Tiroid Ameliyati ve Ameliyat Sonrasi

Tiroid Ameliyatı, Tiroid Ameliyat Sonrası

Hangi hastalara tiroit ameliyatı yapılır?

Tiroit ameliyatı tiroit bezinin çok büyük olduğu yani büyük bir guatrın olduğu ve guatrın etraftaki dokulara baskı yaptığı durumlar ile büyük bir nodülü olan veya nodülde kanser veya kanser şüphesi olan hastalarda ve dalan guatr denen tiroit be­zinin göğüs kafesine girmesi durumlarında yapılır. Graves hastalığı denen tiroit be­zinin çok çalıştığı hastalarda da bez büyükse tiroit ameliyatı yapılabilir.
İçerisinde nodül olmayan düz ve küçük bir guatrda veya küçük bir nodülde (iyi huylu olan) ve bezi çok büyük olmayan Graves hastalarında ameliyat yapılmaz. Bu konuda karar almak ve muayene olmak için ilkönce bir endokrinoloji uzmanına başvurunuz. Endokrinoloji uzmanı sizi bu konuda yönlendirecek ve tedavinize ka­rar verecektir.

Ameliyatta Tirot Bezinin Ne kadarı Alınır?


Ameliyatın tipi ve bezden ne kadar parça alınacağı hastalığın durumuna, hasta­nın yaşına, nodulun tipine ve kanser olup olmadığına bağlı olarak değişir.
Tiroit kanseri, çok nodüllü guatr veya Graves hastalarında tiroit bezinin tama­mına yakını ameliyatla alınır.

Tek nodül varsa nodulun olduğu taraftaki lob tamamen alınır ve ilaveten öbür lobdan bir kısım parça daha alınır. Yani bezin hepsi alınmaz.

Ameliyat sırasında tiroit bezinden alınan parça patologa gönderilir. Bu incele­mede eğer kanser varsa veya kanser şüphesi ortaya çıkarsa operatör doktor bezin ta­mamını ameliyatla alır. Ancak bazen nodulun frozen ile kanser olmadığı saptansa bile ameliyat sonrası bezin başka bir yerinde ufak bir kanser teşhisi konabilir. Bu durumda yapılacak ikinci bir ameliyatla geri kalan tiroit parçasının da alınması ge­rekir.

Ameliyat öncesi nasıl bir hazırlık yapılır?

Nodulunuz varsa ameliyat öncesi mutlaka biyopsi yapılır.
Ameliyat öncesi tam bir muayeneden geçersiniz. Bu amaçla önce endokrinoloji uzmanına başvurmanız ve muayene olmanız gerekir. Tansiyon, kalp hastalığı ve diğer hastalıkların olup olmadığına ve varsa bunların ameliyata engel teşkil edip et­meyeceğine bakılır. Tiroit hormonları ölçülür ve diğer kan tetkiklerine (şeker, üre ve karaciğer testleri ile kan sayımı, kanama zamanı gibi) bakılır. Özellikle tiroit hor­monlarının ameliyat öncesi normal olması gerekir.

Tiroit ameliyatı olacak hastaların ses telleri ameliyat öncesi muayene edilir.
Anestezi doktoru sizi ameliyattan önce muayene eder, dosyanızı ve tetkiklerini­zi inceler ve kullandığınız ilaçları sorar. Kullandığınız ilaçları ve allerjiniz varsa mutlaka doktorunuza söyleyiniz. Özellikle kanı sulandıran aspirin, klopidogrel ve Coumadin gibi ilaçlar alıyorsanız bunlar ameliyatta kanamayı artıracağından tehli­keli olabilir. Bitki (herbal) ilaçlar kullanıyorsanız ameliyattan bir hafta önce bu ilaç­ları kesiniz ve bunları kullandığınızı doktorunuza söyleyiniz.

Şeker hastalığınız varsa açlık kan şekerinin ameliyat öncesi 200 mg/dl'nin altı­na inmesi uygun olduğundan endokrinoloji uzmanına başvurarak şeker hastalığını­zı tedavi ettiriniz ve ameliyat için doktorunuzun önerilerini alınız.

Kalp hastalığınız varsa kalp doktoruna (kardiyolog) muayene olarak ameliyat için önerilerini alınız.

Ameliyat Edecek Cerrahı Nasıl Seçmeli?
Sizi ameliyat edecek doktorun (cerrahın) sık sık tiroit ameliyatı sık yapan, yani bu konuda ustalaşmış bir doktor olmasına dikkat etmek faydalıdır. Sık tiroit ameli­yatı yapan (yılda en az 50) bir cerrahın komplikasyon sayısı da az olur. Bu konuda endokrinoloji uzmanının görüşünü alınız.

Tiroit ameliyatı ne kadar sürer?

Ameliyat, genel anestezi ile yapılır ve genellikle 2-2.5 saat sürer. Boynunuzda kolye şeklinde bir kesi yapılarak tiroit bezinin bir kısmı veya tamamı alınır. Ameli­yat salonundan çıktıktan sonra 1-2 saat uyanma odasında kalırsınız

Ameliyat için hastanede ne kadar süre kalınır?
Ameliyatın tipine göre değişmekle birlikte genellikle 1-2 gün kalınır. Ameliyattan sonra ne zaman işe başlarım?

İki-üç hafta içinde iyileşir ve normal yaşantınıza devam edersiniz.

Tiroid Ameliyatı Sonrası ne gibi şikayetler olabilir?

Ameliyat salonundan çıktıktan sonra anestezimin etkisine bağlı olarak hafif yorgunluk olabilir. Ameliyathaneden geldikten sonra yataktan kendiniz kalkmaya çalışmayın. Boynunuzda ameliyattaki kesiye bağlı olarak ağrı olabilir. Bunun için ağrı kesici ilaç doktorunuz tarafından size verilebilir.
Bazen boğazda anestezi tüpünün etkisine bağlı olarak ağrı ve farenjit olabilir. Buz ve gargaralar bu ağrı için faydalı olur.

Ameliyat bölgesinde ani bir şişlik olursa kanama oluyor demektir; hemen dok­torunuza haber verin.

El ve yüzde karıncalanma, uyuşma ve kasılma olursa doktorunuza söyleyiniz. Tiroit ameliyatı sonrası ellerde ve bacaklarda uyuşma, karıncalanma ve kasılma ol­ması kanda kalsiyumun düştüğü anlamına gelir. Kan kalsiyumunda düşme varsa si­ze doktorunuz tarafından kalsiyum hapı verilir.

Ameliyat günü ve ertesi günü durumunuza ve doktorunuzun kararma göre sulu gıdalar yenmeye başlanabilir. Bu arada pansumanınız değiştirilir. Ameliyat eden doktor sizi 1-3 hafta sonra kontrole çağırabilir. Ameliyat yeri birkaç haftada iyile­şir. Ameliyatla tiroit bezinizin hepsi alınmışsa tiroit hormon ilaçları başlanabilir. Ti­roit kanseri varsa daha sonra radyoaktif iyot tedavisi olacağınızdan bu ilaçlara baş­lanmayabilir.

Ameliyat yerinde renk değişikliği olmaması için güneş ışığından boynunuzu koruyun.

Ameliyat sonrası bazı hastalarda oluşan ses kısıklığı zamanla düzelir. Çok nadi­ren ses tellerinde oluşan hasar kalıcı olabilir

İşinize 7-10 gün sonra başlayabilirsiniz.
Ameliyattan sonra ağır spor yapmayınız ve ameliyat yerinin kuru olmasına dik­kat ediniz.

Ameliyat keşi yerinde şişme veya kanama olursa hemen sizi ameliyat eden dok­torunuza başvurunuz.

Tiroit ameliyatının yan etkileri (komplikasyonları) nelerdir?
Tiroit bezi boyundaki çok önemli damar ve sinirlerle komşuluk içindedir. Sinir­lerin ameliyat sırasında kesilmesi ses kısıklığı yapabilir. Paratiroit bezi denen ve kan kalsiyumunu ayarlayan bezlerin ameliyat sırasında hasar görmesi veya kanlan­masının daha sonra azalması nedeniyle kan kalsiyum düşüklüğü gelişebilir. Ameli­yat ile ilgili yan etkiler (komplikasyonlar) aşağıda verilmiştir. Bu komplikasyonlar çok nadir görülür. Bu nedenle korkmayınız. Önemli olan iyi ameliyat yapan bir cer­rah bulmanızdır.

Ameliyat yerinde kanama: Çok nadiren olabilir.

Ses kısıklığı:, Birkaç gün sürebilir sonra düzelir. Bazen ses kısıklığı birkaç ay sürer ve sonra düzelir. Birkaç aydan sonra düzelmez ise ses tellerinin sinirinde ha­sar olmuş demektir ve düzelmesi çok nadiren görülür.

Kalsiyumda düşme: Ameliyat sonrası en iyi merkezlerde bile hastalann %1-2'sinde görülür. Ameliyatta tiroit bezinin arkasında bulunan ve kan kalsiyumunu ayarlayan paratiroit bezlerinde hasar olmuş olabilir veya bu bezlerin kanlanması ameliyat nedeniyle bozulduğundan paratiroit hormonu az salgılanabilir. Ameliyat sonrası el ve ayaklarda uyuşma, karıncalanma ve kasılma gibi şikayetleriniz varsa kan kalsiyumu düşük demektir. Bu durumda endokrinoloji uzmanının kontrolünde kalsiyum almak gerekir. Kalsiyum düşüklüğü bazen geçici olur ve 6 ay içinde dü­zelir. 6 ay içinde kalsiyum düşüklüğü düzelmezse ömür boyu devam eder. Bu tür hastaların ömür boyu kalsiyum ve D vitamini almaları gerekir.

Tiroit hormon yetersizliği (hipotiroidi): Tiroit bezinden alınan parçanın mik­tarına göre tiroit hormon yetmezliği gelişir. Bezin yansı alınan hastalarda da tiroit hormon ilacı almak gerekebilir. Bezin tamamı alınanlarda ömür boyu tiroit hormon ilacı kullanmak gerekir.

Ameliyattan sonra kontrol için hangi doktora gitmeli?

Ameliyattan sonra sizi takip edecek olan doktor endokrinoloji ve metabolizma uzmanıdır. Ameliyatınızın tipine, patoloji sonucuna göre ve kandaki hormon ve kal­siyum durumunuza göre endokrinoloji uzmanı tedavinizi ve ilaçlarınızı ayarlar. Ameliyattan sonra endokrinoloji uzmanına giderken ameliyat raporu, epikriz, ame­liyat patoloji raporu ve diğer tetkiklerinizi mutlaka yanınızda bulundurun.
Tiroit kanseri nedeniyle ameliyat olmuşsanız veya ameliyatta kanser çıkmışsa, radyoaktif iyot tedavisi ve vücut taraması için doktorunuz sizi nükleer tıp uzmanı­na gönderebilir. Buradan alınan randevuya göre ilaçlarınız ayarlanır.

Kan kalsiyumunuz düşükse kalsiyum hapı endokrinoloji uzmanının kontrolü ve önerisi doğrultusunda hiç kesilmeden ömür boyu alınır. Kalsiyum düşüklüğünün geçici olup olmadığını anlamak için ameliyattan birkaç ay sonra doktor kontrolü al­tında kalsiyum ilaç dozu biraz azaltılıp kan kalsiyumuna bakılır. Eğer ilaç kesilince kan kalsiyumu düşüyorsa kalıcı bir kalsiyum düşüklüğü var demektir ve ömür bo­yu kalsiyum almak zorunda olduğunuzu bilmeniz gerekir.

Ameliyatta kanser çıkmamış, yani patoloji sonucu iyi huylu ise bu durumda kul­lanacağınız ilaç ve kontrolleriniz endokrinoloji uzmanı tarafından ayarlanır.

Ameliyat sonrası hormonlarınız ve kalsiyumunuz normal olsa bile belirli aralık­larla endokrinoloji uzmanına kontrole gidiniz ve hormon ve kalsiyum tetkiklerinizi yaptırınız. Bazı hastalarda ameliyattan bir süre sonra hormon eksikliği ve kalsiyum düşüklüğü gelişebildiği gibi özellikle nodul ameliyatı olanlarda geride tiroit bezi bı­rakılmışsa, bu tiroit bezi parçasında tekrar nodul gelişebilmektedir. Bu nedenle en­dokrinoloji uzmanına kontrole gitmeyi ihmal etmeyiniz.

Graves Hastaligi Tedavisi Tedavi

Graves Hastalığı Tedavisi, İlaçlarla Tedavi

Hipertiroidi tedavi edilmezse kalp kasında hastalığa (kardiyomyopati), atrium fibrilasyonu denen kalbin çok hızlı atması durumuna ve kalp yetmezliğine neden olabilir. Tedavi olmayan hastalar herhangi bir enfeksiyon, ishal, şiddetli travma ve­ya ameliyat sırasında tiroit krizine girebilirler ve bu kriz ölüm riski taşır. Bu neden­le hipertiroidi hastalığının mutlaka endokrinoloji veya dahiliye uzmanının kontro­lünde tedavi edilmesi gerekir.
Graves hastalarının tedavisinde ilk yapılacak tedavi ilaç tedavisidir. İlaç tedavi­sine cevap alınamadığı durumlarda radyoaktif iyot tedavisi veya ameliyat yapılır.

Graves Hastalığının İlaçlar İle Tedavisi

Tedavide ilk tercih edilmesi gereken ilaçlar Propiltiourasil ve Metimazol ilaçla­rıdır. Bu ilaçlar tiroit hormon yapımını engelleyerek kandaki yüksek hormon düzey­lerini normale getirirler. Gebelikte ve çocuklardaki hipertiroidi tedavisinde de bu ilaçların kullanılması gerekir. Bununla beraber gebelikte ve emzirme döneminde Propiltiourasil kullanılması daha uygundur.

