Migren Hakkında Tıp Terimleri ve Açıklamaları
alerjen: Vücudun alerji duyduğu madde. amin: Vücutta bulunan bir tür kimyasal bileşke. Bazılarının beyin ve kan dolaşımı çalışmasında önemli etkisi vardır.
antikor: Kanda alerjenleri yok eden madde
antiemetik: Kusmayı engelleyici ilaç ya da madde.
antihistaminler: Bir tür ilaç grubu. Histaminin etkisini azaltır, aynı zamanda sakinleştirici ve antialerjik etki yapar.
arteriyol: Orta incelikteki atardamar.
otonom sinir sistemi: Bazı iç organlarımızın işlevlerini isdiğimiz dışında düzenleyen ve denetleyen sinir sistemi.
buclizine: Bir antihistamin türü.
kafein: Kahvede bulunan ve uyarıcı etkisi yapan bir madde.
kalibre: Kan damarlarının iç çapı.
servikal sondilosis: Boyun kemikleri arasındaki eklemlerde meydana gelen bozulma.
clonidine: Yüksek tansiyonu kontrol altına almak ve kan damarlarının iç çaplarını kontrol eden sinir vuruşlarını bloke etmek için kullanılan bir ilaç. Kullanımına ansızın son verildiği taktirde tansiyon çok çabuk yükselir.
konstriksiyon: Kan damarlarının daralması.
korteks: Beynin dış yüzeyi.
elektroensefalogram (EEG): Beyin işlevleri sırasında görülen çok küçük elektriksel değişimlerin kaydedilmesi.
enzim: Vücut içinde öteki başka kimyasal tepkimelerin gerçekleşmesini sağlayan ve vücut tarafından salgılanan kimyasai madde.
ergotamine: Bir tür mantardan elde edilen ilaç. Kan damarlarının iç çapı ve serotonin üzerinde etkilidir.
hemikranial: Başın bir yarısında olan,
hemisfer (yarıküre): Beynin iki yarı parçasından biri. Sağ ya da sol parça.
histamin: Vücut tarafından üretilen bir amin. Öteki etkileriyle birlikte arteriyolleri genişletir. hormonlar: Kana karıştıkları zaman organların ve dokuların işlevlerini etkileyen kimyasal maddeler.
methysergide: Pizotifene benzeyen güçlü bir ilaç.
metoclorparamide: Mide bulantısını ve kusmayı önlemek için kullanılan bir tür ilaç. Mide ve bağırsakları sakinleştirerek, öteki ilaçların da özümlenebilmesinde yardımcı olur.
motor aktivite: Kaslarda oluşan işlev.
oftalmoskop: Gözün arka kısımlarını incelemek için kullanılan bir aygıt.
yumurtalıklar: Kadınlarda, yumurtaları üreten salgı bezleri. Östrojen ve progesteron hormonlarını da salgılarlar. Ürettikleri yumurta döllendiğinde bebek haline gelir.
paracetamol: Aspirin benzeri bir ağrı kesici. Aşırı miktarda kullanıldığında karaciğer zarar görür.
phenobarbitone: Orta etkili bir sakinleştirici.
ipofiz bezi: Beynin alt ucunda bulunan bir salgı bezi. Salgıladığı hormonlar, öteki işlevlerinin yanı sıra yumurtalık hareketlerini de denetler.
pizotifen: Serotoninin etkilerini bloke eden bir ilaç.
plazma: Kanın sıvı bölümü.platelet: Kanda bulunan ve pıhtılaşmada önemli roller oynayan küçük yuvarlak cisimcikler.
Migren Tedavisi Çocuklarda Migren
Migren Tedavisi, Migren ve Tedavi, Migren Teşhis
Migrene karşı alınabilecek genel önlemlerle ilgili olarak yukarıdaki bölümde yeterince durduktan sonra, şimdi de ayrıntılı olarak ilaçla tedavinin üzerinde durmak istiyoruz.
Not: Aşağıda belirtilen ilaçlardan aspirin, paracetamol, migraleve ve onların muadili olan ağrı kesicileri piyasada serbestçe temin edebilirsiniz. Öteki ilaçlar için mutlaka doktor reçetesine gerek vardır. Aşağıda önce ilaçların kimyasal adını, sonra da parantez içinde ticari adını bulacaksınız. Ticari adlar, büyük harfle başlayanlardır. İlaçların kimyasal adlan genel olarak aynı kalmakla birlikte, ticari adları ülkeden ülkeye değişebilmekte ve zamanla yenileri yapılabilmektedir
Nöbet sırasında
Migrenin karakteristik özelliklerinden biri, nöbetin ilk anlarında midenin işlevini durdurmasıdır. Röntgen muayeneleri, mide duvarının normal hareketlerinin durduğunu göstermiştir. Bu durum, mide bulantısı ve besinlerle ilaçların yeterince emilmemesi ve özümlenmemesini de beraberinde getirir Üstelik bu besinlerin ve ilaçların büyük olasılıkla kusulması da söz konusudur. Bütün bu açıklamalar, migrende ağız yoluyla alınan ilaçların neden yeterince etkin olamadığını gösterir. Kusmayı önleyici bir ilaç olan metoclopramide (Maxolon) tavsiye edilebilir. Çünkü bu ilaç bir yandan mide bulantısı ve kusmayı önlerken öte yandan da çok zayıf olan mide etkinliğini harekete geçirerek ilaçların daha iyi özümsenebilmelerini sağlar.
Tedavinin, nöbetin hemen başında, ağrıların daha şiddetlenip şiddetlenmeyeceğini beklemeden yapılması gerekir. İlkin hemen bir iki tablet aspirin (mümkünse eriyebilen)alınmalıdır. Eğer aspirin çeşitli nedenlerden dolayı alınamıyorsa yine iyi bir ağrı kesici olan paracetamot önerilir. Aspirin ve paracetamolun kodeinsiz türlerini reçetesiz olarak bulmak mümkündür. Kodeinli olanları ise ağrı kesici olarak daha etkindir.
Eğer bu önlem bir yarar sağlamamışsa ya da kusma sonucu ilaç dışarı atılmışsa, îlkin 10 miligramlık bir metoclopramide (Maxolon) tablet alın. Aradan yarım saat geçtikten sonra bir ya da iki tablet aspirin veya paracetamol yutun. Bu terkip sizin için çok daha etkili olabilir. Aradan bir saat geçtikten sonra ağrılarınız hâlâ hafiflememişse, bir doz aspirin daha ala bilirsiniz.
Birçok migren ağrısı, basit ağrıkesicilerden etkilenemeyebilir. O zaman ergotamine içeren ilaçların kullanılması gerekir. Bu kimyasal madde, özellikle baştaki damarların çapları üzerinde etkili olur ve migren nöbetleriyle ilişkileri belirlenen serotonin üzerinde bir denetim kurar. Ergotamine, nöbetin başlangıç anında alındığı taktirde çok etkili olur. Eğer hasta, başağrısı başlamadan önce, görme bozukluğu, uyuşukluk, konuşma güçlüğü gibi bazı ön belirtileri kendinde hissetmişse, hemen ergotamine almalı sonra da başağrısını önlemeye çalışmalıdır.
Ağız yoluyla alınabilecek çeşitli haplar üretilmiştir. Bunların en yaygın biçimde kullanılanları, migrii, effergot, cafergot ve femerin'dir. Migrii ve effergo-tun her tabletinde 2 miligram ergotamine vardır. Cafergot ve femerinin her tabletinde ise 1 miligram ergotamine bulunur. Migrin ayrıca kafeğin ve kusmayı önleyici bir etki yapan cyclizine de içerir. Cafergo-tun içeriğinde de kafein bulunur. Efergot suda eriyebilen, efervesan bir haptır. Bazı hastalar, ergotamine içeren bir ilacı dil altında emerek daha kolay yararlanabilmektedir. Lingraine (2 miligram) bu amaçla piyasaya sürülmüştür.
Ergotamineli ilaçların başlangıç dozu, 2 miligramdır. Eğer ağrı 45-60 dakika arasında belirli bir düşüş göstermezse, 1-2 miligram daha alınabilir. Günlük alınabilecek en fazla ergotamine miktarı 6 miligramdır. Ancak, ilaç en çok ağrının başlangıcında etkili olduğundan 3-4 miligramdan fazla kullanmak pek yarar sağlamaz. İlacın görme ve duyumsama belirtileri üzerinde çok az bir etkisi vardır ve bu etki herhangi bir tedaviye gerek kalmaksızın 30-60 dakika içinde kendiliğinden geçer.
Ergotamine içeren ilaçlar eğer çok sık kullanılırsa, zehirli başağrılarına yol açabilir, kimi zaman da. kan damarlarındaki etkilerinden dolayı üşümeye, parmak uçlarının beyazlaşmasına ve kas kramplarına neden olabilir. Ancak bu yan belirtilere oldukça az rastlanır. Bu kitabın yazarı 25 yıllık meslek yaşamında bu tür yan etkilerden yakınan üç hasta ile karşılaşmıştır. Ergotamine içeren ilaçları üreten kuruluşlar ilacın kutusuna koydukları kullanma talimatnamesinde, haftada alınabilecek en fazla miktarı da belirtirler. Kişilerin bu kimyasal maddeye olan duyarlılığı değişe-bildiğinden, doktorunuz tarafından aksi önerilmedikçe bu kurala uymanızda yarar vardır.
Ergotamine içeren ilaçların hamilelik döneminde kullanılması sakıncalıdır.
İçeriğinde ergotamine bulunan ilaçların yarattığı en büyük sorun, mide bulantısı ve kusmayı tahrik etmeleridir. Hatta ilaç yutulduktan hemen sonra da kusma yoluyla vücuttan atılabilir. Bunu engellemek için beraberinde cyclizine içeren Migril almak, yüzde yüz garantili olmasa bile yarar sağlayabilir.
Bazı ilaçları anüs yoluyla almak gerekebilir. Ca-fergot bunlardan biridir. İçeriğinde 2 miligram ergotamine dışında bir miktar kafeğin ve sakinleştirici bulunur. Hap vücuda girer girmez erir ve anüsten dışarı akma tehlikesi yoktur. Yine de hastaya yatağa uzanması ve uyumaya çalışması önerilir. Çünkü, ilaç, baş-dönmesi yapabilir. Hasta uyandığında başağrısı ya tamamen ortadan kaybolmuş ya da büyük ölçüde hafiflemiş olur. Mide bulantısı, bu ilacın çok ender görülen biryan etkisidir. İlaç günde en fazla iki kez kullanılabilir.
Daha kolay alınabilecek bir başka ergotamine içeren ilaç da solunum yoluyla alınan Medihaler ergotamine'dir. Aerosol halindeki ilacın içeriğinde 0.36 miligram toz ergotamine vardır. İlacın püskürtücüsü ağıza alınır ve güçlü bir biçimde soluk alınarak ilacın ciğerlere ulaşması sağlanır. Birkaç dakika içerisinde akciğerlerden kan dolaşımına karışan ergotamine beyine ve vücudun öteki kısımlarına ulaşarak gerekli etkiyi sağlar. Bir ya da iki kez yeterli olmakla birlikte 24 saat içinde altı doz soluk yoluyla alınabilir. Son derece etkili olan bu ilacın güçlü bir yan etkisi vardır: Kusmaya neden olur.
Ergotamine, vücuda şırınga ile de verilebilir. Fakat ilacı enjeksiyonla almanın belirli zorlukları vardır. Migren belirtilerinin başladığı anda, yani ilacın derhal vücuda girmesi gerektiği anda, hastanın yanında bir doktor ya da hemşire bulunması çok uzak bir olasılıktır. Bu nedenle ancak, hasta bizzat kendisi ya da bir yakını bu işi çok iyi biliyorsa ilacı şırınga yoluyla alabilir. Damardan verilecek ergotamine miktarı, 0.25-05 miligramdır. Doğrudan kan dolaşımına karıştığı ve damarlar üzerindeki işlevini hemen yerine getirdiği için çok etkilidir. Küçük dozajlar, mide bulantısı ve kusma gibi yan etki olasılıklarını azaltırsa da yine de görülebilir. Ergotamine alınabilecek öteki yolları kullanabilmek mümkün değilse, hastanın kendisine şırınga yapması çok yararlı olur. Migren nöbetlerini bu yolla engelleyen çök sayıda hasta vardır. Mide bulantısı ve kusma, migren nöbeti sırasında hastayı bazen en az baş ağrıları kadar rahatsız edebilir. O taktirde alınabilecek ilaçlar,stemetil, valoid ya da maxolon'dur. Bunlar, âğız yoluyla alınabilecekleri gibi damardan ya da fitil şeklinde de alınabilir.
Önleyici tedavi
Migren nöbetlerinin engellenmesi amacıyla kullanılan ilaçların sayısı çok fazladır. Bunlardan her biri, migreni uyarıcı ve davet edici unsurlar üzerinde etkilidir. Bu yüzdendir ki, eh uygun ilaç türü her hastanın kendi bünyesel gereksinimlerine göre değişiklik gösterir.
Duygusal bunalım ve gerilimlerin söz konusu olduğu durumlarda, hasta, sakinleştirici ilaçlar alabilir. Bunların günümüzde en yaygın kullanılanları librium, valium, equanil'dir. Bu ilaçlardan herhangi biri, doktor tarafından hastanın içinde bulunduğu ruh halinden kurtulmasına yetecek süreler için, örneğin birkaç hafta ya da ay, kullanılmak üzere verilebilir. Sedativ olarak da bilinen sakinleştirici ilaçların çok çeşitli türleri vardır. Bunlardan hangisinin en uygun olduğunu ve en az yan etki yaptığını saptayabilmek için değişik zamanlarda değişik ilaçlar kullanmak gerekebilir.
Hasta gerilimle birlikte bir de depresyon geçiriyorsa, yahut yalnızca depresyon söz konusu ise ve bu durum da migreni tahrik ediyorsa, hastaya tryptizol, tofranil, prothiaden, surmontil gibi antidepresif diye bilinen ilaçlardan biri verilebilir. Aslında sayıları çok değişen bu ilaçlardan bazıları, gece kullanılır. Yatağa yatmadan önce alındıkları taktirde, etkilerini ertesi gün de sürdürülen Antidepresif ilaçların belirli süreler içinde (örneğin üç ay) kullanılması ve bünye için en uygun olanının doktor tarafından saptanması gerekir.
Migren hastalığının belirtilerine, baştaki dolaşım değişimlerinin yol açtığını görmüştük. Bu nedenle söz konusu değişimleri denetleyebilecek ilaçların kullanımı da önleyici tedavi açısından yararlı olacaktır.
Günde üç kez bir ya da iki tabletlik dozlar halinde alınacak bellergal, hastaya büyük yarar sağlar. Bellergalin içeriğinde ergotamine dışında belladonna ve enobarbitone vardır. Bunlardan belladonna, kan damarlarının çapı üzerinde etkili olan otonom sinir sistemine etki eder. Phenobarbitone ise orta derecede etkin bir sakinleştiricidir. Bu özellikleri bellergali yukarıda sıralanan trankilizan ve sedatiflerden farklı kılar.
Kan damarlarının çapıyla ilgilenen sinirsel vuruşları bloke eden ilaçlar da vardır. Bunlar arasında clonidine içerenler (örneğin dixarit) ve propranolol (ın-deral) gibi "beta-bloker"ler sayılabilir.
Dixarit günde iki kez birer tablet (0.025 miligram) alınabilir. Sonradan, günde iki kez ikişer ya da üçer tabletlik dozajlara çıkmak mümkündür. Aylarca iyi bir yarar sağlayarak rahatlıkla kullanılabilir. Ancak, en yüksek dozaja ulaşıldığında zaten yararını göstermeye başlayacaktır. Eğer dört haftalık tedaviden bir fayda görülmemişse, ilacın kullanımına son verilmelidir. Yan etkileri; ara sıra görülen zihinsel uyuşukluk ve yatarken ayağa kalkmak ya da otururken ansızın doğrulmak gibi değişiklikler sırasında ortaya çıkan baş dönmesidir.
Beta-bloker türü ilaçların da çok çeşidi vardır. Bu ilaçlara beta-bloker adının verilmesinin nedeni, sempatik sinir uçlarındaki kimyasal işlemler üzerinde yaptıkları etkilerdir. Söz konusu sinir uçları, çok sayıdaki görevlerinin yanı sıra, kan damarlarının çapları üzerinde de etkindirler. Beta-bloker türü ilaçlar, "amlfa" sinir uçlarının karşıtları olan "beta" sinir uçları üzerinde etkindirler. Tıpta çok geniş bir kullanım alanları vardır. Gerilim ve heyecanın giderilmesinde, nabız atışlarının düşürülmesinde ve uygun dozlarda alındığı zaman tansiyonun aşağı çekilmesinde büyük yarar gösterirler. Ayrıca migren nöbetlerinin seyrekleşmesine de yardımcı olurlar. Migren tedavisinde en çok kullanılan beta-bloker, propranolol içeren inde-ral'dir. Dozajı, günde üç ya da dört kez 40 miligrama kadar yükseltilebilir. Inderal ve dixarit kullanımında dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. İlacın kullanımını birden bire kesmek bazı sakıncalar doğurabilir. Dozajı gittikçe azaltarak bir süre sonra bırakmak yararlı olur.
Migrene karşı bir başka önlem de, nöbetle birlikte meydana gelen biyokimyasal değişimler üzerinde bir denetim kurmaktır. Bir önceki bölümde, migren sırasında serotonin adlı maddenin beyindeki dolaşım bozuklukları üzerinde önemli bir rol oynadığını belirtmiştik. Serotoninin etkisi, pzotifen (sanomigran) ya da methysergide (deseril) kullanılarak bloke edilebilir.
Sanomigranın günlük dozajı üç tablettir. Gerektiğinde altı tablete kadar çıkılabilir. Yan etkileri çok azdır. Çok hafif bir zihin bulanıklığına yol açabilir ki bu da bir sorun yaratmaz. Ancak ilacın büyük bir iştah açma özelliği vardır ve kullanan kişilerde sık sık kilo alma görülebilir. Şişmanlama sozkonusu olduğunda ilacın dozajı azaltılabileceği gibi perhiz de yapılabilir.
Methysergide içeren ilaçlar (örneğin deseril), serotonin üzerinde büyük ölçüde etkili olan fakat uzun vadede ciddi yan etkiler gösteren ilaçlardır. Özellikle doktorun ciddi gözetiminde ve reçeteye tam uyarak kullanılmadığı taktirde yan etkiler büyük sorun yaratabilir. Mümkün olan en küçük dozaj kullanılmalı ve ilaç dört ya da altı ay kullanıldıktan sonra, birkaç ay ara verilmelidir. Bu nedenlerden dolayıdır ki, methysergide içeren Maçlar, ancak çok şiddetli migren nöbetleri geçiren ve başka hiçbir tedaviden yarar görmeyen hastalara verilir.
Antihistamin ilaçlar, bir zamanlar migren tedavisinde oldukça yaygın bir kullanım alanı buluyordu. Özellikle, güçlü alerjiler söz konusu olduğu zaman bu tür ilaçlar ilgi gördü. Antihistamin ilaçlar ayrıca sakinleştirici özellikleri ve mide bulantısı tedavisindeki güçlü etkileri ile başarılı oldu. Terkibinde promethazine bulunan phenergan adlı ilaç, bu gruptan olup, doktorlar tarafından en çok önerilenlerin başında gelir. Günde iki ya da üç kez, 10-25 miligramlık dozlar halinde alınabilir. Zihin bulanıklığı yapabileceğinden, tedaviye küçük dozlarla başlanması, gerektiği taktirde dozajın yükseltilmesi uygun olur.
Bu türün bir başka örneği olan migraleve, paracetamol, buclizine (bir antihistamine) ve ağrı kesici olarak kodein terkibiyle yapılır, tablet şeklindedir.
Prochlorperazine içeren ilaçlar (örneğin stemetil), baş dönmesine, mide bulantısına ve kusmaya karşı etkili olması nedeniyle bu rahatsızlıkların fazlaca hissedildiği durumlarda yararlıdır. Gündüz ya da gece olmak üzere günde iki veya üç kez beşer miligramlık dozlar halinde alındığı taktirde, sabah uyanmadan az önce başlayan migFen ağrılarına karşı koruyucu olarak da kullanılabilir.
Migrensel nevralji
Bu rahatsızlığın tedavisinde, ağız, solunum yada anüs yoluyla alınacak ergotamine içeren ilaçların büyük yararı görülür. Yatağa girmeden önce alınacak olanlar, özellikle gece gelebilecek migren nöbetlerine karşı etkindir. Ergotamine dozları gündüz kullanılacağı zaman, genellikle belirli saatlere rastlayan migren nöbetlerinden 30 ya da 45 dakika önce alınmalıdır. Bu yöntemin gerçekten büyük faydaları görülmüştür.
Günde üç kez alınacak clonidine veya pizotifen içeren ilaçların da migrensel nevralji tedavisinde, özellikle hafif seyreden durumlarda yararlı olduğu biIinmektedir.
Migrenli çocuklar, Çocuklarda Migren
Çocuk Migreni, Çocukların ergotamine, pizotifen ya da methysergide türü güçlü ilaçlara gereksinimleri yoktur. Bu ilaçların çocuk hastalara verilmesi doğru değildir. Onlarda başağrıları genellikle az şiddetli geçtiğinden, eriyebilir aspirin yeterli olacaktır. Mide bulantıları da promethazine veya prochlorperazine içeren bulantıkusma kesici antiemetik ilaçlarla önlenebilir. Bir gerilim sonucu migren ataklarının sıklaşması durumunda, bir ya da iki ay süreyle orta derecede etkin bir sakinleştirici (sedatif) vermek yararlı olacaktır.
Migrene karşı alınabilecek genel önlemlerle ilgili olarak yukarıdaki bölümde yeterince durduktan sonra, şimdi de ayrıntılı olarak ilaçla tedavinin üzerinde durmak istiyoruz.
Not: Aşağıda belirtilen ilaçlardan aspirin, paracetamol, migraleve ve onların muadili olan ağrı kesicileri piyasada serbestçe temin edebilirsiniz. Öteki ilaçlar için mutlaka doktor reçetesine gerek vardır. Aşağıda önce ilaçların kimyasal adını, sonra da parantez içinde ticari adını bulacaksınız. Ticari adlar, büyük harfle başlayanlardır. İlaçların kimyasal adlan genel olarak aynı kalmakla birlikte, ticari adları ülkeden ülkeye değişebilmekte ve zamanla yenileri yapılabilmektedir
Nöbet sırasında
Migrenin karakteristik özelliklerinden biri, nöbetin ilk anlarında midenin işlevini durdurmasıdır. Röntgen muayeneleri, mide duvarının normal hareketlerinin durduğunu göstermiştir. Bu durum, mide bulantısı ve besinlerle ilaçların yeterince emilmemesi ve özümlenmemesini de beraberinde getirir Üstelik bu besinlerin ve ilaçların büyük olasılıkla kusulması da söz konusudur. Bütün bu açıklamalar, migrende ağız yoluyla alınan ilaçların neden yeterince etkin olamadığını gösterir. Kusmayı önleyici bir ilaç olan metoclopramide (Maxolon) tavsiye edilebilir. Çünkü bu ilaç bir yandan mide bulantısı ve kusmayı önlerken öte yandan da çok zayıf olan mide etkinliğini harekete geçirerek ilaçların daha iyi özümsenebilmelerini sağlar.
Tedavinin, nöbetin hemen başında, ağrıların daha şiddetlenip şiddetlenmeyeceğini beklemeden yapılması gerekir. İlkin hemen bir iki tablet aspirin (mümkünse eriyebilen)alınmalıdır. Eğer aspirin çeşitli nedenlerden dolayı alınamıyorsa yine iyi bir ağrı kesici olan paracetamot önerilir. Aspirin ve paracetamolun kodeinsiz türlerini reçetesiz olarak bulmak mümkündür. Kodeinli olanları ise ağrı kesici olarak daha etkindir.
Eğer bu önlem bir yarar sağlamamışsa ya da kusma sonucu ilaç dışarı atılmışsa, îlkin 10 miligramlık bir metoclopramide (Maxolon) tablet alın. Aradan yarım saat geçtikten sonra bir ya da iki tablet aspirin veya paracetamol yutun. Bu terkip sizin için çok daha etkili olabilir. Aradan bir saat geçtikten sonra ağrılarınız hâlâ hafiflememişse, bir doz aspirin daha ala bilirsiniz.
Birçok migren ağrısı, basit ağrıkesicilerden etkilenemeyebilir. O zaman ergotamine içeren ilaçların kullanılması gerekir. Bu kimyasal madde, özellikle baştaki damarların çapları üzerinde etkili olur ve migren nöbetleriyle ilişkileri belirlenen serotonin üzerinde bir denetim kurar. Ergotamine, nöbetin başlangıç anında alındığı taktirde çok etkili olur. Eğer hasta, başağrısı başlamadan önce, görme bozukluğu, uyuşukluk, konuşma güçlüğü gibi bazı ön belirtileri kendinde hissetmişse, hemen ergotamine almalı sonra da başağrısını önlemeye çalışmalıdır.
Ağız yoluyla alınabilecek çeşitli haplar üretilmiştir. Bunların en yaygın biçimde kullanılanları, migrii, effergot, cafergot ve femerin'dir. Migrii ve effergo-tun her tabletinde 2 miligram ergotamine vardır. Cafergot ve femerinin her tabletinde ise 1 miligram ergotamine bulunur. Migrin ayrıca kafeğin ve kusmayı önleyici bir etki yapan cyclizine de içerir. Cafergo-tun içeriğinde de kafein bulunur. Efergot suda eriyebilen, efervesan bir haptır. Bazı hastalar, ergotamine içeren bir ilacı dil altında emerek daha kolay yararlanabilmektedir. Lingraine (2 miligram) bu amaçla piyasaya sürülmüştür.
Ergotamineli ilaçların başlangıç dozu, 2 miligramdır. Eğer ağrı 45-60 dakika arasında belirli bir düşüş göstermezse, 1-2 miligram daha alınabilir. Günlük alınabilecek en fazla ergotamine miktarı 6 miligramdır. Ancak, ilaç en çok ağrının başlangıcında etkili olduğundan 3-4 miligramdan fazla kullanmak pek yarar sağlamaz. İlacın görme ve duyumsama belirtileri üzerinde çok az bir etkisi vardır ve bu etki herhangi bir tedaviye gerek kalmaksızın 30-60 dakika içinde kendiliğinden geçer.
Ergotamine içeren ilaçlar eğer çok sık kullanılırsa, zehirli başağrılarına yol açabilir, kimi zaman da. kan damarlarındaki etkilerinden dolayı üşümeye, parmak uçlarının beyazlaşmasına ve kas kramplarına neden olabilir. Ancak bu yan belirtilere oldukça az rastlanır. Bu kitabın yazarı 25 yıllık meslek yaşamında bu tür yan etkilerden yakınan üç hasta ile karşılaşmıştır. Ergotamine içeren ilaçları üreten kuruluşlar ilacın kutusuna koydukları kullanma talimatnamesinde, haftada alınabilecek en fazla miktarı da belirtirler. Kişilerin bu kimyasal maddeye olan duyarlılığı değişe-bildiğinden, doktorunuz tarafından aksi önerilmedikçe bu kurala uymanızda yarar vardır.
Ergotamine içeren ilaçların hamilelik döneminde kullanılması sakıncalıdır.
İçeriğinde ergotamine bulunan ilaçların yarattığı en büyük sorun, mide bulantısı ve kusmayı tahrik etmeleridir. Hatta ilaç yutulduktan hemen sonra da kusma yoluyla vücuttan atılabilir. Bunu engellemek için beraberinde cyclizine içeren Migril almak, yüzde yüz garantili olmasa bile yarar sağlayabilir.
