Hayvanların Üreme ve Gelişmesi
Üreme bir türün devamını sağlayabilmesinde etkin bir biyolojik olaydır. Geçmiş jeolojik devirlerde çok güçlü olan ve diğer hayvanlara karşı üstünlük sağlayan birçok hayvan türü üreme yeteneklerine bağlı olarak yok olmuştur. Onların yerini küçük ve güçsüz olan birçok tür almış ve bunlar adeta dünyanın hakimi olmuşlardır. Örneğin, geçmiş jeolojik devirlerde dünyanın hakimi olan Tyrannosaurus rex yumurta ile üremenin dezavantajı olarak yumurtaların kemirgen ve diğer canlılar tarafından tahribi ile nesilleri azalarak yok olmuştur. Buna karşılık yine yumurta ile çoğalan böcekler çok miktarda yumurta vererek ve bunları gizlemeyi başararak hızla dünyaya yayılmışlardır.
Hayvanlarda yaygın olarak eşeyli üreme görülür. Ancak tek yumurta ikizlerinin oluşması eşeysiz üremeyle gerçekleşir. Bunun dışında, asıl üreme şekli eşeyli olan bazı ilkel gruplarda zaman zaman eşeysiz üreme de görülür. Bu canlıların vücutlarından kopan herhangi bir parça kendilerini yenileyerek bir canlı oluşturabilir. Rejenerasyon olarak bilinen bu olay, toprak solucanı, planaria ve deniz yıldızı gibi canlılarda görülür. Diğer bir tür eşeysiz üreme şekli tomurcuklanmayla üremedir. Sünger türleri ve hydra tomurcuklanma ile üreyerek gelişirler. Diğer bir eşeysiz üreme tipi partenogenetik çoğalmadır.
Eşeyli üremede haploit (n veya yarı sayıda kromozoma sahip) bir yumurta hücresinin gene haploit sayıda bir sperm tarafından döllenmesiyle gerçekleşir. Birçok hayvan türünde erkek ve dişi bireyler ayrı ayrıdır. Dişi bireylerde yumurta büyük, hareketsiz ve besin içermektedir. Buna karşılık erkeler küçük hareketli spermler içerirler.
Bazı hayvanlar hem yumurta hem de spermi tek bir evreyle oluştururlar. Bu bireylere hermafrodit denir. Hermafroditlik bütün hayvanlarda görülebilen bir özelliktir. Ancak yüksek omurgalılarda birey her iki cinsin özelliklerini göstermekle bilikte sadece bir eşeyin rolünü üstlenmiştir. Birçok canlı türünde içsel döllenme olmaktadır. Bu durumda spermatozoit dişinin vücuduna alınır ve dişinin içinde döllenme meydana gelir.
Yüksek Omurgalılarda (Vertebratlarda ) Üreme
Yüksek omurgalılarda erkek ve dişi bireylerde üreme sistemleri farklıdır. Birçok omurgalılarda senenin belli zamanlarında yumurta ve sperm oluşturulur. Buna karşılık insanlarda erkek bireylerde sperm sürekli meydana getirirken dişi bireylerde ayda bir kez yumurta meydana getirilir. İnsan üreme organlarına gonat denilir
Bitkilerde Ureme ve Gelisme
Bitkilerde Üreme ve Bitkilerin Gelişmesi
Karada yaşayan birçok bitki eşeyli ve eşeysiz üremektedir. Eşeysiz ü-reme, bir bitkinin gövde, yaprak gibi kısımlarının yeni bitkiyi meydana getirmesidir. Örneğin, çilek, menekşe gibi bitkilerin koparılan parçaları tekrar yeni bitkileri meydana getirir. Süsen, gül gibi bitkiler de çelikleri ile ürerler. Bu parçalar tamamen birbirine benzerler.
Bitkiler çoğunlukla eşeyli olarak ürerler. Bu üremede sonucunda bitkilerde tür içi çeşitlilik artar. Örneğin erik, şeftali v.b. gibi bitkilerin üremesi eşeylidir. Bitkilerin eşeyli üreme evrelerine hayat devri denilmektedir. Hemen her bitkinin bir hayat devri vardır. Hayat devrinde gametofitler gametleri, sporofıtler ise sporları oluşturur. Karayosunları, eğreltiotları gibi ilkel tohumsuz karasal bitkilerin hayat devirlerinde serbest yaşayan gametofit döl, spermatozoiti meydana getirir, bunlar yüzerek yumurtaya ulaşır.
Karada yetişen gelişmiş tohumlu bitkilerde (elma, kayısı v.b. gibi), sprofıt döl ağacın kendisini temsil eder. Buna karşılık gametofit döl polen (çiçek tozu) ve embriyo hücresini (çiçeğin yumurtalığındaki hücre) meydana getirir. Buradan da anlaşılacağı üzere gametofit evreyi temsil eden polen ve embriyo hücrelerinin ömrü çok kısa ve boyutları çok küçüktür. Tohumlu bitkilerde üreme organı çiçektir
Karada yaşayan birçok bitki eşeyli ve eşeysiz üremektedir. Eşeysiz ü-reme, bir bitkinin gövde, yaprak gibi kısımlarının yeni bitkiyi meydana getirmesidir. Örneğin, çilek, menekşe gibi bitkilerin koparılan parçaları tekrar yeni bitkileri meydana getirir. Süsen, gül gibi bitkiler de çelikleri ile ürerler. Bu parçalar tamamen birbirine benzerler.
Bitkiler çoğunlukla eşeyli olarak ürerler. Bu üremede sonucunda bitkilerde tür içi çeşitlilik artar. Örneğin erik, şeftali v.b. gibi bitkilerin üremesi eşeylidir. Bitkilerin eşeyli üreme evrelerine hayat devri denilmektedir. Hemen her bitkinin bir hayat devri vardır. Hayat devrinde gametofitler gametleri, sporofıtler ise sporları oluşturur. Karayosunları, eğreltiotları gibi ilkel tohumsuz karasal bitkilerin hayat devirlerinde serbest yaşayan gametofit döl, spermatozoiti meydana getirir, bunlar yüzerek yumurtaya ulaşır.
Karada yetişen gelişmiş tohumlu bitkilerde (elma, kayısı v.b. gibi), sprofıt döl ağacın kendisini temsil eder. Buna karşılık gametofit döl polen (çiçek tozu) ve embriyo hücresini (çiçeğin yumurtalığındaki hücre) meydana getirir. Buradan da anlaşılacağı üzere gametofit evreyi temsil eden polen ve embriyo hücrelerinin ömrü çok kısa ve boyutları çok küçüktür. Tohumlu bitkilerde üreme organı çiçektir
Hayvanlarda Beslenme Sekilleri
Hayvanlarda Beslenme Şekilleri
Hayvan gıdaları suda erimiş halde veya katı durumda olabilir. Ancak kaynağı ne olursa olsun hayvanlarda besleyici maddeler dört kategoriye ayrılır.
Bunlar; 1. Karbonhidratlar ve yağlar 2. Proteinler 3. Mineraller 4. Vitaminler
Her bir hayvan hücresi bölünme ve büyüme için sürekli enerjiye ihtiyaç duyar. Hayvan hücreleri hiçbir zaman fotosentez yapamadığından enerjisini yiyeceklerden almak zorundadır. Hayvanlar enerjilerini karbonhidratlar ve yağlardan elde ederler. Bu moleküller hücre solunumu sonucu parçalanır, kimyasal enerji formu olan ATP oluşur ve sonuçta bir ısı ortaya çıkar. Bu enerji kaynakları arasında yağlar en çok enerji sağlarlar. Yağlar aynı zamanda bazı hormonların sentezinde, nöronların (sinir hücrelerinin) çevrelenmesinde ve hücre membranlarında gereklidir. Karbonhidratlar basit bir şeker içeren uzun zincirli bileşiklerdir.
Sindirim sisteminde proteinler parçalanarak aminoasitlere dönüşür. Bazen aminoasitler beraberce birleşerek vücut için gerekli yeni proteinlerin yapımında kullanılır.
Hayvan vücudunda değişen miktarlarda mineral kullanılır. Bu maddeler ya sudan erimiş halde veya yiyeceklerden elde edilir. Hayvanların kemik ve dişlerinde başlıca fosfor, magnezyum ve kalsiyum elementleri bulunur. Sodyum ve potasyum kasların kasılması için sinirsel elektrik iletiminde ö-nemlidir. Demir hemoglobin içinde yer alan esas elementtir. Hemoglobin bilindiği gibi kanın esas yapı taşıdır. İyot tiroid bezlerinde hormon üretiminde kullanılır. Bununla birlikte hayvanlardaki elementler bazı enzimlerin bir kısmını oluşturur. Bu elementlerin arasında çinko, bakır, selenyum v.b. sayabiliriz. İnsan vücudunun %60'ından fazlası sudur. Tüm hayati önemi o-lan kimyasal reaksiyonlar su ortamında gerçekleşir. Vitaminler vücut işlevini yapmak için gereklidir. Hayvanlarda prensip olarak vitaminlerin çoğu sentezlenemez
Beslenmede Lifli Yiyeceklerin Rolü
Özellikle lifli yiyeceklerin beslenmemizde önemli rolü olduğu bilinmektedir. Besinlerimizin bir parçasını oluşturan lifler sindirim sistemimizde sindirilmeden veya absorbe edilmeden geçerler. Bunlar selüloz ve diğer bitki ürünlerinden oluşur. Meyve ve sebzelerde bol miktarda bulunur. Örneğin buğday tanesinin üst kısmını saf lifler oluşturur. Liflerin en önemli özelliği dışkının hacmini, su içeriğini arttırmak ve daha yumuşak olmasını sağlamaktır. Bu durumda dışkı bağırsaklardan hızla atılır. Bu durum bir çok avantaj sağlar. Lifli yiyecek tüketen Afrika'nın fakir toplumlarında, kuzey Amerika'nın zengin toplumlarıyla kıyasladığımızda bağırsak kanserine hiç rastlanmadığı görülmektedir.
Farklı Sindirim Sistemleri
Tek hücre içerisinde (intrasellüler) sindirim
Bu tip sindirimde küçük besin parçaları, hücre içinde bulunan kesecikler içine alınıp sindirilir. Tek hücreli canlıların yanı sıra süngerler gibi basit yapılı canlılardaki sindirim tipidir. Süngerlerde besin kofulları (vakuol) bulunmaktadır. Sindirimi sağlayan lizozomlar ufak partikülleri parçalarlar ve hücre sitoplazması bu maddeleri absorbe ederler.
Basit kese şeklindeki canlılarda sindirim
İlkel çok hücreli canlılarda görülen bir sindirim şeklidir. Bu canlılarda sindirim kese şeklindeki sindirim boşluklarında gerçekleşir. Bu tip beslenmeye ekstrasellüler sindirim (hücre dışı sindirim) adı verilir. Deniz şakayıkları veya laleleri, hidra, deniz anemonu, deniz anası gibi canlıların sindirimi bu şekildedir.
İki ucu açık boru şeklindeki yapılarda sindirim
Bu tip sindirim sisteminde besinlerin alındığı belirgin bir ağız, artık maddelerin dışarıya atıldığı anüs veya son açıklık bulunur. Sindirim genellikle hücre dışında gerçekleşir. Örneğin, toprak solucanlarının sindirim sistemi yiyeceklerin parçalanmasına yardımcı olan bir seri bölmelerden oluşur. Bu sindirim sisteminde besinler çeşitli bölmelerde (yutak, mide, barsak vs. gibi) önce fiziksel olarak parçalanır sonra kimyasal olarak basit parçalara dönüştürülür ve birey tarafından absorbe edilir. Bu sindirim sisteminin insanda ve geviş getiren hayvanlarda çok farklılık göstermesine rağmen prensipte bir boru olduğu kolaylıkla anlaşılır.
Geviş getiren hayvanlar, parçalanması güç olan sellüloz maddesini içeren besin maddelerini sindirebilmek için bu boru sisteminde bazı değişik yapılara sahiptirler. Bu canlıların bölmeli midelerinde bulunan bazı bakteriler yardımıyla sellülozu parçalar ve sindirime yardımcı olurlar. Sonuçta çıkan bol enerji bakteriler ve diğer canlılar tarafından kullanılır.
Hayvan gıdaları suda erimiş halde veya katı durumda olabilir. Ancak kaynağı ne olursa olsun hayvanlarda besleyici maddeler dört kategoriye ayrılır.
Bunlar; 1. Karbonhidratlar ve yağlar 2. Proteinler 3. Mineraller 4. Vitaminler
Her bir hayvan hücresi bölünme ve büyüme için sürekli enerjiye ihtiyaç duyar. Hayvan hücreleri hiçbir zaman fotosentez yapamadığından enerjisini yiyeceklerden almak zorundadır. Hayvanlar enerjilerini karbonhidratlar ve yağlardan elde ederler. Bu moleküller hücre solunumu sonucu parçalanır, kimyasal enerji formu olan ATP oluşur ve sonuçta bir ısı ortaya çıkar. Bu enerji kaynakları arasında yağlar en çok enerji sağlarlar. Yağlar aynı zamanda bazı hormonların sentezinde, nöronların (sinir hücrelerinin) çevrelenmesinde ve hücre membranlarında gereklidir. Karbonhidratlar basit bir şeker içeren uzun zincirli bileşiklerdir.
Sindirim sisteminde proteinler parçalanarak aminoasitlere dönüşür. Bazen aminoasitler beraberce birleşerek vücut için gerekli yeni proteinlerin yapımında kullanılır.
Hayvan vücudunda değişen miktarlarda mineral kullanılır. Bu maddeler ya sudan erimiş halde veya yiyeceklerden elde edilir. Hayvanların kemik ve dişlerinde başlıca fosfor, magnezyum ve kalsiyum elementleri bulunur. Sodyum ve potasyum kasların kasılması için sinirsel elektrik iletiminde ö-nemlidir. Demir hemoglobin içinde yer alan esas elementtir. Hemoglobin bilindiği gibi kanın esas yapı taşıdır. İyot tiroid bezlerinde hormon üretiminde kullanılır. Bununla birlikte hayvanlardaki elementler bazı enzimlerin bir kısmını oluşturur. Bu elementlerin arasında çinko, bakır, selenyum v.b. sayabiliriz. İnsan vücudunun %60'ından fazlası sudur. Tüm hayati önemi o-lan kimyasal reaksiyonlar su ortamında gerçekleşir. Vitaminler vücut işlevini yapmak için gereklidir. Hayvanlarda prensip olarak vitaminlerin çoğu sentezlenemez
Beslenmede Lifli Yiyeceklerin Rolü
Özellikle lifli yiyeceklerin beslenmemizde önemli rolü olduğu bilinmektedir. Besinlerimizin bir parçasını oluşturan lifler sindirim sistemimizde sindirilmeden veya absorbe edilmeden geçerler. Bunlar selüloz ve diğer bitki ürünlerinden oluşur. Meyve ve sebzelerde bol miktarda bulunur. Örneğin buğday tanesinin üst kısmını saf lifler oluşturur. Liflerin en önemli özelliği dışkının hacmini, su içeriğini arttırmak ve daha yumuşak olmasını sağlamaktır. Bu durumda dışkı bağırsaklardan hızla atılır. Bu durum bir çok avantaj sağlar. Lifli yiyecek tüketen Afrika'nın fakir toplumlarında, kuzey Amerika'nın zengin toplumlarıyla kıyasladığımızda bağırsak kanserine hiç rastlanmadığı görülmektedir.
Farklı Sindirim Sistemleri
Tek hücre içerisinde (intrasellüler) sindirim
Bu tip sindirimde küçük besin parçaları, hücre içinde bulunan kesecikler içine alınıp sindirilir. Tek hücreli canlıların yanı sıra süngerler gibi basit yapılı canlılardaki sindirim tipidir. Süngerlerde besin kofulları (vakuol) bulunmaktadır. Sindirimi sağlayan lizozomlar ufak partikülleri parçalarlar ve hücre sitoplazması bu maddeleri absorbe ederler.
Basit kese şeklindeki canlılarda sindirim
İlkel çok hücreli canlılarda görülen bir sindirim şeklidir. Bu canlılarda sindirim kese şeklindeki sindirim boşluklarında gerçekleşir. Bu tip beslenmeye ekstrasellüler sindirim (hücre dışı sindirim) adı verilir. Deniz şakayıkları veya laleleri, hidra, deniz anemonu, deniz anası gibi canlıların sindirimi bu şekildedir.
İki ucu açık boru şeklindeki yapılarda sindirim
Bu tip sindirim sisteminde besinlerin alındığı belirgin bir ağız, artık maddelerin dışarıya atıldığı anüs veya son açıklık bulunur. Sindirim genellikle hücre dışında gerçekleşir. Örneğin, toprak solucanlarının sindirim sistemi yiyeceklerin parçalanmasına yardımcı olan bir seri bölmelerden oluşur. Bu sindirim sisteminde besinler çeşitli bölmelerde (yutak, mide, barsak vs. gibi) önce fiziksel olarak parçalanır sonra kimyasal olarak basit parçalara dönüştürülür ve birey tarafından absorbe edilir. Bu sindirim sisteminin insanda ve geviş getiren hayvanlarda çok farklılık göstermesine rağmen prensipte bir boru olduğu kolaylıkla anlaşılır.
Geviş getiren hayvanlar, parçalanması güç olan sellüloz maddesini içeren besin maddelerini sindirebilmek için bu boru sisteminde bazı değişik yapılara sahiptirler. Bu canlıların bölmeli midelerinde bulunan bazı bakteriler yardımıyla sellülozu parçalar ve sindirime yardımcı olurlar. Sonuçta çıkan bol enerji bakteriler ve diğer canlılar tarafından kullanılır.
Bitkilerde Beslenme Ototrof Bitkiler
Bitkilerde Beslenme, Bitkilerin Beslenmesi
Bataklık ve sulak ılıman iklim bölgelerinde yetişen böcek kapan bitkileri incelediğimizde, özellikle böcekleri çekerek veya tutarak beslendiklerini görebiliriz. Böyle bitkilerde gözlenen bu hareketler bilinçli bir hareket olmayıp basit turgor prensiplerine göre çalışmaktadır. Bunun yanısıra tüm iletim demetine sahip bitkiler, topraktan bazı mineral maddelerini yeterince alamadıklarında büyüyemezler. Böcek kapan bitkiler (insektivorlar) gerekli maddelerin çoğunu böceklerden temin ederler. Bu özel bitkiler sindirim enzimlerini salgılayarak böcekteki mineral maddeleri çözerler ve besin gereksinimlerini sağlarlar. Böcek kapan bitkiler hücre dışı sindirimi ve absorbsiyon yaparlar ve bu beslenme yöntemleri ile aslan, köpek vs. gibi et yiyen (karnivor) hayvanlar katagorisine girerler. Karnivor bitkilerin her bir türü mineral mad-delerce fakir topraklarda yetişmek üzere bir değişim göstermişlerdir. Bu canlıların topraktan alamadığı ancak böcekten temin ettikleri en önemli madde azottur. Böcek kapan bitkiler bu tip beslenmenin yanı sıra fotosentez azottur. Böcek kapan bitkiler bu tip beslenmenin yanı sıra fotosentez yaparak da besinlerini temin ederler. Böcekkapan bitkilere Drosera, Dionea, Nepenthes ve Utricularia gibi bitkiler örnek verilebilir. Bitkilerin beslenmesi için gerekli olan elementler şunlardır:
Karbon : Bu element karbonhidratların temel elementidir.
Azot: Proteinlerin yapı taşıdır ve bitkilerin yaşamında çok önemlidir.
Fosfor: Bazı katalitik olaylarda rol oynar.
Magnezyum: Bu element krolofil yapımı için gereklidir ve katalizör olarak görev yapar.
Demir: Solunum ve madde taşınımı olaylarında görev alır.
Kalsiyum: Hücre çeperinde bulunması gereken bir maddedir.
Potasyum: Büyüme ve hücre bölünmesi olaylarında iş görür ve klorofil yapımı ile karbonhidrat metabolizmasında rol oynar. Bu maddelerden herhangi birinin eksik olması veya bunlardan birkaç tanesinin yeterli alınamaması durumunda bitkilerin gelişmelerinde çeşitli anormallikler görülür.
Bitkilerin az da olsa almak zorunda oldukları elementler vardır. Bunlara mikro elementler denir. Klor, bor, manganez, bakır ve molibden bu elementlere örnektir. Bunlar bitkilerde esas olarak enzimatik reaksiyonlarda kök ve gövde gelişiminde, çiçeklenmede, hormon oluşumunda rol oynarlar.
Gerek fotosentez gerekse kemosentez yapamayan bazı bitkiler kendilerine gerekli olan besin maddelerini bulundukları ortamdan hazır olarak alırlar. Canlıların bir çoğu bu yolla kendileri için çok gerekli olan elementleri sağlamış olurlar. Bu canlılara heterotrof canlılar denir. Heterotrof beslenmede 3 değişik tip ayırt edilebilmektedir:
1) Saprofitik Beslenme (Çürükçül Beslenme )
Gıdalarını çürümekte olan organik yapılardan alırlar. Pek çok bakteri küf mantarı bu şekilde beslenir.
2)Parazitik Beslenme (Asalak Yaşama)
Bazı klorofilsiz bitkiler besin maddelerini doğrudan doğruya canlı ortamdan sağlar. Bu canlılar tam parazittir. Örneğin Cin saçı (Cuscuta) veya Canavar otu (Orobanche) gibi bitkiler klorofilleri olmadığından üzerinde yaşadığı bitkinin bütün besinini alır. Yarı parazit bitkiler ise klorofillidir ve fotosentez yapabilirler. Bunlar sadece su ve suda erimiş mineral maddeleri alırlar. Örneğin; Ökse otu (Viscum albüm) bitkisi.
3) Simbiyoz Yaşam Nedir
Bazı bitkiler ortamlarında kendileri için gerekli mineral ve besin maddesi çok az olması ve bazı minerallerin bulunmaması nedeniyle simbiyoz (ortak) yaşarlar. Bu duruma en güzel örnek Likenlerdir. Birlikte karşılıklı yararlanma söz konusu olduğu için bu duruma mutualizm de denir. Baklagillerin köklerinde bulunan ve havanın serbest azotunu alan özel bakteriler (Rhizobium) simbiyotik yaşamaya güzel bir örnektir.
4) Ototrof (Kendi Besinini Kendi Yapan) Bitkiler
Bitkiler canlılıklarını sürdürmek ve enerji sağlamak için besin yapmalı ve yapılan bu organik gıdaları yakarak kullanmaları gerekmektedir. Enerji sağlamak için kullanılacak organik bileşiklerin devamlı bulunması, bitki beslenmesi ve yaşamlarının sürekliliği için zorunludur. Bitkilerin dış ortamdan aldıkları inorganik maddelerden kendileri için gerekli organik maddeleri yapmalarına asimilasyon (özümleme) denir. Bu yeteneğe sahip bitkilere ototrof bitkiler denir. Ototrof canlılar belli bir enerjiden yararlanarak havadan aldıkları karbondioksiti redüksiyona uğratarak kendileri için gerekli organik maddeleri yaparlar. Enerji güneşten sağlanıyorsa bu olaya fotosensez denir. Buna karşılık prokaryot ve klorofilsiz bitkiler güneş enerjisi yerine yaşadıkları ortamdan kendileri için besin temin ederler. Bu olaya ise kemosentez denir.
Bataklık ve sulak ılıman iklim bölgelerinde yetişen böcek kapan bitkileri incelediğimizde, özellikle böcekleri çekerek veya tutarak beslendiklerini görebiliriz. Böyle bitkilerde gözlenen bu hareketler bilinçli bir hareket olmayıp basit turgor prensiplerine göre çalışmaktadır. Bunun yanısıra tüm iletim demetine sahip bitkiler, topraktan bazı mineral maddelerini yeterince alamadıklarında büyüyemezler. Böcek kapan bitkiler (insektivorlar) gerekli maddelerin çoğunu böceklerden temin ederler. Bu özel bitkiler sindirim enzimlerini salgılayarak böcekteki mineral maddeleri çözerler ve besin gereksinimlerini sağlarlar. Böcek kapan bitkiler hücre dışı sindirimi ve absorbsiyon yaparlar ve bu beslenme yöntemleri ile aslan, köpek vs. gibi et yiyen (karnivor) hayvanlar katagorisine girerler. Karnivor bitkilerin her bir türü mineral mad-delerce fakir topraklarda yetişmek üzere bir değişim göstermişlerdir. Bu canlıların topraktan alamadığı ancak böcekten temin ettikleri en önemli madde azottur. Böcek kapan bitkiler bu tip beslenmenin yanı sıra fotosentez azottur. Böcek kapan bitkiler bu tip beslenmenin yanı sıra fotosentez yaparak da besinlerini temin ederler. Böcekkapan bitkilere Drosera, Dionea, Nepenthes ve Utricularia gibi bitkiler örnek verilebilir. Bitkilerin beslenmesi için gerekli olan elementler şunlardır:
Karbon : Bu element karbonhidratların temel elementidir.
Azot: Proteinlerin yapı taşıdır ve bitkilerin yaşamında çok önemlidir.
Fosfor: Bazı katalitik olaylarda rol oynar.
Magnezyum: Bu element krolofil yapımı için gereklidir ve katalizör olarak görev yapar.
Demir: Solunum ve madde taşınımı olaylarında görev alır.
Kalsiyum: Hücre çeperinde bulunması gereken bir maddedir.
Potasyum: Büyüme ve hücre bölünmesi olaylarında iş görür ve klorofil yapımı ile karbonhidrat metabolizmasında rol oynar. Bu maddelerden herhangi birinin eksik olması veya bunlardan birkaç tanesinin yeterli alınamaması durumunda bitkilerin gelişmelerinde çeşitli anormallikler görülür.
Bitkilerin az da olsa almak zorunda oldukları elementler vardır. Bunlara mikro elementler denir. Klor, bor, manganez, bakır ve molibden bu elementlere örnektir. Bunlar bitkilerde esas olarak enzimatik reaksiyonlarda kök ve gövde gelişiminde, çiçeklenmede, hormon oluşumunda rol oynarlar.
Gerek fotosentez gerekse kemosentez yapamayan bazı bitkiler kendilerine gerekli olan besin maddelerini bulundukları ortamdan hazır olarak alırlar. Canlıların bir çoğu bu yolla kendileri için çok gerekli olan elementleri sağlamış olurlar. Bu canlılara heterotrof canlılar denir. Heterotrof beslenmede 3 değişik tip ayırt edilebilmektedir:
1) Saprofitik Beslenme (Çürükçül Beslenme )
Gıdalarını çürümekte olan organik yapılardan alırlar. Pek çok bakteri küf mantarı bu şekilde beslenir.
