Çocuklarda Fobi Tedavisi
Çocuklardan bahsedecek olursak?
Bazı durumlarda çocuklarda da sıkıntı azaltıcı ilaçlar kullanılabilmektedir, ancak genellikle uzun süre verilmesi gerekmemektedir. Çocukla iletişim çok önemlidir tedavide. Çocuklar sorunları doğrudan anlatamasa da birlikte oyun oynama, resim çizdirme gibi araçlar yolu ile sıkıntılarının nedenlerini öğrenmek mümkündür.
Aile ve çocukla birlikte görüşme yapmak çoğu zaman geniş bilgi sağlar. Ancak, çocuğun dışında kalan ama onu etkileyen birçok konu olabileceğinden, anne ve baba ve gerekirse diğer aile üyeleri ile ayrıca da görüşmeler yapılır. Çocukların tedavisinde belirti üzerinde çok durulmaması fakat arkasında yatan etkenlere dikkatin yöneltilmesi, tedavi süresini kısaltacak ve başarı oranını yükseltecektir. Ancak pek çok ruhsal problem özellikle ergenlik çağı sonrasında tedavisi daha güç ve zahmetli hale gelir. Bu nedenle erken müdahalenin yararlan çoktur. Toplumumuzda bu yönde artan bir bilinç gözlenmektedir.
Gevşeme egzersizleri yararlı olur mu? Gevşeme egzersizleri yararlıdır. Yalnız fobilerde değil her türlü gerginlik ve anksiyete hallerinde kullanılabilir. Çünkü anksiyete, genellikle kas gerginliğine yol açmakta ve bu da ağrılar ve uykuya dalmakta güçlük yaratmaktadır. Gevşeme egzersizleri şu şekilde yapılmaktadır. Kişi önce bir kas grubunu seçmekte ve onu kasmaktadır. Daha sonra bunu gevşeterek aradaki farkı hissetmekte ve sonra aynısını tekrar tekrar yapmaktadır. Daha sonra aynısını başka kas grupları ile de yapmaktadır. Bu şekilde bütün vücudunu kasıp gevşeterek aradaki farkı tanımaktadır. Bu çalışmayı 5-15 dakika içersinde gün içersinde yapmak mümkündür. Önce kol ve bacaklarla başlanmakta ve sonra da kafa ve ense kasları ile devam edilmektedir. Bu çalışmayı bir terapistin öğretmesi mümkün olduğu gibi kişiye yardımcı olan ses kasetleri de bulunmaktadır. Ancak gevşeme egzersizleri tek başına duyarsızlaştırma tedavisinin yerini tutmaz. Ancak duyarsızlaştırma tedavisi ile kombine etmek mümkündür.
Tedavi edilemeyen fobiler var mıdır?
Çoğu fobik insan çok kısa zamanda tedavi edilmeyi beklemektedir. Bu nedenle birkaç kez terapiye gittikten sonra doktorunun kendisini tedavi edemeyeceğine inanır ve tedavisini yarım bırakıp bir başka doktora gider. Birkaç kez ona da gider ve yine bırakabilir. Başka kişilere de gidip tedavisi bitmeyince artık kendisinin tedavi edilemeyeceğine inanmaya başlar. Bu tarz kişilerin tedavisi çoğu zaman uzar. Bazı kişiler ise bunun için bir doktora gitmekten utanır, bazıları ise kendince geçici önlemler alır ve fobik davranışının ortaya çıkma ihtimalini azaltarak kontrol etmeye çalışır. Fakat bu vakalar bir dönem sonra tedaviye dirençli bir hale dönüşebilir. Öte yandan psikiyatride her hastalığın dirençli olanına rastlanır. Bununla kastedilen normal standart tedaviler uygulanıldığı halde beklenilen iyi sonucun bir türlü alınamamasıdır. Dirençli depresyon ya da dirençli obsesyon gibi dirençli fobiler de vardır. Bir psikiyatrik rahatsızlığı dirençli kılan en büyük etken stres etkenlerinin devam ediyor olmasıdır. Kişi bir yandan aile bireyleri ile problemli bir ilişki içindeyse ya da iş hayatında çözümsüz sorunlar içersinde bulunuyorsa kolay kolay sıkıntısı yatışmayacağından fobilerinden de kurtulmakta güçlük çekebilir. Böyle bir durumda tabloyu dirençli hale getiren etkenler üzerinde de çalışmak ve konuşmak gerekecektir. Fobi tedavisinin yanı sıra genel olarak psikoterapiden yararlanmak gerekir böyle durumlarda. Dirence neden olan etkenlerden biri de "sekonder kazanç" olarak bilinir. Bu ise kişinin psikiyatrik rahatsızlığı nedeniyle bazı kazanımları olmasıdır. Örneğin agorafobisi olan bir ev kadınının belki iş hayatını düşünebilecekken, bu şekilde daha rahat etmesi gibi. Bu tür sekonder kazançların fark edilmesi ve kişiyle konuşulması önemlidir. Çünkü pek çok sekonder kazanç aslında uzun vadede bir kazanç değildir kısa vadede kişiyi rahatlatsa bile. Kişiye uzun vadede gördüğü zararlar fark ettirilebilirse bu tutumundan vazgeçecektir. Sekonder kazancı olan kişiye de bu tutumundan dolayı öfkelenmemelidir, çünkü onun da bir şeyleri fark etmeye ihtiyacı vardır.
Tedaviden sonra hayat Fobilerinden kurtulan insanlarda ne gibi değişiklikler oluyor?
Her türlü nevroz, ister fobi olsun ister başka bir türde bir sorun olsun, kişinin belirli bir ruhsal durumda takılı kalması, donması, statükoyu sürdürmesi anlamına gelir. Çoğu zaman kişi zaten değişiklikten korkar, içinde bulunduğu durumu şikayetçi de olsa sürdürmek ister. O nedenle tedaviye gelen hastalarımız daima ikirciklidir. Tedaviyi hem sürdürmek hem de bırakmak isterler. Biz de sürdürmeleri yönünde motive etmeye çalışırız. Fobi ya da benzeri bir semptom kişinin ruhsal dünyasında kapladığı yerle çoğu zaman yeni düşünce ve duyguların önünü kapatır. İşte ister ilaç tedavisi, ister psikoterapi ile olsun, fobi yani şikayet konusu belirtiyi düzeltmenin, gidermenin bir yolu bulunduğunda kişi de kendisini yeniden farklı bir konumda bulur. Daha önce hissetmediği duyguları hisseder, görmediklerini görür, düşünmediklerini düşünür. Bu da onu değişime açık hale getirir. Bu nedenle fobileri olanlarda da şikayetlerinin düzelmesini takip eden günlerde kişinin o zamana kadar ertelediği bazı kararları aldığına, yapmadığı ama yapması gereken birtakım müdahaleleri yaptığına, tepkileri verdiğine tanık oluruz. Bu da kişinin tedavide esas kazancıdır.
Sosyal Fobi İlaclari
Sosyal Fobi İlaçla tedavi, Fobi İlaçları
Fobi tedavisinde kullanılan psikiyatrik ilaçların bulunmasında neler rol oynamıştır?
Fobi tedavisinde antidepresan ilaçlar kullanılır. Anti-depresan ilaçların bulunması birçok keşif gibi tesadüfen olmuştur. Tüberküloz hastalarında depresyon sık görülmektedir. Özellikle eski yıllarda modern tedavilerin daha az etkili olduğu ve tüberkülozun hele ki, sosyoekonomik durumu zayıf kişilerde yaygın görüldüğü dönemlerde bu hastalarda depresyon çok sıktı. Tüberkülozun tedavisi için kullanılan trisiklik özellikli bir maddenin, hastalarda psikolojik açıdan bir rahatlama yaptığının görülmesi ile bu ilacın antidepresan özellikleri olduğu düşünülmüş ve sonra ilk trisiklik ilaçlar 1950'li yıllarda üretilmiştir. Şimdi bu grup ilaçlar çok az kullanılmakta, yerini yan etkileri azaltılmış çoğu serotonerjik özellikli yeni nesil antidepresan ilaçlar almıştır. Ancak trisiklik antidepresanların bazıları da fobi tedavisinde başarı ile kullanılmakta idi.
Günümüzde fobi tedavisinde kullanılan antidepresan ilaçların yan etkileri var mıdır?
Günümüzde serotonerjik ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar kullanıldıkları ilk günlerde baş ağrısı ve mide bulantısı yapabilirler. Çok sık rastlanmamakla birlikte uyku verici bir etki bazen de gece uygu kaçırma şeklinde yan etkileri olabilir. Ancak genellikle bu yan etkiler birkaç gün içersinde kaybolmaktadır. Hatta kimi zaman hafif yan etkiler olması, ilacın istenilen doza geldiğinin ve etkili olmaya başladığının bir işareti olabilir. Ancak bu yan etkiler rahatsızlık verici düzeyde ise ve azalmıyorsa ilacı değiştirmek gerekir. Çünkü günümüzde birçok alternatif ilaç bulunmaktadır. İlaç tedavisi görmek ille de birtakım yan etkilere tahammül etmek zorunluluğu anlamına gelmemektedir.
Sosyal Fobi İlaç
Bu ilaçlar aynı zamanda cinsel sorunlara neden olur mu?
Serotonerjik antidepresanların bir yan etkisi de cinsel ilişki sırasında erkeklerde boşalmayı geciktirmesidir. Her kullananda bu etki çıkmayabilir. Bazı durumlarda şikayet konusu olabilir. Doz ayarı ile bu problem aşılır. Bazen de bir başka serotonerjik antidepresana geçmekle bu yan etki kaybolur. Bu, sadece ilacın kullanıldığı sürede ortaya çıkmakta olup kalıcı bir durum değildir. Serotonerjik ilaçlar alışkanlık ya da bağımlılık yapmamaktadırlar. Ancak yine de bazı kişilerde ilacı kesme döneminde bir iki hafta kadar mide bulantısı ve yorgunluk gibi belirtiler olabilir. Serotonerjik antidepresanlar kalp hastalıkları bakımından da oldukça güvenlidir ve ileri yaşlarda da kullanılabilir. Ancak ilacın kesilmesi ile fobi yakınmasının yeniden başlaması olasılığı vardır. Bunu önlemek için ilaç tedavisinin sürdüğü dönemde psikoterapi ile tedavinin desteklenmesi yerinde olur. Psikoterapinin etkisi daha kalıcıdır. Ancak ilaç ve psi-koterapinin birlikte uygulanmasında bir sakınca yoktur. Tersine, tedavinin etkinliğini artırdığı sanılmaktadır.
Sosyal Fobi İçin İlaç
İlaçlar hangi sürede etkili olmaktadır?
İlaç tedavisinin bir özelliği de olumlu sonuçların ancak bir süre düzenli kullanımdan sonra ortaya çıkmasıdır. Bu süre üç haftadan az değildir. Bazen iki aya kadar uzar. Ancak genellikle ilk bir ayda önemli ölçüde düzelme elde edilir. Bir ay sonunda hiçbir şey değişmemişse ilaç değişikliği yapmak gerekli olabilir. Hiçbir sonuç elde edilmediği halde aynı ilaçta aylarca ısrar edilmesinin bir mantığı yoktur. İlaç tedavisinin bir özelliği de kişiyi bir süre için dış stres etkenlerine karşı koruma altına almasıdır. Bu her zaman gerekli bir şey olmasa da iyileşme döneminde kişinin buna ihtiyacı vardır. Ancak daha iyi olduğu dönemde kişinin zaten dış stres verici olaylara dayanıklılığı artacaktır.
