çelişkileri ancak ondan sonra algılamaya başlar. Ancak çelişkileri algılamak bir bakıma iyidir çünkü kişi aynı konuya kendisi de değişik açılardan bakar değişik zamanlarda. Bu durum yeni ve yaratıcı çözümler bulmayla sonuçlanabilir eğer kişi başarabiliyorsa. Bazen bu aşırı düşünmeye neden olur ama bir türlü sonuca ulaşılamaz. Böyle durumlarda dışarıda psikoterapi ile müdahale önemlidir. Zaten böyle bir durum sonunda kişi depresyon, panik, fobi gibi değişik ruhsal belirtiler nedeni ile bir anlamda kriz yaşar ve yardım aramak zorunda kalır. Dışlanan gerçekler kişide bir eksiklik duygusu da yaratır. Çünkü kendini aldatan insanın bütünlük duygusu bozulur. Bir tarafı kırık olan bir dişin insanı rahatsız etmesi gibi aklı hep orada olur. Çünkü insan doğal olarak ruhsal yaşamında bütünlük arar. Nedense Asya ülkelerinin pek çoğunda gerçekler yeni yeni algılanmaya başlamıştır. Gerçekliği görmekten kaçışın kırılması hem kişisel gelişim, hem de ruhsal sağlık için son derece önemlidir.
Gerçekleri görmemekle sır tutmak arasında bağlantı var mıdır?
Birçok kişinin ya da ailenin yaşamı sırlarla örülüdür, bazen da çok önemli ve tek bir sır olur uzun yıllar paylaşılmayan. Çoğu zaman sır konusu unutulmuştur ve alışılmıştır. Ancak yeni bir olay vesilesi ile bir aile toplantısı, cenaze, evlilik töreni gibi konu gündeme gelir. Sırra konu olan ve itiraf edilmeyen olaydan zarar gören taraf ya da taraflar konuyu gündeme getirebilir. Bu ise hem kişisel hem de aile yaşamında bir süre krize neden olur. Bazen de zarar gören taraflar duruma hakim olamaz ve yeniden bazı gerçeklerin kabul edilmediği ortama geri dönülür. Çoğu zaman ülkemizde sırların ortaya çıkması hoş karşılanmaz. Nedense gerçekliğin kabulüne yönelik tolerans düşüktür. Fakat gerçekleri görmemek pek çok hastalığı beraberinde getirebildiği gibi fobilere de neden olabilir. Sır tutma deyiminin bir anlamı da paylaşılan mahrem bir konunun sadece konuşanların arasında kalmasıdır. Bazen bunun kaçınılmaz olduğu durumlarla karşılaşılabilir. Önemli olan bu sır tutma sonucunda birilerinin bundan zarar görüyor olmamasıdır. Örneğin, psikolojik yardım ve tedavilerde de problemini paylaşan kişinin anlattıklarının meslek sırrı çerçevesinde saklanması gerekir. Ancak bu normal yaşamdaki ilişkilerin dışından sadece tedaviyi ilgilendiren bir ilişki çerçevesinde yaşanan bir durumdur. Çünkü bu sır saklama kuralı eninde sonunda yanlışların paylaşılarak tartışmaya konu olması ve giderek önlenmesine hizmet etmektedir. Aksine bir durumda zaten kimse sır olarak sakladığı konuları paylaşmaz ve böylelikle de değişikliğe konu etmez.
Korkularimiz ve Anksiyete
Korku ve Anksiyete
Korkuya benzer hallerden söz edebilir miyiz?
Korkuya benzer bir durum da, kaygı ya da bunaltı halleridir ki, anksiyete olarak da adlandırılır. Anksiyetenin fobik korkudan farkı, neye yönelik olduğunun bilinmeme-sidir. Ne zaman geleceği belli olmaz, panik nöbeti derecesine varabilir ya da hiç azalmadan devamlı olarak hissediliyor olabilir. Anksiyete bir bakıma fobik korkudan daha kötüdür, çünkü kaçınılması olanaklı değildir. İçten gelir. İç sıkıntısı olarak da adlandırılır bu yüzden. Fobi ise dışarıdaki bir etken ya da uyarana yönelik olduğu için hiç değilse biliriz ki, o etken ya da uyaranla yüz yüze kalmadığımız sürece korku da yaşamayız. Eğer o etken ya da uyaran bizim yaşantımızdan uzak ise tedaviye bile ihtiyaç duymayız. Örneğin uçağı hiç kullanmayan bir kişi için uçak fobisinin bir zararı yoktur. Anksiyete ise etkeni belirsiz olduğundan kişiyi daha çaresiz bırakır, çünkü ondan kaçmak ya da kaçınmak olanaksızdır.
Korku ve anksiyete sırasında ruhsal belirtilerin yanı sıra bedensel belirtiler de oluşur mu?
Evet oluşur ve bu yüzden korku ya da anksiyete yaşayan pek çok kişi, bir ruh hekimine gitmeden önce kardiyoloji uzmanına, beyin cerrahına, gastroenterologa ve birçok başka branşa başvurabilir. Bunun nedeni, korku ve anksiyete sırasında otonom sinir sisteminin, adından da anlaşılacağı üzere, kendiliğinden devreye girmesidir. Otonom sinir sistemi vücudun hemen her yerine uzandığından korku ve anksiyetenin bedensel belirtileri de her organı akla getirebilir. Örneğin kalbin sık sık ve güçlü biçimde çarpması, sık idrara gitme, göz bebeklerinin büyümesi, terleme bunlar arasındadır. Anksiyete ve korku nedeniyle bedenin herhangi bir yerinde ağrılar dahi hissedilebilir, halsizlik çöker, baş ağrıları ortaya çıkabilir. Ancak aynı anda bu bedensel belirtilere kaygı, olumsuz düşünceler, iç sıkıntısı ve bunalma duygusu gibi ruhsal belirtiler eşlik eder.
İnsanın doğuştan getirdiği korkular var mıdır, varsa bunlar nelerdir ve fobilerin oluşmasında etkileri var mı? Doğuştan gelen korkular vardır.