2)Parazitik Beslenme (Asalak Yaşama)
Bazı klorofilsiz bitkiler besin maddelerini doğrudan doğruya canlı ortamdan sağlar. Bu canlılar tam parazittir. Örneğin Cin saçı (Cuscuta) veya Canavar otu (Orobanche) gibi bitkiler klorofilleri olmadığından üzerinde yaşadığı bitkinin bütün besinini alır. Yarı parazit bitkiler ise klorofillidir ve fotosentez yapabilirler. Bunlar sadece su ve suda erimiş mineral maddeleri alırlar. Örneğin; Ökse otu (Viscum albüm) bitkisi.
3) Simbiyoz Yaşam Nedir
Bazı bitkiler ortamlarında kendileri için gerekli mineral ve besin maddesi çok az olması ve bazı minerallerin bulunmaması nedeniyle simbiyoz (ortak) yaşarlar. Bu duruma en güzel örnek Likenlerdir. Birlikte karşılıklı yararlanma söz konusu olduğu için bu duruma mutualizm de denir. Baklagillerin köklerinde bulunan ve havanın serbest azotunu alan özel bakteriler (Rhizobium) simbiyotik yaşamaya güzel bir örnektir.
4) Ototrof (Kendi Besinini Kendi Yapan) Bitkiler
Bitkiler canlılıklarını sürdürmek ve enerji sağlamak için besin yapmalı ve yapılan bu organik gıdaları yakarak kullanmaları gerekmektedir. Enerji sağlamak için kullanılacak organik bileşiklerin devamlı bulunması, bitki beslenmesi ve yaşamlarının sürekliliği için zorunludur. Bitkilerin dış ortamdan aldıkları inorganik maddelerden kendileri için gerekli organik maddeleri yapmalarına asimilasyon (özümleme) denir. Bu yeteneğe sahip bitkilere ototrof bitkiler denir. Ototrof canlılar belli bir enerjiden yararlanarak havadan aldıkları karbondioksiti redüksiyona uğratarak kendileri için gerekli organik maddeleri yaparlar. Enerji güneşten sağlanıyorsa bu olaya fotosensez denir. Buna karşılık prokaryot ve klorofilsiz bitkiler güneş enerjisi yerine yaşadıkları ortamdan kendileri için besin temin ederler. Bu olaya ise kemosentez denir.
Canlilarin Beslenmesi Hakkinda
Canlılarda Beslenme
Canlıların Beslenmesi Genel olarak incelendiğinde hayvanların ve bitkilerin benzer besleyici madde ve elementlere gereksinimi vardır. Bitkiler topraktan su ve mineral maddeleri, havadan ise karbondioksit alırlar. Bunları güneşten elde ettikleri enerjiyi kullanarak kompleks moleküller haline getirirler. Hayvanlar ise bitkileri veya birbirlerini yiyerek, hem enerjilerini hem de vücutlarına gerekli maddeleri bu gıdalardan temin ederler. Hayvanların bitkilere göre avantajı ise beslenmelerinde temel bileşikler olan aminoasitleri, yağ asitleri, basit şekerleri, diğer bitki ve canlıları yiyerek elde edebilmeleridir. Bitkiler bu maddeleri direkt olarak elde edemezler, önce basit nişastayı sentezlemeleri gerekir. Öte yandan hayvanlardaki proteinler birbirinin aynı değildir. Örneğin, bir geyikteki protein maddesi ile kurttaki birbirinden farklıdır. Bununla birlikte hayvanlar, bitkilerden farklı olarak hayatta kalmalarını sağlayan bazı önemli aminoasit ve birçok vitamini kendileri sentezleyemezler ve bunları mutlaka diğer canlılardan özellikle de bitkilerden elde etmek zorundadırlar.
Canlıların Beslenmesi Genel olarak incelendiğinde hayvanların ve bitkilerin benzer besleyici madde ve elementlere gereksinimi vardır. Bitkiler topraktan su ve mineral maddeleri, havadan ise karbondioksit alırlar. Bunları güneşten elde ettikleri enerjiyi kullanarak kompleks moleküller haline getirirler. Hayvanlar ise bitkileri veya birbirlerini yiyerek, hem enerjilerini hem de vücutlarına gerekli maddeleri bu gıdalardan temin ederler. Hayvanların bitkilere göre avantajı ise beslenmelerinde temel bileşikler olan aminoasitleri, yağ asitleri, basit şekerleri, diğer bitki ve canlıları yiyerek elde edebilmeleridir. Bitkiler bu maddeleri direkt olarak elde edemezler, önce basit nişastayı sentezlemeleri gerekir. Öte yandan hayvanlardaki proteinler birbirinin aynı değildir. Örneğin, bir geyikteki protein maddesi ile kurttaki birbirinden farklıdır. Bununla birlikte hayvanlar, bitkilerden farklı olarak hayatta kalmalarını sağlayan bazı önemli aminoasit ve birçok vitamini kendileri sentezleyemezler ve bunları mutlaka diğer canlılardan özellikle de bitkilerden elde etmek zorundadırlar.
Omurgali Hayvanlar ve Ozellikler
Omurgalı Hayvanlar ve Özellikleri
Balıklar, Kurbağalar, Sürüngenler, Kuşlar ve Memeliler olmak üzere beş önemli sınıfa ayrılırlar. Amfiyoksüs gibi birkaç türü ise ilkel kordalılar olarak adlandırılır. Bunlar denizlerde yaşarlar. Sadece sırt kısımlarında iskelet vardır.
Omurgalı hayvanların genel özellikleri şunlardır: Omurgayla başlayan iç iskeletleri vardır. Sırtta sinir kordonu ve sinir ipi bulunur. Kapalı dolaşım sistemine sahiptir. Solunum organları yutak ile bağlantılıdır. Hepsi ayrı eşeyli hayvanlardır. Omurgalı Hayvan Grubu;
1. Balıklar (Pisces)
İskeletleri kıkırdaklı ve kemikli balıklardır. Tatlı su ve denizlerde yaşarlar. Derileri mezodermden oluşan pullarla kaplıdır. Bir kısmı pulsuzdur. Çift bilateral yüzgeç ve solungaçları vardır. Solungaç solunumu yaparlar ve kalpleri iki bölmelidir. Vücutta temiz kan dolaşır ve dış döllenme ile ürerler.
a) Kıkırdaklı balıklar (Chondrichthyes)
İskeletleri tamamen kıkırdaktan yapılmıştır. Çoğu yırtıcıdır ve çeşitli canlılarla beslenirler. Dışa açılan solungaç yarıkları mevcuttur. Kalpleri bir karıncık ve bir de kulakçık olmak üzere, iki bölümden oluşur. Kapalı dolaşım sistemi görülür. Kanları, yüksek miktarda üre içerir ve deniz suyuyla izotonik özelliktedir. Vücut sıcaklıkları değişken olan (poikilotherm) canlılardır. Duyu alımından sorumlu olarak "Yanal çizgi" mevcuttur. Yüzme keseleri yoktur. Bu nedenle, batmamak için sürekli hareket etmek zorundadırlar. İç döllenme görülür. Gelişmelerinde larva evresi yoktur. Köpek balığı ve vatoz bu grubun en iyi bilinen örnekleridir.
b) Kemikli Balıklar (Osteichthyes)
İskeletleri kemik yapıdadır. Vücutları çeşitli şekillerde olabilir. Ağızları üst veya uç konumludur. Hareketli çenelerinde çeşitli yapıda dişler bulunur. Kalpleri bir karıncık ve bir de kulakçık olmak üzere, iki bölümden oluşur. Değişken vücut sıcaklığına sahip (poikilotherm) canlılardır. Kapalı dolaşım sistemi görülür. Yüzme keseleri bulunur. Bu kese, suyun farklı seviyelerindeki basınç miktarlarına karşı dayanıklılık sağlamada, solunumda, ses çıkarmada ve ses işitmede yardımcıdır. Akciğerli balıklarda (Dipnoi) ise, akciğer görevindedir.
Döllenme vücut dışında gerçekleşir. Denizlerde ve tatlı sularda, birçok farklı ortamda dağılım gösterirler. Tatlı sularda yaşayanlarda, vücuttaki su kaybını önlemek amacıyla çeşitli adaptasyonlar gelişmiştir. Vücuda su girişini önlemek için, vücut yüzeyi mukusla kaplanmıştır. Gözde yağımsı yapıda bir göz kapağı bulunur. Böbrekler ve kas sistemi gelişmiştir.
2. Kurbağalar (Amphibia)
Kurbağalar omurgalılar arasında karaya çıkan ilk hayvan grubudur. Kurbağaların erginleri karada yaşadığı halde üremek için yumurtalarını suya bırakırlar. Gelişmeleri ergin oluncaya kadar suda geçer. Susuz yerde yaşayamazlar. Balıklar ile gerçek kara hayvanları arasında bir geçit formudurlar. Larvaları solungaç, erginleri ise akciğer solunumu yapar. Büyük bir ağzı ve yalnız üst çenede kesici diş taşırlar, fakat bunlar çiğnemede fonksiyonel değildir. Yalnız erkekleri ses çıkarır. Kalpleri bir karıncık ve iki kulakçık olmak üzere üç bölümlüdür. Vücutta karışık kan dolaşır. Soğuk kanlı hayvanlar olup kış uykusuna yatarlar. Derilerinde salgı ve zehir bezleri vardır. Önde dört, arkada beş parmaklı ayakları vardır. Erkeklerde beyaz veya krem renginde bir çift testis bulunur. Su ve kara kurbağaları ile semenderler en çok bilinen örnekleridir.
Çiftleşme sonrasında yumurtalar genellikle suya bırakılır. Bazı türlerde ise yumurtalar vücudun çeşitli yerlerinde taşınabilir. Yumurtalar koruyucu bir kabuk taşımaz ve embriyonik zarlardan yoksundur. Yumurtadan çıkan kuyruklu iribaşlar, bir süre sonra kuyruklarını kaybederek ön ve arka üyelerini geliştirirler.
3. Sürüngenler (Reptilia)
Vücutları keratin pullarla kaplıdır. Akciğer solunumu yaparlar. Kalpleri üç odacıkhdır. Bir çoğunda gömlek değiştirme görülür. Bukalemun, kertenkele, yılan, timsah, kaplumbağa bu sınıfa girer.
Günümüzde yaşayan en küçük sürüngenler ise Lepidoblepharis peraccae ve Sphaerodactylus ariasae olarak bilinen kertenkeleler ile Brookesia cinsine ait bukalemun türleridir. İç döllenme görülür ve çoğunlukla ovipardırlar. Yumurtaları dayanıklı, elastik, derimsi veya kalker yapıdadır. Yumurta içerisindeki embriyonik zarlar, ilk defa bu grupta ortaya çıkar. Gelişmelerinde bir larva evresi görülmez, yani metamorfoz yoktur. Vücutlarında bulunan az sayıdaki bezlerin çoğu, üremeye yardımcıdır. Sucul türlerin bazılarında tuz bezleri mevcuttur. Yılanlarda bulunan zehir bezleri ise, değişikliğe uğramış tükürük bezleridir ve birer kanal aracılığıyla zehir dişlerine açılır.
4. Kuşlar (Aves)
Vücutları tüylerle kaplıdır. Ön ekstremiteler kanat halini almıştır. Dişleri yoktur. Sindirim sistemlerinde kursak adı verilen organ bulunur. Kalpleri dört gözlüdür. Vücutta teiniz kan dolaşır. Vücut ısıları sabit olduğu için sıcak kanlıdırlar. Akciğerleri iyi gelişmiş olup hava keseleri vardır. Uçan ve uçmayan kuşlar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Penguen, deve kuşu, kivi, tavus kuşu, papağan gibi ilginç örnekleri vardır.
5. Memeliler ( Mammalia)
Sıcakkanlıdırlar. İskeletleri kemikleşmiştir. Derileri genellikle kıllıdır. İç döllenme görülür ve yavru, gelişmesini döl yatağında tamamladıktan sonra doğar. Hepsi yavrularını sütle beslerler.
Sinir sistemleri çok gelişmiştir. Denizlerde ve karada yaşayan türleri vardır. Gagalı Memeliler (Ornitorenk gibi), Keseli Memeliler (Kanguru) ve Plesantalı Memeliler olarak üçe ayrılırlar. Yarasa, fok, yunus, balina, tavşan, deve plesantalı memelilere örnektir. Hareket, beslenme ve yaşama tarzlarına göre, farklı organ özelleşmeleri ortaya çıkmıştır. Üreme, sindirim ve boşaltım ürünleri ayrı açıklıklardan dışarıya bırakılır. Vücut büyüklükleri değişkendir. En küçük memeli, bir kemirgen olan Cüce fare (Sorex minutus ortalama 6 cm, 2 gr); en büyük memeli ise Mavi balina'dır (Balaenoptera musculus - ortalama 35 m, 120 ton).
Balıklar, Kurbağalar, Sürüngenler, Kuşlar ve Memeliler olmak üzere beş önemli sınıfa ayrılırlar. Amfiyoksüs gibi birkaç türü ise ilkel kordalılar olarak adlandırılır. Bunlar denizlerde yaşarlar. Sadece sırt kısımlarında iskelet vardır.
Omurgalı hayvanların genel özellikleri şunlardır: Omurgayla başlayan iç iskeletleri vardır. Sırtta sinir kordonu ve sinir ipi bulunur. Kapalı dolaşım sistemine sahiptir. Solunum organları yutak ile bağlantılıdır. Hepsi ayrı eşeyli hayvanlardır. Omurgalı Hayvan Grubu;
1. Balıklar (Pisces)
İskeletleri kıkırdaklı ve kemikli balıklardır. Tatlı su ve denizlerde yaşarlar. Derileri mezodermden oluşan pullarla kaplıdır. Bir kısmı pulsuzdur. Çift bilateral yüzgeç ve solungaçları vardır. Solungaç solunumu yaparlar ve kalpleri iki bölmelidir. Vücutta temiz kan dolaşır ve dış döllenme ile ürerler.
a) Kıkırdaklı balıklar (Chondrichthyes)
İskeletleri tamamen kıkırdaktan yapılmıştır. Çoğu yırtıcıdır ve çeşitli canlılarla beslenirler. Dışa açılan solungaç yarıkları mevcuttur. Kalpleri bir karıncık ve bir de kulakçık olmak üzere, iki bölümden oluşur. Kapalı dolaşım sistemi görülür. Kanları, yüksek miktarda üre içerir ve deniz suyuyla izotonik özelliktedir. Vücut sıcaklıkları değişken olan (poikilotherm) canlılardır. Duyu alımından sorumlu olarak "Yanal çizgi" mevcuttur. Yüzme keseleri yoktur. Bu nedenle, batmamak için sürekli hareket etmek zorundadırlar. İç döllenme görülür. Gelişmelerinde larva evresi yoktur. Köpek balığı ve vatoz bu grubun en iyi bilinen örnekleridir.
b) Kemikli Balıklar (Osteichthyes)
İskeletleri kemik yapıdadır. Vücutları çeşitli şekillerde olabilir. Ağızları üst veya uç konumludur. Hareketli çenelerinde çeşitli yapıda dişler bulunur. Kalpleri bir karıncık ve bir de kulakçık olmak üzere, iki bölümden oluşur. Değişken vücut sıcaklığına sahip (poikilotherm) canlılardır. Kapalı dolaşım sistemi görülür. Yüzme keseleri bulunur. Bu kese, suyun farklı seviyelerindeki basınç miktarlarına karşı dayanıklılık sağlamada, solunumda, ses çıkarmada ve ses işitmede yardımcıdır. Akciğerli balıklarda (Dipnoi) ise, akciğer görevindedir.
Döllenme vücut dışında gerçekleşir. Denizlerde ve tatlı sularda, birçok farklı ortamda dağılım gösterirler. Tatlı sularda yaşayanlarda, vücuttaki su kaybını önlemek amacıyla çeşitli adaptasyonlar gelişmiştir. Vücuda su girişini önlemek için, vücut yüzeyi mukusla kaplanmıştır. Gözde yağımsı yapıda bir göz kapağı bulunur. Böbrekler ve kas sistemi gelişmiştir.
2. Kurbağalar (Amphibia)
Kurbağalar omurgalılar arasında karaya çıkan ilk hayvan grubudur. Kurbağaların erginleri karada yaşadığı halde üremek için yumurtalarını suya bırakırlar. Gelişmeleri ergin oluncaya kadar suda geçer. Susuz yerde yaşayamazlar. Balıklar ile gerçek kara hayvanları arasında bir geçit formudurlar. Larvaları solungaç, erginleri ise akciğer solunumu yapar. Büyük bir ağzı ve yalnız üst çenede kesici diş taşırlar, fakat bunlar çiğnemede fonksiyonel değildir. Yalnız erkekleri ses çıkarır. Kalpleri bir karıncık ve iki kulakçık olmak üzere üç bölümlüdür. Vücutta karışık kan dolaşır. Soğuk kanlı hayvanlar olup kış uykusuna yatarlar. Derilerinde salgı ve zehir bezleri vardır. Önde dört, arkada beş parmaklı ayakları vardır. Erkeklerde beyaz veya krem renginde bir çift testis bulunur. Su ve kara kurbağaları ile semenderler en çok bilinen örnekleridir.
Çiftleşme sonrasında yumurtalar genellikle suya bırakılır. Bazı türlerde ise yumurtalar vücudun çeşitli yerlerinde taşınabilir. Yumurtalar koruyucu bir kabuk taşımaz ve embriyonik zarlardan yoksundur. Yumurtadan çıkan kuyruklu iribaşlar, bir süre sonra kuyruklarını kaybederek ön ve arka üyelerini geliştirirler.
3. Sürüngenler (Reptilia)
Vücutları keratin pullarla kaplıdır. Akciğer solunumu yaparlar. Kalpleri üç odacıkhdır. Bir çoğunda gömlek değiştirme görülür. Bukalemun, kertenkele, yılan, timsah, kaplumbağa bu sınıfa girer.
Günümüzde yaşayan en küçük sürüngenler ise Lepidoblepharis peraccae ve Sphaerodactylus ariasae olarak bilinen kertenkeleler ile Brookesia cinsine ait bukalemun türleridir. İç döllenme görülür ve çoğunlukla ovipardırlar. Yumurtaları dayanıklı, elastik, derimsi veya kalker yapıdadır. Yumurta içerisindeki embriyonik zarlar, ilk defa bu grupta ortaya çıkar. Gelişmelerinde bir larva evresi görülmez, yani metamorfoz yoktur. Vücutlarında bulunan az sayıdaki bezlerin çoğu, üremeye yardımcıdır. Sucul türlerin bazılarında tuz bezleri mevcuttur. Yılanlarda bulunan zehir bezleri ise, değişikliğe uğramış tükürük bezleridir ve birer kanal aracılığıyla zehir dişlerine açılır.
4. Kuşlar (Aves)
Vücutları tüylerle kaplıdır. Ön ekstremiteler kanat halini almıştır. Dişleri yoktur. Sindirim sistemlerinde kursak adı verilen organ bulunur. Kalpleri dört gözlüdür. Vücutta teiniz kan dolaşır. Vücut ısıları sabit olduğu için sıcak kanlıdırlar. Akciğerleri iyi gelişmiş olup hava keseleri vardır. Uçan ve uçmayan kuşlar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Penguen, deve kuşu, kivi, tavus kuşu, papağan gibi ilginç örnekleri vardır.
5. Memeliler ( Mammalia)
Sıcakkanlıdırlar. İskeletleri kemikleşmiştir. Derileri genellikle kıllıdır. İç döllenme görülür ve yavru, gelişmesini döl yatağında tamamladıktan sonra doğar. Hepsi yavrularını sütle beslerler.
Sinir sistemleri çok gelişmiştir. Denizlerde ve karada yaşayan türleri vardır. Gagalı Memeliler (Ornitorenk gibi), Keseli Memeliler (Kanguru) ve Plesantalı Memeliler olarak üçe ayrılırlar. Yarasa, fok, yunus, balina, tavşan, deve plesantalı memelilere örnektir. Hareket, beslenme ve yaşama tarzlarına göre, farklı organ özelleşmeleri ortaya çıkmıştır. Üreme, sindirim ve boşaltım ürünleri ayrı açıklıklardan dışarıya bırakılır. Vücut büyüklükleri değişkendir. En küçük memeli, bir kemirgen olan Cüce fare (Sorex minutus ortalama 6 cm, 2 gr); en büyük memeli ise Mavi balina'dır (Balaenoptera musculus - ortalama 35 m, 120 ton).
Omurgasiz Hayvanlar ve Ozellikleri
Hayvanlar; Omurgasız Hayvan
Tamamı heterotrof (hazır besin alan) canlılardır. Hücre çeperleri yoktur. Kloroplast taşımazlar. Hayvanlar omurgalı ve omurgasız olmak üzere iki büyük gruba ayrılır. Süngerler, Sölenterler, Yassı Solucanlar, Yuvarlak Solucanlar, Halkalı Solucanlar, Yumuşakçalar, Kabuklular, Örümcekgiller, Çokayaklılar, Böcekler ve Derisi Dikenliler omurgasız hayvanlar grubunu meydana getirir. Balıklar, Kurbağalar, Sürüngenler, Kuşlar, Memeliler omurgalı hayvanlar grubuna ait canlılardır.
Omurgasız Hayvanlar ve Özellikleri
Omurgasız olarak adlandırılan canlıların yapılarında bir iç iskelet bulunmaz. Omurgasız hayvanların vücudunun dış kısmını örten ve destekleyen bir dış iskelet bulunur. Omurgasız hayvanlardan bazıları suda, bazıları da karada yaşamaya uyum sağlamıştır. Yaşamın hiçbir evresinde, vücuda desteklik yapan bir sırt ipliği (notokord) bulunmaz. Sinir sistemi gelişimi, ilkel gruplarda uyartılara bölgesel cevaplar verilmesi şeklindeyken, gruplarda gelişmişlik düzeyine göre değişiklik gösterir. Gerçek dokulara sahip oluşlarına göre, omurgasızlar iki gruba ayrılır:
1. Grup: Parazoa (Gerçek dokulara sahip olmayan canlılar)
2. Grup: Eumetazoa (Gerçek dokulara sahip canlılar)
1. Grup: Parazoa (Gerçek dokulara sahip olmayan canlılar)
Omurgasız hayvanların ilk grubunu oluşturan bu canlılarda, gerçek dokular bulunmaz. Bir hücrelilikten çok hücreliliğe geçişin temsilcileri olarak kabul edilen bu canlılar, sadece hücresel düzeyde özelleşme gösterebilmişlerdir. Bu nedenle de, vücutta belirli organ sistemlerinin varlığından söz edilemez. Hücreler tabakalaşma gösterseler de bazal lamina adı verilen yapının veya hücreler arasında bağlantı bölgelerinin bulunmaması nedeniyle, doku varlığı kabul edilmez. Parazoa grubu a) Placozoa b) Porifera (Süngerler) olmak üzere ikiye ayrılır.
a) Placozoa: Şubenin tek üyesi olan Trichoplax adhaerens en basit çok hücrelidir. Aynı zamanda, şimdiye kadar bilinen en az miktarda DNA içeren hayvansal organizmadır. Ağız ve sindirim sistemi bulunmaz. Vücudu yassı ve asimetriktir. Yassı vücut yüzeyindeki tek tabakalı yassı epitel hücrelerinin her biri, bir adet kamçı taşır.
b) Porifera (Süngerler)
En basit yapılı çok hücreli hayvanlardır. Hiçbir sistemleri yoktur. Süngerlerde sadece hücresel düzeyde farklılaşma görülür. Üreme organları vücutlarının belli bir yerinde değildir. İskelet elemanları görülmesine rağmen, gerçek doku ve organ bulunmaz. Hem tatlı sularda hem de denizlerde yaşarlar. Vücutlarında por denilen delikleri çoktur. Çoğunlukla şekil bakımından bitkilere benzerler. Kırmızı, mavi, gri, sarımtırak ve siyah renkte olabilirler. Eşeysiz çoğalmaları tomurcuklanma ile olur. İskeletleri organik ve inorganik maddelerden meydana gelmiştir. Su vücuda osteum adı verilen açıklıklardan girer ve oskulum adı verilen açıklıktan çıkar. Su, vücut içerisinde akışı esnasında süzülür ve içeriğindeki küçük organizmalar besin olarak kullanılır. Sadece hücre içi sindirim görülür. Boşaltımda görevli olan kontraktil (vurgan) kofullar, hayvanlar içinde sadece süngerlerde bulunur. Sinir sistemleri yoktur. Uyartılara verilen tepkiler bölgeseldir. Ergin bireyler, daima bir yere bağlı olarak (sesil) yaşarlar. Bazı türlerinin ekonomik değeri vardır.
2. Grup: Eumetazoa (Gerçek dokulara sahip canlılar):
Omurgasız hayvanların geri kalan tüm şubelerini ve hatta omurgalıları da kapsayan bu grubun canlılarında, gerçek dokular bulunur. Özelleşme, doku düzeyinden organ ve sistem düzeyine kadar, çeşitli gelişmişlik seviyelerinde ortaya çıkar.
Sölenterler (Coelenterata)
Vücutlarının merkezinde bir sindirim boşluğu bulunur. Bu kısmı hem ağız hem de anüs olarak kullanırlar. Vücut dokusu iki hücre sırasından oluşmuştur. Dışarıdaki hücre sırasında canlıyı koruyan yakıcı kapsüller vardır. Deniz anası, Hidra ve Mercanlar sölenterlere örnek olarak verilebilir. Bu şubede ilk defa ağız oluşumu gözlenir. Ağız, aynı zamanda anüs görevindedir. Sindirim boşluğu gelişmiştir. Böylece hücre dışı sindirim de başlamış olur. Sinir sistemi sadece sinir ağı yapısındadır. Nöronlar kutuplaşmadığı için, uyartı her yöne doğru iletilir. Boşaltım ve solunum sistemleri yoktur.
Solucanlar
Omurgasız canlılardan olan solucanların çoğu tatlı sularda ya da dip çamurlarında yaşar. Balçık içindeki organik besinlerle beslenirler. Bazıları başka canlıları avlayarak beslenir, bazıları da asalaktır. Az da olsa denizde yaşayan türleri de vardır. Yassı solucanlar, yuvarlak solucanlar ve halkalı solucanlar olarak incelenirler.
a) Yassı Solucanlar (Platyhelminthes)
Vücut dorsoventral olarak yassılaşmıştır. Solunum, iskelet ve dolaşım sistemleri bulunmaz. Basit duyu organlarına sahiptirler. Yassı solucanlarda anüs ve damar sistemi yoktur. Parazit yaşayanların bazılarında sindirim sistemi yoktur. Ağız hem anüs hem de ağız görevini yapar. Sinir ve üreme sistemleri vardır. Boşaltım sistemleri bulunur. Alev hücreleri taşıyan protonefridiumları vardır. Küçük bir grubu tatlı su ve nemli toprakta serbest, diğerleri insan ve hayvanlarda parazit olarak yaşar. Planaria ve tenyalar yassı solucanların en tanınmışlarındandır.
b) Yuvarlak solucanlar (Nematoda)
Nemli topraklarda, tatlı sularda veya denizlerde dağılım gösterirler.