Elektroşok tedavisi fobiye iyi gelir mi?
Elektroşok tedavisinin fobide yeri yoktur. Yararlı olmaz. Günümüzde fobi tedavisinin uluslararası tek standardı ilaç ve psikoterapidir. Elektroşok tedavisinin en çok kullanıldığı yerler şizofreni ve depresyondur. Bunun dışında kullanımı oldukça nadirdir. Ancak uygun kullanıldığı durumlarda yan etkisi olmayan ve etkili bir tedavi olduğuna kuşku yoktur.
Fobi hastaları tıbbın başka dallarına başvurur mu?
Bu sıkça görülür. Baş dönmesi ve mide bulantısı nedeniyle KBB uzmanına ya da gastroenterologa, kalp çarpıntısı nedeni ile kardiyologa, nefes darlığı nedeni ile solunum hastalıkları uzmanına başvuru sık görülür. "Sinir" ile ilişkisi olduğu düşünülüp nöroloji uzmanına başvuranlar da görülmekle birlikte gündelik dildeki kullanımı ile psikiyatrik hastalıklardaki "sinir" daha çok öfke ve sıkıntı anlamında iken nörolojideki "sinirin" bununla hiçbir ilgisi yoktur. Fobiler nörolojik kökenli değildir.
Tersine niyetlendirme nedir? Böyle bir tedavi var mıdır?
Tersine niyetlendirme (paradox intention) bir davranış tedavisi yöntemidir. Uygun görülen vakalarda yararlı olduğu görülmüştür. Buradaki yaklaşım kişiyi korktuğu duruma yavaş yavaş alıştırmaktan çok, onunla birden yüzleşmesini sağlamaktır, ama bunu yaparken kişinin tam da korktuğu durumu istemesi beklenmektedir. Örneğin sokağa çıkınca bir kriz geçirip öleceğinden korkan bir kişiden sokağa "ölmek üzere" çıkması istenecektir. Kendisinin ölmüş halini düşünmesi, buna kendini hazırlaması gerekecektir. Tamamen zihinde yaşanan bu durumun farkı, kişinin korktuğu şeyi kendi kontrolü altında bir durum olarak düşünmesinin sağlanmasıdır. Örneğin burada ölüm beklenmedik bir zamanda gelen kontrol dışı bir şey olmaktan çıkıp "niyetlenilen" bir şeye dönüşmektedir. Gerçekten de her türlü fobide insanı en çok rahatlatan şey korktuğu şeyin kendi kontrolü altına girdiğini bilmesidir. Örneğin depreme karşı korku geliştirenlerde bu korkuyu yaşamalarını ama kendi kontrolü altına almalarını sağlayan bir "kumandalı deprem odası" egzersizi birçok kişinin bu korkuyu yenmesini sağlayabilmiştir.
Fobi tedavisinde kullanılan psikiyatrik ilaçların bulunmasında neler rol oynamıştır?
Fobi tedavisinde antidepresan ilaçlar kullanılır. Anti-depresan ilaçların bulunması birçok keşif gibi tesadüfen olmuştur. Tüberküloz hastalarında depresyon sık görülmektedir. Özellikle eski yıllarda modern tedavilerin daha az etkili olduğu ve tüberkülozun hele ki, sosyoekonomik durumu zayıf kişilerde yaygın görüldüğü dönemlerde bu hastalarda depresyon çok sıktı. Tüberkülozun tedavisi için kullanılan trisiklik özellikli bir maddenin, hastalarda psikolojik açıdan bir rahatlama yaptığının görülmesi ile bu ilacın antidepresan özellikleri olduğu düşünülmüş ve sonra ilk trisiklik ilaçlar 1950'li yıllarda üretilmiştir. Şimdi bu grup ilaçlar çok az kullanılmakta, yerini yan etkileri azaltılmış çoğu serotonerjik özellikli yeni nesil antidepresan ilaçlar almıştır. Ancak trisiklik antidepresanların bazıları da fobi tedavisinde başarı ile kullanılmakta idi.
Günümüzde fobi tedavisinde kullanılan antidepresan ilaçların yan etkileri var mıdır?
Günümüzde serotonerjik ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar kullanıldıkları ilk günlerde baş ağrısı ve mide bulantısı yapabilirler. Çok sık rastlanmamakla birlikte uyku verici bir etki bazen de gece uygu kaçırma şeklinde yan etkileri olabilir. Ancak genellikle bu yan etkiler birkaç gün içersinde kaybolmaktadır. Hatta kimi zaman hafif yan etkiler olması, ilacın istenilen doza geldiğinin ve etkili olmaya başladığının bir işareti olabilir. Ancak bu yan etkiler rahatsızlık verici düzeyde ise ve azalmıyorsa ilacı değiştirmek gerekir. Çünkü günümüzde birçok alternatif ilaç bulunmaktadır. İlaç tedavisi görmek ille de birtakım yan etkilere tahammül etmek zorunluluğu anlamına gelmemektedir.
Sosyal Fobi İlaç
Bu ilaçlar aynı zamanda cinsel sorunlara neden olur mu?
Serotonerjik antidepresanların bir yan etkisi de cinsel ilişki sırasında erkeklerde boşalmayı geciktirmesidir. Her kullananda bu etki çıkmayabilir. Bazı durumlarda şikayet konusu olabilir. Doz ayarı ile bu problem aşılır. Bazen de bir başka serotonerjik antidepresana geçmekle bu yan etki kaybolur. Bu, sadece ilacın kullanıldığı sürede ortaya çıkmakta olup kalıcı bir durum değildir. Serotonerjik ilaçlar alışkanlık ya da bağımlılık yapmamaktadırlar. Ancak yine de bazı kişilerde ilacı kesme döneminde bir iki hafta kadar mide bulantısı ve yorgunluk gibi belirtiler olabilir. Serotonerjik antidepresanlar kalp hastalıkları bakımından da oldukça güvenlidir ve ileri yaşlarda da kullanılabilir. Ancak ilacın kesilmesi ile fobi yakınmasının yeniden başlaması olasılığı vardır. Bunu önlemek için ilaç tedavisinin sürdüğü dönemde psikoterapi ile tedavinin desteklenmesi yerinde olur. Psikoterapinin etkisi daha kalıcıdır. Ancak ilaç ve psi-koterapinin birlikte uygulanmasında bir sakınca yoktur. Tersine, tedavinin etkinliğini artırdığı sanılmaktadır.
Sosyal Fobi İçin İlaç
İlaçlar hangi sürede etkili olmaktadır?
İlaç tedavisinin bir özelliği de olumlu sonuçların ancak bir süre düzenli kullanımdan sonra ortaya çıkmasıdır. Bu süre üç haftadan az değildir. Bazen iki aya kadar uzar. Ancak genellikle ilk bir ayda önemli ölçüde düzelme elde edilir. Bir ay sonunda hiçbir şey değişmemişse ilaç değişikliği yapmak gerekli olabilir. Hiçbir sonuç elde edilmediği halde aynı ilaçta aylarca ısrar edilmesinin bir mantığı yoktur. İlaç tedavisinin bir özelliği de kişiyi bir süre için dış stres etkenlerine karşı koruma altına almasıdır. Bu her zaman gerekli bir şey olmasa da iyileşme döneminde kişinin buna ihtiyacı vardır. Ancak daha iyi olduğu dönemde kişinin zaten dış stres verici olaylara dayanıklılığı artacaktır.
Elektroşok tedavisi fobiye iyi gelir mi?
Elektroşok tedavisinin fobide yeri yoktur. Yararlı olmaz. Günümüzde fobi tedavisinin uluslararası tek standardı ilaç ve psikoterapidir. Elektroşok tedavisinin en çok kullanıldığı yerler şizofreni ve depresyondur. Bunun dışında kullanımı oldukça nadirdir. Ancak uygun kullanıldığı durumlarda yan etkisi olmayan ve etkili bir tedavi olduğuna kuşku yoktur.
Fobi hastaları tıbbın başka dallarına başvurur mu?
Bu sıkça görülür. Baş dönmesi ve mide bulantısı nedeniyle KBB uzmanına ya da gastroenterologa, kalp çarpıntısı nedeni ile kardiyologa, nefes darlığı nedeni ile solunum hastalıkları uzmanına başvuru sık görülür. "Sinir" ile ilişkisi olduğu düşünülüp nöroloji uzmanına başvuranlar da görülmekle birlikte gündelik dildeki kullanımı ile psikiyatrik hastalıklardaki "sinir" daha çok öfke ve sıkıntı anlamında iken nörolojideki "sinirin" bununla hiçbir ilgisi yoktur. Fobiler nörolojik kökenli değildir.
Tersine niyetlendirme nedir? Böyle bir tedavi var mıdır?
Tersine niyetlendirme (paradox intention) bir davranış tedavisi yöntemidir. Uygun görülen vakalarda yararlı olduğu görülmüştür. Buradaki yaklaşım kişiyi korktuğu duruma yavaş yavaş alıştırmaktan çok, onunla birden yüzleşmesini sağlamaktır, ama bunu yaparken kişinin tam da korktuğu durumu istemesi beklenmektedir. Örneğin sokağa çıkınca bir kriz geçirip öleceğinden korkan bir kişiden sokağa "ölmek üzere" çıkması istenecektir. Kendisinin ölmüş halini düşünmesi, buna kendini hazırlaması gerekecektir. Tamamen zihinde yaşanan bu durumun farkı, kişinin korktuğu şeyi kendi kontrolü altında bir durum olarak düşünmesinin sağlanmasıdır. Örneğin burada ölüm beklenmedik bir zamanda gelen kontrol dışı bir şey olmaktan çıkıp "niyetlenilen" bir şeye dönüşmektedir. Gerçekten de her türlü fobide insanı en çok rahatlatan şey korktuğu şeyin kendi kontrolü altına girdiğini bilmesidir. Örneğin depreme karşı korku geliştirenlerde bu korkuyu yaşamalarını ama kendi kontrolü altına almalarını sağlayan bir "kumandalı deprem odası" egzersizi birçok kişinin bu korkuyu yenmesini sağlayabilmiştir.
Fobi ve Grup Tedavisi
Fobiler ve Grup Tedavisi
Fobik kişilerin bir araya gelmesi ve sorunlarını tartışması yararlı mıdır?
Bilgi alışverişi tedaviye yönlendirdiği sürece yararlıdır, ama birçok amatör grupta tedaviye yönelmeden çok, problemlerin bitmek tükenmek bilmez bir şekilde tartışıldığını ve kimi zaman da şikayet sahibi kişilerin ümitlerinin kırılmasına neden olunduğunu görüyoruz. Türk toplumunda problemi çözmekten çok, dert yanma biçiminde tutumlar yaygındır ve yararlı değildir.
Ancak fobi tedavisinin grup terapisi biçiminde yürütülmesi mümkündür. Bu ise mutlaka profesyonel bir terapistin varlığını gerektirir. Kişilerin kendi aralarında toplanıp konuşmaları hemen her zaman hedefin kaybolmasına ve olumsuz etkileşimlere neden olur.
Fobi tedavisi grup halinde yürütülse de her bir kişinin tek olarak tedavisi esastır. Ancak gruptan o kişinin tedavisini güçlendirme anlamında yararlanılır. Başkalarının da benzer sorunları olduğunu görmek ya da başkalarının iyileşerek bu sorunlardan kurtulmalarını izlemek kişiye kendi durumu ile ilgili iyimserlik ve motivasyon verir.
Grubun bir yararlı tarafı da iyi davranışlar ve çözümler konusunda kişiye uygun modeller sunabilmesidir. Model alma en kolay öğrenme yollarından biridir ve krizdeki insanı düzlüğe çıkarmada yararlıdır. Zaten fobik yaşantısı olanlar model almaya oldukça yatkın kişilerdir.
