Ankilozan Spondilit Nedir Tedavisi Belirtileri

Ankilozan Spondilit Nedir, Akilozan Spondilit Egzersiz

Omurlar arasındaki bağların kireçlenmesi, daha sonra da kemikleşmesidir; iltihaplanarak kaynaşan omurların çok tipik bir radyolojik görünümü vardır.
Spondilit "omur iltihabı", ankiloz ise "kaynaşma" anlamına gelir. Romatoit omur iltihabı ve omurga spondilozu gibi adlarla da bilinen ankilozan spondilit öncelikle omurgayı etkileyen bir hasta­lıktır; ikincil olarak kalça ve omuz ek­lemlerine yayılabilir. Daha uzak eklem­ler hastalıktan etkilenmez ya da geriye dönüşlü olarak etkilenir, yani tedavi so­nucunda eski haline döner. Hastalık ge­nellikle sağrı-böğür eklemlerinden baş­layarak bütün omurgaya yayılır. İleri ev­relerinde eklem kapsüllerinde bağdoku artışı, eklem bağlarında kireçlenme ve kemikleşme görülür. Geriye dönüşsüz değişikliklere yol açan, ama yavaş iler­leyen bir hastalıktır. Omurganın tipik bi­çim bozukluğunun ortaya çıkması için 10-20 yıl gerekir. Hastalığın yavaş gidi­şi sırasında omurganın boyun ve bel hi­zasındaki içe doğru doğal girinti ortadan kalkar; buna karşılık suttaki dışa doğru çıkıntı (kamburluk) belirgin biçimde ar­tar. Bütün omurganın öne doğru eğilmesiyle hastadaki biçim bozukluğu son derece tipik bir görünüm alır.

Ankilozan Spondilit Görülme Sıklığı

Ankilozan spondilit en çok 30 yaşın al­tındaki erkeklerde görülür. Ama genel olarak sık rastlanan bir hastalık değil­dir. Hastalığın 50 yaşından sonra başla­ma olasılığı çok düşüktür. Görülme sık­lığı erkeklerde binde 0,5 ile yüzde 4, kadınlarda ise binde 0,05 ile binde 0,5 arasında değişir.

Ankilozan Spondilit Nedenleri Belirtileri

Ankilozan spondilit yıllarca romatoit artrit ile eş tutulmuş ya da çok daha sık görülen spondiloartröz ile karıştırılmıştır. Günümüzde ise ankilozan spondilitin öncelikle genetik etkenlere bağlı olarak geliştiği ve başlı basına bir hastalık olduğu hiç kuşkuya yer bırakmayacak bi­çimde gösterilmiştir. Genetik etkenlerin hastalıkta oynadığı rol tümüyle rastlantı sonucu ortaya çıkmıştır. Bu buluş, doku uyuşumunu düzenleyen genetik sistem­ler üzerinde yapılan çalışmalar sayesin­de gerçekleşmiştir. Doku uyuşumu siste­mi, organ nakli yapılan hastaların bağı­şıklık sistemleriyle ilgili araştırmalarda çok büyük önem taşır. Nakledilen orga­na doku reddinin gelişip gelişmeyeceği doku uyuşumuna bağlıdır. İnsanlarda doku uyuşumundan (ve reddinden) so­rumlu insan akyuvar antijeni (HLA-Human Leukocyte Antigen) 6. kromozo­mun bir bölümünde yerleşmiştir. Kalı­tımla kuşaktan kuşağa geçen HLA sistemi, insan akyuvarlarına özgü dış yüzey antijenlerini oluşturur. Çeşitli hastalık­larda HLA sistemi ve alt grupları ince­lendiğinde HLA-B27 antijeninin, ankilo­zan spondilit hastalarının yüzde 88-96'sında, birinci dereceden hasta akraba­larının yüzde 50'sinde, genel nüfusun ise yalnızca yüzde 7'sinde bulunduğu görül­müştür. Buradan da anlaşılacağı gibi HLA-B27 antijeniyle ankilozan spondilit arasında sıkı bir bağlantı vardır ve bu bu­luş uygulamada büyük yarar sağlar. An­kilozan spondilitten kuşkulanılan bir hastada HLA-B27 antijeninin görülmesi, doğru tanıya ulaşmayı kolaylaştırabilir.

Ankilozan Spondilit Tanı

Ankilozan spondilit hastalarında he­men her zaman alyuvar çökme (sedimantasyon) hızı artmıştır. Aynca has­talığın belirti verdiği dönemdeki radyolojik bulgular son derece tipiktir ve başlangıç dönemlerinde de tanı için de­ğerli bilgiler sağlar. En erken değişik­likler sağ-böğür kemikleri ekleminde görülür; bu eklemde bozukluk yoksa ankilozan spondilit tanısı koymak ola­naksızdır. İlk radyolojik bulgular ke­mik sınırlarında değişikliklerin ve aşın­ma bölgeleriyle dönüşümlü olarak sert­leşme (skleroz) bölgelerinin görülmesidir. Çok geçmeden eklemlerin sınırlan belirsizleşir ve kemikler arasındaki alan daralır. Sonunda ise eklemler ara­sındaki boşluk tümüyle kaybolur ve kemikler birbirleriyle kaynaşır. Kemik sertleşmesi bu evrede artık belirgin de­ğildir; tam tersine leğen bölgesindeki öbür kemiklerde de kemik dokusu azalmıştır. Sertleşme, bağdoku artışı ve kireçlenme omurlar arasındaki ek­lemlerde de görülür. Radyolojik incele­mede saptanan en tipik değişiklik, omurlan birbirine bağlayan fibröz hal­kalarda kemik köprülerinin oluşması ve omurganın "bambu kamışı" görünü­mü almasıdır. Bu görünüm ankilozan spondilite özgü ama geç ortaya çıkan bir bulgudur. Dolayısıyla "bambu ka­mışı" görünümünün saptanmadığı ol­gularda ankilozan spondilit olasılığını göz ardı etmek ciddi bir hatadır.