Propiltiourasil 'in yarı ömrü kısa olduğu için 8 saatte bir tok karnına alınır. Me­timazol ise günde tek doz halinde veya öğünlere bölünmüş halinde tok karnına alı­nır. Bazen 12 saatte bir verilerek tedaviye başlanabilir. Metimazol'un etki süresi 24 saatten fazla iken Propiltiourasil'in etki süresi 12-24 saattir.

Bu ilaçlar ile tedavi sırasında anti-TPO, anti-TG ve anti-TSH-R antikor düzey­leri azalır. İki ilaç arasında seçim yapmak doktorunuzun tercihine kalır. Metimazol ilacının yan etkisinin bazı çalışmalarda daha az olduğu saptanmışsa da bu ilaçla da yan etkiler görülebilir. İlaçlar tiroit bezinde önceden yapılmış hormonların dolaşı­ma geçmesini önleyemediklerinden tiroit hormonlarının normalleşmesi için 3-6 hafta geçmesi gerekir.


Graves hastalığının tedavisinde ilaçlarla % 16-40 oranında hastalık kontrol altı­na alınır ve tedavi bittikten sonra ilaçlar kesilebilir. Ancak hastalık bir süre sonra nüksedebilir. Küçük guatrı olan ve hafif şiddette hormon yüksekliği olanlarda, has­talığın ilaçlarla kontrol altına alınması daha kolaydır.

Büyük guatr ve bezde aşırı iyot depolanması varsa veya hasta iyotlu tuz kulla­nıyorsa bu ilaçlara cevap gecikebilir. Bu nedenle hastaların iyotsuz tuz yemeleri ge­rekir.

Tedavi edilmiş ve hormonları normal seviyelere gelmiş hastalarda Graves has­talığı ilaç kesilmesinden sonraki 1 yıl içinde %50-60 gibi yüksek oranlarda nükset­mekte, yani hastalık tekrar alevlenmekte ve eski şikayetler tekrar başlayabilmekte­dir. İyot alımı artarsa ve sigara içilirse nüks daha hızlı olmaktadır. Bu nedenle HİPERTİROİDİLİ HASTALAR MUTLAKA İYOTSUZ TUZ YEMELİDİRLER. Ül­kemizde tuzların hepsi iyotlandığmdan bazı tuz firmalarının ürettikleri kendiliğin­den tuzluklu şekilde satılan iyotsuz tuz satın alıp bunları kullanmaları özellikle çok önemlidir. Ailede diğer kişilerin ve özellikle çocukların iyotlu tuz almaları gerekti­ği için yemeklerin tuzsuz yapılıp bu tür hastaların iyotsuz tuz, çocukların iyotlu tuz kullanmaları gerekir. Sigara içmek nüksü artırdığından ve göz hastalığı yaptığından sigara kesilmelidir.

Graves'li hastalarda çarpıntıyı azaltmak için yukarıda söz edilen Propiltiourasil veya Metimazol ilaçlarıyla birlikte çarpıntıyı azaltan bazı ilaçlar verilir.

Uykusuzluk, sinirlilik ve huzursuzluk çok fazlaysa bu durumu doktorunuza bil­diriniz. Doktorunuz size sakinleştirici ilaçlar önerebilir.

Graves Hastaligi Nedir Graves Tedavisi

Graves Hastalığı Nedir, Graves Hastalığı Belirtileri

Graves hastalığı bazen gözlerde büyüme yapan tiroit bezinin aşırı çalışması hastalığıdır. Tiroit bezi aşırı çalışan kişilerin % 60-90'ını yani çoğunluğunu Graves hastalığı oluşturur. Dr. Robert Graves tarafından ilk defa keşfedildiği veya tanım­landığı için bu hastalığa Graves hastalığı adı verilmiştir.

Graves hastalığı kimlerde daha sık görülür?
Graves hastalığı hipertiroidinin en sık nedenidir. Her yaşta görülebilirse de, 20-40 yaş arasında en fazla görülür. Kadınlarda erkeklerden 5-7 kat daha fazla görülür­ken toplumda görülme sıklığı % 1 kadardır.

Graves hastalığında ailesel özellik vardır:
Graves hastası bir kişinin ailesinin diğer fertlerinde % 15 oranında Graves has­talığı saptanır. Bu nedenle ailesinde Graves hastalığı olan kişiler tiroit tetkikleri yaptırmalıdırlar.

Graves hastalığı neden oluşur?


Graves hastalığı bağışıklık sistemindeki bir bozukluk sonucu oluşur. Nedeni bi­linmeyen bir şekilde TSH hormonunun tiroit bezine bağlandığı reseptör adı verilen proteinlere karşı antikor denilen proteinler oluşur. Bu antikorların neden oluştuğu henüz bilinmemektedir. Kanda artan TSH reseptör antikorları tıpkı TSH hormonu gibi tiroit bezine yapışarak daha fazla çalışmasına ve aşırı miktarda tiroit hormonu yapmasına neden olur. Sonuçta artan tiroit hormonları metabolizmamızı hızlandıra­rak (çarpıntı, terleme gibi) Graves hastalığı ortaya çıkar.

Kimler Graves hastalığı için risk altındadır?

Graves hastalığına genetik eğilim katkıda bulunmaktadır. Bazı ailelerde bu ne­denle Graves hastalığı daha fazla görülür. Ailesinde Graves hastası olan kişiler risk altındadır ve genetik veya kalıtımın hastalığın gelişmesinde en önemli etken oldu­ğu saptanmıştır.

Stres,' üzüntü, sigara içmek, fazla iyotlu tuz yemek ve bazı ilaçlar bu hastalığın oluşumuna neden olabilir.

Stresin Graves hastalığı sıklığını artırdığı İkinci Dünya Savaşı sırasında ve Yugoslavya'daki iç savaş sırasında saptanmıştır. İsveç'te yapılan bir araştırmada Graves'li hastaların bir kısmında hastalık ortaya çıkmadan önceki yıl içinde üzücü olay­lar yaşadıkları saptanmıştır. Bu hastalardaki sıkıntılı psikolojik durum (anksiyete) tedavi edildiğinde hastalığın nüks oranında azalma olmuştur.

Graves hastalığı daha çok yılın ılık mevsimlerinde ortaya çıkar. Bu mevsimsel özelliğin nedeni tam bilinmemektedir.

Sigara içenlerde göz belirtileri daha şiddetli olduğu gibi, sigara içmeye devam edenlerde göz hastalığı şiddeti artmaktadır.

Allerjik yapısı olanlarda veya allerjik riniti olanlarda Graves hastalığı daha faz­la görülmektedir.

Fazla iyot alımı da hafif seyreden hastalığı şiddetlendirmektedir.

Yeni bir düşünce ise, gebelik sırasında bebeğin hücrelerinin annenin kanına ka­rışarak annenin tiroit bezine yerleşmesi ve bunların hastalık yapmasıdır. Bu neden­le de kadınlarda bu hastalığın daha fazla görüldüğü iddia edilmektedir.

Yapılan çalışmalar Graves hastalığının hastaların %79'unda genetik eğilim ne­deniyle, %2l'inde ise çevresel faktörler denen üzüntü, stres, fazla iyot alımı gibi ne­denlerle ortaya çıktığını göstermiştir.

Doğum sonrası dönemdeki risk artışı
Fazla miktarda iyotlu tuz yemek
Lityum ilacı kullanmak
Hepatit hastalığı nedeniyle İnterferon ilacı kullanmak (bazı hastalarda)
Allerjik bünyeye sahip olmak (daha sık görülür)

Graves Hastalığı Nasıl Başlar?

Hastalığın başlangıcı yavaştır. Genelde haftalar ve aylar içinde yavaş olarak ge­lişir. Ancak bazı hastalarda hızlı bir başlangıç da görülebilir.

Graves Hastalığında Vücutta Oluşan Belirtiler:

Graves hastalığının sık görülen üç önemli özelliği guatr, kandaki tiroit hormon­larında yükseklik ve göz belirtileridir. Sıklıkla tiroit bezinde büyüme, yani guatr ol­masına karşın bez içerisinde pek nodul olmaz, düz bir büyüme vardır. Gözdeki be­lirtilere tıp dilinde oftalmopati adı verilir. Daha az görülen diğer iki özellik ise, ba­cak cildinde iltihaplanma ve parmaklarda "çomak parmak" diye tanımlanan, par­mak uçlarında bombeleşmenin ortaya çıkmasıdır. Bu iki belirti çok nadir görülür

Tiroid Bezinin Cok Calismasi Hipertiroidizm

Tiroid Bezinin Çok Aşırı Çalışması, Hipertiroidizm Nedir

Tiroit bezinin aşırı çalışmasına yani aşırı tiroit hormonu üretmesine tıp dilinde hipertiroidi adı verilir. "Hiper" Latince "fazla" veya "yüksek" manasına gelir. Hi­pertiroidi hastalığına tıp dilinde "tirotoksikoz"' adı da verilir. Tiroit bezinin aşırı ça­lışmasına halk arasında "zehirli guatr" veya "iç guatr" isimleri de verilmektedir. Bu isimlendirmeler maalesef yanlıştır; ne zehirlenme söz konusudur ne de bir iç guatr vardır. Elleriniz titriyor, ağzınız kuruyor ve çok yemek yemenize rağmen kilo veri­yorsanız ya da çabuk sinirleniyor ve çevrenize bağırıp çağırıyorsanız tiroit beziniz fazla çalışıyor olabilir.

Tiroit bezinde aşırı çalışmaya neden olan hastalıklar şunlardır:

1. Graves hastalığı: TSH reseptör antikorlarının kanda artması nedeniyle olu­şan tiroit bezi aşırı çalışmasıdır. Bazı hastalarda gözde büyüme olur. Hipertiroidinin en sık nedenidir. Hipertiroidisi olan hastaların %60-90'nım Graves hastalığı oluştu­rur. Bağışıklık sistemindeki bir bozukluktan kaynaklanır.

2. Sıcak nodüllerin fazla hormon salgılaması: Sıcak nodüllerin aşırı tiroit hormonu yapıp salgılaması durumunda tiroit hormonları kanda artar ve hipertiroidi hastalığı oluşturur.

3. Tiroit bezinin iltihabi hastalıkları: Tiroit bezinde iltihabi hastalıklar oldu­ğunda bezde depo edilmiş halde bulunan tiroit hormonları kana döküldüğünden hormonlar yükselir ve hipertiroidi belirtileri ortaya çıkar.

4. Tiroit hormon ilaçlarının fazla alınması: Tiroit hormon ilaçlarının gereğin­den fazla alınması kanda tiroit hormonlarını artırır ve hipertiroidi yapar.

5. Bazı ilaçların kullanımı: Amiodarone isimli kalp ilacı ve interlökin ilacı kul­lanan bazı hastalarda tiroit bezi fazla çalışarak hipertiroidi hastalığı oluşturabilir.

6. Aşırı şekilde iyot almak: Fazla iyot alınması nodülü olan hastalarda hiperti­roidi yapar.

7. Cıva zehirlenmesi: Civanın fazla alınması hipertiroidizm denilen tiroit bezi­nin aşırı çalışmasına neden olabilir.

Kesin Gebelik Belirtileri Gebeligin Belirtileri

Gebeliğin Kesin Belirtileri, Kesin Gebelik Belirtileri

Gebeliğin «kesin olan» ve «olmayan» belirtilerini, devreler ha­linde gözden geçirmiştik. Şimdi de üzerinde hiç tartışma olanağı olmayan ve «Acaba bir başka neden mi var?» şeklinde soruyu ak­la getirmeyecek gebelik belirtilerini sıralayalım:

Çocuğun kalp seslerinin dinlenmesi: Çocuğun kalp seslerini yalnızca doktorunuz, stetoskop adı verilen bir çeşit kulaklıkla du­yabilir. Kalp seslerini dinleme işlemi, gebeliğin 19-20. haftalarında başlayarak yapılabilir.

Çocuğun kalp atışlarının ritmi, annesininkinden çok farklı ol­duğu için bu sesleri ayırt etmek çok kolaydır. Anne karnındaki ço­cuğun kalbi dakikada ortalama olarak 140-160 kere atar.


Bazı durumlarda (anne şişman ya da çocuğun içinde bulun­duğu su miktarı fazla olursa) gebeliğin 6-7. ayına kadar doktoru­nuz çocuğun seslerini alamayabilir.

Çocuk kalp seslerinin duyulması, gebeliğin en önemli ve ke­sin bir belirtisidir. Günümüzde ses ötesi dalgalar (ultrasound) ile çalışan aletler çocuk kalp seslerini artık çok erken haftalarda du­yabilmekte ve kalbin çalışması görülebilmektedir.

Gebeliğin Ses Ötesi Dalgalarıyla Tanısı (Ultrasound)

Bu sistemin bulunmasına katkıda bulunan ilk bilgiler 1794 yı­lında Spallazini'nin gözlemlerine dayanmaktadır.

Bu bilgin, yarasaların karanlıkta etrafa çarpmadan uçmalarını incelemiş ve olayın, yarasa kulaklarının insanın duyamayacağı yüksek frekanslı ses dalgalarını duyması ile gerçekleştiğini iddia etmiştir. Yıllar sonra, ancak 1960'lı yılların başından itibaren ultra-sonografik ses dalgaları tıbbın hizmetinde yoğun olarak kullanıl­maya başlamıştır.

Bu modern teşhis aracı ile artık 8-10 haftalık gebeliklerde ço­cuğun kalp hareketlerini ses olarak duyabilmekteyiz.