Fobik kişilerin bir araya gelmesi ve sorunlarını tartışması yararlı mıdır?
Bilgi alışverişi tedaviye yönlendirdiği sürece yararlıdır, ama birçok amatör grupta tedaviye yönelmeden çok, problemlerin bitmek tükenmek bilmez bir şekilde tartışıldığını ve kimi zaman da şikayet sahibi kişilerin ümitlerinin kırılmasına neden olunduğunu görüyoruz. Türk toplumunda problemi çözmekten çok, dert yanma biçiminde tutumlar yaygındır ve yararlı değildir.
Ancak fobi tedavisinin grup terapisi biçiminde yürütülmesi mümkündür. Bu ise mutlaka profesyonel bir terapistin varlığını gerektirir. Kişilerin kendi aralarında toplanıp konuşmaları hemen her zaman hedefin kaybolmasına ve olumsuz etkileşimlere neden olur.
Fobi tedavisi grup halinde yürütülse de her bir kişinin tek olarak tedavisi esastır. Ancak gruptan o kişinin tedavisini güçlendirme anlamında yararlanılır. Başkalarının da benzer sorunları olduğunu görmek ya da başkalarının iyileşerek bu sorunlardan kurtulmalarını izlemek kişiye kendi durumu ile ilgili iyimserlik ve motivasyon verir.
Grubun bir yararlı tarafı da iyi davranışlar ve çözümler konusunda kişiye uygun modeller sunabilmesidir. Model alma en kolay öğrenme yollarından biridir ve krizdeki insanı düzlüğe çıkarmada yararlıdır. Zaten fobik yaşantısı olanlar model almaya oldukça yatkın kişilerdir.
Sosyal Fobi ve Terapi Tedavisi
Fobi ve Terapi Tedavisi
Kişi kendisine iyi gelen doktoru ya da terapisti nasıl saptayabilir?
Bu önemli bir konudur. Genellikle birçok kişi, hakkında "iyi şeyler söylenen", hatta "meşhur" olan bir doktora gider. Bir dönem bu "televizyona çıkan doktor" idi. Televizyon kanallarının çok artması ile bu alan içinden çıkılması güç bir bilgi karmaşıklığı yarattı. Bu yolu kullananlar televizyona çok çıkan her doktorun kendisi için iyi sonuç vermediğini gördü. Bunun yerini kısmen internet almaya başladı. İnternet yazılı bilgi alma olanağı getirdiği için televizyon yayınlarının kısa süreler nedeni ile yarattığı yüzeyselliği aştı, daha derinlemesine bilgi toplama olanağı getirdi. Hatta internette oluşan çeşitli portallar ve mektuplaşma grupları da tedaviler konusunda bilgi toplama kaynağı haline geldi.
Buna karşılık en doğru bilgiyi kişinin yüz yüze görüşme sonucu edinmesi olanaklıdır ve kararı bunun sonucunda kendisi vermelidir.
Kişilerin doktor ve terapist seçme hakları olmalıdır, çünkü gerçekten de arada çeşitli farklar olabilir. Gereksinime göre çeşitli fiyatlandırmalarla karşılaşabilir. Günümüzde bedava olanından oldukça yüksek bedellere kadar uzanan değişik ücretlendirmelere rastlanmaktadır.
İyi bir terapistin dinlemenin yanı sıra öneriler de getiren, kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapan ve sunan, etik kurallar konusunda dikkatli bir yapısı olmalıdır. Karar ilk görüşmede verilemeyip bir kaç görüşme sonunda verilebilir. Ortalama olarak her hangi bir psikoterapi birkaç ay içersinde terapistin yapabilecekleri konusunda bir fikir verir. Altı ay gibi bir sürede bir takım sonuçlar elde etmiş olunmalıdır. Ayrıca her bir görüşme de kendi içinde anlamlı olmalıdır. Birkaç ay ara ile terapist ile durumun ne yönde gittiği konusunda bir değerlendirme yapmak yararlı olur.
Önemli bir konu da bazı doktor ya da terapistlerin psikoterapinin sınırlarını aşan önerilerde ve tavsiyelerde bulunmalarıdır. Kişiyi tereddüde düşüren aşırı önerilerle karşılaşıldığında bunların terapistle tartışılması ve akla uygun gelmiyorsa açıkça söylenilmesi gerekir. Hiç kimse tedavi olmak adına akıl ve mantığına uymayan tavsiyelere uymak zorunda değildir. Kişinin kendisine önerilen tedaviyi kabul etmeme hakkı vardır. Tabii ki bu gibi durumlarda terapistin değiştirilmesi de gündeme gelebilir. Bu da başvuran kişinin karar vermesi gereken bir durumdur. Bazı tereddütlü durumlarda kişinin, terapistine açıkça bir başka uzmanın daha görüşünü dinlemek istediğini söyleme hakkı vardır. "İkinci görüş alma" denilen böyle bir durum kişinin farklı uzmanların görüş birliği içersinde olup olmadıklarını anlaması, bakımından uygun olabilir.
iyileşen fobiler tekrar ortaya çıkar mı? Özellikle ilaç tedavilerinde bu çok görülmektedir. Bu nedenle yıllarca ilaç kullanmak zorunda kalan kişilere rastlanmaktadır. Psikoterapi bu konuda ilaçtan üstündür. Çünkü iyi yürütülen psikoterapi sonrasında tedavi kesilse bile kişi iyileşmeye devam eder. Çünkü bir kez zihni açılmış ve düşünmeye başlamıştır. Ancak ilaç tedavilerinde olduğu kadar olmasa da psikoterapiyi sürdürmenin de değişik avantajları vardır. Yoğun olarak sürdürülmese bile aralıklı olarak terapiste bir gidip son durumu birlikte değerlendirmek ve yeni çıkan bilgileri eskilerle birleştirmek faydalı olur ve tedavinin etkisinin sürmesini destekler.
Yaşam olayları da iyileşmiş olan bazı fobik belirtilerin tekrar alevlenmesine neden olabilir. Çünkü unutmayalım ki her tür fobi bir yandan kişinin sıkıntıları için bir subap görevi yapmakta ve stres karşısında artabilmektedir. Ancak bu durum kişiyi karamsar yapmamalıdır. Herkesin yatkın olduğu bir psikiyatrik tablo vardır ve stres karşısında o tabloya girme eğilimindedir. Her zaman için iyi bir tedavi yine yapılabilir ve fobi en iyi tedavi edilebilen, kişiye bedeli en az olan psikiyatrik bozukluklardan biridir.
Sosyal Fobisi olan kişiye aile bireyleri nasıl davranmalıdır?
Her türlü psikiyatrik problem daima aileyi de ilgilendirir. Bazen aileler psikiyatrik problemlerin oluşumunda rol oynarlar ama yine de tedavide yardımlarına gereksinim vardır. Daha da önemlisi ailenin bazı tutumları problemin devam etmesine katkıda da bulunabilir ki, bunu düzeltmek önemlidir. Fobisi olan aile bireyleri birkaç değişik tutumla karşılaşabilirler. Bunlardan bir tanesi "bir şeyin yok" tutumudur, yani problemin inkar edilmesidir. Ancak bu gibi problemler inkar edilmekle kaybolmaz ve fobisi olan kişi bundan olumsuz etkilenir. Bir başka yanlış tutumun ise fobinin desteklenmesidir. Örneğin agorafobisi nedeniyle bağımlı hale gelen bir kişinin bu bağımlılığını sürdürmesine gereksiz yere yardım edilmesidir. Onun yerine tedaviye motive edilmesi daha doğrudur. Başka bir yanlış tutum ise fobisi olan kişiye öfkelenmek, onun bu yönünü bir zayıflık olarak kullanmaktır. Böyle bir yanlış tutum daha çok istismarcı aile bireylerinden gelir ve problemi kronikleştirir. Fobiler, üzerine gidilmedikçe iyileşmezler. Tedavide bu prensip önemlidir. Ancak her şeyin bir zamanı vardır. Erken bir dönemde ve birden bu yönde baskı yapmak ters sonuç verir. Adım adım ilerlemelidir. Fobiden kurtulmak bir alışma meselesidir.
Kişi kendisine iyi gelen doktoru ya da terapisti nasıl saptayabilir?
Bu önemli bir konudur. Genellikle birçok kişi, hakkında "iyi şeyler söylenen", hatta "meşhur" olan bir doktora gider. Bir dönem bu "televizyona çıkan doktor" idi. Televizyon kanallarının çok artması ile bu alan içinden çıkılması güç bir bilgi karmaşıklığı yarattı. Bu yolu kullananlar televizyona çok çıkan her doktorun kendisi için iyi sonuç vermediğini gördü. Bunun yerini kısmen internet almaya başladı. İnternet yazılı bilgi alma olanağı getirdiği için televizyon yayınlarının kısa süreler nedeni ile yarattığı yüzeyselliği aştı, daha derinlemesine bilgi toplama olanağı getirdi. Hatta internette oluşan çeşitli portallar ve mektuplaşma grupları da tedaviler konusunda bilgi toplama kaynağı haline geldi.
Buna karşılık en doğru bilgiyi kişinin yüz yüze görüşme sonucu edinmesi olanaklıdır ve kararı bunun sonucunda kendisi vermelidir.
Kişilerin doktor ve terapist seçme hakları olmalıdır, çünkü gerçekten de arada çeşitli farklar olabilir. Gereksinime göre çeşitli fiyatlandırmalarla karşılaşabilir. Günümüzde bedava olanından oldukça yüksek bedellere kadar uzanan değişik ücretlendirmelere rastlanmaktadır.
İyi bir terapistin dinlemenin yanı sıra öneriler de getiren, kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapan ve sunan, etik kurallar konusunda dikkatli bir yapısı olmalıdır. Karar ilk görüşmede verilemeyip bir kaç görüşme sonunda verilebilir. Ortalama olarak her hangi bir psikoterapi birkaç ay içersinde terapistin yapabilecekleri konusunda bir fikir verir. Altı ay gibi bir sürede bir takım sonuçlar elde etmiş olunmalıdır. Ayrıca her bir görüşme de kendi içinde anlamlı olmalıdır. Birkaç ay ara ile terapist ile durumun ne yönde gittiği konusunda bir değerlendirme yapmak yararlı olur.
Önemli bir konu da bazı doktor ya da terapistlerin psikoterapinin sınırlarını aşan önerilerde ve tavsiyelerde bulunmalarıdır. Kişiyi tereddüde düşüren aşırı önerilerle karşılaşıldığında bunların terapistle tartışılması ve akla uygun gelmiyorsa açıkça söylenilmesi gerekir. Hiç kimse tedavi olmak adına akıl ve mantığına uymayan tavsiyelere uymak zorunda değildir. Kişinin kendisine önerilen tedaviyi kabul etmeme hakkı vardır. Tabii ki bu gibi durumlarda terapistin değiştirilmesi de gündeme gelebilir. Bu da başvuran kişinin karar vermesi gereken bir durumdur. Bazı tereddütlü durumlarda kişinin, terapistine açıkça bir başka uzmanın daha görüşünü dinlemek istediğini söyleme hakkı vardır. "İkinci görüş alma" denilen böyle bir durum kişinin farklı uzmanların görüş birliği içersinde olup olmadıklarını anlaması, bakımından uygun olabilir.
iyileşen fobiler tekrar ortaya çıkar mı? Özellikle ilaç tedavilerinde bu çok görülmektedir. Bu nedenle yıllarca ilaç kullanmak zorunda kalan kişilere rastlanmaktadır. Psikoterapi bu konuda ilaçtan üstündür. Çünkü iyi yürütülen psikoterapi sonrasında tedavi kesilse bile kişi iyileşmeye devam eder. Çünkü bir kez zihni açılmış ve düşünmeye başlamıştır. Ancak ilaç tedavilerinde olduğu kadar olmasa da psikoterapiyi sürdürmenin de değişik avantajları vardır. Yoğun olarak sürdürülmese bile aralıklı olarak terapiste bir gidip son durumu birlikte değerlendirmek ve yeni çıkan bilgileri eskilerle birleştirmek faydalı olur ve tedavinin etkisinin sürmesini destekler.