Ankilozan Spondilit Tedavisi Tedavi, Egzersizler


Tedavi omurgadaki biçim bozukluğu­nun ilerlemesini durdurmaya yöneliktir ve temelde fiziksel yöntemlere dayanır. Hasta yastıksız olarak sırtüstü ya da yü­zükoyun yatarak, omurganın biçim bo­zucu konumlar almasını önlemelidir. Hastanın yattığı yer sert olmalıdır. Omurgaya aşın yük bindiren hareketler­den kaçınılmalıdır.


Hasta önerilen beden hareketlerini hiç değilse başlangıçta bir fizik tedavi merkezinde yapmalıdır. Fizik tedavinin amaçları omurganın olabilecek en iyi durumunun korunması, omurga yanla­rındaki kasların güçlendirilmesi ve akci­ğerlerin daha iyi havalanmasının sağlan­masıdır. Belirli aralıklarla hastanın bo­yunu ölçmek, omurga eğrilmesinin iler­leme hızı konusunda bilgi vermesi nede­niyle yararlıdır.

İlaç tedavisi ağrıları ve iltihabı hafif­letmeye yöneliktir. Ama hastalığın iler­lemesini önemli ölçüde engelleyecek hiçbir ilaç bilinmemektedir. Fizik teda­viyle birlikte salisilatlar, fenilbütazon ve türevleri, indometasin, propiyonik asit türevleri gibi steroit yapısında olmayan iltihap giderici ilaçlann verilmesi ağrıyı dindirdiği ve özellikle başlangıçta hasta­nın fizik tedaviyi kabul etmesini sağla­dığı için tedavide önemli yer tutar.


Hastalığın çok ilerlemiş olduğu has­talarda ağır biçim bozukluklarının gide­rilmesi amacıyla omurganın cerrahi giri­şimle düzeltilmesi düşünülebilir.

Sırt ağrısından yakınanlar nasıl yerlerde tatil yapabilir?

Kuşkusuz havanın sıcak ve kuru olduğu yerlerde. Nemden kaçınmak koşuluyla deniz kıyısı bu kişiler için uygundur. Sırt ağrısından yakman birçok kişi deniz­den 1.500 m ve daha yüksek dağlarda tatil yapmanın yararım görür. Bunun ne­deni tansiyon yükselmesinin kılcal kan dolaşımını hızlandırması ve yerel kan­lanmayı artırarak metabolizma artıklarıyla vücuda zararlı maddelerin, vücuttan uzaklaştırılmasını kolaylaştırmasıdır.

Otomobil kullanmak sırt ağrısını artırabilir mi?

Sırt ağrısı bulunan kişilerin otomobil kullanması, özellikle sarsıntı ve darbeler ağrıyı artırabileceğinden sakıncalı olabilir.

Sırt ağrısını önleyecek özel bir yatma biçimi var mıdır?

Böyle özel bir konum ne yatma, ne de ayakta durma için önerilebilir. Hasta en az ağrı duyduğu konumu kendisi belirler ve buna göre yan yatma, bir dizini bü­kerek yatma gibi bir seçim yapar.

Pnomotoraks Nedir Tedavisi Ameliyat

Akciğer Zarına Hava Girmesi (Pnomotoraks)

Pnömotoraks Nedir, Akciğer zarının iki katmanı arasında hava toplanması bazen hiç belirti vermeyen, bazen de akut solunum yetersizliğine yol açan bir hastalıktır

Tedavi amaçlı bir uygulamadan ba­ğımsız olarak akciğer zan boşluğunda ha­va bulunması olağandışı bir durumdur. Hastalık bazen belirtisiz kalır, ama belirti verdiğinde çok ağır gidişlidir ve tehlikeli bir akciğer hastalığı tablosuna yol açar.

Akciğer zan boşluğu varsayımsal bir boşluktur, çünkü sağlıklı insanlarda akciğer zarının iki katmanı birbirine de­ğer ve aralarında bir miktar zar sıvısı bulunur. Akciğerler-göğüs sistemi bir­birine karşıt nitelikte güçlerin etkisi al­tındadır; yani akciğerler büzülme, gö­ğüs kafesi ise genişleme yönünde eği­lim gösterir. Akciğer zan katmanları arasına hava girdiğinde gerçekten bir boşluk oluşur ve akciğerler büzüşmeye, göğüs kafesi de genişlemeye başlar. Akciğer zan boşluğuna hava girmesinin üç ayrı biçimi bilinir:

• Nedeni bilinmeyen olgular. Hastalık tablosu bütünüyle sağlıklı insanlarda herhangi bir hastalık sürecine bağlı ol­madan kendiliğinden gelişir.
• İkincil olgular. Hazırlayıcı bir hastalı­ğın sonucunda akciğer zan boşluğunda hava birikir; bu durum başka bir hastalı­ğın komplikasyonu ya da istenmeyen sonucudur.
• Travmaya bağlı olgular. Göğüs duvarını zedeleyen bir yaralanma sonucunda ortaya çıkar. İkincil olguların başka bir türüdür.
Hava akciğer zan katmanlan arasına çeşitli biçimlerde girebilir:
— Dışarıdan gelen hava göğüs duvarından geçebilir; göğüs duvarını delici ya­ralanmalar sonucunda akciğer zarında hava birikmesi bunun en tipik örneğidir.
— Akciğer içindeki hava önce akciğer dokusunun, sonra da zarın akciğeri saran iç katmanının yırtılmasıyla akciğer zan boşluğuna geçebilir. En sık görülen tab­lodur. Ama akciğer ile hemen üzerinde­ki akciğer zan katmanı her zaman birlik­te yırtılmaz; genellikle, akciğer hava ke­seciklerinin yırtılmasıyla açığa çıkan ha­va akciğerler arasındaki bölgeye, yani mediyastine gelir ve akciğer zarının me­diyastini örten katmanın yırtılmasıyla akciğer zarında kendiliğinden hava biri­kimi (spontan pnömotoraks) oluşur.

Pnömotoraks Tedavisi, Pnomotoraks Ameliyatı

Eskiden yapay pnömotoraks çöktürme tedavisinin önde gelen yöntemlerinden biriydi. Uygulama akciğerin tamamı ya da bir bölümünün geçici ya da kalıcı olarak çöktürülmesine dayanır. Böylece akciğer rahatlatılarak dinlendirilir ve doku yıkımına yol açan hastalığın, özellikle de veremin iyileşmesi kolaylaştırılır. Akciğer göğüs duvarından serbestleştirilince, kendi esnekliğinin etkisiyle büzüşme eğilimi gösterir; solunum hareketlerine katılmaz ve dinlenir. Böylece hastalık daha kolay iyileşebilir.

Yapay pnömotoraksta çeşitli aygıtların kullanılması gerekir. Bir iğneyle orta koltukaltı çizgisi üzerinde, genellikle 4. kaburgalar arası aralıktan, göğüs boşluğuna girilerek içeriye yaklaşık 500 mi süzülmüş hava verilir. Bir kez pnömotoraks oluşturulduktan sonra yinelenen gaz enjeksiyonlarıyla basınç aynı düzeyde tutulur. Bu uygulamalar 24 ve 72 saat sonra, daha sonra da haftada bir yinelenir. Yapay pnömotoraks yöntemi verem tedavisinde kullanılırdı. Ama vereme karşı etkili ilaçların geliştirilmesinden sonra uygulanmaz olmuştur.

Pnömotoraks yaşam boyunca yineleyebilir mi?

Pnömotoraks ender yineleyen bir hastalık değildir. Yinelemesinde ve nefes darlığının gelişmesinde meslek, spor etkinliklerinin yoğunluğu gibi birçok et­ken rol oynayabilir. Özellikle iki akciğerde birden ve sık yineleyen olgularda akciğer zan katmanlarını birleştirici cerrahi girişime başvurulmalıdır. Böylece akciğer zannın iki katmanı kalıcı olarak birbirine yapışır ve boşluk ortadan kalkar. Ama böyle bir girişim gene de en az üç kez yineleyen pnömotoraks nöbetlerinden soma düşünülmelidir.

Pnömotoraksla kalp enfarktüsü birbirine karışabilir mi?

Gerçekten de solda gelişen pnömotoraks şiddetti ağrı, nefes darlığı, akut kalp ve dolaşım yetersizliği gibi belirtiler açısından kalp enfarktüsüne çok benzer. Ama doğru bir klinik muayene, akciğer filmi ve elektrokardiyografi kesin tanı ve uygun tedavi için yeterli olur.

Bagirsak Parazitleri Amip Tenya Kilkurdu

Bağırsak Asalağı, Bağırsak Parazitleri Hastalıkları

Bağırsak Paraziti, Günümüzde geliştirilen ilaçlarla tedavisi iyice kolaylaşmış olan bağırsak asalağı hastalıklarının hızla yayılmasını engellemek için temizliğe ve koruyucu önlemlere büyük önem vermek gerekir.

Bağırsak solucanı hastalıkları tıp di­linde daha çok parazitoz adıyla tanınır. Bu hastalıklara yol açan asalaklar ge­nellikle dışkı-ağız bulaşma yolunu, ba­zen de dışkı-deri bulaşma yolunu izler. Tenya gibi bazdan ise yumurta evresin­de insan dışkısıyla atılır, yaşam çevri­minin bir bölümünü arakonaklarda geçirir ve bu arakonakların yenmesiyle yeniden insanlara bulaşır.

Dışkı-ağız yolunu izleyen bakteri ve virüs kökenli hastalıklar gibi bağırsak parazitler hastalıkları da Türkiye'de çok yaygındır. Yapılan taramalar, özellikle sosyoekonomik açıdan geri kalmış böl­gelerde bulunan ilkokul çağındaki ço­cukların yüzde 95'ini aşan bölümünün bu asalakları taşıdığını göstermektedir. Tür­kiye'nin hemen her yerinde askaris ve kılkurduna rastlanır. Ama İstanbul çevre­sinde giardia, Karadeniz Bölgesi'nde kancalıkurt, Güneydoğu Anadolu Bölge­si'nde amip, tenya ve şistozoma kökenli hastalık olguları daha sık görülür.