Rahim içindeki bebek 4-5 haftalıktan itibaren görülebilmekte ve bu şekilde gebelik kesin olarak teşhis edilebilmektedir.

Gebelikte Testler

Biyolojik ve İmmünolojik testler: Her iki testte de üzerinde önemle durulan ve ölçülen «Gonodotrofin» adı verilen bir hormon­dur. Bu hormon özellikle gebeliğin üçüncü ayında en yüksek dü­zeye varacak şekilde son (Plasenta) tarafından üretilir. Son'un ürettiği koryonik gonodotrofin hormonu anne idrarı ile bol miktar­da dışarı atılır. İşte bu hormonun, kadının idrarında bulunması da, çocuğun kalp sesleri kadar gebelik konusunda önemli ve kesin bir gebelik belirtisidir. İmmünolojik maddelerle bu hormon cam ve tüpte tespit edilir.

Biyolojik testlerde, gebelik konusunda kesin bir sonuç alabil­mek için beklenen âdet tarihinin 8-14 gün kadar geçmesi gerek­mektedir. Son yıllarda çok daha duyarlı testler geliştirilmiştir.
BHCG gonodotrofin ölçme bunlar arasında en sık kullanılanı­dır. Bu test kanda yapılmakta ve daha âdet kanamasında bir ge­cikme bile olmadan gebeliği gösterebilmektedir.

Biyolojik Testler

Eskiden çok kullanılan fare, tavşan ve kurbağada yapılan böyle testler günümüzde yerini artık immünolojik testlere bırak­mıştır.
Fare testi (Aschheim-Zondek)
Tavşan testi (Friedmann)
Kurbağa testi (Galli-Mainini-Hogben vb.)
Her üç testte de, gebenin sabah ilk idrarı kullanılır.

İmmünolojik Testler

Özellikle son yıllarda çok kullanılmaya başlanan bu test, bir­kaç dakika içinde kesin sonucu verebilmektedir. Doktor muayenehanesinde bile yapılabilen bu testin aslı, gonodotrofin denilen hormonun, özel olarak yapılmış tüp içinde ya da lam (cam) üze­rinde bıraktığı çökme olayını değerlendirmektir. Çökme bulunma­sı testin negatif, aksi ise testin pozitif olduğunu gösterir.
Bu test için gerekli olan madde ve araçlar eczanelerde satıl­maktadır. (Pregnosticon-Plano)
Kanda yapılan gebelik testi 3HCG testidir. Bu hormonun öl­çülmesi ile 9-10 günlük gebelik tanısı konulabilir.

Çoçuğun Hareketlerinin İzlenmesi

Çocuğun hareketlerinin doktor tarafından saptanması da ge­belik konusunda önemli ve kesin olan belirtidir. Özellikle gebeli­ğin beşinci ayından sonra karın üzerine el konduğu zaman çocu­ğun hareketleri duyulabilir.

Gebeliğin Radyolojik Olarak Belirlenmesi

Anne karnındaki çocuk radyolojik olarak da teşhis edilebilir. Ancak, bu yolla belirleme yapabilmek için en azından 5 ay kadar beklemek gerekir. Aksi halde çocukta yeterli kemikleşme olmadı­ğından röntgen filmi üzerinde çocukla ilgili görüntü oluşmaz. Ayrı­ca şunu hemen ilave etmek gerekir ki, çok gerekmedikçe veya doktorunuz istemedikçe gebeler röntgen çektirmekten kesin ola­rak kaçınmalıdırlar.

Hamilelik Belirtileri Gebelik Hamileligin Belirtileri Nelerdir

Hamilelik Belirtileri, Gebelik Belirtileri Nelerdir

Bu belirtileri 2 ana grupta toplamak mümkündür.

1- Gebeli­ğin kesin olmayan belirtileri.
2- Gebeliğin kesin belirtileri.

Hamileliğin İlk ve kesin olmayan belirtileri iki ayrı grupta inceleye­ceğiz:

a) Hastanın ileri sürdüğü «sübjektif» belirtiler.
b) Kontrolü yapan ebe ya da doktorun bulabildiği «objektif» belirtiler.

Hamileliğin İlk Üç Ayındaki Subjektif Belirtiler, Hamilelikte Belirtiler

Âdet gecikmesi (Amenore): Gebeliğin kesin olmayan ilk belir­tisi «âdet gecikmesi»dir. Bu durum ilk bakışta genç anne adayı için en dikkat çekici özelliktir.

Daha önceki bölümlerde de belirtildiği gibi, bir âdet devresi her kadın için küçük de olsa bir değişim göstermektedir. Ancak 35 günden sonraki gecikmeleri basit bir «âdet gecikmesi» olarak düşünmemelidir.

Bu gibi durumlarda, eğer bir gebelik sözkonusu ise, doğu­mun zamanını saptamak için son görülen âdetin başlangıç tarihini bir köşeye yazmak çok yararlı olacaktır.

Ne var ki, âdet gecikmesi yalnız gebelik nedeniyle olmaz. Özellikle buluğ çağındaki genç kızlarda ve âdet kesilmesi yaklaş­mış kadınlarda bu duruma sık sık rastlanır. Tamamen fizyolojik olan âdet gecikmesinin çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenleri şöyle özetleyebiliriz:

• Tüberküloz gibi kronik hastalıklar.
• Aşırı derece zayıflık.
• İklim ve yer değişiklikleri.
• Ev ve şehir değişiklikleri gibi.
• Ruhsal bozukluklar.
• İç salgı bezi bozuklukları.

Öbür taraftan, kadında âdet gecikmesi olmadığı halde de ge­belik sözkonusu olabilir. Bu duruma halk arasında «Üstüne âdet görme» denmektedir. Bu kanama ya hormonal bir nedene bağlı­dır ya da bir «düşük» başlangıcı olabilir.

Ayrıca, rahim yolu ve ağzında rastlanan, polip denilen küçük urlar ya da yaralar zaman zaman kanamalar yaparak kadını ve doktoru aldatabilir. Bütün bunları söyledikten sonra sanıyoruz ki varılacak en doğru sonuç şu olmalıdır.

«Âdet gecikmesi, gebeliğin kesin belirtilerinden biri değildir.» Evet, âdet gecikmesi, gebeliğin kesin belirtilerinden biri de­ğildir ama, evli bir kadının âdet gecikmesi durumunda akla önce­likle gebelik gelmelidir.

Bulantı Kusma ve Diğer Subjektif Hamileliğin En Erken Belirtileri

Gebeliğin kesin olmayan belirtileri arasında ikinci sırayı da, sabahları duyulan bulantı ve kusmalar alır. Bu durum gebeliğin 6-8. haftalarında çok görülür ve 12. haftadan sonra pek rastlanıl­maz.
Bunların yanında, her hastaya göre değişen başka gebelik belirtileri de görülebilir. Sözgelişi, huzursuzluk duygusu, hafif baş dönmesi, aşırı uyku ihtiyacı vb. gibi.

Birkaç kere doğum yapmış kadınlar, gebelik ya da âdet ge­cikmesi konusunda tahminlerin ötesinde deney sahibidirler. Ge­belik ya da âdet gecikmesi belirtilerini en iyi şekilde değerlendire­rek, kendi durumlarını anlayabilirler.

Hamilelikte Mide Bulantısı, Hamilelikte Kusma

Hamilelik Bulantısı nedenleri konusunda ileri sürülen çe­şitli görüşler vardır. Sözgelişi, İngiltere'de İkinci Dünya Savaşı yıl­larında yapılan bir araştırmada, bulantı ve kusmaların büyük ölçü­de azaldığı saptanmıştır.
Kusma ve bulantının psikolojik durumla yakın ilişkisi vardır.
• Kadının evlilik içindeki mutluluk derecesi.
• Çocuk sahibi olmak konusundaki isteği.
• Doğumdan korkmak, parasal olanaklar vb. gibi psikolojik nedenler, bulantı ve kusma konusunda önemli rol oynar.
Eğer, genç anne adayındaki bulantı ve kusma, gebe kadının fizyolojik dengesini bozacak kadar şiddetli olursa, bu artık gebelik belirtisi değil, bir hastalıktır. «Hyperemezis» diye adlandırılan bu hastalıktan ilerdeki bölümlerde yine söz edilecektir.

Hamilelikte İdrar, Hamilelikte İdrar Yolu

Gebeliğin ilk 3 ayında görülebilecek önemli bir belirti de, id­rar şikâyetleridir. Bu yakınmaların başlıca nedeni şudur: Gebelik yüzünden genişleyen rahim, komşu organ olan idrar kesesine ba­sınç yapar. Bunun sonucunda da gebe kadın sık sık idrara gitme gereğini duyar. Bazı kadınlar idrar yaparken hafif yanma da hisse­debilirler.

İlk Üç Ayda Görülen Objektif Belirtiler

Hamilelikte Göğüsler

Genç anne adayının göğüslerindeki değişiklik, özellikle hami­leliğin 4. haftasından başlayarak kendisini belli eder. Gebe kalan kadın, göğüs uçlarında yanma ve acıma olduğunu söyleyerek, bundan yakınır. Ayrıca, göğüslerde şişme ve dirileşme görülür. Göğüslerin uçları sıkıldığı zaman gelen beyaz su (kollesterum), daha önce doğum yapmışlar için büyük bir objektif gebelik belirti­si sayılmamalıdır. Gerçek kollesterum yumurta akı koyuluğundadır, ama ondan daha beyazcadır.

Göğüslerdeki en belirgin değişiklikler, meme ucu çevresin­deki renkli kısmın daha koyulaşması ve üzerinde ufak ufak pütür­lerin ortaya çıkması biçiminde olur.

Ayrıca memenin üzerinde daha önce varolmayan kalınlaşmış toplardamarların görülmesi de, gebelik olasılığını kuvvetlendiren bir belirti olarak sayılmalıdır.

Cinsiyet Organlarındaki Renk Değişikliği

Bu bölümde sözünü edeceğimiz «Cinsiyet organındaki renk değişiklikleri», gebe kadın tarafından görülemez. Ancak doktor ta­rafından anlaşılabilen bu değişiklik şöyledir:

• Cinsiyet organının iç kısımlarındaki kendine özgü pembem­si renk, yerini mavimtrak bir renge bırakır.
Bu renk değişikliği, özellikle küçük dudakların iç kısımları, vagina ve rahim ağzında açık bir şekilde doktor tarafından görülebi­lir.

Yine bu devrede rastlanan bir başka belirti de, kadının karnı üzerindeki orta çizgide olur.
Bu çizginin, hamileliğin bu devresinde koyulaştığı görülür ve ünia Nigra adını alır.

Kadınların ancak %60'nda karşılaşılan bir gebelik belirtisi ise gebe kadının yüzünün biçiminin normal durumuna göre oldukça degişmesidir. «Chioasma Uterinum» denilen bu durumda, yanak­larda kahverengi gölgeler oluşur. Ağız ve burunda normale oranla şişme olur. Buna halk arasında «Gebelik maskesi» adı verilmekte­dir. Gebeliğin bir başka belirtisi de, kısırlık bölümünde etraflıca anlatacağımız bazal temparatürün sürekli yüksek kalmasıdır.
Bütün bunların dışında yalnızca doktorunuz tarafından görü­lebilen veya hissedilebilen başka belirtiler de vardır. Rahim ağzın­da görülen biçim ve kıvam değişiklikleri gibi.

Gebelikte 4 Ay, 5 Ay ve 6. Ay ve Belirtiler

Karında seğirme, rahim içindeki fetüs'ün hareketlerine bağlı olarak kadının hissettiği ufak kıpırtılardır. En çok 16-18. haftalarda duyulabilen bu kıpırtıları bazı anneler 6-7. aya kadar duymayabilir­ler. Çocuğun büyümesiyle orantılı olarak bu hareketler daha net olarak duyulur. Anne adaylarının «pır pır bir şey oynuyor», şeklin­de tanımladığı bu belirtilere, yalancı gebeliklerde de rastlanmak­tadır.

Öte yandan anne adayının bu seğirme duygusunu ilk duydu­ğu gün, gebelik yaşını saptamada önemli rol oynar. Çocuğun oy­nadığı ilk günü bir kenara yazan anne bunu doktoruna söylemeli­dir.

Gebeliğin 4-5-6. Aylarında Görülen Objektif Belirtiler

Gebeliğin ikinci üç aylık bölümü diye tanımladığımız bu dev­redeki belirtiler şunlardır:
• Gebe kadın, karnının gün geçtikçe büyüdüğünü farkeder. Bu gelişme altıncı ay sonlarında göbek sınırına kadar varır.
• Genişleyen rahimde gebe kadının duyabileceği ağrılı kasıl­malar, bu devrede en sık rastlanılan belirtilerdendir.
• Doktor tarafından değerlendirilecek olan bir başka belirti ' de, büyüyen rahim içinde çocuğun el, ayak ve baş gibi or­ganlarının hissedilmesidir.

Gebeliğin 7-8-9. Aylar, Gebelikte 8 Ay ve Belirtiler

Gebeliğin üçüncü üç aylık devresi diye adlandırılan bu aylar­da sübjektif belirtiler daha önceki aylardaki belirtilerden pek farklı değildir. Yalnızca bulantı, kusma, baş dönmesi ve göz kararması gibi durumlar bu aylarda genellikle görülmez. Bu tür yakınmaları bulunan genç anne adayı, hiç vakit kaybetmeden hemen dokto­runa başvurmalıdır. Çünkü bu yakınmalar gebelikte görülen ve «Toksemi» denilen bir hastalığın belirtisi olabilir.