Vücut yüzeyi yumuşak ve esnek bir kütikula ile örtülüdür. Çoğu ayrı eşeylidir ve erkekler, dişilerden daha küçük yapılı olmaları ve vücutlarının arka kısmının uç tarafta kıvrılmasıyla ayrılırlar. Şubenin çoğu temsilcisi, ekonomik değere sahip olan hayvan ve bitki türlerinde parazittir. Parazit olan türlerde, genellikle bir başkalaşım evresi görülür. Sindirim sistemlerinde anüs ve ağız ayrılır. Çoğu bitki ve hayvanlarda parazit olup bazıları da su ve toprakta serbest olarak yaşar. Kancalı Kurt (Trişin) ve Bağırsak Kurdu (Ascaris) en çok bilinen örnekleridir.
c) Halkalı solucanlar (Annelida)
Vücutları çok sayıda halkanın sıralanmasıyla oluşmuştur. Vücutlarında baş bölgesi ayırt edilebilir. Sindirim kanalı özel bölümlere ayrılmıştır. Kapalı dolaşım görülür. Hermofrodit olmalarına rağmen kendi kendilerini dölleyemezler. Deri solunumu yaparlar. Ağız ve anüs oluşumu ile tek yönlü sindirim sistemi görülür. Sülükler haricinde bütün gruplarda solom (vücut boşluğu) odacıklara bölünmüştür. İçi sıvı ile dolu olan vücut boşluğu, hidrostatik iskelet görevindedir.
Sülükler dışında tüm üyelerde kapalı dolaşım sistemi görülür. Bu grup, en gelişmiş rejenerasyon (kendini yenileme) yeteneğine sahiptir. Toprak solucanı ve sülük en tanınmış örnekleridir.
Yumuşakçalar (Mollusca)
Vücutları üç belirgin bölgeden oluşur: baş, kaslı ayak ve visceral kitle (organlar). Dorsal vücut duvarında manto boşluğu bulunur. Manto boşluğuna sindirim, boşaltım ve üreme sistemlerinin ürünleri atılır. Bazı gruplarda manto boşluğu değişikliğe uğrayarak akciğerleri meydana getirmiştir. Manto aynı zamanda kabuk salgılar.
Yumuşakçalarda açık dolaşım sistemi görülür. Gaz değişimi vücut yüzeyi, solungaçlar, akciğerler ve manto ile gerçekleştirilir. Çizgili kas ilk defa bu grupta ortaya çıkar. Vücutlarında hem çizgili hem de düz kaslar bulunur. Sinir sistemi, deri altı sinir ağı şeklindedir. Karın bölgesinde kaslı ayakları vardır. Solungaç solunumu yaparlar. Ahtapot, salyangoz, midye yumuşakçalara örnektir.
Eklem Bacaklılar (Arthropoda)
Hayvanların en geniş şubesidir ve tüm bilinen türlerin yaklaşık %'ünü içerir. Segmentli vücutları, eklemli üyeleri ve oldukça iyi gelişmiş organ sistemleri bulunur. Genel olarak her segmentte bir çift üye bulunur. Vücutları baş (cephalo), göğüs (thorax) ve karın (abdomen)'dan oluşmuştur. Karasal yaşama en iyi uyum sağlamış omurgasızlardır. Açık dolaşım sistemi görülür. Ayrı eşeylidir. Basit bir solumun ve sinir sistemi vardır. Ağız ve anüs gelişmiştir. Sindirim sistemi tam ve tek yönlüdür. Açık dolaşım sistemi görülür. Gaz değişimi; deri yüzeyi, solungaçlar, trake sistemi veya kitapsı akciğerler ile gerçekleştirilir. Su akrepleri, at nalı yengeci, deniz örümceği örnek olarak verilebilir.
Kabuklular (Crustacea)
Eklem bacaklılar içinde yer alan ve iki çift anten taşıyan tek gruptur. Ancak tespih böceklerinde (Isopoda), karasal formlarda sadece tek bir çift anten bulunur. Diğeri kaybedilmiştir. Çoğu sucul ortamlarda yaşar ve sucul faunadaki hayvanlardan zooplanktonların önemli bir kısmını teşkil ederler. Bir kısım kabuklu ise, çeşitli hayvanların severek tükettiği besinler arasında sayılır. Örneğin Artemia, flamingoların diyetinin önemli bir elemanıdır. Vücut, baş-gögüs (cephalo-thorax) ve karın (abdomen) olmak üzere 3 belirgin bölgeye ayrılır. Kabukta kalsiyum biriktirilmesi ile, yapıda sağlamlık kazanılmıştır. Yengeç ve İstakozlarda (Decapoda), birinci bacak çifti makas şeklini almıştır. Solunum, solungaçlarla gerçekleştirilir. Bacaklar da solungaç görevi görebilir. Açık dolaşım sistemi görülür ve toplar damarlar bulunmaz. Ayrı eşeylidirler ve gelişmelerinde genellikle metamorfoz (değişim) görülür. Çoğu kabuklu, güneş ışığına veya günün saatlerine göre dikey göç içgüdüsüne sahiptir. Tatlı su ve denizlerde yaşarlar. Üyeleri eklemlidir. Bazıları mikroskobiktir (Dafnia ve Syklops gibi). Bazı türleri besin değeri sebebiyle özel olarak üretilirler. Karides, yengeç, İstakoz, siklops, balanus en tanınmış örneklerindendir.
Örümcekgiller (Arachnida)
Ortalama 60.000'in üzerinde tür ile, oldukça kalabalık bir gruptur. Örümcekgillere dahil olan canlıların büyük çoğunluğu karasal yaşama uyum sağlamıştır. Solunum organı kitapsı akciğerler veya trakelerdir. Küçük yapılı örümceklerin bir kısmında ise deri solunumu görülür. Kalp sırt tarafında konumlanmıştır. Kanları renksizdir ve solunum pigmenti çoğunlukla hemosiyanin'dir. Beslenme çoğunlukla karnivordur (etçil) ve birçok tür, uzun süre açlığa dayanabilir. Bazı akrep türleri bir yıl boyunca, bazı örümcek türleri ise 2 yıl kadar açlığa dayanabilmektedir. Ayrı eşeylidirler ve erkek genellikle dişiden daha küçüktür. Yumurtaların korunmasında çeşitli stratejiler görülür. Eklemli dört çift bacak taşırlar. Baş ile göğüs bölgesi birbiriyle kaynaşmış durumdadır. Antenleri yoktur. Bir çoğu bezler içinde zehir taşır. Su kenesi, örümcek, kene, akrep gibi örnekler verilebilir.
Örümcekgillerden akar ve kenelerin çoğu parazit olarak, hayvan veya bitki özsuları ile beslenir. Büyük çoğunluğu kördür. Ender olarak, farklı sayılarda ve az gelişmiş gözlerin varlığına da rastlanır. Karada yaşayan hemen her canlıdan kan emebilen kenelerde, vücut kan emildikçe şişer. Birçok virüs ve bakteri taşıdıkları için, benekli humma ve tifüs gibi hastalıkları bulaştırabilirler.
Çokayaklılar (Myriapoda)
Karasal canlılardır. Vücutları uzun ve segmentlidir. Her segmentte ayak bulunur. Çıyanlarda her segmentte bir çift, kırkayakta ise her segmentte iki çift ayak bulunur. Gövdede, son segment haricinde her vücut segmenti bir çift üye taşır. Trake solunumu yaparlar. Deri, kalsiyum karbonat içermesi nedeniyle sert yapılıdır. Çıyan ve kırkayak bu grubun örneklerindendir.
Böcekler (insecta)
Canlılar dünyasının en geniş hayvan sınıfını oluştururlar. Vücutları baş (cephalo), göğüs (thorax) ve karın (abdomen) olmak üzere 3 bölümden oluşur. Bazı gruplarda bu vücut bölümlerinde kaynaşmalar görülebilir. Baş bölgesinde bir çift anten ve bir çift bileşik göz bulunur. Sınıf özelliği olarak göğüsleri 3 segmentlidir ve her segmentten bir çift bacak çıkar. Çoğunda 2. ve 3. göğüs segmentlerinden birer çift kanat çıkar. Hayvanlarda "uçma" ilk defa bu sınıfta ortaya çıkmıştır.
Dış iskelet bulunur. Vücutlarında sadece çizgili kas bulunur. Solunum trake sistemiyledir. Açık dolaşım sistemi görülür. Vücutta dolaşan solunum sıvısı "hemolenf adını alır ve çoğunlukla renksiz, bazen de soluk yeşil-sarı renktedir. Vücutları bez bakımından zengindir. Çekici veya itici koku, mum, zehir, ipek, yağ, tükürük, antikoagülan madde gibi birçok maddeyi salgılamak üzere özelleşmiş çok sayıda bez taşırlar. Duyu organları ve sinir sistemleri iyi gelişmiştir. Birçok grupta, özel görevleri olan duyu organlarına rastlanır . Avlanmak veya avcılarından korunmak için son derece başarılı uyumlar kazanmışlardır. Renklenmeleri büyük çeşitlilik gösterir. Bazılarında ışık çıkarma özelliği görülür. Yumurta ile çoğalırlar ve gelişmelerinde çoğunlukla bir metamorfoz görülür. Bazı gruplarda koloni halinde sosyal yaşam örnekleri görülür (Karıncalar, Arılar, Termitler). Yaşam ve beslenme şekillerine göre, ağız parçaları, anten ve bacak yapıları farklılık gösterir. Çoğu karada yaşar. Çekirge, kelebek, bit, sinekler ve yaprak bitleri tanınmış diğer örneklerindendir.
Derisi Dikenliler (Echinodermata)
Hemen hemen hepsi deniz hayvanları olup, çoğunlukla zeminde sürünerek yaşarlar. Kalker plakçıklardan oluşmuş iskeletleri vardır. İskelette tipik olarak dikenler bulunur. Bu nedenle derisi dikenliler olarak adlandırılırlar. Açık dolaşım görülmektedir. Solungaç, deri ve kese solunumu vardır. Hareketlerini diken şeklindeki çok sayıda ayakla yaparlar. Deniz yıldızı, deniz kestanesi ve deniz hıyarı en çok bilinen örnek türleridir.
Tamamı heterotrof (hazır besin alan) canlılardır. Hücre çeperleri yoktur. Kloroplast taşımazlar. Hayvanlar omurgalı ve omurgasız olmak üzere iki büyük gruba ayrılır. Süngerler, Sölenterler, Yassı Solucanlar, Yuvarlak Solucanlar, Halkalı Solucanlar, Yumuşakçalar, Kabuklular, Örümcekgiller, Çokayaklılar, Böcekler ve Derisi Dikenliler omurgasız hayvanlar grubunu meydana getirir. Balıklar, Kurbağalar, Sürüngenler, Kuşlar, Memeliler omurgalı hayvanlar grubuna ait canlılardır.
Omurgasız Hayvanlar ve Özellikleri
Omurgasız olarak adlandırılan canlıların yapılarında bir iç iskelet bulunmaz. Omurgasız hayvanların vücudunun dış kısmını örten ve destekleyen bir dış iskelet bulunur. Omurgasız hayvanlardan bazıları suda, bazıları da karada yaşamaya uyum sağlamıştır. Yaşamın hiçbir evresinde, vücuda desteklik yapan bir sırt ipliği (notokord) bulunmaz. Sinir sistemi gelişimi, ilkel gruplarda uyartılara bölgesel cevaplar verilmesi şeklindeyken, gruplarda gelişmişlik düzeyine göre değişiklik gösterir. Gerçek dokulara sahip oluşlarına göre, omurgasızlar iki gruba ayrılır:
1. Grup: Parazoa (Gerçek dokulara sahip olmayan canlılar)
2. Grup: Eumetazoa (Gerçek dokulara sahip canlılar)
1. Grup: Parazoa (Gerçek dokulara sahip olmayan canlılar)
Omurgasız hayvanların ilk grubunu oluşturan bu canlılarda, gerçek dokular bulunmaz. Bir hücrelilikten çok hücreliliğe geçişin temsilcileri olarak kabul edilen bu canlılar, sadece hücresel düzeyde özelleşme gösterebilmişlerdir. Bu nedenle de, vücutta belirli organ sistemlerinin varlığından söz edilemez. Hücreler tabakalaşma gösterseler de bazal lamina adı verilen yapının veya hücreler arasında bağlantı bölgelerinin bulunmaması nedeniyle, doku varlığı kabul edilmez. Parazoa grubu a) Placozoa b) Porifera (Süngerler) olmak üzere ikiye ayrılır.
a) Placozoa: Şubenin tek üyesi olan Trichoplax adhaerens en basit çok hücrelidir. Aynı zamanda, şimdiye kadar bilinen en az miktarda DNA içeren hayvansal organizmadır. Ağız ve sindirim sistemi bulunmaz. Vücudu yassı ve asimetriktir. Yassı vücut yüzeyindeki tek tabakalı yassı epitel hücrelerinin her biri, bir adet kamçı taşır.
b) Porifera (Süngerler)
En basit yapılı çok hücreli hayvanlardır. Hiçbir sistemleri yoktur. Süngerlerde sadece hücresel düzeyde farklılaşma görülür. Üreme organları vücutlarının belli bir yerinde değildir. İskelet elemanları görülmesine rağmen, gerçek doku ve organ bulunmaz. Hem tatlı sularda hem de denizlerde yaşarlar. Vücutlarında por denilen delikleri çoktur. Çoğunlukla şekil bakımından bitkilere benzerler. Kırmızı, mavi, gri, sarımtırak ve siyah renkte olabilirler. Eşeysiz çoğalmaları tomurcuklanma ile olur. İskeletleri organik ve inorganik maddelerden meydana gelmiştir. Su vücuda osteum adı verilen açıklıklardan girer ve oskulum adı verilen açıklıktan çıkar. Su, vücut içerisinde akışı esnasında süzülür ve içeriğindeki küçük organizmalar besin olarak kullanılır. Sadece hücre içi sindirim görülür. Boşaltımda görevli olan kontraktil (vurgan) kofullar, hayvanlar içinde sadece süngerlerde bulunur. Sinir sistemleri yoktur. Uyartılara verilen tepkiler bölgeseldir. Ergin bireyler, daima bir yere bağlı olarak (sesil) yaşarlar. Bazı türlerinin ekonomik değeri vardır.
2. Grup: Eumetazoa (Gerçek dokulara sahip canlılar):
Omurgasız hayvanların geri kalan tüm şubelerini ve hatta omurgalıları da kapsayan bu grubun canlılarında, gerçek dokular bulunur. Özelleşme, doku düzeyinden organ ve sistem düzeyine kadar, çeşitli gelişmişlik seviyelerinde ortaya çıkar.
Sölenterler (Coelenterata)
Vücutlarının merkezinde bir sindirim boşluğu bulunur. Bu kısmı hem ağız hem de anüs olarak kullanırlar. Vücut dokusu iki hücre sırasından oluşmuştur. Dışarıdaki hücre sırasında canlıyı koruyan yakıcı kapsüller vardır. Deniz anası, Hidra ve Mercanlar sölenterlere örnek olarak verilebilir. Bu şubede ilk defa ağız oluşumu gözlenir. Ağız, aynı zamanda anüs görevindedir. Sindirim boşluğu gelişmiştir. Böylece hücre dışı sindirim de başlamış olur. Sinir sistemi sadece sinir ağı yapısındadır. Nöronlar kutuplaşmadığı için, uyartı her yöne doğru iletilir. Boşaltım ve solunum sistemleri yoktur.
Solucanlar
Omurgasız canlılardan olan solucanların çoğu tatlı sularda ya da dip çamurlarında yaşar. Balçık içindeki organik besinlerle beslenirler. Bazıları başka canlıları avlayarak beslenir, bazıları da asalaktır. Az da olsa denizde yaşayan türleri de vardır. Yassı solucanlar, yuvarlak solucanlar ve halkalı solucanlar olarak incelenirler.
a) Yassı Solucanlar (Platyhelminthes)
Vücut dorsoventral olarak yassılaşmıştır. Solunum, iskelet ve dolaşım sistemleri bulunmaz. Basit duyu organlarına sahiptirler. Yassı solucanlarda anüs ve damar sistemi yoktur. Parazit yaşayanların bazılarında sindirim sistemi yoktur. Ağız hem anüs hem de ağız görevini yapar. Sinir ve üreme sistemleri vardır. Boşaltım sistemleri bulunur. Alev hücreleri taşıyan protonefridiumları vardır. Küçük bir grubu tatlı su ve nemli toprakta serbest, diğerleri insan ve hayvanlarda parazit olarak yaşar. Planaria ve tenyalar yassı solucanların en tanınmışlarındandır.
b) Yuvarlak solucanlar (Nematoda)
Nemli topraklarda, tatlı sularda veya denizlerde dağılım gösterirler.
Vücut yüzeyi yumuşak ve esnek bir kütikula ile örtülüdür. Çoğu ayrı eşeylidir ve erkekler, dişilerden daha küçük yapılı olmaları ve vücutlarının arka kısmının uç tarafta kıvrılmasıyla ayrılırlar. Şubenin çoğu temsilcisi, ekonomik değere sahip olan hayvan ve bitki türlerinde parazittir. Parazit olan türlerde, genellikle bir başkalaşım evresi görülür. Sindirim sistemlerinde anüs ve ağız ayrılır. Çoğu bitki ve hayvanlarda parazit olup bazıları da su ve toprakta serbest olarak yaşar. Kancalı Kurt (Trişin) ve Bağırsak Kurdu (Ascaris) en çok bilinen örnekleridir.
c) Halkalı solucanlar (Annelida)
Vücutları çok sayıda halkanın sıralanmasıyla oluşmuştur. Vücutlarında baş bölgesi ayırt edilebilir. Sindirim kanalı özel bölümlere ayrılmıştır. Kapalı dolaşım görülür. Hermofrodit olmalarına rağmen kendi kendilerini dölleyemezler. Deri solunumu yaparlar. Ağız ve anüs oluşumu ile tek yönlü sindirim sistemi görülür. Sülükler haricinde bütün gruplarda solom (vücut boşluğu) odacıklara bölünmüştür. İçi sıvı ile dolu olan vücut boşluğu, hidrostatik iskelet görevindedir.
Sülükler dışında tüm üyelerde kapalı dolaşım sistemi görülür. Bu grup, en gelişmiş rejenerasyon (kendini yenileme) yeteneğine sahiptir. Toprak solucanı ve sülük en tanınmış örnekleridir.
Yumuşakçalar (Mollusca)
Vücutları üç belirgin bölgeden oluşur: baş, kaslı ayak ve visceral kitle (organlar). Dorsal vücut duvarında manto boşluğu bulunur. Manto boşluğuna sindirim, boşaltım ve üreme sistemlerinin ürünleri atılır. Bazı gruplarda manto boşluğu değişikliğe uğrayarak akciğerleri meydana getirmiştir. Manto aynı zamanda kabuk salgılar.
Yumuşakçalarda açık dolaşım sistemi görülür. Gaz değişimi vücut yüzeyi, solungaçlar, akciğerler ve manto ile gerçekleştirilir. Çizgili kas ilk defa bu grupta ortaya çıkar. Vücutlarında hem çizgili hem de düz kaslar bulunur. Sinir sistemi, deri altı sinir ağı şeklindedir. Karın bölgesinde kaslı ayakları vardır. Solungaç solunumu yaparlar. Ahtapot, salyangoz, midye yumuşakçalara örnektir.
Eklem Bacaklılar (Arthropoda)
Hayvanların en geniş şubesidir ve tüm bilinen türlerin yaklaşık %'ünü içerir. Segmentli vücutları, eklemli üyeleri ve oldukça iyi gelişmiş organ sistemleri bulunur. Genel olarak her segmentte bir çift üye bulunur. Vücutları baş (cephalo), göğüs (thorax) ve karın (abdomen)'dan oluşmuştur. Karasal yaşama en iyi uyum sağlamış omurgasızlardır. Açık dolaşım sistemi görülür. Ayrı eşeylidir. Basit bir solumun ve sinir sistemi vardır. Ağız ve anüs gelişmiştir. Sindirim sistemi tam ve tek yönlüdür. Açık dolaşım sistemi görülür. Gaz değişimi; deri yüzeyi, solungaçlar, trake sistemi veya kitapsı akciğerler ile gerçekleştirilir. Su akrepleri, at nalı yengeci, deniz örümceği örnek olarak verilebilir.
Kabuklular (Crustacea)
Eklem bacaklılar içinde yer alan ve iki çift anten taşıyan tek gruptur. Ancak tespih böceklerinde (Isopoda), karasal formlarda sadece tek bir çift anten bulunur. Diğeri kaybedilmiştir. Çoğu sucul ortamlarda yaşar ve sucul faunadaki hayvanlardan zooplanktonların önemli bir kısmını teşkil ederler. Bir kısım kabuklu ise, çeşitli hayvanların severek tükettiği besinler arasında sayılır. Örneğin Artemia, flamingoların diyetinin önemli bir elemanıdır. Vücut, baş-gögüs (cephalo-thorax) ve karın (abdomen) olmak üzere 3 belirgin bölgeye ayrılır. Kabukta kalsiyum biriktirilmesi ile, yapıda sağlamlık kazanılmıştır. Yengeç ve İstakozlarda (Decapoda), birinci bacak çifti makas şeklini almıştır. Solunum, solungaçlarla gerçekleştirilir. Bacaklar da solungaç görevi görebilir. Açık dolaşım sistemi görülür ve toplar damarlar bulunmaz. Ayrı eşeylidirler ve gelişmelerinde genellikle metamorfoz (değişim) görülür. Çoğu kabuklu, güneş ışığına veya günün saatlerine göre dikey göç içgüdüsüne sahiptir. Tatlı su ve denizlerde yaşarlar. Üyeleri eklemlidir. Bazıları mikroskobiktir (Dafnia ve Syklops gibi). Bazı türleri besin değeri sebebiyle özel olarak üretilirler. Karides, yengeç, İstakoz, siklops, balanus en tanınmış örneklerindendir.
Örümcekgiller (Arachnida)
Ortalama 60.000'in üzerinde tür ile, oldukça kalabalık bir gruptur. Örümcekgillere dahil olan canlıların büyük çoğunluğu karasal yaşama uyum sağlamıştır. Solunum organı kitapsı akciğerler veya trakelerdir. Küçük yapılı örümceklerin bir kısmında ise deri solunumu görülür. Kalp sırt tarafında konumlanmıştır. Kanları renksizdir ve solunum pigmenti çoğunlukla hemosiyanin'dir. Beslenme çoğunlukla karnivordur (etçil) ve birçok tür, uzun süre açlığa dayanabilir. Bazı akrep türleri bir yıl boyunca, bazı örümcek türleri ise 2 yıl kadar açlığa dayanabilmektedir. Ayrı eşeylidirler ve erkek genellikle dişiden daha küçüktür. Yumurtaların korunmasında çeşitli stratejiler görülür. Eklemli dört çift bacak taşırlar. Baş ile göğüs bölgesi birbiriyle kaynaşmış durumdadır. Antenleri yoktur. Bir çoğu bezler içinde zehir taşır. Su kenesi, örümcek, kene, akrep gibi örnekler verilebilir.
Örümcekgillerden akar ve kenelerin çoğu parazit olarak, hayvan veya bitki özsuları ile beslenir. Büyük çoğunluğu kördür. Ender olarak, farklı sayılarda ve az gelişmiş gözlerin varlığına da rastlanır. Karada yaşayan hemen her canlıdan kan emebilen kenelerde, vücut kan emildikçe şişer. Birçok virüs ve bakteri taşıdıkları için, benekli humma ve tifüs gibi hastalıkları bulaştırabilirler.
Çokayaklılar (Myriapoda)
Karasal canlılardır. Vücutları uzun ve segmentlidir. Her segmentte ayak bulunur. Çıyanlarda her segmentte bir çift, kırkayakta ise her segmentte iki çift ayak bulunur. Gövdede, son segment haricinde her vücut segmenti bir çift üye taşır. Trake solunumu yaparlar. Deri, kalsiyum karbonat içermesi nedeniyle sert yapılıdır. Çıyan ve kırkayak bu grubun örneklerindendir.
Böcekler (insecta)
Canlılar dünyasının en geniş hayvan sınıfını oluştururlar. Vücutları baş (cephalo), göğüs (thorax) ve karın (abdomen) olmak üzere 3 bölümden oluşur. Bazı gruplarda bu vücut bölümlerinde kaynaşmalar görülebilir. Baş bölgesinde bir çift anten ve bir çift bileşik göz bulunur. Sınıf özelliği olarak göğüsleri 3 segmentlidir ve her segmentten bir çift bacak çıkar. Çoğunda 2. ve 3. göğüs segmentlerinden birer çift kanat çıkar. Hayvanlarda "uçma" ilk defa bu sınıfta ortaya çıkmıştır.
Dış iskelet bulunur. Vücutlarında sadece çizgili kas bulunur. Solunum trake sistemiyledir. Açık dolaşım sistemi görülür. Vücutta dolaşan solunum sıvısı "hemolenf adını alır ve çoğunlukla renksiz, bazen de soluk yeşil-sarı renktedir. Vücutları bez bakımından zengindir. Çekici veya itici koku, mum, zehir, ipek, yağ, tükürük, antikoagülan madde gibi birçok maddeyi salgılamak üzere özelleşmiş çok sayıda bez taşırlar. Duyu organları ve sinir sistemleri iyi gelişmiştir. Birçok grupta, özel görevleri olan duyu organlarına rastlanır . Avlanmak veya avcılarından korunmak için son derece başarılı uyumlar kazanmışlardır. Renklenmeleri büyük çeşitlilik gösterir. Bazılarında ışık çıkarma özelliği görülür. Yumurta ile çoğalırlar ve gelişmelerinde çoğunlukla bir metamorfoz görülür. Bazı gruplarda koloni halinde sosyal yaşam örnekleri görülür (Karıncalar, Arılar, Termitler). Yaşam ve beslenme şekillerine göre, ağız parçaları, anten ve bacak yapıları farklılık gösterir. Çoğu karada yaşar. Çekirge, kelebek, bit, sinekler ve yaprak bitleri tanınmış diğer örneklerindendir.