Askaris Nedir

Askaris silindir biçiminde, uçları ince, kahverengimsi san renkli, 25-35 cm uzunluğunda bir solucandır. İpliksolu canlan (Nematoda) grubunun Ascaris cinsinde sınıflandırılır. Ayrı eşeylidir. Yani erkek ve dişi üreme organları ayrı bireylerde bulunur. Dışkıyla atılan yu­murtalar toprakta bir yıl canlı kalabilir. Yumurta içindeki embriyon uygun çev­re koşullan altında üç haftada yeterli ol­gunluğa erişir. Bu yumurtalar suyla, yı­kanmadan çiğ yenen sebzelerle ya da topraktan ellere bulaşması ve elden ağ­za geçmesiyle sindirim sistemine girer. Onikiparmakbağırsağında açılan yu­murtalardan çıkan larvalar bağırsak duvarını geçerek kana karışır, dolaşım yoluyla karaciğere, kalbe, sonra da akci­ğere gelir. Hava keseciklerinde birkaç gün daha büyümesini sürdüren asalak, kılcal damarlardan hava boşluğuna ge­çer, soluk borusundan yukarı çıkar ve yutularak yeniden bağırsaklara döner. İki ay içinde gelişimini tamamlayan so­lucan bağırsakta erişkin biçimini alır.

Bağırsaktaki etkileri asalağın sayısı­na bağlıdır. Bazen hiç belirti görülmez. Tipik belirtiler iştahsızlık, karın ağrısı, zaman zaman ishal, burunda kaşıntı, diş gıcırdatma ve uyurken salya akıtmadır. Bazen asalağın kendisi anüsten çıkabi­lir, safra yollarına ya da apandise yerle­şebilir. Bazen de birçoğu bir araya gelip yumak oluşturarak bağırsak tıkanması­na yol açar. Hastalık tanısı dışkıda asa­lak yumurtaların görülmesiyle konur.

Kılkurdu, Bağırsak Kıl Kurdu Hastalığı


Özellikle körbağırsağa yerleşen bu asa­lak çocuklarda kıl kurdu daha sık görülür. 4-10 cm uzunluğunda ve beyaz renklidir. As­karis gibi ayn eşeylidir. Oksiyür olarak da bilinen bu asalak yuvarlak solucanlar (Aschelminthes) grubunda yer alır. Bilimsel adı Oxyuris vermicularis'tir. Döl­lenmiş dişi gece olunca anüs dışına çıkarak anüs çevresine yumurtlar ve ölür. Bu yumurtalar 6 saatte insan için bula­şıcı hale gelir. Ağız yoluyla alınan bula­şıcı yumurtalar bağırsakta açılır ve lar­valar erişkin biçimlerini alıp körbağır­sağa yerleşir. En önemli belirti anüs ve çevresinde geceleri artan kaşıntıdır. Ayrıca iştahsızlık, kilo kaybı, karın ağrısı ve ishal görülür. Kadınlarda üreme or­ganı rahatsızlıktan ortaya çıkabilir. Ta­nı anüs çevresinde kümelenen yumurtaların görülmesine dayanır.

Kancalıkurt, Kancalı Kurt Hastalığı

Adını ön bölümünün kanca biçiminde kıvrık olmasından alır. Yuvarlak, pem­bemsi boz renkli, yaklaşık 1 cm uzunluğunda bir solucandır. Askaris gibi iplik-solucanları grubunda yer alır. Benzer özellikler gösteren Ancylostoma duodenale ve Necator americanus türleri var­dır.'Bunlardan ilki Türkiye'de daha yay­gın biçimde görülür. Kancalıkurtlar da ayrı eşeylidir. Ağızlarında bulunan çen­gel biçimindeki dişsi yapılarla incebağırsak mukozasına yapışır, 5-10 yıl can­lı kalabilirler. Erkek ve dişi burada çiftleşir. Döllenmiş yumurtalar dışkıyla atı­lır. Yumurtalar 20°C-30°C sıcaklığın bulunduğu çürüntülü topraklarda 2 gün­de gelişir ve serbest yaşayan larvalar or­taya çıkar. Toprakta aylarca canlı kala­bilen larvalar insan vücuduna deri ve mukozaları delerek girer. Giriş yolu ço­ğu kez ayak parmaklan arasındaki deri­dir. Kan dolaşımıyla akciğerlere, bura­dan da soluk borusu, yutak ve yemek borusu yoluyla mide ve bağırsağa ge­çer, iki ayda erişkin biçimlerini alırlar. Deriyi delerken şiddetli kaşıntılara ve alerjik tepkilere, akciğerlerden geçer­ken öksürük ve kanlı balgama yol aça­bilirler.

İncebağırsakta dişsi yapılarıyla mukozayı kanatarak beslenirler. Tek . asalak günde 0,15 cm3 kan kaybına ne­den olabilir. Bu hastalarda bitkinlik ve kalp yetmezliği, çocuklarda gelişme bo­zuklukları görülebilir. Dışkıda asalak yumurtalarının görülmesiyle tanı konur.