Objektif Belirtiler

Bu aylardaki objektif belirtiler daha önceki aylardan pek farklı değildir. Yalnızca önceki aylara oranla daha belirginleşmişlerdir. Rahim, kaburgaların altına kadar genişlemiş, çocuğun kol ve ba­cakları anne tarafından da duyulabilecek büyüklüğe varmıştır.

Yine bu devrede kısa sürüp kaybolan rahim kasılmalarına rastlanır. Ancak bu kasılmaların doğuma yol açacak olan «Gerçek doğum» kasılmaları ile hiçbir ilgisi yoktur.

Dogum Yasi Hamilelik Annelik Yasi

Doğum Yaşı, Hamilelik Yaşı

Bir kadının yumurtalıkları ovum (yumurta) yapıp yumurtlama­ya başlamasından itibaren gebe kalabilir. Türkiye'de bu yaş 13-15 arasında değişir. Her âdet gören kız (ilk âdetin başladığı aylar dı­şında) gebe kalabilir.

Annelik için son yaşlar Türkiye'de ortalama 40-42 arasında­dır. Bu yaştan sonra kadın düzenli âdet görse bile gebe kalma olasılığı çok az olur. Çünkü tıpkı başlangıç yaşları gibi bu devre­lerde de yumurtlama olmadan kadın âdet görebilir.
Doğum için ideal yaşlar 20-30 arasındadır.

Bebek Mi Bekliyorum?

İnsanın hayatında önemli günler, unutulmayan olaylar vardır. Bu günler ve olaylar, hayatın akışını değiştirebilir. Bu konuda verilebilecek birkaç küçük örneği şöylece sıralayabiliriz: Öğrenimin bitişi, iş hayatına başlamak, evlenmek, çocuk sahibi olmak gibi.

«Bir bebek mi bekliyorum?» sorusunun olumlu karşılığı çoğu insanı tahminlerin ötesinde mutlu edebileceği gibi, bazıları için de bunun tam aksi olabilir. Biz burada normal ilişkiler içinde «Bir be­bek mi bekliyorum?» sorusunun karşılığını vermeye çalışacağız.

Yalancı Gebelik Nedir

Bazı kadınlar gebe olmadıkları halde gebeliğin bütün belirtile­rini gösterebilirler. Tıp dünyasında, sık sık rastlanan bu olay, ilk günlerde doktorları dahi yanıltabilir. Yalancı gebeliğin en önemli nedeni, kadının kendisini gebelik konusunda şartlandırmasıdır. Hatta bazı kadınlar bunu o kadar ileri götürürler ki, kendisi ve inandırdığı yakınları, 280 gün sonra dünyaya gelecek çocuğu hiç kuşkulanmadan beklemeye başlar, çocuk için gerekli olan hazır­lıkları yaparlar. «Pseudocyesis» adı verilen yalancı gebeliğe geç­miş yıllarda çok daha fazla rastlanmaktaydı. Ancak, günümüzdeki laboratuvar olanaklarının çok gelişmiş olmasıyla gebelik ve bu ko­nudaki yanılmalar eski yıllara oranla oldukça azalmıştır.

Yalancı gebeliğin tam tersi de sözkonusudur. Gebe olduğu halde 4 ya da 5 ay süresince doktora başvurmayan ve gebeliğini ancak karnı büyümeye başladıktan sonra anlayan kadınların sayı­sı da pek az değildir. Özellikle eski devirlerde büyük tıp otoriteleri­nin bile 4-5 aylık gebe kadına «rahim uru» tanısı koyup ameliyat ettikleri belgelerle doğrulanmıştır.


Yukarda da açıklandığı gibi, günümüzde çok gelişmiş olan laboratuvar olanakları artık doktorun yanılma olasılığını ortadan hemen hemen kaldırmıştır.

Kalitim Nedir Genetik Yapisi Hakkinda Bilgi

Kalıtım Nedir (Genetik), Genetik Yapısı Hakkında Bilgi

Hücrelerin içinde kromozom denilen küçük parçacıklar var­dır. Bunlar hücrenin çekirdeğinde toplu durumda adeta bir yumak şeklinde bulunurlar. Günümüzde «Genetik İlmi» bu kromozomları ayırabilmekte, resimlerini çekerek haritasını yapıp sınıflayabilmektedir.

İşte bu kromozomlar birer «özellik arşivi»dir ve soydan, baba­dan, anadan çocuğa geçerek onun özelliklerini oluştururlar.

Bu özellikler kromozomların çeşitli yerlerine yerleşmiştir. Ku­şaktan kuşağa geçişleri, araştırıcı Morgan'ın, Drozofila denen kü­çük sineklerde ve Mendel'in bezelyelerde ortaya koydukları yasa­lara göre olmaktadır. Bu arada bir noktayı daha belirtelim:

Bu özellikler birbirlerine göre üstün (dominan) ya da üstün değil (resesif) olarak değerlendirilmektedir. Sözgelişi: Koyu renk gözün, açık renk göze, düz saçın kıvırcık saça üstünlüğü gibi.


Büyük kulak, geniş burun, kalkık burun, etli dudak «egemen» özellikler buna karşılık kısa kirpik, dar burun, küçük kulak, vb. gibi özellikler de «egemenlik altına giren» özelliklerdir.

Bu özelliklerin nesillere geçişi daha önce de belirttiğimiz gibi, Mendel yasalarına göre olur ve bu nedenle çocuk anne babada görülmeyen bir özelliği, büyükbaba ya da büyükannesinden ala­bilir.
Ayrıca, unutulmamalıdır ki, dış etkenler de bazen bu özellik­lerde değişimler yapabilir; bu nedenlerle, soyda görülmeyen bir özellik, durup dururken ortaya çıkabilir.

Kötü özellikler ve hastalıklar da genlerden çocuklara geçebil­mektedir. Göz bozukluğu, şeker hastalığı, akıl hastalıkları vb. gibi. Genlerin kuşaklarda özellik oluşturma durumu, en iyi şekilde tek yumurta ikizlerini örnek göstererek kanıtlanabilir. Çünkü tek yu­murta ikizleri yalnız görünüş olarak değil, akıl, zekâ ve davranış yönünden de birbirlerine çok benzerler.

İnsan hücresinde gen yüklü 46 adet kromozom vardır. Döl­lenme ve cinsiyet belirlenmesi konusunda anlatıldığı gibi, anne yumurtasında 23, erkek tohum hücresinde de 23 kromozom var­dır. Çünkü bunlar daha önce özel olarak bölünerek yarı kromo­zomlarını terketmişlerdir. Böylece, döllenmiş yumurtada 46 kro­mozom biraraya gelmiş olur.

Dollenme Nedir Yumurta Dollenme Ureme

Döllenme Nedir, Hamilelikte Döllenme Zamanı

Ovum (yumurta hücresi) ile sperm (erkek tohum hücresi)nin birleşmesi olayına döllenme denir.


Ovum âdet kanamasından 14 gün sonra yumurtalıkların bi­rinden atılır. Yumurta hücresi, tüpleri (Fallop borularının) ve kasıl­malarının yaptığı basınç farkı nedeniyle tüpün içine girer. Burada, kendi güçleriyle hareket ederek gelen spermatozoitlerle karşılaşır ve döllenme oluşur. Yumurta hücresinin döllenebilme süresi çok kısadır. 20 saat kadar bu yeteneğini korur, daha sonra bozulur.

Spermatozoitlerin döllenme kapasiteleri 24-28 saat devam eder. Ovum ile karşılaşan spermatozoitler, ona mıknatısla çekil­miş gibi yaklaşırlar ve hemen çevresini alırlar. Kuyruklarını oynata­rak ona yapışırlar. Ancak bir tanesi yumurta hücresinin içine girer ve her iki hücrenin çekirdeği birleşerek döllenme olayını meydana getirir. Bu an çok önemlidir. Artık bir insan hücresi oluşmuştur. Bir noktadan daha küçük, bir tozdan daha hafif olan bu cisim 9 aylık sürede gelişerek 50 cm. uzunluğunda ve 3,5 kg. ağırlığında yeni bir canlı, yeni bir insan yavrusu olacaktır. Döllenmiş hücre 3-4 sa­at sonra çoğalmaya başlar. Birken iki, ikiyken dört olur ve durma­dan çoğalarak rahime doğru ilerler. 3 ile 7 gün içinde asıl gelişe­ceği ve yerleşeceği yere; kendisi için hazırlanan rahimin içine ge­lir. Bu süre içinde aşağı yukarı 10 cm. kadar yol almıştır. İşte döl­lenmiş yumurta hücresi rahim içine gelmeden herhangi bir yerde (tüpte, yumurtalıkta, karın içinde vb.) takılıp kalır ve gelişimine orada devam ederse dış gebelik denilen hastalık tablosu ortaya çıkar.

Yumurta hücresinin yumurtalıktan atıldığı yuva da, «sarı ci­sim» denilen şekle dönüşür ve gebeliğin ilk 3 ayında progesteron hormonunu çıkararak döllenmiş yumurtanın rahim içine yerleşme, beslenme koşullarını sağlar. Döllenmiş yumurta daha sonra rahimin içine gelerek adeta kızgın bir bilyenin buz içine yerleşmesi gi­bi mukozanın içine girer, yuvarlanır, üstü yine mukoza tarafından kapanır.

Döllenmiş yumurta bu arada lifler çıkararak toprağa kökler salar gibi yerleşir ve rahim mukozasını eritir.

Artık bundan sonra anne tarafından beslenecektir. Yumurta hücrelerinin bir kısmı bu yöne doğru çoğalarak anne ile çocuk arasındaki beslenme işini sağlayacak plasenta (son) ve göbek kordonunu oluşturmak için gelişirken, bir kısmı da amnios zarının yapımına yardım eder. Yine bir kısım hücreler de çocuğun oluşu­munu sağlamak üzere çoğalırlarken bu iki kısım hücre grubu ara­sında bir boşluk ortaya çıkar. Boşluğun içi ilerde amnios suyu ile dolacaktır

Üç aya kadar olan bebek taslağının adı embriyo'dur. Ondan sonraki adı fefüs'tür. Embriyo rahim içine ilk girdiğinde 1 mm. ka­dardır ve genellikle rahimin dip ve orta kısımlarına yerleşir.

Embriyonun nasıl gelişip bebek haline geldiğini daha sonraki bölümlerde ayrıntılarıyla göreceğiz.

Dupuytren Kontrakturu Dupuytren Hastaligi Nedir

Dupuytren Hastalığı, Dupuytren Kontraktürü

Elde palmar yüzde deri ile derin yapılar arasın­daki subkutanöz fibrillerin bulunduğu fibro-adi-poz dokuyu tutan ve ileri dönemlerinde elde ağır fonksiyon kaybına neden olabilen idiopatik bir has­talıktır.

Etiyolojide nörosifiliz, pulmoner tüberküloz, serbest radikaller, HIV infeksiyonu gibi birçok se­bep gösterilmiştir; Bunlar arasında hastalığın ancak alkol kullanımı ve diabet ile ilişkisi kesin olarak gösterilebilmiştir.
Dupuytren kontraktüründe normal yapıdaki band ve ligamanlar, nodul ve kord yapısına dönüş­müşlerdir. Nodüller, ilk görülen primer patolojik bulgulardır. Kord'lar, asellüler yoğun kolojen biri­kimi olan yapılardır; Kontrakte olup MP-IP eklem­de fleksiyon deformitesine neden olurlar).

Dupuytren kontraktürü el cerrahisinde sık gö­rülen ve tanısı kolay hastalıklardan birisidir. Özel­likle 50 yaşını geçmiş palmar nodul, kord ve fleksi­yon kontraktürü ile gelen erkek hastalarda tanı çok açıktır.

Tedavide temel amaç, etkilenen elde bozulmuş olan fonksiyonel kapasiteyi ve deformiteyi tekrar düzeltmek ve nüksü önlemektir.

Etkilenmiş fasianın tedavisi ve eksizyonu için subkutanöz fasiotomi, sınırlı fasiektomi ve radikal fasiektomi ameliyatları yapılmaktadır. Tüm bu te­davilere rağmen nüks eden ve çok ileri yaştaki has­talarda artrodez ve amputasyonlar tercih edilen kurtarıcı yöntemlerdir.

Postoperatif komplikasyonlar, Yara iyileşmesi ile ilgili problemler, infeksiyon, hematom, sinir ya­ralanması (nöroma-hipoestezi), arter yaralanması (soğuk intoleransı-dolaşım bozulması), eklem sert­liği olarak sıralanabilir, Refleks sempatik distrofi gelişebilir.

Karpal Tunel Sendromu Karpal Tunel Ameliyati

Karpal Tünel Sendrom, Karpal Tünel Sendromu Ameliyatı

Median sinirin el bileği seviyesinde, karpal tü­nelden geçerken sıkışması sonucu oluşan ve üst ekstremitenin en sık görülen nöropatisidir.

Karpal kanalın içerisinden median sinir, radial ve ulnar sinovial bursa'ları ile sarılmış durumda bulunan başparmak fleksor tendonu ve diğer dört parmağın sekiz adet fleksor tendonu olmak üzere toplam on anatomik oluşum geçer. Bu sinovyal ya­pılardaki herhangi bir hacim artışı sonucunda bu oluşumlar içerisinde basıya en duyarlı olan median sinir etkilenir ve "Karpal Tünel Sendromu" diye adlandırılan şikayetler ortaya çıkar.

Bu şikayetleri oluşturan diğer etyolojik faktörler şunlardır: 1. Anatomik faktörler, 2. Fizyolojik fak­törler: nöropati, inflamasyon, sıvı denge bozuklu­ğu, konjenital faktörler, 3. Bilek pozisyonu ve kul­lanımına bağlı faktörler: Tekrarlayan fleksiyon-eks-tensiyon hareketleri, ergonomik olmayan ortamlar­da bilgisayar-daktilo kullanmak gibi.

