Pozitron Emisyon Tomografisi Nedir

Pozitron Emisyon Tomografisi PET Nedir
Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) Nükleer Tıp görüntüleme yöntemlerinin içinde en gelişmiş olanıdır. Metabolik görüntülemede altın standarttır, [18F]-fluoro-2-deoxy-D-glucose (FDG) kullanılır. FDG yüksek tümör-zemin aktivite oranı sayesinde bir çok malign lezyonda istenilen sensitivite ve spesifisite değerlerini sağlamaktadır.141 Glukoz metabolizmasında anlamlı heterojenite bulunabilmesine rağmen genel olarak sarkomlar yüksek FDG affinitesine sahiptir.143 En önemli özelliği ve diğer görüntüleme yöntemlerinden temel farkı yapısal (anatomik) detaydan daha çok fonksyonel ve metabolik aktiviteyi göstermeye yönelik olmasıdır. Yapısal değişikliklerin oluşmadığı erken dönemdeki foksyonel ve metabolik değişiklikleri saptayabildiği için erken tanı potansiyeli taşır. Bir çok çalışma PET’in yüksek sensitivitesi ve tüm vücut tarama yapabilme kapasitesi sayesinde reküren hastalığı erken dönemde saptayabildiğini göstermektedir.128,141 FDG-PET çalışmaları, tümör metabolizmasındaki değişiklikleri erken dönemde belirleyerek tümörün kemoterapi ve radyoterapiye verdiği yanıtı gösterebilmektedir. PET endikasyonları:
1)        Şüpheli kitlelerin araştırılması
2)        Lezyonların benign malign ayrımının yapılması
3)        Biyopsi yerinin belirlenmesi
4)        Malignensili hastalarda evreleme ve prognoz tayini
5)        Tedaviye cevabın değerlendirilmesi
6)        Tedavi almış hastalarda tedavi sonrası rezidü neoplastik doku ile skar dokusu ayrıcı tanısının yapılması
7)        Radyoterapinin planlanması

Yumusak Dokunun Tanimi

Yumuşak Dokunun Tanımı
Yumuşak doku; retiküloendotelial sistem, glia ve çeşitli parankimal organların destek dokuları dışında kalan, vücudun epitelyal olmayan “iskelet-dışı” dokuları olarak tanımlanabilir. Embriyolojik olarak başlıca mezodermden ve kısmen de nöroektodermden gelişir.9 Primitif mezodermden gelişen ligamanlar, tendonlar, kaslar ve yağ dokusu; ayrıca primitif ektodermden gelişen Schwann hücreleri ile damarların endotelyal katmanı ve mezotelyum bu grup tümörlerin kaynağıdır.
Epidemiyoloji
Yumuşak doku sarkomları (YDS) mezenkimal orjinli tümörlerdir, biyolojik ve klinik açıdan heterojen bir tümör grubunu oluşturular. Genelde benign yumuşak doku
tümörlerinin malign değişimi veya farklılaşması sonucu görülmezler ve histolojik alt türlerinin çeşitliliğine rağmen, pek çok ortak klinik ve patolojik özellikler taşır.
Yumuşak doku tümörlerinde benign malign oranı 100:1’dir. Olguların yaklaşık yarısı 60 yaş ve üzerinde gözlenir. 40 yaş altında görülme sıklıkları yaklaşık %20’dir. Ortalama görülme yaşı 50’dir. Sıklık açısından cinsiyet arasında anlamlı bir fark yoktur (Erkek/Kadın=1.2/1).
İnsan vücüt ağırlığının 2/3’ünü kas-iskelet sistemi oluşturmasına rağmen bu tümörler diğer tümörlerden çok daha nadir görülmektedir.8 2007 yılında Birleşik Devletlerde yaklaşık 9220 yeni vakanın teşhis edileceği ve YDS’dan 3560 kişinin hayatını kaybedeceği tahmin edilmektedir, bunlar tüm vakaların %0.64’ne ve tüm kanserden ölümlerin %0.7’sine (bu oran 1991’de %1,28; 2003’te %1.14’tür) denk gelmektedir.
YDS pediatrik yaş grubunda, lösemi (%29.6), beyin tümörleri (%23.6) ve lenfomaların (%10.6) ardından dördüncü (%7.4) sırada görülür. Bu yaş grubunda görülen YDS’lerin %62’sini rabdomiyosarkom oluşturur.
Türkiye’de YDS görülme insidansı ile ilgili çok merkezli sağlıklı veriler mevcut değildir. Yapılan dar kapsamlı çalışmalarda diğer maligniteler arasında %2.8’lik bir oran teşkil ettiğini göstermektedir.
Vücudun her yerinde gelişebilir; genelde ekstremitelerde (%55-60; alt ekstremitede [%35-45], üst ekstremitede [%15]), gövdede (%15-20), intraabdominal bölge ve pelvis veya retroperitoneumda (%15) ve baş ve boyunda (%8-10) oluşabilirler.
Günümüzde YDS ‘lerin 50’den fazla histolojik türü tanımlanmıştır. Ekstremitelerde sık görülen histolojik alt tipleri çeşitli serilerde farklılıklar göstermekle birlikte; malign fibröz histiyositom (MFH) , liposarkom, sinoviyal sarkom, malign periferal sinir kılıfı tümörü (MPSKT), rabdomyosarkom (RMS), leiomyosarkom ve diğerleri şeklinde sıralanmaktadır.
RMS çocukluk çağının, sinovyal sarkom ve fibrosarkom genç erişkin, liposarkom ve MFH daha ileri yaş grubunun hastalığıdır.
Tümörlerin büyüklükleri değerlendirildiğinde; %21.1’i 5 cm’in altında, %33.5’i 5-10 cm ve %42.4’de 10 cm’nin üzerinde; ortalama tümör çapı da 8 cm bulunmuştur.