Tenya Nedir, Bağırsak Tenyası, Tenya Hastalığı

Halk arasında "şerit" adıyla da tanınan sığır tenyası (Taenia saginata) Türki­ye'de en sık rastlanan tenya türüdür. Yassısolucanlar (Platyhelminthes) gru­bunda yer alan bu asalağın yakın akra­bası olan domuz tenyası (T. solium) ise domuz eti yenmesine karşı dinsel bir engel bulunmayan Hıristiyan Batı ülke­lerinde daha sık görülür. Her iki asalak da insan bağırsağına yerleşerek aynı hastalığa yol açar.

Sığır tenyasının 2 mm çapında olan baş bölümünde 4 vantuz vardır. Birkaç milimetre uzunluğunda olan boyundan gövdeyi oluşturan şeritler gelişir. Bölüt ya da proglotit adlarıyla da tanınan bu art arda dizili şeritlerin her biri hem er­kek hem de dişi üreme organlarını içe­ren üreme birimleridir. Eşeysel gelişim tamamlanınca, şeridin dişi üreme orga­nınca üretilen yumurtalar hemen erkek eşey hücreleri tarafından döllenir. Bu asalakların ortalama uzunluğu yaklaşık 3 m'dir. Ama sığır tenyası 12 m'ye ula­şabilir. Tenyalar ağzı ve sindirim sis­temi yoktur. Besinleri dış yüzeylerin­den emilme yoluyla alırlar. 18 yıl süre­bilen yaşamları boyunca milyonlarca yumurta üretirler. Yumurtayla dolu şe­ritler her gün dışkıyla atılır. Bunların parçalanmasıyla serbest kalan embriyonlu yumurtalar dış ortamda 2 ay ka­dar yaşayabilir. Tenya yumurtalarının bulaştığı besinleri yiyen ya da suları içen sığırların bağırsaklarında onkosfer denen embriyonlar yumurtadan çıkarak bağırsak duvarına yapışır. Daha sonra bağırsak duvarından kana geçer ve do­laşım yoluyla ulaştıkları kasdokusunda başlıkeseciğe dönüşürler. Başlıkesecik erişkin evredeki asalağın baş ve boynu­na denk düşen ön bülümünün sıvı dolu bir keseye gömülmüş biçimidir. Yenen sığır etiyle insanların sindirim sistemi­ne giren bu kesedeki asalak eldiven gi­bi ters yüz olarak dışarı çıkar ve bağır­sağa yapışır. Boyun bölümünden oluş­maya başlayan şeritler üç ayda yumur­tayla dolarak gövdeden kopmaya baş­lar.

Tenya Belirtileri; Tenya insanda açık bir belirti ver­meden bulunabilir. Hafif karın ağrılan, birbirini izleyen ishal ve kabızlık görü­lebilir. Özellikle çocuklarda sindirim bozukluğu, bulantı, kusma, asalağın alı­nan besinlere ortak olması sonucu yorgunluk ve zayıflama gibi belirtiler orta­ya çıkar. Öbür belirtiler arasında baş ağrısı, uykusuzluk, terleme ve baş dönme­si sayılabilir. Dışkıda şeritlerin görülmesiyle ve ender olarak da parçalanmış şeritlerden çıkan yumurtaların mikros­kop altında saptanmasıyla tanı konur.

Giardia Nedir, Giardia Paraziti Tedavisi

Giardialar kamçılı tekhücreliler grubu­nun aynı adlı cinsinde sınıflandırılan bağırsak asalaklarıdır. Kamçılı ve kist oluşturmuş biçimleri vardır. Ancak mikroskop altında görülebilirler. Oniki-parmak bağırsağındaki epitel hücreleri­ne tutunur, ikiye bölünerek çoğalırlar. Kamçılı biçimde bağırsak içeriğine ka­rışan giardialar kist biçimine (Giardia Kistleri) dönüşerek dışkıyla atılır. Sindirim yoluyla alınan kistler onikiparmakbağırsağında açılır ve gene bölünerek çoğalmaya başlar. Bulaşma genellikle içilen sularla gerçekleşir. Giardialar bağırsakta aşın üre­yerek yağ ve yağda eriyen vitaminlerin emilimini azaltır. Özellikle çocuklarda ishal, yağlı ve mukuslu dışkı, kann ağ-rısı, iştahsızlık, halsizlik ve kilo kaybı görülebilir. Tanı dışkı örneklerinin mik­roskop altında incelenip giardia kistleri­nin görülmesiyle konur. Kamçılı biçim­lerine daha çok sulu dışkıda rastlanır.

Amip Hastalığı, Amip Nedir, Hakkında Bilgi

Amip de tekhücreli bir bağırsak asala­ğıdır. Sitoplazma uzantıları olan yalancı ayaklan sayesinde hareket edebilen ya da kistle sanlı iki biçimi vardır. Amipler geniş bir grup oluşturur. Ama içlerinden yalnız Entamoeba histolytica adlı türün insan bağırsağında hastalığa yol açtığı bilinmektedir. Bu amip insa­na, kist biçiminde ağızdan alınmasıyla bulaşır. İkiye bölünerek çoğalır. Hiçbir belirti vermeyebilir. Ama bazen akut amipli dizanteriye kadar varan ağır has­talıklara neden olur. Kalınbağırsak duvarında mukozanın epitel hücreleri ara­sına yalancı ayaklarını sokarak bu hüc­relerin yıkıma uğramasına ve ülserler oluşmasına yol açar. Kan dolaşımı yo­luyla başta karaciğer olmak üzere çeşit­li organlarda apseler oluşturabilir. Şid­detli karın ağrısı ve kanlı ishal, verdiği tipik belirtilerdir. Tanı dışkıda amiple­rin saptanmasıyla konur.