Klinik bulgular median sinirin kronik kompresyonunun patolojisini yansıtırlar.
Kişi parestezi, ağrı, uyuşukluk ve motor defisit-ten şikayet etmeye başladığı zaman geniş duyusal liflerde etkilenme ve motor kayıba doğru giden si­nir hasarı var demektir. Bu safhada cerrahi de-kompresyon yapılmaz ise en sonunda Wallerian dejenerasyon sonucu median sinirin innerve ettiği bölgelerinde geri dönüşümü olmayan duyu kusu­ru ve tenar kas atrofisi kaçınılmaz olur.

Karpal Tünel Sendromu elde, palmar radial yüzdeki yanma tarzındaki ağrının, uyuşukluğun, karıncalanmanın sıklıkla görülen sebebidir. Tamda uyuşukluk en sık yakınma olup median sinirin du-yulandırdığı bölgeler içerisinde sınırlı kalır. Eldeki ince işlerin yapılmasındaki beceri kaybı, küçük cisimlerin elden düşürülmesi gibi şikayetler duyu kaybı ve ileri dönemde gelişen motor atrofi sonrası ortaya çıkar.

Klinik muayene sırasında tanı için karakteristik olan duyu kaybının muayenesi ve tesbiti yanında el bileği fleksiyonda iken sinire direk bası ( Phalen testi), sinirin direk perküsyonu (Tinel testi), S-W monoflament testi ve vibrometri testi gibi yöntem­ler tanıya yardımcı olur. Elektrodiagnozis altın standarttır ancak tanı aralığı çok geniştir. Bu ne­denle normal bir EMG tanıyı etkilemez.

Karpal Tünel Sendromunun tedavisinde konser-vatif tedavi yöntemleri daha çok operatif yöntemle­rin kontrendike olduğu durumlarda, hafif ve prog-resyon göstermeyen olgularda bir süre denenebilir, ancak tüm sinir kompresyon nöropatilerinde oldu­ğu gibi Karpal Tünel Sendromunun da kesin teda­visi sinirin basıya uğradığı bölgede cerrahi de-kompresyonu ve rahatlatılması şeklinde yapılmalı­dır.

Volkmann İskemik Kontrakturu Nedir

Volkmann İskemik Kontraktürü

Kompartman sendromu yeterince tedavi edil­mez ise, iskemi geri dönüşü olmayan kas ve sinir hasarı ile sonuçlanır.

Iskemik kontraktür nedeniyle ile oluşan karak­teristik deformitenin ortaya çıkması haftalar, aylar sürebilir; Yetersiz tedavi durumunda dirsekte fleksiyon, önkolda pronasyon, el bileğinde fleksiyon, parmaklarda pençeleşme ve başparmakta fleksiyon/addüksiyon şeklinde ciddi eklem kontraktürleri gelişebilir.

Tanı klinik bulgulara göre konulur. Hafif kontrak-tiirde, kontraktür genellikle 3. ve 4. parmakların de­rin fleksor adele grubunun küçük bir bölümü ile sı­nırlanmıştır. Duyu iletimi normal, kas gücü normal veya minimal azalmıştır. İntrinsik kaslar etkilenme­miş ve ciddi eklem kontraktürleri gelişmemiştir.

Orta şiddetteki kontraktiirlerde, bilek fleksörleri, parmakların derin fleksor kasları ve başparmak FPL kası ve median sinir etkilenmiştir. Bilek ve par­maklar fleksiyon pozisyonunda, el ise ekstrinsik kas kontraksiyonu nedeniyle "pençe el" görünü­mündedir. İlave olarak sekonder kompresyon nöropatileri gözlenebilir.

Ağır kontraktiirlerde ise, önkol fleksörler kasları­nın çoğunluğu veya tamamı ile birlikte önkol ekstansörler kaslarının değişik derecelerde tutulumla­rı söz konusudur. Eklem kontraktürleri, nöropati, fraktür sonrası kırık iyileşme sorunları ve yumuşak doku nedbe kontraktürleri gibi sekonder komplikasyonlar tabloya ilave olabilir

Hafif kontraktürlerin tedavisi, yaralanma ile te­davinin başlangıcı arasında geçen süreye, deformi-tenin ağırlığına bağlı olarak değişir. Orta ve şiddet­li kontraktürlerin rekonstrüksiyonu ise, sekonder sinir basılarının rahatlatılması, kontraktürlerin ser­bestleştirilmesi, kayıp fonksiyonunun restorasyon ve salvage prosedürleri olmak üzere dört aşamada yapılmaktadır.

Kompartman Sendromu Nedir

Kompartman Sendromu, Kompartman Nedir

Kompartman sendromu, sınırlı bir alan içerisin­de artmış doku basıncından kaynaklanan ve bu alanda yer alan yapıların, dolaşım ve fonksiyonla­rının bozulmasına sebep olan semptomlar kompleksidir. En sık, ön kol volar yüz ile alt ekstremitenin anterior ve derin posterior kompartmanlarma ait bir tablo olmasına rağmen, vücutta, iskelet kası­nın fasya ile çevrili olduğu her yerde gözlenebilir. İskemiye bağlı olarak, iki ila dördüncü saatte kasta fonksiyonel değişiklikler belirirken, üçüncü saatte kapiller endotelde %30-60 arasında şişme gözlendi­ği bildirilmiştir. İskeminin 30. dakikasında parestezi, hipoestezi gelişir, ancak sinir fonksiyonlarının irreversibl kaybı oniki ila yirmidört saatten önce beklenmez. Kompartman sendromuna yol açan se­bepler arasında en sık yanıklar, fraktürler, sıkı bandaj ve alçı uygulaması, arteryel hasar ve ekstrensek kompresyon yer almaktadır.


Tanı koymada en önemli faktör fizik muayene­dir. Persistan, progresif karakterde ve immobilizasyona cevap vermeyen ağrı, majör kriterdir. Ancak, bilinci kapalı hastalarda ve ileri evre kompartman sendromu varlığında, bu kriter kullanılamaz. Duyu muayenesinde hipoestezi, anestezi varlığı, motor fonksiyonlarda azalma ve kompartmanlarm pal-pasyonunda hassasiyet saptanması tanı koymada yardımcı diğer bulgulardır. Subklinik bir tablo söz konusu olduğunda, bulguları manifest hale getir­mek için pasif kas germe testi uygulanabilir. Klinik muayene dışında, kompartman basınçlarının ölçü­mü gibi objektif yöntemler varolsa da bunlar tanıyı koymada sekonder önem taşımaktadır.

Kompartman sendromunun tedavisi cerrahi fasiyotomidir. Median sinirin karpal tünel hizasında, ulnar sinirin guyon kanalı hizasında serbestleştiril­mesi fasiyotominin ana hedefleri arasındadır. Kol ve el fasyotomilerinden sonra parmakların muaye­nesinde gerginlik, iskemi hissediliyorsa midaksiyal lateral planda yapılan insizyonlarla parmaklar da dekomprese edilmelidir.

Postoperatuvar dönemde el bileği dorsifleksiyonda, parmaklar avuç içerisinde top tutuyormuş gibi hazırlanan istirahat ateline alınır ve elevasyon uygulanır. İnsizyonların çoğu, 5. günde Ödemin gerilemesi ile primer olarak kapatılabilir. Primer ka­patmanın mümkün olmadığı durumlarda, nekrotik dokuların debridmanını takiben insizyonların yer­lerinin onarımı, 10 gün içerisinde uygulanabilen split thickness deri greftleri ile yapılabilir.

Habis Nedir Habis Tumoru Melanoma Sarkom

Habis Nedir, Habis Tümörü, Habis Tümörleri

Yassı epitel hücreli kanser: Elin en sık görülen habis tümörüdür. Habis tümörlerin genişçe bir kıs­mının metastaz yapma potansiyeli mevcuttur. Sık­lıkla ilk metastaz lenf nodlarına olur. Güneş ışığına maruz kalma en büyük etyolojik nedendir; Semp­tomlar asemptomik'den kronik yaraya kadar de­ğişkenlik gösterir. Fizik muayenede küçük hiper-keratotik veya ülsere lezyonlar tesbit edilebilir; elin dorsal yüzünde ise geniş kitleler görülebilir. Mu­ayene sırasında bölgesel lenf nodları muayene edil­melidir. Radyolojik değerlendirmede akciğer grafisi ile metastaz bulgusu aranır. Tedavi sırasında ya­pılan cerrahi eksizyon, tümörün tamamına ilave olarak çevreleyen normal doku engeli ile birlikte yapılmalıdır. Klinik olarak endike ise bölgesel len-fadenektomi yapılmalıdır.

Bazal hücreli kanser: Üst ekstremitede nadir­dir, kist şeklinde, pigmente, kenarları kabarık inci şeklinde görülebilir; subungual yerleşebilir. Orta ve ileri yaşlarda görülür.

Melanoma nedir, Melanoma Belirtileri: Sıklıkla yüksek habasette cilt tümö­rüdür, omuzdan subungual bölgeye kadar her yer­de görülebilir. Pigmente lezyonların görünümü, özellikle renk, nodularite değişikliği veya sınır dü­zensizliği gelişmesi; yeni pigmente alanların oluş­ması ile birlikte büyüklük değişimleri ve renk ka­yıpları; tırnak şekil bozuklukları; kronik tırnak en­feksiyonları ile hasta semptomatik olabilir. Tedavi evrelemeye göre değişkenlik gösterir.

Sarkom nedir, Sarkomlar: Metastazlarını sıklıkla hematojen yolla yaparlar. Alveolar rabdomyosarkom, sinovyal sarkom ve epiteloid sarkom elin sık görülen sarkomlarıdır.

Selim Tumorleri Selim Tumor Nedir Higroma

Selim Tümörleri, Selim Tümör

Higroma Nedir, Higroma Tedavisi (Ganglia): Elin en sık görülen selim yumuşak doku tümörüdür. İçi müsinöz sıvı ile dolu kistik yapıdadır. Kadınlarda daha sık görülür; Etyolojisi tesbit edilememiştir; Vakaların %60-70'inde elbileğinin dorsal tarafında skafolunat ligaman üzerinde, vakaların %18-20'inde volar karpal, %10-20'inde volar retinakuler bölge yerleşimlidir. Dorsal DİP eklem üzerinde heberden nodülü ile birliktelik gösterdiğinde müköz kist adını alır. Asemptomatik olabileceği gibi, güçsüzlük, kitle gö­rünümünden rahatsızlık ve devamlı rahatsızlık ve­ren ağrı ya da sadece hareketler ile oluşan ağrısı şi­kayetleri olabilir.

Tedavi, bir süre konservatif olarak denenebilir, sonuç alınamayan olgularda cerrahi olarak çıkartı­lır, nüks oranı usulüne uygun olarak çıkartılmayan vakalarda oldukça yüksektir.

İnklüzyon nedir, İnklüzyon Kisti veya epidermal İnklüzyon kist: Etyolojide travma sıklıkla bulunur; Travmayı takiben ciltaltında keratin oluşumu ve daha sonra kistik gelişim olur. Gerçek neoplazmlara benzerliği vardır, ayırı­cı tanıda ganglia'dan farkı ışık geçirgen olmaması­dır. Kemiği içine alan olgularda distal falanksda radiolusen soliter lezyon görülebilir. Tedavide kistin tam çıkarılması önerilir.

Lipoma: El tümörlerinin yaklaşık %3'ünü oluş­turur, etyolojisi bilinmemektedir. Elde tenar bölge­de, parmaklarda volar ve dorsal bölgelerde lokalize olur. Yavaş büyüyen kitleler ağrısızdır, sinir ba­sısı ile motor defisit oluşturabilirler, yüzeyel lipom­lar yumuşak ve kolay belirlenir, derin lipomları ta­nımlamak güç olabilir ve sıklıkla serttirler.

Tedavide tanı için, kitlenin yaptığı basıyı rahat­latmak için veya önemli yapılara yaklaşımda güç­lük çıkardığı için eksizyon yapılabilir.

Tendon kılıfının benign dev hücreli tümörü:


Gangliondan sonra elin yumuşak doku tümörlerin­den en sık görülenidir, etyolojisi bilinmemektedir. En sık el parmaklarında lokalize olur. Sıklıkla ağrı­sız büyüme mevcuttur, eklem hareketlerine engel olursa ağrı meydana gelebilir. Fizik muayenede noduler, diffüz ve sert yapıda tesbit edilirler. Teda­visi büyültme altında total çıkartılması şeklindedir. Özellikle yetersiz eksizyon sonrası nüks oranı yük­sektir.

Glomus tümörü, Glomus Tümör: El tümörleri içerisinde %l-5 oranında ve yaşları 30-50 arasındaki kadınlarda da­ha sık görülür. Vakaların yarısı subungual yerle­şimlidir. Semptomları ciddi ağrı, hassasiyet, soğu­ğa duyarlılık, krizler (patognomoniktir) ve ağrının sürekli olmaması şeklinde sıralanabilir. Fizik mu­ayenede tırnak yatağında sırtlaşma, düzensizlik, sı­cak ve dokunma ile duyarlılık tesbit edilebilir, tır­nak tabanında ise sıklıkla mavi veya kırmızımtırak lekeler görülebilir.

Tedavi, büyültme altında ve tırnak yapılarına zarar vermeyecek şekilde uygulanan total ekstir-pasyon şeklinde yapılmalıdır.

Enkondrom: Eldeki en sık görülen primer ke­mik tümörüdür. Proksimal falanksa yerleşmeye eğilimlidir. Başlıca semptomu mikro kırıklara bağ­lı ağrıdır. Fizik muayenede hassasiyet, genellikle kırığa bağlı şişlik görülür. Tedavisi küretaj ve taki­ben serbest kemik grefti uygulanması şeklindedir.