Yaşam olayları da iyileşmiş olan bazı fobik belirtilerin tekrar alevlenmesine neden olabilir. Çünkü unutmayalım ki her tür fobi bir yandan kişinin sıkıntıları için bir subap görevi yapmakta ve stres karşısında artabilmektedir. Ancak bu durum kişiyi karamsar yapmamalıdır. Herkesin yatkın olduğu bir psikiyatrik tablo vardır ve stres karşısında o tabloya girme eğilimindedir. Her zaman için iyi bir tedavi yine yapılabilir ve fobi en iyi tedavi edilebilen, kişiye bedeli en az olan psikiyatrik bozukluklardan biridir.
Sosyal Fobisi olan kişiye aile bireyleri nasıl davranmalıdır?
Her türlü psikiyatrik problem daima aileyi de ilgilendirir. Bazen aileler psikiyatrik problemlerin oluşumunda rol oynarlar ama yine de tedavide yardımlarına gereksinim vardır. Daha da önemlisi ailenin bazı tutumları problemin devam etmesine katkıda da bulunabilir ki, bunu düzeltmek önemlidir. Fobisi olan aile bireyleri birkaç değişik tutumla karşılaşabilirler. Bunlardan bir tanesi "bir şeyin yok" tutumudur, yani problemin inkar edilmesidir. Ancak bu gibi problemler inkar edilmekle kaybolmaz ve fobisi olan kişi bundan olumsuz etkilenir. Bir başka yanlış tutumun ise fobinin desteklenmesidir. Örneğin agorafobisi nedeniyle bağımlı hale gelen bir kişinin bu bağımlılığını sürdürmesine gereksiz yere yardım edilmesidir. Onun yerine tedaviye motive edilmesi daha doğrudur. Başka bir yanlış tutum ise fobisi olan kişiye öfkelenmek, onun bu yönünü bir zayıflık olarak kullanmaktır. Böyle bir yanlış tutum daha çok istismarcı aile bireylerinden gelir ve problemi kronikleştirir. Fobiler, üzerine gidilmedikçe iyileşmezler. Tedavide bu prensip önemlidir. Ancak her şeyin bir zamanı vardır. Erken bir dönemde ve birden bu yönde baskı yapmak ters sonuç verir. Adım adım ilerlemelidir. Fobiden kurtulmak bir alışma meselesidir.
Fobi ve EMDR Tedavisi Nedir
Fobi ve EMDR Tekniği Tedavisi
Özellikle ruhsal travma sonucu başlayan fobilerde ise kısaca EMDR olarak bilinen (Eye Movement Desensitiza-tıon and Reprocessing) göz hareketleri eşliğinde duyarsızlaştırma ve yeniden proses etme yönteminden yararlanılabilir. Bu tedavi yönteminde kişinin daha önce yaşadığı ve kendisinde korku yerleşmesine yol açan olay etrafında çağrışımları toplanmakta, gözden geçirilmekte ve işlenmektedir. Hızlı ve kalıcı etki bırakan bir yöntem olması nedeniyle uygun olan vakalarda kullanılmaktadır. EMDR'nin ilaca üstün olmasının bir nedeni de tedavi kesildikten sonra da etkilerinin artarak sürmesidir. Oysa ilaç tedavilerinde kimi zaman tedavinin kesilmesinden sonra belirtilerde yeniden alevlenmeler görülebilmektedir. Ne yazık gibi EMDR ülkemizde yeni tanınmakta ve uzmanlarca da yeterince bilinmemektedir. EMDR ile çoğu zaman birkaç oturumda olumlu sonuç alınmaktadır. Bu nedenle aslında daha ekonomik bir yaklaşımdır. Buna karşın çok ve çeşitli problemleri olan kişiler için EMDR uygun olmamaktadır. Çünkü bu kişilerle daha geniş bir yelpaze içersinde yaşamın tüm alanlarını geniş olarak konuşma gereksinimi bulunmaktadır. Oysa EMDR bir noktaya odaklanarak değişim yaratmaya yarayan bir yöntem olduğundan bu tür geniş konuşma ihtiyacı olanlar ya da tedavinin o evresinde bulunanlarda uygulamayı ertelemekteyiz. Ancak EMDR her tür tedavinin içersine "monte" edilebilir ve yürüyen bir tedavinin etkisini artırmak ve tıkanılan noktalar açmak için faydalı olabilir.
Ve davranış tedavisi hakkında biraz daha açıklama yapar mısınız?
Davranış tedavisinin iki türü olabilir. Bir türünde in vi-vo tabir edilen, kişiyi korktuğu durumla doğrudan karşılaştırma esas alınır. Ancak bunu derecelendirilmiş biçimde yapmak gerekir. Önce daha az korktuğu bir durumla karşılaştırılıp, giderek günler ve haftalar içersinde uyaranın dozu artırılır. Örneğin önce girmekten korktuğu kalabalık bir alışveriş merkezine sadece yaklaşması istenirken sonraki seanslarda o merkezin içine girmesi istenebilir kişiden. Davranış tedavisinin bir başka türünde kişi imgelemde, yani hayalinde korktuğu durumla karşılaştırılır. Bazı fobi türleri buna daha uygundur ya da bazı kişiler bunu tercih eder. Davranış tedavisi esas itibariyle semptomun tedavisine yönelen bir yaklaşımdır. Bir bakıma, parçanın değişmesi ile bütünün de dengesinin değişeceği varsayımına dayanır. Bu doğrudur da. Bazen bir olgunun tamamını değiştirmeye kalkmak hem statükoyu sarsacağı için daha çok korku ve endişe yaratır hem de direnci artırır. Ama bir semptomun ortadan kaldırılması sanki kubbe taşının yerini değiştirmek gibi bütün binanın mimarisini değiştirebilir.
Fobilerin tedavisindeki terapi sürecini değerlendirmek gerekirse yüzleşme yöntemini örneklerle anlatabilir misiniz?
Söylediğim gibi, yüzleşme yöntemi imgeleme, yani hayal etme yolu ile yapılabileceği gibi in vivo, canlı yani doğrudan korkulan nesne ya da durumla karşılaştırma yolu ile de olabilir.
Genellikle bu işlem yavaş yavaş alıştırma biçiminde basamaklandırılmış olarak uygulanır. Ancak yoğun uyaranla karşılaştırma ve sıkıntının her aşamada azalmasını bekleme biçiminde de olabilir. Örneğin agorafobisi olan, yani tek başına kalabalık bir çarşıya girip orada vakit geçirmekten korku duyan ve bunu yapamayan bir kişiyi ele alalım. Uygulama için bu duruma uyan bir yer tespit edilir tedavi olacak kişi ile birlikte. Bu o bölgedeki birçok katlı ve kalabalık çarşı olabilir. Başlangıçta o çarşıya yalnız başına giderek orada sıkıntı duymasına rağmen yarım saat geçirmesi istenir. Oraya girdiğinde duyduğu sıkıntıyı 10 puan üzerinden değerlendirmesi istenir. Daha sonra aynı değerlendirmeyi orada geçirdiği sürenin sonunda da yapması ve bir not defterine kaydetmesi istenir. Çok fazla sıkıntısı olanlar için bir yardımcı terapist, hastayı belirli bir mesafede belirli bir yerde bekleyebilir. Daha sonra aynı uygulama tamamen tek başına da yapılacaktır.
Yarım saatlik uygulamalar sıkıntıda bir "sönme", yani kişinin kendisinin yaptığı ölçümlerde bariz bir düşme olana dek sürdürülür. Daha sonra bu uygulama bir saate çıkarılır. Çoğu zaman ilk uygulamalardan sonra kısa süre içersinde sıkıntıda azalma görülür. Terapist bu uygulama dışında belirli aralıklarla hasta ile ayrıca görüşür ve hem genel durumunun nasıl gittiğini hem de uygulamada neler olduğunu takip eder, destekleyici olur.
Böyle bir uygulama devam ederken çeşitli problemler ortaya çıkabilir ya da alevlenebilir, kişinin aile bireyleri içersinde tedavi açısından problem yaratanlar varsa davranışları olumluya çevrilir ya da ortaya çıkan bir ek sorun varsa kısa sürede çözümü ve tedavinin önünü tıkamaması için çalışılır. Tedavi olumlu sonuçlandıktan sonra bu uygulamaların bir süre daha seyrelerek de olsa devam ettirilmesi istenir ve kontrol görüşmelerinde takip edilir.
İnsan korktuğu bir şeyin üstüne gitmeyi neden kabul etsin ve istesin?
Gerek fobik durumlar gerekse obsesyon (takıntı), kon-versiyon (sıkıntıların bedene vurması), panik (sıkıntının doğrudan ifadesi) gibi benzeri durumlar kişinin hem kurtulmak istediği hem de devam ettirmekten kendini alamadığı hallerdir. Örneğin evli ama gizlice ikinci bir ilişkiyi sürdüren ve giderek "ikinci" kadına daha çok bağlandığını hisseden ve hastalık hastası olan bir erkeğin durumunu düşünelim. Bir karar vermek zorunda olduğu düşüncesi ile karşılaşmak istemez. Bu ona azap vermektedir. Buna karşılık günler boyu kendisindeki bir bedensel şikayeti pireyi deve yapacak hale getirip korku içersinde yaşadığı zaman en azından çözmek zorunda olduğu problemini düşünmekten uzak kalmaktadır. Bu en basit bir açıklamadır. Yoksa insan ruhu pek çok labirentlerle doludur ve bundan çok daha karmaşık mekanizmalar oluşur. Bu mekanizmalar kişiyi değişmek isteğinden alıkoyar. Buna karşılık kişi yine de belirtilerin zorlaması ile tedaviye başvurur. İşte bu durumda başvuran kişiyi tedavide tutmak çok önemlidir. Tedavinin sürmesini tedavici de istemeli ve hastasını teşvik etmelidir. Aksi halde başvuran kişinin kısa süre sonra tedaviyi yarım bırakması çok görülen bir durumdur. Ya da kısa süre içersinde bir başka doktora gitmek yoluyla her tedaviyi yarım bırakır ve böylece durumunu sürdürmüş olur.