Korunma Yolları

Günümüzde bağırsak asalağı hastalıklarının tedavi edilmesi bir sorun olmaktan çıkmıştır. Bu hastalık etkenleri geliştiri­len ilaçlarla insan vücudunda kesin bi­çimde yok edilebilmektedir. Asıl sorun bağırsak asalağı hastalıklarından korun­maktır. Çünkü birçok hastalık olgusu uzun süre belirti vermez. Belirtiler orta­ya çıkana değin binlerce ya da milyon­larca üreyerek çevreye dağılan asalağın bulaşma olasılığı yükselir. Sorunun kök­ten çözümünde insan dışkısının kanali­zasyon ve arıtma sistemlerinden geçiri­lerek dış ortama bırakılması, kırsal ke­simde insan dışkısının gübre amacıyla kullanılmaması ve bireysel temizlik alış­kanlıklarının bütün toplumca benimsen­mesi büyük önem taşımaktadır.

Hiv Enfeksiyonu Kaposi Sarkomu Nedir Lenfoma

HIV Enfeksiyonuyla İlgili Tümörler

• Kaposi sarkomu nedir - Kaposi sarkumu AİDS'in sık görülen bir belirti­sidir ve hastalığın başladığını gösterir. 1872'de tanımlanan bu tümör deri, mukoza ve iç organların yüzeyinde yeni kan damarlarının oluş­masıyla ortaya çıkar. İlk evrelerinde pembemsi ya da kırmızı-mor renkli leke ya da yumrular vardır.
AIDS'li hastalarda Kaposi sarkomu bazı tipik özellikler taşır:
- Bilinmeyen bir nedenle erkek eşcinsellerde çok sık, kadınlarda ise seyrek görülür.
- Deri lezyonlan genellikle birden fazladır ve yalnız bacaklarda değil, kafada (burun ve kulak kökünde), boyunda, gövdede ve kollarda da görülür.

- Hızla ilerleyerek mukoza, lenf düğümleri ve solunum-sindirim siste­mi başta olmak üzere iç organlara da yayılır; mukoza lezyonlan en çok ağız boşluğunda, özellikle bademcikler, damak ve dişetlerinde gö­rülür. Leke biçimindeki lezyonlar pembemsi, mor, bazen de eflatun renkte olabilir.
- Kötü gidişlidir. Kötüleşme tümörün iç organlara yayılmasından çok fırsatçı enfeksiyonların eklenmesinden kaynaklanır. Tedavi çok güç­tür, çünkü bilinen tedavi yöntemleri bağışıklık sisteminin daha da za­yıflamasına ve fırsatçı enfeksiyonlara daha da elverişli bir ortamın doğmasına yol açar.

• Lenfom, Lenfomlar - HIV enfeksiyonlu hastalarda lenfom türü kötü huylu tümörler sık görülür. Lenfom genellikle lenf düğümleri dışında mer­kez sinir sistemi, kemik iliği, sindirim sistemi ve deri gibi organ ve dokulara yerleşir. İlaç tedavisine (kemoterapi) genellikle olumsuz ya­nıt verir ve birkaç ay içinde ölümle sonuçlanır.

Aids Hastaligi Sik Sorulan Sorular Nelerdir

Aids Hakkında Sık Sorulan Sorular

AİDS yalnızca eşcinsellere ve uyuşturucu kullananlara özgü bir hastalık mıdır?


Hayır. HIV virüsü karşı cinsle normal ilişki kuran kişilere de bulaşabi­lir. Batı toplumlarında hastalık daha çok eşcinseller ve her iki cinsle de ilişki kuran erkekler arasında yaygındır. Ama Afrika'nın orta, doğu ve güney bölgeleriyle Antiller'de virüs çoğunlukla karşı cinsle ilişki yoluyla bulaşmaktadır. İstatistikler önümüzdeki yıllarda karşı cinsle ilişkinin başlıca bulaşma yolu olacağına ilişkin işaretler vermektedir.

Cinsel ilişki kurulan eşin enfeksiyonu taşımadığından nasıl emin olunur?


Kesin anlamda olunamaz. Uzmanlar son on yıl boyunca hem kendisi, hem de eşi tekeşli cinsel yaşam sürdürmüş kişilerin bu konuda rahat olabileceği görüşündedirler. Kan testlerinin olumsuz sonuç vermesi kesine yakın ölçüde güvenilir bir göstergedir, ama enfeksiyonu taşıdı­ğı halde henüz kanında antikorların bulunmadığı kişilerin kan testleri­nin de olumsuz sonuç verebileceği unutulmamalıdır.

Cinsel ilişkide prezervatif virüse karşı yeterli koruma sağlar mı?


Cinsel ilişkide en kesin korunma güvenli eştir. Bu koşulun gerçekleş­mediği durumlarda kaim tip ya da çift prezervatif yeterli koruma sağ­layabilir. Ama gene de kesin bir koruma söz konusu değildir. Prezer­vatif kullanımının bulaşma olasılığım onda bire indirdiği söylenebilir.

Virüs kulak deldirme sırasında bulaşabilir mi?


Bulaşabilir. Bugüne değin virüsün bu yolla bulaştığı bildirilmiş bir ol­gu yoktur. Ama kulak deldirme, akupunktur, dövme gibi işlemlerde mutlaka steril iğne kullanılmalıdır.