Gürültü Korkusu: Örneğin yeni doğmuş bir bebek şiddetli bir gürültü ya da beklenmedik, yabancı ve ani uyaranlara korku ile tepki verir. Demek ki böyle bir korku daha hayatın başlangıcında var. Buna karşılık her erişkin kişi de çok şiddetli bir gürültü karşısında mutlaka irkilir, gök gürültüsü gibi orta derecede ve olağan sayılabilecek durumlarda da korkan kişiler vardır.
Yükseklik korkusu: Yine küçük bir çocuk da yükseklikten korkar ve düşme tehlikesi olan yerden uzaklaşmaya çalışır. Bu durumu birçok hayvanda da görebiliriz.
Kendisine öğretilmemiş de olsa yüksek bir yerden düşme tehlikesi ile karşılaştığında kaçınma tepkisi verir. Yine her erişkin insan da, fobik olsa da olmasa da yüksekten düşme tehlikesini algılar.
Yabancı Korkusu: Yine bebekler yabancı yüzlerden, tanımadıkları kişilerden korkabilir ve ağlayarak tepki verebilirler. Bu doğuştan gelmekten çok yabancı ile tanıdık olanı ayırt etmeye başladıktan sonra ortaya çıkan bir durumdur. Çeşitli maskeler, değişik oyuncaklar da bebekte korku yaratabilir.
Bazı oyuncakların hareket ettirilme şekilleri de bebeklerde korku yaratabilir. Örneğin bir yılanın hareketlerine benzer hareketler korku yaşamasında etkili olur. Bu nedenlerle küçük çocuklarda yılan ve hatta örümcek gibi hareket eden hayvanlardan korkma yaygındır. Hareketsiz duran bir hayvan, çocuğu korkutmazken hayvanın hareket etmesi ve hatta çocuğun üzerine doğru gelmesi daha korkutucu bit etki yapar. Demek ki, burada hayvanın kendisi kadar hareketleri de korku kaynağı olabilir.
İşte bu doğuştan gelen yeni, yabancı ve değişik olandan ürkme genel olarak fobik tutumlar için bir başlangıç oluşturur. Birçok fobik insan, gündelik yaşamlarında da fazla değişiklikten hoşlanmaz. Örneğin kolay kolay, oturmakta olduğu evden taşınmaz, ev eşyalarını değiştirirken yeni modellere yönelmez, yeni insanlarla tanışmakta ve yakın olmakta tereddüt gösterir. Giderek bu tür tutumlar tutucu bir karakter dahi oluşturabilir. Ve kişi giderek kendi tutuculuğundan sıkılabilir. Çünkü yaratıcılık ister istemez yeniliğe, değişik olana açık olmayı gerektirir. Yeni uyaranlar tanıdık olmadıkları için korku yaratabileceği gibi eğlenceli de olabilir. Bu nedenlerle daha küçük yaştan itibaren çocuklarda doğuştan gelen fobik tutumları pekiştirmek ve artırmak yerine onları oyun ve sanat etkinlikleri ile yaratıcı yöne doğru itmek gerekir. Bir çocuk için gezdirilme, yeni uyaranlarla karşılaşmasını sağlama, müze ve tiyatro gibi sanat etkinliklerine götürülme, değişik ve akla gelmedik düşünce ve fikirlere açıklık sağlama önemlidir. Aksi halde doğuştan gelen yenilik ve yabancı korkusu kişiyi dar düşünceli, tek bir konuya odaklanan, ilgilendiği konuya geniş ölçekten bakamayan (at gözlüğü takmış gibi) bir duruma getirebilir. Oysa her hangi bir bireyin, insan grubunun, ya da bir toplumun ilerlemesi ve gelişmesi yaratıcılığa açık olması ile olanaklıdır.
Korkuya benzer hallerden söz edebilir miyiz?
Korkuya benzer bir durum da, kaygı ya da bunaltı halleridir ki, anksiyete olarak da adlandırılır. Anksiyetenin fobik korkudan farkı, neye yönelik olduğunun bilinmeme-sidir. Ne zaman geleceği belli olmaz, panik nöbeti derecesine varabilir ya da hiç azalmadan devamlı olarak hissediliyor olabilir. Anksiyete bir bakıma fobik korkudan daha kötüdür, çünkü kaçınılması olanaklı değildir. İçten gelir. İç sıkıntısı olarak da adlandırılır bu yüzden. Fobi ise dışarıdaki bir etken ya da uyarana yönelik olduğu için hiç değilse biliriz ki, o etken ya da uyaranla yüz yüze kalmadığımız sürece korku da yaşamayız. Eğer o etken ya da uyaran bizim yaşantımızdan uzak ise tedaviye bile ihtiyaç duymayız. Örneğin uçağı hiç kullanmayan bir kişi için uçak fobisinin bir zararı yoktur. Anksiyete ise etkeni belirsiz olduğundan kişiyi daha çaresiz bırakır, çünkü ondan kaçmak ya da kaçınmak olanaksızdır.
Korku ve anksiyete sırasında ruhsal belirtilerin yanı sıra bedensel belirtiler de oluşur mu?
Evet oluşur ve bu yüzden korku ya da anksiyete yaşayan pek çok kişi, bir ruh hekimine gitmeden önce kardiyoloji uzmanına, beyin cerrahına, gastroenterologa ve birçok başka branşa başvurabilir. Bunun nedeni, korku ve anksiyete sırasında otonom sinir sisteminin, adından da anlaşılacağı üzere, kendiliğinden devreye girmesidir. Otonom sinir sistemi vücudun hemen her yerine uzandığından korku ve anksiyetenin bedensel belirtileri de her organı akla getirebilir. Örneğin kalbin sık sık ve güçlü biçimde çarpması, sık idrara gitme, göz bebeklerinin büyümesi, terleme bunlar arasındadır. Anksiyete ve korku nedeniyle bedenin herhangi bir yerinde ağrılar dahi hissedilebilir, halsizlik çöker, baş ağrıları ortaya çıkabilir. Ancak aynı anda bu bedensel belirtilere kaygı, olumsuz düşünceler, iç sıkıntısı ve bunalma duygusu gibi ruhsal belirtiler eşlik eder.