Derisi Dikenliler (Echinodermata)
Hemen hemen hepsi deniz hayvanları olup, çoğunlukla zeminde sürünerek yaşarlar. Kalker plakçıklardan oluşmuş iskeletleri vardır. İskelette tipik olarak dikenler bulunur. Bu nedenle derisi dikenliler olarak adlandırılırlar. Açık dolaşım görülmektedir. Solungaç, deri ve kese solunumu vardır. Hareketlerini diken şeklindeki çok sayıda ayakla yaparlar. Deniz yıldızı, deniz kestanesi ve deniz hıyarı en çok bilinen örnek türleridir.
Cicekli ve Ciceksiz Bitkiler Ozellikleri
Bitkiler, Çiçekli ve Çiçeksiz Bitkiler
Doğada bilinen canlı çeşitlerinin 500.000 kadarını oluşturan bitkiler, ökaryot ve çok hücreli canlılardır. Hücreleri arasında gelişmiş bir organizasyon ve iş birliği vardır.
Yeşil bitkilerin en önemli özellikleri, karbondioksit, su ve mineral gibi inorganik maddelerden organik maddeleri sentezleyebilmelendir. Bir başka deyişle canlıların doğrudan enerji kaynağı olarak kullanmadıkları ışık enerjisini kimyasal bağ enerjisine dönüştürüp depolayabilirler.
Bitkiler Çiçeksiz Bitkiler (Tohumsuz Bitkiler) ve Çiçekli Bitkiler (Tohumlu Bitkiler) olarak ikiye ayrılır. Çiçeksiz bitkiler kendi içinde a) Damarsız Çiçeksiz Bitkiler (kara yosunları) b) Damarlı çiçeksiz bitkiler (eğrelti otu) olarak ikiye ayrılır. Çiçekli bitkiler de a) Açık tohumlu bitkiler (Kozalaklı bitkiler) b) Kapalı Tohumlu Bitkiler şeklinde ikiye ayrılır. Kapalı tohumlu bitkiler de a) Tek çenekli bitkiler b) Çift çenekli bitkiler şeklinde gruplandırılır.
1. Çiçeksiz (Tohumsuz) Bitkiler:
Çiçek ve tohum oluşturmazlar. Üremeleri eşeysiz veya eşeyli üremenin birbirini takip ettiği döl almaşı (metagenez) şeklinde olur. Kara yosunları ve eğrelti otları çiçeksiz bitkilerin ençok bilinen gruplarıdır. Bu iki gruptan başka Ciğer otları, Kibrit otları ve At kuyrukları da vardır.
a) Kara Yosunları: İletim demetleri yoktur. Nemli yerlerde yaşarlar. Döl almasıyla eşeyli ürerler. Gerçek yapraklar olmayıp yaprağımsı yapıları vardır.
b) Eğrelti Otları: Gerçek kök ve yaprakları yoktur. İletim demetleri vardır. Yapraklar yer altı gövdelerine dönüşmüştür.
2. Çiçekli (Tohumlu) Bitkilerin Özellikleri:
Üreme organları çiçeklerdir. Gerçek kök, gövde ve yaprakları vardır. İletim demetleri gelişmiştir. Tohumlu bitkilerde genel olarak eşeyli üreme hakim olsa da eşeysiz üreme çeşitlerinden olan vejetatif çoğalma hemen hemen tüm türlerde görülür. Bu özellik seracılıkta, çiçekçilikte ve hatta ziraatta birçok önemli bitkinin çoğaltılmasında kullanılmaktadır. Tohumlu bitkiler iki alt bölüme ayrılır.
a) Açık Tohumlular: Kozalaklı bitkiler olarak da bilinirler. Her zaman yeşil, çoğu iğne yapraklı, ağaç ve çalılardan meydana gelen, çok yıllık bitkilerdir. Otsu formu yoktur. Tohum taslakları ovaryum tarafından örtülmemiştir. Tohum meyve içinde değil, kozalak yapraklarının altında açıkta bulunur. Bu nedenle açık tohumlu bitkiler olarak adlandırılmışlardır. Gerçek çiçek ve tohum taslakları yoktur. Erkek ve dişi organ genellikle farklı çiçeklerde bulunur. Çenek sayısı değişkendir. Çam, ardıç, ladin, göknar ve sedir ağacı bu grubun bilinen örneklerindendir.
Açık tohumlu bitkiler odun boruları (ksilem) ve soymuk borularından (floem) oluşan vasküler sisteme sahiptirler. Odun yapıları gövdede bir daire üzerine dizilmiş açık kollateral iletim demetleri içerir. Bu nedenle de ikincil kalınlaşma gösterirler. Açık tohumlularda polen üretimi oldukça fazla olup, her bir erkek kozalak birkaç milyon polen üretebilir. Bazı türlerin polenlerinde, polenin rüzgarla uçmasını sağlayan 2-3 hava keseciği bulunabilir. Dişi kozalak genelde erkek kozalağa benzer. Bir eksen üzerinde sarmal dizilmiş makrosporofillerden oluşmuştur. Her bir makrosporofılin üst kısmında iki tohum taslağı bulunur. Tohum taslaklarında da makrosporangiyumlar yer alır.
Tozlaşmaları genelde rüzgarla olur. Tohumların olgunlaşma süreleri 1-3 yıl arasındadır. Günümüzde 600 ile 1000 türle temsil edilmektedirler.
b) Kapalı Tohumlular: Kapalı tohumluların gerçek çiçek ve tohum taslakları vardır. Tohum taslakları ve tohumları meyve ile örtülü olduğundan kapalı tohumlu bitkiler olarak adlandırılırlar. Sayıları 250 bine yakın türden oluşur. Meşe, kayın, gürgen, karaağaç gibi yapraklı ağaçlar ve bütün meyve ağaçları bu gruba dahildir. Odunsu ve otsu çeşitleri vardır. Çok yıllık olanların bazıları kışın yaprağını döker, bazıları dökmez. Çenek sayısına göre tek çenekli ve çift çenekti olmak üzere ikiye ayrılırlar.
1. Tek Çenekliler (Monokotiledonlar): Tohumlarında tek çenek bulunur. Çoğu bir yıllık otsu bitkilerdir. Buğday, mısır, lale, muz, soğan, hurma, orkide ve bir çok ot türü bu sınıf içinde yer alır. Hiç birinin gövdesinde kambiyum bulunmaz. Bunun için boyları uzun, gövdeleri incedir. Yapraklan genellikle ince, uzun ve paralel damarlı, kökleri saçak köktür. İletim demetleri gövdede düzensiz dağılmıştır.
2. Çift Çenekliler (Dikotiledonlar): Tohumlarında çift çenek vardır. Gövdelerinde kambiyum halkaları bulunur. Bu sayede iletim demetleri gövdeye düzenli olarak dizilmiştir. Yaprakları ağsı damarlı çok yıllık odunsu bitkilerdir. Bu sınıfa örnek olarak Baklagiller, Gülgiller, Kabakgiller, Asmagiller gibi bir çok takım örnek verilebilir. Bezelye, badem, ceviz, elma, domates, ayçiçeği, gül gibi bitkiler çift çenekli bitkilerdendir.
Doğada bilinen canlı çeşitlerinin 500.000 kadarını oluşturan bitkiler, ökaryot ve çok hücreli canlılardır. Hücreleri arasında gelişmiş bir organizasyon ve iş birliği vardır.
Yeşil bitkilerin en önemli özellikleri, karbondioksit, su ve mineral gibi inorganik maddelerden organik maddeleri sentezleyebilmelendir. Bir başka deyişle canlıların doğrudan enerji kaynağı olarak kullanmadıkları ışık enerjisini kimyasal bağ enerjisine dönüştürüp depolayabilirler.
Bitkiler Çiçeksiz Bitkiler (Tohumsuz Bitkiler) ve Çiçekli Bitkiler (Tohumlu Bitkiler) olarak ikiye ayrılır. Çiçeksiz bitkiler kendi içinde a) Damarsız Çiçeksiz Bitkiler (kara yosunları) b) Damarlı çiçeksiz bitkiler (eğrelti otu) olarak ikiye ayrılır. Çiçekli bitkiler de a) Açık tohumlu bitkiler (Kozalaklı bitkiler) b) Kapalı Tohumlu Bitkiler şeklinde ikiye ayrılır. Kapalı tohumlu bitkiler de a) Tek çenekli bitkiler b) Çift çenekli bitkiler şeklinde gruplandırılır.
1. Çiçeksiz (Tohumsuz) Bitkiler:
Çiçek ve tohum oluşturmazlar. Üremeleri eşeysiz veya eşeyli üremenin birbirini takip ettiği döl almaşı (metagenez) şeklinde olur. Kara yosunları ve eğrelti otları çiçeksiz bitkilerin ençok bilinen gruplarıdır. Bu iki gruptan başka Ciğer otları, Kibrit otları ve At kuyrukları da vardır.
a) Kara Yosunları: İletim demetleri yoktur. Nemli yerlerde yaşarlar. Döl almasıyla eşeyli ürerler. Gerçek yapraklar olmayıp yaprağımsı yapıları vardır.
b) Eğrelti Otları: Gerçek kök ve yaprakları yoktur. İletim demetleri vardır. Yapraklar yer altı gövdelerine dönüşmüştür.
2. Çiçekli (Tohumlu) Bitkilerin Özellikleri:
Üreme organları çiçeklerdir. Gerçek kök, gövde ve yaprakları vardır. İletim demetleri gelişmiştir. Tohumlu bitkilerde genel olarak eşeyli üreme hakim olsa da eşeysiz üreme çeşitlerinden olan vejetatif çoğalma hemen hemen tüm türlerde görülür. Bu özellik seracılıkta, çiçekçilikte ve hatta ziraatta birçok önemli bitkinin çoğaltılmasında kullanılmaktadır. Tohumlu bitkiler iki alt bölüme ayrılır.
a) Açık Tohumlular: Kozalaklı bitkiler olarak da bilinirler. Her zaman yeşil, çoğu iğne yapraklı, ağaç ve çalılardan meydana gelen, çok yıllık bitkilerdir. Otsu formu yoktur. Tohum taslakları ovaryum tarafından örtülmemiştir. Tohum meyve içinde değil, kozalak yapraklarının altında açıkta bulunur. Bu nedenle açık tohumlu bitkiler olarak adlandırılmışlardır. Gerçek çiçek ve tohum taslakları yoktur. Erkek ve dişi organ genellikle farklı çiçeklerde bulunur. Çenek sayısı değişkendir. Çam, ardıç, ladin, göknar ve sedir ağacı bu grubun bilinen örneklerindendir.
Açık tohumlu bitkiler odun boruları (ksilem) ve soymuk borularından (floem) oluşan vasküler sisteme sahiptirler. Odun yapıları gövdede bir daire üzerine dizilmiş açık kollateral iletim demetleri içerir. Bu nedenle de ikincil kalınlaşma gösterirler. Açık tohumlularda polen üretimi oldukça fazla olup, her bir erkek kozalak birkaç milyon polen üretebilir. Bazı türlerin polenlerinde, polenin rüzgarla uçmasını sağlayan 2-3 hava keseciği bulunabilir. Dişi kozalak genelde erkek kozalağa benzer. Bir eksen üzerinde sarmal dizilmiş makrosporofillerden oluşmuştur. Her bir makrosporofılin üst kısmında iki tohum taslağı bulunur. Tohum taslaklarında da makrosporangiyumlar yer alır.
Tozlaşmaları genelde rüzgarla olur. Tohumların olgunlaşma süreleri 1-3 yıl arasındadır. Günümüzde 600 ile 1000 türle temsil edilmektedirler.
b) Kapalı Tohumlular: Kapalı tohumluların gerçek çiçek ve tohum taslakları vardır. Tohum taslakları ve tohumları meyve ile örtülü olduğundan kapalı tohumlu bitkiler olarak adlandırılırlar. Sayıları 250 bine yakın türden oluşur. Meşe, kayın, gürgen, karaağaç gibi yapraklı ağaçlar ve bütün meyve ağaçları bu gruba dahildir. Odunsu ve otsu çeşitleri vardır. Çok yıllık olanların bazıları kışın yaprağını döker, bazıları dökmez. Çenek sayısına göre tek çenekli ve çift çenekti olmak üzere ikiye ayrılırlar.
1. Tek Çenekliler (Monokotiledonlar): Tohumlarında tek çenek bulunur. Çoğu bir yıllık otsu bitkilerdir. Buğday, mısır, lale, muz, soğan, hurma, orkide ve bir çok ot türü bu sınıf içinde yer alır. Hiç birinin gövdesinde kambiyum bulunmaz. Bunun için boyları uzun, gövdeleri incedir. Yapraklan genellikle ince, uzun ve paralel damarlı, kökleri saçak köktür. İletim demetleri gövdede düzensiz dağılmıştır.
2. Çift Çenekliler (Dikotiledonlar): Tohumlarında çift çenek vardır. Gövdelerinde kambiyum halkaları bulunur. Bu sayede iletim demetleri gövdeye düzenli olarak dizilmiştir. Yaprakları ağsı damarlı çok yıllık odunsu bitkilerdir. Bu sınıfa örnek olarak Baklagiller, Gülgiller, Kabakgiller, Asmagiller gibi bir çok takım örnek verilebilir. Bezelye, badem, ceviz, elma, domates, ayçiçeği, gül gibi bitkiler çift çenekli bitkilerdendir.
Fungi Nedir Fungi Alemi
Fungi Nedir, Fungi Alemi (Mantarlar)
Klorofil içermeyen, bu nedenle yaşamları için gerekli olan besini hazır olarak sağlayan heterotrof canlılardır. Mantarlar, yüksek yapılı bitkiler gibi kök, gövde ve yaprak gibi organlara sahip değillerdir. Fakat hücrelerinin etrafında belirli bir hücre çeperinin olması, sporla çoğalmaları ve genellikle hareketsiz olmaları nedeniyle bitkilere benzerler. Bir hücrede birden çok sayıda çekirdek vardır. Bir kısmı insan ve hayvanlarda hastalık yapar. Mantarlar saprofit beslenirler. İlaç ve besin endüstrisinde kullanılabilen canlılardır. Mantarların tallusları çoğunlukla silindir biçiminde, bölmeli (septum) yada bölmesiz hif (hyphae) adı verilen ipliklerden oluşmuştur.
Hifler yaklaşık 2-10 um genişliğine sahip ve dallanmış iplikçikler şeklindeki oluşumlardır. Uygun ortamlarda çoğalan mantarların oluşturdukları gözle görülen örgü dokuya misel (mycelium) denir. Mycelium'lar hiflerin uçlarından uzamaları, dallanmaları ve birleşmelerinden oluşmuş ağ şeklindeki oluşumlardır.
Mantarlarda Üreme
Mantarlar eşeyli ve eşeysiz olarak çoğalabilirler. Eşeysiz üreme şekillerinden biri olan vegetatif üreme basitçe mantarın herhangi bir parçasından yeni bireylerin oluşmasıyla gerçekleşir. Mantarlarda görülen üreme tiplerinden en yaygın olanı ise eşeysiz üremedir. Çeşitli tipleri vardır. Bunlardan en sık görüleni sporla olandır. Sporlar ya bir hif in ucunda ya da sporangium içinde oluşmaktadır. Penicilium'da olduğu gibi hif in ucunda oluşan sporlara konidium, onları taşıyan hif e de konidiofor denir.
Mantarlar değişik türde sporlar oluştururlar. Mantar, sporları ile yükseklere ve uzaklara dağılır. 4000 m. yüksekliğe, 1450 km. uzaklara yayılabilirler. Ev tozlarının çoğunu oluştururlar. Bu nedenle alerji olaylarına etkendirler. Yaklaşık 30 bin türü vardır.
Mantarların Sınıflandırılması
Tüm mantarlar dört grupta toplanabilirler.
1. Phycomycetes: Ekmek küfleri, pirinç mantarları (Rhizopus oryzae, Rhizopus stolonifer) bu gruba örnektirler.
2. Ascomycetes: Mayalar, Aspergillus, Candida ve Peniciliumlardır. Bazı peynir ( Rockford ve Kamambert peynirleri gibi) ve antibiyotik üretiminde yararlanılan mantarlardır.
3. Basidiomycetes: Zehirli ve zehirsiz tüm şapkalı mantarları kapsar. Bilinen en zehirli mantar bu grupta yer alır.
4. Deuteromycetes: İki türden meydana gelen gametlerin birleşmesiyle oluşan mantar türlerini içeren gruptur.
Klorofil içermeyen, bu nedenle yaşamları için gerekli olan besini hazır olarak sağlayan heterotrof canlılardır. Mantarlar, yüksek yapılı bitkiler gibi kök, gövde ve yaprak gibi organlara sahip değillerdir. Fakat hücrelerinin etrafında belirli bir hücre çeperinin olması, sporla çoğalmaları ve genellikle hareketsiz olmaları nedeniyle bitkilere benzerler. Bir hücrede birden çok sayıda çekirdek vardır. Bir kısmı insan ve hayvanlarda hastalık yapar. Mantarlar saprofit beslenirler. İlaç ve besin endüstrisinde kullanılabilen canlılardır. Mantarların tallusları çoğunlukla silindir biçiminde, bölmeli (septum) yada bölmesiz hif (hyphae) adı verilen ipliklerden oluşmuştur.
Hifler yaklaşık 2-10 um genişliğine sahip ve dallanmış iplikçikler şeklindeki oluşumlardır. Uygun ortamlarda çoğalan mantarların oluşturdukları gözle görülen örgü dokuya misel (mycelium) denir. Mycelium'lar hiflerin uçlarından uzamaları, dallanmaları ve birleşmelerinden oluşmuş ağ şeklindeki oluşumlardır.
Mantarlarda Üreme
Mantarlar eşeyli ve eşeysiz olarak çoğalabilirler. Eşeysiz üreme şekillerinden biri olan vegetatif üreme basitçe mantarın herhangi bir parçasından yeni bireylerin oluşmasıyla gerçekleşir. Mantarlarda görülen üreme tiplerinden en yaygın olanı ise eşeysiz üremedir. Çeşitli tipleri vardır. Bunlardan en sık görüleni sporla olandır. Sporlar ya bir hif in ucunda ya da sporangium içinde oluşmaktadır. Penicilium'da olduğu gibi hif in ucunda oluşan sporlara konidium, onları taşıyan hif e de konidiofor denir.
Mantarlar değişik türde sporlar oluştururlar. Mantar, sporları ile yükseklere ve uzaklara dağılır. 4000 m. yüksekliğe, 1450 km. uzaklara yayılabilirler. Ev tozlarının çoğunu oluştururlar. Bu nedenle alerji olaylarına etkendirler. Yaklaşık 30 bin türü vardır.
Mantarların Sınıflandırılması
Tüm mantarlar dört grupta toplanabilirler.
1. Phycomycetes: Ekmek küfleri, pirinç mantarları (Rhizopus oryzae, Rhizopus stolonifer) bu gruba örnektirler.
2. Ascomycetes: Mayalar, Aspergillus, Candida ve Peniciliumlardır. Bazı peynir ( Rockford ve Kamambert peynirleri gibi) ve antibiyotik üretiminde yararlanılan mantarlardır.
3. Basidiomycetes: Zehirli ve zehirsiz tüm şapkalı mantarları kapsar. Bilinen en zehirli mantar bu grupta yer alır.
4. Deuteromycetes: İki türden meydana gelen gametlerin birleşmesiyle oluşan mantar türlerini içeren gruptur.
Liken Nedir Likenler
Liken Nedir, Likenler
Farklı iklim kuşaklarında çok geniş alanlara yayılmış olan likenler, mantarlarla alglerin simbiyotik birlikleridir. Birliği oluşturan mantar su ve suda erimiş maddeleri alır ve birliğin bulunduğu ortama tutunmasını sağlar. Algler ise fotosentez sonucu oluşan besin maddelerini mantara verirler. E-şeysiz ve eşeyli olarak üreyebilen likenlerde eşeysiz üreme, sored adı verilen ve mantar hifleri ile çevrili birkaç alg hücresinden oluşan tallus parçacıkları ile gerçekleşir. Çıplak kayalar üzerinde bulunan likenler kayanın yıpranması ve toprak oluşumunda önemli rol oynarlar.
Farklı iklim kuşaklarında çok geniş alanlara yayılmış olan likenler, mantarlarla alglerin simbiyotik birlikleridir. Birliği oluşturan mantar su ve suda erimiş maddeleri alır ve birliğin bulunduğu ortama tutunmasını sağlar. Algler ise fotosentez sonucu oluşan besin maddelerini mantara verirler. E-şeysiz ve eşeyli olarak üreyebilen likenlerde eşeysiz üreme, sored adı verilen ve mantar hifleri ile çevrili birkaç alg hücresinden oluşan tallus parçacıkları ile gerçekleşir. Çıplak kayalar üzerinde bulunan likenler kayanın yıpranması ve toprak oluşumunda önemli rol oynarlar.
Protista Nedir Protistalar Hakkinda
Protistalar, Protista Alemi Nedir
Tek hücreli canlılardır. Zarla çevrili çekirdek ve diğer hücre organelleri vardır. Protistalar, bir hücreliler ve bazı alglerden meydana gelirler.
1) Hayvansal Tek Hücreliler (Protozoalar): Mikroskobik canlılar olup dört gruba ayrılırlar.
a) Kamçılılar ( Flagellata):
Hareket organeli olarak bir yada birkaç kamçı bulundururlar. Çoğu pigment içeren plastidlere sahiptir. Kendi besinlerini kendileri yaparlar. Bazıları serbest, bazıları saprofit, bazıları da parazittir. Çoğalmaları ikiye bölünme ile olur.
Öglena ve Trypanasoma kamçılıların en tanınmış örnekleridir. Öglena tatlı sularda yaşar. Yapısında bir ya da iki boşaltım kofulu bulunur. Önde bir ya da iki tane kamçılan bulunur. Öglenalar klorofil pigmenti içerdiklerinden yeşil renklidir. Bazı kamçılılar insanlarda hastalıklara neden olurlar. Örneğin; Trypanasoma gambiense uyku hastalığının, Leishmania donovani Kalaazar'a (kara hummaya), Leishmania tropica ise şark çıbanının nedeni olan parazitlerdir.
b) Kök Ayaklılar (Rhizopoda= Sarcodina):
Besinlerini ve hareketlerini pseudopod adı verilen yalancı ayaklarla sağlayan bir hücrelilerdir. Kamçılılar ve sillilere göre daha az organel içerdiklerinden daha basit yapılı organizma sayılırlar. Amipler tatlı sularda yaşarlar. Besinlerini sitoplazmalarında meydana getirdikleri besin kofulları i-çerisinde sindirirler. İnsanda amipli dizanteriye sebep olan türleri tehlikelidir ve parazit olarak yaşarlar.
c) Sporlular (Sporozoa):
Omurgalı ve omurgasız hayvanlarda parazit yaşarlar. Besinlerini osmozla alırlar. İnsanlarda sıtma hastalığına sebep olan Plasmodium malaria bu gruba tipik bir örnektir. Sporla çoğalırlar.
d) Silliler (Ciliata):
Vücut yüzeyleri sillerle örtülü canlılardır. Denizlerde ve tatlı sularda yaşarlar. Bazıları omurgalı hayvanlarda ortak yaşama uyum sağlamıştır. Ayrıca sitoplazmanın sertleşmesiyle meydana gelen ve canlı bir tabaka olan pelikula ile vücudun şekli sabit tutulur. En bilinen örnek Paramecium (terliksi hayvan)'dur.
2) Tek Hücreli Algler (Algae = Su Yosunları)
Alglerin çoğu kloroplast taşımaları ve selüloz hücre duvarına sahip olmaları nedeniyle bitki benzeri protistler olarak kabul edilirler. Tümü sularda yaşar. Daha uygun ortam bulabilmek için yer değiştirme hareketi yaparlar.
Bunlar fitoplankton olarak adlandırılan organizmaların büyük bir bölümünü oluştururlar.
3) Fungus Benzeri Protistler (Cıvık Mantarlar, Küf Mantarları):
Cıvık Mantarlar: Belirgin bir hücre şekli olmayan, çok çekirdekli sitoplazmaya sahip organizmalardır. Parazit yada saprofit beslenen organizmalardır. Eşeyli veya eşeysiz çoğalırlar.
Küf Mantarları: Küf mantarları, genellikle bitki parazitidir. Başta patates olmak üzere soya, tahıl ve kavun gibi değişik bitkilerde zararlara sebep olurlar. Bunların en karakteristik özellikleri ipliksi yapılarıdır.
Tek hücreli canlılardır. Zarla çevrili çekirdek ve diğer hücre organelleri vardır. Protistalar, bir hücreliler ve bazı alglerden meydana gelirler.
1) Hayvansal Tek Hücreliler (Protozoalar): Mikroskobik canlılar olup dört gruba ayrılırlar.
a) Kamçılılar ( Flagellata):
Hareket organeli olarak bir yada birkaç kamçı bulundururlar. Çoğu pigment içeren plastidlere sahiptir. Kendi besinlerini kendileri yaparlar. Bazıları serbest, bazıları saprofit, bazıları da parazittir. Çoğalmaları ikiye bölünme ile olur.
Öglena ve Trypanasoma kamçılıların en tanınmış örnekleridir. Öglena tatlı sularda yaşar. Yapısında bir ya da iki boşaltım kofulu bulunur. Önde bir ya da iki tane kamçılan bulunur. Öglenalar klorofil pigmenti içerdiklerinden yeşil renklidir. Bazı kamçılılar insanlarda hastalıklara neden olurlar. Örneğin; Trypanasoma gambiense uyku hastalığının, Leishmania donovani Kalaazar'a (kara hummaya), Leishmania tropica ise şark çıbanının nedeni olan parazitlerdir.
b) Kök Ayaklılar (Rhizopoda= Sarcodina):
Besinlerini ve hareketlerini pseudopod adı verilen yalancı ayaklarla sağlayan bir hücrelilerdir. Kamçılılar ve sillilere göre daha az organel içerdiklerinden daha basit yapılı organizma sayılırlar. Amipler tatlı sularda yaşarlar. Besinlerini sitoplazmalarında meydana getirdikleri besin kofulları i-çerisinde sindirirler. İnsanda amipli dizanteriye sebep olan türleri tehlikelidir ve parazit olarak yaşarlar.
c) Sporlular (Sporozoa):
Omurgalı ve omurgasız hayvanlarda parazit yaşarlar. Besinlerini osmozla alırlar. İnsanlarda sıtma hastalığına sebep olan Plasmodium malaria bu gruba tipik bir örnektir. Sporla çoğalırlar.
d) Silliler (Ciliata):
Vücut yüzeyleri sillerle örtülü canlılardır. Denizlerde ve tatlı sularda yaşarlar. Bazıları omurgalı hayvanlarda ortak yaşama uyum sağlamıştır. Ayrıca sitoplazmanın sertleşmesiyle meydana gelen ve canlı bir tabaka olan pelikula ile vücudun şekli sabit tutulur. En bilinen örnek Paramecium (terliksi hayvan)'dur.