Osteokondroma: Genellikle metakarp ve prok­simal falanks yerleşimlidir, asemptomatikdir, geli­şim bozukluğu ve angulasyon oluşturabilir. Fizik muayenede küçük tubuler kemiklerin metafiz bö­lümünde kemik çıkıntıları tesbit edilebilir. Rönt­gende korteks izdüşümü normal korteks ile de­vamlılık gösterir. Tedavide iskelet matüritesi ta­mamlanmış ise tümör çıkartılır. Angulasyon ve ro­tasyon için gerekiyorsa gerekli düzeltmeler ilave edilir.

Osteoid osteoma, Osteoid Osteom Proksimal falanks da ve nadi­ren el bileği kemiklerinde görülür. Hastaların %50 si karakteristik olarak ağrılarını azaltmada aspirin­den fayda görür. Fizik muayene bulgusu bölge üzerinde hassasiyet varlığıdır. Röntgende radiolu-sent nidus ile çevresinde eksentrik skleroz görülür. Kemik sintigrafisi veya BT yapılabilir. Tedavide scopi kontrolü altında küretaj uygulanır; lezyon tam olarak çıkarılabilmiş ise prognoz çok iyidir.

El Kiriklari El Bilegi Parmak Kiriklari

El Kırıkları, El Bileği Kırıkları, El Parmak Kırıkları

El kemiklerinin kırıkları, kırık hattının şekli, ye­ri, kırığın açık ya da kapalı oluşuna göre sınıflandı­rılır. Açık kırıklar cilt yaralanması ile birlikte olan kırıklardır. Kırığın durumunu değerlendirebilmek için, redüksiyon öncesi ve sonrasında tam ön-arka ve yan radyografiler gereklidir. Oblik grafiler ile eklem yüzeyindeki yaralanmalar daha iyi değer­lendirilebilir.

Genel kural olarak travma tedavisinin prensip­leri el kırık ve çıkıklarında da geçerlidir. Tedavide genel olarak eldeki kırık ve çıkıklarda kapalı yakla­şım tercih edilmeli, cerrahi gerekli ise en basit yak­laşım seçilmelidir. Nadir birkaç durum hariç, el ya­ralanmalarının tedavisinde 3 haftadan fazla immobilizasyon yapılmamalıdır. Klinik kaynama radyo­lojik kaynamadan birkaç hafta önce gerçekleştiği için, klinik olarak stabilite mevcut ise erken hareket verilmelidir.

Metakarp ve falanks kırıklarında, çoğunlukla kapalı repozisyon ve uygun pozisyonda atelleme ile iyi fonksiyonel sonuçlar elde edilir. Eklem yüze­yine uzanan deplase büyük fragmanlarda, ligament veya tendonla birlikte olan avulsiyon kırıkla­rında, tendon veya yumuşak dokuların kırık frag­manlar arasına girerek repozisyonu engellediği kı­rıklarda, çok parçalı veya tespitsiz elde fonksiyonel pozisyonun sağlanamadığı durumlarda ve açık kı­rıklarda ise cerrahi tedavi yapılır.

Bennett kırığı: Birinci metakarp tabanında çı­kıkla birlikte olan eklem içi kırıktır. Birinci meta-karpın şaftı, tabanına yapışan abduktor pollicis longus kasının karşılıksız çekmesine bağlı olarak laterale disloke olur. Medial parça, volar oblik liga-mana bağlı olduğundan yerinde kalır. Tedavide kapalı repozisyon denemeleri başarısız olduğu za­man, açık redüksiyon yapılmalıdır.

Rolando kırığı: Birinci metakarpm tabanında oluşan "T" veya "Y" tipi kırıktır. Kırıktan sonra post-travmatik artrit gelişmesini önlemek için ana­tomik redüksiyon önemlidir. Traksiyonla redüksiyondan sonra kapalı çivileme yapılır.

Metakarp kırıkları, Metakarp Kırığı: Distal falankstan sonra en sık metakarp kırıkları ile karşılaşılır. Metakarp kı­rıkları anatomik yerine göre baş, boyun, cisim ve taban kırıkları olarak sınıflandırılır. Metakarp başı kırıkları sıklıkla kollateral ligament yaralanmaları ile birliktedir. Eklem yüzeyinin % 20-30'undan da­ha fazla veya 2 mm.den fazla deplase kırıklarda cerrahi tedavi yapılmalıdır.

Metakarp boyun kırıkları genellikle direkt dar­be sonucu oluşur. En sık beşinci metakarpta görü­lür ve boksör kırığı olarak adlandırılır. 15°'den faz­la palmar acılanmalarda kapalı repozisyon yapıl­malıdır. Dördüncü ve beşinci metakarp boynunda 40°'ye kadar olan kalıcı acılanmalar kabul edilebi­lir. İkinci ve üçüncü karpometakarpal eklemde ha­reket olmadığı için, işaret ve orta parmak boyun kı­rıklarında 15°'den fazla kalıcı açılanma kabul edil­mez.

Metakarp cisim kırıklarında kısalık ve malrotas-yon problemleri sık görülür. Redükte edilemeyen durumlarda açık redüksiyon gereklidir.

Proksimal falanks kırıkları nedir: Proksimal falanks kırıklarında, fleksör veya ekstensör tendonun kallusa yapışması parmakta sertliğe yol açar. Stabil, deplase olmamış kırıklar atel ile tedavi edilmeli ve erken hareket verilmelidir. Deplase kırıklarda açı­lanma tepesi daima palmar yöne doğru olur. Eklem dışı deplase kırıklar, atel ile iyi tespit edilemiyorsa kapalı redüksiyon ve perkütan çivileme yapılır. Perkütanöz fiksasyon yapılamayan kırıklarda açık redüksiyon yapılmalıdır. Proksimal falanks kırıkla­rında malunion, malrotasyon ve PIP eklem hareket kaybı gibi komplikasyonlara sık rastlanır.

Proksimal interf alangeal eklem kırık ve çıkık­ları: Proksimal interfalangeal eklem kırık ve çıkık­larına sık rastlanır ve iyi tedavi edilmezse sakatlığa yol açar. Eklemin % 30'undan fazla olan kırıklarda kapalı tedavi genellikle başarısız olur.

Orta falanks kırıkları: Orta falanksın palmar yüzeyine yapışan fleksör digitorum süperfisialis ve dorsal yüzeye yapışan ekstensör tendonun santral slipi kırığı deforme eden kuvvetleri oluşturur. FDS yapışma yerinin distalindeki kırıklarda açılanma te­pesi palmar yöne, proksimalinde ise açılanma dor­sal yöne olur. Eklem içi kırıklarda 2 mm.den fazla deplasman olduğunda veya rotasyon sebebiyle deformite gelişirse açık redüksiyon yapılmalıdır.

Distal falanks kırıkları: Distal falanks kırıkları çok sık görülür. Distal falanks cisim kırıkları dışın­da eklem içi fleksör veya ekstensör tendon avulsi-yonlarıyla birlikte olan kırıklar da meydana gelir. Falanks kırıkları sıklıkla tırnak yatağı yaralanmala-rıyla birliktedir. Açık kırıklarda, tırnak yatağı tami­ri yapılır ve kırık atele alınır. DİP eklem sertliğini önlemek için erken harekete izin verilmelidir.
Fleksör digitorum profundus avulsiyonları ge­nellikle distal falankstan ayrılan küçük bir kemik parça ile birlikte oluşur ve cerrahi olarak tedaviyi gerektirir.

Mallet finger yaralanması, distal falankstan eks­tensör tendonun veya tendonun kemik parça ile birlikte kopmasıdır. Mallet finger yaralanmaları, çoğunlukla 6 hafta süreyle sürekli kullanılan ekstansiyon ateli ile tedavi edilir. Kapalı redüksiyonun iyi olmadığı kemik parça ile birlikte olan mallet finger'da cerrahi tedavi yapılmalıdır.

Komplikasyonlar: El yaralanmaları sonucu malu-nion, kaynamama, tendonun kırık hattına yapış­ması, enfeksiyon ve eklem hareketlerinde sınırlan­ma gibi komplikasyonlar meydana gelebilir. Yum­ruk yapılmış bir elde tüm parmak aksları Skafoid tüberkülü gösterir; Kaynama sonra­sı rotasyon problemi var ise ilgili parmaklarda mal-rotasyon görülür.

El Yaniklari El Yanigi Kimyasal Yaniklar

El Yanıkları, El Yanığı ve Tedavisi

Yanık nedeniyle hastaneye başvuran tüm olgu­ların yüzde sekseninde el yanıklarının görülmesi konunun ciddiyetini göstermektedir.

Birinci ve ikinci derece yüzeysel yanıklar yeter­li tedaviyle sorunsuz iyileşirken, ikinci derece de­rin ve üçüncü derece yanıklarda epitelizasyon ye­tersizliği sonucu tam iyileşme olmamakta ve komplikasyonlarla sonuçlanmaktadır. Hareket ettirilmeyen bir elde, fibröz çatı üzerinde kollagen yapımı oluşarak daha önce kaygan olan yüzeylerin yapışıklıklarına neden olmakta, oluşan bu kollagen liflerinin kısalması sonucu da kontraktürler gelişe­rek genellikle MP eklemde hiperekstansiyon, PIP ve DİP eklem seviyelerinde fleksiyon, başparmakta addüksiyon, el bileğinde volar fleksiyon kontrak-türleri gelişmektedir.

Termal yanıklar: En sık görülen yanık türü olup yanıkların %80-90'mı kapsar. Termal yanık­larda elin dorsal digital bölgesi deri ve derialtı do­kusunun ince ve eklem kapsülünün de yüzeyel ol­ması nedeniyle büyük risk taşır. Avuç içi derisinin kaim olması ve yağ bezlerinin fazla olması, ikinci derece yanıklarda epitelizasyona ve iyileşmeye yardım eder. Termal yaralanma sonucu oluşan 3. derece yanıklarda oluşan eskar dokusu eskarotomi yapılarak rahatlatılmalıdır .

Termal yanık sonrasında ödem çoğu zaman fas-ya üzerinde kaldığı için, kaslara kadar inen derin yanık oluşmamışsa fasyotomi yapma gerekliliği yoktur.

Elektrik yanıkları, Elektrik Yanığı: Elde oluşan elektrik yanıkla­rı alev ve haşlanma tipindeki yanıklardan tama­men farklı olup, değişik takip ve tedavi gerektirir. Akımın voltajı, amperi, kontakt noktasının direnci ve süresi elde oluşacak yanığı etkiler. Elektriksel yaralanma termal yaralanmada görülen düzlemsel hasara ek olarak derinlemesine de hasar oluşturur ve yanık ekstremitede progressif bir doku nekrozu meydana getirir. Kan damarları iyi bir elektrik taşıyıcısıdır ve bundan dolayı orijinal yaralanma böl­gesinin çok uzağında da damar endotel hasarı olu­şabilir. Bazen distal nabızlarlarda palpasyon alın­masına rağmen periferik dolaşım bozukluğu geli­şebilir.

Yüksek voltaj yaralanmaları en riskli olan yara­lanmalardır ve ekstremitelerin kaybıyla sonuçlana­bilirler. Bu tip yaralanmalarda ilk yardım sonrasın­da ilk yapılacak müdahale etkilenmiş olan ekstremitelere geniş fasyotomi yapılmasıdır. Bu yaralan­malarda debridman yapılırken kas yönünden radi­kal davranılırken tendon ve sinir yönünden müm­kün olduğu kadar konservatif kalınmalıdır.

Kimyasal yanıklar, Kimyasal Yanık: Termal ve kimyasal yanık­lar arasındaki temel fark kimyasal yanıklarda aja­nın inaktive edilmesine kadar geçen süre içerisinde oluşturduğu doku harabiyetinin devam etmesidir. Kimyasal yaralanmadan sonra muayenede yanık derinliğinin saptanması son derece güçtür. Termal yaralanmaların aksine tam kalınlıkta harabiyet ya­ratan bir kimyasal yanık hafif bir renk değişikliği ile sağlam bir deri görünümünde olabilir. Tedavi­de kimyasal madde hemen uzaklaştırılır ve yanık tedavisi uygulanır.

Temel tedavi ilkeleri: Elin birinci ve yüzeyel ikinci derece yanıkları semptomatik olarak tedavi edilirler. Temel yanık bakım ilkelerine ilave olarak el elevasyonu, erken atelleme, erken dönemde aktif ve pasif hareketler ve rehabilitasyon önerilmelidir. Derin 2. derece ve 3. derece yanıklarda ise debridman , greftleme veya lokal, uzak fleplerle onarım olabildiğince erken yapılmalıdır.

El Enfeksiyonlari El İnfeksiyonu

El İnfeksiyonları, El Enfeksiyonları

El ve parmak infeksiyonları genellikle yeteri ka­dar önemsenmeyen yaralanmalardan oluşmakta, tedavi edilmeyen olgularda hızlı ve dramatik bir şekilde gelişerek ödem, fibrozis, ve kontraktürler gelişebilmekte, özellikle diabet, immün yetmezlikli hastalar gibi yüksek risk taşıyan gruplarda ise ağır yaralanmalar kadar sakatlayıcı sonuçlara neden olabilmektedir.

En sık görülen etken Staphylococcus aureus'tur. İnfeksiyon parmağın ve elin çeşitli yerlerinde spe­sifik olarak lokalize olabilir. İlk 24 saat içerisinde tanı konulabilir ise erken antibiotik veril­mesi, atelleme ve istirahat infeksiyonun yayılmasını önleyebilir, fakat abse oluşmuş ise absenin dre­najı gerekir. Abse tam oluşmadan kesi yapılır ise doğal bariyerin ortadan kalkarak sellülit ve lenfan-jit gelişebileceği; gereksiz dokulara insizyon yapıl­ması durumunda ise, infeksiyonun sağlam dokula­ra yayılabileceği hatırlanmalıdır.