Sarkoma Nedir

Sarkoma Nedir, Sarkoma’nın Tarihçe
Sarkoma destek dokusunun tümörü anlamındadır ve Yunanca “sarkos” kökünden türetilmiştir.
Yumuşak doku tümörlerine ait ilk referansı Ebers papirusları2 (MÖ1500) vermiştir. Bunlara “yağlı tümör” terimini kullanmış ve bıçakla tedavi edilebileceğini belirtmiştir. Ancak “eğer ekstremitenin herhangi bir yerinde büyük tümör varsa … buna karşı hiçbir şey yapmayın” demiştir. Galen (MS 131-200) sarkomu, ham et görünümünde olan ve “etli şişlik” anlamına gelen “sarkos” olarak tanımlamıştır. Yüzyıllarca Celsus ve Galen gibi hekimler sarkomlarıda içeren tümörlerde cerrahi eksizyondan kaçınılmasını tavsiye etmişlerdir. İlk olarak Fransız cerrah Guy de Chauliac(1300-1368) erken dönem kanserler, küçük ve yüzeysel olduğunda geniş eksizyonu önermiştir. Yinede 1700’lü yıllara kadar tümörlere dokunulmamaya devam edilmiştir. 1800’lü yılların başlarında, sarkomları içeren kanserlerin ameliyatla tedavi edilmesi kabul edilmiştir. Bu dönemde ünlü İngiliz cerrah John Hunter (1728-1793) sarkomları içeren kanserlerin çevre dokularla eksize edilmesini önerdi. 1803’de İngiliz cerrah Hey (1736-1819) ekstremitelerde mantar gibi büyüyen tümörler için “fungus haematodes” temrini ortaya attı. Edinburgh’lu cerrah Wardrop(1782-1869) ise fungus haematodes’i “yumuşak kanser” olarak tanımladı. John Hunter’ın öğrencisi olan cerrah Abernethy (1764-1931) tümörlerin anatomik yapısına göre adlandırılması gerektiğini söyledi ve ilk sarkom sınıflandırmasını önerdi.
Abernethy’in (1809) sarkom sınıflandırılması
Vasküler sarkom
Yağ dokusu sarkomu
Kistik sarkom
Tüberküler sarkom
Medüller sarkom
“Mammary” sarkom
Pankreatik sarkom
Karsinomatöz sarkom
Charles Bell (1774-1842) yumuşak kanserleri karsinomlardan ayran karakterstik özellikleri açıkladı. 1845de Lebert (1813-1878) ilk defa yumuşak doku sarkomlarının mikroskobik görünümlerini gösteren atlas yayımladı.
Samuel Gross 1879 yılında sarkomların cerrahi tedavileri ile ilgili yazdığı ilk makalede, cerrahi mortalite oranının yüzde ellinin üzerinde olmasına rağmen, amputasyonun en uygun tedavi olduğunu belirtmişti. Gross’a göre lokal rezeksiyon yetersiz yapılırsa nüks, metastaz ve ölüm kaçınılmazdır, bu nedenle tedavi için yegane şans amputasyondur.
19. yüzyıl sonlarına doğru sarkomların immatür bağ dokusu elemanlarından oluştuğunu ve “fungus haematodes”, medüller sarkom, serebriform kanser ve yumuşak kanserlerle aynı anlama geldiği kabul edildi. 1860’larda sarkomlar hakkındaki bilgiler yayınlanan vaka sunumlarıya artmaya başladı. Bu dönemde siynovial sarkom, fibrosarkom, paratestikular rabdomiyosarkom, leiomyosarkom, iskelet dışı osteosarkom ve kondrosarkom rapor edilmiştir. Angiosarkom terimi ortaya konuldu ve Macar dermatolojist Kaposi (1837-1902) kütanöz hastalığın (“Idiopathisches multiples pigment-sarkom”, “Kaposi sarkomu” ) ilk vakasını yayınladı. 1874’te ilk olarak yumuşak doku sarkomunun kan damarlarını içinde yayılması (embolizmi) rapor edildi. Sarkomların biriken bilgileri ışığında ve özel histolojik maddeler kullanarak Almanya’dan Borst (1869-1946) ilk ve son olarak sarkomların malign mezodermal (mezenkimal) tümörler olduğunu gösterdi, hemanjiyoendoteliyoma, lenfanjiyoendoteliyoma ve periteliomayı (hemanjioperisitoma) ilk defa açıkladı.3
Sarkomlarla ilgili gelişmeler olurken amputasyon ağırlıklı tedavi 1940’lara kadar devam etti. O yıllarda tümörlerin histolojik özellikleri üzerinde yapılan çalışmalar, hangi tümörün nasıl davranacağı hakkında bilgiler vermeye başlayınca, lokal rezeksiyonlar tekrar gündeme geldi.
James Ewing (1866-1943) histogenez ve mikroskobik görünümü kullanarak sarkomları sınıflandırdı, Borst’un sınıflandırmasını kabul etti ve ona “nörojenik sarkomu” ekledi. 1940-1970 yılları arasında radyoterapi ile desteklenen ekstremite kurtarıcı cerrahiye eğilim artmaya başladı.7 Bu dönemde malign histiyositom hakkında ki ilk makale Arjantinde yayınlandı. Aynı dönemlerde alveoler rabdomiyosarkom, dermatofibrosarkom ve epiteloid sarkom ilk defa tanımlandı.