Aids Hastaligi Nasil Bulasir Cinsel Temasla

Aids Hastalığı Nasıl Bulaşır? Aids Hastalığı Hakkında Bilgi
Cinsel Temasla ve Diğer Yollarla Bulaşan Hastalıklar

AİDS'in olası bulaşma yolları virüsün bulunmasından önce de biliniyordu. Ama virüsün bulunması ve kan testleri­nin kullanılmasından sonra bu konuda daha kesin bilgiler elde edildi. AİDS, virüslü kan ve kan ürünlerinin verilme­si, kan testleri olumlu sonuç veren kişi­lerle cinsel ilişki ve anne adayının ge­beliği sırasında virüsü taşıması duru­munda kesin olarak bulaşır. Hastalık belirtisi vermeden bu virüsü taşıyan herkesin enfeksiyonu bulaştırabileceği de unutulmamalıdır.

Şimdi bu bulaşma yollarını daha ay­rıntılı inceleyelim:

• Kan yoluyla bulaşma - 1980lerin or­talarına gelindiğinde Batı'da kan ya da kan ürünleri (plazma vb) nakli yapılan hastalar arasında çok sayıda bulaşma saptanmıştı. Özellikle sık sık pıhtılaşma faktörleri nakli yaptırmak zorunda olan hemofili hastalarına virüs bu yolla bula­şıyordu.

1985'ten sonra denetimler sıklaştırılarak virüs taşıyan kanların kan banka­larında elenmesi, kan ürünlerinin ısıyla işlenmesi, kan vericilerinin yüksek risk gruplarından olmamasına özen göste­rilmesi gibi önlemler alındı. Böylece kan nakli yoluyla bulaşma en aza indi­rildi. Günümüzde gelişmiş ülkelerde pıhtılaşma faktörleriyle bulaşma oranı çok düşüktür. Ender görülen örnekleri de vericinin kısa süre önce enfeksiyo­nu alıp virüse karşı henüz antikor ge­liştirmeden bağışta bulunmasıyla açık­lanabilir.

Kan yoluyla bulaşma damardan uyuşturucu kullananlar arasında çok yaygındır. Uyuşturucu bağımlılarının aynı şırıngayı birçok kez ve ortaklaşa kullanmaları virüsün kan yoluyla bulaş­masına yol açar.


Uyuşturucu bağımlılarının daha kü­çük, ama gene de önemli bir bölümünde virüs cinsel ilişkiyle bulaşır; bu grupta olguların yaklaşık yüzde 30'u virüsün cinsel ilişkiyle bulaşmasına bağlıdır.
Uyuşturucu bağımlıları arasında kan ve cinsel ilişki yoluyla virüs yayılması daha önce de gözlenmiştir. Bu kişilerde B tipi hepatit virüsünün aynı yoldan bu­laştığı bilinmektedir. Hatta B tipi hepa­tit son 20 yılda uyuşturucu bağımlıları­nın yüzde 90'ında görülen bir hastalık olmuştur.
Uyuşturucu bağımlılarının ortak şı­rınga kullanma alışkanlığı, endokardit (kalp iç zarı iltihabı) gibi ağır bulaşıcı hastalıklara da yol açabilir.

Kullanılmış bir şırıngada yaklaşık 34 mikrolitte kan kalmaktadır. Bu mik­tar, şırıngayı damarına sokan bir sonra­ki uyuşturucu bağımlısına HIV ve baş­ka hastalık etkenlerini bulaştırmaya ye­terlidir. Yalnız şırınga iğnesinin ucuna bulaşmış olabilecek kan miktarı ise şı­rıngada kalanın yüzde l'i kadardır. Bu nedenle iğne ucunun bir kez yanlışlıkla batması sonucu bulaşma çok ender gö­rülür. Halka açık yerlere atılmış iğnele­rin yanlışlıkla batması sonucu HIV bu­laşan hiçbir olgu bildirilmemiştir.

• Cinsel ilişkiyle bulaşma - Virüs aynı ya da karşı cinsle yapılan her türlü (anüsten, dölyolundan ya da ağızdan) cinsel ilişki sırasında bir eşten öbürüne bulaşabilir. Virüsün bu yolla alınıp alınmadığını saptamak için eşlerin cin­sel yaşamöyküsü dikkatle incelenmelidir. Bu saptamada dikkat edilmesi gere­ken çeşitli öğeler şunlardır:

Eş seçimi: Seçilen eşin kanında vi­rüs bulunma olasılığı açısından önemli­dir. Uyuşturucu bağımlılarının, her iki cinsle ilişkide bulunanların ve eşcinsel­lerin virüsü taşıma olasılığı daha yük­sektir. Ama istatistikler bu durumun hızla değişmekte olduğunu ve karşı cinsle ilişkinin başlıca bulaşma yolu olacağını göstermektedir.

Eş sayısı: Cinsel yaşamda değiştiri­len eş sayısı arttıkça, virüs taşıyıcı bir eşle birleşme olasılığı da artacaktır.


Cinsel ilişkinin türü ve sıklığı: Ka­nında virüsü taşıyan bir eşle kurulan cinsel ilişkide ilişkinin sıklığı bulaşma tehlikesini artırır. Ayrıca özellikle anüs yoluyla edilgen ilişkide virüsün bulaş­ma oranı daha yüksektir.