2) Tek Hücreli Algler (Algae = Su Yosunları)
Alglerin çoğu kloroplast taşımaları ve selüloz hücre duvarına sahip olmaları nedeniyle bitki benzeri protistler olarak kabul edilirler. Tümü sularda yaşar. Daha uygun ortam bulabilmek için yer değiştirme hareketi yaparlar.
Bunlar fitoplankton olarak adlandırılan organizmaların büyük bir bölümünü oluştururlar.
3) Fungus Benzeri Protistler (Cıvık Mantarlar, Küf Mantarları):
Cıvık Mantarlar: Belirgin bir hücre şekli olmayan, çok çekirdekli sitoplazmaya sahip organizmalardır. Parazit yada saprofit beslenen organizmalardır. Eşeyli veya eşeysiz çoğalırlar.
Küf Mantarları: Küf mantarları, genellikle bitki parazitidir. Başta patates olmak üzere soya, tahıl ve kavun gibi değişik bitkilerde zararlara sebep olurlar. Bunların en karakteristik özellikleri ipliksi yapılarıdır.
Bakterilerde Beslenme Ureme Solunum
Bakteriler
a) Genel Özellikleri
Moneraları oluşturan prokaryot canlıların en yaygın ve en çok bilinen grubu bakterilerdir. Dünyada bakterinin bulunmadığı yer hemen hemen yoktur diyebiliriz. Bakteriler, en çok organik atıkların bol bulunduğu yerlerde ve sularda yaşarlar. Bununla beraber, -90 °C buzullar içinde ve +80 °C kaplıcalarda yaşayabilen bakteri türleri de vardır. Hava ve su damlacıkları ile çok uzak mesafelere taşınabilirler. Bakteriler bütün hayatsal olayların gerçekleştiği en basit canlılardır. Hepsi mikroskobik ve tek hücrelidirler. Büyüklükleri normal ökaryotik hücrelerin mitokondrileri kadardır.
b) Bakterilerin Yapısı
Bakteri hücreleri DNA, RNA, hücre zarı ve sitoplazmadan oluşur. Sitoplazmada hücre organel terinden sadece ribozom bulunur. Hücre zarı dıştan cansız bir çeperle (murein) sarılıdır. Çeperin yapısında selüloz bulunmaz. Bu yönüyle bitki hücrelerinin çeperinden farklıdır. Bazı bakterilerde hücre çeperinin dışında kapsül bulunur. Kapsül bakterinin dirençliliğini ve hastalık yapabilme (patojen olma) özelliğini artırır.
Bazı bakteriler kamçılarıyla aktif hareket edebilirken, bazıları kamçıları olmadığı için ancak su moleküllerinin çarpmasıyla pasif hareket edebilirler. Bazı bakteriler "mezozom" denilen zar kıvrımları bulundurur. Burada oksijenli solunum enzimleri (ETS enzimleri) vardır. Oksijenli solunum yapan, ancak mezozomu bulunmayan bakterilerde ise solunum zinciri enzimleri hücre zarına tutunmuş olarak bulunur. Bakterilerde genel yapının % 90' ı sudur. Suda çözünmüş maddeler hücre zarından giriş-çıkış yaparlar. DNA'lar sitoplazmaya serbest olarak dağılmıştır. Bakteriler çeşitli özellikleri bakımından gruplandırılırlar. Bu özelliklerin başlıcaları; şekilleri, oksijen gereksinimleri, beslenmeleri ve boyanmaları olarak sayılabilir.
c) Bakterilerin Şekilleri ve Boyanmaları
Bakteriler ışık mikroskobunda incelendiğinde başlıca şu şekillerde görülürler.
a. Çubuk şeklinde olanlar (Bacillus): Tek tek veya birbirlerine yapışmışlardır. Tifo, tüberküloz ve şarbon hastalığı bakterileri bu şekildedir.
b. Yuvarlak olanlar (Coccus): Genellikle kamçısızdırlar. Zatürre ve bel soğukluğu bakterileri bunlara örnektir.
c. Spiral olanlar (Spirillum): Kıvrımlı bakterilerdir. Frengi bakterileri ve dişlerde yerleşen Spiroketler bunlara örnektir.
d. Virgül şeklinde olanlar (Vibrio): Virgül biçiminde tek kıvrımlıdırlar. Örnek; Kolera bakterisi gibi.
Bakterilerin boyanmaları: Danimarkalı Bakteriyolog Gram tarafından geliştirilen boyalarla boyanan bakterilere Gram (+), boyanmayanlara ise Gram (-) bakteriler denir.
d) Bakterilerin Beslenmeleri, Bakterilerde Beslenme
Bazı bakteriler ototrof olup, fotosentez veya kemosentez yaparlar. Çoğunluğu ise heterotrof olup, saprofit veya parazit yaşarlar.
Saprofit Bakteriler: Bakterilerin çoğunluğunu oluştururlar. Besinlerini bulundukları ortamlardaki organik artıkları çürüterek alırlar. Bu tür bakteriler dış ortama salgıladıkları enzimlerle bitki ve hayvan artıklarını daha basit organik maddelere parçalayarak onların çürümesini sağlarlar. Böylece hem toprağın humusunu artırırlar, hem de kendilerine besin sağlarlar. Çürütme sonucu çeşitli kokular meydana gelir. Bu olaya kokuşma denir. Bazı saprofit bakteriler, sütün yoğurt ve peynir olarak mayalanmasını sağlarlar. Saprofitler, dünyada madde devrinin tamamlanmasında önemli rol oynadıklarından ekosistemin vazgeçilmez canlılarıdır.
Parazit Bakteriler: Sindirim enzimleri yoktur. Bu nedenle yaşama ve üremeleri için canlı bir konukçuya gerek duyarlar. Konukçu canlının sindirilmiş besinlerine ortak olurlar. Bunlar için en iyi ortamlar sindirim kanalları ve kandır. İnsan kalın bağırsağındaki Escherichia coli bunun en iyi örneğidir. Bazı parazit bakteriler konukçu canlıda hastalıklara yol açabilir ve hatta ölümüne neden olabilirler. Bunlara Patojen Bakteriler denir. Patojenler ya toksin çıkararak ya da konukçu canlının enzim ve besinlerini kullanarak zarar verirler. Toksinler ya dışarı atılır (Ekzotoksin), ya da bakterinin içinde kalır (Endotoksin). İçinde kalan toksinler bakteriler ölünce zararlı hale geçerler.
Fotosentetik Bakteriler: Sitoplazmalarında serbest klorofil taşırlar. Fotosentezlerinde elektron kaynağı olarak H20 yerine H2S ve H2 kullanırlar.
C02 + H20 >>Besin + 02 (Mavi-yeşil algler)
C02 + H2S >> Besin + S + H20 (Kükürt bakterileri)
C02 + H2 >> Besin + H20 (Hidrojen Bakterileri)
Kemosentetik Bakteriler: Bu bakteriler de madde devrinde çok ö-nemlidirler. Bazı inorganik maddeleri oksitleyerek onları zararsız hale getirirler. Oluşan maddeler ise bitkilerce mineral tuzlar olarak kullanılır. Bu oksitleme sonucunda açığa kimyasal enerji çıkar. Bu enerjiyle de C02 indirgemesi yaparak besinlerini sentezlerler. Işık ve klorofil gerekli değildir. Oksijen kullanılır. Kemosentetik bakteriler en çok azotlu, kükürtlü, demirli maddeleri oksitlerler. Kemosentez sonucu:
Bazı zararlı maddeler ortadan kaldırılmış,
Bitkilerin alabileceği tuzlar oluşturulmuş,
Kimyasal enerji kazanılmış
Organik besin sentezlenmiş olmaktadır.
e) Bakterilerin Solunumları
1. Anaerob Bakteriler: Oksijensiz solunumla enerji üreten bakterilerdir. Oksijenin olmadığı ortamlarda gelişip çoğalabilirler. Örnek: Clastrodium tetani (Tetanos bakterisi).
2. Aerob Bakteriler: Bunlar ancak oksijenli ortamda yaşayabilirler. Örnek: Azot Bakterileri, verem basili ve solunum yolları hastalıklarına neden olan bakteriler.
3. Geçici Aerob veya Geçici Anaerob Olanlar: Asıl solunumları oksijensiz olduğu halde kısa süre için aerob olanlara "Geçici Aerob" denir. Normal solunum şekli aerob olanlar ise havasız kalınca fermantasyona başvururlar. Bunlara "Geçici Anaerob" denir.
f) Bakterilerin Üremeleri, Bakterilerde Üreme
1. Eşeysiz Üreme: Bütün bakteri türlerinin esas üreme şekli basit hücre bölünmesidir. Bakteriler, su, besin maddesi ve sıcaklığın uygun olduğu ortamlarda çok hızlı bölünürler. Bu bölünmeler her 20 dakikada bir gerçekleşir. Böylece geometrik olarak artmaya başlarlar.
Bakterilerin bölünmeleri mitoza benzer. Ancak çekirdek zarı ve belli bir kromozom sayısı olmadığı için tam bir mitoz değildir. Buna Amitoz Bölünme denir.
2. Eşeyli Üreme (Konjugasyon): Bakteriler besin ve diğer koşullar yeterli olduğunda eşeyli olarak ürerler. Eşeyli üreme sayesinde kalıtsal çeşitlilikleri artar ve böylece ortamlara uyum sağlarlar. Bu çeşitliliğe ise kalıtsal varyasyon denir.
Konjugasyon (kavuşma), DNA yapısı farklı iki bakterinin yan yana gelerek aralarında geçici bir zardan köprü oluşturmasıdır. Bu köprü aracılığı ile DNA parçalarını değiştirirler. Böylece eşeyli üremenin temel amacı olan çeşitlilik sağlanmış olur. Bunlarda gamet oluşumu ve döllenme görülmez.
Bakterilerde Endospor Oluşumu
Bazı bakteri türleri yaşadıkları ortam şartları bozulunca endospor oluşturarak kötü şartlan geçirirler. Endospor, kalıtım materyalinin çok az bir sitoplazmayla beraber çevrilmiş halidir. Bir üreme şekli değildir. Ortam şartları normale dönünce çeper çatlar, endospor gelişerek normal bakteriyi meydana getirir. Endosporlarda metabolik faaliyetler minimum seviyededir. Bu şekilde uzun yıllar yaşayabilirler. Olumsuz şartlar olan yüksek ısıdan, kuraklıktan, donmadan ve besinsizlikten etkilenmezler. 60 yıl canlı kalan bakteri sporları tespit edilmiştir. Normal bakteri hücrelerinin tamamı 1000'de ölürken endosporlar ancak 1200C'de 15-20 dakika kalırsa ölürler. Soğuk ortamlarda da aynı oranda dayanıklıdırlar. Bazı türlerde bir bakteriden birden çok endospor meydana gelebilir.
a) Genel Özellikleri
Moneraları oluşturan prokaryot canlıların en yaygın ve en çok bilinen grubu bakterilerdir. Dünyada bakterinin bulunmadığı yer hemen hemen yoktur diyebiliriz. Bakteriler, en çok organik atıkların bol bulunduğu yerlerde ve sularda yaşarlar. Bununla beraber, -90 °C buzullar içinde ve +80 °C kaplıcalarda yaşayabilen bakteri türleri de vardır. Hava ve su damlacıkları ile çok uzak mesafelere taşınabilirler. Bakteriler bütün hayatsal olayların gerçekleştiği en basit canlılardır. Hepsi mikroskobik ve tek hücrelidirler. Büyüklükleri normal ökaryotik hücrelerin mitokondrileri kadardır.
b) Bakterilerin Yapısı
Bakteri hücreleri DNA, RNA, hücre zarı ve sitoplazmadan oluşur. Sitoplazmada hücre organel terinden sadece ribozom bulunur. Hücre zarı dıştan cansız bir çeperle (murein) sarılıdır. Çeperin yapısında selüloz bulunmaz. Bu yönüyle bitki hücrelerinin çeperinden farklıdır. Bazı bakterilerde hücre çeperinin dışında kapsül bulunur. Kapsül bakterinin dirençliliğini ve hastalık yapabilme (patojen olma) özelliğini artırır.
Bazı bakteriler kamçılarıyla aktif hareket edebilirken, bazıları kamçıları olmadığı için ancak su moleküllerinin çarpmasıyla pasif hareket edebilirler. Bazı bakteriler "mezozom" denilen zar kıvrımları bulundurur. Burada oksijenli solunum enzimleri (ETS enzimleri) vardır. Oksijenli solunum yapan, ancak mezozomu bulunmayan bakterilerde ise solunum zinciri enzimleri hücre zarına tutunmuş olarak bulunur. Bakterilerde genel yapının % 90' ı sudur. Suda çözünmüş maddeler hücre zarından giriş-çıkış yaparlar. DNA'lar sitoplazmaya serbest olarak dağılmıştır. Bakteriler çeşitli özellikleri bakımından gruplandırılırlar. Bu özelliklerin başlıcaları; şekilleri, oksijen gereksinimleri, beslenmeleri ve boyanmaları olarak sayılabilir.
c) Bakterilerin Şekilleri ve Boyanmaları
Bakteriler ışık mikroskobunda incelendiğinde başlıca şu şekillerde görülürler.
a. Çubuk şeklinde olanlar (Bacillus): Tek tek veya birbirlerine yapışmışlardır. Tifo, tüberküloz ve şarbon hastalığı bakterileri bu şekildedir.
b. Yuvarlak olanlar (Coccus): Genellikle kamçısızdırlar. Zatürre ve bel soğukluğu bakterileri bunlara örnektir.
c. Spiral olanlar (Spirillum): Kıvrımlı bakterilerdir. Frengi bakterileri ve dişlerde yerleşen Spiroketler bunlara örnektir.
d. Virgül şeklinde olanlar (Vibrio): Virgül biçiminde tek kıvrımlıdırlar. Örnek; Kolera bakterisi gibi.
Bakterilerin boyanmaları: Danimarkalı Bakteriyolog Gram tarafından geliştirilen boyalarla boyanan bakterilere Gram (+), boyanmayanlara ise Gram (-) bakteriler denir.
d) Bakterilerin Beslenmeleri, Bakterilerde Beslenme
Bazı bakteriler ototrof olup, fotosentez veya kemosentez yaparlar. Çoğunluğu ise heterotrof olup, saprofit veya parazit yaşarlar.
Saprofit Bakteriler: Bakterilerin çoğunluğunu oluştururlar. Besinlerini bulundukları ortamlardaki organik artıkları çürüterek alırlar. Bu tür bakteriler dış ortama salgıladıkları enzimlerle bitki ve hayvan artıklarını daha basit organik maddelere parçalayarak onların çürümesini sağlarlar. Böylece hem toprağın humusunu artırırlar, hem de kendilerine besin sağlarlar. Çürütme sonucu çeşitli kokular meydana gelir. Bu olaya kokuşma denir. Bazı saprofit bakteriler, sütün yoğurt ve peynir olarak mayalanmasını sağlarlar. Saprofitler, dünyada madde devrinin tamamlanmasında önemli rol oynadıklarından ekosistemin vazgeçilmez canlılarıdır.
Parazit Bakteriler: Sindirim enzimleri yoktur. Bu nedenle yaşama ve üremeleri için canlı bir konukçuya gerek duyarlar. Konukçu canlının sindirilmiş besinlerine ortak olurlar. Bunlar için en iyi ortamlar sindirim kanalları ve kandır. İnsan kalın bağırsağındaki Escherichia coli bunun en iyi örneğidir. Bazı parazit bakteriler konukçu canlıda hastalıklara yol açabilir ve hatta ölümüne neden olabilirler. Bunlara Patojen Bakteriler denir. Patojenler ya toksin çıkararak ya da konukçu canlının enzim ve besinlerini kullanarak zarar verirler. Toksinler ya dışarı atılır (Ekzotoksin), ya da bakterinin içinde kalır (Endotoksin). İçinde kalan toksinler bakteriler ölünce zararlı hale geçerler.
Fotosentetik Bakteriler: Sitoplazmalarında serbest klorofil taşırlar. Fotosentezlerinde elektron kaynağı olarak H20 yerine H2S ve H2 kullanırlar.
C02 + H20 >>Besin + 02 (Mavi-yeşil algler)
C02 + H2S >> Besin + S + H20 (Kükürt bakterileri)
C02 + H2 >> Besin + H20 (Hidrojen Bakterileri)
Kemosentetik Bakteriler: Bu bakteriler de madde devrinde çok ö-nemlidirler. Bazı inorganik maddeleri oksitleyerek onları zararsız hale getirirler. Oluşan maddeler ise bitkilerce mineral tuzlar olarak kullanılır. Bu oksitleme sonucunda açığa kimyasal enerji çıkar. Bu enerjiyle de C02 indirgemesi yaparak besinlerini sentezlerler. Işık ve klorofil gerekli değildir. Oksijen kullanılır. Kemosentetik bakteriler en çok azotlu, kükürtlü, demirli maddeleri oksitlerler. Kemosentez sonucu:
Bazı zararlı maddeler ortadan kaldırılmış,
Bitkilerin alabileceği tuzlar oluşturulmuş,
Kimyasal enerji kazanılmış
Organik besin sentezlenmiş olmaktadır.
e) Bakterilerin Solunumları
1. Anaerob Bakteriler: Oksijensiz solunumla enerji üreten bakterilerdir. Oksijenin olmadığı ortamlarda gelişip çoğalabilirler. Örnek: Clastrodium tetani (Tetanos bakterisi).
2. Aerob Bakteriler: Bunlar ancak oksijenli ortamda yaşayabilirler. Örnek: Azot Bakterileri, verem basili ve solunum yolları hastalıklarına neden olan bakteriler.
3. Geçici Aerob veya Geçici Anaerob Olanlar: Asıl solunumları oksijensiz olduğu halde kısa süre için aerob olanlara "Geçici Aerob" denir. Normal solunum şekli aerob olanlar ise havasız kalınca fermantasyona başvururlar. Bunlara "Geçici Anaerob" denir.
f) Bakterilerin Üremeleri, Bakterilerde Üreme
1. Eşeysiz Üreme: Bütün bakteri türlerinin esas üreme şekli basit hücre bölünmesidir. Bakteriler, su, besin maddesi ve sıcaklığın uygun olduğu ortamlarda çok hızlı bölünürler. Bu bölünmeler her 20 dakikada bir gerçekleşir. Böylece geometrik olarak artmaya başlarlar.
Bakterilerin bölünmeleri mitoza benzer. Ancak çekirdek zarı ve belli bir kromozom sayısı olmadığı için tam bir mitoz değildir. Buna Amitoz Bölünme denir.
2. Eşeyli Üreme (Konjugasyon): Bakteriler besin ve diğer koşullar yeterli olduğunda eşeyli olarak ürerler. Eşeyli üreme sayesinde kalıtsal çeşitlilikleri artar ve böylece ortamlara uyum sağlarlar. Bu çeşitliliğe ise kalıtsal varyasyon denir.
Konjugasyon (kavuşma), DNA yapısı farklı iki bakterinin yan yana gelerek aralarında geçici bir zardan köprü oluşturmasıdır. Bu köprü aracılığı ile DNA parçalarını değiştirirler. Böylece eşeyli üremenin temel amacı olan çeşitlilik sağlanmış olur. Bunlarda gamet oluşumu ve döllenme görülmez.
Bakterilerde Endospor Oluşumu
Bazı bakteri türleri yaşadıkları ortam şartları bozulunca endospor oluşturarak kötü şartlan geçirirler. Endospor, kalıtım materyalinin çok az bir sitoplazmayla beraber çevrilmiş halidir. Bir üreme şekli değildir. Ortam şartları normale dönünce çeper çatlar, endospor gelişerek normal bakteriyi meydana getirir. Endosporlarda metabolik faaliyetler minimum seviyededir. Bu şekilde uzun yıllar yaşayabilirler. Olumsuz şartlar olan yüksek ısıdan, kuraklıktan, donmadan ve besinsizlikten etkilenmezler. 60 yıl canlı kalan bakteri sporları tespit edilmiştir. Normal bakteri hücrelerinin tamamı 1000'de ölürken endosporlar ancak 1200C'de 15-20 dakika kalırsa ölürler. Soğuk ortamlarda da aynı oranda dayanıklıdırlar. Bazı türlerde bir bakteriden birden çok endospor meydana gelebilir.
Monera Nedir Mavi Yesil Algler
Moneralar, Monera Nedir
Mavi-yeşil algler ve bakteriler, monera aleminde incelenir. Bunlar prokaryotik hücrelerdir. Yani çekirdek, mitokondri, kloroplast gibi zarla çevrili gelişmiş hücre organelleri olmayan, tek hücreli ve basit yapılı organizmalardır. Heterotrof (besinini hazır alan) ya da ototrof (besinini kendisi üreten) olarak beslenebilirler. Moneralar tek tek yada koloni oluşturarak yaşarlar.
Mavi ve Yeşil Algler (Cyanophyta)
Sitoplazmalarında tanecikler halinde dağılmış klorofil pigmenti taşıdıklarından yeşil renkte görünürler. Bazıları klorofil pigmenti yanında fıkosiyanin (mavi renk) pigmentini de taşırlar. Bunlar mavi renkte görünürler. Genellikle tatlı su ve deniz sularının yüzeyine yakın yerlerde yaşarlar. Kaplıca sularında ve saksı kenarlarında bol bulunurlar. Bazı mavi- yeşil algler havanın serbest azotunu bağlayarak toprakta azotlu bileşikleri oluştururlar. Dolayısıyla bitkilerin azotu kolayca almasına yardımcı olurlar. Toprağın verimini arttırırlar.
Mavi-yeşil algler ve bakteriler, monera aleminde incelenir. Bunlar prokaryotik hücrelerdir. Yani çekirdek, mitokondri, kloroplast gibi zarla çevrili gelişmiş hücre organelleri olmayan, tek hücreli ve basit yapılı organizmalardır. Heterotrof (besinini hazır alan) ya da ototrof (besinini kendisi üreten) olarak beslenebilirler. Moneralar tek tek yada koloni oluşturarak yaşarlar.
Mavi ve Yeşil Algler (Cyanophyta)
Sitoplazmalarında tanecikler halinde dağılmış klorofil pigmenti taşıdıklarından yeşil renkte görünürler. Bazıları klorofil pigmenti yanında fıkosiyanin (mavi renk) pigmentini de taşırlar. Bunlar mavi renkte görünürler. Genellikle tatlı su ve deniz sularının yüzeyine yakın yerlerde yaşarlar. Kaplıca sularında ve saksı kenarlarında bol bulunurlar. Bazı mavi- yeşil algler havanın serbest azotunu bağlayarak toprakta azotlu bileşikleri oluştururlar. Dolayısıyla bitkilerin azotu kolayca almasına yardımcı olurlar. Toprağın verimini arttırırlar.
Virus Nedir Virus Cesitleri ve Ozellikleri
Virüs Nedir, Virüsler
Latince zehir anlamına gelen virüs, 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiştir. Bakteriyologlar, bazı hastalıklara bakterilerin neden olduğunu bulmuşlardı. Ancak bazı hastalıkların oluştuğu organizmada, hastalığa neden olan bir bakteri bulunamıyordu. Araştırmacıların dikkatini çeken böyle bir hastalığa tütün bitkisi yapraklarında rastlanmıştır. Hasta bitkinin yaprakları, mozaik şeklinde lekelenip buruştuğu için buna tütün mozaik hastalığı adı verilmiştir. Bu hastalığın bakteriler tarafından değil de, onlardan daha küçük varlıklar tarafından oluştuğu keşfedildi. Daha sonra M.W. Beijerinck hasta tütün yapraklarından hazırladığı özütü, porselen bir filtreden geçirerek bakterileri ayırdı. Süzülen özütü, sağlıklı tütün bitkisi yapraklarına sürdüğünde bitkinin hastalandığını gördü. 1935 yılında M. Stanley tütün mozaik virüsünü, bitki hücrelerinden ayırıp, mikroskopta kristaller halinde görmüştür.
Cansız görünen bu virüsler, biraz suda bekletilerek tütün yaprağına sürüldüğünde bitkinin hastalandığı tespit edilmiştir. Bu çalışmalarla virüslerin ancak canlı hücrelerde üreyebileceği anlaşılmıştır. 20. yüzyılın başlarında bitkilerde, insanlarda ve hayvanlarda çeşitli hastalıklar yapan virüsler keşfedildi. Ancak virüslerin yapısı hakkındaki bilgiler elektron mikroskobunun bulunmasıyla gelişmiştir. Virüsler morfolojik yapıları ve genel özellikleri yönünden diğer mikroorganizmalardan büyük farklılıklar gösterirler. Bakteri, protozoa ve mantarlarda olduğu gibi tam bir hücre yapısı göstermezler. Yalnız başlarına yaşamak için gerekli olan enerjiyi ve makro molekülleri sentez edemezler. Bu nedenle virüsler tamamen enfekte ettikleri hücrelerin metabolik sistemlerinden yararlanırlar. Yani zorunlu hücre içi paraziti olarak yaşamlarını devam ettirirler. Canlı hücrelerin dışında yaşamlarını sürdürmeleri mümkün değildir.
a) Virüslerin Genel Özellikleri
Virüsler bakterilerden ve diğer mikroorganizmalardan daha küçüktürler. Morfolojik bakımdan büyüklüğü nanometre olarak belirtilir. Ancak elektron mikroskobu ile görülebilirler. Virüsler sadece, DNA veya RNA'dan oluşan bir yönetici molekül ve protein kılıftan oluşur. DNA veya RNA' dan oluşan bu yönetici moleküle genom adı verilir. Yönetici molekülleri zarla çevrili değildir. İçine gireceği hücrenin, hücre zarını delen enzime sahiptirler. Bunun dışında enzim sistemleri yoktur. Bu nedenle ATP sentezleyemezler, beslenip büyüyemezler. Ancak canlı hücrelerin içinde çoğalabilirler. Başka bir deyişle zorunlu hücre içi paraziti olarak canlı hücrelerin içinde yaşar ve çoğalabilirler.