Bazı ilaçları anüs yoluyla almak gerekebilir. Ca-fergot bunlardan biridir. İçeriğinde 2 miligram ergotamine dışında bir miktar kafeğin ve sakinleştirici bulunur. Hap vücuda girer girmez erir ve anüsten dışarı akma tehlikesi yoktur. Yine de hastaya yatağa uzanması ve uyumaya çalışması önerilir. Çünkü, ilaç, baş-dönmesi yapabilir. Hasta uyandığında başağrısı ya tamamen ortadan kaybolmuş ya da büyük ölçüde hafiflemiş olur. Mide bulantısı, bu ilacın çok ender görülen biryan etkisidir. İlaç günde en fazla iki kez kullanılabilir.
Daha kolay alınabilecek bir başka ergotamine içeren ilaç da solunum yoluyla alınan Medihaler ergotamine'dir. Aerosol halindeki ilacın içeriğinde 0.36 miligram toz ergotamine vardır. İlacın püskürtücüsü ağıza alınır ve güçlü bir biçimde soluk alınarak ilacın ciğerlere ulaşması sağlanır. Birkaç dakika içerisinde akciğerlerden kan dolaşımına karışan ergotamine beyine ve vücudun öteki kısımlarına ulaşarak gerekli etkiyi sağlar. Bir ya da iki kez yeterli olmakla birlikte 24 saat içinde altı doz soluk yoluyla alınabilir. Son derece etkili olan bu ilacın güçlü bir yan etkisi vardır: Kusmaya neden olur.
Ergotamine, vücuda şırınga ile de verilebilir. Fakat ilacı enjeksiyonla almanın belirli zorlukları vardır. Migren belirtilerinin başladığı anda, yani ilacın derhal vücuda girmesi gerektiği anda, hastanın yanında bir doktor ya da hemşire bulunması çok uzak bir olasılıktır. Bu nedenle ancak, hasta bizzat kendisi ya da bir yakını bu işi çok iyi biliyorsa ilacı şırınga yoluyla alabilir. Damardan verilecek ergotamine miktarı, 0.25-05 miligramdır. Doğrudan kan dolaşımına karıştığı ve damarlar üzerindeki işlevini hemen yerine getirdiği için çok etkilidir. Küçük dozajlar, mide bulantısı ve kusma gibi yan etki olasılıklarını azaltırsa da yine de görülebilir. Ergotamine alınabilecek öteki yolları kullanabilmek mümkün değilse, hastanın kendisine şırınga yapması çok yararlı olur. Migren nöbetlerini bu yolla engelleyen çök sayıda hasta vardır. Mide bulantısı ve kusma, migren nöbeti sırasında hastayı bazen en az baş ağrıları kadar rahatsız edebilir. O taktirde alınabilecek ilaçlar,stemetil, valoid ya da maxolon'dur. Bunlar, âğız yoluyla alınabilecekleri gibi damardan ya da fitil şeklinde de alınabilir.
Önleyici tedavi
Migren nöbetlerinin engellenmesi amacıyla kullanılan ilaçların sayısı çok fazladır. Bunlardan her biri, migreni uyarıcı ve davet edici unsurlar üzerinde etkilidir. Bu yüzdendir ki, eh uygun ilaç türü her hastanın kendi bünyesel gereksinimlerine göre değişiklik gösterir.
Duygusal bunalım ve gerilimlerin söz konusu olduğu durumlarda, hasta, sakinleştirici ilaçlar alabilir. Bunların günümüzde en yaygın kullanılanları librium, valium, equanil'dir. Bu ilaçlardan herhangi biri, doktor tarafından hastanın içinde bulunduğu ruh halinden kurtulmasına yetecek süreler için, örneğin birkaç hafta ya da ay, kullanılmak üzere verilebilir. Sedativ olarak da bilinen sakinleştirici ilaçların çok çeşitli türleri vardır. Bunlardan hangisinin en uygun olduğunu ve en az yan etki yaptığını saptayabilmek için değişik zamanlarda değişik ilaçlar kullanmak gerekebilir.
Hasta gerilimle birlikte bir de depresyon geçiriyorsa, yahut yalnızca depresyon söz konusu ise ve bu durum da migreni tahrik ediyorsa, hastaya tryptizol, tofranil, prothiaden, surmontil gibi antidepresif diye bilinen ilaçlardan biri verilebilir. Aslında sayıları çok değişen bu ilaçlardan bazıları, gece kullanılır. Yatağa yatmadan önce alındıkları taktirde, etkilerini ertesi gün de sürdürülen Antidepresif ilaçların belirli süreler içinde (örneğin üç ay) kullanılması ve bünye için en uygun olanının doktor tarafından saptanması gerekir.
Migren hastalığının belirtilerine, baştaki dolaşım değişimlerinin yol açtığını görmüştük. Bu nedenle söz konusu değişimleri denetleyebilecek ilaçların kullanımı da önleyici tedavi açısından yararlı olacaktır.
Günde üç kez bir ya da iki tabletlik dozlar halinde alınacak bellergal, hastaya büyük yarar sağlar. Bellergalin içeriğinde ergotamine dışında belladonna ve enobarbitone vardır. Bunlardan belladonna, kan damarlarının çapı üzerinde etkili olan otonom sinir sistemine etki eder. Phenobarbitone ise orta derecede etkin bir sakinleştiricidir. Bu özellikleri bellergali yukarıda sıralanan trankilizan ve sedatiflerden farklı kılar.
Kan damarlarının çapıyla ilgilenen sinirsel vuruşları bloke eden ilaçlar da vardır. Bunlar arasında clonidine içerenler (örneğin dixarit) ve propranolol (ın-deral) gibi "beta-bloker"ler sayılabilir.
Dixarit günde iki kez birer tablet (0.025 miligram) alınabilir. Sonradan, günde iki kez ikişer ya da üçer tabletlik dozajlara çıkmak mümkündür. Aylarca iyi bir yarar sağlayarak rahatlıkla kullanılabilir. Ancak, en yüksek dozaja ulaşıldığında zaten yararını göstermeye başlayacaktır. Eğer dört haftalık tedaviden bir fayda görülmemişse, ilacın kullanımına son verilmelidir. Yan etkileri; ara sıra görülen zihinsel uyuşukluk ve yatarken ayağa kalkmak ya da otururken ansızın doğrulmak gibi değişiklikler sırasında ortaya çıkan baş dönmesidir.
Beta-bloker türü ilaçların da çok çeşidi vardır. Bu ilaçlara beta-bloker adının verilmesinin nedeni, sempatik sinir uçlarındaki kimyasal işlemler üzerinde yaptıkları etkilerdir. Söz konusu sinir uçları, çok sayıdaki görevlerinin yanı sıra, kan damarlarının çapları üzerinde de etkindirler. Beta-bloker türü ilaçlar, "amlfa" sinir uçlarının karşıtları olan "beta" sinir uçları üzerinde etkindirler. Tıpta çok geniş bir kullanım alanları vardır. Gerilim ve heyecanın giderilmesinde, nabız atışlarının düşürülmesinde ve uygun dozlarda alındığı zaman tansiyonun aşağı çekilmesinde büyük yarar gösterirler. Ayrıca migren nöbetlerinin seyrekleşmesine de yardımcı olurlar. Migren tedavisinde en çok kullanılan beta-bloker, propranolol içeren inde-ral'dir. Dozajı, günde üç ya da dört kez 40 miligrama kadar yükseltilebilir. Inderal ve dixarit kullanımında dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. İlacın kullanımını birden bire kesmek bazı sakıncalar doğurabilir. Dozajı gittikçe azaltarak bir süre sonra bırakmak yararlı olur.
Migrene karşı bir başka önlem de, nöbetle birlikte meydana gelen biyokimyasal değişimler üzerinde bir denetim kurmaktır. Bir önceki bölümde, migren sırasında serotonin adlı maddenin beyindeki dolaşım bozuklukları üzerinde önemli bir rol oynadığını belirtmiştik. Serotoninin etkisi, pzotifen (sanomigran) ya da methysergide (deseril) kullanılarak bloke edilebilir.
Sanomigranın günlük dozajı üç tablettir. Gerektiğinde altı tablete kadar çıkılabilir. Yan etkileri çok azdır. Çok hafif bir zihin bulanıklığına yol açabilir ki bu da bir sorun yaratmaz. Ancak ilacın büyük bir iştah açma özelliği vardır ve kullanan kişilerde sık sık kilo alma görülebilir. Şişmanlama sozkonusu olduğunda ilacın dozajı azaltılabileceği gibi perhiz de yapılabilir.
Methysergide içeren ilaçlar (örneğin deseril), serotonin üzerinde büyük ölçüde etkili olan fakat uzun vadede ciddi yan etkiler gösteren ilaçlardır. Özellikle doktorun ciddi gözetiminde ve reçeteye tam uyarak kullanılmadığı taktirde yan etkiler büyük sorun yaratabilir. Mümkün olan en küçük dozaj kullanılmalı ve ilaç dört ya da altı ay kullanıldıktan sonra, birkaç ay ara verilmelidir. Bu nedenlerden dolayıdır ki, methysergide içeren Maçlar, ancak çok şiddetli migren nöbetleri geçiren ve başka hiçbir tedaviden yarar görmeyen hastalara verilir.
Antihistamin ilaçlar, bir zamanlar migren tedavisinde oldukça yaygın bir kullanım alanı buluyordu. Özellikle, güçlü alerjiler söz konusu olduğu zaman bu tür ilaçlar ilgi gördü. Antihistamin ilaçlar ayrıca sakinleştirici özellikleri ve mide bulantısı tedavisindeki güçlü etkileri ile başarılı oldu. Terkibinde promethazine bulunan phenergan adlı ilaç, bu gruptan olup, doktorlar tarafından en çok önerilenlerin başında gelir. Günde iki ya da üç kez, 10-25 miligramlık dozlar halinde alınabilir. Zihin bulanıklığı yapabileceğinden, tedaviye küçük dozlarla başlanması, gerektiği taktirde dozajın yükseltilmesi uygun olur.
Bu türün bir başka örneği olan migraleve, paracetamol, buclizine (bir antihistamine) ve ağrı kesici olarak kodein terkibiyle yapılır, tablet şeklindedir.
Prochlorperazine içeren ilaçlar (örneğin stemetil), baş dönmesine, mide bulantısına ve kusmaya karşı etkili olması nedeniyle bu rahatsızlıkların fazlaca hissedildiği durumlarda yararlıdır. Gündüz ya da gece olmak üzere günde iki veya üç kez beşer miligramlık dozlar halinde alındığı taktirde, sabah uyanmadan az önce başlayan migFen ağrılarına karşı koruyucu olarak da kullanılabilir.
Migrensel nevralji
Bu rahatsızlığın tedavisinde, ağız, solunum yada anüs yoluyla alınacak ergotamine içeren ilaçların büyük yararı görülür. Yatağa girmeden önce alınacak olanlar, özellikle gece gelebilecek migren nöbetlerine karşı etkindir. Ergotamine dozları gündüz kullanılacağı zaman, genellikle belirli saatlere rastlayan migren nöbetlerinden 30 ya da 45 dakika önce alınmalıdır. Bu yöntemin gerçekten büyük faydaları görülmüştür.
Günde üç kez alınacak clonidine veya pizotifen içeren ilaçların da migrensel nevralji tedavisinde, özellikle hafif seyreden durumlarda yararlı olduğu biIinmektedir.
Migrenli çocuklar, Çocuklarda Migren
Çocuk Migreni, Çocukların ergotamine, pizotifen ya da methysergide türü güçlü ilaçlara gereksinimleri yoktur. Bu ilaçların çocuk hastalara verilmesi doğru değildir. Onlarda başağrıları genellikle az şiddetli geçtiğinden, eriyebilir aspirin yeterli olacaktır. Mide bulantıları da promethazine veya prochlorperazine içeren bulantıkusma kesici antiemetik ilaçlarla önlenebilir. Bir gerilim sonucu migren ataklarının sıklaşması durumunda, bir ya da iki ay süreyle orta derecede etkin bir sakinleştirici (sedatif) vermek yararlı olacaktır.
Migrene Alışmak Migren Tedavisi
Migrene alışmak, Migren Oluşumu, Migren Tanı
Yukarıdaki bölümlerden de anlamış olabileceğimiz gibi, migren, ana nedeni belli olmayan bir rahatsızlıktır. Migren belirtilerinin bir bireyde görülebilme-sine yol açan çok sayıda etken sayılabilir ancak bu belirtilerin bir başka kişide neden ortaya çıkmadığı sorusu cevaplandırılamaz. Müzminleşen migren belirtileri ilerideki bölümlerde açıklanacak bazı ilaçlarla büyük ölçüde denetim altına alınabilir. Ne var ki, bir migren hastasının, belirli bir noktaya kadar bu hastalıkla bir arada yaşamak zorunda olduğunu da öğrenmesi gerekir. Migren, öldürücü bir hastalık değildir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte nöbetlerin sayısı ve ağrıların şiddeti azalır. Kadınlarda, özellikle menopoza girilmesiyle birlikte üzerinde durulmasına değmeyecek kadar önemi ve etkinliğini yitirir.
İlk yaşlarda, diyelim ki, üç ya da altı ayda bir görülen migren nöbetleri can sıkıcı olmakla birlikte hastanın günlük işlerini ya da ev işlerini aksatmaz. Üstüste gelen klasik ya da basit migren nöbetleri ise, ev, iş ve sosyal yaşamını tümüyle altüst eder. İlk kez bir migren nöbeti geçiren bir hasta, olaya "sıradan bîr başağrısı" gözüyle bakabilir ve üzerinde durmayabilir. Ancak ağrının şiddeti bir yana, mide bulantısı ve huzursuzluk bir nöbet esnasında hastanın dayanamayacağı boyutlara varabilir.
Bu hoş olmayan rahatsızlığın hayatımız üzerindeki etkilerini azaltmak için ne yapabiliriz? Bir migren nöbetiyle başa çıkabilmek için başvuracağımız çareler neler olabilir? Uzun vadeli düşündüğümüzde, ne gibi koruyucu önlemler alabiliriz? Eğer genellikle olduğu gibi, ağrıyla birlikte uyanırsak, işimiz daha zor demektir. Çünkü uyandığımızda başımızın ağrıması, migren nöbetinin birkaç saat önce başlamış olması demektir. Genel olarak da ağrı süresi uzadıkça dindirebilmek de güçleşir. Yine de aspirin ya da paracetamoi türü bir ağrı kesici alınabilir. Eğer mide bulantısı varsa, bulantıyı engelleyici bir başka ilaç daha almak uygun olur. Sonra hasta, eğer mümkünse iyi havalandırılmış karanlık bir odada yeniden yatağa girmeli ve uyumaya çalışmalıdır. Çünkü uyku sırasında ağrılar da hissedilmeyecektir. (migrenin çaresi)
Eğer nöbet hastanın çok yakıhdan tanıdığı görme bozukluğu, uyuşukluk gibi bazı belirtilerle "geliyorum" derse, belirtiler fazla şiddetli olmasa bile, başağrıları 15-30 dakika sonra başlayacak demektir. O nedenle, derhal önleyici tedaviye başlanması gerekir. Daha önce de vurgulandığı gibi, ağrılar, baştaki kan damarlarının genişleyip gerginleşmesinden sonra ortaya çıkar. Bu nedenle eğer bu damarların genişlemesini ve gerginleşmesini engelleyebilirsek ağrıların tamamen önüne geçebileceğimiz gibi hiç değilse ağrının şiddetlenmemesini ve dayanılabilir boyutlarda kalmasını sağlamış oluruz.
Migrenli hastalar tarafından kullanılan ve "vaso-aktif" olarak adlandırılan bazı ilaçlar vardır. Bu ilaçlar, damarları daraltarak genişlemelerini önlerler. Bazı örnekleri Migril, Cafergot, Lingraine gibi ticari adlarla piyasada satılan ve vasoaktiflere ileride geniş olarak tekrar döneceğiz. Başağrısının önüne geçilebilmesi için, bu ilaçların ilk belirtilerin ortaya çıktığı anda alınması gerekir. Pek çok hasta, bu ilaçları yararlı bulmakta ve gerektiğinde hemen kullanabilmek için yanlarından eksik etmemektedir.
Başağrisını engelleyecek ilaçları almış olsak bile, migren belirtilerini hissettikten sonra yine de yatağa girmemizde yarar vardır. Çünkü vasoaktifler, (henüz migrensel bulantılar başlamasa da) mide bulantısına ve halsizliğe neden olabilirler, baş dönmesi yapabilirler. İşyerinde dinlenmek mümkün olmayabilir ama hasta nöbete yakalandığı anda evindeyse yatağa girmek büyük ölçüde yararlı olacaktır. Vasoaktif ilaçlar, migren ağrılarıyla uyanılan sabahlarda da alınmalıdır. Gerçi bu taktirde, koruyucu olarak alındıkları zamanki kadar etkili olmazlar ama yine de yararları görülür. Ağrının henüz fazla güçlü olmadığı başlangıç anlarında da vasoaktif ilacınızı almayı yeni hatırlamışsanız "nasıl olsa şimdilik hafif ağrı var" diyerek almamazlık etmeyin. Çünkü hafif ağrı, önümüzdeki dayanılmaz ağrıların habercisi ve başlangıç noktasıdır.
Bir migren hastası, nöbet sırasındaki etkileri en aza indirgeyebilmek için kişisel olarak neler yapabilir? Migreni davet eden ve hızlandıran unsurları yukarıdaki bölümlerde görmüştük. Bunların bir bölümünü denetleyebilmek, kişinin elinde değildir. Örneğin, hiçbirimiz, kalıtımsal özelliklerimiz üzerinde söz sahibi olamayız. Ama değiştirebileceğimiz ve üzerinde etkili olabileceğimiz çok sayıda migreni davet eden unsur bulunmaktadır.
Evde yaşanan gerginlik, işyerindeki kişisel ilişkiler ve çalışma koşulları migrenin şiddetinde önemli ölçüde etkindir. Migrenli bir insan, tatillerde, iş ve çevre değiştirdiği dönemlerde, hatta hafta sonlarında dinlenirken yakalandığı migren nöbetlerinin çok daha hafif olduğunu fark edecektir. Bazı hastalar, hafta sonlarıyla ilgili görüşümüze katılmayabilirler ve bir ölçüye kadar da haklıdırlar. Çünkü çoğu kez kimi kişilerde migren nöbetleri Cumartesi ya da Pazar günleri çok geç saatlerde uyandıkları zaman ortaya çıkar. Her ne kadar Avrupalı hastalar bunu kiliseye gitmedikleri için Tanrı'nın bir cezası olarak kabul ederlerse de, uzmanlara göre asıl nedeni, alışılagelenden daha fazla yatakta kalmanın bir sonucu olarak başa giden kan akımının azalmasıdır. Ayrıca bir hafta boyunca yaşanan gerilimlerin etkisini göstermesi şeklinde de kabul edilebilir.
Eğer hasta, işinin, kişisel ilişkilerinin, yeterince dinlenme ve eğlenmeye olanak bulamamanın ya da sürekli aynı kalan koşulların kendisini ve hastalığını olumsuz yönde etkilediğini hissediyorsa, elinden geldiği kadarıyla yaşama biçiminde ve alışkanlıklarında değişiklik yapmak yoluna gitmelidir. Böyle davranırsa hastalığında belirli bir düzelme gözlemleyecektir. Ne var ki, pek çok hasta, ekonomik ya da duygusal yönden büyük kayıplara uğramadan yaşamlarında önemli değişiklikler yapamayacaklarını görürler. Böyleleri, yoga ya da hipnoz gibi özel sakinleşme tekniklerinden yararlanabilecekleri gibi, doktorlarının önereceği sakinleştirici ilaçları da alabilirler.
Migren hastasının günlük yaşamı da son derece düzenli olmalıdır. Migrenli, uyku saatlerine ve gerektiği gibi hazırlanmış besinlerden oluşan yemek öğünlerine özen gösterdiğinde/bundan büyük yarar sağladığını kolayca fark edecektir. Daha önce de vurgulandığı gibi, bir öğünü kaçırmak, migrene davetiye çıkarmak olabilir. Normal öğünler sırasında, yemeklerin olabildiğince acele etmeden yenmesi gerekir.
Belirli bazı gıdaların migreni uyardığı gözlemlenmediği sürece, perhiz yapmaya gerek yoktur. Ancak çikolata, peynir, süt ürünleri, yağlı besinler ve alkolün migreniniz üzerinde olumsuz etkilerini hissettiğiniz anda bunları doktorunuza da danışarak kısıtlayabilirsiniz. Bu besinlerin tümünden, sürekli bir biçimde el çekmek doğru değildir. Böylesi bir uygulama, beraberinde başka sorunlar da getirir. En iyi yöntem, migreni tahrik ettiği düşünülen bu besinlerden her birini sırayla altı ya da sekiz haftalık süreler için yemeyerek hangisinin sizin bünyenize zarar verdiğini saptamaktır.
Herhangi bir besine karşı alerjiniz olduğundan kuşkulandığınızda, (bu, besin içindeki tiraminin kimyasal etkisinden daha başka bir olaydır) yukarıda uygulanan geçici perhizler yardımıyla hangi gıdaya karşı alerjiniz olduğunu anlayabilirsiniz. Kuşkulandığınız fazlaca bir miktar migren ağrılarımızı uyaracak ve saptamanızı doğrulayacaktır. Bu tür alerjilerde, deri deneyleri, fazla yardımcı olmaz. Alerjik tepkimenin süresi birkaç dakika ile birkaç gün arasında değişebileceğinden deneyler sırasında bu özellik de gözönünde bulundurulmalıdır.
Çok yağlı besinlerin, alerjileri olmadığı halde, safra kesesi rahatsızlıklarından yakınan bazı hastalarda migreni tahrik edici bir unsur olduğu da unutulmamalıdır.
Aşırı sıcak ve soğuk da migrenliler için zararlıdır. Özellikle çok sigara içilen kapalı yerlerde ve kirli havalarda sıcağın etkisi daha da fazlalaşır. Böylesi ortamlardan kaçınmak gerekir. Alkol de kaçınmanız gereken bir başka unsur olabilir. Ancak, bazı davet ve partilerde size düşman olan sıcak ve kirli hava ile alkolden, dostlarınızı ve arkadaşlarınızı kırmamak adına kaçınamayacak bir durumda kalabilirsiniz. Böyle durumlarda, size şarap ya da bira yerine cin ya da viski içmenizi öneririz.
Parlak ve güçlü ışıklar sizin için zararlı olabilir. Bu takdirde renkli ya da polaroid gözlük camları kullanabilirsiniz. Ancak bu camların niteliğini göz doktorunuzun belirlemesinde yarar vardır. Özellikle orta yaştaki hastaların yakın gözlüklerinin çok doğru bir biçimde verilmiş olmaları gerekir. Eğer okumak ya da yakından bakmanızı gerektiren bir iş yapmak migreniniz üzerinde uyarıcı etki yapıyorsa, bu tür işlevlerden kaçınmanız uygun olacaktır.
Gezilerin migreniniz üzerinde olumsuz etki yaptığına inanıyorsanız, gezi boyunca tutmalara karşı çok yararlı olan bazı ilaçları almanızı öneririz. Eğer çok uzun sürecek bir geziye çıktıysanız, zaman zaman dinlenme molaları vermek de sizin için yararlı olacaktır. Migren tedavisinde kullanılan ilaçların büyük bir bölümü zihinsel bulanıklıklara yol açar. Bu nedenle, özellikle direksiyon Kullanmanızı gerektiren uzun seyahatler öncesinde, ilacını evde bir süre kullanarak etkisini gözlemlemeniz gerekir. Migren nöbetleri sizi direksiyon başında da yakalayabilir. Eğer ağrı çok şiddetliyse ve görme bozukluğu başlamışsa yapılacak en iyi şey, arabayı bir kenara çekerek görme yeteneğinizin yeniden normale dönmesini beklemektir. Bu öneri size ilk bakışta gereksiz gelebilir. "Bu kadarını da herkes düşünebilir" diyebilirsiniz. Ancak bazı insanlar zigzaglı çizgiler arasından yine de görebildiklerini ve yollarına devam edecek kadar iyi olduklarını düşünme yanılgısına kolayca düşebilmektedirler.
İnsanın baş ve boyun yaralanmalarına karşı aşılanması kuşkusuz mümkün değildir. Ancak yine de son derece tedbirli olmak gerekir. Eğer boyun kemiklerinizde meydana gelen bozuklukların migreninizi, şiddetlendirdiği ortaya çıkmışsa, ev düzenlemesi, tavan temizliği, aşırı eğilme, bahçe işleri gibi tehlikeli durumlardan kaçınmalısınız. Boynunuzdan şikâyetiniz geçmediği sürece, yatakta da boynunuzu yastıkla desteklemeniz gerekir. Yastıklarınızı öyle yerleştirin ki, başınız, enseniz ve boynunuz doğru bir çizgi üzerinde olsun. Boynunuzun omuzlarınızla birleştiği noktada herhangi bir kıvrılmanın olmamasına dikkat edin.
Tansiyonun yükseldiği zamanlarda migrenin davet edildiğini daha önce belirtmiştik. Tansiyon yüksekliği, kuşkusuz başka baş ağrısı türlerine de yol açar. Ancak eğer bir migrenlinin başağrılarının şiddeti giderek artıyorsa ve ailesinde yüksek tansiyon hastası varsa; kadınlar hamilelik dönemlerinde yüksek tansiyondan şikâyetçi olmuşlarsa; migrenli bir-kadın, sürekli olarak doğum kontrol hapı kullanıyorsa, o zaman derhal doktora gidilmesi ve yüksek tansiyon belirtilerinin ve migrenle olan ilişkisinin araştırılması gerekiyor demektir. Yüksek tansiyon tedavisinde kullanılan modern ilaçlar son derece etkili ve yararlıdır.
Migrenli hastaların büyük.bir bölümünün kadın olduğu da vurgulanmıştı. Normal aylık dönemlerdeki hormonal etkiler ve doğum kontrol hapları, migrenin şiddetini artırır. Hapların etkisini giderebilmek için türlerini ve kullanılış biçimlerini değiştirmek yararlı olacaktır. Vücuda giren su ve tuz miktarını kısıtlayarak ve böbreklerin daha çok su atmasını sağlayan ilaçlar alarak dokularda su toplanmasının önüne geçilebilir. Bu da migren üzerinde etkili olabilecek bir unsurun ortadan kaldırılması demektir.
Eğer nöbetler düzenli olarak âdet dönemleri öncesine rastlıyorsa, hasta, migril benzeri ilaçları dönem başlangıcından bir gece önce alarak migrenin şiddetini azaltmak için iyi bir önlem almış olur. Ancak bu yöntemin kesinlikle başarılı olduğu da ne yazık ki söylenemez. Bazı durumlarda, migren nöbetinin dönemin ilk gününün geç saatlerinde ya da ertesi gün başladığı görülür. Yine de migren nöbetlerinin dönemle kesin ilişkili olduğunun saptandığı kişilerde böyle bir koruyucu önlemin mutlaka alınmasını öneririz.
Yukarıdaki bölümlerden de anlamış olabileceğimiz gibi, migren, ana nedeni belli olmayan bir rahatsızlıktır. Migren belirtilerinin bir bireyde görülebilme-sine yol açan çok sayıda etken sayılabilir ancak bu belirtilerin bir başka kişide neden ortaya çıkmadığı sorusu cevaplandırılamaz. Müzminleşen migren belirtileri ilerideki bölümlerde açıklanacak bazı ilaçlarla büyük ölçüde denetim altına alınabilir. Ne var ki, bir migren hastasının, belirli bir noktaya kadar bu hastalıkla bir arada yaşamak zorunda olduğunu da öğrenmesi gerekir. Migren, öldürücü bir hastalık değildir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte nöbetlerin sayısı ve ağrıların şiddeti azalır. Kadınlarda, özellikle menopoza girilmesiyle birlikte üzerinde durulmasına değmeyecek kadar önemi ve etkinliğini yitirir.