Özellikle ruhsal travma sonucu başlayan fobilerde ise kısaca EMDR olarak bilinen (Eye Movement Desensitiza-tıon and Reprocessing) göz hareketleri eşliğinde duyarsızlaştırma ve yeniden proses etme yönteminden yararlanılabilir. Bu tedavi yönteminde kişinin daha önce yaşadığı ve kendisinde korku yerleşmesine yol açan olay etrafında çağrışımları toplanmakta, gözden geçirilmekte ve işlenmektedir. Hızlı ve kalıcı etki bırakan bir yöntem olması nedeniyle uygun olan vakalarda kullanılmaktadır. EMDR'nin ilaca üstün olmasının bir nedeni de tedavi kesildikten sonra da etkilerinin artarak sürmesidir. Oysa ilaç tedavilerinde kimi zaman tedavinin kesilmesinden sonra belirtilerde yeniden alevlenmeler görülebilmektedir. Ne yazık gibi EMDR ülkemizde yeni tanınmakta ve uzmanlarca da yeterince bilinmemektedir. EMDR ile çoğu zaman birkaç oturumda olumlu sonuç alınmaktadır. Bu nedenle aslında daha ekonomik bir yaklaşımdır. Buna karşın çok ve çeşitli problemleri olan kişiler için EMDR uygun olmamaktadır. Çünkü bu kişilerle daha geniş bir yelpaze içersinde yaşamın tüm alanlarını geniş olarak konuşma gereksinimi bulunmaktadır. Oysa EMDR bir noktaya odaklanarak değişim yaratmaya yarayan bir yöntem olduğundan bu tür geniş konuşma ihtiyacı olanlar ya da tedavinin o evresinde bulunanlarda uygulamayı ertelemekteyiz. Ancak EMDR her tür tedavinin içersine "monte" edilebilir ve yürüyen bir tedavinin etkisini artırmak ve tıkanılan noktalar açmak için faydalı olabilir.
Ve davranış tedavisi hakkında biraz daha açıklama yapar mısınız?
Davranış tedavisinin iki türü olabilir. Bir türünde in vi-vo tabir edilen, kişiyi korktuğu durumla doğrudan karşılaştırma esas alınır. Ancak bunu derecelendirilmiş biçimde yapmak gerekir. Önce daha az korktuğu bir durumla karşılaştırılıp, giderek günler ve haftalar içersinde uyaranın dozu artırılır. Örneğin önce girmekten korktuğu kalabalık bir alışveriş merkezine sadece yaklaşması istenirken sonraki seanslarda o merkezin içine girmesi istenebilir kişiden. Davranış tedavisinin bir başka türünde kişi imgelemde, yani hayalinde korktuğu durumla karşılaştırılır. Bazı fobi türleri buna daha uygundur ya da bazı kişiler bunu tercih eder. Davranış tedavisi esas itibariyle semptomun tedavisine yönelen bir yaklaşımdır. Bir bakıma, parçanın değişmesi ile bütünün de dengesinin değişeceği varsayımına dayanır. Bu doğrudur da. Bazen bir olgunun tamamını değiştirmeye kalkmak hem statükoyu sarsacağı için daha çok korku ve endişe yaratır hem de direnci artırır. Ama bir semptomun ortadan kaldırılması sanki kubbe taşının yerini değiştirmek gibi bütün binanın mimarisini değiştirebilir.
Fobilerin tedavisindeki terapi sürecini değerlendirmek gerekirse yüzleşme yöntemini örneklerle anlatabilir misiniz?
Söylediğim gibi, yüzleşme yöntemi imgeleme, yani hayal etme yolu ile yapılabileceği gibi in vivo, canlı yani doğrudan korkulan nesne ya da durumla karşılaştırma yolu ile de olabilir.
Genellikle bu işlem yavaş yavaş alıştırma biçiminde basamaklandırılmış olarak uygulanır. Ancak yoğun uyaranla karşılaştırma ve sıkıntının her aşamada azalmasını bekleme biçiminde de olabilir. Örneğin agorafobisi olan, yani tek başına kalabalık bir çarşıya girip orada vakit geçirmekten korku duyan ve bunu yapamayan bir kişiyi ele alalım. Uygulama için bu duruma uyan bir yer tespit edilir tedavi olacak kişi ile birlikte. Bu o bölgedeki birçok katlı ve kalabalık çarşı olabilir. Başlangıçta o çarşıya yalnız başına giderek orada sıkıntı duymasına rağmen yarım saat geçirmesi istenir. Oraya girdiğinde duyduğu sıkıntıyı 10 puan üzerinden değerlendirmesi istenir. Daha sonra aynı değerlendirmeyi orada geçirdiği sürenin sonunda da yapması ve bir not defterine kaydetmesi istenir. Çok fazla sıkıntısı olanlar için bir yardımcı terapist, hastayı belirli bir mesafede belirli bir yerde bekleyebilir. Daha sonra aynı uygulama tamamen tek başına da yapılacaktır.
Yarım saatlik uygulamalar sıkıntıda bir "sönme", yani kişinin kendisinin yaptığı ölçümlerde bariz bir düşme olana dek sürdürülür. Daha sonra bu uygulama bir saate çıkarılır. Çoğu zaman ilk uygulamalardan sonra kısa süre içersinde sıkıntıda azalma görülür. Terapist bu uygulama dışında belirli aralıklarla hasta ile ayrıca görüşür ve hem genel durumunun nasıl gittiğini hem de uygulamada neler olduğunu takip eder, destekleyici olur.
Böyle bir uygulama devam ederken çeşitli problemler ortaya çıkabilir ya da alevlenebilir, kişinin aile bireyleri içersinde tedavi açısından problem yaratanlar varsa davranışları olumluya çevrilir ya da ortaya çıkan bir ek sorun varsa kısa sürede çözümü ve tedavinin önünü tıkamaması için çalışılır. Tedavi olumlu sonuçlandıktan sonra bu uygulamaların bir süre daha seyrelerek de olsa devam ettirilmesi istenir ve kontrol görüşmelerinde takip edilir.
İnsan korktuğu bir şeyin üstüne gitmeyi neden kabul etsin ve istesin?
Gerek fobik durumlar gerekse obsesyon (takıntı), kon-versiyon (sıkıntıların bedene vurması), panik (sıkıntının doğrudan ifadesi) gibi benzeri durumlar kişinin hem kurtulmak istediği hem de devam ettirmekten kendini alamadığı hallerdir. Örneğin evli ama gizlice ikinci bir ilişkiyi sürdüren ve giderek "ikinci" kadına daha çok bağlandığını hisseden ve hastalık hastası olan bir erkeğin durumunu düşünelim. Bir karar vermek zorunda olduğu düşüncesi ile karşılaşmak istemez. Bu ona azap vermektedir. Buna karşılık günler boyu kendisindeki bir bedensel şikayeti pireyi deve yapacak hale getirip korku içersinde yaşadığı zaman en azından çözmek zorunda olduğu problemini düşünmekten uzak kalmaktadır. Bu en basit bir açıklamadır. Yoksa insan ruhu pek çok labirentlerle doludur ve bundan çok daha karmaşık mekanizmalar oluşur. Bu mekanizmalar kişiyi değişmek isteğinden alıkoyar. Buna karşılık kişi yine de belirtilerin zorlaması ile tedaviye başvurur. İşte bu durumda başvuran kişiyi tedavide tutmak çok önemlidir. Tedavinin sürmesini tedavici de istemeli ve hastasını teşvik etmelidir. Aksi halde başvuran kişinin kısa süre sonra tedaviyi yarım bırakması çok görülen bir durumdur. Ya da kısa süre içersinde bir başka doktora gitmek yoluyla her tedaviyi yarım bırakır ve böylece durumunu sürdürmüş olur.
Fobi Tedavisi ve Sosyal Fobi
Fobi Tedavisi
Fobiler nasıl tedavi edilir?
Fobilerin tedavisinde temel olarak iki yöntem izlenir. Bunlardan birincisi ilaç tedavisidir. İlaç tedavilerinin fobilerin ele alınmasında oldukça etkili olduğu birçok çalışma ile gösterilmiştir. Günümüzde en çok "serotonin geri alım inhibitörü"(SSRI) olarak bilinen antidepresan ilaçlar bu amaçla kullanılmaktadır. Genellikle tedaviye başladıktan sonra 1-2 ay içersinde sonuç elde edilmektedir. Bu süre içersinde söz konusu ilaca cevap alınmaması daha sonra da alınmayacağı anlamına gelmektedir. Eğer olumlu cevap alındı ise genellikle tedaviye en az bir sene süre ile aynı dozda devam etmek gerekmektedir. İlacın erken dönemde kesilmesi hemen her zaman fobinin tekrar alevlenmesine neden olmaktadır. Antidepresan ilaca tolerans ya da bağımlılık gelişmesi gibi bir durum yoktur. Kimi zaman SSRI tipi antidepresanlarla sonuç alınmadığında trisiklik olarak bilinen daha eski antidepre-sanlara da başvurulabilir. Nöroleptik (antipsikotik) ilaçların fobi tedavisinde hiçbir yeri yoktur. Anksiyete çözücü ilaçlara ise kısa bir süre için, acil durumlarda yer verilebilir. Ancak bunlara tolerans geliştiği ve etkisi kısa süreli olduğundan acil ve kısa süreli müdahaleler dışında yararlılıkları yoktur.
Sosyal Fobi İlaç Tedavisi
İlaç tedavisinden olumlu sonuç alınamadığı oluyor mu?
Evet. Bazı kişilerde ilaçla tedaviden sonuç alınamaz. Bazı durumlarda ise sadece ilaç tedavisi ile yetinmek tam sonuç alınmasına yeterli olmayacağı gibi ilacın kesildiği dönemde yakınmaların tekrar etmesine yol açılmış olur. Bu nedenle ilaç tedavisi yapılsa dahi, bunun yanı sıra davranış tedavisi olarak bilinen, temelde kişinin korktuğu şeye dereceli olarak alıştırılması ve duyarsızlaştırılması anlamına gelen tedavilere başvurulması yerinde olmaktadır. Davranış tedavisi en az ilaç tedavisi kadar etkilidir, ancak uygulanması daha büyük bir çaba, zaman ve insan gücü, hastadan yoğun işbirliği gerektirir. Bu nedenle çoğu zaman ilaç tedavisine nazaran ikinci plana bırakılmaktadır. Davranış ve ilaç tedavilerinin yetersiz kalmalarındaki bir etken de bir kişide birden fazla problemin aynı anda bulunmasıdır. Biz buna tıp dilinde "komorbidite" diyoruz. Problemler hepsi birbirinden bağımsız da olsa toplandıklarında kümülatif bir etki yapmakta ve hepsinin tedavisini aynı anda birbirine paralel olarak sürdürmek gerekmektedir. Ancak o şekilde tedavide sinerji sağlanabilmektedir. Bir tanesinin ertelenmesi diğerinin de tedavisini aksatmaktadır. İşte böyle komorbidite olan durumlarda tedavide direnç ile karşılaşılır. O zaman daha geniş spektrumlu bir yaklaşımda bulunulması gerekir. Buna karşılık problem tek olduğunda tedavi de tek bir yönteme dayalı olabilir ve daha basit bir şekilde yürütülebilir.
Fobiler nasıl tedavi edilir?
Fobilerin tedavisinde temel olarak iki yöntem izlenir. Bunlardan birincisi ilaç tedavisidir. İlaç tedavilerinin fobilerin ele alınmasında oldukça etkili olduğu birçok çalışma ile gösterilmiştir. Günümüzde en çok "serotonin geri alım inhibitörü"(SSRI) olarak bilinen antidepresan ilaçlar bu amaçla kullanılmaktadır. Genellikle tedaviye başladıktan sonra 1-2 ay içersinde sonuç elde edilmektedir. Bu süre içersinde söz konusu ilaca cevap alınmaması daha sonra da alınmayacağı anlamına gelmektedir. Eğer olumlu cevap alındı ise genellikle tedaviye en az bir sene süre ile aynı dozda devam etmek gerekmektedir. İlacın erken dönemde kesilmesi hemen her zaman fobinin tekrar alevlenmesine neden olmaktadır. Antidepresan ilaca tolerans ya da bağımlılık gelişmesi gibi bir durum yoktur. Kimi zaman SSRI tipi antidepresanlarla sonuç alınmadığında trisiklik olarak bilinen daha eski antidepre-sanlara da başvurulabilir. Nöroleptik (antipsikotik) ilaçların fobi tedavisinde hiçbir yeri yoktur. Anksiyete çözücü ilaçlara ise kısa bir süre için, acil durumlarda yer verilebilir. Ancak bunlara tolerans geliştiği ve etkisi kısa süreli olduğundan acil ve kısa süreli müdahaleler dışında yararlılıkları yoktur.