İnsanın doğuştan getirdiği korkular var mıdır, varsa bunlar nelerdir ve fobilerin oluşmasında etkileri var mı? Doğuştan gelen korkular vardır.
Gürültü Korkusu: Örneğin yeni doğmuş bir bebek şiddetli bir gürültü ya da beklenmedik, yabancı ve ani uyaranlara korku ile tepki verir. Demek ki böyle bir korku daha hayatın başlangıcında var. Buna karşılık her erişkin kişi de çok şiddetli bir gürültü karşısında mutlaka irkilir, gök gürültüsü gibi orta derecede ve olağan sayılabilecek durumlarda da korkan kişiler vardır.
Yükseklik korkusu: Yine küçük bir çocuk da yükseklikten korkar ve düşme tehlikesi olan yerden uzaklaşmaya çalışır. Bu durumu birçok hayvanda da görebiliriz.
Kendisine öğretilmemiş de olsa yüksek bir yerden düşme tehlikesi ile karşılaştığında kaçınma tepkisi verir. Yine her erişkin insan da, fobik olsa da olmasa da yüksekten düşme tehlikesini algılar.
Yabancı Korkusu: Yine bebekler yabancı yüzlerden, tanımadıkları kişilerden korkabilir ve ağlayarak tepki verebilirler. Bu doğuştan gelmekten çok yabancı ile tanıdık olanı ayırt etmeye başladıktan sonra ortaya çıkan bir durumdur. Çeşitli maskeler, değişik oyuncaklar da bebekte korku yaratabilir.
Bazı oyuncakların hareket ettirilme şekilleri de bebeklerde korku yaratabilir. Örneğin bir yılanın hareketlerine benzer hareketler korku yaşamasında etkili olur. Bu nedenlerle küçük çocuklarda yılan ve hatta örümcek gibi hareket eden hayvanlardan korkma yaygındır. Hareketsiz duran bir hayvan, çocuğu korkutmazken hayvanın hareket etmesi ve hatta çocuğun üzerine doğru gelmesi daha korkutucu bit etki yapar. Demek ki, burada hayvanın kendisi kadar hareketleri de korku kaynağı olabilir.
İşte bu doğuştan gelen yeni, yabancı ve değişik olandan ürkme genel olarak fobik tutumlar için bir başlangıç oluşturur. Birçok fobik insan, gündelik yaşamlarında da fazla değişiklikten hoşlanmaz. Örneğin kolay kolay, oturmakta olduğu evden taşınmaz, ev eşyalarını değiştirirken yeni modellere yönelmez, yeni insanlarla tanışmakta ve yakın olmakta tereddüt gösterir. Giderek bu tür tutumlar tutucu bir karakter dahi oluşturabilir. Ve kişi giderek kendi tutuculuğundan sıkılabilir. Çünkü yaratıcılık ister istemez yeniliğe, değişik olana açık olmayı gerektirir. Yeni uyaranlar tanıdık olmadıkları için korku yaratabileceği gibi eğlenceli de olabilir. Bu nedenlerle daha küçük yaştan itibaren çocuklarda doğuştan gelen fobik tutumları pekiştirmek ve artırmak yerine onları oyun ve sanat etkinlikleri ile yaratıcı yöne doğru itmek gerekir. Bir çocuk için gezdirilme, yeni uyaranlarla karşılaşmasını sağlama, müze ve tiyatro gibi sanat etkinliklerine götürülme, değişik ve akla gelmedik düşünce ve fikirlere açıklık sağlama önemlidir. Aksi halde doğuştan gelen yenilik ve yabancı korkusu kişiyi dar düşünceli, tek bir konuya odaklanan, ilgilendiği konuya geniş ölçekten bakamayan (at gözlüğü takmış gibi) bir duruma getirebilir. Oysa her hangi bir bireyin, insan grubunun, ya da bir toplumun ilerlemesi ve gelişmesi yaratıcılığa açık olması ile olanaklıdır.
Fobi Cesitleri Nelerdir Fobi Forum
Fobi Çeşitleri Nelerdir?, Fobi Forum
Örneğin otobanda hızla yol alırken haklı olarak korkarız: Arabamız arıza yapabilir, yolunu şaşıran bir sürücü üzerimize gelebilir, denizde yüzerken bir girdapla karşılaşabiliriz, beklenmedik bir anda yaşamımız dahi tehlikeye girebilir. Gündelik yaşamdaki korkular sadece bedenimizle ilgili olmayabilir. Varoluşumuza yönelik daha soyut tehditler de algılayabiliriz. Örneğin bir işçi, işini kaybetmekten korkabilir, yönetici yanlış kararlar almaktan korkabilir, işadamı piyasadaki dalgalanmalardan kaygı duyabilir. Ancak bunların hiçbirini fobi olarak adlandırmayız. Öte yandan korkunun eğlenceli bir yanı dahi vardır. Korku filmleri seyretmeyi sevenlerimiz çoktur, lunaparklarda korku tünelleri eğlence için kullanılır, yüksek dağlara tırmananlar, başka tehlikeli sporlarla uğraşanlar hep korku ile yüzleşirler. Hatta bazı insanlar korkuyu özellikle ararlar, zaman zaman korku yaşamak hayatlarına anlam katar, belki de yaşamakta olduklarım onlara gösterir. Bebekler dahi dozunda kalmak şartı ile küçük korku oyunları ile eğlenebilirler. Demek ki, bu özellik yaşamın oldukça erken dönemlerinden beri vardır. Korku boyutunda sınır önemlidir. Korku nereye kadar eğlencelidir, nereye kadar tehdit edicidir? Korku, bireyi tehdit ettiği andan itibaren bir soruna dönüşür ve yoğunluğuna göre bireydeki patolojiyi üretir.