Bugün biyoteknolojik metotlar kullanılarak yeni süper virüsler üretilmeye çalışılmaktadır. Örneğin, bazen virüsler bakteriyi öldürmeden sadece kendilerini çoğaltırlar. Bunu engellemek ve virüsün ulaştığı bakterinin yok olmasını garantilemek için virüslere bakteriyi öldürecek olan bir proteinin genetik kodu yerleştirilir ve virüs kendi genetik materyali yanı sıra bu kodu da bakteriye enjekte eder. Bakteri böylece kendisini zehirleyecek olan proteini sentezlemek zorunda kalır ve kendini öldürür. Başka bir çalışmada ise virüslerin genetik kodu, bakterilerin savunma sisteminden korunacak şekilde değiştirilmeye çalışılmaktadır. Bakterilerde bulunan ve belirli bazı DNA bölgelerini tanıyarak onları kesen, parçalayan enzimlere "restrüksiyon enzimleri" adı verilir. Bir bakteriye bakteriyofaj girdiğinde bu enzimler hemen yabancı DNA'yı parçalamaya, etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bunu engellemek ve fajı korumak için, fajın genetik kodundan bu enzimlerin tanıdığı bölgeler mümkün olduğu kadar çıkartılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu işlem yapılırken fajın işlevselliği de zarar görmemelidir. Hangi DNA parçalarının çıkartılıp, hangilerinin korunacağını belirlemek için bilgisayar programlarından yararlanılmaktadır.
b) Virüs Çeşitleri Nelerdir
Virüsler üzerinde yaşadıkları ve hastalık yaptıkları canlı gruplarına göre adlandırılabilir.
Bitkisel Virüsler: Bitkilerde hastalık yaparlar. Kalıtım maddesi olarak RNA bulundururlar. Örneğin, tütün mozaik virüsü, patates, marul, salatalık virüsü.
Hayvansal Virüsler: Sadece insanlar ve hayvanlarda hastalık yaparlar. Bazılarında DNA, bazılarında ise RNA bulunur. Grip, kızamık, kabakulak, su çiçeği, sarı humma, çocuk felci, uçuklar, siğiller ve AİDS hayvansal virüslerin sebep olduğu hastalıklardandır. Bu gün kanserin bile sebepleri arasında virüsler sayılmaktadır.
Bakteriyofajlar: Bakterilerin içinde yaşar ve onları öldürürler. Sadece DNA bulundururlar.
c) Virüslerin Üremesi Hakkında Bilgi
Virüs, tutunucu ipleriyle canlı bir hücrenin zarına yapışır, taşıdığı enzimle hücre zarını eritir. Kendi kalıtım maddesini konak hücrenin içine gönderir. Kılıfı dışarıda kalır. Hücreye giren DNA veya RNA, yönetimi eline geçirerek hücrenin enzim sistemini, ribozomlarını ve gerekli yapı taşlarını kendisi için kullanarak önce kalıtım materyalini çoğaltır. Sonra kendi protein kılıfını hücreye sentezletir (Burada virüs sadece ilgili proteinlerin şifresini verir). Sonra kılıflar kalıtım maddesiyle birleşerek çok sayıda virüs oluşur. Sonuçta hücre parçalanır. Serbest kalan virüsler hemen diğer sağlam hücrelere yapışırlar ve onları enfekte ederler. Virüslerin hücreyi bu şekilde parçalamalarına lizis denir.
d) Virüslerden Korunma
Virüslerin neden olduğu hastalıklarda tedavi amaçlı alınan antibiyotiklerin doğrudan bir yararı yoktur. Bununla birlikte antibiyotikler organizmayı olası bir bakteri enfeksiyonundan korur. Böylece hastalık hafif atlatılır. Herhangi bir virütik hastalık geçirilirse organizma o virüse karşı bağışıklık kazanır. Bu tür hücreler virüslere karşı özel savunma maddeleri üretirler. Bunlara interferon denir. Kızamık, kabakulak, kızıl gibi hastalıklar bu şekildedir. Birçok virüse karşı interferonlar da etkisiz kalmaktadır (AİDS virüsü gibi). Bunda en büyük etmen virüs DNA'sının sürekli kendini değiştirerek yeni yeni şekiller almasıdır.
Latince zehir anlamına gelen virüs, 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiştir. Bakteriyologlar, bazı hastalıklara bakterilerin neden olduğunu bulmuşlardı. Ancak bazı hastalıkların oluştuğu organizmada, hastalığa neden olan bir bakteri bulunamıyordu. Araştırmacıların dikkatini çeken böyle bir hastalığa tütün bitkisi yapraklarında rastlanmıştır. Hasta bitkinin yaprakları, mozaik şeklinde lekelenip buruştuğu için buna tütün mozaik hastalığı adı verilmiştir. Bu hastalığın bakteriler tarafından değil de, onlardan daha küçük varlıklar tarafından oluştuğu keşfedildi. Daha sonra M.W. Beijerinck hasta tütün yapraklarından hazırladığı özütü, porselen bir filtreden geçirerek bakterileri ayırdı. Süzülen özütü, sağlıklı tütün bitkisi yapraklarına sürdüğünde bitkinin hastalandığını gördü. 1935 yılında M. Stanley tütün mozaik virüsünü, bitki hücrelerinden ayırıp, mikroskopta kristaller halinde görmüştür.
Cansız görünen bu virüsler, biraz suda bekletilerek tütün yaprağına sürüldüğünde bitkinin hastalandığı tespit edilmiştir. Bu çalışmalarla virüslerin ancak canlı hücrelerde üreyebileceği anlaşılmıştır. 20. yüzyılın başlarında bitkilerde, insanlarda ve hayvanlarda çeşitli hastalıklar yapan virüsler keşfedildi. Ancak virüslerin yapısı hakkındaki bilgiler elektron mikroskobunun bulunmasıyla gelişmiştir. Virüsler morfolojik yapıları ve genel özellikleri yönünden diğer mikroorganizmalardan büyük farklılıklar gösterirler. Bakteri, protozoa ve mantarlarda olduğu gibi tam bir hücre yapısı göstermezler. Yalnız başlarına yaşamak için gerekli olan enerjiyi ve makro molekülleri sentez edemezler. Bu nedenle virüsler tamamen enfekte ettikleri hücrelerin metabolik sistemlerinden yararlanırlar. Yani zorunlu hücre içi paraziti olarak yaşamlarını devam ettirirler. Canlı hücrelerin dışında yaşamlarını sürdürmeleri mümkün değildir.
a) Virüslerin Genel Özellikleri
Virüsler bakterilerden ve diğer mikroorganizmalardan daha küçüktürler. Morfolojik bakımdan büyüklüğü nanometre olarak belirtilir. Ancak elektron mikroskobu ile görülebilirler. Virüsler sadece, DNA veya RNA'dan oluşan bir yönetici molekül ve protein kılıftan oluşur. DNA veya RNA' dan oluşan bu yönetici moleküle genom adı verilir. Yönetici molekülleri zarla çevrili değildir. İçine gireceği hücrenin, hücre zarını delen enzime sahiptirler. Bunun dışında enzim sistemleri yoktur. Bu nedenle ATP sentezleyemezler, beslenip büyüyemezler. Ancak canlı hücrelerin içinde çoğalabilirler. Başka bir deyişle zorunlu hücre içi paraziti olarak canlı hücrelerin içinde yaşar ve çoğalabilirler.
Bugün biyoteknolojik metotlar kullanılarak yeni süper virüsler üretilmeye çalışılmaktadır. Örneğin, bazen virüsler bakteriyi öldürmeden sadece kendilerini çoğaltırlar. Bunu engellemek ve virüsün ulaştığı bakterinin yok olmasını garantilemek için virüslere bakteriyi öldürecek olan bir proteinin genetik kodu yerleştirilir ve virüs kendi genetik materyali yanı sıra bu kodu da bakteriye enjekte eder. Bakteri böylece kendisini zehirleyecek olan proteini sentezlemek zorunda kalır ve kendini öldürür. Başka bir çalışmada ise virüslerin genetik kodu, bakterilerin savunma sisteminden korunacak şekilde değiştirilmeye çalışılmaktadır. Bakterilerde bulunan ve belirli bazı DNA bölgelerini tanıyarak onları kesen, parçalayan enzimlere "restrüksiyon enzimleri" adı verilir. Bir bakteriye bakteriyofaj girdiğinde bu enzimler hemen yabancı DNA'yı parçalamaya, etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bunu engellemek ve fajı korumak için, fajın genetik kodundan bu enzimlerin tanıdığı bölgeler mümkün olduğu kadar çıkartılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu işlem yapılırken fajın işlevselliği de zarar görmemelidir. Hangi DNA parçalarının çıkartılıp, hangilerinin korunacağını belirlemek için bilgisayar programlarından yararlanılmaktadır.
b) Virüs Çeşitleri Nelerdir
Virüsler üzerinde yaşadıkları ve hastalık yaptıkları canlı gruplarına göre adlandırılabilir.
Bitkisel Virüsler: Bitkilerde hastalık yaparlar. Kalıtım maddesi olarak RNA bulundururlar. Örneğin, tütün mozaik virüsü, patates, marul, salatalık virüsü.
Hayvansal Virüsler: Sadece insanlar ve hayvanlarda hastalık yaparlar. Bazılarında DNA, bazılarında ise RNA bulunur. Grip, kızamık, kabakulak, su çiçeği, sarı humma, çocuk felci, uçuklar, siğiller ve AİDS hayvansal virüslerin sebep olduğu hastalıklardandır. Bu gün kanserin bile sebepleri arasında virüsler sayılmaktadır.
Bakteriyofajlar: Bakterilerin içinde yaşar ve onları öldürürler. Sadece DNA bulundururlar.
c) Virüslerin Üremesi Hakkında Bilgi
Virüs, tutunucu ipleriyle canlı bir hücrenin zarına yapışır, taşıdığı enzimle hücre zarını eritir. Kendi kalıtım maddesini konak hücrenin içine gönderir. Kılıfı dışarıda kalır. Hücreye giren DNA veya RNA, yönetimi eline geçirerek hücrenin enzim sistemini, ribozomlarını ve gerekli yapı taşlarını kendisi için kullanarak önce kalıtım materyalini çoğaltır. Sonra kendi protein kılıfını hücreye sentezletir (Burada virüs sadece ilgili proteinlerin şifresini verir). Sonra kılıflar kalıtım maddesiyle birleşerek çok sayıda virüs oluşur. Sonuçta hücre parçalanır. Serbest kalan virüsler hemen diğer sağlam hücrelere yapışırlar ve onları enfekte ederler. Virüslerin hücreyi bu şekilde parçalamalarına lizis denir.
d) Virüslerden Korunma
Virüslerin neden olduğu hastalıklarda tedavi amaçlı alınan antibiyotiklerin doğrudan bir yararı yoktur. Bununla birlikte antibiyotikler organizmayı olası bir bakteri enfeksiyonundan korur. Böylece hastalık hafif atlatılır. Herhangi bir virütik hastalık geçirilirse organizma o virüse karşı bağışıklık kazanır. Bu tür hücreler virüslere karşı özel savunma maddeleri üretirler. Bunlara interferon denir. Kızamık, kabakulak, kızıl gibi hastalıklar bu şekildedir. Birçok virüse karşı interferonlar da etkisiz kalmaktadır (AİDS virüsü gibi). Bunda en büyük etmen virüs DNA'sının sürekli kendini değiştirerek yeni yeni şekiller almasıdır.
Taksonomik Kategoriler ve Tur Kavrami
Tür Kavramı ve Taksonomik Kategoriler
Tür kavramı biyolojide; sistematik tür ve biyolojik tür olmak üzere iki anlamda kullanılır. Sistematikte temel takson "tür" (specıes)'dür. Her kategoriden sistematik gruplara ise takson denir. Biyolojik tür, özellikleri bakımından birbirine benzerlik gösteren ve kendi aralarında eşleştirildiklerinde verimli döller oluşturabilen bireyler topluğu olarak tanımlanır. Tür diğer bir tanımla belirli bir yerde bulunan ve aralarında gen alışverişinde bulunan populasyondur. Bu bağlamda biyolojik tür;
1. Döl verme topluluğudur.
2. Ekolojik bir birimdir.
3. Genetik bir birimdir.
Sitematik çalışmalarda populasyonlara ait örnekler seçilir. Seçilen örneklerin populasyonu temsil ettiği kabul edilir. Buna göre taksonomik tür biyolojik türün sistematik olarak ifade edilmesiyle oluşan kavramdır.
Her canlının tam olarak tanımlanması için Linne tarafından ileri sürülen ikili adlandırma sistemi (binomial nomenclature) kabul edilmiştir. Linne'nin koyduğu bu kurala göre her bitki veya hayvan iki kelime ile adlandırılmaktadır. Birinci kelime canlının bağlı bulunduğu cinsi belirler. İkinci kelime ise türün tanımlayıcısıdır. İki kelimeden oluşan tür adı özel olup sadece o canlıya özgüdür. Tür adları küçük harfle, cins isimleri ise daima büyük harfle başlar. Her ikisi de Latince'dir.
Örnek: Canis familiaris (köpek)
Lycopercicum esculentum (domates) Felis leo (aslan) Platanus orientalis (doğu çınarı) Morus alba (beyaz dut)
Birbirine yakınlık ve benzerlik gösteren cinsler familya (aile), familyalar ise ordo (takımlar) halinde toplanarak yukarı doğru gidildikçe daha büyük gruplar oluşur.
Sınıflandırmada kategoriler üç grupta incelenir:
Tür kategorisi
Tür altı kategorisi
Tür üstü kategorisi
Tür Kategorisi: Canlılar aleminin temel taşlarını oluşturan ana birime tür (species) denir. Bu temel kategoridir.
Tür altı kategorisi: Bunlar alt tür ve varyeteyi kapsar. Alt tür belli bir coğrafık bölgede yayılış gösteren türlerin alt birimidir. Örneğin doğuda ve batıda yetişen bir türün alt türleri şu şekilde gösterilebilir:
Cupressus sempervirens
subspecies. pyramidalis (piramit şeklinde selvi)
subspecies. horizantalis (uzun selvi)
Varyete ise bir gen bakımından farklılık gösteren populasyon topluluğudur.
Tür üstü kategori: Bunlar türün üstünde yer alan ara kategoriler olduğu gibi ara kategorilerde bulunabilmektedir. Sistematik kategorilerde türden aleme doğru gidildikçe ortak özellik azalır, farklılıklar artar.
Regnum: Animale (hayvanlar alemi)
Phylum: Vertebrate (omurgalılar)
Classis: Mammalia (memeliler)
Ordo: Carnivora (etçiller)
Familya : Felidae (kedigiller)
Genus: Felis (kedi)
Species: Felis domesticus (ev kedisi)
Regnum: Vegetale (bitkiler alemi)
Divisio: Phanerogamae (tohumlu Bitkiler)
Classis: Dicotylodonae (çift çenekliler)
Ordo: Rosales (güller)
Familya: Rosaceae (gülgiller)
Genus: Rosa (gül)
Species: Rosa hispida (dikenli gül)
Canlıların Sınıflandırılmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler
Dünyamızda bitki ve hayvanların ortak özelliklerini taşıyan ancak gerçek anlamda ne bitki ve ne de hayvanlar aleminde sınıflandıramayacağı-mız pek çok canlı çeşidi vardır. Canlı bilimciler sınıflandırması çelişkili olan ilkel ve basit yapılı canlıları bitki ve hayvanlar aleminden ayrı tutma eğilimindedirler. Örneğin; Euglena kloroplast taşıdığı için bitki, kamçısı ile serbest hareket sağladığı için ise hayvan kabul edilmektedir. Bu sorun canlıların sınıflandırılmasında hücresel yapıları göz önüne alınarak çözülmüştür. Yeni sınıflandırma sisteminde bitki ve hayvan benzeri bütün tek hücreye sahip nukleuslu canlılar, protista aleminde incelenmektedir.
Canlıların adlandırılmasında Latince sözcükler kullanılır
Her bir canlıyı tanıma, ona ait bir bilgiyi kazanmak için çevremizdeki bitki ve hayvanlara değişik yöreler göre çeşitli isimler verilir. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, taksonomik çalışmalarda canlıların adlandırılmasında bir sistem kullanılmaktadır. Bu adlandırma bütün dünyada Latince ile yapılır. Bu durum canlıların uluslar arası düzeyle incelenmesi sırasında oluşabilecek karışıklıkları az da olsa önlemek için gereklidir. Buna göre;
1) Çoğunlukla iki veya daha çok birbiriyle ilgisiz canlı türleri farklı yörelerde aynı adı taşımaktadır. Örneğin; Familya: Ulmaceae'den "Celtis australis" çitlembik olarak isimlendirilir. Bu Karadeniz Bölgesi'ndeki ismidir. Ancak Ege Bölgesi'nde farklı bir türe de Familya: Anacardiaceae'den "Pictacia lentiscus" da çitlembiktir.
Bu duruma ait pek çok örnek vardır. Örneğin; "Liliaceae" Familyasından "Colchicum autumnale" çiğdem iken, "Asteraceae" Familyasından "Helianthus annus" da çiğdemdir.
2) Belli bir dildeki isimler evrensel değildir.
3) Dünyanın belli bir yörelerinde yaşayan canlılar o dile ait isimleri taşırlar.
Buna göre tüm dünyada bitki ve hayvanlar hakkında bilgi alışverişinde bulunmak ve bu canlılar hakkında konuşulan ve yazılanı anlamak için aynı canlıdan konuşulup saptanması amacıyla bitki ve hayvan isimlerinin bilimsel olarak belirlenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Tür kavramı biyolojide; sistematik tür ve biyolojik tür olmak üzere iki anlamda kullanılır. Sistematikte temel takson "tür" (specıes)'dür. Her kategoriden sistematik gruplara ise takson denir. Biyolojik tür, özellikleri bakımından birbirine benzerlik gösteren ve kendi aralarında eşleştirildiklerinde verimli döller oluşturabilen bireyler topluğu olarak tanımlanır. Tür diğer bir tanımla belirli bir yerde bulunan ve aralarında gen alışverişinde bulunan populasyondur. Bu bağlamda biyolojik tür;
1. Döl verme topluluğudur.
2. Ekolojik bir birimdir.
3. Genetik bir birimdir.
Sitematik çalışmalarda populasyonlara ait örnekler seçilir. Seçilen örneklerin populasyonu temsil ettiği kabul edilir. Buna göre taksonomik tür biyolojik türün sistematik olarak ifade edilmesiyle oluşan kavramdır.
Her canlının tam olarak tanımlanması için Linne tarafından ileri sürülen ikili adlandırma sistemi (binomial nomenclature) kabul edilmiştir. Linne'nin koyduğu bu kurala göre her bitki veya hayvan iki kelime ile adlandırılmaktadır. Birinci kelime canlının bağlı bulunduğu cinsi belirler. İkinci kelime ise türün tanımlayıcısıdır. İki kelimeden oluşan tür adı özel olup sadece o canlıya özgüdür. Tür adları küçük harfle, cins isimleri ise daima büyük harfle başlar. Her ikisi de Latince'dir.
Örnek: Canis familiaris (köpek)
Lycopercicum esculentum (domates) Felis leo (aslan) Platanus orientalis (doğu çınarı) Morus alba (beyaz dut)
Birbirine yakınlık ve benzerlik gösteren cinsler familya (aile), familyalar ise ordo (takımlar) halinde toplanarak yukarı doğru gidildikçe daha büyük gruplar oluşur.
Sınıflandırmada kategoriler üç grupta incelenir:
Tür kategorisi
Tür altı kategorisi
Tür üstü kategorisi
Tür Kategorisi: Canlılar aleminin temel taşlarını oluşturan ana birime tür (species) denir. Bu temel kategoridir.
Tür altı kategorisi: Bunlar alt tür ve varyeteyi kapsar. Alt tür belli bir coğrafık bölgede yayılış gösteren türlerin alt birimidir. Örneğin doğuda ve batıda yetişen bir türün alt türleri şu şekilde gösterilebilir:
Cupressus sempervirens
subspecies. pyramidalis (piramit şeklinde selvi)
subspecies. horizantalis (uzun selvi)
Varyete ise bir gen bakımından farklılık gösteren populasyon topluluğudur.
Tür üstü kategori: Bunlar türün üstünde yer alan ara kategoriler olduğu gibi ara kategorilerde bulunabilmektedir. Sistematik kategorilerde türden aleme doğru gidildikçe ortak özellik azalır, farklılıklar artar.
Regnum: Animale (hayvanlar alemi)
Phylum: Vertebrate (omurgalılar)
Classis: Mammalia (memeliler)
Ordo: Carnivora (etçiller)
Familya : Felidae (kedigiller)
Genus: Felis (kedi)
Species: Felis domesticus (ev kedisi)
Regnum: Vegetale (bitkiler alemi)
Divisio: Phanerogamae (tohumlu Bitkiler)
Classis: Dicotylodonae (çift çenekliler)
Ordo: Rosales (güller)
Familya: Rosaceae (gülgiller)
Genus: Rosa (gül)
Species: Rosa hispida (dikenli gül)
Canlıların Sınıflandırılmasında Karşılaşılan Bazı Güçlükler
Dünyamızda bitki ve hayvanların ortak özelliklerini taşıyan ancak gerçek anlamda ne bitki ve ne de hayvanlar aleminde sınıflandıramayacağı-mız pek çok canlı çeşidi vardır. Canlı bilimciler sınıflandırması çelişkili olan ilkel ve basit yapılı canlıları bitki ve hayvanlar aleminden ayrı tutma eğilimindedirler. Örneğin; Euglena kloroplast taşıdığı için bitki, kamçısı ile serbest hareket sağladığı için ise hayvan kabul edilmektedir. Bu sorun canlıların sınıflandırılmasında hücresel yapıları göz önüne alınarak çözülmüştür. Yeni sınıflandırma sisteminde bitki ve hayvan benzeri bütün tek hücreye sahip nukleuslu canlılar, protista aleminde incelenmektedir.
Canlıların adlandırılmasında Latince sözcükler kullanılır
Her bir canlıyı tanıma, ona ait bir bilgiyi kazanmak için çevremizdeki bitki ve hayvanlara değişik yöreler göre çeşitli isimler verilir. Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, taksonomik çalışmalarda canlıların adlandırılmasında bir sistem kullanılmaktadır. Bu adlandırma bütün dünyada Latince ile yapılır. Bu durum canlıların uluslar arası düzeyle incelenmesi sırasında oluşabilecek karışıklıkları az da olsa önlemek için gereklidir. Buna göre;
1) Çoğunlukla iki veya daha çok birbiriyle ilgisiz canlı türleri farklı yörelerde aynı adı taşımaktadır. Örneğin; Familya: Ulmaceae'den "Celtis australis" çitlembik olarak isimlendirilir. Bu Karadeniz Bölgesi'ndeki ismidir. Ancak Ege Bölgesi'nde farklı bir türe de Familya: Anacardiaceae'den "Pictacia lentiscus" da çitlembiktir.
Bu duruma ait pek çok örnek vardır. Örneğin; "Liliaceae" Familyasından "Colchicum autumnale" çiğdem iken, "Asteraceae" Familyasından "Helianthus annus" da çiğdemdir.
2) Belli bir dildeki isimler evrensel değildir.
3) Dünyanın belli bir yörelerinde yaşayan canlılar o dile ait isimleri taşırlar.
Buna göre tüm dünyada bitki ve hayvanlar hakkında bilgi alışverişinde bulunmak ve bu canlılar hakkında konuşulan ve yazılanı anlamak için aynı canlıdan konuşulup saptanması amacıyla bitki ve hayvan isimlerinin bilimsel olarak belirlenmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Canlilarin Siniflandirilmasi ve Cesitliligi
Canlıların Sınıflandırılması ve Canlıların Çeşitliliği
Yeryüzünde bilinen canlılar çok değişik yapıda ve farklı özellikler göstermektedirler. Bugün dünyamızda iki milyondan daha fazla canlı çeşidi olduğu tahmin edilmektedir. Örneğin hayvanlar aleminde çok geniş bir yer tutan böceklerin tür sayısının bir milyona yakın olduğu düşünülmektedir. Bu zengin çeşitliliğin tek tek incelenmesi oldukça zordur. Bu durum canlı bilimcileri pek çok problemle karşı karşıya getirmiştir. Bu amaçla bilim adamları canlıları, çeşitli özelliklerini dikkate alarak gruplandırma yoluna gitmişlerdir.
Canlıları Sınıflandırma
Canlıları akrabalık derecelerini ve filogenetik gelişimlerine dayanarak sınıflandıran bilim dalına sistematik veya taksonomi denir. Taksonomi bilimi benzerliklerden çok farklılıklarla ilgilenir. Farlılıkları ortaya koyarak canlıları sınıflandırmaya çalışır. Canlılarda ilk sınıflandırmayı Aristo yapmıştır. Daha çok gözleme dayanan bu sınıflandırmada; bitkiler otlar-çalılar-ağaçlar ve zararsız-etkisiz-faydalılar, hayvanlar ise karada, suda ve havada yaşayanlar olmak üzere sınıflara ayrılmıştır. Canlıların sadece dış görünüşlerine ve yaşadıkları ortama göre yapılan bu sınıflandırmaya ampirik (gözleme dayalı, yapay) sınıflandırma denir. Günümüzde canlıların orjin birliği (akrabalık derecesi ve vücut yapıları) esas alınarak yapılan sınıflandırmaya filogenetik (doğal) sınıflandırma denir. Bu sınıflandırmada kriter olarak a-lınan özellikler şunlardır :
1) Homolog Yapılar: Embriyonik kökenleri aynı olduğu halde farklı görev gördükleri için farklı şekil alan yapı ya da organlardır . Örneğin; insanın kolu ile balinanın yüzgeci, bitkilerde ise diken yaprak ile pulsu yapraklar
2) Analog Yapılar: Yapıları farklı görevleri aynı olan organlar ya da yapılardır. Örneğin; arının kanadı ile kuşun kanadı.
3) Protein Yapı Benzerlikleri: Proteinler canlılara özgü bileşiklerdir. Proteinlerdeki aminoasit sayısı ve dizilişi ne kadar benzerlik gösteriyorsa akrabalık derecesi de o denli kuvvetlidir.
4) Fizyolojik Benzerlik: Akraba olan canlılarda aynı görevi yapan organlar, yapı ve çalışma bakımından benzerdir.
5) Azotlu Boşaltım Ürünlerindeki Benzerlik: Akraba canlılarda fizyolojik benzerlik gösteren canlı gruplarının boşaltım ürünlerinde benzerlik görülür. Örneğin; tatlı suda yaşayan tek hücrelilerle sölenterelerde boşaltım maddeleri amonyak (NH3); kurbağa, sürüngen ve kuşlarda ürik asit; memelilerde ise üredir.