İlk yaşlarda, diyelim ki, üç ya da altı ayda bir görülen migren nöbetleri can sıkıcı olmakla birlikte hastanın günlük işlerini ya da ev işlerini aksatmaz. Üstüste gelen klasik ya da basit migren nöbetleri ise, ev, iş ve sosyal yaşamını tümüyle altüst eder. İlk kez bir migren nöbeti geçiren bir hasta, olaya "sıradan bîr başağrısı" gözüyle bakabilir ve üzerinde durmayabilir. Ancak ağrının şiddeti bir yana, mide bulantısı ve huzursuzluk bir nöbet esnasında hastanın dayanamayacağı boyutlara varabilir.
Bu hoş olmayan rahatsızlığın hayatımız üzerindeki etkilerini azaltmak için ne yapabiliriz? Bir migren nöbetiyle başa çıkabilmek için başvuracağımız çareler neler olabilir? Uzun vadeli düşündüğümüzde, ne gibi koruyucu önlemler alabiliriz? Eğer genellikle olduğu gibi, ağrıyla birlikte uyanırsak, işimiz daha zor demektir. Çünkü uyandığımızda başımızın ağrıması, migren nöbetinin birkaç saat önce başlamış olması demektir. Genel olarak da ağrı süresi uzadıkça dindirebilmek de güçleşir. Yine de aspirin ya da paracetamoi türü bir ağrı kesici alınabilir. Eğer mide bulantısı varsa, bulantıyı engelleyici bir başka ilaç daha almak uygun olur. Sonra hasta, eğer mümkünse iyi havalandırılmış karanlık bir odada yeniden yatağa girmeli ve uyumaya çalışmalıdır. Çünkü uyku sırasında ağrılar da hissedilmeyecektir. (migrenin çaresi)
Eğer nöbet hastanın çok yakıhdan tanıdığı görme bozukluğu, uyuşukluk gibi bazı belirtilerle "geliyorum" derse, belirtiler fazla şiddetli olmasa bile, başağrıları 15-30 dakika sonra başlayacak demektir. O nedenle, derhal önleyici tedaviye başlanması gerekir. Daha önce de vurgulandığı gibi, ağrılar, baştaki kan damarlarının genişleyip gerginleşmesinden sonra ortaya çıkar. Bu nedenle eğer bu damarların genişlemesini ve gerginleşmesini engelleyebilirsek ağrıların tamamen önüne geçebileceğimiz gibi hiç değilse ağrının şiddetlenmemesini ve dayanılabilir boyutlarda kalmasını sağlamış oluruz.
Migrenli hastalar tarafından kullanılan ve "vaso-aktif" olarak adlandırılan bazı ilaçlar vardır. Bu ilaçlar, damarları daraltarak genişlemelerini önlerler. Bazı örnekleri Migril, Cafergot, Lingraine gibi ticari adlarla piyasada satılan ve vasoaktiflere ileride geniş olarak tekrar döneceğiz. Başağrısının önüne geçilebilmesi için, bu ilaçların ilk belirtilerin ortaya çıktığı anda alınması gerekir. Pek çok hasta, bu ilaçları yararlı bulmakta ve gerektiğinde hemen kullanabilmek için yanlarından eksik etmemektedir.
Başağrisını engelleyecek ilaçları almış olsak bile, migren belirtilerini hissettikten sonra yine de yatağa girmemizde yarar vardır. Çünkü vasoaktifler, (henüz migrensel bulantılar başlamasa da) mide bulantısına ve halsizliğe neden olabilirler, baş dönmesi yapabilirler. İşyerinde dinlenmek mümkün olmayabilir ama hasta nöbete yakalandığı anda evindeyse yatağa girmek büyük ölçüde yararlı olacaktır. Vasoaktif ilaçlar, migren ağrılarıyla uyanılan sabahlarda da alınmalıdır. Gerçi bu taktirde, koruyucu olarak alındıkları zamanki kadar etkili olmazlar ama yine de yararları görülür. Ağrının henüz fazla güçlü olmadığı başlangıç anlarında da vasoaktif ilacınızı almayı yeni hatırlamışsanız "nasıl olsa şimdilik hafif ağrı var" diyerek almamazlık etmeyin. Çünkü hafif ağrı, önümüzdeki dayanılmaz ağrıların habercisi ve başlangıç noktasıdır.
Bir migren hastası, nöbet sırasındaki etkileri en aza indirgeyebilmek için kişisel olarak neler yapabilir? Migreni davet eden ve hızlandıran unsurları yukarıdaki bölümlerde görmüştük. Bunların bir bölümünü denetleyebilmek, kişinin elinde değildir. Örneğin, hiçbirimiz, kalıtımsal özelliklerimiz üzerinde söz sahibi olamayız. Ama değiştirebileceğimiz ve üzerinde etkili olabileceğimiz çok sayıda migreni davet eden unsur bulunmaktadır.
Evde yaşanan gerginlik, işyerindeki kişisel ilişkiler ve çalışma koşulları migrenin şiddetinde önemli ölçüde etkindir. Migrenli bir insan, tatillerde, iş ve çevre değiştirdiği dönemlerde, hatta hafta sonlarında dinlenirken yakalandığı migren nöbetlerinin çok daha hafif olduğunu fark edecektir. Bazı hastalar, hafta sonlarıyla ilgili görüşümüze katılmayabilirler ve bir ölçüye kadar da haklıdırlar. Çünkü çoğu kez kimi kişilerde migren nöbetleri Cumartesi ya da Pazar günleri çok geç saatlerde uyandıkları zaman ortaya çıkar. Her ne kadar Avrupalı hastalar bunu kiliseye gitmedikleri için Tanrı'nın bir cezası olarak kabul ederlerse de, uzmanlara göre asıl nedeni, alışılagelenden daha fazla yatakta kalmanın bir sonucu olarak başa giden kan akımının azalmasıdır. Ayrıca bir hafta boyunca yaşanan gerilimlerin etkisini göstermesi şeklinde de kabul edilebilir.
Eğer hasta, işinin, kişisel ilişkilerinin, yeterince dinlenme ve eğlenmeye olanak bulamamanın ya da sürekli aynı kalan koşulların kendisini ve hastalığını olumsuz yönde etkilediğini hissediyorsa, elinden geldiği kadarıyla yaşama biçiminde ve alışkanlıklarında değişiklik yapmak yoluna gitmelidir. Böyle davranırsa hastalığında belirli bir düzelme gözlemleyecektir. Ne var ki, pek çok hasta, ekonomik ya da duygusal yönden büyük kayıplara uğramadan yaşamlarında önemli değişiklikler yapamayacaklarını görürler. Böyleleri, yoga ya da hipnoz gibi özel sakinleşme tekniklerinden yararlanabilecekleri gibi, doktorlarının önereceği sakinleştirici ilaçları da alabilirler.
Migren hastasının günlük yaşamı da son derece düzenli olmalıdır. Migrenli, uyku saatlerine ve gerektiği gibi hazırlanmış besinlerden oluşan yemek öğünlerine özen gösterdiğinde/bundan büyük yarar sağladığını kolayca fark edecektir. Daha önce de vurgulandığı gibi, bir öğünü kaçırmak, migrene davetiye çıkarmak olabilir. Normal öğünler sırasında, yemeklerin olabildiğince acele etmeden yenmesi gerekir.
Belirli bazı gıdaların migreni uyardığı gözlemlenmediği sürece, perhiz yapmaya gerek yoktur. Ancak çikolata, peynir, süt ürünleri, yağlı besinler ve alkolün migreniniz üzerinde olumsuz etkilerini hissettiğiniz anda bunları doktorunuza da danışarak kısıtlayabilirsiniz. Bu besinlerin tümünden, sürekli bir biçimde el çekmek doğru değildir. Böylesi bir uygulama, beraberinde başka sorunlar da getirir. En iyi yöntem, migreni tahrik ettiği düşünülen bu besinlerden her birini sırayla altı ya da sekiz haftalık süreler için yemeyerek hangisinin sizin bünyenize zarar verdiğini saptamaktır.
Herhangi bir besine karşı alerjiniz olduğundan kuşkulandığınızda, (bu, besin içindeki tiraminin kimyasal etkisinden daha başka bir olaydır) yukarıda uygulanan geçici perhizler yardımıyla hangi gıdaya karşı alerjiniz olduğunu anlayabilirsiniz. Kuşkulandığınız fazlaca bir miktar migren ağrılarımızı uyaracak ve saptamanızı doğrulayacaktır. Bu tür alerjilerde, deri deneyleri, fazla yardımcı olmaz. Alerjik tepkimenin süresi birkaç dakika ile birkaç gün arasında değişebileceğinden deneyler sırasında bu özellik de gözönünde bulundurulmalıdır.
Çok yağlı besinlerin, alerjileri olmadığı halde, safra kesesi rahatsızlıklarından yakınan bazı hastalarda migreni tahrik edici bir unsur olduğu da unutulmamalıdır.
Aşırı sıcak ve soğuk da migrenliler için zararlıdır. Özellikle çok sigara içilen kapalı yerlerde ve kirli havalarda sıcağın etkisi daha da fazlalaşır. Böylesi ortamlardan kaçınmak gerekir. Alkol de kaçınmanız gereken bir başka unsur olabilir. Ancak, bazı davet ve partilerde size düşman olan sıcak ve kirli hava ile alkolden, dostlarınızı ve arkadaşlarınızı kırmamak adına kaçınamayacak bir durumda kalabilirsiniz. Böyle durumlarda, size şarap ya da bira yerine cin ya da viski içmenizi öneririz.
Parlak ve güçlü ışıklar sizin için zararlı olabilir. Bu takdirde renkli ya da polaroid gözlük camları kullanabilirsiniz. Ancak bu camların niteliğini göz doktorunuzun belirlemesinde yarar vardır. Özellikle orta yaştaki hastaların yakın gözlüklerinin çok doğru bir biçimde verilmiş olmaları gerekir. Eğer okumak ya da yakından bakmanızı gerektiren bir iş yapmak migreniniz üzerinde uyarıcı etki yapıyorsa, bu tür işlevlerden kaçınmanız uygun olacaktır.
Gezilerin migreniniz üzerinde olumsuz etki yaptığına inanıyorsanız, gezi boyunca tutmalara karşı çok yararlı olan bazı ilaçları almanızı öneririz. Eğer çok uzun sürecek bir geziye çıktıysanız, zaman zaman dinlenme molaları vermek de sizin için yararlı olacaktır. Migren tedavisinde kullanılan ilaçların büyük bir bölümü zihinsel bulanıklıklara yol açar. Bu nedenle, özellikle direksiyon Kullanmanızı gerektiren uzun seyahatler öncesinde, ilacını evde bir süre kullanarak etkisini gözlemlemeniz gerekir. Migren nöbetleri sizi direksiyon başında da yakalayabilir. Eğer ağrı çok şiddetliyse ve görme bozukluğu başlamışsa yapılacak en iyi şey, arabayı bir kenara çekerek görme yeteneğinizin yeniden normale dönmesini beklemektir. Bu öneri size ilk bakışta gereksiz gelebilir. "Bu kadarını da herkes düşünebilir" diyebilirsiniz. Ancak bazı insanlar zigzaglı çizgiler arasından yine de görebildiklerini ve yollarına devam edecek kadar iyi olduklarını düşünme yanılgısına kolayca düşebilmektedirler.
İnsanın baş ve boyun yaralanmalarına karşı aşılanması kuşkusuz mümkün değildir. Ancak yine de son derece tedbirli olmak gerekir. Eğer boyun kemiklerinizde meydana gelen bozuklukların migreninizi, şiddetlendirdiği ortaya çıkmışsa, ev düzenlemesi, tavan temizliği, aşırı eğilme, bahçe işleri gibi tehlikeli durumlardan kaçınmalısınız. Boynunuzdan şikâyetiniz geçmediği sürece, yatakta da boynunuzu yastıkla desteklemeniz gerekir. Yastıklarınızı öyle yerleştirin ki, başınız, enseniz ve boynunuz doğru bir çizgi üzerinde olsun. Boynunuzun omuzlarınızla birleştiği noktada herhangi bir kıvrılmanın olmamasına dikkat edin.
Tansiyonun yükseldiği zamanlarda migrenin davet edildiğini daha önce belirtmiştik. Tansiyon yüksekliği, kuşkusuz başka baş ağrısı türlerine de yol açar. Ancak eğer bir migrenlinin başağrılarının şiddeti giderek artıyorsa ve ailesinde yüksek tansiyon hastası varsa; kadınlar hamilelik dönemlerinde yüksek tansiyondan şikâyetçi olmuşlarsa; migrenli bir-kadın, sürekli olarak doğum kontrol hapı kullanıyorsa, o zaman derhal doktora gidilmesi ve yüksek tansiyon belirtilerinin ve migrenle olan ilişkisinin araştırılması gerekiyor demektir. Yüksek tansiyon tedavisinde kullanılan modern ilaçlar son derece etkili ve yararlıdır.
Migrenli hastaların büyük.bir bölümünün kadın olduğu da vurgulanmıştı. Normal aylık dönemlerdeki hormonal etkiler ve doğum kontrol hapları, migrenin şiddetini artırır. Hapların etkisini giderebilmek için türlerini ve kullanılış biçimlerini değiştirmek yararlı olacaktır. Vücuda giren su ve tuz miktarını kısıtlayarak ve böbreklerin daha çok su atmasını sağlayan ilaçlar alarak dokularda su toplanmasının önüne geçilebilir. Bu da migren üzerinde etkili olabilecek bir unsurun ortadan kaldırılması demektir.
Eğer nöbetler düzenli olarak âdet dönemleri öncesine rastlıyorsa, hasta, migril benzeri ilaçları dönem başlangıcından bir gece önce alarak migrenin şiddetini azaltmak için iyi bir önlem almış olur. Ancak bu yöntemin kesinlikle başarılı olduğu da ne yazık ki söylenemez. Bazı durumlarda, migren nöbetinin dönemin ilk gününün geç saatlerinde ya da ertesi gün başladığı görülür. Yine de migren nöbetlerinin dönemle kesin ilişkili olduğunun saptandığı kişilerde böyle bir koruyucu önlemin mutlaka alınmasını öneririz.
Migrenin Nedenleri Migren Neden Oluşur
Migrenin nedeni, Migren Neden Oluşur, Migren Nedenleri
Daha önceki bölümlerde de açıklandığı gibi, migren, kan dolaşımının, tüm vücuttaki, özellikle de beyindeki ve kafatasındaki damarları etkilemesiyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu damarlar, önceleri daralırlar, sonra gevşerler, böylelikle de anormal ölçüde genişleyerek gerginleşirler. Bu değişim, yıllardır migrenin nedeni olarak kabul edilmişse de doğruluğu ile ilgili bazı kuşkular da yok değildir.
Oftalmoskop denilen bir aygıtın yardımıyla, gözün arkasındaki damarları incelemek mümkündür. Bu damarlar da beyin içindeki damarların aynası durumundadır. Bir migren nöbeti sırasında hastanın gözdamarlarını inceleyen uzmanlar, gözün gerisindeki ışık tutucu tabaka olan retinadaki (ağtabaka) damarların daraldığını görürler. Migren nöbeti sırasında beyin içindeki damarların doğrudan incelenmesi olanaksızdır. Ancak beynin iki yanına ağaç dalları gibi dağılan daha büyük atardamarları röntgen tekniğiyle gözlemlemek mümkündür.Nöbetler sırasında bu yöntemle büyük beyin atardamarları üzerinde yapılan incelemeler, bu damarlarda herhangi bir değişim olmadığını göstermektedir.
Son zamanlarda, beyindeki kan akımını araştırmak üzere yeni birtakım yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemde, xenon denilen radyoaktif bir gaz, boyundaki ana atardamarlara enjekte edilir ve daha sonra beyin içindeki akımı gözlemlenir. Başağrılarının görme ve duyumsama bozukluğu şeklindeki ilk belirtileri alındığı sırada, hastada xenon yöntemiyle yapılan incelemeler, migrenden etkilenen bölgede kan akışının yüzde 20-50 oranında azaldığını ortaya çıkarmıştır. Belirtilerin gözlemlendiği baş bölgesinin tersinde yapılan kan hızı ölçümleri, akış yavaşlamasının daha da fazla olduğunu kanıtlamıştır.
Röntgen tekniğiyle yapılan incelemeler, ana atardamarlarda bir değişim meydana geldiğini gösterdiğine göre, arteriyol dediğimiz daha ince atardamar kollarının daralarak kan akımının azalmasına neden olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Başağrısının başlamasıyla birlikte, kan akışı normale hatta normalin de üzerine yükselmektedir. Kafatasının, ağrının hissedildiği kısımlarında artış miktarındaki fazlalık yüzde 50'yi bulmaktadır. Bu yargı, migren ile kan dolaşımı bozukluğu arasındaki ilişkiyi doğrulamaktadır. Peki, bu rahatsızlığın belirtilerine uymakta mıdır ve daha da önemlisi, dolaşımdaki değişikliklerin sebebi nedir?
Bu noktada, beynin yapısı üzerinde kısaca durmakta yarar görüyoruz. Beyin, ortada birleşen iki yarıküresel parçadan oluşur. İki yarıkürenin birleştiği yerin alt yüzeyinden aşağı doğru beyin kökü uzanır. Beyin kökü, bizim devinimlerimizi sağlayan motor sinir vuruşlarını organlarımıza aktarır, duyumsamamızı sağlayan sensor sinir vuruşlarını da organlarımızdan yukarı doğru taşır. Yarı kürelerin üst yüzeyleri, buruşuk ve kıvrımlı bir yüzeye sahip, bir gri maddeden oluşur ve milyonlarca sinir hücresi içerir. Bu hücreler, beynin daha derindeki ak maddesini oluşturan sinir telleri aracılığıyla birbirleri ile ve vücudun öteki tüm bölümleri ile bağlantılıdır. Beynin yüzeysel tabakasının muhtelif bölümleri, çeşitil bedensel işlevlerin gerçekleştirilmesiyle görevlidir. Belirli bölgeler, motor etkinlikle (hareket), sensor etkinlikle (duyumsama ve dokunma), kolların ve bacakların eşgüdümüyle, anımsamayla, tat, koku, işitme ve görme duyularıyla ilgili ve diğer bedensel işlevlerden sorumludurlar. Çok ilginçtir ki, beynin sağ yarıküresi, vücudun sol yarısından gelen bilgileri algılar ve o bölgeye ilişkin işlevleri denetler. Sol yarıküre ise vücudun sağ bölümünden sorumludur. Örneğin, sağ elini kullanan bir insanda, konuşma ve konuşulanı anlama merkezleri sol yarıkürededir.. Görmeyle ilgili merkezler, beynin arka bölümündedir. Sol tarafta kalan görme hücreleri, sağ çevreden gelen görüntüleri algılarken sağdaki görme hücreleri de sol çevredeki görüntüleri algılamakla görevlidir. Örneğin, soldaki görme merkezlerinde meydana gelebilecek bir aksaklık, hem sağ hem de sol gözün görme alanlarının sağ yarısında görme yetersizliğine neden olacaktır.
Migren sırasında, görme alanlarında meydana gelen kayıplar ve halüsinasyonlar da böyledir. Ancak kimi zaman, herhangi bir gözün kendi damarlarında meydana gelen etkilenmeler sonucu, o yörede de görme bozuklukları olabilir.
Böyle zamanlarda beynin tümünde kan dolaşımının azaldığını biliyoruz. Buna rağmen, migren belirtilerinin ortaya çıktığı görme, duyumsama ve konuşma alanlarının neye göre seçildiğini ve belirlendiğini anlayabilmek hiç de kolay değildir. Beynin tamamında kan akışı azaldığına göre neden yalnızca bu bölgeler etkilenmektedir? Aslında migrendeki uyarıcı belirtiler, beynin birçok bölgesinden gelebilir. Fakat buraya kadar tarif edilenler en yaygın olanlardır. Bu özel bölgelerin kan akışının azalmasına karşı çok daha duyarlı olduğunu kabul etmekten başka bir açıklama şekli bulunamamıştır. (Ağrısız Migren, Migren Mide)
Bu dolaşım değişikliklerine ne sebep olmaktadır? Migreni uyaran tüm etkilerin birbirleri arasındaki ilişki nedir? Bu soruların yanıtları, kısmen vücudun kimyasında yatmaktadır ama büyük ölçüde bilinmemektedir. Şimdi, migrenle ilişkili kimyasal değişimlere göz atalım ve onlardan bir sonuç çıkarmaya bakalım.
Bazı besinlerin kimyasal yapılarında bulunan aminler, tiraminler ya da histaminler, bazı kişilerde görülen migren rahatsızlıklarıyla ilişkili olmalarına karşın, migrenlîlerin çoğunluğunu ve normal insanları, anormal Ölçülerde etkilemezler. Aşağıda ele almaya çalışacağımız kimyasal değişiklikler, bu tür değişikliklerin dışında ve bir hayli farklıdır.
Aminlerin bazı türleri noradrenalin ve serotonin —vücut dokularında doğal olarak vardır. Bu aminler, öteki bazı görevleri ile birlikte damarların hacimlerini de denetlerler. Migrende, ağrıların başlamasından önce kan plazmasındaki noradrenalin miktarında artış olur. Bu serotonin miktarını da yükseltir. Noradrenalin, kandaki pıhtılaşma ile görevli elemanlar olan plateletlerin de bir araya toplanmalarına ve ayrışmalarına da neden olur. Bu daha çok serotonin ve başka kimyasal maddelerin sürekli bir işlem olarak salgılanmasını sağlar. Normal olarak beyin serotonin-den etkilenmez. Ancak migrende serotonin beyin dokularına girer ve küçük atardamarların daralmasına neden olur. Bazı bölgelerde bu etki migren belirtilerini ortaya çıkarır.
Sonra plazma ve beyindeki serotonin miktarı ani bir düşme gösterir. Bu düşüş sırasında, damarlar da özellikle kafatası dokularında ve beyni çevreleyen zarlar da gevşer ve genişler. Serotonin seviyesinin azalmasıyla birlikte, başağrıları görülür.
Kadın veya erkek bazı migren hastalarında, ağrı nöbetlerine bağlı olarak dokulardaki su ve tuz miktarlarında da çoğalma meydana gelir. Kadınlarda, özellikle adet dönemlerinin migreni daha da kötüleştirdiği günlerde bu çoğalma daha vurucu boyutlara ulaşır.
Bu bilgilerin ışığında, migreni uyaran etkenlerin biyokimyasal ve başka değişimlerle nasıl bir bağlantı kurduğunu görmek hayli zordur. Görünen odur ki, kalıtımsal nedenlerle, kimi insanlarda anormal biyokimyasal tepkiler gelişmekte; eğer kan damarları üzerindeki kontrol kolayca yitirilebiliyorsa bunun ardından bazı besinlere olan duyarlılıklar, alerjiler, yüksek tansiyon ve hormonal değişimler de etkili olarak migrene yol açmaktadır. Ne var ki, kişilik, gerginlik, bunalım, yorgunluk iklim değişikliklerine uyumsuzluk gibi migreni tahrik edici öteki unsurlarla bu varsayım arasında ilişki kurmak ve bir açıklama bulmak kolay değildir.
Son yıllarda yapılan araştırmalarda elde edilen bazı bilgiler migrenle ilgili soruların yanıtlanmasına önemli ölçüde ışık tutmuştur. Yakın bir gelecekte karanlıkta kalan tüm noktaların da aydınlatılması dileğimizdir.
Daha önceki bölümlerde de açıklandığı gibi, migren, kan dolaşımının, tüm vücuttaki, özellikle de beyindeki ve kafatasındaki damarları etkilemesiyle ortaya çıkan bir hastalıktır. Bu damarlar, önceleri daralırlar, sonra gevşerler, böylelikle de anormal ölçüde genişleyerek gerginleşirler. Bu değişim, yıllardır migrenin nedeni olarak kabul edilmişse de doğruluğu ile ilgili bazı kuşkular da yok değildir.
Oftalmoskop denilen bir aygıtın yardımıyla, gözün arkasındaki damarları incelemek mümkündür. Bu damarlar da beyin içindeki damarların aynası durumundadır. Bir migren nöbeti sırasında hastanın gözdamarlarını inceleyen uzmanlar, gözün gerisindeki ışık tutucu tabaka olan retinadaki (ağtabaka) damarların daraldığını görürler. Migren nöbeti sırasında beyin içindeki damarların doğrudan incelenmesi olanaksızdır. Ancak beynin iki yanına ağaç dalları gibi dağılan daha büyük atardamarları röntgen tekniğiyle gözlemlemek mümkündür.Nöbetler sırasında bu yöntemle büyük beyin atardamarları üzerinde yapılan incelemeler, bu damarlarda herhangi bir değişim olmadığını göstermektedir.
Son zamanlarda, beyindeki kan akımını araştırmak üzere yeni birtakım yöntemler geliştirilmiştir. Bu yöntemde, xenon denilen radyoaktif bir gaz, boyundaki ana atardamarlara enjekte edilir ve daha sonra beyin içindeki akımı gözlemlenir. Başağrılarının görme ve duyumsama bozukluğu şeklindeki ilk belirtileri alındığı sırada, hastada xenon yöntemiyle yapılan incelemeler, migrenden etkilenen bölgede kan akışının yüzde 20-50 oranında azaldığını ortaya çıkarmıştır. Belirtilerin gözlemlendiği baş bölgesinin tersinde yapılan kan hızı ölçümleri, akış yavaşlamasının daha da fazla olduğunu kanıtlamıştır.
Röntgen tekniğiyle yapılan incelemeler, ana atardamarlarda bir değişim meydana geldiğini gösterdiğine göre, arteriyol dediğimiz daha ince atardamar kollarının daralarak kan akımının azalmasına neden olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Başağrısının başlamasıyla birlikte, kan akışı normale hatta normalin de üzerine yükselmektedir. Kafatasının, ağrının hissedildiği kısımlarında artış miktarındaki fazlalık yüzde 50'yi bulmaktadır. Bu yargı, migren ile kan dolaşımı bozukluğu arasındaki ilişkiyi doğrulamaktadır. Peki, bu rahatsızlığın belirtilerine uymakta mıdır ve daha da önemlisi, dolaşımdaki değişikliklerin sebebi nedir?
Bu noktada, beynin yapısı üzerinde kısaca durmakta yarar görüyoruz. Beyin, ortada birleşen iki yarıküresel parçadan oluşur. İki yarıkürenin birleştiği yerin alt yüzeyinden aşağı doğru beyin kökü uzanır. Beyin kökü, bizim devinimlerimizi sağlayan motor sinir vuruşlarını organlarımıza aktarır, duyumsamamızı sağlayan sensor sinir vuruşlarını da organlarımızdan yukarı doğru taşır. Yarı kürelerin üst yüzeyleri, buruşuk ve kıvrımlı bir yüzeye sahip, bir gri maddeden oluşur ve milyonlarca sinir hücresi içerir. Bu hücreler, beynin daha derindeki ak maddesini oluşturan sinir telleri aracılığıyla birbirleri ile ve vücudun öteki tüm bölümleri ile bağlantılıdır. Beynin yüzeysel tabakasının muhtelif bölümleri, çeşitil bedensel işlevlerin gerçekleştirilmesiyle görevlidir. Belirli bölgeler, motor etkinlikle (hareket), sensor etkinlikle (duyumsama ve dokunma), kolların ve bacakların eşgüdümüyle, anımsamayla, tat, koku, işitme ve görme duyularıyla ilgili ve diğer bedensel işlevlerden sorumludurlar. Çok ilginçtir ki, beynin sağ yarıküresi, vücudun sol yarısından gelen bilgileri algılar ve o bölgeye ilişkin işlevleri denetler. Sol yarıküre ise vücudun sağ bölümünden sorumludur. Örneğin, sağ elini kullanan bir insanda, konuşma ve konuşulanı anlama merkezleri sol yarıkürededir.. Görmeyle ilgili merkezler, beynin arka bölümündedir. Sol tarafta kalan görme hücreleri, sağ çevreden gelen görüntüleri algılarken sağdaki görme hücreleri de sol çevredeki görüntüleri algılamakla görevlidir. Örneğin, soldaki görme merkezlerinde meydana gelebilecek bir aksaklık, hem sağ hem de sol gözün görme alanlarının sağ yarısında görme yetersizliğine neden olacaktır.