Sosyal Fobi İlaç Tedavisi
İlaç tedavisinden olumlu sonuç alınamadığı oluyor mu?
Evet. Bazı kişilerde ilaçla tedaviden sonuç alınamaz. Bazı durumlarda ise sadece ilaç tedavisi ile yetinmek tam sonuç alınmasına yeterli olmayacağı gibi ilacın kesildiği dönemde yakınmaların tekrar etmesine yol açılmış olur. Bu nedenle ilaç tedavisi yapılsa dahi, bunun yanı sıra davranış tedavisi olarak bilinen, temelde kişinin korktuğu şeye dereceli olarak alıştırılması ve duyarsızlaştırılması anlamına gelen tedavilere başvurulması yerinde olmaktadır. Davranış tedavisi en az ilaç tedavisi kadar etkilidir, ancak uygulanması daha büyük bir çaba, zaman ve insan gücü, hastadan yoğun işbirliği gerektirir. Bu nedenle çoğu zaman ilaç tedavisine nazaran ikinci plana bırakılmaktadır. Davranış ve ilaç tedavilerinin yetersiz kalmalarındaki bir etken de bir kişide birden fazla problemin aynı anda bulunmasıdır. Biz buna tıp dilinde "komorbidite" diyoruz. Problemler hepsi birbirinden bağımsız da olsa toplandıklarında kümülatif bir etki yapmakta ve hepsinin tedavisini aynı anda birbirine paralel olarak sürdürmek gerekmektedir. Ancak o şekilde tedavide sinerji sağlanabilmektedir. Bir tanesinin ertelenmesi diğerinin de tedavisini aksatmaktadır. İşte böyle komorbidite olan durumlarda tedavide direnç ile karşılaşılır. O zaman daha geniş spektrumlu bir yaklaşımda bulunulması gerekir. Buna karşılık problem tek olduğunda tedavi de tek bir yönteme dayalı olabilir ve daha basit bir şekilde yürütülebilir.
Neofobi Nedir
Neofobi nedir?
Yenilik fobisi olarak bilinir. Bu deyim daha çok beyin problemleri yani bunama ve benzeri durumlar nedeniyle yaşama uyum sağlaması güçleşen kişilerde, yaşlılarda görülen bir durumu anlatmak için kullanılmaktadır. Alzheimer hastalığı ve benzeri nedenlerle beyin işlevleri daralmaya başlayan insanlar, uyaranları değerlendirmekte zorluk çekmeye başlar ve kendilerini korumaya alırlar. Bu ise alıştıkları çevrelerden ayrılmama, eşyaların yerini değiştirmeme, hep ayı saatlerde aynı şeyleri yapma gibi davranışlarla kendini gösterir. Çevrelerinde yeni bir şey yapılmasını istemezler. Aslında bu kendileri için faydalı bir tutumdur. Çünkü bu gibi kişilerin hayatında büyük bir değişiklik yapıldığında, örneğin bir hastane ya da huzurevine nakledildiklerinde aniden durumlarında bozulma olur ve şüpheci davranışlar içersine girebilirler. Bu durum anlayamadıkları koşullarda kendilerini emniyette hissetmemeleri ile ilgilidir.
Neofobi deyimi daha sonra genelleşmiş ve yenilikten korkan her tür insan için kullanılan bir deyime dönüşmüştür. Gerçekten de böyle kişiler vardır. Bu kişiler daha çok obsesif olarak bilinen titiz karakterli kişilerdir. Kon-trolcü insanlardır. Her şeyin kendilerine sorularak yapılmasını isterler. Çocukluklarından beri böyle yetişmişlerdir. Ancak aşırı kontrolcülük kişiyi yorar, kontrol etmeleri gereken şeylerin sayısı ve çapı arttıkça bu gibi kişiler uyumlarını kaybedip sinirlilik belirtileri gösterebilirler. Bazı toplumlar da yeniliğe daha az açıktır. Türk toplumu her ne kadar birçok konuda tutucu gibi dursa da bazı konularda yeniliğe fazlasıyla açıktır. Hatta kimi zaman korumamız gereken eski binalardan tutun da eski adet ve geleneklere varana dek pek çok konuda geçmişe ve eskiye karşı fobik davranıldığı görülür. Bu konuda toplumumuzda birbirine zıt ve çelişkili tutumların bir arada olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Yenilik fobisi olarak bilinir. Bu deyim daha çok beyin problemleri yani bunama ve benzeri durumlar nedeniyle yaşama uyum sağlaması güçleşen kişilerde, yaşlılarda görülen bir durumu anlatmak için kullanılmaktadır. Alzheimer hastalığı ve benzeri nedenlerle beyin işlevleri daralmaya başlayan insanlar, uyaranları değerlendirmekte zorluk çekmeye başlar ve kendilerini korumaya alırlar. Bu ise alıştıkları çevrelerden ayrılmama, eşyaların yerini değiştirmeme, hep ayı saatlerde aynı şeyleri yapma gibi davranışlarla kendini gösterir. Çevrelerinde yeni bir şey yapılmasını istemezler. Aslında bu kendileri için faydalı bir tutumdur. Çünkü bu gibi kişilerin hayatında büyük bir değişiklik yapıldığında, örneğin bir hastane ya da huzurevine nakledildiklerinde aniden durumlarında bozulma olur ve şüpheci davranışlar içersine girebilirler. Bu durum anlayamadıkları koşullarda kendilerini emniyette hissetmemeleri ile ilgilidir.
Neofobi deyimi daha sonra genelleşmiş ve yenilikten korkan her tür insan için kullanılan bir deyime dönüşmüştür. Gerçekten de böyle kişiler vardır. Bu kişiler daha çok obsesif olarak bilinen titiz karakterli kişilerdir. Kon-trolcü insanlardır. Her şeyin kendilerine sorularak yapılmasını isterler. Çocukluklarından beri böyle yetişmişlerdir. Ancak aşırı kontrolcülük kişiyi yorar, kontrol etmeleri gereken şeylerin sayısı ve çapı arttıkça bu gibi kişiler uyumlarını kaybedip sinirlilik belirtileri gösterebilirler. Bazı toplumlar da yeniliğe daha az açıktır. Türk toplumu her ne kadar birçok konuda tutucu gibi dursa da bazı konularda yeniliğe fazlasıyla açıktır. Hatta kimi zaman korumamız gereken eski binalardan tutun da eski adet ve geleneklere varana dek pek çok konuda geçmişe ve eskiye karşı fobik davranıldığı görülür. Bu konuda toplumumuzda birbirine zıt ve çelişkili tutumların bir arada olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Sosyal Fobik Bozukluk Nedir
Fobik Kişilerin Özellikleri, Fobik Nedir
Fobisi olan kişiler çoğu zaman öteki insanlar tarafından zaafı olan, çocuksu ve olgunlaşmamış olarak algılanırlar. Örneğin hayvan ya da böcek fobisi olan bir yetişkin ötekilerce dalga geçilip alay edilebilen bir kişi olarak algılanabilir. Fobilerin birçoğu kadınlarda biraz daha hoşgörü ile karşılanır toplumda. Hatta bunu kadınlığın bir parçası olarak görenler bile vardır. Erkeğin güçlü ve gözü pek olması genellikle bütün kültürlerde beklendiğinden, erkeklerde fobi daha zor kabul görür ve daha zor ifade edilir. Ancak bu durum erkekler için stres kaynağı olur. Bu nedenlerle fobisi olan erkeklerin, özellikle sosyal fobisi olanların alkolle rahatlama yoluna gitmelerine sık rastlanır, bu da bazılarında kronik alkolizmin gelişmesine neden olur. Bu nedenle çok içki içen bazı kişiler için içince çok değişiyor, daha sıcakkanlı ve konuşkan bir insan oluyor şeklinde izlenimler dile getirilir. Kadınlarda fobi nedeniyle alkole başvurma daha az görülür. Çoğu zaman bir yetişkinin fobik davranışına tanık olan kişiler onların yanlarında bile kendilerini gülmekten alıkoyamazlar, tanık oldukları bu olayı fıkra gibi tanıdıklarına anlatırlar. Çoğu zaman da onları anlayamazlar, empati kuramazlar ve kolayca basit ikna yöntemleri ile onları fobilerinden vazgeçirebileceklerine inanırlar, hatta olay anında bile bunu denerler.
Fobik Bozukluk
Estetik ve fiziksel endişeler insanı fobik yapar mı?
Kişi kendisini fizik açıdan yetersiz ve anormal bulmaya başladığında kendine güveni sarsılıp içine kapanmaya başlar ve sosyal çevresinden uzaklaşır. Kendisini diğerlerinden kilolu, zayıf ya da çirkin bulan kişi, diğerlerinin kendisine bu durumu hatırlatmasından ve eleştirilmekten korkar. Hatta çoğu zaman da istemediği tepkilere maruz kaldığında sıkıntı yaşar, sıkılıp utanır ve kendisini aşağılanmış hisseder. Değişmek istemektedir ama değişememektedir. Bu kabul edemediği ve değiştiremediği şartlar onu mutsuz edebilir hatta depresyona bile sokabilir. Kişi eleştirilmemek için bir zaman sonra eve kapanmaya başlar, acil bir ihtiyacı olmadıkça evden dışarı adımını atmaz. Dışarıya mecburen çıktığı anlar ise kendisine son derece sıkıntı vermeye başlar. Öteki insanlarla yakınlık kurmaktan kaçınır çünkü yakınlık bir zaman sonra eleştirilmeyi getirecektir. Kendisini bir nedenle beğenmemektedir ve ötekilerin de kendisini kendisi gibi algılamak istediklerine, kabul görmeyeceğine ve dışlanacağına inanmaktadır. Kişi belki sadece burnunu ya da kulağını beğenmemektedir ve bu nedenle bütünüyle kendisini çirkin ve yetersiz bulmaktadır ve diğerlerinin de kendisini bu şekilde algılamasından aşırı şekilde korkmaktadır ve odaklandığı bu konulara karşı aşırı derecede hassastır. Bu açıdan bazı kişiler bu durumu gidermek için estetik müdahaleleri tercih edebilirler. Başarılı bir estetik girişimden sonra hızla kendine güvenleri yerine gelebilir, kolayca sosyalleşebilirler ve korkularından kurtulabilirler. Fakat örneğin burnunun büyüklüğünden şikayet eden bir kişi başarılı bir estetik operasyondan sonra bu yeni haline alışamadığı hatta kendisini yabancı bulduğu için bir terapiste gidebilmektedir.
Fobik Bozukluklar
İşe gitmek istememe fobi ile ilgili olabilir mi?