6) Embriyonik Gelişim Evreleri : Çok hücreli organizmaların zigottan başlayarak gelişip, tekrar gametler oluşturuncaya kadar geçirdiği evredir. Bu evreye ontogeni denir. Canlılar arasında ontogeni benzerlikleri ifade eder. Her canlı ontogenetik gelişim sırasında filogenisini (orijinini) tekrar eder. Örneğin; insan embriyosu gelişim basamaklarında solungaç yarıkları taşır. Gelişen bir embriyo önce anne-babanın girdiği şubenin (phylum), sonra sınıfın (clasis), sonra takımın (ordo), daha sonra familya, cins (genus) ve tür'ün (species) özelliklerini göstermektedir.
Yeryüzünde bilinen canlılar çok değişik yapıda ve farklı özellikler göstermektedirler. Bugün dünyamızda iki milyondan daha fazla canlı çeşidi olduğu tahmin edilmektedir. Örneğin hayvanlar aleminde çok geniş bir yer tutan böceklerin tür sayısının bir milyona yakın olduğu düşünülmektedir. Bu zengin çeşitliliğin tek tek incelenmesi oldukça zordur. Bu durum canlı bilimcileri pek çok problemle karşı karşıya getirmiştir. Bu amaçla bilim adamları canlıları, çeşitli özelliklerini dikkate alarak gruplandırma yoluna gitmişlerdir.
Canlıları Sınıflandırma
Canlıları akrabalık derecelerini ve filogenetik gelişimlerine dayanarak sınıflandıran bilim dalına sistematik veya taksonomi denir. Taksonomi bilimi benzerliklerden çok farklılıklarla ilgilenir. Farlılıkları ortaya koyarak canlıları sınıflandırmaya çalışır. Canlılarda ilk sınıflandırmayı Aristo yapmıştır. Daha çok gözleme dayanan bu sınıflandırmada; bitkiler otlar-çalılar-ağaçlar ve zararsız-etkisiz-faydalılar, hayvanlar ise karada, suda ve havada yaşayanlar olmak üzere sınıflara ayrılmıştır. Canlıların sadece dış görünüşlerine ve yaşadıkları ortama göre yapılan bu sınıflandırmaya ampirik (gözleme dayalı, yapay) sınıflandırma denir. Günümüzde canlıların orjin birliği (akrabalık derecesi ve vücut yapıları) esas alınarak yapılan sınıflandırmaya filogenetik (doğal) sınıflandırma denir. Bu sınıflandırmada kriter olarak a-lınan özellikler şunlardır :
1) Homolog Yapılar: Embriyonik kökenleri aynı olduğu halde farklı görev gördükleri için farklı şekil alan yapı ya da organlardır . Örneğin; insanın kolu ile balinanın yüzgeci, bitkilerde ise diken yaprak ile pulsu yapraklar
2) Analog Yapılar: Yapıları farklı görevleri aynı olan organlar ya da yapılardır. Örneğin; arının kanadı ile kuşun kanadı.
3) Protein Yapı Benzerlikleri: Proteinler canlılara özgü bileşiklerdir. Proteinlerdeki aminoasit sayısı ve dizilişi ne kadar benzerlik gösteriyorsa akrabalık derecesi de o denli kuvvetlidir.
4) Fizyolojik Benzerlik: Akraba olan canlılarda aynı görevi yapan organlar, yapı ve çalışma bakımından benzerdir.
5) Azotlu Boşaltım Ürünlerindeki Benzerlik: Akraba canlılarda fizyolojik benzerlik gösteren canlı gruplarının boşaltım ürünlerinde benzerlik görülür. Örneğin; tatlı suda yaşayan tek hücrelilerle sölenterelerde boşaltım maddeleri amonyak (NH3); kurbağa, sürüngen ve kuşlarda ürik asit; memelilerde ise üredir.
6) Embriyonik Gelişim Evreleri : Çok hücreli organizmaların zigottan başlayarak gelişip, tekrar gametler oluşturuncaya kadar geçirdiği evredir. Bu evreye ontogeni denir. Canlılar arasında ontogeni benzerlikleri ifade eder. Her canlı ontogenetik gelişim sırasında filogenisini (orijinini) tekrar eder. Örneğin; insan embriyosu gelişim basamaklarında solungaç yarıkları taşır. Gelişen bir embriyo önce anne-babanın girdiği şubenin (phylum), sonra sınıfın (clasis), sonra takımın (ordo), daha sonra familya, cins (genus) ve tür'ün (species) özelliklerini göstermektedir.
Canlilarin Siniflandirilmasi Anasayfa
Canlıların Sınıflandırılması ve Çeşitliliği
Tür Kavramı ve Taksonomik Kategoriler
Virüsler; Çeşitleri, Özellikleri ve Korunma
Moneralar; Mavi ve Yeşil Algler
Bakteriler; Özellikleri, Yapısı, Beslenme, Solunum Üreme
Protistalar
Likenler
Fungi
Bitkiler; Çiçekli ve Çiçeksiz
Hayvanlar
Tür Kavramı ve Taksonomik Kategoriler
Virüsler; Çeşitleri, Özellikleri ve Korunma
Moneralar; Mavi ve Yeşil Algler
Bakteriler; Özellikleri, Yapısı, Beslenme, Solunum Üreme
Protistalar
Likenler
Fungi
Bitkiler; Çiçekli ve Çiçeksiz
Hayvanlar
Canlilarin Ozellikleri Nelerdir
Canlıların Özellikleri Nelerdir
Çok eski çağlardan beri canlılar ile cansızlar arasındaki farklarla ilgili olarak yorumlar yapılmıştır. Bilim dallarının henüz gelişmediği o yıllarda bu düşünceler felsefi tartışmalardan ileri gidemiyordu. Ancak canlılar hakkında bilgilerimiz arttıkça bu konuda birçok kanıt elde edilmiştir. Çevremizdeki varlıkları araştırmacı bir gözle incelersek canlı ve cansızları belli başlı şu özellikleri ile birbirinden ayırt edebiliriz.
1. Canlıların en önemli ortak özelliklerinden biri temel yapı birimlerinin hücre olmasıdır. Hücreler bir mikroskop altında, hatta bazen büyüteç ve nadir de olsa çıplak gözle gözlenebilen yapılardır. Örneğin tavuk ve balık yumurtaları gözle görebildiğimiz hücrelerdir. Cansızların ise belirgin bir hücre yapıları yoktur. Bazen kristal yapıda görülebilirler.
2. Canlıların beslenme gereksinimleri vardır. Bütün canlılar dışarıdan aldıkları bir takım maddeleri kendi canlı maddeleri içerisine katabilirler. Bu olaya asimilasyon (özümleme) denir. Diğer taraftan da canlılar kendilerindeki maddelerin bir kısmını parçalayarak yaşamları için gerekli olan enerjinin açığa çıkmasını sağlarlar. Bu olaya da disimilasyon (katabolizma = madde yıkımı) denir. Cansız cisimlerin besin gereksinimleri yoktur. Bu nedenle cansızlar metabolik faaliyetleri gösteremezler. Canlılar metabolik olaylar sonucu, büyümeleri için gereken yapı maddelerini oluşturur ve enerji açığa çıkarırlar. Bütün canlılarda metabolik olaylar görülür.
3. Canlılar uyarılabilir ve uyarana yanıt verebilirler. Yani çevrelerindeki fiziksel ve kimyasal uyaranlara tepki gösterirler. Cansızlar ise, uyaranlara karşı belli bir tepki göstermezler.
4. Canlılarda dış ortam farklı olmasına rağmen, iç ortam sabit tutulur. Buna homeostazi denir. Cansızlarda böyle bir durum yoktur.
5. Canlılar üreme özelliğine sahiptirler. Kendilerinin benzeri olan organizmaları meydana getirirler. Cansızlarda ise üreme gibi faaliyetler görülmez.
6. Canlılar bulundukları ortama uyum (adaptasyon) yeteneğine sahiptirler. Cansızlarda adaptasyon görülmez.
7. Canlılar hareket yeteneğine sahiptir. Bütün canlılar hareket ederler ya da durum değiştirirler. Bu hareket içten gelen bir enerji ve yönetim ile yer değiştirme şeklinde yapılır. Cansızlar ise herhangi bir kuvvet uygulanmadıkça hareket edemezler. Yani yer değiştiremezler.
8. Canlılar doğma, büyüme, gelişme ve ölüm gibi niteliklere sahiptir. Cansızlar da ise yaşam belirtisi olmadığı gibi bu özelliklerin hiçbiri görülmez.
9. Canlıların büyük bir çoğunluğu belli bir organizasyon gösterir (sindirim, dolaşım,boşaltım sistemleri gibi). Cansızlar da ise böyle bir organizasyon söz konusu değildir.
Çok eski çağlardan beri canlılar ile cansızlar arasındaki farklarla ilgili olarak yorumlar yapılmıştır. Bilim dallarının henüz gelişmediği o yıllarda bu düşünceler felsefi tartışmalardan ileri gidemiyordu. Ancak canlılar hakkında bilgilerimiz arttıkça bu konuda birçok kanıt elde edilmiştir. Çevremizdeki varlıkları araştırmacı bir gözle incelersek canlı ve cansızları belli başlı şu özellikleri ile birbirinden ayırt edebiliriz.
1. Canlıların en önemli ortak özelliklerinden biri temel yapı birimlerinin hücre olmasıdır. Hücreler bir mikroskop altında, hatta bazen büyüteç ve nadir de olsa çıplak gözle gözlenebilen yapılardır. Örneğin tavuk ve balık yumurtaları gözle görebildiğimiz hücrelerdir. Cansızların ise belirgin bir hücre yapıları yoktur. Bazen kristal yapıda görülebilirler.
2. Canlıların beslenme gereksinimleri vardır. Bütün canlılar dışarıdan aldıkları bir takım maddeleri kendi canlı maddeleri içerisine katabilirler. Bu olaya asimilasyon (özümleme) denir. Diğer taraftan da canlılar kendilerindeki maddelerin bir kısmını parçalayarak yaşamları için gerekli olan enerjinin açığa çıkmasını sağlarlar. Bu olaya da disimilasyon (katabolizma = madde yıkımı) denir. Cansız cisimlerin besin gereksinimleri yoktur. Bu nedenle cansızlar metabolik faaliyetleri gösteremezler. Canlılar metabolik olaylar sonucu, büyümeleri için gereken yapı maddelerini oluşturur ve enerji açığa çıkarırlar. Bütün canlılarda metabolik olaylar görülür.
3. Canlılar uyarılabilir ve uyarana yanıt verebilirler. Yani çevrelerindeki fiziksel ve kimyasal uyaranlara tepki gösterirler. Cansızlar ise, uyaranlara karşı belli bir tepki göstermezler.
4. Canlılarda dış ortam farklı olmasına rağmen, iç ortam sabit tutulur. Buna homeostazi denir. Cansızlarda böyle bir durum yoktur.
5. Canlılar üreme özelliğine sahiptirler. Kendilerinin benzeri olan organizmaları meydana getirirler. Cansızlarda ise üreme gibi faaliyetler görülmez.
6. Canlılar bulundukları ortama uyum (adaptasyon) yeteneğine sahiptirler. Cansızlarda adaptasyon görülmez.
7. Canlılar hareket yeteneğine sahiptir. Bütün canlılar hareket ederler ya da durum değiştirirler. Bu hareket içten gelen bir enerji ve yönetim ile yer değiştirme şeklinde yapılır. Cansızlar ise herhangi bir kuvvet uygulanmadıkça hareket edemezler. Yani yer değiştiremezler.
8. Canlılar doğma, büyüme, gelişme ve ölüm gibi niteliklere sahiptir. Cansızlar da ise yaşam belirtisi olmadığı gibi bu özelliklerin hiçbiri görülmez.
9. Canlıların büyük bir çoğunluğu belli bir organizasyon gösterir (sindirim, dolaşım,boşaltım sistemleri gibi). Cansızlar da ise böyle bir organizasyon söz konusu değildir.
Canli Biliminin Dallari
Canlılar Biliminin Önemli Dalları
Canlıların dünya üzerinde çok çeşitli olması nedeniyle değişik bilim dallan gelişmiştir. Bu bilim dalları şu şekilde sıralanabilir.
Botanik: Bitkiler alemini inceleyen bilim demektir. Bitkilerin yapısı, yayılışları ve çeşitlerini inceler. Botaniğin ilgilendiği konu alanına göre alt bilim dalları gelişmiştir. Örneğin;
Kriptogamlar: Çiçeksiz Bitkiler, Tohumsuz Bitkiler
Fanerogamlar: Tohumlu Bitkiler Gymnospermler: Açık Tohumlu Bitkiler
Angiospermler: Kapalı Tohumlu Bitkiler
Algoloji: Yosun Bilimi
Mikoloji: Mantarları inceleyen bilim vb. gibi.
Zooloji: Hayvanlar alemini inceleyen bilim dalıdır. Hayvanların yayılışı, yaşam şekli ve yapıiannı inceler. Büyük hayvan gruplarına göre zoolojinin alt bilim dallan gelişmiştir. Örneğin;
İhtiyoloji: Balıkları inceleyen bilim dalı
Ornitoloji: Kuşları inceleyen bilim dalı
Herpetoloji: Kurbağa ve sürüngenleri inceleyen bilim dalı
Antropoloji: İnsan ve ırklarını inceleyen bilim dalı
Mikrobiyoloji: Bakteri, virüs ve tek hücreliler gibi mikroorganizmaların yapılarını, görevlerini, yaşam şekillerini, yarar ve zararları ile sınıflandırılmasını inceleyen bilim dalıdır.
Paleontoloji: Dünyanın bu güne kadar jeolojik çağlarda yaşamış tüm canlı fosillerini inceler. Bu bilim dalında canlı objeye göre değişen alt dallan vardır. Örnek olarak; Paleobotanik; bitki fosillerini inceleyen bilim dalıdır.
Taksonomi: Canlıların sınıflandırılmasıyla ilgili bilim dalıdır. Canlılar benzerlik ve farklılıklarına göre gruplandınlır. Benzer olanlar aynı gruba dahil edilirler. Taksonomi doğadaki canlı çeşitliliğini tanımamızı sağlar.
Anotomi: Canlıların organ ve yapılarını, organların birbiriyle olan i-lişkilerini inceleyen bilim dalıdır.
Morfoloji: Canlı vücudunun dış yapısını ve görünüşlerini inceler. Sitoloji: Hücre ve organellerin yapı ve işlevini inceler. Hücrenin yapısını, enerji üretimi ve tüketimini, protein sentezi ile hücre bölünmesini inceler.
Histoloji: Dokuların yapı ve işlevlerini inceleyen bilim dalıdır. Canlı dokularının neler olduğunu, canlıda nerelerde bulunduğunu, hangi organların yapısına katıldığı ve ne tür görevleri olduğunu inceler.
Fizyoloji: Organizmaların doku, organ ve organ sistemlerinin işlevlerini ve işleyişlerini inceler.
Genetik: Canlıların kalıtsal özelliklerinin dölden döle aktarımını, genetik yapılarını inceler. Ayrıca genlerin işlevini ve genlerde oluşan değişiklikleri araştırır.
Evrim (Evolüsyon): Günümüz canlılarının oluşumunu inceler. Canlıların milyonlarca yılda geçirdikleri değişimi inceleyerek yeni türlerin oluşumunu açıklar. Canlıların uzun bir gelişimden sonra bugünkü şeklini aldığını gösterir.
Biyokimya: Canlıların kimyasal yapısı ile canlı yapısındaki maddeleri ve canlıda meydana gelen biyokimyasal reaksiyonları inceler.
Bunun yanı sıra biyoloji ile ilgili olarak Ekoloji, Biyomatematik, Biyocoğrafya, Uzay biyolojisi gibi biyolojiye bağlı bilim dallan vardır. Burada bahsedilenler sadece bu kadar değildir. Biyolojinin bundan başka daha birçok alt bilim dalları da vardır. Ayrıca her bilim dalı kendi içerisinde daha küçük alt bilim dallarına ayrılmaktadır. Örneğin; morfoloji bilim dalı hücre morfolojisi, bitki morfolojisi, böcek morfolojisi ve insan morfolojisi gibi alt ihtisas alanlarına ayrılır.
Canlıların dünya üzerinde çok çeşitli olması nedeniyle değişik bilim dallan gelişmiştir. Bu bilim dalları şu şekilde sıralanabilir.
Botanik: Bitkiler alemini inceleyen bilim demektir. Bitkilerin yapısı, yayılışları ve çeşitlerini inceler. Botaniğin ilgilendiği konu alanına göre alt bilim dalları gelişmiştir. Örneğin;
Kriptogamlar: Çiçeksiz Bitkiler, Tohumsuz Bitkiler
Fanerogamlar: Tohumlu Bitkiler Gymnospermler: Açık Tohumlu Bitkiler
Angiospermler: Kapalı Tohumlu Bitkiler
Algoloji: Yosun Bilimi
Mikoloji: Mantarları inceleyen bilim vb. gibi.
Zooloji: Hayvanlar alemini inceleyen bilim dalıdır. Hayvanların yayılışı, yaşam şekli ve yapıiannı inceler. Büyük hayvan gruplarına göre zoolojinin alt bilim dallan gelişmiştir. Örneğin;
İhtiyoloji: Balıkları inceleyen bilim dalı
Ornitoloji: Kuşları inceleyen bilim dalı
Herpetoloji: Kurbağa ve sürüngenleri inceleyen bilim dalı
Antropoloji: İnsan ve ırklarını inceleyen bilim dalı
Mikrobiyoloji: Bakteri, virüs ve tek hücreliler gibi mikroorganizmaların yapılarını, görevlerini, yaşam şekillerini, yarar ve zararları ile sınıflandırılmasını inceleyen bilim dalıdır.
Paleontoloji: Dünyanın bu güne kadar jeolojik çağlarda yaşamış tüm canlı fosillerini inceler. Bu bilim dalında canlı objeye göre değişen alt dallan vardır. Örnek olarak; Paleobotanik; bitki fosillerini inceleyen bilim dalıdır.
Taksonomi: Canlıların sınıflandırılmasıyla ilgili bilim dalıdır. Canlılar benzerlik ve farklılıklarına göre gruplandınlır. Benzer olanlar aynı gruba dahil edilirler. Taksonomi doğadaki canlı çeşitliliğini tanımamızı sağlar.
Anotomi: Canlıların organ ve yapılarını, organların birbiriyle olan i-lişkilerini inceleyen bilim dalıdır.
Morfoloji: Canlı vücudunun dış yapısını ve görünüşlerini inceler. Sitoloji: Hücre ve organellerin yapı ve işlevini inceler. Hücrenin yapısını, enerji üretimi ve tüketimini, protein sentezi ile hücre bölünmesini inceler.
Histoloji: Dokuların yapı ve işlevlerini inceleyen bilim dalıdır. Canlı dokularının neler olduğunu, canlıda nerelerde bulunduğunu, hangi organların yapısına katıldığı ve ne tür görevleri olduğunu inceler.
Fizyoloji: Organizmaların doku, organ ve organ sistemlerinin işlevlerini ve işleyişlerini inceler.
Genetik: Canlıların kalıtsal özelliklerinin dölden döle aktarımını, genetik yapılarını inceler. Ayrıca genlerin işlevini ve genlerde oluşan değişiklikleri araştırır.
Evrim (Evolüsyon): Günümüz canlılarının oluşumunu inceler. Canlıların milyonlarca yılda geçirdikleri değişimi inceleyerek yeni türlerin oluşumunu açıklar. Canlıların uzun bir gelişimden sonra bugünkü şeklini aldığını gösterir.
Biyokimya: Canlıların kimyasal yapısı ile canlı yapısındaki maddeleri ve canlıda meydana gelen biyokimyasal reaksiyonları inceler.
Bunun yanı sıra biyoloji ile ilgili olarak Ekoloji, Biyomatematik, Biyocoğrafya, Uzay biyolojisi gibi biyolojiye bağlı bilim dallan vardır. Burada bahsedilenler sadece bu kadar değildir. Biyolojinin bundan başka daha birçok alt bilim dalları da vardır. Ayrıca her bilim dalı kendi içerisinde daha küçük alt bilim dallarına ayrılmaktadır. Örneğin; morfoloji bilim dalı hücre morfolojisi, bitki morfolojisi, böcek morfolojisi ve insan morfolojisi gibi alt ihtisas alanlarına ayrılır.
Canlilar Bilimi Nedir
Canlılar Bilimi ve Canlı Bilimi
Dünya üzerinde gelişen uygarlıklarda üretilmiş olan bilgi ve teknolojiler M.Ö. 5. ve 6. yüzyıllarda gelişmeye başlayan eski Yunan uygarlığında bütünleşmiş, üretilen yeni bilgi ve teknolojiler de bunlara katılarak insanlık hizmetine sunulmuştur. M.S. 3. yüzyıla kadar geçen zaman içerisinde biyoloji, fizik, kimya, astronomi ve tıp, matematik hariç hep felsefenin çerçevesi içerisinde kalmıştır. Bu yüzyılda bilim alanlarıyla uğraşan filozoflar hem felsefeci, hem de bilim adamlarıdır. M.S. 3.yüzyıldan sonra batı dünyasında bilimsel gelişmeler çok yavaşlamış ancak 15.yüzyıldan sonra rönesansın etkisiyle bilimde canlanmalar görülmüştür. 16. yüzyıldan itibaren önce fizikte sonra fen bilimlerinde büyük gelişmeler olmuştur. 18.yüzyılda tıp ve sağlık bilimleriyle fen bilimlerinde büyük gelişmeler yaşanmıştır. Bugün bilim dalları felsefeden tamamen ayrılmış, fen bilimleri, sosyal ve beşeri bilimler ile tıp ve sağlık bilimleri olmak üzere 3 grupta toplanmıştır. Fen bilimlerinden biri olan Biyoloji canlı varlıkları inceleyen bir bilim dalıdır. Biyoloji terimini 1801 yılında Lamarck ve Treviranus birbirlerinden habersiz kullanmışlardır. Biyoloji terimi, eski Yunanca'da bios (hayat) ve logos (bilim) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur. Bugünkü bulgularımıza göre biyoloji, canlıların yapılarını, işleyişlerini, türleriyle ve çevre ile ilişkilerini inceleyen bir bilimdir.
Dünya üzerinde gelişen uygarlıklarda üretilmiş olan bilgi ve teknolojiler M.Ö. 5. ve 6. yüzyıllarda gelişmeye başlayan eski Yunan uygarlığında bütünleşmiş, üretilen yeni bilgi ve teknolojiler de bunlara katılarak insanlık hizmetine sunulmuştur. M.S. 3. yüzyıla kadar geçen zaman içerisinde biyoloji, fizik, kimya, astronomi ve tıp, matematik hariç hep felsefenin çerçevesi içerisinde kalmıştır. Bu yüzyılda bilim alanlarıyla uğraşan filozoflar hem felsefeci, hem de bilim adamlarıdır. M.S. 3.yüzyıldan sonra batı dünyasında bilimsel gelişmeler çok yavaşlamış ancak 15.yüzyıldan sonra rönesansın etkisiyle bilimde canlanmalar görülmüştür. 16. yüzyıldan itibaren önce fizikte sonra fen bilimlerinde büyük gelişmeler olmuştur. 18.yüzyılda tıp ve sağlık bilimleriyle fen bilimlerinde büyük gelişmeler yaşanmıştır. Bugün bilim dalları felsefeden tamamen ayrılmış, fen bilimleri, sosyal ve beşeri bilimler ile tıp ve sağlık bilimleri olmak üzere 3 grupta toplanmıştır. Fen bilimlerinden biri olan Biyoloji canlı varlıkları inceleyen bir bilim dalıdır. Biyoloji terimini 1801 yılında Lamarck ve Treviranus birbirlerinden habersiz kullanmışlardır. Biyoloji terimi, eski Yunanca'da bios (hayat) ve logos (bilim) sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşmuştur. Bugünkü bulgularımıza göre biyoloji, canlıların yapılarını, işleyişlerini, türleriyle ve çevre ile ilişkilerini inceleyen bir bilimdir.
Canlilar Bilimi Anasayfa
Canlılar Bilimi
Canlıların Çeşitliliği ve Sınıflandırılması
Canlılarda Etkileşim (Canlılarda Beslenme ve Üreme)
Canlıların Temel Birimi: Hücre
Canlılarda Kalıtım
Dokular; Bitkisel ve Hayvansal Dokular
Bitkisel Organlar
Canlılarda Biyokimyasal Olaylar
Canlılarda Temel Bileşenler
İnsan Vücudu ve Organlar
Hücre ve Organelleri
Canlılarda Madde Nakli
Bitkilerde Yaprak, Kök ve Gövde
Canlılarda Solunum
Canlılarda Boşaltım Sistemi
Metabolik Olaylar
Genetik Bilimi
Ekoloji
Evrim Teorisi
Biyocoğrafya
Biyoloji
Canlılarda Düzenleme ve Yönetim
Canlıların Çeşitliliği ve Sınıflandırılması
Canlılarda Etkileşim (Canlılarda Beslenme ve Üreme)
Canlıların Temel Birimi: Hücre
Canlılarda Kalıtım
Dokular; Bitkisel ve Hayvansal Dokular
Bitkisel Organlar
Canlılarda Biyokimyasal Olaylar
Canlılarda Temel Bileşenler
İnsan Vücudu ve Organlar
Hücre ve Organelleri
Canlılarda Madde Nakli
Bitkilerde Yaprak, Kök ve Gövde
Canlılarda Solunum
Canlılarda Boşaltım Sistemi
Metabolik Olaylar
Genetik Bilimi
Ekoloji
Evrim Teorisi
Biyocoğrafya
Biyoloji
Canlılarda Düzenleme ve Yönetim
Kronik Agri ve Bas Agrisi
Kronik Ağrı ve Kronik Baş Ağrısı
Bir ağrının kronik ağrı olarak nitelendirilebilmesi için 3 — 6 aylık bir zaman diliminin geçmesi gerekir. Bu dönemde vücudunuzda ağrının yanı sıra başka bozukluklar da baş göstermeye başlar.
1. Öncelikle uyku düzeniniz bozulur.
Hastaların bir çoğu kronik ağrılara bağlı olarak düzenli uyku uyuyamaz hale gelir. Uyku düzeninin bozulması hastayı bir kısır döngüye sokar. Saat başı uyanmaya başlar. Sabahları yorgun kalkmaya başlar. Gün boyu uykuyu düşler.
2. Enerjiniz azalır.
Uyku bozukluğu ve ağrı, hastanın günlük enerjisinin azalmasına yol açar. Enerjinin azalması, başlangıçta daha kolaylıkla başa çıktığı ağrı ile başa çıkamaz duruma getirir. Ağrıya karşı toleransları azalır.