Migren sırasında, görme alanlarında meydana gelen kayıplar ve halüsinasyonlar da böyledir. Ancak kimi zaman, herhangi bir gözün kendi damarlarında meydana gelen etkilenmeler sonucu, o yörede de görme bozuklukları olabilir.
Böyle zamanlarda beynin tümünde kan dolaşımının azaldığını biliyoruz. Buna rağmen, migren belirtilerinin ortaya çıktığı görme, duyumsama ve konuşma alanlarının neye göre seçildiğini ve belirlendiğini anlayabilmek hiç de kolay değildir. Beynin tamamında kan akışı azaldığına göre neden yalnızca bu bölgeler etkilenmektedir? Aslında migrendeki uyarıcı belirtiler, beynin birçok bölgesinden gelebilir. Fakat buraya kadar tarif edilenler en yaygın olanlardır. Bu özel bölgelerin kan akışının azalmasına karşı çok daha duyarlı olduğunu kabul etmekten başka bir açıklama şekli bulunamamıştır. (Ağrısız Migren, Migren Mide)
Bu dolaşım değişikliklerine ne sebep olmaktadır? Migreni uyaran tüm etkilerin birbirleri arasındaki ilişki nedir? Bu soruların yanıtları, kısmen vücudun kimyasında yatmaktadır ama büyük ölçüde bilinmemektedir. Şimdi, migrenle ilişkili kimyasal değişimlere göz atalım ve onlardan bir sonuç çıkarmaya bakalım.
Bazı besinlerin kimyasal yapılarında bulunan aminler, tiraminler ya da histaminler, bazı kişilerde görülen migren rahatsızlıklarıyla ilişkili olmalarına karşın, migrenlîlerin çoğunluğunu ve normal insanları, anormal Ölçülerde etkilemezler. Aşağıda ele almaya çalışacağımız kimyasal değişiklikler, bu tür değişikliklerin dışında ve bir hayli farklıdır.
Aminlerin bazı türleri noradrenalin ve serotonin —vücut dokularında doğal olarak vardır. Bu aminler, öteki bazı görevleri ile birlikte damarların hacimlerini de denetlerler. Migrende, ağrıların başlamasından önce kan plazmasındaki noradrenalin miktarında artış olur. Bu serotonin miktarını da yükseltir. Noradrenalin, kandaki pıhtılaşma ile görevli elemanlar olan plateletlerin de bir araya toplanmalarına ve ayrışmalarına da neden olur. Bu daha çok serotonin ve başka kimyasal maddelerin sürekli bir işlem olarak salgılanmasını sağlar. Normal olarak beyin serotonin-den etkilenmez. Ancak migrende serotonin beyin dokularına girer ve küçük atardamarların daralmasına neden olur. Bazı bölgelerde bu etki migren belirtilerini ortaya çıkarır.
Sonra plazma ve beyindeki serotonin miktarı ani bir düşme gösterir. Bu düşüş sırasında, damarlar da özellikle kafatası dokularında ve beyni çevreleyen zarlar da gevşer ve genişler. Serotonin seviyesinin azalmasıyla birlikte, başağrıları görülür.
Kadın veya erkek bazı migren hastalarında, ağrı nöbetlerine bağlı olarak dokulardaki su ve tuz miktarlarında da çoğalma meydana gelir. Kadınlarda, özellikle adet dönemlerinin migreni daha da kötüleştirdiği günlerde bu çoğalma daha vurucu boyutlara ulaşır.
Bu bilgilerin ışığında, migreni uyaran etkenlerin biyokimyasal ve başka değişimlerle nasıl bir bağlantı kurduğunu görmek hayli zordur. Görünen odur ki, kalıtımsal nedenlerle, kimi insanlarda anormal biyokimyasal tepkiler gelişmekte; eğer kan damarları üzerindeki kontrol kolayca yitirilebiliyorsa bunun ardından bazı besinlere olan duyarlılıklar, alerjiler, yüksek tansiyon ve hormonal değişimler de etkili olarak migrene yol açmaktadır. Ne var ki, kişilik, gerginlik, bunalım, yorgunluk iklim değişikliklerine uyumsuzluk gibi migreni tahrik edici öteki unsurlarla bu varsayım arasında ilişki kurmak ve bir açıklama bulmak kolay değildir.
Son yıllarda yapılan araştırmalarda elde edilen bazı bilgiler migrenle ilgili soruların yanıtlanmasına önemli ölçüde ışık tutmuştur. Yakın bir gelecekte karanlıkta kalan tüm noktaların da aydınlatılması dileğimizdir.
Migren Neden Oluşur Migrenin Nedenleri
Migreni Uyaran Nedenler, Migren Neden Oluşur, Migren Nedenleri
Kalıtım
Migrenli bir hastanın anne ya da babasından birinde ya da kardeşlerinde aynı rahatsızlığın görüldüğü sık rastlanan bir durumdur. Migrenle birlikte, aile bireylerinde öteki bazı alerjik hastalıklara, örneğin astıma da rastlanılabilmektedir. Bu alerjik duyarlılığın mı ya da bir başka nedenin mi kalıtımsal yollardan migrene yol açtığı ise bilinmemektedir.
Bunalım ve kişilik
Tipik bir migrenlinin kişiliği şu sözcüklerle tanımlanabilir: Telaşlı, ayrıntılarla çok ilgilenen, her şeyde en mükemmeli isteyen, kolay kolay hoşgörü göstermeyen, titiz ve kuşkulu. Böyle bir insan, işinde çok başarılı olabilir. Ancak kolayca sakinleşemez ve değişik ortamlara ve olaylara uyum gösteremez. Bir bunalım —özellikle de duygusal bunalım— anında, bu tür bir kişiliğe sahip insanlar, eğer eğilimleri de varsa, migrenin kucağına kolayca düşerler. (Migren Oluşumu, Migren Mide)
Uykusuzluk ve uzun süreli yorgunluk gibi fiziksel kökenli gerginliklerde aşırı bedensel çaba, sıcak ve soğuğa çok muhatap olma gibi etkenlerle birleştiklerinde migrene karşı birer çağrı niteliği kazanırlar. Böylesi bunalım ve gerginlikler, çok şiddetli migren ataklarını tahrik edebilecekleri gibi, tansiyon kaynaklı başağrılarıyla birlikte görülen küçük migren ağrıları için sürekli ve uygun bir ortam da yaratabilirler.
Besin, besin yetmezliği ve beslenme
Birçok migren hastası, düzenli öğünlerden birini kaçırdığında, bir migren nöbetinin gelebileceğini iyi bilir. Düzenli öğünlerde yenen pişmiş besinler yerine ara sıra atıştırılan peynir ya da çikolata türü besinler ise migreni önlemek yerine tahrik eder.
Yeterince beslenmeyen insanlar, Ortodokslar, Yahudiler ve Müslümanlar, oruç tuttukları dönemlerde migren ataklarını daha sık yaşarlar.
Bazı besin türlerinin, migren nöbetlerini tahrik ettiği bilinmektedir. Bunun nedeni, bu tür besinlerin kan damarlarının hacimleri üızerinde etkin olmalarıdır. Eğer kişinin bu besinlere karşı alerjisi varsa, beyne ve vücudun çeşitli kesimlerine kan götüren damarlarda daralma görülür. Alerjik gıda türlerinin en önemli örnekleri arasında çikolata, peynir ve diğer süt ürünleri, yağlı besinler (özellikle domuz eti) ve alkol sayılabilir. Çay ve kahve ile ilgili kuşkular da henüz giderilememiştir. Çikolata ve peynirde, bazı kişilerde migren ağrılarını uyaran tyramîne adlı bir kimyasal madde vardır. Alkolde bulunan histamin de aynı etkiyi yapar. Migrenden rahatsız olmayan insanlar, bu tür besinleri aynı oranlarda aldıklarında herhangi bir rahatsızlık belirtisi göstermezler.
Gerçek besin alerjileri, migren nöbetlerinin uyarılmasında farklı bir etki gösterirler. Bir besinin bileşiminde, migrenlinin duyarlı olduğu bir madde (alerjen) vardır. Hasta, vücudunda, söz konusu alerjene karşı bir tür savunma silahı (antikor) geliştirir. Hasta ve besin karşı karşıya geldiklerinde, yani besindeki alerjenle vücut içindeki antikorun kimyasal bir tepkime göstermeleri durumunda, bazı kimyasal maddeler salgılanır. Bu maddeler, hastalık belirtilerini uyarır. Hastanın başındaki kan damarlarında yapısal değişimler meydana gelir ve bunu migren ağrıları izler.
Migrenli hastaların kaç tanesinin besinsel ve beslenme kaynaklı alerjik sorunlardan etkilendiğini kestirmek güçtür. Kimi uzmanlar, tüm migrenlilerden ancak yüzde 10'unda besin ve beslenme kökenli duyarlılık olduğunu öne sürerken kimi uzmanlara göre bu oran yüzde 30 hatta 40'a kadar çıkmaktadır.
Fiziksel ortam
Sıcak hava, özellikle kuru olduğu zaman migren hastalarını olumsuz yönde etkiler. Sinema ve tiyatro gibi kapalı yerlerdeki hava da, hele bir de sigara dumanı ile iyice kirlenmişse, migrenliler için büyük tehlike demektir. Bazı hastalar da düşük basınca karşı duyarlıdır ve hemen etkilenirler.
Deniz, kumsal, kar ve buz gibi, aşırı parlak görünümlü yüzeyler de kimi migrenlileri büyük ölçüde rahatsız eder. Bugünlerde, özellikle işyerlerinde çok yaygın bir biçimde kullanılan floresan lambalarından yayılan titrek ışıklar da migrenlilerin nöbetlerini tahrik eden etkenler arasındadır. Kısa adı EEG olan beyin grafisi (elektroansefalografi) beyin işlevleri sırasında görülen çok küçük elektriksel değişimleri ölçümleyen bir sistemdir. Bu yöntemin kullanılması sırasında, görme bölgesinin bulunduğu başın arka kısmındaki tepkimelerin saptanabilmesi için titrek ışıklardan yararlanılır. Migrenli hastaların ve onların yakınlarının bu tür EEG ölçümlerinde titrek ışığı, karşı büyük tepki gösterdikleri belirlenmiştir. EEG çekimi sırasında titrek ışığa tepkime gösteren her kişi, migren hastası olmayabilir ama tüm migren hastaları tepkime gösterirler. Bu nedenle, böyle bir tepkinin alindığı durumlarda öteki bazı ölçümlerde hastalık saptanabilir.
Kimilerine göre, sıcak ve kuru hava, gürültü ve titrek bir ışık bir araya getirildiğinde tipik tepkiler gösteren kişide mutlaka migren vardır. Ama bu yargıya katılmayan tıp uzmanları da bulunmaktadır.
Göz yorgunluğu
Birçok migrenli hasta, belirli aralıklarla göz doktoruna muayene olduğunda ya gözlük takmak ya da gözlüğünün camlarını daha güçlü merceklerle değiştirmek zorunda olduğunu öğrenmektedir. Bunun nedeni göz yorgunluğu ve görme bozukluklarının ilerlemesidir. Yorgunluğun ve görme bozukluklarının kaynağı ise sık sık tekrarlanan migrensel başağrılarıdır. Sürekli olarak büyük bir dikkat isteyen işlerde çalışanların gözleri de zamanla yorulur ve bu yorgunluk migren üzerinde uyarıcı bir etki gösterebilir.
Seyahat
Migrenli hastaların çocukluk yılları incelendiğinde, büyük bir bölümünün seyahatler sırasında araç tutmalarından yakındıkları ortaya çıkar. Bu tür rahatsızlıklar, yaşın ilerlemesiyle birlikte ortadan kalkar, erişkinlik döneminde kişi seyahat sırasında otobüs ya da gemi tutmasından yakınmayabilir. Ancak, çocukluktaki midesel rahatsızlıklar şimdi migrensel şikâyetlere dönüşmüştür ve seyahatler artık o hasta için migreni tahrik eden bir olgu durumundadır. Kuşkusuz, yolculuklar sırasında sık karşılaşılan yorgunluk, gürültü, sıcak, beslenme düzeninin bozulması uykusuzluk ve hareket halindeki bir araçtan çevreye bakarken gözün aşırı yorulması ve beynin de bundan etkilenmesi ile migren uyarılmış olur.
Migrensel başağrıları, yolculuktan hemen sonra görülebileceği gibi, bir gecelik dinlenmeden sonra da ortaya çıkabilir.
Baş ve boyundaki yaralar
Baştaki bir yara, tek başına migrene yol açan bir etken değildir. Ancak migrenli bir hasta, başından bir yara alırsa, zamanla ağrılarda bir şiddetlenme görülebilir.
Boyuna gelen çeşitli darbeler ve bu bölgede oluşan yaralar ile organizma deformasyonları (kemik yapısındaki bozulmalar) kimi zaman migrenin daha da kötü bir hal almasından sorumlu olabilirler. Böylesi durumlarda, boynu hareketsiz kılacak şekilde askıya almak tedavi açısından yararlı olabilir.
Bu koşulların migren üzerinde nasıl bir hızlandırıcı etki gösterdikleri henüz yeterince anlaşılabilmiş değildir. Ancak iltihaplanma ve ağrıların beyine ve kafatasına giden kan damarlarında daralmalara yol açtığı düşünülebilir.
Tansiyon
Bazı insanlarda tansiyon yükselmesi sonucu baş ağrılarının meydana geldiği ve bu ağrıların uygun tansiyon tedavisiyle ortadan kalktıkları bilinmektedir. Ağrıların yalnızca yükselen kan basıncından kaynaklanmadığı da bir gerçektir. Çünkü, öksürmek ya da baş üstü durmak kan basıncını yükseltirse de bu gibi durumlarda başağrısı görülmez. Ağrılara, yüksek tansiyon nedeniyle baştaki kan damarlarında meydana gelen gerilmenin yol açtığı söylenebilir.
Bu nedenle burada aklımıza migrene eğilimli olan birinin tansiyonu yükseldiği taktirde daha sık ve daha güçlü migren nöbetlerine tutulabileceği gelebilir ki, bu hiç de yanlış değildir. Yaş ilerledikçe migren nöbetleri azalır ve ağrıların şiddeti düşer. Ama aynı kişide bir de yüksek tansiyon varsa, ilerleyen yaşla birlikte migren ağrıları hafifleyeceği yerde daha da şiddetlenir.
Hormonların etkileri
Migrenin kadınlar arasında erkeklere oranla daha yaygın olmasının nedeni, bir aylık dönemler içinde vücutlarında meydana gelen hormona! değişimlerdir. Başın hemen altında bulunan hipofiz bezi, salgıladığı hormonlarla yumurtalıkları uyarır. Onlar da östrojen ve progesteron adlı hormonları salgılar.-Bu iki hormonun kan içindeki miktarları, bir aylık dönem içinde, rahmin olası bir hamilelik ve yumurtlamaya hazırlanabilmesi için sürekli değişime uğrar. Bu hormona değişiklik, âdet dönemleriyle birlikte görülen gerilim, yorgunluk ve halsizlik gibi rahatsızlıklardan da sorumludur. Bazı kadınlar, dönem başlangıcında kilo aldıklarını, ellerinde ve ayaklarında şişmeler olduğunu, göğüslerinde bazı rahatsızlıklar meydana geldiğini fark ederler. Bu belirtiler, dokular içinde sıvı miktarının artmasıyla ilişkilidir. Dönem öncesindeki ilk birkaç gün ve kanamadan hemen sonraki ilk günler, migren nöbetlerinin başlama olasılığının yüksek olduğu günlerdir. Bunun nedeni, östrojen ve progesteronun rahim içindeki hücre duvarlarını etkileyerek belirli aminlerle ilgilenen bir tür kimyasal maddenin (enzim) salgılanmasını sağlamasıdır. Doğal olarak ortaya çıkan bu salgılar, vücut içindeki ve beyindeki kan damarlarının çaplarını değiştirirler ve böylelikle migrenli hastalarda ağrılara neden olurlar.
Tüm bu nedenlerden dolayı, âdetten hemen önce, öteki âdet öncesi tansiyon ve gerilim sorunlarının yanı sıra migren de daha kötüleşir.
Hamileliğin ilk iki ya da üç ayı içinde de migrenin çok daha şiddetlendiği göze çarpar. Ancak daha sonra ağrıların şiddeti azalır ve nöbetler de seyrekleşir. Hatta olağan halinde daha ender görülür.
Menopozda östrojen ve progesteron dengesi, olağan hallere oranla daha çok değişim gösterir ve bu durum bir süre sorunun daha da ağırlaşmasına neden olur. adet dönemlerinin tamamen kesilmesiyle, migren de normal seyrini alır.
Haplar
Doğum kontrol hapları, yapılarında östrojen ve progesteron hormonları içerirler. Bu nedenle migren üzerinde belirli bir etkileri vardır. Bu etkinin düzeyi, hapların içeriğindeki iki hormonun dengesine bağlıdır. Östrojen bakımından daha zengin doğum kontrol haplarını kullanan kadınlardan yüzde 50'den fazlası, başağrılarının arttığını belirtmişler veya hap kullanımına son vermişler ya da başka tür bir hapa yönelmişlerdir.
Doğum kontrol haplarının kan basıncı (tansiyon) üzerinde de etkileri vardır. Bu nedenle doktorlar ve aile planlamacıları, bu tür hapları kullanan kadınların tansiyonlarını zaman zaman ölçerler. Tansiyonun yükselmesi, migren üzerinde de uyarıcı bir etki yapar. Bu nedenle, koruyucu haplardan kullanan bir kadın, özellikle duyumsama yetersizliği ve görme bozukluğu ile kendini belli eden klasik migren nöbetlerinin sıklaştığını görürse ve bu arada tansiyonunun da yüksek olduğu ortaya çıkarsa derhal doktoruyla temasa geçerek kullandığı hapla ilgili öğütlerini almalı ve mutlaka ona göre davranmalıdır.
Kalıtım
Migrenli bir hastanın anne ya da babasından birinde ya da kardeşlerinde aynı rahatsızlığın görüldüğü sık rastlanan bir durumdur. Migrenle birlikte, aile bireylerinde öteki bazı alerjik hastalıklara, örneğin astıma da rastlanılabilmektedir. Bu alerjik duyarlılığın mı ya da bir başka nedenin mi kalıtımsal yollardan migrene yol açtığı ise bilinmemektedir.
Bunalım ve kişilik
Tipik bir migrenlinin kişiliği şu sözcüklerle tanımlanabilir: Telaşlı, ayrıntılarla çok ilgilenen, her şeyde en mükemmeli isteyen, kolay kolay hoşgörü göstermeyen, titiz ve kuşkulu. Böyle bir insan, işinde çok başarılı olabilir. Ancak kolayca sakinleşemez ve değişik ortamlara ve olaylara uyum gösteremez. Bir bunalım —özellikle de duygusal bunalım— anında, bu tür bir kişiliğe sahip insanlar, eğer eğilimleri de varsa, migrenin kucağına kolayca düşerler. (Migren Oluşumu, Migren Mide)
Uykusuzluk ve uzun süreli yorgunluk gibi fiziksel kökenli gerginliklerde aşırı bedensel çaba, sıcak ve soğuğa çok muhatap olma gibi etkenlerle birleştiklerinde migrene karşı birer çağrı niteliği kazanırlar. Böylesi bunalım ve gerginlikler, çok şiddetli migren ataklarını tahrik edebilecekleri gibi, tansiyon kaynaklı başağrılarıyla birlikte görülen küçük migren ağrıları için sürekli ve uygun bir ortam da yaratabilirler.
Besin, besin yetmezliği ve beslenme
Birçok migren hastası, düzenli öğünlerden birini kaçırdığında, bir migren nöbetinin gelebileceğini iyi bilir. Düzenli öğünlerde yenen pişmiş besinler yerine ara sıra atıştırılan peynir ya da çikolata türü besinler ise migreni önlemek yerine tahrik eder.
Yeterince beslenmeyen insanlar, Ortodokslar, Yahudiler ve Müslümanlar, oruç tuttukları dönemlerde migren ataklarını daha sık yaşarlar.
Bazı besin türlerinin, migren nöbetlerini tahrik ettiği bilinmektedir. Bunun nedeni, bu tür besinlerin kan damarlarının hacimleri üızerinde etkin olmalarıdır. Eğer kişinin bu besinlere karşı alerjisi varsa, beyne ve vücudun çeşitli kesimlerine kan götüren damarlarda daralma görülür. Alerjik gıda türlerinin en önemli örnekleri arasında çikolata, peynir ve diğer süt ürünleri, yağlı besinler (özellikle domuz eti) ve alkol sayılabilir. Çay ve kahve ile ilgili kuşkular da henüz giderilememiştir. Çikolata ve peynirde, bazı kişilerde migren ağrılarını uyaran tyramîne adlı bir kimyasal madde vardır. Alkolde bulunan histamin de aynı etkiyi yapar. Migrenden rahatsız olmayan insanlar, bu tür besinleri aynı oranlarda aldıklarında herhangi bir rahatsızlık belirtisi göstermezler.
Gerçek besin alerjileri, migren nöbetlerinin uyarılmasında farklı bir etki gösterirler. Bir besinin bileşiminde, migrenlinin duyarlı olduğu bir madde (alerjen) vardır. Hasta, vücudunda, söz konusu alerjene karşı bir tür savunma silahı (antikor) geliştirir. Hasta ve besin karşı karşıya geldiklerinde, yani besindeki alerjenle vücut içindeki antikorun kimyasal bir tepkime göstermeleri durumunda, bazı kimyasal maddeler salgılanır. Bu maddeler, hastalık belirtilerini uyarır. Hastanın başındaki kan damarlarında yapısal değişimler meydana gelir ve bunu migren ağrıları izler.
Migrenli hastaların kaç tanesinin besinsel ve beslenme kaynaklı alerjik sorunlardan etkilendiğini kestirmek güçtür. Kimi uzmanlar, tüm migrenlilerden ancak yüzde 10'unda besin ve beslenme kökenli duyarlılık olduğunu öne sürerken kimi uzmanlara göre bu oran yüzde 30 hatta 40'a kadar çıkmaktadır.
Fiziksel ortam
Sıcak hava, özellikle kuru olduğu zaman migren hastalarını olumsuz yönde etkiler. Sinema ve tiyatro gibi kapalı yerlerdeki hava da, hele bir de sigara dumanı ile iyice kirlenmişse, migrenliler için büyük tehlike demektir. Bazı hastalar da düşük basınca karşı duyarlıdır ve hemen etkilenirler.
Deniz, kumsal, kar ve buz gibi, aşırı parlak görünümlü yüzeyler de kimi migrenlileri büyük ölçüde rahatsız eder. Bugünlerde, özellikle işyerlerinde çok yaygın bir biçimde kullanılan floresan lambalarından yayılan titrek ışıklar da migrenlilerin nöbetlerini tahrik eden etkenler arasındadır. Kısa adı EEG olan beyin grafisi (elektroansefalografi) beyin işlevleri sırasında görülen çok küçük elektriksel değişimleri ölçümleyen bir sistemdir. Bu yöntemin kullanılması sırasında, görme bölgesinin bulunduğu başın arka kısmındaki tepkimelerin saptanabilmesi için titrek ışıklardan yararlanılır. Migrenli hastaların ve onların yakınlarının bu tür EEG ölçümlerinde titrek ışığı, karşı büyük tepki gösterdikleri belirlenmiştir. EEG çekimi sırasında titrek ışığa tepkime gösteren her kişi, migren hastası olmayabilir ama tüm migren hastaları tepkime gösterirler. Bu nedenle, böyle bir tepkinin alindığı durumlarda öteki bazı ölçümlerde hastalık saptanabilir.
Kimilerine göre, sıcak ve kuru hava, gürültü ve titrek bir ışık bir araya getirildiğinde tipik tepkiler gösteren kişide mutlaka migren vardır. Ama bu yargıya katılmayan tıp uzmanları da bulunmaktadır.
Göz yorgunluğu
Birçok migrenli hasta, belirli aralıklarla göz doktoruna muayene olduğunda ya gözlük takmak ya da gözlüğünün camlarını daha güçlü merceklerle değiştirmek zorunda olduğunu öğrenmektedir. Bunun nedeni göz yorgunluğu ve görme bozukluklarının ilerlemesidir. Yorgunluğun ve görme bozukluklarının kaynağı ise sık sık tekrarlanan migrensel başağrılarıdır. Sürekli olarak büyük bir dikkat isteyen işlerde çalışanların gözleri de zamanla yorulur ve bu yorgunluk migren üzerinde uyarıcı bir etki gösterebilir.
Seyahat
Migrenli hastaların çocukluk yılları incelendiğinde, büyük bir bölümünün seyahatler sırasında araç tutmalarından yakındıkları ortaya çıkar. Bu tür rahatsızlıklar, yaşın ilerlemesiyle birlikte ortadan kalkar, erişkinlik döneminde kişi seyahat sırasında otobüs ya da gemi tutmasından yakınmayabilir. Ancak, çocukluktaki midesel rahatsızlıklar şimdi migrensel şikâyetlere dönüşmüştür ve seyahatler artık o hasta için migreni tahrik eden bir olgu durumundadır. Kuşkusuz, yolculuklar sırasında sık karşılaşılan yorgunluk, gürültü, sıcak, beslenme düzeninin bozulması uykusuzluk ve hareket halindeki bir araçtan çevreye bakarken gözün aşırı yorulması ve beynin de bundan etkilenmesi ile migren uyarılmış olur.
Migrensel başağrıları, yolculuktan hemen sonra görülebileceği gibi, bir gecelik dinlenmeden sonra da ortaya çıkabilir.
Baş ve boyundaki yaralar
Baştaki bir yara, tek başına migrene yol açan bir etken değildir. Ancak migrenli bir hasta, başından bir yara alırsa, zamanla ağrılarda bir şiddetlenme görülebilir.
Boyuna gelen çeşitli darbeler ve bu bölgede oluşan yaralar ile organizma deformasyonları (kemik yapısındaki bozulmalar) kimi zaman migrenin daha da kötü bir hal almasından sorumlu olabilirler. Böylesi durumlarda, boynu hareketsiz kılacak şekilde askıya almak tedavi açısından yararlı olabilir.
Bu koşulların migren üzerinde nasıl bir hızlandırıcı etki gösterdikleri henüz yeterince anlaşılabilmiş değildir. Ancak iltihaplanma ve ağrıların beyine ve kafatasına giden kan damarlarında daralmalara yol açtığı düşünülebilir.
Tansiyon
Bazı insanlarda tansiyon yükselmesi sonucu baş ağrılarının meydana geldiği ve bu ağrıların uygun tansiyon tedavisiyle ortadan kalktıkları bilinmektedir. Ağrıların yalnızca yükselen kan basıncından kaynaklanmadığı da bir gerçektir. Çünkü, öksürmek ya da baş üstü durmak kan basıncını yükseltirse de bu gibi durumlarda başağrısı görülmez. Ağrılara, yüksek tansiyon nedeniyle baştaki kan damarlarında meydana gelen gerilmenin yol açtığı söylenebilir.