İş ve çalışma konusunda isteksizlik yeterli enerji ve motivasyonu bulamama fobiden çok depresyon belirtisidir. Nadiren fobi ile bağlantılı bazı durumlar kişinin iş yaşamında huzurunu kaçırabilir. Örneğin sosyal fobi nedeni ile patronuyla karşılaşmak ya da işini yaparken müşterilerin gözlemlerinden çekinme (elimi titrerken görürse gibi) kişiyi iş yaşamından bezdirebilir. Öte yandan birçok kişi işyerinde neredeyse karşılaşmayı hiç istemediği bazı iş arkadaşları ile yaşamak zorunda kalabilmektedir. Özellikle kişi bu gibi kimselerle mücadele etme ve sınırlarını koruma gücünü gösteremiyorsa, işyeri artık giderek sıkıntı veren bir ortama dönüşür. Bu tür durumları işyerlerinin insan kaynakları yönetimi çerçevesinde dikkate almaları yalnız kendi çalışanlarının değil kurumun çıkarı için de önemlidir. Bu tür tablolar hem çalışanların ruh sağlığını bozarak kişisel verimlerini, hem de sinerjiyi ve yardımlaşmayı azaltacağından, yaratıcılık ve üretimi düşecektir. Ancak bu gibi bilgiler saklandığından, dışardan bakıldığında hiçbir şey hissedilmeyecektir.
Fobide suçluluk duygusu olur mu? Suçluluk duygusu, daha doğrusu düşüncesi daha çok depresyonda görülen bir durumdur. Ancak bazı fobiler kişide utanç hissi yaratabilir. Örneğin sosyal fobi kolay kolay kimseye söylenemez, itiraf edilemez. Kişinin bundan ötürü eleştirileceği, küçük düşeceği endişeleri ön plana geçer. Ancak bu durumu yıllar boyu saklıyor olma ve küçük düşme endişesi ile açıklamaktan kaçınma, kişiyi kendisine karşı suçlu duruma sokar. Yardım alması ve problemini çözmesi gerekirken bunu yapamaz. Bu tür suçluluk duyguları ile açılamama arasında sıkışan, bu nedenle şiddetli sıkıntı ve anksiyete yaşayan, hatta intiharı düşünen insanlara rastlanır. Bu kişilerin problemlerini uygun bir uzmanla paylaşmaları yararlıdır. Sadece bu durumu paylaşabilmiş olmak dahi birçok kişiyi rahatlatır. Bu insanın doğal yapısında vardır. Paylaştığı zaman kişi kendisini daha güçlü hisseder, utanç duygulan azalır ve çözüm için mücadele etme arzusu uyanır. Tedaviyi başarılı kılan da budur. Birçok ruhsal bozukluk kişinin kendisinde mücadele gücünü bulamadığı, bu mücadelede öncü bir özne rolü oynayamayacağını hissettiği zaman başlar ya da artar.
Korkufobi ve saldırganlık arasında ilişki var mıdır?
Elbette ki vardır. Bunu en çok köpeklerde görürüz. İki köpek karşılaştıklarında birbirlerine tedirginlikle yaklaşırlar. Ancak korkuyor olmaları en küçük bir olağandışı harekette birbirlerine saldırmaları ile sonuçlanır. Onun için hayvanlara korku ile yaklaşmak da onların saldırganlaşmalarını teşvik eder. Çünkü korkan kişinin saldırıp bir kötülük yapacağını düşündüklerinden ondan önce davranayım düşüncesi ile saldırıya geçerler. Sakinlik, sükûnet öfkeyi de yatıştırır. Öte yandan öfke ve saldırgan duyguların birçok psikolojik bunalımda yeri vardır. Bunlar bazen bi-linçdışı olabilir. Yani kişi böyle duygular beslediğinin farkında olmayabilir. Bazı fobilerin arkasında kişiler arası olaylardan ve ilişkilerden kaynaklanan saldırgan ve öfke yüklü duyguların yeri olabilir. Bunlar çeşitli ruhsal mekanizmalarla görünmez hale gelip bu gibi şikayetleri alttan alta besleyebilirler. Bu nedenle her türlü psikiyatrik bozukluğun tedavisinde olduğu gibi fobi tedavilerinde de kişinin yaşadığı ortamda öfke yüklü ilişkiler, bunu başlatabilecek eski olaylar olup olmadığına bakılır, çeşitli sorularla bunlar fark edilmeye çalışılır. Bu bağlantıları fark etmek ve yerine göre öfkeyi doğru adresine yöneltmek hiç değilse bu şekilde dile getirmek şikayetlerin azalmasında önemli rol oynayabilir.
Fobi ile suç işleme arasında ilişki var mıdır?
Böyle bir ilişki yoktur. Tam tersine fobik kişiler risk almayı sevmediklerinden bu tür olasılıklardan uzak kalırlar.
Ancak kontrfobik davranışı olan kişiler daha atak olabilirler. Bunlar korkularının üstesinden gelme çabası içersinde bilinçdışı olarak daha korkusuz bir davranış şekli benimsemeye çalışan kişilerdir. Ancak suç işlemenin kendisi de kişide birçok ruhsal sıkıntılar yaratabilir. Örneğin cana kasteden ağır suçlar işleyen birçok kişi kendisi de bu yaşadıklarını unutamamakta ve buna bağlı post travmatik stres bozukluğu belirtileri yaşamaktadır. Böyle kişiler yaşadıkları olayları hatırlatan uyaranlardan kaçınır, onunla ilgili kişi ve yerleri görmek istemez, ondan bahsedilmesin-den hoşlanmazlar. Ancak kişi buna alıştığından çoğu zaman fazla bir şikayette bulunmaz. Buna karşılık tedavi edilmeden bırakılan travma sonrası stres bozukluğu bir çok komplikasyonlara yol açar: Fiziksel hastalıklar artar, sıkıntı ve korkuyu bastırmak için alkol ve diğer sakinleştirici maddelere başvurma oranı yükselir, kişiler arası ilişkiler zaman zaman parlayan öfke nedeni ile sarsıldığından evlilik ve iş problemleri, eğer kişi genç yaşta ise, okul ve eğitimle ilgili sorunlar yaşanır.
Fobi ile uyuşturucu madde kullanımı arasında bir ilişki var mıdır?
Sadece alkolizm ile fobi ve özellikle sosyal fobi arasında ilişki saptanmıştır. Ancak her türlü psikiyatrik hastalık başka psikiyatrik hastalıklar için de risk oluşturmaktadır. Bunda ortak risk etkenleri (çocukluk çağı travmaları ve başlıca stres etkenleri gibi), ortak ya da birbiriyle ilişkili genetik risk etkenleri de rol oynuyor olabilir. Günümüzde Türkiye'de de uyuşturucu kullanımı hızla artmakta ve özellikle gençleri etkisi altına almaktadır. Sağlıklı insan ilişkisi kurma korkusu olmayan kişilerin kendilerini bu yönde geliştirmeleri doğaldır. Buna karşın sosyal açıdan fobik olan insanlar için madde kullanımı bir sosyalleşme yolu da olmaktadır. Birlikte madde kullanan bir grup için bu bir ortak nokta olmakta ve görüşme nedeni dahi oluşturmaktadır. Aynı zamanda alkol ve uyuşturucu maddeler geçici olarak rahatlama hissi sağladıklarından kişi korkularından da uzaklaşmakta ve çevresini o şekilde daha kolay kabul etmektedir. Burada bir kere daha sosyal ilişkilerde gereksiz korkuları olmayan, sağlıklı ilişkiler kurmaya istekli kişiler yetiştirmenin toplum için önemi ortaya çıkmaktadır. Öyle görünüyor ki, madde kullanımını önlemenin, yani bataklığı kurutmanın en iyi yolu erken yaşlardan itibaren çocuk ve gençleri sosyal ilişkilere alıştırmaktır.
Fobisi olan kişiler çoğu zaman öteki insanlar tarafından zaafı olan, çocuksu ve olgunlaşmamış olarak algılanırlar. Örneğin hayvan ya da böcek fobisi olan bir yetişkin ötekilerce dalga geçilip alay edilebilen bir kişi olarak algılanabilir. Fobilerin birçoğu kadınlarda biraz daha hoşgörü ile karşılanır toplumda. Hatta bunu kadınlığın bir parçası olarak görenler bile vardır. Erkeğin güçlü ve gözü pek olması genellikle bütün kültürlerde beklendiğinden, erkeklerde fobi daha zor kabul görür ve daha zor ifade edilir. Ancak bu durum erkekler için stres kaynağı olur. Bu nedenlerle fobisi olan erkeklerin, özellikle sosyal fobisi olanların alkolle rahatlama yoluna gitmelerine sık rastlanır, bu da bazılarında kronik alkolizmin gelişmesine neden olur. Bu nedenle çok içki içen bazı kişiler için içince çok değişiyor, daha sıcakkanlı ve konuşkan bir insan oluyor şeklinde izlenimler dile getirilir. Kadınlarda fobi nedeniyle alkole başvurma daha az görülür. Çoğu zaman bir yetişkinin fobik davranışına tanık olan kişiler onların yanlarında bile kendilerini gülmekten alıkoyamazlar, tanık oldukları bu olayı fıkra gibi tanıdıklarına anlatırlar. Çoğu zaman da onları anlayamazlar, empati kuramazlar ve kolayca basit ikna yöntemleri ile onları fobilerinden vazgeçirebileceklerine inanırlar, hatta olay anında bile bunu denerler.
Fobik Bozukluk
Estetik ve fiziksel endişeler insanı fobik yapar mı?
Kişi kendisini fizik açıdan yetersiz ve anormal bulmaya başladığında kendine güveni sarsılıp içine kapanmaya başlar ve sosyal çevresinden uzaklaşır. Kendisini diğerlerinden kilolu, zayıf ya da çirkin bulan kişi, diğerlerinin kendisine bu durumu hatırlatmasından ve eleştirilmekten korkar. Hatta çoğu zaman da istemediği tepkilere maruz kaldığında sıkıntı yaşar, sıkılıp utanır ve kendisini aşağılanmış hisseder. Değişmek istemektedir ama değişememektedir. Bu kabul edemediği ve değiştiremediği şartlar onu mutsuz edebilir hatta depresyona bile sokabilir. Kişi eleştirilmemek için bir zaman sonra eve kapanmaya başlar, acil bir ihtiyacı olmadıkça evden dışarı adımını atmaz. Dışarıya mecburen çıktığı anlar ise kendisine son derece sıkıntı vermeye başlar. Öteki insanlarla yakınlık kurmaktan kaçınır çünkü yakınlık bir zaman sonra eleştirilmeyi getirecektir. Kendisini bir nedenle beğenmemektedir ve ötekilerin de kendisini kendisi gibi algılamak istediklerine, kabul görmeyeceğine ve dışlanacağına inanmaktadır. Kişi belki sadece burnunu ya da kulağını beğenmemektedir ve bu nedenle bütünüyle kendisini çirkin ve yetersiz bulmaktadır ve diğerlerinin de kendisini bu şekilde algılamasından aşırı şekilde korkmaktadır ve odaklandığı bu konulara karşı aşırı derecede hassastır. Bu açıdan bazı kişiler bu durumu gidermek için estetik müdahaleleri tercih edebilirler. Başarılı bir estetik girişimden sonra hızla kendine güvenleri yerine gelebilir, kolayca sosyalleşebilirler ve korkularından kurtulabilirler. Fakat örneğin burnunun büyüklüğünden şikayet eden bir kişi başarılı bir estetik operasyondan sonra bu yeni haline alışamadığı hatta kendisini yabancı bulduğu için bir terapiste gidebilmektedir.
Fobik Bozukluklar
İşe gitmek istememe fobi ile ilgili olabilir mi?