Normal yaşamda sık karşılaşılan korkular nelerdir? Normal yaşamda sık rastlanan korkulardan biri de yeniliklerden korkmadır. Buna "neofobi" de denir. Değişikliklere kapalı bir yetiştirilme tarzı, risk almaktan aşırı derecede kaçınan karakter yapıları buna yatkındır. Toplum içersinde, genellikle yaşlıların değişikliklerden pek hoşlanmadıklarına inanılır, ancak bu her zaman doğru değildir. Yenilik fobisi az düzeyde olsa bile bireyin yaşamını ve gelişimini sınırlar, bireysel yükselişini engeller. Bu açıdan belki de günümüz insanı için en büyük risklerden biridir. Yenilik fobisi, insanda daha çok gereksiz uyum davranışı geliştirir, hatta kişiyi alternatif düşünme stillerinden uzaklaştırır ve belli kalıplar içerisinde yaşamasına yol açar. Bu kişiler düzen ve sistem adına daha kolay ikna edilebilir bir konumdadır. Yenilik fobisi olan insanların büyük bir kısmı daha çok dogma ve önyargılarla yaşar. Onlar için karşı bir düşünce ya da yaşantı tehdit edici bir durumdur. Kendi gibi düşünmeyen insanları rakip ya da düşman olarak algılayabilirler ve onlarla yakınlık kurmamayı tercih ederler. (fobi net)
Fobi Türleri
Bakış korkusu
Normal yaşamda sıkça rastlanılan bir başka korku da insanın, bakışların kendisine yöneldiği endişesini taşımasıdır. Bu durum daha çok genç insanlarda görülür. Biraz da vücudun ve kişisel psikolojinin hızlı geliştiği bir yaş döneminde olunmasının getirdiği bir durumdur. Bu his çoğu kişide eleştirildiği duygusunu yaratabilir. Bir insana dik dik bakmak genellikle olumsuz, rahatsız edici bir his yaratır. Hareketlerdeki doğallığı bozar. Bakışların kendisine yöneldiği endişesi taşıyan insanların büyük çoğunluğu sosyallik sorunu çeken ve biraz da kendilerine düşük özgüveni olan kişilerdir. Diğer insanlara oranla daha izole bir hayata çocukluklarından beri maruz bırakılmışlardır. Bu kişilerin ebeveynleri daha çok onları korumak adına izole bir yaşamı sürdürmeye zorlamışlardır ve bu durum da daha sonraki yıllarda alışkanlık haline gelmiştir. Öte yandan başkalarının kendisini izlediği, kendisine baktığı, yani bir takım seyircilerin bulunduğu duygusu normal sınırlarda olmak kaydı ile yaşamın bir parçasıdır. Bu duygu insanı yalnızlık ve kaybolmuşluk duygusundan arındırır. Hayatlarında görüşlerine çok önem verdikleri insanlar bulunan kişiler de birçok davranışlarını sanki o kişi ya da kişiler izliyormuş gibi düşünerek ayarlarlar.
Ayrılma korkusu ve fobi isimleri
Ayrılma korkusu da çok temel duygularımızdan biridir. Her insanda bir dereceye kadar etkili olur. Bazı insanların ise yaşamını yönetecek kadar belirgin olabilir, onu bağımlı ilişkilere mahkum hale getirebilir. Ayrılmak herkes için rahatsızlık verici bir histir. Bu, kişisel ilişkilerdeki ayrılmalar kadar, kişinin bir kurumdan, bir fikirden, bir coğrafyadan ayrılması sırasında da gündeme gelir. Her ayrılma olayını bir matem dönemi izler. Bazı insanlar için bu matem hiç bitmez, ayrılık gerçekleştiği halde kafalarında o konuyu yıllarca yaşatırlar. Çoğu kişi evinden bir başka semte taşındığında bile birkaç ay uyum problemleri yaşar. Çocuklardaki okul değişimleri ve başka bir semte taşınma durumları çok daha ciddi uyum sorunları yaratabilir. Bu uyum sorunları okul başarısından sosyal boyuta kadar uzanabilir. Yetişkin olduğu halde anne ve babasından aynlamadığı için evlenmeyi tercih etmeyen kişilere ender de olsa rastlanır. Hatta kişi evden ayrılmamak için ailesine gereksiz toleranslar göstererek, onlar olmadan yaşamı götüremediğine inandırmaya çalışır.
Ölüm korkusu ve fobi hastalığı
Yine evrensel olan bir korku da ölüm korkusudur. Ölüm herkesçe soğuk, uzak, tüyler ürperten bir gerçek olarak algılanır. Ancak şu da bir gerçektir ki, ölüme yaklaşan kişiler bunu çevrelerindeki insanlardan daha rahat karşılarlar genellikle. Ama diğerleri için ölüm hep soğuk bir şeydir. Ölüm korkusunu çoğu insan yarı bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaşar. İnsanlar özellikle yaşlandıklarında ya da emekli olduklarında ölümü daha sık düşünürler ve korkmaya başlarlar.Yaşamları adına belirsizlikleri olan ya da net hedefleri olmayan insanlar için ölüm korkusu çok yoğun yaşanmayabilir. Nedense yaşamlarını oturtmuş maddi ve manevi açıdan belirli bir olgunluğa gelmiş kişilerde ölüm korkusu daha sık görülür. Bazı insanlar kendilerinin ölümünden korkup ürkerken bazı insanlarsa sevdiklerinin ölümünden ürkerler. Sevdiklerinin ölümünden korkan insanlar onları abartılı ve rahatsız edici bir şekilde koruma altına alabilir. Bu kişiler çok sevdiği bir yakınını sadece endişe ettiği için gerekli gereksiz doktora götürebilir, yemek düzenleri ve ulaşımı ile rahatsız edici bir şekilde ilgilenebilir. Dolayısıyla bu kişiler sevdikleri için sorun teşkil etmeye başlar hatta yakınları zamanla kendilerinden uzaklaşır.