Bu nedenle burada aklımıza migrene eğilimli olan birinin tansiyonu yükseldiği taktirde daha sık ve daha güçlü migren nöbetlerine tutulabileceği gelebilir ki, bu hiç de yanlış değildir. Yaş ilerledikçe migren nöbetleri azalır ve ağrıların şiddeti düşer. Ama aynı kişide bir de yüksek tansiyon varsa, ilerleyen yaşla birlikte migren ağrıları hafifleyeceği yerde daha da şiddetlenir.
Hormonların etkileri
Migrenin kadınlar arasında erkeklere oranla daha yaygın olmasının nedeni, bir aylık dönemler içinde vücutlarında meydana gelen hormona! değişimlerdir. Başın hemen altında bulunan hipofiz bezi, salgıladığı hormonlarla yumurtalıkları uyarır. Onlar da östrojen ve progesteron adlı hormonları salgılar.-Bu iki hormonun kan içindeki miktarları, bir aylık dönem içinde, rahmin olası bir hamilelik ve yumurtlamaya hazırlanabilmesi için sürekli değişime uğrar. Bu hormona değişiklik, âdet dönemleriyle birlikte görülen gerilim, yorgunluk ve halsizlik gibi rahatsızlıklardan da sorumludur. Bazı kadınlar, dönem başlangıcında kilo aldıklarını, ellerinde ve ayaklarında şişmeler olduğunu, göğüslerinde bazı rahatsızlıklar meydana geldiğini fark ederler. Bu belirtiler, dokular içinde sıvı miktarının artmasıyla ilişkilidir. Dönem öncesindeki ilk birkaç gün ve kanamadan hemen sonraki ilk günler, migren nöbetlerinin başlama olasılığının yüksek olduğu günlerdir. Bunun nedeni, östrojen ve progesteronun rahim içindeki hücre duvarlarını etkileyerek belirli aminlerle ilgilenen bir tür kimyasal maddenin (enzim) salgılanmasını sağlamasıdır. Doğal olarak ortaya çıkan bu salgılar, vücut içindeki ve beyindeki kan damarlarının çaplarını değiştirirler ve böylelikle migrenli hastalarda ağrılara neden olurlar.
Tüm bu nedenlerden dolayı, âdetten hemen önce, öteki âdet öncesi tansiyon ve gerilim sorunlarının yanı sıra migren de daha kötüleşir.
Hamileliğin ilk iki ya da üç ayı içinde de migrenin çok daha şiddetlendiği göze çarpar. Ancak daha sonra ağrıların şiddeti azalır ve nöbetler de seyrekleşir. Hatta olağan halinde daha ender görülür.
Menopozda östrojen ve progesteron dengesi, olağan hallere oranla daha çok değişim gösterir ve bu durum bir süre sorunun daha da ağırlaşmasına neden olur. adet dönemlerinin tamamen kesilmesiyle, migren de normal seyrini alır.
Haplar
Doğum kontrol hapları, yapılarında östrojen ve progesteron hormonları içerirler. Bu nedenle migren üzerinde belirli bir etkileri vardır. Bu etkinin düzeyi, hapların içeriğindeki iki hormonun dengesine bağlıdır. Östrojen bakımından daha zengin doğum kontrol haplarını kullanan kadınlardan yüzde 50'den fazlası, başağrılarının arttığını belirtmişler veya hap kullanımına son vermişler ya da başka tür bir hapa yönelmişlerdir.
Doğum kontrol haplarının kan basıncı (tansiyon) üzerinde de etkileri vardır. Bu nedenle doktorlar ve aile planlamacıları, bu tür hapları kullanan kadınların tansiyonlarını zaman zaman ölçerler. Tansiyonun yükselmesi, migren üzerinde de uyarıcı bir etki yapar. Bu nedenle, koruyucu haplardan kullanan bir kadın, özellikle duyumsama yetersizliği ve görme bozukluğu ile kendini belli eden klasik migren nöbetlerinin sıklaştığını görürse ve bu arada tansiyonunun da yüksek olduğu ortaya çıkarsa derhal doktoruyla temasa geçerek kullandığı hapla ilgili öğütlerini almalı ve mutlaka ona göre davranmalıdır.
Başağrılarının Diğer Nedenleri
Başağrısının Diğer Nedenleri, Baş Ağrısı Nedenleri
Migrenin belirtileriyle ilgili daha ayrıntılı bilgiler üzerinde durarak, zaman zaman başağrısı çeken bazı okurların çeşitli endişelere kapılmalarını ve kendi kendilerine çeşitli teşhisler koymalarını engellemek sanırız yararlı olacaktır. Bazı ağrı türleri, migrenden çok daha ciddi hastalıkların habercisi ya da sonucu olabilir. Ayrıca, klasik migrenin uyarıcı belirtilerinden biri olarak kabul edilen bazı unsurlar, örneğin yüzün bir yanında görülen uyuşukluk ve konuşma yetersizliği, beyne giden damarlardan birinin tıkanması sonucu ortaya çıkan işlev bozuklukları da olabilir. İleride de görüleceği gibi, bir migren atağı sırasında, beyne giden damarlar, kas duvarlarının büzülmesi sonucu daralırlar. Bölgesel uyuşuklukların, görme ve konuşma kaybının nedeni de budur. Bu, beyin damarlarının tıkanması sonucu ortaya çıkan bozukluklar kadar tehlikeli olmayıp kısa bir süre sonra beynin işlevlerine normal olarak yeniden dönmesiyle sonuçlanan geçici bir rahatsızlıktır. Birçok migren hastası, çeşitli fonksiyon kayıplarıyla ilk karşılaştıklarında büyük bir paniğe kapılırlar. Ama bu bozuklukların kısa süre içinde geçtiğini ve normal yaşamlarına kolayca dönebildiklerini ayrım sayınca hemen rahatlarlar.
Hiç kuşkusuz, başağrılarına yol açan daha birçok neden vardır. Onların tümünü sıralamak ve hepsiyle ilgili gerekli bilgiler vermek, bu kitabın sınırları içinde olanaksızdır. Bu nedenle, migren hastalığıyla dolaylı da olsa ilgilerinden ötürü sadece tansiyon ve bunalım kökenli başağrılarını ele almak sanırız yeterli olacaktır.
Tansiyondan kaynaklanan başağrıları, genellikle gözlerin üzerinde, başın arka kısmında bir ya da iki yanda ya da başka bölgede, bir bant biçiminde hissedilir. Mide bulantısı ve kusma, bu tür başağrıların yaygın özellikleri değildir. Ağrılar, uyku sırasında ortadan kaybolmakla birlikte, uyanmayla birlikte yeniden görülebilir. Migrenle kesin bir ilişkisi saptanamamakla birlikte, üzüntü ve endişe sonucu tansiyonun yükselmesi üzerine ortaya çıkan başağrılarının migren ataklarını da çağırdığı bilinmektedir.
Bu tür ağrılara, kadınlarda aybaşı dönemlerinden önce ve aybaşı dönemi sırasında oldukça sık rastlanır. Fakat başta fiziksel ve duygusal gerginlikler olmak üzere daha birçok nedenden dolayı hem kadınlarda, hem de erkeklerde görülebilir.
Bunalım kökenli başağrıları (depresif başağrısı) başın üst kısmında bir ağırlık, başı aşağıya doğru bastıran bir oüç şeklinde kendini gösterir. Bazen günlerce ya da haftalarca sürebilir. Kişi, başağrısıyla birlikte bir isteksizlik ve bunalma duygusu hisseder. Bu tür bir başağrısı, aynı kişide migren ağrısıyla birlikte de ortaya çıkabilir ve her ikisinin tedavi yöntemleri çok farklıdır.
Sık sık tekrarlanan çok şiddetli başağrıları, insanın çok haklı olarak beyinde bir ur ya da bir damar tıkanması gibi ciddi endişelere kapılmasına neden olur. Ancak, du ağrılar bir görünüp bir kaybolarak yıllarca sürmüşse, böylesine tehlikeli olasılıklar da büyük ölçüde azalmış demektir. Ancak şu da unutulmamalıdır: Kişinin kendi kendisine teşhis koyması son derece güç ve tavsiye edilemeyecek kadar risklidir. Bu nedenle en doğru yol, çok şiddetli başağrılarının görülmesinden sonra vakit kaybetmeden bir uzman doktora muayene olmak ve onun önerilerine göre gerekeni yapmaktır. Başarılı ve tüm gerekleri yerine getirilerek yapılmış bir muayene sonucu, hastada migren olup olmadığı kesinlikle ortaya çıkacak ve böylece öteki başağrısı olasılıkları unutularak en uygun tedavi yöntemi başlatılmış olacaktır. Günümüzde bazı büyük kentlerde kurulan migren klinikleri, gerek müzmin migren hastalarına, gerekse başağrılarından endişe eden kişilere ışık tutmakta ve onlara yol göstermektedir
Migrenin belirtileriyle ilgili daha ayrıntılı bilgiler üzerinde durarak, zaman zaman başağrısı çeken bazı okurların çeşitli endişelere kapılmalarını ve kendi kendilerine çeşitli teşhisler koymalarını engellemek sanırız yararlı olacaktır. Bazı ağrı türleri, migrenden çok daha ciddi hastalıkların habercisi ya da sonucu olabilir. Ayrıca, klasik migrenin uyarıcı belirtilerinden biri olarak kabul edilen bazı unsurlar, örneğin yüzün bir yanında görülen uyuşukluk ve konuşma yetersizliği, beyne giden damarlardan birinin tıkanması sonucu ortaya çıkan işlev bozuklukları da olabilir. İleride de görüleceği gibi, bir migren atağı sırasında, beyne giden damarlar, kas duvarlarının büzülmesi sonucu daralırlar. Bölgesel uyuşuklukların, görme ve konuşma kaybının nedeni de budur. Bu, beyin damarlarının tıkanması sonucu ortaya çıkan bozukluklar kadar tehlikeli olmayıp kısa bir süre sonra beynin işlevlerine normal olarak yeniden dönmesiyle sonuçlanan geçici bir rahatsızlıktır. Birçok migren hastası, çeşitli fonksiyon kayıplarıyla ilk karşılaştıklarında büyük bir paniğe kapılırlar. Ama bu bozuklukların kısa süre içinde geçtiğini ve normal yaşamlarına kolayca dönebildiklerini ayrım sayınca hemen rahatlarlar.
Hiç kuşkusuz, başağrılarına yol açan daha birçok neden vardır. Onların tümünü sıralamak ve hepsiyle ilgili gerekli bilgiler vermek, bu kitabın sınırları içinde olanaksızdır. Bu nedenle, migren hastalığıyla dolaylı da olsa ilgilerinden ötürü sadece tansiyon ve bunalım kökenli başağrılarını ele almak sanırız yeterli olacaktır.
Tansiyondan kaynaklanan başağrıları, genellikle gözlerin üzerinde, başın arka kısmında bir ya da iki yanda ya da başka bölgede, bir bant biçiminde hissedilir. Mide bulantısı ve kusma, bu tür başağrıların yaygın özellikleri değildir. Ağrılar, uyku sırasında ortadan kaybolmakla birlikte, uyanmayla birlikte yeniden görülebilir. Migrenle kesin bir ilişkisi saptanamamakla birlikte, üzüntü ve endişe sonucu tansiyonun yükselmesi üzerine ortaya çıkan başağrılarının migren ataklarını da çağırdığı bilinmektedir.
Bu tür ağrılara, kadınlarda aybaşı dönemlerinden önce ve aybaşı dönemi sırasında oldukça sık rastlanır. Fakat başta fiziksel ve duygusal gerginlikler olmak üzere daha birçok nedenden dolayı hem kadınlarda, hem de erkeklerde görülebilir.
Bunalım kökenli başağrıları (depresif başağrısı) başın üst kısmında bir ağırlık, başı aşağıya doğru bastıran bir oüç şeklinde kendini gösterir. Bazen günlerce ya da haftalarca sürebilir. Kişi, başağrısıyla birlikte bir isteksizlik ve bunalma duygusu hisseder. Bu tür bir başağrısı, aynı kişide migren ağrısıyla birlikte de ortaya çıkabilir ve her ikisinin tedavi yöntemleri çok farklıdır.
Sık sık tekrarlanan çok şiddetli başağrıları, insanın çok haklı olarak beyinde bir ur ya da bir damar tıkanması gibi ciddi endişelere kapılmasına neden olur. Ancak, du ağrılar bir görünüp bir kaybolarak yıllarca sürmüşse, böylesine tehlikeli olasılıklar da büyük ölçüde azalmış demektir. Ancak şu da unutulmamalıdır: Kişinin kendi kendisine teşhis koyması son derece güç ve tavsiye edilemeyecek kadar risklidir. Bu nedenle en doğru yol, çok şiddetli başağrılarının görülmesinden sonra vakit kaybetmeden bir uzman doktora muayene olmak ve onun önerilerine göre gerekeni yapmaktır. Başarılı ve tüm gerekleri yerine getirilerek yapılmış bir muayene sonucu, hastada migren olup olmadığı kesinlikle ortaya çıkacak ve böylece öteki başağrısı olasılıkları unutularak en uygun tedavi yöntemi başlatılmış olacaktır. Günümüzde bazı büyük kentlerde kurulan migren klinikleri, gerek müzmin migren hastalarına, gerekse başağrılarından endişe eden kişilere ışık tutmakta ve onlara yol göstermektedir
Basit Migren Migrensel Nevarji Abdomen
Basit Migren, Kronik Migren, Migren Hakkında Bilgi
Basit migren de klasik migren kadar ağrılı ve rahatsız edicidir. Üstelik klasik migrene oranla ataklar daha sık ortaya çıkar ve atak başlangıcından önce hastanın gerekli önlemleri alabilmesine olanak sağlayan ön belirtilerde hemen hiç görülmez. Hastanın midesi bulanmaya başlar başlamaz, başağrısı da tüm şiddetiyle ortaya çıkar. Klasik migrende olduğu gibi, ağrının çıkış noktası bir gözün üstü ya da arkasıdır. Veya başın ardından hissedilir. Sonra başın bir yarısını tümüyle kaplar. Kimi durumlarda, her iki yarısını da etkisi altına alır. Mide bulantısı ve başağrısı bir arada seyreder. Bazen kusmanın etkisiyle yavaşlayan ağrılar, bedensel hareketler, eğilme, öksürme ve yine kusma ile tahrik edilerek şiddetlenebilir. Çünkü bu tür hareketler sırasında baştaki kan miktarı yükselmektedir.
Hafif şiddetteki bir migren atağında, yatak istirahatine gerek yoktur. Fakat hasta çok şiddetli bir atakla karşı karşıya kalmışsa, klasik migrende olduğu gibi, bütün gününü yatakta geçirmesi gerekebilir. Basit migren, klasik migrene oranla daha sık tekrarlanır. Eğer hasta bunalımlı bir dönemindeyse, haftada iki ya da üç migren atağı görülebilir. Bunalım ve gerilimin ya da migreni tahrik eden öteki unsurların etkilerine göre, haftada bir, ayda bir üç ayda bir ya da altı ayda bir yinelenebilir. Bu süreler, hastadan hastaya da değişim gösterir. Klasik migren hastalarında da zaman zaman basit migren atakları ortaya çıkar.
Migrensel nevralji
Migrenin bu az rastlanan türü, genellikle erkeklerde ve 20 ile 40 yaş arasında ortaya çıkar. Mevsimsel bir hastalık olan migrensel nevralji, ilkbahar ve sonbaharda hastayı etkiler. Dört ya da altı haftalık bir rahatsızlık döneminden sonra bir dahaki ilk ya da sonbahara dek "uykuya geçer." Ağrı, gözde ya da gözün arkasında etkindir (Her zaman aynı gözde görülür). Ağrının başlamasıyla birlikte, gözün beyaz bölümü kırmızılaşır, göz aşırı sulanır ve ağrıyan gözden yana olan burun deliği içinde salgılar artar. Ağrı, 24 saat içinde bir ya da iki kez hissedilebilir. Genellikle günün aynı saatlerinde etkin olan migren ağrıları, geceye rastladığında hastayı uykusundan kaldırabilir. 15 ile 45 dakika arasında süren ağrılar sırasında, çok tuhaf olmakla birlikte öteki migren türlerinde görülen kusmaya rastlanılmaz. Migrensel nevralji tedavisinde büyük ölçüde başarılı olan ilaçlar üretilmiştir. Bu koruyucu ilaçların kullanılmasıyla, ağrı nöbetleri engellenir.
Abdomen migreni
Çocukların seyahat sırasında rahatsızlandıkları sık sık görülür. Migren hastalarının çocukluk yıllarını incelediğimizde, onların başında da benzer rahatsızlıkların geçtiği ortaya çıkar. Bu tür rahatsızlıkların nedenini kimse tam olarak bilmez ve çocuklar bu hastalıkla bir arada büyür. Fakat bugün anlaşılmaktadır ki, çocukluklarında çeşitli araçlarla yaptıkları yolculuklarda rahatsız olan (tren ya da otobüs tutması gibi) kişiler, ilerideki dönemlerinde migren hastası olmaya aday demektir. Çok genç insanlarda, ara sıra görülen mide bulantısı ve kusma, zaman zaman çok hafif şiddette baş ağrılarıyla beraber kendisini gösterir. Bu tür mide bulantıları aşırı heyecan, gürültülü toplantılar ya da beklenmedik olaylar tarafından tahrik edilebileceği gibi, kendiliğinden de meydana gelebilir. Böyle bir rahatsızlık, iyi geçirilmiş bir gecenin ardından, kolayca iyileşir. Mideyi ve sindirim sistemini etkileyen bu tür migren abdomen migreni adını alır ve çocukluk dönemi migreninin tipik tezahürüdür. Okul yaşındaki çocukların yaklaşık yüzde dördünde bu hastalığın izlerine rastlanılmaktadır. Büyüklerde, migren sırasında ortaya çıkan görme ve duyumsama bozuklukları, abdomen migreni ataklarında rastlanılmayan özelliklerdir. Zaman zaman abdomen migreninden rahatsız olan çocukların yarısına yakın bir bölümü, delikanlılık döneminde hastalıktan tamamen kurtulurlar. Bazılarında ise hastalık zamanla gelişir ve erişkinlerde görülen migren türlerine dönüşür.
Basit migren de klasik migren kadar ağrılı ve rahatsız edicidir. Üstelik klasik migrene oranla ataklar daha sık ortaya çıkar ve atak başlangıcından önce hastanın gerekli önlemleri alabilmesine olanak sağlayan ön belirtilerde hemen hiç görülmez. Hastanın midesi bulanmaya başlar başlamaz, başağrısı da tüm şiddetiyle ortaya çıkar. Klasik migrende olduğu gibi, ağrının çıkış noktası bir gözün üstü ya da arkasıdır. Veya başın ardından hissedilir. Sonra başın bir yarısını tümüyle kaplar. Kimi durumlarda, her iki yarısını da etkisi altına alır. Mide bulantısı ve başağrısı bir arada seyreder. Bazen kusmanın etkisiyle yavaşlayan ağrılar, bedensel hareketler, eğilme, öksürme ve yine kusma ile tahrik edilerek şiddetlenebilir. Çünkü bu tür hareketler sırasında baştaki kan miktarı yükselmektedir.
Hafif şiddetteki bir migren atağında, yatak istirahatine gerek yoktur. Fakat hasta çok şiddetli bir atakla karşı karşıya kalmışsa, klasik migrende olduğu gibi, bütün gününü yatakta geçirmesi gerekebilir. Basit migren, klasik migrene oranla daha sık tekrarlanır. Eğer hasta bunalımlı bir dönemindeyse, haftada iki ya da üç migren atağı görülebilir. Bunalım ve gerilimin ya da migreni tahrik eden öteki unsurların etkilerine göre, haftada bir, ayda bir üç ayda bir ya da altı ayda bir yinelenebilir. Bu süreler, hastadan hastaya da değişim gösterir. Klasik migren hastalarında da zaman zaman basit migren atakları ortaya çıkar.
Migrensel nevralji
Migrenin bu az rastlanan türü, genellikle erkeklerde ve 20 ile 40 yaş arasında ortaya çıkar. Mevsimsel bir hastalık olan migrensel nevralji, ilkbahar ve sonbaharda hastayı etkiler. Dört ya da altı haftalık bir rahatsızlık döneminden sonra bir dahaki ilk ya da sonbahara dek "uykuya geçer." Ağrı, gözde ya da gözün arkasında etkindir (Her zaman aynı gözde görülür). Ağrının başlamasıyla birlikte, gözün beyaz bölümü kırmızılaşır, göz aşırı sulanır ve ağrıyan gözden yana olan burun deliği içinde salgılar artar. Ağrı, 24 saat içinde bir ya da iki kez hissedilebilir. Genellikle günün aynı saatlerinde etkin olan migren ağrıları, geceye rastladığında hastayı uykusundan kaldırabilir. 15 ile 45 dakika arasında süren ağrılar sırasında, çok tuhaf olmakla birlikte öteki migren türlerinde görülen kusmaya rastlanılmaz. Migrensel nevralji tedavisinde büyük ölçüde başarılı olan ilaçlar üretilmiştir. Bu koruyucu ilaçların kullanılmasıyla, ağrı nöbetleri engellenir.
Abdomen migreni
Çocukların seyahat sırasında rahatsızlandıkları sık sık görülür. Migren hastalarının çocukluk yıllarını incelediğimizde, onların başında da benzer rahatsızlıkların geçtiği ortaya çıkar. Bu tür rahatsızlıkların nedenini kimse tam olarak bilmez ve çocuklar bu hastalıkla bir arada büyür. Fakat bugün anlaşılmaktadır ki, çocukluklarında çeşitli araçlarla yaptıkları yolculuklarda rahatsız olan (tren ya da otobüs tutması gibi) kişiler, ilerideki dönemlerinde migren hastası olmaya aday demektir. Çok genç insanlarda, ara sıra görülen mide bulantısı ve kusma, zaman zaman çok hafif şiddette baş ağrılarıyla beraber kendisini gösterir. Bu tür mide bulantıları aşırı heyecan, gürültülü toplantılar ya da beklenmedik olaylar tarafından tahrik edilebileceği gibi, kendiliğinden de meydana gelebilir. Böyle bir rahatsızlık, iyi geçirilmiş bir gecenin ardından, kolayca iyileşir. Mideyi ve sindirim sistemini etkileyen bu tür migren abdomen migreni adını alır ve çocukluk dönemi migreninin tipik tezahürüdür. Okul yaşındaki çocukların yaklaşık yüzde dördünde bu hastalığın izlerine rastlanılmaktadır. Büyüklerde, migren sırasında ortaya çıkan görme ve duyumsama bozuklukları, abdomen migreni ataklarında rastlanılmayan özelliklerdir. Zaman zaman abdomen migreninden rahatsız olan çocukların yarısına yakın bir bölümü, delikanlılık döneminde hastalıktan tamamen kurtulurlar. Bazılarında ise hastalık zamanla gelişir ve erişkinlerde görülen migren türlerine dönüşür.
Migren Başağrısı Anasayfa
Migren Nedir, Migren Baş Ağrısı ve Migren Çeşitleri
Klasik Migren, Migren Belirtileri, Migren Hastalığı
Basit Migren, Migrensel Nevarji, Abdomen Migren
Başağrılarının Diğer Nedenleri
Migren Neden Oluşur, Migrenin Nedenleri
Migren Tedavisi, Çocuklarda Migren ve Tedavi
Migrene Alışmak ve Migren Tedavisi Hakkında Bilgiler
Migrenin Nedenleri, Migren Neden Oluşur
Migren İle İlgili Tıp Terimleri ve Açıklamaları
Migren Ağrısında Sık Görülen Belirti ve Bulgular
Migrenin Oluşma Mekanizması
Migreni Başlatan Etkenler
Migrende İlaç Tedavisi
Migren Ağrısına Dayanma Stratejileri
Migren İle İlgili Sık Sorulan Sorular
Klasik Migren, Migren Belirtileri, Migren Hastalığı
Basit Migren, Migrensel Nevarji, Abdomen Migren
Başağrılarının Diğer Nedenleri
Migren Neden Oluşur, Migrenin Nedenleri
Migren Tedavisi, Çocuklarda Migren ve Tedavi
Migrene Alışmak ve Migren Tedavisi Hakkında Bilgiler
Migrenin Nedenleri, Migren Neden Oluşur
Migren İle İlgili Tıp Terimleri ve Açıklamaları
Migren Ağrısında Sık Görülen Belirti ve Bulgular
Migrenin Oluşma Mekanizması
Migreni Başlatan Etkenler
Migrende İlaç Tedavisi
Migren Ağrısına Dayanma Stratejileri
Migren İle İlgili Sık Sorulan Sorular
Klasik Migren Migren Ağrıları Belirtileri
Klasik migren, Migren Ağrıları, Migren Belirtileri, Ateşli Migren Ağrısı
Bu tür migrende, başağrılarının başlamasından önce belirtileri görülür. Kişi kendisini anormal derecede iyi hisseder ve ertesi sabah migren saldırısıyla uyanacağını anlar. Çok daha sık görülen bir belirti ise görme bozukluğudur. Gözlerden birinde ya da her ikisinde görüntü niteliğini yitirir. Bu da görme alanının merkezini ya da belirli bir bölgesini etkiler.
Doğrudan bakılan nesnelerin hatları birbirinin içine girer. Örneğin, bir insan yüzü netliğini yitirir, bir yazının harfleri içice girmiş şekilde görünür. Oysa gözün görebileceği alanın kenar bölgelerindeki görüntüler nettir. Bunu, genellikle görüntünün ortasında oluşan bir kör nokta izler. Bu kör nokta büyük ölçüde görme kaybına yol açacak kadar büyük de olabilir. Scotomata da denilen kör nokta, bazen görüntünün tam ortasında değil, görüntü merkezinin sağ ya da sol yarısında ya da belirli bir bölümünde etkin olabilir. Her iki gözde de sırayla kendini hissettirmesi, bozukluğun her iki gözde de görme alanının benzer bölgeleri üzerinde etkili olduğunu kanıtlar. Görüş kaybı olan bölgenin üzerinde hareket halinde zigzaglı çizgiler —ışıklar— ortaya çıkar. Bu hareketli parlak çizgiler, her iki gözün karşılıklı bölgelerinde dışa doğru dağılır, görme alanının bir bölümünü ya da dörtte birini kapsar ve o alandaki görüntü ya belirsizleşir ya da tamamen ortadan kalkar.
Kimi zaman görme alanının tamamı etkilenir ve geçici körlük meydana gelir. Görme bozukluğuna ilişkin belirtiler 15-30 dakika içinde en üst noktaya kadar çıkar, görüntülerin tekrar netleşmesinden önce yarım ya da bir saat kadar sürer. Bazen görme bozukluğunun etkisi bir-iki gün de sürebilir. Ancak bu, oldukça ender rastlanan bir durumdur. Bazen de görme bozukluğunun yalnızca bir tek gözü etkilemesi mümkündür. Migren, ağrılarının etkin olduğu yönde değişkenlik gösterebilir ya da sürekli olarak yüzün aynı yanında ortaya çıkabilir.