3. Sinirlilik hali başlar
Uykunun bozulması, enerjinin azalması, ağrının devam etmesi hastayı daha da sinirli bir hale getirir. Ağrı dayanılmaz hale gelir. Her şeyden kolaylıkla etkilenir. Geçmişte rahatlıkla kabul edebileceği olayları kabul edemez hale gelir. Çevresindeki insanları kırmaya başlar. Bunun sonucu insanlar ondan uzaklaşmaya başlar. Sonunda kendini kendi dünyasında sınırlı hale getirir.
4. İştahsızlık başlar
İştahsızlık ağrıya bağlı olabileceği gibi gittikçe gelişen depresyon ve tedirginliğe de bağlı olabilir. İştahsızlığın yanı sıra bulantı kusma ortaya çıkabilir.
5. Depresyon gelişir
Sürekli ağrı ile yaşayanlarda bir süre sonra depresyon gelişir. Hastalar kendilerini işe yaramaz hissederler. İşlerinden uzaklaşırlar. Çalışamaz hale gelirler. Sürekli olarak kendilerini yorgun hissederler. Yaşamdan zevk almazlar.
6. Gelişigüzel ağrı kesici kullanmaya başlarlar
Gelişigüzel, hekime danışmadan ağrı kesici kullanmaya başlarlar. Bir yakınlarına iyi gelen her ilacı denerler. Bunun sonucu olarak mide bağırsak şikayetleri başlar. Her seferinde aldıkları yeni ilaç birkaç gün iyi gelir. Sonra etkisini yitirir.
7. Ailevi sorunlar baş gösterir
Aile başlangıçta hastanın ağrılarına anlayış gösterir. Bir çok ailede ise bir süre sonra hastanın ağrılarından sıkıntı başlar. Aile ağrıya inanmamaya başlar. Bu hastanın kendini daha fazla tecrit etmesine yol açar.
8. Sağlık sistemi ve hekimlerle sorunlar baş gösterir
Kronik ağrılı hasta diğer kronik hastalıklardan yakınan hastalardan daha fazla hekim değiştirir. Bir hekimden diğerine gider. Bir hastaneden öbürüne koşar. Ağrısının geçmemesi üzerine genellikle ameliyatla çözüm bulunacağına inanarak ameliyat olmaya çalışır. Hatta bu yönde hekimleri iknaya uğraşır, ikna edemediği zaman ise hekimlerini suçlar.
9. Tıp dışı yöntemlerden, alternatif tedavi yöntemlerinden medet ummaya başlar
Çağdaş tıptan gerekli yardımı göremeyen hasta artık tıp dışı yöntemlere yönelir. Alternatif tedavilerden destek arar. Halk arasında uygulanan binlerce bitki, yakı, sülük, alabalık, bel çekme gibi birçok yönteme başvurur. Bu yöntemlerden de iki haftaya kadar yarar görür. Sonra eski haline döner. Yeni yöntemler aramaya başlar.
Görüldüğü gibi kronik ağrı hastada fiziksel, psikolojik, ailevi ve toplumsal sorunların birbiri ile iç içe geçtiği dramatik bir tablo oluşturur.
Kronik ağrılı hastada ailenin rolü
Kronik bir ağrılı hasta ile birlikte yaşayan ailenin de işi zordur. Sürekli acı çeken bir insanı seyretmek, onunla birlikte yemek yemek, uyumak , işe gitmek ister istemez aileye de yeni yükler ve sorumluluklar bindirir. Bir hekimden diğer hekime giderken, bir takım testler iğneler yapılırken onun yanında olmak, hastanenin acil servislerinde saatler geçirmek, uykusuz kalmak, hastane odalarında günler geçirmek, ağrılı hastanın tedavisi için gereken ve genellikle aile bütçesinden çıkan büyük maddi yüklere katlanmak. Zaman geçtikçe başlangıçtaki acıma ve yardım etme isteği yavaş yavaş azalır. Normal ilişkilerde bozulma başlar. Bu noktadan sonra "aile oyunları" diyebileceğimiz ilişkiler yumağı ortaya çıkar.
Kronik ağrı ve hekimler
Kronik ağrılı hastada hekim - hasta ilişkileri son derece önemlidir. Birçok kronik ağrılı hasta hekimlerin kendilerini anlamadığından yakınırlar. Bu çoğu kez doğrudur. Çünkü hekimlerin aldığı eğitim akut ağrının kontrolüne yöneliktir. Çoğu hekim ağrı eşittir ağrı kesici mantığı ile hastaya yaklaşır ve ağrı kesicileri gelişigüzel verir. Ağrının nedeni tam belirlenmediği için bu ağrı kesiciler çoğu kez işe yaramaz ve hasta bir hekimden diğer hekime gitmeye başlar. Bu durumda hasta haklı olarak hekimi suçlar. Hekim de ağrıyı kesemediği için içten içe kendini rahatsız hisseder. Aslında hekimin görevi ağrıyı dindirmekten önce ağrının nedenini bulmaktır. Ağrının nedeni bulunamadığı zaman hasta da hekim de rahatsız olur. Örneğin baş ağrısından yakınan bir hastada, örneğin migrende hiç bir görüntüleme yöntemi bulgu vermez. Hasta böyle bir görüntülemede bir şey bulunmadığı zaman, "keşke bir şey çıksaydı" diye hayıflanır. Çoğu hasta ağrısının ameliyatlarla dindirilebileceği kanısındadır. Bu son derece yanlış bir kanıdır. Cerrahinin kronik ağrıda yeri sanıldığından çok daha azdır. Çoğu kez bu biçimde gerçekleştirilmiş ameliyatlar hastanın ağrısının azalması yerine artmasına yol açar.
Aynı biçimde gelişigüzel kullanılan ağrı kesicilerde ağrının artmasına yol açar. Buna en güzel örnek gelişigüzel ağrı kesici kullanmaya bağlı olan baş ağrılarıdır. Bu tip baş ağrıları ağrı kesiciler azaltılıp kesildiğinde kaybolur. Hekim- hasta ilişkileri ağrılı hastalarda çoğu kez sağlıksız bir biçimde gelişir ve devam eder.
1. Kronik ağrınız olduğu gerçeğini kabul edin.
Kronik ağrı aynı tansiyon yükselmesi, diyabet-şeker hastalığı gibi bir hastalıktır. Tansiyonlu ya da şekerli hastalar hastalıklarını nasıl kabulleniyorlarsa siz de kronik ağrı hastası olduğunuzu kabul edin. Ağrının çaresini, çözümünü araştırmaya devam edin ama ağrıya teslim olmayın.
2. Kendinize hedefler tayin edin, hobi ve toplumsal etkinliklerinizi artırın
Ağrı yüzünden işinizden ayrılmayın. Eğer çalışmıyorsanız hobilerinizi ve toplumla olan ilişkilerinizi artırın. Ağrı yüzünden kendinizi kısıtlamayın. Arkadaşlarınızın, ailenizin size yardımcı olmasından alınmayın. Ama onları da daha fazla yardım etmeleri için kullanmayın
3. Kronik ağrı yüzünden kendinize ve ailenize kızmayın, ağrınıza kızın. Kronik ağrınız yüzünden ailenize ve çevrenizdekilere kızmayın. Niye benim başıma geldi diye kendinize de kızmayın. Sizi bu hale getiren ağrınızı sorumlu tutun, ona kızın ve onunla başa çıkmaya çalışın.
4.Ağrı kesicileri hekimin tavsiyesine göre düzenli olarak alınız. Daha sonra yavaş yavaş kesmeye çalışınız.
Ağrı kesiciler mutlaka hekim tavsiyesi ve hekimin kontrolü altında kullanılmalıdır. Ağrı kesicilerin gelişigüzel alınması bir çok sorunlara yol açar.Bir süre sonra da yavaş yavaş yine hekim kontrolü altında ağrı kesicileri kesmeye çalışınız.
5. Fiziksel durumunuzu en iyiye getirmeye çalışın.Kondüsyonunuzu artırın
Fiziksel durumunuzu en iyiye getirmeye çalışın. Bunun için gerekli egsersizleri yapın. Kondusyonunun artırmak için önünüze hedefler koyun. Bu hedefleri yerine getirmeye çalışın.
6. Gevşemeyi öğrenin, gevşeme egzersizlerini düzenli olarak uygulayın Gevşeme egsersizleri ağrı kliniklerinde öğretilir. Bu egsersizler ağrıya bağlı olarak kasılan kaslarınızı gevşetir. Böylelikle vücudunuz daha zinde kalır.
7. Kendinizi sürekli meşgul edin.
Ağrı yaşamınızın tümünü kapsıyorsa en iyi başa çıkma yollarından birisi kendini sürekli meşgul kılmaktır. Bu amaçla hobilerinizi geliştirin. Dikkatinizi başka bir noktaya kaydırmaya çalışın.
8.Aktivitelerinizi artırın.
Önce kendi sınırlarınızı saptayın. Buna göre her gün aktivitelerinizi hedefler koyarak artırın. Bir çok ağrılı durumda vücudun daha fazla çalıştırılması işe yarar.
9.Aile ve yakınlarınızla sağlıklı ilişkiler kurun.
Ağrınızı aile ilişkilerinde-kullanmayın. Onlarla sağlıklı insanlar gibi ilişki kurun ve ilişkilerinizi geliştirin.
10.Hekiminizle açık ve düzgün bir ilişki kurun
Hekiminize doğru ve açık bilgi verin. Ağrınız her zaman daha fazla ağrı kesici alarak dindirilmeyebilir. Bu nedenle ağrılarınız ile ilgili sorulara açık ve dürüsk yanıt verin.Aksi taktirde sizin yüzünüzden hekiminizin size zarar vereceği kararlar almasına yol açabilirsiniz.
Bir ağrının kronik ağrı olarak nitelendirilebilmesi için 3 — 6 aylık bir zaman diliminin geçmesi gerekir. Bu dönemde vücudunuzda ağrının yanı sıra başka bozukluklar da baş göstermeye başlar.
1. Öncelikle uyku düzeniniz bozulur.
Hastaların bir çoğu kronik ağrılara bağlı olarak düzenli uyku uyuyamaz hale gelir. Uyku düzeninin bozulması hastayı bir kısır döngüye sokar. Saat başı uyanmaya başlar. Sabahları yorgun kalkmaya başlar. Gün boyu uykuyu düşler.
2. Enerjiniz azalır.
Uyku bozukluğu ve ağrı, hastanın günlük enerjisinin azalmasına yol açar. Enerjinin azalması, başlangıçta daha kolaylıkla başa çıktığı ağrı ile başa çıkamaz duruma getirir. Ağrıya karşı toleransları azalır.
3. Sinirlilik hali başlar
Uykunun bozulması, enerjinin azalması, ağrının devam etmesi hastayı daha da sinirli bir hale getirir. Ağrı dayanılmaz hale gelir. Her şeyden kolaylıkla etkilenir. Geçmişte rahatlıkla kabul edebileceği olayları kabul edemez hale gelir. Çevresindeki insanları kırmaya başlar. Bunun sonucu insanlar ondan uzaklaşmaya başlar. Sonunda kendini kendi dünyasında sınırlı hale getirir.
4. İştahsızlık başlar
İştahsızlık ağrıya bağlı olabileceği gibi gittikçe gelişen depresyon ve tedirginliğe de bağlı olabilir. İştahsızlığın yanı sıra bulantı kusma ortaya çıkabilir.
5. Depresyon gelişir
Sürekli ağrı ile yaşayanlarda bir süre sonra depresyon gelişir. Hastalar kendilerini işe yaramaz hissederler. İşlerinden uzaklaşırlar. Çalışamaz hale gelirler. Sürekli olarak kendilerini yorgun hissederler. Yaşamdan zevk almazlar.
6. Gelişigüzel ağrı kesici kullanmaya başlarlar
Gelişigüzel, hekime danışmadan ağrı kesici kullanmaya başlarlar. Bir yakınlarına iyi gelen her ilacı denerler. Bunun sonucu olarak mide bağırsak şikayetleri başlar. Her seferinde aldıkları yeni ilaç birkaç gün iyi gelir. Sonra etkisini yitirir.
7. Ailevi sorunlar baş gösterir
Aile başlangıçta hastanın ağrılarına anlayış gösterir. Bir çok ailede ise bir süre sonra hastanın ağrılarından sıkıntı başlar. Aile ağrıya inanmamaya başlar. Bu hastanın kendini daha fazla tecrit etmesine yol açar.
8. Sağlık sistemi ve hekimlerle sorunlar baş gösterir
Kronik ağrılı hasta diğer kronik hastalıklardan yakınan hastalardan daha fazla hekim değiştirir. Bir hekimden diğerine gider. Bir hastaneden öbürüne koşar. Ağrısının geçmemesi üzerine genellikle ameliyatla çözüm bulunacağına inanarak ameliyat olmaya çalışır. Hatta bu yönde hekimleri iknaya uğraşır, ikna edemediği zaman ise hekimlerini suçlar.
9. Tıp dışı yöntemlerden, alternatif tedavi yöntemlerinden medet ummaya başlar
Çağdaş tıptan gerekli yardımı göremeyen hasta artık tıp dışı yöntemlere yönelir. Alternatif tedavilerden destek arar. Halk arasında uygulanan binlerce bitki, yakı, sülük, alabalık, bel çekme gibi birçok yönteme başvurur. Bu yöntemlerden de iki haftaya kadar yarar görür. Sonra eski haline döner. Yeni yöntemler aramaya başlar.
Görüldüğü gibi kronik ağrı hastada fiziksel, psikolojik, ailevi ve toplumsal sorunların birbiri ile iç içe geçtiği dramatik bir tablo oluşturur.
Kronik ağrılı hastada ailenin rolü
Kronik bir ağrılı hasta ile birlikte yaşayan ailenin de işi zordur. Sürekli acı çeken bir insanı seyretmek, onunla birlikte yemek yemek, uyumak , işe gitmek ister istemez aileye de yeni yükler ve sorumluluklar bindirir. Bir hekimden diğer hekime giderken, bir takım testler iğneler yapılırken onun yanında olmak, hastanenin acil servislerinde saatler geçirmek, uykusuz kalmak, hastane odalarında günler geçirmek, ağrılı hastanın tedavisi için gereken ve genellikle aile bütçesinden çıkan büyük maddi yüklere katlanmak. Zaman geçtikçe başlangıçtaki acıma ve yardım etme isteği yavaş yavaş azalır. Normal ilişkilerde bozulma başlar. Bu noktadan sonra "aile oyunları" diyebileceğimiz ilişkiler yumağı ortaya çıkar.
Kronik ağrı ve hekimler
Kronik ağrılı hastada hekim - hasta ilişkileri son derece önemlidir. Birçok kronik ağrılı hasta hekimlerin kendilerini anlamadığından yakınırlar. Bu çoğu kez doğrudur. Çünkü hekimlerin aldığı eğitim akut ağrının kontrolüne yöneliktir. Çoğu hekim ağrı eşittir ağrı kesici mantığı ile hastaya yaklaşır ve ağrı kesicileri gelişigüzel verir. Ağrının nedeni tam belirlenmediği için bu ağrı kesiciler çoğu kez işe yaramaz ve hasta bir hekimden diğer hekime gitmeye başlar. Bu durumda hasta haklı olarak hekimi suçlar. Hekim de ağrıyı kesemediği için içten içe kendini rahatsız hisseder. Aslında hekimin görevi ağrıyı dindirmekten önce ağrının nedenini bulmaktır. Ağrının nedeni bulunamadığı zaman hasta da hekim de rahatsız olur. Örneğin baş ağrısından yakınan bir hastada, örneğin migrende hiç bir görüntüleme yöntemi bulgu vermez. Hasta böyle bir görüntülemede bir şey bulunmadığı zaman, "keşke bir şey çıksaydı" diye hayıflanır. Çoğu hasta ağrısının ameliyatlarla dindirilebileceği kanısındadır. Bu son derece yanlış bir kanıdır. Cerrahinin kronik ağrıda yeri sanıldığından çok daha azdır. Çoğu kez bu biçimde gerçekleştirilmiş ameliyatlar hastanın ağrısının azalması yerine artmasına yol açar.
Aynı biçimde gelişigüzel kullanılan ağrı kesicilerde ağrının artmasına yol açar. Buna en güzel örnek gelişigüzel ağrı kesici kullanmaya bağlı olan baş ağrılarıdır. Bu tip baş ağrıları ağrı kesiciler azaltılıp kesildiğinde kaybolur. Hekim- hasta ilişkileri ağrılı hastalarda çoğu kez sağlıksız bir biçimde gelişir ve devam eder.
1. Kronik ağrınız olduğu gerçeğini kabul edin.
Kronik ağrı aynı tansiyon yükselmesi, diyabet-şeker hastalığı gibi bir hastalıktır. Tansiyonlu ya da şekerli hastalar hastalıklarını nasıl kabulleniyorlarsa siz de kronik ağrı hastası olduğunuzu kabul edin. Ağrının çaresini, çözümünü araştırmaya devam edin ama ağrıya teslim olmayın.
2. Kendinize hedefler tayin edin, hobi ve toplumsal etkinliklerinizi artırın
Ağrı yüzünden işinizden ayrılmayın. Eğer çalışmıyorsanız hobilerinizi ve toplumla olan ilişkilerinizi artırın. Ağrı yüzünden kendinizi kısıtlamayın. Arkadaşlarınızın, ailenizin size yardımcı olmasından alınmayın. Ama onları da daha fazla yardım etmeleri için kullanmayın
3. Kronik ağrı yüzünden kendinize ve ailenize kızmayın, ağrınıza kızın. Kronik ağrınız yüzünden ailenize ve çevrenizdekilere kızmayın. Niye benim başıma geldi diye kendinize de kızmayın. Sizi bu hale getiren ağrınızı sorumlu tutun, ona kızın ve onunla başa çıkmaya çalışın.
4.Ağrı kesicileri hekimin tavsiyesine göre düzenli olarak alınız. Daha sonra yavaş yavaş kesmeye çalışınız.
Ağrı kesiciler mutlaka hekim tavsiyesi ve hekimin kontrolü altında kullanılmalıdır. Ağrı kesicilerin gelişigüzel alınması bir çok sorunlara yol açar.Bir süre sonra da yavaş yavaş yine hekim kontrolü altında ağrı kesicileri kesmeye çalışınız.
5. Fiziksel durumunuzu en iyiye getirmeye çalışın.Kondüsyonunuzu artırın
Fiziksel durumunuzu en iyiye getirmeye çalışın. Bunun için gerekli egsersizleri yapın. Kondusyonunun artırmak için önünüze hedefler koyun. Bu hedefleri yerine getirmeye çalışın.
6. Gevşemeyi öğrenin, gevşeme egzersizlerini düzenli olarak uygulayın Gevşeme egsersizleri ağrı kliniklerinde öğretilir. Bu egsersizler ağrıya bağlı olarak kasılan kaslarınızı gevşetir. Böylelikle vücudunuz daha zinde kalır.
7. Kendinizi sürekli meşgul edin.
Ağrı yaşamınızın tümünü kapsıyorsa en iyi başa çıkma yollarından birisi kendini sürekli meşgul kılmaktır. Bu amaçla hobilerinizi geliştirin. Dikkatinizi başka bir noktaya kaydırmaya çalışın.
8.Aktivitelerinizi artırın.
Önce kendi sınırlarınızı saptayın. Buna göre her gün aktivitelerinizi hedefler koyarak artırın. Bir çok ağrılı durumda vücudun daha fazla çalıştırılması işe yarar.
9.Aile ve yakınlarınızla sağlıklı ilişkiler kurun.
Ağrınızı aile ilişkilerinde-kullanmayın. Onlarla sağlıklı insanlar gibi ilişki kurun ve ilişkilerinizi geliştirin.
10.Hekiminizle açık ve düzgün bir ilişki kurun
Hekiminize doğru ve açık bilgi verin. Ağrınız her zaman daha fazla ağrı kesici alarak dindirilmeyebilir. Bu nedenle ağrılarınız ile ilgili sorulara açık ve dürüsk yanıt verin.Aksi taktirde sizin yüzünüzden hekiminizin size zarar vereceği kararlar almasına yol açabilirsiniz.
Allodini – Denervasyon – Kateter Nedir
Ağrı Sözlüğü
Ağrı
Vücudun her hangi bir bölgesinden kaynaklanan, saptanabilen veya saptanamayan bir doku
harabiyetine bağlı olan, insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan hoş olmayan bir
duygudur.
Ağrı her zaman kişiye özeldir. Eğer hastalar bir duyguyu ağrı olarak tanımlıyorsa o zaman
ağrı olarak kabul edilmesi gerekir.
Ağrı Eşiği Nedir
Kişinin tanımlayabileceği en hafif ağrıdır. Ağrı eşiği her insanda birbirinden farklıdır. Bu nedenle insanlarlar ağrıya karşı farklı yanıt verirler.
Ağrı tolerans düzeyi
Kişinin dayanabileceği en şiddetli ağrı düzeyidir. Ağrı eşiği gibi bu da kişiden kişiye farklılık gösterir.
Ağrı Reseptörü-Nosiseptör
Vücutta bulunan ve ağrıyı algılayan algılayıcı organcıklar.
Allodini
Normalde ağrılı olmayan bir uyaranın ağrı oluşturmasıdır. Örneğin, zona çıkmış bir bölgeye dokunduğunuz zaman ağrıl ortaya çıkabilir.
Analjezi
Normalde ağrılı olan bir uyaranın ağrı meydana getirememesidir.
Anesteziya doloroza
Bir bölgede sinir lifleri kesilmiş ve keçeleşmiş olmasına rağmen ağrının ortaya çıkmasıdır.
Denervasyon Nedir
Sinirin kesilmesi.
Epidural bölge
Omuriliği çevreleyen silindir biçiminde kılıfa verilen isim.
Faset eklem
Omurların birbiri üzerine oturması ile meydana gelen eklemler.
Merkez sinir sistemi
Beyin, beyin sapı ve omurilikten meydana gelen sinir sistemi
Merkezi ağrı
Merkez sinir sistemi yani beyinde meydana gelen bir harabiyet sonrası ortaya çıkan ağrıdır.
Hiperaljezi Nedir
Normalde ağrılı uyarana karşı kişinin verdiği yanıtın artmasıdır.
Kateter
İçinden sıvı ilaç geçebilen, misine inceliğinde tüpler.
Nevralji
Bir veya birden fazla sinir dağılım bölgesinde duyulan elektrik çarpmasına benzer çok şiddetli bir ağrıdır.
Nörit Nedir
Bir sinirde meydana gelen iltihaptır.
Nöropati
Bir sinir bölgesinde meydana gelen fonksiyon bozukluğudur.
Opioid-opiat
Tıpta morfin ve benzeri ilaçların genel adı.
Periferik sinir sistemi
Sinirlerin omurilikten çıktıktan sonra çeşidi bölgelere giden sinir ağlarına verilen isim.
Radyofrekans termokoagulasyon
Sinirlere radyodalgalarma benzer akım göndererek sinirin yakılması.
Sempatik sinir sistemi
işeme, dışkılama, terleme, ürperme,damarların açılıp büzüşmesi gibi olayları idare eden sinir sistemi.
Semptom
Tek bir tıp bulgusuna verilen isimdir.
Sendrom
Bir çok tıp bulgusunun bir araya gelip hastalık olmuşturmasıdır.
Sinir bloku
Sinirlerin geçici ya da kalıcı olarak iletiminin kesilmesi
Ağrı
Vücudun her hangi bir bölgesinden kaynaklanan, saptanabilen veya saptanamayan bir doku
harabiyetine bağlı olan, insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan hoş olmayan bir
duygudur.
Ağrı her zaman kişiye özeldir. Eğer hastalar bir duyguyu ağrı olarak tanımlıyorsa o zaman
ağrı olarak kabul edilmesi gerekir.
Ağrı Eşiği Nedir
Kişinin tanımlayabileceği en hafif ağrıdır. Ağrı eşiği her insanda birbirinden farklıdır. Bu nedenle insanlarlar ağrıya karşı farklı yanıt verirler.
Ağrı tolerans düzeyi
Kişinin dayanabileceği en şiddetli ağrı düzeyidir. Ağrı eşiği gibi bu da kişiden kişiye farklılık gösterir.
Ağrı Reseptörü-Nosiseptör
Vücutta bulunan ve ağrıyı algılayan algılayıcı organcıklar.
Allodini
Normalde ağrılı olmayan bir uyaranın ağrı oluşturmasıdır. Örneğin, zona çıkmış bir bölgeye dokunduğunuz zaman ağrıl ortaya çıkabilir.
Analjezi
Normalde ağrılı olan bir uyaranın ağrı meydana getirememesidir.
Anesteziya doloroza
Bir bölgede sinir lifleri kesilmiş ve keçeleşmiş olmasına rağmen ağrının ortaya çıkmasıdır.
Denervasyon Nedir
Sinirin kesilmesi.
Epidural bölge
Omuriliği çevreleyen silindir biçiminde kılıfa verilen isim.
Faset eklem
Omurların birbiri üzerine oturması ile meydana gelen eklemler.
Merkez sinir sistemi
Beyin, beyin sapı ve omurilikten meydana gelen sinir sistemi
Merkezi ağrı
Merkez sinir sistemi yani beyinde meydana gelen bir harabiyet sonrası ortaya çıkan ağrıdır.
Hiperaljezi Nedir
Normalde ağrılı uyarana karşı kişinin verdiği yanıtın artmasıdır.
Kateter
İçinden sıvı ilaç geçebilen, misine inceliğinde tüpler.
Nevralji
Bir veya birden fazla sinir dağılım bölgesinde duyulan elektrik çarpmasına benzer çok şiddetli bir ağrıdır.
Nörit Nedir
Bir sinirde meydana gelen iltihaptır.
Nöropati
Bir sinir bölgesinde meydana gelen fonksiyon bozukluğudur.
Opioid-opiat
Tıpta morfin ve benzeri ilaçların genel adı.
Periferik sinir sistemi
Sinirlerin omurilikten çıktıktan sonra çeşidi bölgelere giden sinir ağlarına verilen isim.
Radyofrekans termokoagulasyon
Sinirlere radyodalgalarma benzer akım göndererek sinirin yakılması.
Sempatik sinir sistemi
işeme, dışkılama, terleme, ürperme,damarların açılıp büzüşmesi gibi olayları idare eden sinir sistemi.
Semptom
Tek bir tıp bulgusuna verilen isimdir.
Sendrom
Bir çok tıp bulgusunun bir araya gelip hastalık olmuşturmasıdır.
Sinir bloku
Sinirlerin geçici ya da kalıcı olarak iletiminin kesilmesi