Hastalık korkusu
Çoğu kişi hastalanmaktan da haklı olarak korkar ama gündelik yaşamımızda hastalıkları kendimize pek yakıştırmayız. Hele ruhsal bozukluklar genellikle hep başkalarında olduğu düşünülen, hiçbir zaman kendi başıma gelmez denilen türden hastalıklardır. Ama bunları görmezden gelmek gerçekleşmelerini önlemez. Hastalık korkusu olan insanlar gereksiz yere doktora gidebilir, gereksiz tahliller yaptırabilir ve bu yüzden sıkıntı yaşayabilirler. Genellikle hep sağlık sorunlarından söz ettiklerinden bu tutumları çevrelerince pek hoş karşılanmaz ye sıkıcı bulunur, ancak toplumumuzda genellikle bu durum pek yüzleştirilmediğinden çoğu zaman yaşam boyu bir alışkanlık biçiminde sürer gider. Doktorlar için de böyle davranan bir kişi ile ilgilenmek oldukça zordur. Doktorun asıl cevap aradığı sorular yerine bu kişilerin, şikayetlerini sürekli düşünme biçimlerine uygun biçimde anlatmakta ısrar etmeleri işbirliğini ve iletişimi güçleştirir. Bu ise tam da korktukları şey olan bir hastalığın fark edilmemesi riskini artırmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü doktorlar yalnızca anlatılanla değil muayene ve laboratuar bulguları ile de karar vermek zorundadırlar. Ancak çoğu doktor bu gibi tutumları tecrübe ile fark ettiğinden etki altında kalmamaya ve nesnel bir değerlendirme yapmaya çalışır. Bir başka güçlük ise hastalık korkusu olan kişilerin bunun altında psikolojik bir sorunun yattığı görüşüne genellikle itiraz etmeleridir. Bu durumda kendisini ilk muayene eden doktorun problemin kökeninin psikolojik olduğunu kişinin anlayacağı bir dille anlatması ve bu yönden ilgilenecek olan meslekdaşına uygun bir dille yönlendirmesi önemlidir. Genellikle bu kişiler kendilerinde bir problem ya da hastalığın olmadığı, muayene bulgularının normal çıktığı gibi bir açıklamayı yeterli bulmazlar. Şu da bir gerçek ki psikolojik sorunlar çoğu zaman bedenin her yeriyle bağlantısı olan otonom sinir sistemini etkilemekte ve ilk bakışta psikolojik olduğu açıklamasını kişinin şaşırtıcı bulacağı derecede bedensel yakınmalara neden olabilmektedir. Burada kişi gerçekten de hissettiği bir yakınmayı dile getirmektedir, yani hissedilenler doğrudur, ancak bu hissedilenlerin psikolojik mekanizmalarla ortaya çıktığını, tetiklendiğini anlamaları önemlidir.
Doğal felaket korkusu
Yine herkesin zihninin bir köşesinde doğal felaketlerden korku yatar. Hele Türkiye'de deprem korkusu neredeyse gündelik yaşamımızın her anına sinmiştir. Buna karşın çoğumuz bu korkuyu bir fobi haline getirmez, gündelik yaşamımıza devam ederiz. Doğaldır ki, korkuları fobi haline getirmemenin tam karşıtı da aşırı derecede inkardır. Bu da tedbiri elden bırakmaya neden olacağından ideal bir tepki sayılamaz.
Örneğin otobanda hızla yol alırken haklı olarak korkarız: Arabamız arıza yapabilir, yolunu şaşıran bir sürücü üzerimize gelebilir, denizde yüzerken bir girdapla karşılaşabiliriz, beklenmedik bir anda yaşamımız dahi tehlikeye girebilir. Gündelik yaşamdaki korkular sadece bedenimizle ilgili olmayabilir. Varoluşumuza yönelik daha soyut tehditler de algılayabiliriz. Örneğin bir işçi, işini kaybetmekten korkabilir, yönetici yanlış kararlar almaktan korkabilir, işadamı piyasadaki dalgalanmalardan kaygı duyabilir. Ancak bunların hiçbirini fobi olarak adlandırmayız. Öte yandan korkunun eğlenceli bir yanı dahi vardır. Korku filmleri seyretmeyi sevenlerimiz çoktur, lunaparklarda korku tünelleri eğlence için kullanılır, yüksek dağlara tırmananlar, başka tehlikeli sporlarla uğraşanlar hep korku ile yüzleşirler. Hatta bazı insanlar korkuyu özellikle ararlar, zaman zaman korku yaşamak hayatlarına anlam katar, belki de yaşamakta olduklarım onlara gösterir. Bebekler dahi dozunda kalmak şartı ile küçük korku oyunları ile eğlenebilirler. Demek ki, bu özellik yaşamın oldukça erken dönemlerinden beri vardır. Korku boyutunda sınır önemlidir. Korku nereye kadar eğlencelidir, nereye kadar tehdit edicidir? Korku, bireyi tehdit ettiği andan itibaren bir soruna dönüşür ve yoğunluğuna göre bireydeki patolojiyi üretir.