Prezervatif kullanımı: Virüs taşıyıcı bir eşle yaşanan cinsel ilişkide bulaşma olasılığını 10 kez azaltır.
Cinsel organlarda iltihaplı hastalık ya da yaraların varlığı: Yara ve hastalıklar virüsün bulaşmasını kolaylaştırıcı bir ortam oluşturur. Virüs taşıyıcı bir eşle dölyolundan bir kez cinsel ilişki so­nucunda virüsün bulaşma olasılığı 100'de 1 ile 500'de 1 arasında tahmin edilmektedir. Yukarıda söz edilen ko­şulların bir araya gelmesi bulaşma tehli­kesini kat kat artırır. Örneğin kişinin uyuşturucu bağımlısı bir eş seçtiğim ve prezervatif kullanmadan dölyolu ilişki­sine girdiğini varsayalım. Bu bölgedeki uyuşturucu* bağımlıları arasında virüs taşıyıcılığı oranı da yüzde 30 olsun. Bu durumda kişinin virüs taşıyan bir eşe rastlama olasılığı yaklaşık 3'te l'dir ve bir kez ilişkide bulunmak bile 300'de 1 ile 1.500'de 1 arasında bir olasılıkla ki­şinin virüsü almasıyla sonuçlanacaktır. Cinsel organlarda yaraların bulunması ise bu olasılığın çok yükselmesine yol açar.

• Gebelik sırasında anneden çocuğa (dikey) bulaşma - Kanında virüs taşı­yan annelerin doğurduğu bütün bebek­lerde HlV'e karşı antikorlar bulunduğu bilinmektedir. Ama antikorlar anneden bebeğe edilgen biçimde geçebildiğin-den bebeklerin hepsinde enfeksiyon gö­rülmeyebilir. Dikey bulaşma olguların yüzde 30'u kadarında söz konusudur.

AİDS virüsüne, virüs taşıyıcı anne­lerin sütünde de rastlanmıştır. Doğum­dan kısa bir süre sonra virüsü alan anne­lerin enfeksiyonu bebeklerine süt yo­luyla bulaştırdığı olgular da bildirilmiş­tir.

Henüz kanıtlanmamış bulaşma yolları - Bilim adamları varsayılan, ama henüz kanıtlanmamış HIV bulaş­ma yolları üzerinde yoğun çalışmalar yapmaktadırlar. Aile, okul, işyeri, has­tane gibi ortamlarda virüs taşıyıcı in­san sayısının gittikçe artması, ayrıca virüsün kan dışındaki vücut sıvılarında da bulunduğunun saptanması, bilinen­lerin dışındaki bulaşma yollarının da dikkatle araştırılmasını gerektirmekte­dir.

Birçok araştırma HlV'in ter, tükü­rük, gözyaşı, idrar gibi vücut sıvılarıyla bulaşmadığını göstermektedir. Bu ne­denle kan ya da cinsel ilişki yoluyla bu­laşmanın dışta tutulduğu aile, okul ya da işyeri gibi ortamlarda virüs taşıyıcı kişilerin virüsü bulaştırma tehlikesi yoktur. Tuvalet, havlu, elbezi gibi yer ve eşyaların ortak kullanımı tehlike yaratmaz. Virüs sivrisinek gibi böcek sok-malanyla da geçmemektedir.
Şimdi bu sonuçlan veren araştırma­ları daha ayrıntılı inceleyelim:

Tükürükle bulaşma olasılığı: Vi­rüsün tükürükte görülme oranı kanda görülme oranından çok düşük olmakla birlikte, taşıyıcıların tükürüğünden de virüs ayrıştırılmıştır. Öte yandan çok az tükürük, vücut dışı ortamda AİDS virü­sünün üremesini önlemektedir.

Bir varsayıma göre tükürükle bulaş­ma büyük miktarlarda kanın tükürüğe karışmasıyla gerçekleşebilir. Bu yönde­ki araştırmalar özellikle kanında virüs taşıyan kişilerin ısırdığı ya da hastane ortamında tükürükle ilişkisi olanlar üzerinde yürütülmektedir. 1986'da bil­dirilen bir çocuk hastanın enfeksiyonu ısırma yoluyla almış olabileceği üzerin­de durulmuş, ama bu hastanın geçmi­şiyle ilgili bilgilerin yeterli olmaması nedeniyle kesin sonuca varılamamıştır.

AIDS'li hastalar tarafından ısırıldıktan sonra uzun süre izlenen sekiz sağlık görevlisi ve sekiz çocukta virüs saptan­mamıştır. HIV'li hastaların tükürüğüyle ilişkisi olan sağlık görevlilerinin hiçbiri virüsü almamış, ağız yoluyla HIV'li hastalara yapay solunum yaptıran iki görevlide de bulaşma görülmemiştir.

Gözyaşıyla bulaşma: HIV kanında virüs bulunan kişilerin gözyaşından çok ender olarak elde edilmiştir. Bugüne değin gözyaşı ya da kontak lens yoluyla bulaşma bildirilmemiştir, ama muayene ya da lens denemeleri sırasında virüsün bulaşma olasılığı üzerinde durulmakta­dır.

İdrarla bulaşma: HlV'in idrardan elde edilme sıklığı da çok düşüktür. Hastaların idrarıyla ilgili işlemler ya­pan sağlık personeli arasında bu yolla bulaştığı bilinen herhangi bir olguya rastlanmamıştır.