Psikotik belirti, bulgu ve bozukluk ile ilgili
genel bilgiler
Psikotik belirti ve bulgular psikotik bozukluklarda,
duygudurum bozukluklarında, madde kullanımında ve bazı tıbbi durumlarda
görülebilen düşünce, algı, duygulanım ve davranışlarda bulunan sapmalar ile
karakterizedir. Psikotik belirti ve bulguların görüldüğü tüm akıl sağlığı
sorunları bir arada değerlendirildiğinde psikotik bozuklukların yaşamboyu
yaygınlığı %4’e kadar ulaşmaktadır. Örneğin Finlandiya çalışmasında affektif
olmayan psikoz yaygınlığı % 2.29, affektif psikoz yaygınlığı % 0.62, maddeye
bağlı psikotik bozukluk yaygınlığı % 0.43, genel tıbbi duruma bağlı psikotik
bozukluk yaygınlığı % 0.22 olarak bildirilmektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’nün sınıflandırmasında yer alan
psikotik bozukluklar kategorisinde; şizofreni, şizoaffektif bozukluk, şizotipal
bozukluk, persistan delüzyonel bozukluk, başka etkenlerle ortaya çıkan
delüzyon, akut ve geçici psikotik bozukluk ile diğer ve tanımlanmamış organik
olmayan psikotik bozukluk bulunmaktadır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin
sınıflandırma sisteminde bulunan psikotik bozukluklar kategorisinde ise
şizofreni, şizoaffektif bozukluk, şizofreniform bozukluk, sanrısal bozukluk ve
kısa psikotik bozukluk yer almaktadır.
Psikotik belirti ve bulguların görüldüğü en ağır
psikotik bozukluk olarak tanımlanan şizofrenide görülen çekirdek psikotik
belirtiler; sanrılar, varsanılar, dezorganize konuşma ve davranışın oluşturduğu
pozitif psikotik belirtiler ile düz duygulanım, sosyal içe çekilme, düşünce
içeriğinde fakirleşmenin oluşturduğu negatif psikotik belirtiler olarak ikiye
ayrılmaktadır. Şizofrenide görülen çekirdek psikotik belirtiler tedavi ile
büyük oranda kontrol altına alınsa bile, bilişsel yıkım ve bu belirtilerin
neden olduğu işlevsellik kaybı tamamen durdurulamamaktadır.
Tedavi zorlukları, şizofreninin de içinde bulunduğu
psikotik bozuklukları, hastalara yüksek bedeller ödeten hastalıklar içine
taşımakta ve bu bedelin sadece hasta ile sınırlı kalmadığı, sağlık
hizmetlerine, kamuya, ailelere yani dolaylı olarak tüm topluma uzandığı
görülmektedir. Şizofreninin herhangi bir sağlık sorunundan çok daha fazla
hastane yatağı kullanımı gerektirdiği ve günümüz ulusal sağlık hizmetleri
harcaması toplamının % 1.4 ile % 2.8’ine mal olduğu öne sürülmektedir.
Psikoz
benzeri yaşantılar ile ilgili genel bilgiler
Çalışmacılar psikotik bozuklukların zamana ve mekâna
bağlı olarak genel toplumun öngörülenden daha fazla kesimini etkilediğine;
psikoz benzeri düşünce, algı, biliş ve ilişkilenme biçiminin ise genel nüfus
içinde çok daha yaygın görüldüğüne işaret etmektedir. Günümüzde psikozun ‘var
ya da yok’ şeklindeki kategorik bir olgudan ziyade, belirti şiddetinin
farklılık gösterdiği bir süreklilik içinde dağılım gösterdiğine dair görüş
ağırlık kazanmaktadır. Sürekliliğin bir ucunda hiç bir psikoz benzeri yaşantısı
olmayan bireyler bulunurken, diğer ucunda ise psikotik bozukluk hastaları
bulunmaktadır. İki ucun arasında ise belirtileri farklı şiddetlerde
yaşantılayan; farklı klinik tanılar alan ya da almayan kişiler yer almaktadır.