Görme bozukluğunun hemen önünde ya da biraz sonrasında, duyumsama ve dokunma duyularının yetersiz hale gelmesi de migrenin önemli belirtilerinden biridir. Bir el uyuşur, yüzün bir yanında duygusuzluk belirtisi görülür. Kimi zaman elde başlayan uyuşukluk, kolu aşarak yüzün birine ulaşır. Yüzün uyuşuk yönüne bakan dil parçası da bu durumdan etkilenir ve konuşma güçlüğü ortaya çıkar. Hastanın söyledikleri zor anlaşılır hale gelir. Duyumsama ve dokunma bozuklukları, kimi zaman da yüzün her iki yanında, dilin tamamında, ağız içinde ve damakta ve her iki kolda etkin olabilir. Bu işlev bozuklukları 15-30 dakika içinde en yüksek noktasına çıkar ve birkaç saat içinde yavaş yavaş ortadan kaybolur. Bazı hastalarda, duyumsama bozukluğu ortadan kalktıktan sonra da bir süre kollarda uyuşukluk görülebilir.
Bazı migren hastalarında, ağızda, yüzde ya da kollarda bir duyumsama ve dokunma bozukluğu olmasa bile, konuşma yetersizliği görülebilir. Böyle durumlarda hasta, doğru sözcükleri bulmakta güçlük çeker. Yoksa ağız içi işlevi konuşması için yeterlidir. Hastanın derdi, konuşma için gereken doğru ve basit sözcükleri anımsayamamasıdır. Sözcükler, yanlış hece düzeni içinde hastanın ağzından çıkar. Bazen de harflerin sırası birbirine karışır. Bu belirti, eğer ilk migren atağından önce ortaya çıkmış ve hastayı hiç ummadığı bir anda yakalamışsa, korkutucu olabilir. Ancak, görme ve duyumsama bozuklukları gibi, bu da bir süre sonra geçer.
Bazı durumlarda, başdönmesi ve dengesizlik duygusu da migrenin belirtileri olarak kabul edilmelidir. Bu iki özelliğin müzminleştiği hastalar, sabah uyandıklarında, yatak odalarının fırıldak gibi döndüğü duygusuna kapılırlar. Yerlerinden doğrulmak istediklerinde, bu dönme daha da hızlanır ve hemen ardından mide bulantısı başlar. Her zaman aşırı şiddette görülmeyebilen bu belirtiler, yine de hastayı, büyük bir çaba harcamadığı taktirde yatağından kalkamayacak kadar etkiler. Çift görme ve yeterince görmeme de. baş dönmesi ve mide bulantısı ile birlikte kendini hissettirebilir.
Başağrısı, yukarıda sıralanan ön belirtilerden az sonra başlar. Genellikle başlangıç noktası, bir gözün üstü ya da arkasıdır. Az sonra, aynı yüz bölgesinde, başın arka kısımlarına doğru yayılır. Bazen de tam tersine, boynun kafatasının alt ucu ile birleştiği noktadan başlayıp dağılabilir. Ağrı, tipik bir yarıküresel ağrıdır, başın bir yarısını etkiler. Eğer bir bölgede uyuşukluk ve görme bozukluğu varsa, ağrı da başın öteki yarısında görülür. Ancak, ağrının başın ön ya da arka yarısının her iki yanında hissedilmesi de olasıdır. Ağrının şiddeti büyük ölçüde değişkenlik gösterir. Çok hafif bir ağrı biçiminde olabileceği gibi dayanılmaz boyutlara da varabilir. Kusma ve mide bulantısı genel olarak vardır. Şiddetli bir migren, atağından sonraki 24 saat içinde zaman zaman da yinelenebilir. Kimi zaman, hasta kustuktan sonra ağrısının hafiflediği gibi bir duyguya kapılabilir. Oysa kusma hareketi, başın içindeki basıncı arttıracağından ağrı da daha şiddetli bir hal alır. (Kronik Migren, Migren Diyeti, Migren Neden olur)
Bazı hastalar, gürültü ve ışığın ağrıları tahrik ettiği düşüncesiyle karanlık bir odaya uzanarak rahatlamaya çalışırlar. Kafatasında, kulağın hemen önünde ve ardında basınç, ağrılı bölgelere oranla daha artar. Bazen bu bölgelerden birindeki basınç artışı, ağrının çok kısa bir süre içinde olsa durmasını sağlar.
Başağrısı genellikle, yukarıda sıralanan ön belirtilerin ardından başlar. Ancak eğer migren atağı hastayı uykuda yakalamışsa, kurban uyandığında gözlerini ağrıyla birlikte açabilir. Bu ağrı, saatlerce, bazen bütün gün sürebilir. Gece uykusuyla hafiflemekle birlikte 72 saat süreyle etkisini sürdürdüğü de görülür. Migrenin en önemli özelliği olan başağrısı, yaşanan yıllarla birlikte niteliklerinde değişimler gösterir. Çocukluk yıllarında hafif şiddette yaşanan başağrıları, erişkinlikte ve orta yaşlarda en şiddetli boyutlara ulaşır. Yaş ilerledikçe ağrıların şiddetinde bir düşme görülür. Kişinin yaşlılık döneminde, görme bozuklukları ve öteki migren belirtilerinin ortaya çıkmasına karşın, başağrıları hemen hiç görülmez.
Klasik migren atakları, hastalığın az rastlanan türlerine oranla daha az sıklıkta ortaya çıkar. Yine de erişkinlikte ve orta yaşın ilk yıllarında her ay ya da her iki-üç ayda bir kendini gösterebilir. Çok güçlü uyarıların etkisiyle migren ataklarının süresi kısalabilir ve şanssız bir hasta kısa aralıklarla birkaç migren atağı yaşayabilir. Migren üzerinde uyarıcı etki yapan unsurları ilerideki bölümlerde ele alacağız.
Bu tür migrende, başağrılarının başlamasından önce belirtileri görülür. Kişi kendisini anormal derecede iyi hisseder ve ertesi sabah migren saldırısıyla uyanacağını anlar. Çok daha sık görülen bir belirti ise görme bozukluğudur. Gözlerden birinde ya da her ikisinde görüntü niteliğini yitirir. Bu da görme alanının merkezini ya da belirli bir bölgesini etkiler.
Doğrudan bakılan nesnelerin hatları birbirinin içine girer. Örneğin, bir insan yüzü netliğini yitirir, bir yazının harfleri içice girmiş şekilde görünür. Oysa gözün görebileceği alanın kenar bölgelerindeki görüntüler nettir. Bunu, genellikle görüntünün ortasında oluşan bir kör nokta izler. Bu kör nokta büyük ölçüde görme kaybına yol açacak kadar büyük de olabilir. Scotomata da denilen kör nokta, bazen görüntünün tam ortasında değil, görüntü merkezinin sağ ya da sol yarısında ya da belirli bir bölümünde etkin olabilir. Her iki gözde de sırayla kendini hissettirmesi, bozukluğun her iki gözde de görme alanının benzer bölgeleri üzerinde etkili olduğunu kanıtlar. Görüş kaybı olan bölgenin üzerinde hareket halinde zigzaglı çizgiler —ışıklar— ortaya çıkar. Bu hareketli parlak çizgiler, her iki gözün karşılıklı bölgelerinde dışa doğru dağılır, görme alanının bir bölümünü ya da dörtte birini kapsar ve o alandaki görüntü ya belirsizleşir ya da tamamen ortadan kalkar.
Kimi zaman görme alanının tamamı etkilenir ve geçici körlük meydana gelir. Görme bozukluğuna ilişkin belirtiler 15-30 dakika içinde en üst noktaya kadar çıkar, görüntülerin tekrar netleşmesinden önce yarım ya da bir saat kadar sürer. Bazen görme bozukluğunun etkisi bir-iki gün de sürebilir. Ancak bu, oldukça ender rastlanan bir durumdur. Bazen de görme bozukluğunun yalnızca bir tek gözü etkilemesi mümkündür. Migren, ağrılarının etkin olduğu yönde değişkenlik gösterebilir ya da sürekli olarak yüzün aynı yanında ortaya çıkabilir.
Görme bozukluğunun hemen önünde ya da biraz sonrasında, duyumsama ve dokunma duyularının yetersiz hale gelmesi de migrenin önemli belirtilerinden biridir. Bir el uyuşur, yüzün bir yanında duygusuzluk belirtisi görülür. Kimi zaman elde başlayan uyuşukluk, kolu aşarak yüzün birine ulaşır. Yüzün uyuşuk yönüne bakan dil parçası da bu durumdan etkilenir ve konuşma güçlüğü ortaya çıkar. Hastanın söyledikleri zor anlaşılır hale gelir. Duyumsama ve dokunma bozuklukları, kimi zaman da yüzün her iki yanında, dilin tamamında, ağız içinde ve damakta ve her iki kolda etkin olabilir. Bu işlev bozuklukları 15-30 dakika içinde en yüksek noktasına çıkar ve birkaç saat içinde yavaş yavaş ortadan kaybolur. Bazı hastalarda, duyumsama bozukluğu ortadan kalktıktan sonra da bir süre kollarda uyuşukluk görülebilir.
Bazı migren hastalarında, ağızda, yüzde ya da kollarda bir duyumsama ve dokunma bozukluğu olmasa bile, konuşma yetersizliği görülebilir. Böyle durumlarda hasta, doğru sözcükleri bulmakta güçlük çeker. Yoksa ağız içi işlevi konuşması için yeterlidir. Hastanın derdi, konuşma için gereken doğru ve basit sözcükleri anımsayamamasıdır. Sözcükler, yanlış hece düzeni içinde hastanın ağzından çıkar. Bazen de harflerin sırası birbirine karışır. Bu belirti, eğer ilk migren atağından önce ortaya çıkmış ve hastayı hiç ummadığı bir anda yakalamışsa, korkutucu olabilir. Ancak, görme ve duyumsama bozuklukları gibi, bu da bir süre sonra geçer.
Bazı durumlarda, başdönmesi ve dengesizlik duygusu da migrenin belirtileri olarak kabul edilmelidir. Bu iki özelliğin müzminleştiği hastalar, sabah uyandıklarında, yatak odalarının fırıldak gibi döndüğü duygusuna kapılırlar. Yerlerinden doğrulmak istediklerinde, bu dönme daha da hızlanır ve hemen ardından mide bulantısı başlar. Her zaman aşırı şiddette görülmeyebilen bu belirtiler, yine de hastayı, büyük bir çaba harcamadığı taktirde yatağından kalkamayacak kadar etkiler. Çift görme ve yeterince görmeme de. baş dönmesi ve mide bulantısı ile birlikte kendini hissettirebilir.
Başağrısı, yukarıda sıralanan ön belirtilerden az sonra başlar. Genellikle başlangıç noktası, bir gözün üstü ya da arkasıdır. Az sonra, aynı yüz bölgesinde, başın arka kısımlarına doğru yayılır. Bazen de tam tersine, boynun kafatasının alt ucu ile birleştiği noktadan başlayıp dağılabilir. Ağrı, tipik bir yarıküresel ağrıdır, başın bir yarısını etkiler. Eğer bir bölgede uyuşukluk ve görme bozukluğu varsa, ağrı da başın öteki yarısında görülür. Ancak, ağrının başın ön ya da arka yarısının her iki yanında hissedilmesi de olasıdır. Ağrının şiddeti büyük ölçüde değişkenlik gösterir. Çok hafif bir ağrı biçiminde olabileceği gibi dayanılmaz boyutlara da varabilir. Kusma ve mide bulantısı genel olarak vardır. Şiddetli bir migren, atağından sonraki 24 saat içinde zaman zaman da yinelenebilir. Kimi zaman, hasta kustuktan sonra ağrısının hafiflediği gibi bir duyguya kapılabilir. Oysa kusma hareketi, başın içindeki basıncı arttıracağından ağrı da daha şiddetli bir hal alır. (Kronik Migren, Migren Diyeti, Migren Neden olur)
Bazı hastalar, gürültü ve ışığın ağrıları tahrik ettiği düşüncesiyle karanlık bir odaya uzanarak rahatlamaya çalışırlar. Kafatasında, kulağın hemen önünde ve ardında basınç, ağrılı bölgelere oranla daha artar. Bazen bu bölgelerden birindeki basınç artışı, ağrının çok kısa bir süre içinde olsa durmasını sağlar.
Başağrısı genellikle, yukarıda sıralanan ön belirtilerin ardından başlar. Ancak eğer migren atağı hastayı uykuda yakalamışsa, kurban uyandığında gözlerini ağrıyla birlikte açabilir. Bu ağrı, saatlerce, bazen bütün gün sürebilir. Gece uykusuyla hafiflemekle birlikte 72 saat süreyle etkisini sürdürdüğü de görülür. Migrenin en önemli özelliği olan başağrısı, yaşanan yıllarla birlikte niteliklerinde değişimler gösterir. Çocukluk yıllarında hafif şiddette yaşanan başağrıları, erişkinlikte ve orta yaşlarda en şiddetli boyutlara ulaşır. Yaş ilerledikçe ağrıların şiddetinde bir düşme görülür. Kişinin yaşlılık döneminde, görme bozuklukları ve öteki migren belirtilerinin ortaya çıkmasına karşın, başağrıları hemen hiç görülmez.
Klasik migren atakları, hastalığın az rastlanan türlerine oranla daha az sıklıkta ortaya çıkar. Yine de erişkinlikte ve orta yaşın ilk yıllarında her ay ya da her iki-üç ayda bir kendini gösterebilir. Çok güçlü uyarıların etkisiyle migren ataklarının süresi kısalabilir ve şanssız bir hasta kısa aralıklarla birkaç migren atağı yaşayabilir. Migren üzerinde uyarıcı etki yapan unsurları ilerideki bölümlerde ele alacağız.
Migren Nedir Migren Baş Ağrısı Hastalığı
Migren Nedir, Migren Çeşitleri, Baş ağrısı Migren Ağrıları
Migren, uygarlık kadar eski bir hastalıktır. İsa'dan önce 1200 yılında yazılmış bir Mısır papirüsünde migrenden bahsedilir. Tıo biliminin babası Hipokrat da migreni tanımlamıştır. Bilimin en eski ve en doğru tanımlaması ise Kapadokyalı Aretaeus tarafından İsa'dan sonra 130 yılında yapıldı. Aretaeus, migreni, mide bulantısı, halsizlik, baş dönmesi ve gün ışığına karşı tahammülsüzlükle birlikte görülen ve tek yönlü (başın bir tarafında görülen) başağrısı olarak tanımlar. Yarım yüzyıl sonra gelen bu hastalık için "kafatasının yarısı" anlamına gelen "hemicrania" sözcüğünü kullanmıştır. Bu sözcük, zamanla "megrim", daha sonra da "migren" halini alır.
Dünyanın dört köşesinde migrenden şikâyetçi olan milyonlarca insan vardır. Yalnızca İngiltere'deki migren hastalarının sayısı beş milyonu aşkındır ki, bu da toplam nüfusun yüzde 12'sidir. Kadın migrenlilerin sayısı, özellikle "migrensel nevralji" denilen rahatsızlıkta erkeklere oranla çok fazladır. Kız ya da erkek çocuklarda migrene yakalanma şansı başlangıçta eşittir. Ancak erginlik döneminin başlamasıyla kızların migrene yakalanma şans' erkeklere oranla daha artar.
Kimi zaman oldukça basit ve dayanılabilir ağrılar halinde görülen, ancak çoğunlukla büyük ölçüde ıstırap veren migren beraberinde birçok belirtiler de gösterir. Bunların içinde en önemli olanı, ağrı sırasında beynin bir bölümünün etkilenmesinden kaynaklanan görme, konuşma ve duyumsama bozukluklarıdır.
Migren Hastalığı Dört Türdür;
1—Klasik migren
2—Basit migren
3—Migrensel nevralji
4—Abdomen migreni
Migren, uygarlık kadar eski bir hastalıktır. İsa'dan önce 1200 yılında yazılmış bir Mısır papirüsünde migrenden bahsedilir. Tıo biliminin babası Hipokrat da migreni tanımlamıştır. Bilimin en eski ve en doğru tanımlaması ise Kapadokyalı Aretaeus tarafından İsa'dan sonra 130 yılında yapıldı. Aretaeus, migreni, mide bulantısı, halsizlik, baş dönmesi ve gün ışığına karşı tahammülsüzlükle birlikte görülen ve tek yönlü (başın bir tarafında görülen) başağrısı olarak tanımlar. Yarım yüzyıl sonra gelen bu hastalık için "kafatasının yarısı" anlamına gelen "hemicrania" sözcüğünü kullanmıştır. Bu sözcük, zamanla "megrim", daha sonra da "migren" halini alır.
Dünyanın dört köşesinde migrenden şikâyetçi olan milyonlarca insan vardır. Yalnızca İngiltere'deki migren hastalarının sayısı beş milyonu aşkındır ki, bu da toplam nüfusun yüzde 12'sidir. Kadın migrenlilerin sayısı, özellikle "migrensel nevralji" denilen rahatsızlıkta erkeklere oranla çok fazladır. Kız ya da erkek çocuklarda migrene yakalanma şansı başlangıçta eşittir. Ancak erginlik döneminin başlamasıyla kızların migrene yakalanma şans' erkeklere oranla daha artar.
Kimi zaman oldukça basit ve dayanılabilir ağrılar halinde görülen, ancak çoğunlukla büyük ölçüde ıstırap veren migren beraberinde birçok belirtiler de gösterir. Bunların içinde en önemli olanı, ağrı sırasında beynin bir bölümünün etkilenmesinden kaynaklanan görme, konuşma ve duyumsama bozukluklarıdır.
Migren Hastalığı Dört Türdür;
1—Klasik migren
2—Basit migren
3—Migrensel nevralji
4—Abdomen migreni
Alerji Hastalığı İle İlgili Tıp Terimleri
Alerji Hastalığı İle İlgili Tıp Terimleri Bilgileri ve Açıklamaları
Acetyl-salicylic acid (Asetil-salisilik asit): Aspirinin bilimsel adı.
Adrenalin: Kalbi uyaran ve bronşları açan kimyasal madde. Anafilaksis gibi önemli alerji krizlerinde, adrenalin iğneleri yapılır.
Alergen: Alerji belirtilerine neden olan herhangi bir organizma veya madde. Sözcük alerji ve antigenden türetilmiştir.
Alerjenik: Alerjik tepkilere neden olan.
Alerjik rinit: Saman nezlesinin bir başka adı.
Alerji: Genelde insanlara zararı olmayan bir maddeye, vücudun gösterdiği sağlıksız tepki.
Amarant: Yiyeceklerde ve ilaçlarda kullanılan ve bazen alerjik tepkilere neden olan kırmızı boya.
Anemi: Kanın yeterli oksijen taşıyamadığı durum: Alyuvar eksikliğinden veya hemoglobin azlığından meydana gelebilir. Belirtileri yorgunluk ve bazen solgunluktur.
Anafilaksis: Tüm bronşların kapandığı ve tansiyonun düştüğü en ciddi alerjik tepki. Adrenalinle düzeltilebilir.
Antikor: İstenmeyen antigenlerin yok edilmesi için akyuvarlarca üretilen protein. Vücudu enfeksiyonlar ve parazitlerden korur. Alerjik kişiler zararsız olan antigenlere tepki gösteren immunoglobulin E (IgE) adlı antikordan büyük miktarlarda üretir.
Antigen: Vücudun dışından gelen ve antikor üretimini uyaran protein veya canlı bir madde parçacığı.
Antihistamin: Histaminin iltihapa yol açmasına veya mukoza üretmesine engel olan ilaç.
Astım: Alerjik iltihaplanmanın, enfeksiyonun veya duygusal sıkıntılann.neden olabileceği nefes alma güçlüğü.'Bronş kasları kasılır ve nefes almayı zorlaştırır.
Atopik dermatit: Ekzemanın bir başka adı.
Bronş: Akciğerlerdeki hava geçitleri.
Bronşodilatör: Astım hastalarına verilen ve bronşları açan bir ilaç.
Coeliac hastalığı: Alerjiden veya buğday veya başka tahıllarda bulunan gluten'e dayanıksızlıktan meydana gelen gastroentestinal hastalık.
Kontakt dermatit: Alergenle temastan deride meydana gelen alerjik tepki. Kauçuk ve madenler, genellikle bu alerjiye neden olurlar.
Kortikosteroidler: Kortizon vb. gibi iltihaplanmaya karşı ilaçlar.
İmünoglobülin G (IgG): Alergenlerin mast hücrelerine ulaşmasını engelleyerek, vücudu alerjik bir reaksiyondan koruyan antikor.
İltihaplanma: Vücut dokularının ateş, şişme, kızarma ve ağrılı olarak tepkisi.
Fısfıs: Astımı engellemek için dispdyum kromog-likat gibi ilaçların toz veya sprey biçiminde c iğerlere çekilmesini sağlayan aygıt.
intal: Disodyum kromoglikatın ticari adı.
Toleranssızlık (Dayanıksızlık): Anormal anti-gen/antikor reaksiyonlarından meydana gelmeyen bir alerji türü.
İntradermal test: Alerjik reaksiyon ölçmek için deri altına zerk edilen ve bir alergen içeren bir su eriyiği.
Izoprenalin: Astım tedavisinde kullanılan sempatomimetik bir ilaç.
Laktaz: Sütteki şekeri çözen enzim.
Lenfositler: Vücudun bağışıklık sisteminin bir parçası olan akyuvarlar.
Makrofaj: Eritken bir enzim salgılayarak kandaki zararlı organizmaların temizlenmesini sağlayan hücre.
Mast hücresi: Vücut dokularında histamin ve başka doğal kimyasal maddeler üreten bir hücre türü.
Mukoza bezleri: Mukoza zarlarındaki (burun, boğaz vb.) mukoza salgılayan bezler.
Mökoza: Mukoza zarlarını nemlendiren kaygan bir madde.
Noradrenalin: Vücutta bulunan ve etkisi adrenaline benzeyen bir kimyasal madde.
Çarpıntı: Kalbin dikkati çekercesine çarpması.
Penisilin: Bazı hastalıklara neden olan bakterilerin üremesini engelleyen ve küften elde edilen antibiyotik ilaç.
Peptidaz: Görevlerinin arasında bağırsaklardaki glütenin parçalanması olan enzim grubu.
Fenol reçinesi: Konserve kutularının iç yüzeyinde kullanılan ve alerjilere neden olabilen bir madde.
Mevsimsel tedavi: Polen mevsiminde duyarlılığı azaltmak için yapılan iğneler.
Stotoksik test: Alerji testi. Birkaç çeşit alergen'e kan örnekleri eklenir ve akyuvarlara zarar verip vermediklerine bakılır.
Dermatografi: Vücudun büyük miktarlarda histamin ürettiği sıralarda deriye dokunulduğunda belirgin kırmızılıkların oluşması.
Duyarsızlaştırma (Desensitizasyon): Alergenlere karşı vücudun karşı koyma gücünü artıran herhangi bir tedavi yöntemi.
Disodium kromoglikat: İntal adıyla bilinen bir ilaç; hücrelerin histamin üretmelerini engeller.
Egzema: Atopik dermatit olarak da bilinen bu hastalık, deride kırmızı ve kaşıntılı bir alerjiye neden olur. Kontakt dermatitentan farkı, alergen'le temas etmemiş olan yüzeylerde de oluşabilmesidir.
Eliminasyon diyeti: Beş gün için alerjiye neden olabilecek yiyeceklerden uzak durma ve ondan sonra uzak durulan bu yiyecekleri alerji tekrar oluşana kadar yeme diyeti.
Enzim: Gerekli kimyasal reaksiyonları meydana getirmek için vücut tarafından çok küçük miktarlarda üretilen protein.
Efedrin: Sempatomimetik ilaç. İlk olarak Ma Hu-ang adlı Çin bitkisinden yapılan bu ilaç, adrenalin gibi etki yapar.
Çiftçi hastalığı: Nemli samandaki sporların neden olduğu bir alerji.
Glüten: Buğday ve arpa gibi tahıllarda bulunan bir protein.
Saman nezlesi: Alerjik rinit diye de adlandırılan bu hastalık genellikle sporlara veya polene bir alerjik reaksiyondan doğar, belirtileri burunda tıkanıklık
ve akmadır.
Hidroksibeozat: Etkileri sodyum benzoat a benzeyen koruyucu madde.
Bağışıklık sistemi: Vücudun hastalık ve vb'ye karşı doğal korunma sistemi.
Platelet: Kanın pıhtılaşmasına önemli katkısı olan kandaki küçük yuvarlaklar.
Mevsim öncesi tedavi: Polen mevsiminin başlangıcından önce uygulanan ve duyarlılığı azaltmaya yarayan alergen iğneleri.
Alerji testi: Alergen içeren bir su eriyiği deride bir alan üzerine yayılır ve alan hafifçe çizilerek alerjik reaksiyonlar ölçülür.
Nabız testi: Yemeklerden önce ve sonra nabzın alınıp alergenlere tepki olarak yükselmiş veya alçal-mış olduğunu ölçmek.
Rast testi: Vücuttaki sıvı veya dokularda belirli bir antigene tepki gösteren antikorlar olup olmadığını saptayan test.
Rinit: Saman nezlesinde rastlanan tıkalı ve akıntılı burun.
Rimiterol: Astımlıların bronşlarında etkisini gösteren sempatomimetik ilaç.
Salbütamol: Bronşlardaki spazmları gideren sempatomimetik ilaç.
Sodyum benzoat: İlaçlar ve gıdalarda yaygın olarak kullanılan bir koruyucu madde. Bazı hallerde alerjilere yol açar.
Streoidler: Kortikosteroidlerin kısa adı. Dilaltı testi: Gıda özleri ve kimyasal eriyikten bir damla dilin altına yerleştirilir ve reaksiyonlar gözlenir. Kükürtdioksit: Ara sıra alerjilere yol açan, gıda maddeleri, meşrubat ve ilaçlarda yaygın olarak kullanılan koruyucu madde.
Fitil: Anüse yerleştirildiğinde vücut ısısıyla eriyen ve ilaç içeren küçük beyaz konik fitil.
Tartrazin: Alerjik reaksiyonlara yol açabilen ve gıda maddeleri ve ilaçlarda kullanılan sarı boya.
Terbütalin: Astımlı hastaların bronşlarını etkileyen sempatomimetik ilaç.
Teofilin: Bronşlarda görülen kas spazmlarını gevşeten ilaç. Beynin soluk alma merkezini etkiler ve kalp damarlarına kan akışını geliştirir.
Tiramin: Peynir ve çikolata gibi bazı gıda maddelerinde bulunan bir kimyasal madde; tiramin içeren gıda maddelerini yemek, bazı durumlarda migrene yol açabilir.
Acetyl-salicylic acid (Asetil-salisilik asit): Aspirinin bilimsel adı.
Adrenalin: Kalbi uyaran ve bronşları açan kimyasal madde. Anafilaksis gibi önemli alerji krizlerinde, adrenalin iğneleri yapılır.
Alergen: Alerji belirtilerine neden olan herhangi bir organizma veya madde. Sözcük alerji ve antigenden türetilmiştir.
Alerjenik: Alerjik tepkilere neden olan.
Alerjik rinit: Saman nezlesinin bir başka adı.
Alerji: Genelde insanlara zararı olmayan bir maddeye, vücudun gösterdiği sağlıksız tepki.
Amarant: Yiyeceklerde ve ilaçlarda kullanılan ve bazen alerjik tepkilere neden olan kırmızı boya.
Anemi: Kanın yeterli oksijen taşıyamadığı durum: Alyuvar eksikliğinden veya hemoglobin azlığından meydana gelebilir. Belirtileri yorgunluk ve bazen solgunluktur.
Anafilaksis: Tüm bronşların kapandığı ve tansiyonun düştüğü en ciddi alerjik tepki. Adrenalinle düzeltilebilir.
Antikor: İstenmeyen antigenlerin yok edilmesi için akyuvarlarca üretilen protein. Vücudu enfeksiyonlar ve parazitlerden korur. Alerjik kişiler zararsız olan antigenlere tepki gösteren immunoglobulin E (IgE) adlı antikordan büyük miktarlarda üretir.