Normal yaşamda sık karşılaşılan korkular nelerdir? Normal yaşamda sık rastlanan korkulardan biri de yeniliklerden korkmadır. Buna "neofobi" de denir. Değişikliklere kapalı bir yetiştirilme tarzı, risk almaktan aşırı derecede kaçınan karakter yapıları buna yatkındır. Toplum içersinde, genellikle yaşlıların değişikliklerden pek hoşlanmadıklarına inanılır, ancak bu her zaman doğru değildir. Yenilik fobisi az düzeyde olsa bile bireyin yaşamını ve gelişimini sınırlar, bireysel yükselişini engeller. Bu açıdan belki de günümüz insanı için en büyük risklerden biridir. Yenilik fobisi, insanda daha çok gereksiz uyum davranışı geliştirir, hatta kişiyi alternatif düşünme stillerinden uzaklaştırır ve belli kalıplar içerisinde yaşamasına yol açar. Bu kişiler düzen ve sistem adına daha kolay ikna edilebilir bir konumdadır. Yenilik fobisi olan insanların büyük bir kısmı daha çok dogma ve önyargılarla yaşar. Onlar için karşı bir düşünce ya da yaşantı tehdit edici bir durumdur. Kendi gibi düşünmeyen insanları rakip ya da düşman olarak algılayabilirler ve onlarla yakınlık kurmamayı tercih ederler. (fobi net)
Fobi Türleri
Bakış korkusu
Normal yaşamda sıkça rastlanılan bir başka korku da insanın, bakışların kendisine yöneldiği endişesini taşımasıdır. Bu durum daha çok genç insanlarda görülür. Biraz da vücudun ve kişisel psikolojinin hızlı geliştiği bir yaş döneminde olunmasının getirdiği bir durumdur. Bu his çoğu kişide eleştirildiği duygusunu yaratabilir. Bir insana dik dik bakmak genellikle olumsuz, rahatsız edici bir his yaratır. Hareketlerdeki doğallığı bozar. Bakışların kendisine yöneldiği endişesi taşıyan insanların büyük çoğunluğu sosyallik sorunu çeken ve biraz da kendilerine düşük özgüveni olan kişilerdir. Diğer insanlara oranla daha izole bir hayata çocukluklarından beri maruz bırakılmışlardır. Bu kişilerin ebeveynleri daha çok onları korumak adına izole bir yaşamı sürdürmeye zorlamışlardır ve bu durum da daha sonraki yıllarda alışkanlık haline gelmiştir. Öte yandan başkalarının kendisini izlediği, kendisine baktığı, yani bir takım seyircilerin bulunduğu duygusu normal sınırlarda olmak kaydı ile yaşamın bir parçasıdır. Bu duygu insanı yalnızlık ve kaybolmuşluk duygusundan arındırır. Hayatlarında görüşlerine çok önem verdikleri insanlar bulunan kişiler de birçok davranışlarını sanki o kişi ya da kişiler izliyormuş gibi düşünerek ayarlarlar.
Ayrılma korkusu ve fobi isimleri
Ayrılma korkusu da çok temel duygularımızdan biridir. Her insanda bir dereceye kadar etkili olur. Bazı insanların ise yaşamını yönetecek kadar belirgin olabilir, onu bağımlı ilişkilere mahkum hale getirebilir. Ayrılmak herkes için rahatsızlık verici bir histir. Bu, kişisel ilişkilerdeki ayrılmalar kadar, kişinin bir kurumdan, bir fikirden, bir coğrafyadan ayrılması sırasında da gündeme gelir. Her ayrılma olayını bir matem dönemi izler. Bazı insanlar için bu matem hiç bitmez, ayrılık gerçekleştiği halde kafalarında o konuyu yıllarca yaşatırlar. Çoğu kişi evinden bir başka semte taşındığında bile birkaç ay uyum problemleri yaşar. Çocuklardaki okul değişimleri ve başka bir semte taşınma durumları çok daha ciddi uyum sorunları yaratabilir. Bu uyum sorunları okul başarısından sosyal boyuta kadar uzanabilir. Yetişkin olduğu halde anne ve babasından aynlamadığı için evlenmeyi tercih etmeyen kişilere ender de olsa rastlanır. Hatta kişi evden ayrılmamak için ailesine gereksiz toleranslar göstererek, onlar olmadan yaşamı götüremediğine inandırmaya çalışır.
Ölüm korkusu ve fobi hastalığı
Yine evrensel olan bir korku da ölüm korkusudur. Ölüm herkesçe soğuk, uzak, tüyler ürperten bir gerçek olarak algılanır. Ancak şu da bir gerçektir ki, ölüme yaklaşan kişiler bunu çevrelerindeki insanlardan daha rahat karşılarlar genellikle. Ama diğerleri için ölüm hep soğuk bir şeydir. Ölüm korkusunu çoğu insan yarı bilinçli ya da bilinçsiz olarak yaşar. İnsanlar özellikle yaşlandıklarında ya da emekli olduklarında ölümü daha sık düşünürler ve korkmaya başlarlar.Yaşamları adına belirsizlikleri olan ya da net hedefleri olmayan insanlar için ölüm korkusu çok yoğun yaşanmayabilir. Nedense yaşamlarını oturtmuş maddi ve manevi açıdan belirli bir olgunluğa gelmiş kişilerde ölüm korkusu daha sık görülür. Bazı insanlar kendilerinin ölümünden korkup ürkerken bazı insanlarsa sevdiklerinin ölümünden ürkerler. Sevdiklerinin ölümünden korkan insanlar onları abartılı ve rahatsız edici bir şekilde koruma altına alabilir. Bu kişiler çok sevdiği bir yakınını sadece endişe ettiği için gerekli gereksiz doktora götürebilir, yemek düzenleri ve ulaşımı ile rahatsız edici bir şekilde ilgilenebilir. Dolayısıyla bu kişiler sevdikleri için sorun teşkil etmeye başlar hatta yakınları zamanla kendilerinden uzaklaşır.
