Kafa
travmasında prognoza tesir eden faktörlerden biri kafa içi basıncıdır.
”Monro-Kellie doktrini”ne göre kafatası boşluğu sabit hacimde bir boşluk olup
içeriği sıkıştırılamaz (28). Kafa içi hacim normalde beyin, BOS ve kandan
ibarettir (29). Bu kompartımanların birinde artma olduğunda diğer kompartımanlardan
bir ya da birkaçında azalma olmaktadır. Bu kompansasyon yeterliliğini
kaybettiğinde kafa içi basıncında da artış olur (30). KİB arttığında önce kan
daha sonra BOS kafa içi boşluğunu terk eder ve bunların terk ettiği yeri beyin
doldurur. Beyindeki bu yer değiştirme herniasyon tablolarını meydana getirir
(31,32). Normal kafa içi basıncı öksürme ve ıkınmayla kısa süreli artmaktadır
(32). Rosner ve Coley (33), çalışmalarında horizontal düzleme göre başın
30°’den sonraki her 10°’lik yükselişde kafa içi basıncının ortalama 1mmHg
azalmasına karşılık, serebral perfüzyon basıncının 2-3 mmHg azaldığını
göstermişlerdir. Serebral perfüzyon basıncındaki bu azalma vazodilatasyona,
serebral kan miktarı artışına ve sonuçta kafa içi basıncı artışına sebep olur.
Artan kafa içi basıncı ise serebral perfüzyon basıncını daha da düşürür
(31,33).
Kafa içi
basıncının normal değerleri infantta 1.5-6 mmHg, küçük çocuklarda 3-7 mmHg,
erişkinlerde 10-15 mmHg ve altındadır. Erişkinlerde 20 mmHg’nın üzeri patolojik
olarak kabul edilmektedir (34). Ağır kafa travmalarından sonra görülen ve
kontrol altına alınamayan kafa içi basınç artışı kafa travmasına bağlı
mortalite ve morbiditenin önemli nedenlerinden biridir (24). Ağır kafa travmalı
hastaların %50’sinden daha fazlasında hastanede kalışın belirli dönemlerinde
kafa içi basıncı 20 mmHg ve üzerindeki değerlere yükselmektedir (35). Kafa içi
basıncının normal seviyelerde tutulması kafa travmalarındaki mortalite ve
morbiditeyi düşürmektedir. Bu sebeble ağır kafa travmalarındaki bütün tedavi
şekilleri kafa içi basıncı azaltmayı amaçlar (36,37). Miller ve arkadaşları
(38), ilk ölçümde kafa içi basıncı 40 mmHg ve üzerinde ölçülen hastalardaki
mortalite oranını %69 olarak tespit etmişler ve çalışmalarında kafa içi
basıncının önemini vurgulamışlardır.
Serebral
kan akımı (SKA), serebral perfüzyon basıncına (SPB) ve kan akımına olan dirence
bağlıdır (39). Serebral perfüzyon basıncı kanı beyne iten güçtür.
Serebral vasküler direnç ise kanın serebral arterlerde venlere akımına karşı
koyan dirençtir. Bu da başlıca kan vizkositesine ve vasküler faktörlere
bağlıdır. Kan damarlarının elastikiyeti yukarıdaki faktörlere ek olarak kan
akımını etkiler. Basınç yükseldikçe damarların elastisitesi nedeniyle genişleme
olur. Böylece vasküler direnç azalır. Kan basıncında düşme durumunda damar
daralarak direnç artar (40). SKA’ı formüle edilecek olursa : SKA=OAKB-İKB/SVD Normalde çeşitli
etkenler karşısında serebral kan akımını oldukça stabil sınırlar içinde tutan
serebral dolaşımın bir regülasyon mekanizması vardır. Bunları ve serebral kan
akımını etkileyen belli başlı faktörleri şöyle sıralayabiliriz
1.Otoregülasyon
2.Kollateral dolaşım
3.Kimyasal regülasyon
4.Serebral metabolizma
5.Farmakolojik maddelerin etkileri
6.Hidrostatik etkiler
7.Nöral refleksler
8.İntrakranial basınç
9.Kan vizkositesi
Kanın
beyne ulaşması, beynin beslenmesi açısından gerekli olmasına rağmen yeterli
değildir. Kafa içi basıncın artması serebral kan akımını azaltır (39). Bunun
sonucu olarak da beyne gitmek üzere arkus aorta ve karotid arterlerden geçen
kan miktarı azalır; aortik ark ve karotid sinüste bulunan baroreseptörlerden
kalkan uyarılar bulbusta bulunan vazomotor merkezi uyararak kalpten pompalanan
kanı artırır. Bunun sonucu sistemik arteriyel kan basıncı artarak serebral kan
akımının artmasına sebep olur. Böylece, dokuların beslenmesi için gerekli olan
perfüzyon basıncını temin etmeye çalışır. Bu koruyucu mekanizma ‘’Cushing
Refleksi’’ cevabı olarak bilinir ki; klinikte ani tansiyon artması ile
karakterizedir (28). Kan basıncındaki bu artmayla ortalama perfüzyon basıncı
korunmaya çalışılır.
Kaynak; http://zehirlenme.blogspot.com