Antigen: Vücudun dışından gelen ve antikor üretimini uyaran protein veya canlı bir madde parçacığı.
Antihistamin: Histaminin iltihapa yol açmasına veya mukoza üretmesine engel olan ilaç.
Astım: Alerjik iltihaplanmanın, enfeksiyonun veya duygusal sıkıntılann.neden olabileceği nefes alma güçlüğü.'Bronş kasları kasılır ve nefes almayı zorlaştırır.
Atopik dermatit: Ekzemanın bir başka adı.
Bronş: Akciğerlerdeki hava geçitleri.
Bronşodilatör: Astım hastalarına verilen ve bronşları açan bir ilaç.
Coeliac hastalığı: Alerjiden veya buğday veya başka tahıllarda bulunan gluten'e dayanıksızlıktan meydana gelen gastroentestinal hastalık.
Kontakt dermatit: Alergenle temastan deride meydana gelen alerjik tepki. Kauçuk ve madenler, genellikle bu alerjiye neden olurlar.
Kortikosteroidler: Kortizon vb. gibi iltihaplanmaya karşı ilaçlar.
İmünoglobülin G (IgG): Alergenlerin mast hücrelerine ulaşmasını engelleyerek, vücudu alerjik bir reaksiyondan koruyan antikor.
İltihaplanma: Vücut dokularının ateş, şişme, kızarma ve ağrılı olarak tepkisi.
Fısfıs: Astımı engellemek için dispdyum kromog-likat gibi ilaçların toz veya sprey biçiminde c iğerlere çekilmesini sağlayan aygıt.
intal: Disodyum kromoglikatın ticari adı.
Toleranssızlık (Dayanıksızlık): Anormal anti-gen/antikor reaksiyonlarından meydana gelmeyen bir alerji türü.
İntradermal test: Alerjik reaksiyon ölçmek için deri altına zerk edilen ve bir alergen içeren bir su eriyiği.
Izoprenalin: Astım tedavisinde kullanılan sempatomimetik bir ilaç.
Laktaz: Sütteki şekeri çözen enzim.
Lenfositler: Vücudun bağışıklık sisteminin bir parçası olan akyuvarlar.
Makrofaj: Eritken bir enzim salgılayarak kandaki zararlı organizmaların temizlenmesini sağlayan hücre.
Mast hücresi: Vücut dokularında histamin ve başka doğal kimyasal maddeler üreten bir hücre türü.
Mukoza bezleri: Mukoza zarlarındaki (burun, boğaz vb.) mukoza salgılayan bezler.
Mökoza: Mukoza zarlarını nemlendiren kaygan bir madde.
Noradrenalin: Vücutta bulunan ve etkisi adrenaline benzeyen bir kimyasal madde.
Çarpıntı: Kalbin dikkati çekercesine çarpması.
Penisilin: Bazı hastalıklara neden olan bakterilerin üremesini engelleyen ve küften elde edilen antibiyotik ilaç.
Peptidaz: Görevlerinin arasında bağırsaklardaki glütenin parçalanması olan enzim grubu.
Fenol reçinesi: Konserve kutularının iç yüzeyinde kullanılan ve alerjilere neden olabilen bir madde.
Mevsimsel tedavi: Polen mevsiminde duyarlılığı azaltmak için yapılan iğneler.
Stotoksik test: Alerji testi. Birkaç çeşit alergen'e kan örnekleri eklenir ve akyuvarlara zarar verip vermediklerine bakılır.
Dermatografi: Vücudun büyük miktarlarda histamin ürettiği sıralarda deriye dokunulduğunda belirgin kırmızılıkların oluşması.
Duyarsızlaştırma (Desensitizasyon): Alergenlere karşı vücudun karşı koyma gücünü artıran herhangi bir tedavi yöntemi.
Disodium kromoglikat: İntal adıyla bilinen bir ilaç; hücrelerin histamin üretmelerini engeller.
Egzema: Atopik dermatit olarak da bilinen bu hastalık, deride kırmızı ve kaşıntılı bir alerjiye neden olur. Kontakt dermatitentan farkı, alergen'le temas etmemiş olan yüzeylerde de oluşabilmesidir.
Eliminasyon diyeti: Beş gün için alerjiye neden olabilecek yiyeceklerden uzak durma ve ondan sonra uzak durulan bu yiyecekleri alerji tekrar oluşana kadar yeme diyeti.
Enzim: Gerekli kimyasal reaksiyonları meydana getirmek için vücut tarafından çok küçük miktarlarda üretilen protein.
Efedrin: Sempatomimetik ilaç. İlk olarak Ma Hu-ang adlı Çin bitkisinden yapılan bu ilaç, adrenalin gibi etki yapar.
Çiftçi hastalığı: Nemli samandaki sporların neden olduğu bir alerji.
Glüten: Buğday ve arpa gibi tahıllarda bulunan bir protein.
Saman nezlesi: Alerjik rinit diye de adlandırılan bu hastalık genellikle sporlara veya polene bir alerjik reaksiyondan doğar, belirtileri burunda tıkanıklık
ve akmadır.
Hidroksibeozat: Etkileri sodyum benzoat a benzeyen koruyucu madde.
Bağışıklık sistemi: Vücudun hastalık ve vb'ye karşı doğal korunma sistemi.
Platelet: Kanın pıhtılaşmasına önemli katkısı olan kandaki küçük yuvarlaklar.
Mevsim öncesi tedavi: Polen mevsiminin başlangıcından önce uygulanan ve duyarlılığı azaltmaya yarayan alergen iğneleri.
Alerji testi: Alergen içeren bir su eriyiği deride bir alan üzerine yayılır ve alan hafifçe çizilerek alerjik reaksiyonlar ölçülür.
Nabız testi: Yemeklerden önce ve sonra nabzın alınıp alergenlere tepki olarak yükselmiş veya alçal-mış olduğunu ölçmek.
Rast testi: Vücuttaki sıvı veya dokularda belirli bir antigene tepki gösteren antikorlar olup olmadığını saptayan test.
Rinit: Saman nezlesinde rastlanan tıkalı ve akıntılı burun.
Rimiterol: Astımlıların bronşlarında etkisini gösteren sempatomimetik ilaç.
Salbütamol: Bronşlardaki spazmları gideren sempatomimetik ilaç.
Sodyum benzoat: İlaçlar ve gıdalarda yaygın olarak kullanılan bir koruyucu madde. Bazı hallerde alerjilere yol açar.
Streoidler: Kortikosteroidlerin kısa adı. Dilaltı testi: Gıda özleri ve kimyasal eriyikten bir damla dilin altına yerleştirilir ve reaksiyonlar gözlenir. Kükürtdioksit: Ara sıra alerjilere yol açan, gıda maddeleri, meşrubat ve ilaçlarda yaygın olarak kullanılan koruyucu madde.
Fitil: Anüse yerleştirildiğinde vücut ısısıyla eriyen ve ilaç içeren küçük beyaz konik fitil.
Tartrazin: Alerjik reaksiyonlara yol açabilen ve gıda maddeleri ve ilaçlarda kullanılan sarı boya.
Terbütalin: Astımlı hastaların bronşlarını etkileyen sempatomimetik ilaç.
Teofilin: Bronşlarda görülen kas spazmlarını gevşeten ilaç. Beynin soluk alma merkezini etkiler ve kalp damarlarına kan akışını geliştirir.
Tiramin: Peynir ve çikolata gibi bazı gıda maddelerinde bulunan bir kimyasal madde; tiramin içeren gıda maddelerini yemek, bazı durumlarda migrene yol açabilir.
Alerji Hastaligi İcin Tedavi Onerileri
Alerji Hastaları İçin Tedavi Önerileri, Alerji Nasıl Engellenir?
Çevre üniteleri son çare olup, teşhis edilmesi çok zor alerjileri olan kişiler veya bir eliminasyon diyetine uyabileceklerine güvenmeyen hastalar için gerekir. Birçok alerji uzmanının korkusu, insanlar evlerde ve işyerlerinde yeni yeni kimyasal maddelerle Karşılaştıkça, bunlardan kaynaklanan alerjilerin giderek daha büyük bir sorun haline dönüşebileceğidir. Fakat yaşadığımız çevreye çok dikkat göstermemiz gerektiğine rağmen —yediğimiz yemekler, soluduğumuz hava, içtiğimiz su ve ürettiğimiz, giydiğimiz ve ellediğimiz malzemeler— alerjiyle yaşamak geçen yüzyıldaki kadar korkunç bir sorun değildir. O zamanlarda doktorlar, saman nezlesi çeken hastalara uzun deniz yolculuklarına çıkmalarını veya kendilerini altı hafta süreyle karanlık bir odaya kapatmalarını salık verirlerdi.
Tıbbi tedavi dışında, alerji hastalarının kendilerini rahatlatmak için yapabilecekleri birkaç şey daha vardır:
Eğer saman nezlesinden şikâyetçiyseniz, polenin çok olduğu kırlık bölgelerde değil de deniz kenarında tatile çıkmanız akıllıca olur. Polen mevsiminde polenlerin en çok havada oldukları saatler öğle üzeri saatleridir. Eğer polenle temas etme olasılığınız olan bir sırada dışarı çıkıyorsanız, güneş gözlükleri qözlerinizi korumaya yardımcı olacaktır. Ev ve araba pencerelerini kapalı tutun. Eğer bütçeniz el veriyor ise evinize polenleri filtre edebilen bir klima cihazı koyabilir ve arabanızın havalandırma sistemine de polen taneciklerini yakalayabilecek filtreler taktırabilirsiniz.
Evinizdeki tozda yaşayan organizmaları tamamen yok etmek güç ise de onları en azından azaltabilirsiniz. İlk yapacağınız şey, evinizi olabildiğince kuru bir hale getirmektir, çünkü bunlar hafif nemli ortamlarda hızla ürerler. Eğer duvardan duvara halılarınız varsa, tozunu sık sık elektrikli süpürgeyle almalısınız.' Kuştüyü yastık ve şiltelerinizi köpük olanlarla değiştirin ve eski yün battaniyelerinizin yerine içi sentetik elyaf doldurulmuş yorganlar alın. Perdelerinizi, battaniyelerinizi ve yatak çarşaflarınızı düzenli olarak yıkayın. En iyisi, bu işleri yapacak başka birini bulun!
Tozdaki organizmalara alerjik olan kişiler, genellikle uyandıklarında veya kalkar kalkmaz hapşırırlar veya hırıltılı nefes alırlar. Belirtiler gün içinde yok olurlar. Eğer işteyken hapşırmaya veya hırıltılı nefes almaya başlarsanız çalışma ortamınızı denetlemekte yarar vardır. Bürolarda olağan bir sorun, asma tavanlar ve karanlık, rutubetli köşelerde büyüyen ve sporlarını çalışanların üzerine saçan bir küftür. Klima sistemlerinin içinde de küfler üreyebilir. Sporların gözle görülmeyecek kadar küçük olduklarını ve ancak insanların solunum güçlükleri, baş ağrıları ve tıkanıklıktan şikâyet ettikleri zaman fark edildiklerini unutmayın.
Alerjik olduğunuzu söylemekten kaçınmayın. Her yedi kişiden birinin bir çeşit alerjisi olduğunu aklınızda tutarsanız, yalnız olmadığınızı anlarsınız. Eğer komşunuza kedi tüyüne alerjik olduğunuzu söylerseniz, kedisini okşamadığınız için size kızmayacaktır. Eğer patronunuz klima cihazına baktırmak istemiyorsa, ona sağlıklı personelin, nefes alma güçlüğü çekenlerden daha üretken olduğunu belirtin. Eğer garson, yemeğin sosunda ne olduğunu bilmiyorsa, gidip aşçı basıya sorun.
Alerjik çocuklar, özellikle astımdan şikâyetçi olanlar, ayıplanmak korkusundan okul arkadaşlarına ve öğretmenlerine bu durumu belirtmeye çekinirler. Amadisodyum kromoglikat gibi modern ilaçlarla birçok alerjik çocuğun spor ve öbür okul etkinliklerine katılabilmesi sağlanabilir. Yorucu bir çalışmadan önce ilaçlarını almayı hatırlamaları şartıyla. Astımlılar yüzme ve futbolda genellikle başarılı oldukları halde daha yorucu olan uzun mesafe koşularında başarılı olamazlar. Saman nezlesine karşı antihistamin alan çocuklar, sınıfta uykulu ve ilgisiz gözükebilirler. Öğretmenler, çocukların durumu ve aldıkları ilaçlar konusunda uyarılmalıdır.
Alerji hastası olan çoğu çocuk, büyüdüklerinde bu şikâyetlerinden kurtulur. Alerjiler zaman içinde değişikliğe uğrarlar. Şöyle ki; belirli yiyeceklerden eg-zema veya diyare olan bir bebek, ilerki yıllarda bu yiyecekleri rahatlıkla yiyebilir, ama hayvan tüyü veya polenden kaynaklanan saman nezlesi veya astıma yakalanabilir. Çocukluklarında astım geçirmiş olan erişkinler, on veya yirmi yıl süreyle hırıltısız nefes alarak yaşayabilirler, ama özellikle bir enfeksiyon veya stress durumundan sonra yeniden astım olabilirler. Genelde bir alerjinin geçtiğini veya kaybolduğunu varsaymak akıllıca değildir. Evinizi yıllardır uzak durmakta olduğunuz allergenlerin çok olduğu bir yöreye taşırsanız, unutulmuş olan belirtiler yeniden ortaya çıkar. Bu durum, tatsız olmasına karşın, tıbbi yardım ve kendinize dikkat ederek aşılmayacak birşey değildir.
Çevre üniteleri son çare olup, teşhis edilmesi çok zor alerjileri olan kişiler veya bir eliminasyon diyetine uyabileceklerine güvenmeyen hastalar için gerekir. Birçok alerji uzmanının korkusu, insanlar evlerde ve işyerlerinde yeni yeni kimyasal maddelerle Karşılaştıkça, bunlardan kaynaklanan alerjilerin giderek daha büyük bir sorun haline dönüşebileceğidir. Fakat yaşadığımız çevreye çok dikkat göstermemiz gerektiğine rağmen —yediğimiz yemekler, soluduğumuz hava, içtiğimiz su ve ürettiğimiz, giydiğimiz ve ellediğimiz malzemeler— alerjiyle yaşamak geçen yüzyıldaki kadar korkunç bir sorun değildir. O zamanlarda doktorlar, saman nezlesi çeken hastalara uzun deniz yolculuklarına çıkmalarını veya kendilerini altı hafta süreyle karanlık bir odaya kapatmalarını salık verirlerdi.
Tıbbi tedavi dışında, alerji hastalarının kendilerini rahatlatmak için yapabilecekleri birkaç şey daha vardır:
Eğer saman nezlesinden şikâyetçiyseniz, polenin çok olduğu kırlık bölgelerde değil de deniz kenarında tatile çıkmanız akıllıca olur. Polen mevsiminde polenlerin en çok havada oldukları saatler öğle üzeri saatleridir. Eğer polenle temas etme olasılığınız olan bir sırada dışarı çıkıyorsanız, güneş gözlükleri qözlerinizi korumaya yardımcı olacaktır. Ev ve araba pencerelerini kapalı tutun. Eğer bütçeniz el veriyor ise evinize polenleri filtre edebilen bir klima cihazı koyabilir ve arabanızın havalandırma sistemine de polen taneciklerini yakalayabilecek filtreler taktırabilirsiniz.
Evinizdeki tozda yaşayan organizmaları tamamen yok etmek güç ise de onları en azından azaltabilirsiniz. İlk yapacağınız şey, evinizi olabildiğince kuru bir hale getirmektir, çünkü bunlar hafif nemli ortamlarda hızla ürerler. Eğer duvardan duvara halılarınız varsa, tozunu sık sık elektrikli süpürgeyle almalısınız.' Kuştüyü yastık ve şiltelerinizi köpük olanlarla değiştirin ve eski yün battaniyelerinizin yerine içi sentetik elyaf doldurulmuş yorganlar alın. Perdelerinizi, battaniyelerinizi ve yatak çarşaflarınızı düzenli olarak yıkayın. En iyisi, bu işleri yapacak başka birini bulun!
Tozdaki organizmalara alerjik olan kişiler, genellikle uyandıklarında veya kalkar kalkmaz hapşırırlar veya hırıltılı nefes alırlar. Belirtiler gün içinde yok olurlar. Eğer işteyken hapşırmaya veya hırıltılı nefes almaya başlarsanız çalışma ortamınızı denetlemekte yarar vardır. Bürolarda olağan bir sorun, asma tavanlar ve karanlık, rutubetli köşelerde büyüyen ve sporlarını çalışanların üzerine saçan bir küftür. Klima sistemlerinin içinde de küfler üreyebilir. Sporların gözle görülmeyecek kadar küçük olduklarını ve ancak insanların solunum güçlükleri, baş ağrıları ve tıkanıklıktan şikâyet ettikleri zaman fark edildiklerini unutmayın.
Alerjik olduğunuzu söylemekten kaçınmayın. Her yedi kişiden birinin bir çeşit alerjisi olduğunu aklınızda tutarsanız, yalnız olmadığınızı anlarsınız. Eğer komşunuza kedi tüyüne alerjik olduğunuzu söylerseniz, kedisini okşamadığınız için size kızmayacaktır. Eğer patronunuz klima cihazına baktırmak istemiyorsa, ona sağlıklı personelin, nefes alma güçlüğü çekenlerden daha üretken olduğunu belirtin. Eğer garson, yemeğin sosunda ne olduğunu bilmiyorsa, gidip aşçı basıya sorun.
Alerjik çocuklar, özellikle astımdan şikâyetçi olanlar, ayıplanmak korkusundan okul arkadaşlarına ve öğretmenlerine bu durumu belirtmeye çekinirler. Amadisodyum kromoglikat gibi modern ilaçlarla birçok alerjik çocuğun spor ve öbür okul etkinliklerine katılabilmesi sağlanabilir. Yorucu bir çalışmadan önce ilaçlarını almayı hatırlamaları şartıyla. Astımlılar yüzme ve futbolda genellikle başarılı oldukları halde daha yorucu olan uzun mesafe koşularında başarılı olamazlar. Saman nezlesine karşı antihistamin alan çocuklar, sınıfta uykulu ve ilgisiz gözükebilirler. Öğretmenler, çocukların durumu ve aldıkları ilaçlar konusunda uyarılmalıdır.
Alerji hastası olan çoğu çocuk, büyüdüklerinde bu şikâyetlerinden kurtulur. Alerjiler zaman içinde değişikliğe uğrarlar. Şöyle ki; belirli yiyeceklerden eg-zema veya diyare olan bir bebek, ilerki yıllarda bu yiyecekleri rahatlıkla yiyebilir, ama hayvan tüyü veya polenden kaynaklanan saman nezlesi veya astıma yakalanabilir. Çocukluklarında astım geçirmiş olan erişkinler, on veya yirmi yıl süreyle hırıltısız nefes alarak yaşayabilirler, ama özellikle bir enfeksiyon veya stress durumundan sonra yeniden astım olabilirler. Genelde bir alerjinin geçtiğini veya kaybolduğunu varsaymak akıllıca değildir. Evinizi yıllardır uzak durmakta olduğunuz allergenlerin çok olduğu bir yöreye taşırsanız, unutulmuş olan belirtiler yeniden ortaya çıkar. Bu durum, tatsız olmasına karşın, tıbbi yardım ve kendinize dikkat ederek aşılmayacak birşey değildir.
Yiyecek Alerjisi Besin Gıda Balık Alerjisi
Yiyecek Alerjisi; Besin Alerjisi, Gıda Alerjisi, Süt Alerjisi, Balık Alerjisi
Buraya kadar anlatılan alerjik reaksiyonlara yiyecekler de kaynak olabilir. Daha önce değindiğimiz gibi bazı alerji uzmanları, son zamanlarda başka şikâyetlerinde bazı yiyeceklere karşı oluşan olağan dışı ve genellikle açıklanamayan bir dayanıksızlık olduğuna inanmaktadırlar.
Bu durumu açığa kavuşturmanın en iyi yolu, birkaç örnek vermektir.
13 yaşında bir kız, çocukluğundan beri ağzındaki yaralardan şikâyetçiydi ve uygulanan hiçbir tedavi sonuç vermemişti. Uzman tarafından sorgulandığında annesi kızının patatesi çok sevdiğini, hatta çiğ olarak bile her yemekte yediğini açıkladı. Kıza patates yememesi öğütlendiğinde ağzındaki yaralar bir daha geri dönmeksizin kayboldu.
Dükkân sahibi, orta yaşlı bir hanım arada bir göğüste ağrılar, çarpıntı, nefes darlığı ve panik duygularına kapılıyordu. Bu krizler o kadar kuvvetliydi ki, nöbet tutacak korkusuyla sokakta yürümekten bile korkmaya başladı. Doktoru, hastanın günde en az oniki büyük fincan çay içtiğini öğrendi. Çayın bu sorunların kaynağı olduğundan kuşkulanan doktor, hastayı test yaptırmaya ikna etti. Test sırasında kendisine doğrudan midesine giden bir tüpten çay veya su verildi, öyle ki vücuduna giren şeyin ne olduğunu bilmesi olanaksızdı. Hastaya su verildiğinde hiçbir tepki görülmediği halde her çay verilişinden yaklaşık 30 dakika sonra hastada çarpıntı ve panik duyguları baş-gösterdi. Sonraki testler hastanın kahve ve domatese de aynı tür reaksiyonu olduğunu belirledi. Ama hasta bu yiyeceklerden vazgeçtikten sonra rahatsızlığı tamamen geçti.
26 yaşında genç bir adam hiçbir tedavinin hafif-letemediği korkunç başağrıları çekmekteydi. Hastanede yapılan incelemeler bu ağrılara neden olabilecek hiçbir anormallik teşhis edemediler. Ama başağrıları süregeldi, o derece ki genç adam, strese girip işini bile bıraktı. Önce bir psikiatra görünmesi önerildiyse de karısı başka bir doktora danışmak istedi. Danıştığı doktor günlük diyetini sorduğunda günde yirmi fincandan fazla kahve içtiği ortaya çıktı. Bu adetinden vazgeçmesi önerildiğinde kabul etti ve şikâyetleri yok olduğu gibi birkaç ay sonra işine geri döndü.
Bu ve benzeri vakalar İngiliz Tıp Dergisi The Lancet'de 1978 yılında iki doktor tarafından rapor edilmiştir. Söz konusu hastaların hepsi çok uzun süre rahatsızlık çekmişler ve daha önce danıştıkları doktorlar tedavide bulunamadıkları gibi rahatsızlıkların nedenini bulamamışlardı.
Eskiden beri bazı doktorlar birçok sinirsel ve fiziksel rahatsızlığın, kişinin bazı yiyeceklere dayanıksızlığından kaynaklandığına inanmışlarsa da bu fikirler meslektaşlarının çoğunluğu tarafından ciddiye alınmamıştır. Ama yeni araştırmalar bu tür yiyecek alerjilerinin oldukça yaygın olduğuna işaret etmektedir.
Yiyecek alerjilerinin birçok nedeni olabilir. İlk olarak IgE kaplı mast hücrelerine bağlanan alergenlerin neden olduğu alerjik reaksiyon vardır. Bu çeşit reaksiyonlar yemek yenildikten hemen sonra dudakların şişmesi, kusma veya diyare olarak kendisini gösterir. Veya yemekten birkaç saat sonra ürtiker olunabilir.
Küçük çocuklar, çoğu kez yumurta, inek sütü ve çikolata gibi bazı yiyecekleri yedikten sonra astım, egzemave mide sorunlarıyla karşılaşabilirler. Nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı uzmanlar bunu bebeğin çok erken bir yaşta, yani vücudunun yabancı proteinlere alışamadan sütten kesilmesine bağlamaktadırlar. Ailesinde alerji görülen çocuklardan uzun süre ana sütü alanlarda, altı aylık olmadan inek sütü verilen kardeşlerine göre daha az alerji görülmektedir. Anne sütündeki koruyucu antikorlar, bebeğin henüz gelişmemiş bağışıklık sistemindeki açıkları kapatırlar. Bunun içindir ki birçok alerji uzmanı, annelerin çocuklarını başka gıdalara geçmeden en az altı ay emzirmelerini önerirler. Eğer bu mümkün değilse ve çocuk alerjilere yatkın duruyorsa, soya fasulyesinden yapılmış sentetik sütlerden verilebilir. (Not: Bu sütler, inek sütünden yapılan süt tozuyla aynı şey değildir).
Meme veren annenin bilmesi gerekir ki, aldığı herhangi bir yiyecek veya ilaç sütüne geçebilir. Onun için, annenin yalnızca çocuğun değil, kendi diyetine de dikkat etmesi gerekir. Yumurta, çikolata, balık ve fıstıklar, bilinen en güçlü alergenler olduklarından, süt veren annelerin bu gıdaları almaktan kaçınmaları önerilir.
Bazı kişilerin bazı yiyeceklere alerjik olmalarının başka bir nedeni de vücutlarında, proteinleri kana karışmadan önce parçalayacak gerekti enzimin bulunmamasıdır. Örneğin sütteki şekeri parçalayan laktaz enziminden vücudunuzda yeterince bulunmuyorsa, süt içtiğinizde rahatsız olabilirsiniz. (Çocuk Alerjisi, Yumurta Alerjisi) Migrenin nedenlerinden biri de bir enzim eksikliği olabilir. Çoğu migren hastası tiramin içeren yiyecekler yedikten sonra rahatsızlanır: Tiramin içeren yiyeceklerin başında yoğurt, peynir, çikolata, ringa balığı turşusu, etsuyu tabletleri, maya tabletleri ve şaraplar (özellikle kianti şarabı) sayılabilir. Tiramin aslında zehirli veya alergen bir madde değildir. Ancak süratle özümlenemediği takdirde, kanda aşırı bir birikim oluşmakta ve bu durum da baştaki kan damarlarının daralmasına yol açarak migren ağrılarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Koeliak hastalığına yakalanmış kişiler, glüten adlı proteini ihtiva eden buğday, arpa, çavdar ve yulaf gibi tahılları yiyemezler. Koeliak hastalığının belirtileri kilo kaybı, şişkin ve ağrılı bir mide ve sindirilmemiş yağ dolu, kokulu, yumuşak dışkıdır. Eğer glüten içeren yiyeceklerden uzak durursanız, bu belirtiler ortadan kalkacaktır. Bazı hallerde unlu yiyeceklerle beslenen çocuklarda bu belirtiler görülürse de glüten birkaç ay süreyle diyetlerinden çıkarılırsa normale dönerler. Erişkinlerde ise koeliak hastalığı kalıcıdır, ve her glutenli yiyecek yenildiğinde hastalık tekrarlanır. Koeliak hastalığını açıklamak için birçok sav ortaya atılmıştır. Bir teoriye göre hastalık anormal bir anti-gen/antikor tepkimesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir sava göre koeliak hastalarında peptidaz enzimi bulunmadığından, zehirli özellikleri olan yarı sindirilmiş proteinler bağırsaklara zarar vermektedir. Bir başka sava göre ise, koeliak hastalığı kalıtsal olup, hastaların bağırsak zarındaki bir anormallik yüzünden glütenin bağırsak zarına yapışması sonunda öbür gıdaların iyice sindirilmesi engellenmektedir. Neden, tüm bu savların karışımı da olabilir.
Kahve ve kolalı meşrubatlarda kafein denilen bir uyarıcı madde vardır. Akşamları kahve içtiğinizde uykunuzun kaçmasının nedeni kafeindir. Aşırı miktarda kafein alınırsa, anksiete,sinirlilik, başağrısı, çarpıntı veya anormal kalp atışları ve mide sorunları görülebilir. Ama bazı kişiler kafeine daha duyarlı oldukları için daha çok etkilenirler.