Başta bilişsel ve algısal olmak üzere birçok açıdan
psikoza benzeyen, sağlıklı bireylerden oluşan örneklem gruplarında da
ölçülebilen bu yaşantılar; farklı yayınlarda eşikaltı psikotik yaşantı, psikoz
yatkınlığı, psikoz benzeri yaşantı ya da şizotipi gibi isimlerle
tanımlanmaktadır. Bu yaşantıların yaşamboyu yaygınlığının % 5.3 ve sıklığının
da % 3.1 olduğu bildirilmiştir. Psikoz benzeri yaşantıların yaygınlık ve sıklık
oranları arasında bulunan farklılık eşikaltı psikotik yaşantıların çoğunun geçici
olduğuna ve zamanla kaybolduğuna işaret etmektedir.
Çalışmacılara göre psikoz benzeri yaşantılar, 20-25
yaş arasında tepe noktasına ulaşmakta ve daha sonra yarı oranında ortadan
kalkmaktadır. Biyolojik yatkınlıkla ilişkilendirilen ve nörogelişimsel mekanizmalarla
ortaya çıkan psikoz benzeri geçici olabilen böyle durumlar diğerlerinden farklı
olarak, maruz kalınan ek çevresel risk faktörlerinin derecesine göre sıklıkla
kalıcı hale gelmekte ve biyolojik yatkınlığı olan kişilerde psikotik belirtinin
ortaya çıkması kolaylaşmaktadır. Psikoz benzeri bir yaşantı ile psikotik bir
belirti arasındaki ayrım, psikiyatrik öyküde bulunan zorlanma, işlevsellikte
bozulma, tedavi gerekliliği ya da tedavi arayışı ile yapılmaktadır. Biyolojik
ve çevresel birçok faktörün etkileşimi sonucunda oluşan, geçici eşikaltı
psikotik yaşantılar kalıcılaşıp, kliniğe yansıyan psikotik belirtilere;
psikotik belirtiler de tanı eşiğini aşıp psikotik bozukluklara neden
olabilmektedir.
Geçici olan psikoz benzeri durumun kalıcılaşmasında
biyolojik yatkınlığın şiddeti kadar etnik azınlık grubunda olma, ayrımcılığa
maruz kalma, kentsel bir yerleşim biriminde büyüme, madde kullanımı gibi bazı
çevresel etkenlerin ve affektif bozulmanın eşlik etmesinin de belirleyici
olduğu bildirilmiştir (16,17). Afektif bozulma eşlik etmediğinde psikoz benzeri
yaşantıların gidişatının genellikle iyileşme yönünde olduğu; bu nedenle psikoz
benzeri yaşantıların, psikotik bozukluk, depresyon, anksiyete bozukluğu, alkol
madde kullanım bozuklukları gibi psikiyatrik hastalıkların yaygınlığı ile de
ilişkili olduğu düşünülmektedir.
Psikoz
sürekliliği kavramı
Psikiyatrik hastalıkların tanı ve sınıflandırma
kriterlerinin temellerini atan Emil Kraepelin, psikotik olan ve olmayan
bozukluklar arasında net bir ayrım yapmaya çalışmıştır (19). Eugen Bleuler ise
psikozun toplumda değişen derecelerde var olduğunu düşünmüş (20), akıllılık ile
delilik arasına Kraepelin gibi net bir çizgi çizmekten kaçınmıştır. ‘Hastalık’
durumu için klinik belirtiler kategorik olarak kullanıldığında, sadece tanı
eşiğinin üzerinde olanlar ‘hasta’ olarak değerlendirilmektedir. Hastalık
fenotipini kategorik tanımlamanın getirdiği dezavantajları aşıp, risk yaratan
ya da riskten koruyan biyolojik ve çevresel birçok faktör ile hastalık
ilişkisini belirlemeyi kolaylaştırmak için eşik altı hastalık tanımına olan
ihtiyaç artmıştır.