Hastalık korkusu
Çoğu kişi hastalanmaktan da haklı olarak korkar ama gündelik yaşamımızda hastalıkları kendimize pek yakıştırmayız. Hele ruhsal bozukluklar genellikle hep başkalarında olduğu düşünülen, hiçbir zaman kendi başıma gelmez denilen türden hastalıklardır. Ama bunları görmezden gelmek gerçekleşmelerini önlemez. Hastalık korkusu olan insanlar gereksiz yere doktora gidebilir, gereksiz tahliller yaptırabilir ve bu yüzden sıkıntı yaşayabilirler. Genellikle hep sağlık sorunlarından söz ettiklerinden bu tutumları çevrelerince pek hoş karşılanmaz ye sıkıcı bulunur, ancak toplumumuzda genellikle bu durum pek yüzleştirilmediğinden çoğu zaman yaşam boyu bir alışkanlık biçiminde sürer gider. Doktorlar için de böyle davranan bir kişi ile ilgilenmek oldukça zordur. Doktorun asıl cevap aradığı sorular yerine bu kişilerin, şikayetlerini sürekli düşünme biçimlerine uygun biçimde anlatmakta ısrar etmeleri işbirliğini ve iletişimi güçleştirir. Bu ise tam da korktukları şey olan bir hastalığın fark edilmemesi riskini artırmaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü doktorlar yalnızca anlatılanla değil muayene ve laboratuar bulguları ile de karar vermek zorundadırlar. Ancak çoğu doktor bu gibi tutumları tecrübe ile fark ettiğinden etki altında kalmamaya ve nesnel bir değerlendirme yapmaya çalışır. Bir başka güçlük ise hastalık korkusu olan kişilerin bunun altında psikolojik bir sorunun yattığı görüşüne genellikle itiraz etmeleridir. Bu durumda kendisini ilk muayene eden doktorun problemin kökeninin psikolojik olduğunu kişinin anlayacağı bir dille anlatması ve bu yönden ilgilenecek olan meslekdaşına uygun bir dille yönlendirmesi önemlidir. Genellikle bu kişiler kendilerinde bir problem ya da hastalığın olmadığı, muayene bulgularının normal çıktığı gibi bir açıklamayı yeterli bulmazlar. Şu da bir gerçek ki psikolojik sorunlar çoğu zaman bedenin her yeriyle bağlantısı olan otonom sinir sistemini etkilemekte ve ilk bakışta psikolojik olduğu açıklamasını kişinin şaşırtıcı bulacağı derecede bedensel yakınmalara neden olabilmektedir. Burada kişi gerçekten de hissettiği bir yakınmayı dile getirmektedir, yani hissedilenler doğrudur, ancak bu hissedilenlerin psikolojik mekanizmalarla ortaya çıktığını, tetiklendiğini anlamaları önemlidir.
Doğal felaket korkusu
Yine herkesin zihninin bir köşesinde doğal felaketlerden korku yatar. Hele Türkiye'de deprem korkusu neredeyse gündelik yaşamımızın her anına sinmiştir. Buna karşın çoğumuz bu korkuyu bir fobi haline getirmez, gündelik yaşamımıza devam ederiz. Doğaldır ki, korkuları fobi haline getirmemenin tam karşıtı da aşırı derecede inkardır. Bu da tedbiri elden bırakmaya neden olacağından ideal bir tepki sayılamaz.
Fobi Nedir – Fobiler Hakkinda
Fobi Nedir? – Fobiler
Fobi kelimesi, Yunancada korku anlamına gelen "phobos" kelimesinden geliyor. Fobi genel olarak normal dışı korkular olarak tanımlanıyor. Günümüzde tanımlanmış yüzden fazla fobi bulunuyor. Karanlıktan korkma ya da bir hayvandan korkma ise neredeyse sıradan korkular olarak biliniyor. Karanlık, uçak, kapalı yer, diş hekimi/doktor ya da kan görme gibi belirli spesifik durumlar üzerine odaklanmış fobiler ise özgül fobiler olarak biliniyor. Fobiler hemen her nesneye ya da duruma karşı gelişebilen tepkilerdir. Fobik bireyler, fobik uyarana ender olarak zorlukla katlanabilse bile genellikle bu uyarandan aşırı derecede kaçınma eğilimi gösterirler. Fobiler kişinin aktüel ve sosyal hayatını veya mesleksel işlevselliğini belirgin bir şekilde aksatır ve kişinin uyumunu bozar. Fobik birey, korkularının anlamsız olduğunu bilse bile bu, uyarana abartılı bir korku hissedip ondan kaçınma tepkisine engel olamaz. (korku fobi)
Fobilerden önce korkular geliyor değil mi? Korku normal yaşamın parçasıdır denilebilir mi?
Evet, korku normal yaşamın bir parçasıdır. Fobisi olmayan insan yok gibidir. Ancak, bazı insanlar için gündelik yaşamlarında baş ettikleri bir konu olduğu için dikkatlerini çekmez. Örneğin böcek fobisi olan bir insan böcek olan bir ortamda yaşamıyorsa onun için bu korku gündemden düşmüştür ama kaybolduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla, fobi de korkunun bir çeşididir. Fobik korku daima bir şeye yöneliktir, yani belirsiz değildir. Yönelik olduğu bu etken bir durum, işlev ya da nesne olabilir. Ancak fobinin öteki korkulardan farkı, onun yönelik olduğu etkenle orantısız derecede aşırı şiddette olmasıdır. Bu durum ancak kişinin toplumsal yaşamı, iş ve insan ilişkilerinde sorunlara, işlev yitimine yol açıyorsa ya da kişinin kendisini haddinden fazla rahatsız ediyorsa bir fobiden söz edebiliriz.
Korkunun faydaları
Bu tanımlamaları biraz açabilir miyiz?
Önce normal yaşamdaki korkulardan başlayalım. Korku insanı normal yaşama uyumlu hale getirir ve gerekli durumlarda önlem almasını sağlar. Hiç korkusuz olsaydık normal yaşama uyum sağlayamaz, tehlikeleri algılamakta yetersiz kalırdık. Tehlikeler bir yana, aslında yaşadığımız her zor durumda az çok korku duyarız. Bu bir yerde insanı yönlendiren bir sinyal gibidir. Tıpkı, trafik ışıkları gibi. Kırmızıyı görünce geçmeyiz, sarı görünce daha dikkatli oluruz. Fobiler ve korkular da bir bakıma sarı ışık, hatta yerine göre kırmızı ışık fonksiyonu görürler. (fobi pdf)
Yani, korku insanı daha uyanık ve savaşmaya hazır yapar öyle mi?
Bu hem duygu ve düşünce, hem de bedenin fizyolojisi bakımından böyledir. O nedenle korkunun azı zorlukları aşmada faydalı, ancak çoğu zararlıdır. Çünkü korku fazla olduğunda pek çok tepkimiz sınırlanır, hedefini şaşırır, koordinasyonunu kaybeder. Bu durum donakalma ya da gereksiz itaat ya da aşırı tepkiler arasında gidip gelen yanlış davranışlara yol açar. Öte yandan, dozunda korku ise bedenin hormon, otonom sinir sistemi aktivitesi ve sinirsel iletken düzeylerini değiştirerek kişiyi daha saldırgan bir tepki verebilmek için hazır hale getirir. Mücadele edilen tehdit unsuru da bu durumu algılayıp tutumunu ona göre ayarlayabilir. Dolayısı ile korku bu gibi durumlarda kişinin tepkilerini ayarlama işlevi görür.