Açıkça belli oluyor ki, yiyecek ve içecekler duyarlr kişileri birçok değişik yoldan rahatsız edebilirler. Ve kuşkusuz henüz bulunmamış birçok başka yiyecek alerjisi nedeni de vardır.
1651 yılında, İngiliz filozofu Robert Burton, Melankolinin Anatomisi adlı kitabında şöyle demektedir: "Sütten gelen herşey, melankoliyi artırır". Öyle anlaşılıyor ki, Burton her süt içtiğinde veya peynir yediğinde depresyona giriyordu. Kendisinin depresyonuna neden olarak sütü suçlamasına karşın, herkes sütün her şart altında depresyona neden olduğu fikrini savunmaz. Onun içindir ki, kendisi herhalde, yemek alerjisi olan ilk kayıtlı hastalardan biriydi.
Son zamanlarda bazı alerji uzmanları, belirli yiyeceklerin ve yiyecek katkı maddelerinin, alerjik bünyelerde çeşitli ruhsal hastalıklara neden olduklarını iddia etmişlerdir. Örneğin buğday alerjisinin şizofreni nedenlerinden biri olduğu ileri sürülmüştür. Tartrazin ve salisilat içeren yiyeceklere olan alerjiler, bazı alerji uzmanlarının inancına göre hiperaktivite dediğimiz ve giderek artan sayılarda okul çocuklarını etkileyen sürekli sinirli veya gürültücü davranış ve dikkati yoğunlaştırma güçlüğüne neden olmaktadır. Bu fikirler, tartışmalı oldukları halde, geçerlilikleri tehlikesiz ve basit bir biçimde araştırılabilir. Yapmanız gereken tek şey o yiyeceği yemekten vazgeçmek ve iyileşip iyileşmediğinizi ölçmektir.
En basit test türünü sizde uygulayabilirsiniz. Eğer bir yiyeceğin rahatsızlığınıza neden olduğu kanısın-daysanız, en az beş gün süreyle onu yemekten vazgeçin, sonra da aynı yiyecekten bolca yiyin. Eğer belirtileriniz, yiyeceği yemediğiniz zaman kayboluyor ve yediğiniz zaman tekrar başlıyorsa, alerjinizin nedenini bulmuşsunuz demektir. Bu yiyecekten birkaç ay uzak durarak kendinizi yeniden test edin. Bazı durumlarda, alerjiye neden olan yiyeceklerden uzun süre uzak durursanız, alerjiniz geçebilir, ama düzenli olarak söz konusu yiyecekten yemeğe başlarsanız, tekrar ortaya çıkabilir. (Şeker Alerjisi, Yemek Alerjisi, Protein Alerjisi)
Ancak, yiyecek alerjilerini saptamak her zaman kolay değildir. Şöyle ki, yiyeceği yedikten dört gün sonraya kadar bile tepkiler devam edebilir. Ayrıca birden fazla yiyeceğe alerjik olabilirsiniz: Yiyecek alerjisi uzmanlarına göre birden fazla yiyeceğe alerjik olmak, tek bir gıda maddesine alerjik olmaktan daha yaygındır. Üstelik alerjiler, çoğu kez, çok sevilen veya sık sık yenen yiyeceklere karşı gelişebilirler... Sevdiğiniz bir yiyecek sizdeki sorunlara neden olmasını en son aklınıza getireceğiniz veya getirmek isteyebileceğiniz yiyecek olacaktır. Ayrıca un, yumurta ve süt gibi gıda maddeleri o kadar yaygın olarak evde veya hazır alınan yemeklerde kullanılır ki, yemeği siz hazırlamadıkça, içinde bu maddelerden olup olmadığını bilemezsiniz.
Eğer yiyecek alerjisinden kuşkulanmıyorsa, ama nedeni kesin olarak saptanamamışsa, yapılacak test bir "eliminasyon diyeti" olmalıdır. Bu diyetler basit olabildikleri gibi çok sıkı da olabilirler. Amaç en az beş gün süreyle alergen olabilecek bütün besinler ve yiyecek katkı maddelerinden uzak durmaktır. Bundan sonra yemekten vazgeçtiğiniz yemekleri birer birer diyetinize katarak, kötü etkileri olup olmadığını gözleyebilirsiniz, Herhangi bir yiyeceğe alerji olası olduğu için, en sıkı diyetlerde önce beş günlük bir oruç uygulanır. Ondan sonra yiyecekler tek tek alınmaya başlanır. Oruç, önceki diyetinizde almış olduğunuz besinlerin sisteminizden çıkmış olmasına karşın, tehlikelidir ve bir doktor denetiminde yapılması gerekir.
Bazı alerji uzmanları hastalarına kuzu eti, armut ve memba suyundan oluşan ve alışılmamış olduğu halde oldukça lezzetli olan bir diyet verirler. Kuzu ve armut, hemen hiçbir zaman alergenik değildirler, memba sularında ise hiçbir kimyasal katkı maddesi' yoktur.
Daha basit bir yaklaşım ise, en yaygın yiyeceklerden ve katkı maddelerinden uzak durmaktır. Bunların başlıcaları: Yumurta, süt ve süt ürünleri (peynir, yoğurt), tahıllar (buğday, mısır, arpa, yulaf, pirinçten yapılan yiyecekler), özellikle düzenli olarak yediğiniz tahıllar, bira, viski, şarap, kahve, çay, bütün konservelenmiş, dondurulmuş, korunma maddesi olan ve işlenmiş besinler, çikolata, fındık fıstık ve balıktır. Et ve taze sebzeler genellikle alergen değildirler, ama gene de hep aynı cins et ve yalnızca birkaç taze sebze yemek önerilir.
Eğer bu diyet bir hafta içinde etkisini göstermezse, ya hâlâ alerjiniz olan birşey yemeye devam ediyorsunuz demektir ya da sorununuz yiyecek alerjisi değildir. Ama alerjiniz iyileşirse, diyetinize sırayla yeni yiyecekler ekleyin ve reaksiyonları gözleyebilmek için arada birkaç gün bırakın. Yiyeceklerdeki katkı maddelerine alerjileri ölçmek için, önce bu yiyeceği taze ve katkı maddesiz olarak yiyin. Bu bir tepkiye yol açmazsa aynı yiyeceğin konservesini deneyin. Yiyeceklerdeki kimyasal maddeleri alergen olanların arasında en olağanları tartrazin ve amarant gibi boya maddeleri ile kükürt dioksit ve benzoatlar gibi koruyucu maddelerdir. Ama bazı hallerde kişiler, konserve tenekelerinin iç yüzeyinde kullanılan fenol reçineye alerjik olabilirler.
Teşhisi hızlandırmak için uzmanlar, bekleme süresini azaltan birkaç test geliştirmişlerdir. Bunların en basiti "nabız testidir". Yemekten önce nabız alınır (ortalama dakikada 70 atar), yemekten sonra her 10 dakikada bir nabız tekrar alınır. Eğer ani bir hızlanma görülürse (bazı hallerde yavaşlama), bu sizin o yiyeceğe alerjik olduğunuzu gösterebilir. Nabızdaki değişiklikler iki saatlik bir süre içinde oluşabilirler-se de genellikle daha kısa bir zamanda ortaya çıkacaktır.
Nabız testinin yanısıra "dilaltı" (sublingual) testi de kullanılır. Bir damla yiyecek veya kimyasal eriyik, dilin altına yerleştirilerek hızla vücuda yayılması sağlanır. Dilaltı testi şaşırtıcı olabilir: Test yapıldıktan birkaç dakika sonra hastanın nabzı çok yükselebilir veya —ruhsal bunalımı varsa— hasta titremeye ve ağlamaya başlayabilir. Testi iyi bilen bir uzman dilin altına bu maddeden sulandırılmış bir damla koyarak belirtileri hafifletir.
Bazı Amerikalı uzmanlar, derinin altına yiyecek özlerinin zerk edildiği "intradermal testi" uygularlar. Bu testin yararlılığı tartışma konusuysa da onu kullanan uzmanların elinde yararlı olduğuna ilişkin inandırıcı kanıtlar vardır. Dilaltı testinde olduğu gibi reaksiyonları durdurmak için, söz konusu öz, sulandırılarak verilir.
Dilaltı testlerini uygulayan alerji uzmanları, hastalarına yemeklerden önce alacakları ve kendilerini yiyeceklerde bulunabilecek alergenlere karşı koruyacak damlalar verirler. Alerjik reaksiyonu önlemenin en güvenilir yolu, alerjiye neden olan yiyecekten kaçınmaktır. Ama sık sık evden uzakta ve lokantalarda yemek yemek zorunluluğunda olan kişiler için, aler-gensiz bir diyet, —özellikle bu kişiler buğday ve yumurta gibi çok kullanılan bir besin maddesine alerjik iseler— gerçekleşmesi olanaksız bir idealdir.
Amerika'daki bazı hastanelerde, teşhisi zor yiyecek ve kimyasal madde alerjilerini saptamak için özel 'çevre üniteleri' kurulmuştur. Bu üniteler, hava kirlenmesinin az olduğu yerlerde olup, özenli bir klima sistemi ile çoğumuz için olağan sayılan ve fark etmediğimiz kimyasal maddeler tarafından havanın kirletilmesi önlenir. Örneğin, gazete ve dergilere, havaya çok ufak kağıt parçacıkları ve mürekkep yayabilecekleri için, izin verilmemektedir. Isıtmada kömür veya gaz kullanılmaz. Çünkü bazı kişiler, kömür tozuna duyarlıdır. Boyanan odalar, duvarlardan boya kokusu gelmemesi için aylarca boş bırakılırlar. Yiyecekler, sıkıca denetlenen ve ürünlerini organik olarak, hiçbir kimyasal gübre veya sprey kullanmadan yetiştiren çiftliklerden sağlanır. Alerji uzmanı hastanın evini de ziyaret ederek, burada bulunabilecek kimyasal aiergenleri saptar.
Buraya kadar anlatılan alerjik reaksiyonlara yiyecekler de kaynak olabilir. Daha önce değindiğimiz gibi bazı alerji uzmanları, son zamanlarda başka şikâyetlerinde bazı yiyeceklere karşı oluşan olağan dışı ve genellikle açıklanamayan bir dayanıksızlık olduğuna inanmaktadırlar.
Bu durumu açığa kavuşturmanın en iyi yolu, birkaç örnek vermektir.
13 yaşında bir kız, çocukluğundan beri ağzındaki yaralardan şikâyetçiydi ve uygulanan hiçbir tedavi sonuç vermemişti. Uzman tarafından sorgulandığında annesi kızının patatesi çok sevdiğini, hatta çiğ olarak bile her yemekte yediğini açıkladı. Kıza patates yememesi öğütlendiğinde ağzındaki yaralar bir daha geri dönmeksizin kayboldu.
Dükkân sahibi, orta yaşlı bir hanım arada bir göğüste ağrılar, çarpıntı, nefes darlığı ve panik duygularına kapılıyordu. Bu krizler o kadar kuvvetliydi ki, nöbet tutacak korkusuyla sokakta yürümekten bile korkmaya başladı. Doktoru, hastanın günde en az oniki büyük fincan çay içtiğini öğrendi. Çayın bu sorunların kaynağı olduğundan kuşkulanan doktor, hastayı test yaptırmaya ikna etti. Test sırasında kendisine doğrudan midesine giden bir tüpten çay veya su verildi, öyle ki vücuduna giren şeyin ne olduğunu bilmesi olanaksızdı. Hastaya su verildiğinde hiçbir tepki görülmediği halde her çay verilişinden yaklaşık 30 dakika sonra hastada çarpıntı ve panik duyguları baş-gösterdi. Sonraki testler hastanın kahve ve domatese de aynı tür reaksiyonu olduğunu belirledi. Ama hasta bu yiyeceklerden vazgeçtikten sonra rahatsızlığı tamamen geçti.
26 yaşında genç bir adam hiçbir tedavinin hafif-letemediği korkunç başağrıları çekmekteydi. Hastanede yapılan incelemeler bu ağrılara neden olabilecek hiçbir anormallik teşhis edemediler. Ama başağrıları süregeldi, o derece ki genç adam, strese girip işini bile bıraktı. Önce bir psikiatra görünmesi önerildiyse de karısı başka bir doktora danışmak istedi. Danıştığı doktor günlük diyetini sorduğunda günde yirmi fincandan fazla kahve içtiği ortaya çıktı. Bu adetinden vazgeçmesi önerildiğinde kabul etti ve şikâyetleri yok olduğu gibi birkaç ay sonra işine geri döndü.
Bu ve benzeri vakalar İngiliz Tıp Dergisi The Lancet'de 1978 yılında iki doktor tarafından rapor edilmiştir. Söz konusu hastaların hepsi çok uzun süre rahatsızlık çekmişler ve daha önce danıştıkları doktorlar tedavide bulunamadıkları gibi rahatsızlıkların nedenini bulamamışlardı.
Eskiden beri bazı doktorlar birçok sinirsel ve fiziksel rahatsızlığın, kişinin bazı yiyeceklere dayanıksızlığından kaynaklandığına inanmışlarsa da bu fikirler meslektaşlarının çoğunluğu tarafından ciddiye alınmamıştır. Ama yeni araştırmalar bu tür yiyecek alerjilerinin oldukça yaygın olduğuna işaret etmektedir.
Yiyecek alerjilerinin birçok nedeni olabilir. İlk olarak IgE kaplı mast hücrelerine bağlanan alergenlerin neden olduğu alerjik reaksiyon vardır. Bu çeşit reaksiyonlar yemek yenildikten hemen sonra dudakların şişmesi, kusma veya diyare olarak kendisini gösterir. Veya yemekten birkaç saat sonra ürtiker olunabilir.
Küçük çocuklar, çoğu kez yumurta, inek sütü ve çikolata gibi bazı yiyecekleri yedikten sonra astım, egzemave mide sorunlarıyla karşılaşabilirler. Nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı uzmanlar bunu bebeğin çok erken bir yaşta, yani vücudunun yabancı proteinlere alışamadan sütten kesilmesine bağlamaktadırlar. Ailesinde alerji görülen çocuklardan uzun süre ana sütü alanlarda, altı aylık olmadan inek sütü verilen kardeşlerine göre daha az alerji görülmektedir. Anne sütündeki koruyucu antikorlar, bebeğin henüz gelişmemiş bağışıklık sistemindeki açıkları kapatırlar. Bunun içindir ki birçok alerji uzmanı, annelerin çocuklarını başka gıdalara geçmeden en az altı ay emzirmelerini önerirler. Eğer bu mümkün değilse ve çocuk alerjilere yatkın duruyorsa, soya fasulyesinden yapılmış sentetik sütlerden verilebilir. (Not: Bu sütler, inek sütünden yapılan süt tozuyla aynı şey değildir).
Meme veren annenin bilmesi gerekir ki, aldığı herhangi bir yiyecek veya ilaç sütüne geçebilir. Onun için, annenin yalnızca çocuğun değil, kendi diyetine de dikkat etmesi gerekir. Yumurta, çikolata, balık ve fıstıklar, bilinen en güçlü alergenler olduklarından, süt veren annelerin bu gıdaları almaktan kaçınmaları önerilir.
Bazı kişilerin bazı yiyeceklere alerjik olmalarının başka bir nedeni de vücutlarında, proteinleri kana karışmadan önce parçalayacak gerekti enzimin bulunmamasıdır. Örneğin sütteki şekeri parçalayan laktaz enziminden vücudunuzda yeterince bulunmuyorsa, süt içtiğinizde rahatsız olabilirsiniz. (Çocuk Alerjisi, Yumurta Alerjisi) Migrenin nedenlerinden biri de bir enzim eksikliği olabilir. Çoğu migren hastası tiramin içeren yiyecekler yedikten sonra rahatsızlanır: Tiramin içeren yiyeceklerin başında yoğurt, peynir, çikolata, ringa balığı turşusu, etsuyu tabletleri, maya tabletleri ve şaraplar (özellikle kianti şarabı) sayılabilir. Tiramin aslında zehirli veya alergen bir madde değildir. Ancak süratle özümlenemediği takdirde, kanda aşırı bir birikim oluşmakta ve bu durum da baştaki kan damarlarının daralmasına yol açarak migren ağrılarının ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Koeliak hastalığına yakalanmış kişiler, glüten adlı proteini ihtiva eden buğday, arpa, çavdar ve yulaf gibi tahılları yiyemezler. Koeliak hastalığının belirtileri kilo kaybı, şişkin ve ağrılı bir mide ve sindirilmemiş yağ dolu, kokulu, yumuşak dışkıdır. Eğer glüten içeren yiyeceklerden uzak durursanız, bu belirtiler ortadan kalkacaktır. Bazı hallerde unlu yiyeceklerle beslenen çocuklarda bu belirtiler görülürse de glüten birkaç ay süreyle diyetlerinden çıkarılırsa normale dönerler. Erişkinlerde ise koeliak hastalığı kalıcıdır, ve her glutenli yiyecek yenildiğinde hastalık tekrarlanır. Koeliak hastalığını açıklamak için birçok sav ortaya atılmıştır. Bir teoriye göre hastalık anormal bir anti-gen/antikor tepkimesinden kaynaklanmaktadır. Başka bir sava göre koeliak hastalarında peptidaz enzimi bulunmadığından, zehirli özellikleri olan yarı sindirilmiş proteinler bağırsaklara zarar vermektedir. Bir başka sava göre ise, koeliak hastalığı kalıtsal olup, hastaların bağırsak zarındaki bir anormallik yüzünden glütenin bağırsak zarına yapışması sonunda öbür gıdaların iyice sindirilmesi engellenmektedir. Neden, tüm bu savların karışımı da olabilir.
Kahve ve kolalı meşrubatlarda kafein denilen bir uyarıcı madde vardır. Akşamları kahve içtiğinizde uykunuzun kaçmasının nedeni kafeindir. Aşırı miktarda kafein alınırsa, anksiete,sinirlilik, başağrısı, çarpıntı veya anormal kalp atışları ve mide sorunları görülebilir. Ama bazı kişiler kafeine daha duyarlı oldukları için daha çok etkilenirler.
Açıkça belli oluyor ki, yiyecek ve içecekler duyarlr kişileri birçok değişik yoldan rahatsız edebilirler. Ve kuşkusuz henüz bulunmamış birçok başka yiyecek alerjisi nedeni de vardır.
1651 yılında, İngiliz filozofu Robert Burton, Melankolinin Anatomisi adlı kitabında şöyle demektedir: "Sütten gelen herşey, melankoliyi artırır". Öyle anlaşılıyor ki, Burton her süt içtiğinde veya peynir yediğinde depresyona giriyordu. Kendisinin depresyonuna neden olarak sütü suçlamasına karşın, herkes sütün her şart altında depresyona neden olduğu fikrini savunmaz. Onun içindir ki, kendisi herhalde, yemek alerjisi olan ilk kayıtlı hastalardan biriydi.
Son zamanlarda bazı alerji uzmanları, belirli yiyeceklerin ve yiyecek katkı maddelerinin, alerjik bünyelerde çeşitli ruhsal hastalıklara neden olduklarını iddia etmişlerdir. Örneğin buğday alerjisinin şizofreni nedenlerinden biri olduğu ileri sürülmüştür. Tartrazin ve salisilat içeren yiyeceklere olan alerjiler, bazı alerji uzmanlarının inancına göre hiperaktivite dediğimiz ve giderek artan sayılarda okul çocuklarını etkileyen sürekli sinirli veya gürültücü davranış ve dikkati yoğunlaştırma güçlüğüne neden olmaktadır. Bu fikirler, tartışmalı oldukları halde, geçerlilikleri tehlikesiz ve basit bir biçimde araştırılabilir. Yapmanız gereken tek şey o yiyeceği yemekten vazgeçmek ve iyileşip iyileşmediğinizi ölçmektir.
En basit test türünü sizde uygulayabilirsiniz. Eğer bir yiyeceğin rahatsızlığınıza neden olduğu kanısın-daysanız, en az beş gün süreyle onu yemekten vazgeçin, sonra da aynı yiyecekten bolca yiyin. Eğer belirtileriniz, yiyeceği yemediğiniz zaman kayboluyor ve yediğiniz zaman tekrar başlıyorsa, alerjinizin nedenini bulmuşsunuz demektir. Bu yiyecekten birkaç ay uzak durarak kendinizi yeniden test edin. Bazı durumlarda, alerjiye neden olan yiyeceklerden uzun süre uzak durursanız, alerjiniz geçebilir, ama düzenli olarak söz konusu yiyecekten yemeğe başlarsanız, tekrar ortaya çıkabilir. (Şeker Alerjisi, Yemek Alerjisi, Protein Alerjisi)
Ancak, yiyecek alerjilerini saptamak her zaman kolay değildir. Şöyle ki, yiyeceği yedikten dört gün sonraya kadar bile tepkiler devam edebilir. Ayrıca birden fazla yiyeceğe alerjik olabilirsiniz: Yiyecek alerjisi uzmanlarına göre birden fazla yiyeceğe alerjik olmak, tek bir gıda maddesine alerjik olmaktan daha yaygındır. Üstelik alerjiler, çoğu kez, çok sevilen veya sık sık yenen yiyeceklere karşı gelişebilirler... Sevdiğiniz bir yiyecek sizdeki sorunlara neden olmasını en son aklınıza getireceğiniz veya getirmek isteyebileceğiniz yiyecek olacaktır. Ayrıca un, yumurta ve süt gibi gıda maddeleri o kadar yaygın olarak evde veya hazır alınan yemeklerde kullanılır ki, yemeği siz hazırlamadıkça, içinde bu maddelerden olup olmadığını bilemezsiniz.
Eğer yiyecek alerjisinden kuşkulanmıyorsa, ama nedeni kesin olarak saptanamamışsa, yapılacak test bir "eliminasyon diyeti" olmalıdır. Bu diyetler basit olabildikleri gibi çok sıkı da olabilirler. Amaç en az beş gün süreyle alergen olabilecek bütün besinler ve yiyecek katkı maddelerinden uzak durmaktır. Bundan sonra yemekten vazgeçtiğiniz yemekleri birer birer diyetinize katarak, kötü etkileri olup olmadığını gözleyebilirsiniz, Herhangi bir yiyeceğe alerji olası olduğu için, en sıkı diyetlerde önce beş günlük bir oruç uygulanır. Ondan sonra yiyecekler tek tek alınmaya başlanır. Oruç, önceki diyetinizde almış olduğunuz besinlerin sisteminizden çıkmış olmasına karşın, tehlikelidir ve bir doktor denetiminde yapılması gerekir.
Bazı alerji uzmanları hastalarına kuzu eti, armut ve memba suyundan oluşan ve alışılmamış olduğu halde oldukça lezzetli olan bir diyet verirler. Kuzu ve armut, hemen hiçbir zaman alergenik değildirler, memba sularında ise hiçbir kimyasal katkı maddesi' yoktur.
Daha basit bir yaklaşım ise, en yaygın yiyeceklerden ve katkı maddelerinden uzak durmaktır. Bunların başlıcaları: Yumurta, süt ve süt ürünleri (peynir, yoğurt), tahıllar (buğday, mısır, arpa, yulaf, pirinçten yapılan yiyecekler), özellikle düzenli olarak yediğiniz tahıllar, bira, viski, şarap, kahve, çay, bütün konservelenmiş, dondurulmuş, korunma maddesi olan ve işlenmiş besinler, çikolata, fındık fıstık ve balıktır. Et ve taze sebzeler genellikle alergen değildirler, ama gene de hep aynı cins et ve yalnızca birkaç taze sebze yemek önerilir.
Eğer bu diyet bir hafta içinde etkisini göstermezse, ya hâlâ alerjiniz olan birşey yemeye devam ediyorsunuz demektir ya da sorununuz yiyecek alerjisi değildir. Ama alerjiniz iyileşirse, diyetinize sırayla yeni yiyecekler ekleyin ve reaksiyonları gözleyebilmek için arada birkaç gün bırakın. Yiyeceklerdeki katkı maddelerine alerjileri ölçmek için, önce bu yiyeceği taze ve katkı maddesiz olarak yiyin. Bu bir tepkiye yol açmazsa aynı yiyeceğin konservesini deneyin. Yiyeceklerdeki kimyasal maddeleri alergen olanların arasında en olağanları tartrazin ve amarant gibi boya maddeleri ile kükürt dioksit ve benzoatlar gibi koruyucu maddelerdir. Ama bazı hallerde kişiler, konserve tenekelerinin iç yüzeyinde kullanılan fenol reçineye alerjik olabilirler.
Teşhisi hızlandırmak için uzmanlar, bekleme süresini azaltan birkaç test geliştirmişlerdir. Bunların en basiti "nabız testidir". Yemekten önce nabız alınır (ortalama dakikada 70 atar), yemekten sonra her 10 dakikada bir nabız tekrar alınır. Eğer ani bir hızlanma görülürse (bazı hallerde yavaşlama), bu sizin o yiyeceğe alerjik olduğunuzu gösterebilir. Nabızdaki değişiklikler iki saatlik bir süre içinde oluşabilirler-se de genellikle daha kısa bir zamanda ortaya çıkacaktır.
Nabız testinin yanısıra "dilaltı" (sublingual) testi de kullanılır. Bir damla yiyecek veya kimyasal eriyik, dilin altına yerleştirilerek hızla vücuda yayılması sağlanır. Dilaltı testi şaşırtıcı olabilir: Test yapıldıktan birkaç dakika sonra hastanın nabzı çok yükselebilir veya —ruhsal bunalımı varsa— hasta titremeye ve ağlamaya başlayabilir. Testi iyi bilen bir uzman dilin altına bu maddeden sulandırılmış bir damla koyarak belirtileri hafifletir.
Bazı Amerikalı uzmanlar, derinin altına yiyecek özlerinin zerk edildiği "intradermal testi" uygularlar. Bu testin yararlılığı tartışma konusuysa da onu kullanan uzmanların elinde yararlı olduğuna ilişkin inandırıcı kanıtlar vardır. Dilaltı testinde olduğu gibi reaksiyonları durdurmak için, söz konusu öz, sulandırılarak verilir.
Dilaltı testlerini uygulayan alerji uzmanları, hastalarına yemeklerden önce alacakları ve kendilerini yiyeceklerde bulunabilecek alergenlere karşı koruyacak damlalar verirler. Alerjik reaksiyonu önlemenin en güvenilir yolu, alerjiye neden olan yiyecekten kaçınmaktır. Ama sık sık evden uzakta ve lokantalarda yemek yemek zorunluluğunda olan kişiler için, aler-gensiz bir diyet, —özellikle bu kişiler buğday ve yumurta gibi çok kullanılan bir besin maddesine alerjik iseler— gerçekleşmesi olanaksız bir idealdir.
Amerika'daki bazı hastanelerde, teşhisi zor yiyecek ve kimyasal madde alerjilerini saptamak için özel 'çevre üniteleri' kurulmuştur. Bu üniteler, hava kirlenmesinin az olduğu yerlerde olup, özenli bir klima sistemi ile çoğumuz için olağan sayılan ve fark etmediğimiz kimyasal maddeler tarafından havanın kirletilmesi önlenir. Örneğin, gazete ve dergilere, havaya çok ufak kağıt parçacıkları ve mürekkep yayabilecekleri için, izin verilmemektedir. Isıtmada kömür veya gaz kullanılmaz. Çünkü bazı kişiler, kömür tozuna duyarlıdır. Boyanan odalar, duvarlardan boya kokusu gelmemesi için aylarca boş bırakılırlar. Yiyecekler, sıkıca denetlenen ve ürünlerini organik olarak, hiçbir kimyasal gübre veya sprey kullanmadan yetiştiren çiftliklerden sağlanır. Alerji uzmanı hastanın evini de ziyaret ederek, burada bulunabilecek kimyasal aiergenleri saptar.