Genel tedavi prensipleri, istirahat, elevasyon, fonksiyonel pozisyonda immobilizasyon, erken re­habilitasyon, bakteriyel kültür, duyarlılık testleri­nin yapılması, insizyon ve drenaj, intravenöz anti­biotik tedavisi ve gerekir ise hastanede yatarak te­davi şeklinde özetlenebilir.

Panaris (Paronychia): Parmakların en sık görü­len infeksiyonu olup, tırnak çevresi dokusunun (paronychium'un) iltihabıdır. Etken sıklıkla Stafilo-kokus Aureus'tur. Akut panariste infeksiyon tırnak çevresinde selülit ve eritem ile başlar ve tırnak altı­na yayılır. Zonklayıcı ağrı ve abse formasyonu mevcuttur.Tedavi, başlangıç döneminde ve hafif olgularda, yıkama banyoları, atelleme ve antibiotik uygulaması şeklinde yapılır. Geç dönemde ve cid­di olgularda ise cerrahi tedavi gerekir: İnfeksiyon yüzeyel ise abse üzerine uygulanan bir keşi ile dre­naj sağlanır).


infeksiyon yalnız bir kenarda ise, eponişial kıv­rım bisturi ucu ile gevşetilip infeksiyona yakın ta­raftaki tırnak kenarı longitüdinal olarak kesilerek çıkartılır, granülasyon dokusu temizlenir; İnfeksi­yon yaygınsa, dorsal deri tırnak köküne yapılan iki adet keşi ile tırnak kökü ortaya çıkartılır, granülas­yon dokusu temizlenir ve gerekiyorsa tırnağın proksimal kısmı eksize edilerek distal kısmı tırnak yatağına yapışık bırakılır.

Dolama (Felon): Parmak pulpasmm süpüratif subkutan absesidir. Pulpa şiş, kırmızı ve oldukça serttir. Fluktiasyon alınamaz, zonklayıcı bir ağrı vardır, el aşağıya sarkıtıldığı zaman ağrının şidde­ti artar ve genellikle analjeziklere cevap vermez. Abse drene olmaz ise, gelişerek fleksor tendon kılı­fında pürülan tenosinovite, eklemde atrite, ve osteomiyelite neden olabilir .Tedaviye ilk 24 saat içeri­sinde geniş spektrumlu antibiotikler ile başlanılır; Atelleme ve elevasyon uygulanır. Belirtiler gerile­mez ise, gecikmeden insizyon ve drenaj uygulanır.

Parmakların subepitelial pürülan infeksiyonları: Deride lokalize, belirgin bir kabarıklık vardır. Ağrı ve sistemik reaksiyon yoktur. Eğer subepiteli­al bir abse ince bir fistülle deri altına yayılır ise bu­na "düğme deliği absesi" adı verilir.

Fleksör tendon kılıflarının süpüratif infeksiyonları: Erken ve yeterli tedavi edilmediği zaman elin en sakatlık bırakan infeksiyonudur. Tendon kı­lıfı infeksiyonları delici, ezici yaralanmalar veya te­davi edilemeyen yüzeyel infeksiyonlar sonucu gelişir.Eğer tedavi geciktirilir ise tendon içi basıncın artması ile tendon dolaşımı bozulur ve tendon nek­rozu ile sonuçlanır. Kanavel'in dört kardinal bul­gusu (parmaklar pasif ekstansiyon ile ağrılı, par­makların fleksiyon pozisyonunda tutulması, avuç içi dahil simetrik şişlik ve tendon kılıfında hassasi­yet) mevcuttur.İnfeksiyon ilerler ise, thenar ve midpalmar bölgelere yayılabilir; Ulnar ve radial taraf ulnar bursalarmda iltihatlanması ile "atnalı abse" gelişebilir.

Tanı konulur konulmaz drenaj yapılmalıdır. Ağır olgularda, tendon kılıfı orta falanks ve avuç içi distalinden açılıp kılıf içerisine irrigasyon direni yerleştirilerek irrigasyon uygulanır; I.V. antibiyotik tedavisine başlanılır.

Tendon Transferi Tendon Transfer

Tendon Transferi, Tendon Transfer

Tendon transferi, sağlam bir tendonun yapışma yerinden ayrılarak sinir innervasyonu ve kan akı­mını kaybetmeden -yönünü değiştirecek şekilde-diğer bir noktaya nakledilmesi işlemidir.


Endikasyonları, paralitik kas fonksiyonunun restorasyonu; rüptüre veya avülze olmuş bir ten-don/adele ünitesinin replasmanı; deforme bir elde dengenin sağlanması olarak sıralanabilir.

Median sinir felcinde tendon transferleri

El bileği seviyesindeki (alçak seviyeli) median sinir felcinde, elin duyusunun 2/3'ü, tenar kaslar, radial taraf iki veya üç lumbrikal kas etkilenmekte, klinik olarak tenar bölgede atrofi, başparmağın çimdikleme ve oppozisyon hareketlerinde eksiklik görülmektedir. Dirsek seviyesindeki (yüksek sevi­yeli) median sinir felcinde ise, el bileği fleksorlan ve uzun parmak fleksorları da etkilenmiş olduğu için mevcut klinik tabloya elin kavrama fonksiyon­daki bozukluk da ilave olmaktadır.

Median sinir felcinin tedavisinde uygulanacak olan tendon transferlerindeki amaç, kaybolmuş olan intrinsik ve ekstrinsik kas gücünün restoras­yonu, başparmağın motor fonksiyonlarının ve op­pozisyon hareketinin tekrar kazandırılmasına yö­neliktir

Ulnar sinir felcinde tendon transferleri

Etyolojisi ne olursa olsun ulnar sinir paralizisin-de ortaya çıkan problemler, motor (primer defekt: paralizi, sekonder defekt: kontraktürler v.b.), ve duyusal (primer defekt: koruyucu duyu kaybı, se­konder defekt: ülser ve yaralar) olmak üzere iki ana grupta toplanabilir.

Ulnar sinir ile innerve olan adelelerin felcine bağlı olarak fonksiyon dışı kalmış olmaları, elde pençe el deformitesine, yakalama gücünün %60 oranında azalmasına, asenkron parmak hareketle­rine, parmakların lateral mobilitelerinin ortadan kalkmasına, işaret parmağı ve başparmak arasın­daki tutuş gücünün azalmasına sebep olabilir. An­cak ortaya çıkan deformite ve sınırlamaların hasta­nın yaşamını ne şekilde etkileyeceği kişisel faktör­ler ile belirlenir.

Radial sinir felcinde tendon transferleri

Radial sinir felcinde el bileği, parmaklar ve baş­parmağın tüm ekstrinsik ekstansör kasları felçlidir. El açılamayıp, elbileği kavrama için stabilize edile­mez. Başparmak ve parmakların tümü ekstansiyon fonksiyonunu kaybetmiş, başparmağın abdüksiyo-nu ve stabilizasyonu zayıflamıştır; Ancak, en önem­li eksiklik el bileğindeki aktif ekstansiyon fonksiyo­nunun kaybına bağlı olarak el bileği stabilizasyonunun ve buna bağlı olarak elin kavrama ve özellikle kuvvetli tutma fonksiyonlarının bozulmasıdır.

Radial sinir felci sonrası kavrama gücünde yak­laşık %77, anahtar tutma gücünde %33 ve başpar­mak palmar abduksiyonunda %53 azalma tesbit edilmiştir. Bu fonksiyonların tekrar kazandırılabilmesi için uygulanacak en iyi rekonstrüksiyon yön­temi tendon transferleri olup, kullanılan transfer teknikleri ise kullanılan donör tendonlara göre de­ğişmektedir

Sinir Yaralanmalari Periferik Yaralanmasi

Sinir Yaralanmaları, Periferik Sinir Yaralanması

Mikrocerrahi teknikler uygulanılarak çapları 1 mm. den daha küçük periferik sinir fasiküllerinin onarımlarının gerçekleştirilmesi, periferik sinir onarımlarına yeni, somut ve alternatif boyutlar ka­zandırmış, tedavinin kalitesi, süresi ve sonuçlar bü­tünüyle değişmiştir.

Sinir iyileşmesini etkileyen faktörler: Yaralanma ile ilgili faktörler (sinir yaralanmasının seviyesi,yaralanmanın oluş mekanizması, lezyonun devamlılığı, defektin genişliği, sinirin tipi, çevreleyen dokunun durumu, eşlik eden yaralanmalar, distal bölümün bütünlüğü), Hasta ile ilgili faktörler (yaş, motivas­yon, rehabilitasyon), Cerrah İle İlgili Faktörler (za­manlama, onarım tekniği, çevre yumuşak dokunun durumu) olarak olmak üzere üç ana başlık altında toplanabilir.

Sinir yaralanması sonucu oluşan uzamış adele dejenerasyonunda, kasılabilir yapılarda fibroz ve yağ dokusu infiltrasyonu gelişir. Bu değişiklikler 18 ay ile 24 ay kadar sürebilir ve bu sürenin aşılma­sı durumunda motor iyileşme şansı çok azalır (mo­tor plak atrofisi). Duyu fonksiyonunun dönüşünde zaman sınırlaması yoktur.

Etkili bir sinir tamiri duyusal, motor ve otono-mik aksonların distal uç organları ile uygun bağ­lantı yapmalarına bağlıdır. Sinir tamirinin sonuçla­rı, tamirin seviyesi ve zamanlamasından, yaralan­manın şekli ve yaygınlığından, yaralı fasiküllerin anatomisi ve adaptasyonundan, uygulanan cerrahi teknik ve hasta faktörlerinden etkilenir.

Onarım teknik olarak, 10 ila 25 büyültme altın­da, periferik sinirin çeşitli anatomik noktalarından geçen 10/0 veya 11/0 naylon sütürler ile sinir uçla­rının uygun bir şekilde yaklaştırılarak adapte edil­meleri şeklinde yapılır.

Onarılamayan periferik sinir felçleri sonrası ge­lişen motor ve duyusal kayıplar, el ve üst ekstremite fonksiyonlarında büyük eksikliklere neden ol­makta, etyoloji ne olursa olsun periferik sinir felçle­ri sonucu ortaya çıkan bu tablo, kişinin günlük ya­şamını ve sosyo ekonomik durumunu olumsuz olarak etkilemektedir. Bu gibi kompleks bir soru­nun çözümünde, özellikle motor fonksiyonların cerrahi restorasyonunu sağlayan tendon transferle­ri tedavi seçenekleri arasında ilk sırayı almaktadır.

Tendon Yaralanmalari Fleksor Yaralanmasi

Tendon Yaralanmaları, Tendon Yaralanması Nedir

Fleksor tendon yaralanmaları, Flexor Tendon Hastalığı

El ve elbileğinde oniki adet ekstrinsik fleksör tendon mevcuttur; Bunlardan üç tanesi bilekte sonlanarak parmak ekstansörleri ile sinerjik olarak hareket ederler. Her interfalengeal eklem için ise birer adet olmak üzere dokuz parmak fleksörü vardır ve herbiri avuç içi orta seviyesinde başlayan halka ve çapraz pulleylerden oluşan fibro-osseos bir kanal içerisinde hareket ederler.

Yapılacak cerrahi girişimlerin kriterlerini tesbit etmek ve tedavi sonrası sağlanan sonuçları değer­lendirmede kolaylık sağlamak amacı ile fleksor tendonlar beş anatomik bölgeye (Zone) ayrılmıştır

Değerlendirme, hastanın genel ve özel hikayesi­nin ardından hastanın yaşı, dominant eli, mesleği, hobileri, genel sağlık durumu gibi cerrahi planlama ile ilgili diğer faktörler kaydedilmelidir.Yaranın değerlendirilmesi sırasında her iki parmak fleksor tendonu ayrı ayrı test edilmeli, gerekli ise yara eksplorasyonu yapılmalıdır.

Tedavi edilmemiş veya yetersiz tedavi edilmiş parmak fleksör tendon yaralanmaları genellikle ciddi sakatlıklara yol açabilmektedir. Bu yaralan­malar doğru ve tam olarak teşhis edilmeli, hemen tüm fleksör tendon yaralanmaları ameliyathane şartlarında, genel veya regional anestezi altında, pnömatik turnike uygulanarak ve deneyimli cerra­hi ekip tarafından usulüne uygun olarak onarılmaZone 3, 4 ve 5'teki tendon ve eşlik eden yapıların yaralanmaları acil cerrahi onarımı zorunlu kıl­maktadır. Daha kompleks olan Zone 1 ve 2'deki ya­ralanmalar için yara geçici olarak kapatılıp tendon onarım zamanı, uygun şartlar sağlanıncaya kadar geciktirilebilir.

Yaralanma sonrası tendon onarımının zamanla­ması son derece önemlidir. Yaralanmadan sonraki ilk 24 saat içerisinde yapılan onarımlar "primer onarım", bir ila ondört gün arasında yapılan ona­rım "gecikmiş primer onarım", iki ila beşinci hafta­lar arasında primer sütür ile uygulanan onarıma "erken sekonder onarım", beşinci haftadan sonra tendon grefti ile yapılan onarım ise "sekonder ten­don onarımı" olarak isimlendirilir.

Her bir "Zone"daki yaralanmanın kendine öz­gü tedavi seçenekleri ve sonuçları vardır. Tendon onarımı sonrası sık olarak rastlanın komplikasyonlar, tendonun kopması, tendonun az kayması, fleksiyon kontraktürü, aşırı nedbe oluşumu, ağrı, ödem ve infeksiyon olarak sıralanabilir.