Fobi kelimesi, Yunancada korku anlamına gelen "phobos" kelimesinden geliyor. Fobi genel olarak normal dışı korkular olarak tanımlanıyor. Günümüzde tanımlanmış yüzden fazla fobi bulunuyor. Karanlıktan korkma ya da bir hayvandan korkma ise neredeyse sıradan korkular olarak biliniyor. Karanlık, uçak, kapalı yer, diş hekimi/doktor ya da kan görme gibi belirli spesifik durumlar üzerine odaklanmış fobiler ise özgül fobiler olarak biliniyor. Fobiler hemen her nesneye ya da duruma karşı gelişebilen tepkilerdir. Fobik bireyler, fobik uyarana ender olarak zorlukla katlanabilse bile genellikle bu uyarandan aşırı derecede kaçınma eğilimi gösterirler. Fobiler kişinin aktüel ve sosyal hayatını veya mesleksel işlevselliğini belirgin bir şekilde aksatır ve kişinin uyumunu bozar. Fobik birey, korkularının anlamsız olduğunu bilse bile bu, uyarana abartılı bir korku hissedip ondan kaçınma tepkisine engel olamaz. (korku fobi)
Fobilerden önce korkular geliyor değil mi? Korku normal yaşamın parçasıdır denilebilir mi?
Evet, korku normal yaşamın bir parçasıdır. Fobisi olmayan insan yok gibidir. Ancak, bazı insanlar için gündelik yaşamlarında baş ettikleri bir konu olduğu için dikkatlerini çekmez. Örneğin böcek fobisi olan bir insan böcek olan bir ortamda yaşamıyorsa onun için bu korku gündemden düşmüştür ama kaybolduğu anlamına gelmez. Dolayısıyla, fobi de korkunun bir çeşididir. Fobik korku daima bir şeye yöneliktir, yani belirsiz değildir. Yönelik olduğu bu etken bir durum, işlev ya da nesne olabilir. Ancak fobinin öteki korkulardan farkı, onun yönelik olduğu etkenle orantısız derecede aşırı şiddette olmasıdır. Bu durum ancak kişinin toplumsal yaşamı, iş ve insan ilişkilerinde sorunlara, işlev yitimine yol açıyorsa ya da kişinin kendisini haddinden fazla rahatsız ediyorsa bir fobiden söz edebiliriz.
Korkunun faydaları
Bu tanımlamaları biraz açabilir miyiz?
Önce normal yaşamdaki korkulardan başlayalım. Korku insanı normal yaşama uyumlu hale getirir ve gerekli durumlarda önlem almasını sağlar. Hiç korkusuz olsaydık normal yaşama uyum sağlayamaz, tehlikeleri algılamakta yetersiz kalırdık. Tehlikeler bir yana, aslında yaşadığımız her zor durumda az çok korku duyarız. Bu bir yerde insanı yönlendiren bir sinyal gibidir. Tıpkı, trafik ışıkları gibi. Kırmızıyı görünce geçmeyiz, sarı görünce daha dikkatli oluruz. Fobiler ve korkular da bir bakıma sarı ışık, hatta yerine göre kırmızı ışık fonksiyonu görürler. (fobi pdf)
Yani, korku insanı daha uyanık ve savaşmaya hazır yapar öyle mi?
Bu hem duygu ve düşünce, hem de bedenin fizyolojisi bakımından böyledir. O nedenle korkunun azı zorlukları aşmada faydalı, ancak çoğu zararlıdır. Çünkü korku fazla olduğunda pek çok tepkimiz sınırlanır, hedefini şaşırır, koordinasyonunu kaybeder. Bu durum donakalma ya da gereksiz itaat ya da aşırı tepkiler arasında gidip gelen yanlış davranışlara yol açar. Öte yandan, dozunda korku ise bedenin hormon, otonom sinir sistemi aktivitesi ve sinirsel iletken düzeylerini değiştirerek kişiyi daha saldırgan bir tepki verebilmek için hazır hale getirir. Mücadele edilen tehdit unsuru da bu durumu algılayıp tutumunu ona göre ayarlayabilir. Dolayısı ile korku bu gibi durumlarda kişinin tepkilerini ayarlama işlevi görür.
Fobi Nedir Fobiler Anasayfa
Fobi Nedir?
Fobi Çeşitleri Nelerdir?
Korku ve Anksiyete
Korku Nedir, Korku Çeşitleri
Kontrfobik Davranış
Fobi Türleri
Fobi Nedenleri
Cinsiyetlere Göre Fobi Türleri
Sosyal Fobi
Basit Özgül Fobi
Kan görme ve Enjeksiyon Fobisi
Hastalık Fobisi
Fobilerin Etkileri
Ergenlik Çağında Fobi
Deprem Fobisi
Homofobi
Fobik Kişilerin Özellikleri
Neofobi
Fobi Tedavisi
Fobi ve EMDR Tekniği Tedavisi
Fobi ve Terapi Tedavisi
Fobiler ve Grup Tedavisi
Fobi İlaçları
Çocuklarda Fobi Tedavisi
Fobi Çeşitleri Nelerdir?
Korku ve Anksiyete
Korku Nedir, Korku Çeşitleri
Kontrfobik Davranış
Fobi Türleri
Fobi Nedenleri
Cinsiyetlere Göre Fobi Türleri
Sosyal Fobi
Basit Özgül Fobi
Kan görme ve Enjeksiyon Fobisi
Hastalık Fobisi
Fobilerin Etkileri
Ergenlik Çağında Fobi
Deprem Fobisi
Homofobi
Fobik Kişilerin Özellikleri
Neofobi
Fobi Tedavisi
Fobi ve EMDR Tekniği Tedavisi
Fobi ve Terapi Tedavisi
Fobiler ve Grup Tedavisi
Fobi İlaçları
Çocuklarda Fobi Tedavisi