Ekstansör tendon yaralanmaları: Ekstansör tendon yaralanmaları fleksör tendon yaralanmaları kadar ağır fonksiyonel kayıplara neden olmamakla birlikte, mekanizmalarının daha karmaşık olması nedeniyle, yaralanmaları halinde özellikle parmağın postür ve dengesinin bozulmasına sebep olabi­lirler.

Ekstansör tendonlar el dorsumundaki seyirleri sırasında fiziksel özellikleri ve kayma amplitüdleri bakımından farklılık gösterdiğinden, önkol proksi-malinden parmak ucuna kadar olan bölgede çeşitli bölgelere -zone'lara ayrılarak incelenir ve tedavi edilirler. Ekstansör tendonlarm yara­lanmaları sonucu oluşacak sakatlık, yaralanma se­viyesi ile doğrudan ilgilidir: DİP eklem seviyesinde oluşabilecek hasara "mallet deformitesi" adı veril­mektedir; Kırığa, tendonun yapıştığı yerden yer­den kopması veya kesilmesine bağlı olarak gelişe­bilir

PIP eklem üzerindeki kapalı veya açık bir yara­lanma "boutonniere deformitesi"ne yol açabilir; Normalde eklemin dorsalinde yer alan lateral bandlar santral ekstensör mekanizmanın hasarlanması üzerine volare kayarak PIP ekleme fleksiyon yaptılar. Bu durum ekstansör mekanizmanın kı­salmasına ve DİP eklemde hiperekstansiyona ne­den olur. Her iki bölge yaralanmalarında primer onarım yapılabildiği gibi, kapalı yaralanmalarda ve uygun olgularda konservatif tedavi uygulanabi­lir.

El Yaralanmalari El Yaralanmasi Tedavisi

El Yaralanmaları, El Yaralanması

Majör el yaralanmalarının gerçek anlamda takip ve tedavisi, yeterli imkanları olan merkezlerde tec­rübeli el cerrahları tarafından yapılmalıdır; Bunun yanında ciddi yaralanmaların acil şartlarda bakımı konusundaki temel prensipler, bu sorumluluğu alan bütün hekimler tarafından bilinmelidir.

Replantasyon : İnsan elinin insan gözünün gö­rebileceğinden daha ince işler yapabilme yeteneği­ne dayanan bir teknik olan mikrocerrahi teknikler kullanılarak çapları 1 mm.den de küçük olan da­marların ve ince sinir fasiküllerinin onarılmalarının gerçekleşmesi ile ampute olmuş el, kol ve parmak­lar tekrar yerine dikilerek (replante edilerek) ya­şam, duyu ve fonksiyon kazanabilirler.

Replantasyon ameliyatına karar vermede, ame­liyatın teknik olarak yapılabilirliğinin tartışması yanında, alınabilecek fonksiyonel ve estetik sonu­cun, hasta için değerlendirilmesi de önem kazan­maktadır.
Replantasyonun yapılabilirliğine, bazen ilk mu­ayenede, bazen de ancak ameliyat esnasında karar verilebilir. Bu karada gözönüne alınacak başlıca hususlar: yaralanmanın şekli ve kopan parçanın durumu ile, kazadan geçen süre ve ilk yardımın ne şekilde olduğudur.

Amputasyon keskin bir cisimle olmuşsa -giyo­tin tipi amputasyon- replantasyon daha kolay ve iyi sonuç alınacak, buna karşılık parçalanma ya da ağır ezilme -crush tipi amputasyon- replantasyonu olanaksız kılabilecektir.
Kazadan sonra replantasyon yapılana kadar ge­çen süre ve bu süre içinde ampute parçanın koru-nuş ve taşmış şekli de önemlidir. Genel kural olarak, kopmuş parmağın kansız kalmaya 8-10 saat dayanabileceği, el ve kol için bu sürenin 6 saate ine­bileceği söylenebilir; ancak kopan parça hiç gecik­meden soğutulursa, 0 ile +4 derece arasında bakte­ri üremesi, adele otolizi, metabolik asidoz ve plaz­ma kaybı azalacağı için, hele kas dokusu olmayan parmak amputasy onlarında, 12-24 saat sonra dahi replantasyon denenebilir.

Genel değerlendirmede, anamnezdeki psikiatrik sorunlar, diabet, aterosklerotik hastalık, miyokard infarktüsü gibi çok uzun sürecek bir ameliyat için kontrendikasyonlar yanında; yaralının yaşı, mesle­ği, uğraşları, ayrıca kopan kısmın dominant elde, başparmak, birden fazla parmak olması ve ampu-tasyon düzeyi de göz önüne alınmalıdır.

Çocuklar, estetik görünüm ve mesleki gereksin-' menin önem kazandırdığı durumlar, uygun lokal şartlar da başlıca genel indikasyonları oluşturur.

Lokal durumun değerlendirmesine geçildiğinde ise: Başparmak -sayılan kontrendikasyonlar dışın­da- her olguda replante edilmeye çalışılmalı; Bir­den fazla parmağın amputasyonlarında kopan par­makların mümkünse hepsi önem sırasına göre rep­lante edilmeye çalışılmalı; Başparmak dışında di­ğer parmaklar sağlamken tek bir parmağın replan-tasyonu ise, ancak normale yakın fonksiyonel so­nuç beklenebilecek uygun olgularda, çocuklarda ya da özel bir gereksinim varsa, denenmelidir. Tam amputasyonlarda İlk Yardımda düşülünecek ilk şey, kopmuş olan parçanın atılmaması, kaza yerin­de unutulmaması ve uygun bir şekilde korunmaya alınmasıdır.


Bilinmesi gereken çok önemli bir nokta, proksimal güdükten olan kanamanın bir kompres sargısı ve yaralı uzvu yukarı kaldırarak hemen herzaman durdurulabileceğidir.Turnike çok istisna durumlar dışında gerekmez; uygulaması profesyonelce ya­pılmadıkça zararlı olabilir ve amputasyon duru­munda konulmasına hemen hiçbir zaman gerek yoktur.

Yara içine antiseptiklerin sürülmesi, damar ligasyonu, yaranın eksplorasyonu, dikiş veya agraf konulması replantasyonu imkansız kılabilecek sa­kıncalı girişimlerdir.

İlk yardım, hastanın genel durumunun kontrolü, varsa diğer yaralanmaların saptanması; analjeziklerin, tetanoz rapelinin ve antibiotiklerin injeksiyo-nu, ağızdan birşey verilmemesi ve yaranın kompresyonlu bir şekilde steril olarak sarılması şeklinde anlaşılmalı; kopan parça serum fizyolojik ile yıkan­mış ve mümkünse steril sargı ile sarılmış şekilde plastik bir torbaya), bu torba da için­de buz dolu bir başka kaba konulmalı proksimal bölümde usulüne uygun ola­rak kanama kontrolü yapılmalı, tam olmayan ciddi yaralanmalarda yara sıkmayan steril pansuman ile sarılıp üzerine buz dolu plastik bir torba konularak replantasyon yapılacak ilgili merkeze -daha önceden haber verilerek- vakit geçirilmeden gönderilmelidir.

El ve parmak amputasyonları, amputasyon nedir : Elin bir bölü­münün veya tamamının amputasyon ve dezartikülasyonları, travma sonucu oluşmuş ve mikrocerrahi yöntemler uygulanarak onarılamayacak durum­daki ağır yaralanmalarda, akut ya da kronik tıbbi veya cerrahi girişimlere olumlu cevap vermeyen periferik vasküler hastalıklarda, infeksiyonlarda, tümöral, nörolojik ve doğumsal nedenler ile uygu­lanabilir.

Amputasyon yahut dezartikülasyon planlanır­ken, fonksiyonel boyun korunulmasma, duyu ve hareketliliğin korunmasına özen gösterilmeli, koz-mezis gözardı edilmemelidir. Amputasyon ve sevi­yesinin seçiminde kişinin yaşı, cinsi, mesleği, hobi­leri, dominant eli, konu ile ilgili davranışı ve bek­lentilerinin yanında, yaralanmanın yeri,şekli,zamanı ve genişliği belirleyici rol oynamaktadır

Dogumsal El ve Parmak Anomileri Anomisi

Doğumsal El Anomisi, Doğumsal Parmak Anomileri

Doğumsal anomaliler, tüm canlı doğumların yaklaşık %7'sinde görülmektedir. Bu bebeklerde üst ekstremiteye ait anomaliler %15 oranında orta­ya çıkmakta ve bu olguların da %10'unda önemli fonksiyonel veya kozmetik deformiteler görülmek­tedir. Etyolojide, genetik (%30), nongenetik (%10) ve sebebi bilinmeyen (%60) faktörler rol oynamak­tadır.

Doğumsal üst ekstremite anomalileri, ekstremi-tenin değişik embriyolojik yetersizliklerinden etki­lenmesine göre yedi gruba ayrılmıştır:

1. Kısımların oluşmasındaki yetersizlik:
a. Transvers : Dirsek altı amputasyonu, Brakidaktili
b. Longitudinal: Fokomeli, Radial eksiklikler, Ulnar eksiklikler
2. Büyüme gerilikleri: İsole hipoplazi, Poland Sendromu
3. Kısımların ayrılmasındaki yetersizlik: Sindakti-li, Synostozis
4. Duplikasyonlar: Preaksial polidaktili, Postaksial polidaktili
5. Aşırı büyümeler: Makrodaktili
6. Doğumsal konstrüksiyon band sendromu
7. Genel iskelet anomalileri ile birlikte görülen el anomalileri.

Doğumsal anomalilerde uygulanacak olan cer­rahi tedavinin amacı, el fonksiyonlarının korunma­sı ve arttırılmasına; elin ve ekstremitenin en azın­dan kabul edilebilir bir görünüm kazanmasına yö­nelik olmalıdır. Aynı olgularda cerrahi girişimin zamanlaması ise, parmakların konjenital konstrük­siyon band sendromunda olduğu gibi ilgili ekstre­mite bölümlerinin yaşamı söz konusu ise, acil cer­rahi girişim gerekebilir. Eğer deformite büyüme ile daha da ciddi boyutlar kazanacak ise cerrahi giri­şim bir yaşından önce yapılmalı; eğer ameliyat son­rası kazanılacak parmakların kullanımda kortikal readaptasyonu gerekiyor ise, cerrahi girişim üç ya­şından önce yapılmalı; Şayet ameliyat sonucunun başarılı olması için rehabilitasyon ve çocuğun ko-opere olması gerekiyor ise cerrahi girişimin dört yaşından sonra yapılması uygundur.

Sindaktili: Polidaktili ile beraber doğumsal üst ekstremite anomalileri içinde en sık görülen grubu oluşturur. Parmaklar arasında yapışıklığın olduğu bir anomalidir; kısmi bir yapışıklık varsa inkomplet sindaktili, yapışıklık parmak ucuna kadar geliyorsa komplet sindaktili, yapışıklık sadece deri ve fibröz dokuları içeriyorsa basit sindaktili, kemik doku­sunda da yapışıklık var ise kompleks sindaktili olarak adlandırılır. Ek başka anomalilerle beraber olan sindaktililer ise komplike sindaktililer adı altında baş­ka bir kategoride toplanır

Polidaktili: Parmakların veya başparmağın faz­la sayıda olmasıdir. Fazla olan parmağın yerine gö­re preaksiyel (radial), santral ve postaksiyel (ulnar) polidaktili olarak ayrılabilir. Tedavide duplike olan parmaklardan daha az gelişmiş olanı cerrahi olarak çıkarılır. Bazen tam olmayan bu iki parmaktan tam bir parmak oluşturmak gerekebilir.

Makrodaktili: Doğumdan itibaren ya da erken çocukluk döneminden sonra ekstremitedeki aşırı büyüme ile karakterize, nadir görülen bir anomali­dir. Tedavide kitle küçültücü ameliyatlar yapılır ve sıklıkla birden fazla operasyon gerekmektedir.

Doğumsal konstrüktif band sendromu: Ekstremitenin belli bir bölgesinde derinliği değişik dere­celerde olabilen sirküler tarzda konstrüktif bir band söz konusudur. Tedavi gerektirmeyecek ka­dar yüzeyel olabileceği gibi, yerleşim yerinin dista-linde kalan kısımda amputasyona neden olabilecek kadar derin bir band şeklinde de olabilir. Tedavi gereken durumlarda, band cerrahi olarak çıkarıla­rak Z-plastiler ile onarım yapılır.
Yarık el (Cleft hand): Santral eksikliğin olduğu grupta yer alan bir anomalidir. Genellikle üçüncü parmağın değişik derecelerde yokluğu söz konusu­dur. Tipik ve atipik olmak üzere iki şekilde görüle­bilir. Tedavide mevcut yarık cerrahi olarak kapatı­lır.

Klinodaktili: Parmağın koronal planda ulnar ya da radial tarafa eğilmesi ile karakterize bir ano­malidir. Tüm parmaklarda görülmekle birlikte en sık 5. parmakta görülür ve tipik klinik görünüm be­şinci parmağın distal interfalangeal eklem düze­yinden radial tarafa deviasyonu şeklindedir. Daha çok kozmetik problem oluştururlar. Tedavi gerek­tiren olgularda deviasyonun şiddetine göre değişik cerrahi teknikler uygulanmaktadır.

Kamptodaktili: Proksimal interfalangeal ek­lemde görülen izole non-travmatik fleksiyon deformitesidir. En sık 5. parmakta görülür. Cerrahi teda­visi, kontraktüre neden olan yapıların bulunarak ortadan kaldırılması şeklinde yapılır.