İş ve çalışma konusunda isteksizlik yeterli enerji ve motivasyonu bulamama fobiden çok depresyon belirtisidir. Nadiren fobi ile bağlantılı bazı durumlar kişinin iş yaşamında huzurunu kaçırabilir. Örneğin sosyal fobi nedeni ile patronuyla karşılaşmak ya da işini yaparken müşterilerin gözlemlerinden çekinme (elimi titrerken görürse gibi) kişiyi iş yaşamından bezdirebilir. Öte yandan birçok kişi işyerinde neredeyse karşılaşmayı hiç istemediği bazı iş arkadaşları ile yaşamak zorunda kalabilmektedir. Özellikle kişi bu gibi kimselerle mücadele etme ve sınırlarını koruma gücünü gösteremiyorsa, işyeri artık giderek sıkıntı veren bir ortama dönüşür. Bu tür durumları işyerlerinin insan kaynakları yönetimi çerçevesinde dikkate almaları yalnız kendi çalışanlarının değil kurumun çıkarı için de önemlidir. Bu tür tablolar hem çalışanların ruh sağlığını bozarak kişisel verimlerini, hem de sinerjiyi ve yardımlaşmayı azaltacağından, yaratıcılık ve üretimi düşecektir. Ancak bu gibi bilgiler saklandığından, dışardan bakıldığında hiçbir şey hissedilmeyecektir.
Fobide suçluluk duygusu olur mu? Suçluluk duygusu, daha doğrusu düşüncesi daha çok depresyonda görülen bir durumdur. Ancak bazı fobiler kişide utanç hissi yaratabilir. Örneğin sosyal fobi kolay kolay kimseye söylenemez, itiraf edilemez. Kişinin bundan ötürü eleştirileceği, küçük düşeceği endişeleri ön plana geçer. Ancak bu durumu yıllar boyu saklıyor olma ve küçük düşme endişesi ile açıklamaktan kaçınma, kişiyi kendisine karşı suçlu duruma sokar. Yardım alması ve problemini çözmesi gerekirken bunu yapamaz. Bu tür suçluluk duyguları ile açılamama arasında sıkışan, bu nedenle şiddetli sıkıntı ve anksiyete yaşayan, hatta intiharı düşünen insanlara rastlanır. Bu kişilerin problemlerini uygun bir uzmanla paylaşmaları yararlıdır. Sadece bu durumu paylaşabilmiş olmak dahi birçok kişiyi rahatlatır. Bu insanın doğal yapısında vardır. Paylaştığı zaman kişi kendisini daha güçlü hisseder, utanç duygulan azalır ve çözüm için mücadele etme arzusu uyanır. Tedaviyi başarılı kılan da budur. Birçok ruhsal bozukluk kişinin kendisinde mücadele gücünü bulamadığı, bu mücadelede öncü bir özne rolü oynayamayacağını hissettiği zaman başlar ya da artar.
Korkufobi ve saldırganlık arasında ilişki var mıdır?
Elbette ki vardır. Bunu en çok köpeklerde görürüz. İki köpek karşılaştıklarında birbirlerine tedirginlikle yaklaşırlar. Ancak korkuyor olmaları en küçük bir olağandışı harekette birbirlerine saldırmaları ile sonuçlanır. Onun için hayvanlara korku ile yaklaşmak da onların saldırganlaşmalarını teşvik eder. Çünkü korkan kişinin saldırıp bir kötülük yapacağını düşündüklerinden ondan önce davranayım düşüncesi ile saldırıya geçerler. Sakinlik, sükûnet öfkeyi de yatıştırır. Öte yandan öfke ve saldırgan duyguların birçok psikolojik bunalımda yeri vardır. Bunlar bazen bi-linçdışı olabilir. Yani kişi böyle duygular beslediğinin farkında olmayabilir. Bazı fobilerin arkasında kişiler arası olaylardan ve ilişkilerden kaynaklanan saldırgan ve öfke yüklü duyguların yeri olabilir. Bunlar çeşitli ruhsal mekanizmalarla görünmez hale gelip bu gibi şikayetleri alttan alta besleyebilirler. Bu nedenle her türlü psikiyatrik bozukluğun tedavisinde olduğu gibi fobi tedavilerinde de kişinin yaşadığı ortamda öfke yüklü ilişkiler, bunu başlatabilecek eski olaylar olup olmadığına bakılır, çeşitli sorularla bunlar fark edilmeye çalışılır. Bu bağlantıları fark etmek ve yerine göre öfkeyi doğru adresine yöneltmek hiç değilse bu şekilde dile getirmek şikayetlerin azalmasında önemli rol oynayabilir.
Fobi ile suç işleme arasında ilişki var mıdır?
Böyle bir ilişki yoktur. Tam tersine fobik kişiler risk almayı sevmediklerinden bu tür olasılıklardan uzak kalırlar.
Ancak kontrfobik davranışı olan kişiler daha atak olabilirler. Bunlar korkularının üstesinden gelme çabası içersinde bilinçdışı olarak daha korkusuz bir davranış şekli benimsemeye çalışan kişilerdir. Ancak suç işlemenin kendisi de kişide birçok ruhsal sıkıntılar yaratabilir. Örneğin cana kasteden ağır suçlar işleyen birçok kişi kendisi de bu yaşadıklarını unutamamakta ve buna bağlı post travmatik stres bozukluğu belirtileri yaşamaktadır. Böyle kişiler yaşadıkları olayları hatırlatan uyaranlardan kaçınır, onunla ilgili kişi ve yerleri görmek istemez, ondan bahsedilmesin-den hoşlanmazlar. Ancak kişi buna alıştığından çoğu zaman fazla bir şikayette bulunmaz. Buna karşılık tedavi edilmeden bırakılan travma sonrası stres bozukluğu bir çok komplikasyonlara yol açar: Fiziksel hastalıklar artar, sıkıntı ve korkuyu bastırmak için alkol ve diğer sakinleştirici maddelere başvurma oranı yükselir, kişiler arası ilişkiler zaman zaman parlayan öfke nedeni ile sarsıldığından evlilik ve iş problemleri, eğer kişi genç yaşta ise, okul ve eğitimle ilgili sorunlar yaşanır.
Fobi ile uyuşturucu madde kullanımı arasında bir ilişki var mıdır?
Sadece alkolizm ile fobi ve özellikle sosyal fobi arasında ilişki saptanmıştır. Ancak her türlü psikiyatrik hastalık başka psikiyatrik hastalıklar için de risk oluşturmaktadır. Bunda ortak risk etkenleri (çocukluk çağı travmaları ve başlıca stres etkenleri gibi), ortak ya da birbiriyle ilişkili genetik risk etkenleri de rol oynuyor olabilir. Günümüzde Türkiye'de de uyuşturucu kullanımı hızla artmakta ve özellikle gençleri etkisi altına almaktadır. Sağlıklı insan ilişkisi kurma korkusu olmayan kişilerin kendilerini bu yönde geliştirmeleri doğaldır. Buna karşın sosyal açıdan fobik olan insanlar için madde kullanımı bir sosyalleşme yolu da olmaktadır. Birlikte madde kullanan bir grup için bu bir ortak nokta olmakta ve görüşme nedeni dahi oluşturmaktadır. Aynı zamanda alkol ve uyuşturucu maddeler geçici olarak rahatlama hissi sağladıklarından kişi korkularından da uzaklaşmakta ve çevresini o şekilde daha kolay kabul etmektedir. Burada bir kere daha sosyal ilişkilerde gereksiz korkuları olmayan, sağlıklı ilişkiler kurmaya istekli kişiler yetiştirmenin toplum için önemi ortaya çıkmaktadır. Öyle görünüyor ki, madde kullanımını önlemenin, yani bataklığı kurutmanın en iyi yolu erken yaşlardan itibaren çocuk ve gençleri sosyal ilişkilere alıştırmaktır.
Homofobi Kasinti Nedir
Homofobi nedir?, Homofobi Kaşıntı
Homofobi aslında gerçek anlamda fobiler arasında sayılmaz. Daha çok bilinçdışı bir korku türü sayılabilir. Eşcinseller, eşcinsel olma ya da eşcinselliğin kişide bir korkuya neden olmasıdır. Bu durum kişinin kendi psikolojik yapısı nedeniyle olabilir ya da toplumun belli kültürel kesimlerinde ortak bir tutum haline de gelebilir. Kişisel olarak homofobisi olanlarda kendi bilinçdışı ve kabul edemediği eşcinsel eğilimlerine karşı bir tepki oluşturma biçiminde ortaya çıkabilir. Öte yandan, eşcinsellik toplumda azınlık oluşturduğundan toplum içersinde değişik kesimlerde farklı tepkiler görebilir.
Toplumun bir bölümünde olumsuz karşılandığı, aşağılama nedeni olabildiği bir gerçektir. Homofobik tepkiler daha çok dini eğilimlerin ön planda olduğu ve tipik erkek modellerinin benimsendiği ülkelerde sık görülür. Erkeklik doğasıyla bağdaştırılamayan her tutum ve davranışın eleştirilmesi bir anlamda bu tipik erkek modellerinin kendilerini daha erkek gibi hissetmeleri için bir çaba niteliği de taşımaktadır. Homofobik tutum ve davranışları olan erkekler çoğu zaman alışık olmadığı kadın modelleri için de benzer tutumlar içerisine girmektedirler. Bu bağlamda alışıldık olmayana tepki gösterme ve dışlama prensibi hakimdir. Kendi gibi olan onun için doğaldır ve kabul edilebilirdir. Bu tarz düşünen insanlar için her farklılık tehdit edici bir özellik taşır. Bazı eşcinseller de bu homofobiye tepki olarak heterofobik tutum ve davranışlar sergilemeye başlamışlardır. Daha çok dışlanmış bu kitlenin abartılı bir tepkisi niteliğindedir bu heterofobi. Ülkemizde homofobi yaygın bir durumdur. Kimi ülkelerde ise eşcinsellik daha kolay kabul görmektedir.
Fobik bireylerin aile tutum ve davranışları fobik olmayan ailelerden farklı mıdır?
Genel olarak bakıldığında fobik kişilerin ailelerinde de fobik davranışlar gözlemlenmektedir. Bu aileler incelendiğinde diğer ailelere oranla daha katı davranış kalıpları olduğu göze çarpmaktadır. Fobik kişilerin ebeveynleri diğer ebeveynlere göre daha obsesif, daha kuralcı ve daha ayrıntıcıdır. Böyle bir yetiştirilme tarzı, kişilerde daha kolay fobik davranışlar geliştirebilir. Bu açıdan bireydeki fobik davranışlar maruz kaldıkları kontrolcü ve baskıcı tutumun bir sonucudur. Belki de bu fobik davranışlar aileleri tarafından sınırlandırılan ve baskılanan bireylerin bir tepkisidir.
Fobik kişiler, kişiler arası ilişkilerde daha çekinik ve uzak bir yaklaşım mı gösterirler?
Fobik kişilerin çoğu sosyal ilişkilerinde daha çekiniktir. Çünkü fobik durumlarını toplum içerisinde çok yaşamak ve göstermek istemezler hatta bu açıdan bir kaçınma davranışı gösterirler. Özellikle yeni tanıştıkları insanlardan uzak dururlar hatta onlarla yakınlaşmak isteseler bile iletişimlerinde yoğunluk kazanmak istemezler. Farklı grupların içinde olmazlar, daha çok alışıldık sosyal çevrelerinin içerisinde yaşamayı tercih etmek zorunda kalırlar. Çoğu zaman daha yakın oldukları ve yanlarında rahat davrandıkları birkaç kişi ile vakitlerini geçirmeye eğilimlidirler. Çünkü onların yanlarında fobik yaşantıları artık bir sorun olmaktan çıkmıştır.
Fobilerle yaşam
Fobik bireyler riske girmekten kaçınır mı?
Fobik bireyler riske girmekten kaçınır diye kesin bir sonuç çıkarmak zor olsa da bu kişilerin çok riskli davranışlara girmedikleri gözlemlenir. Alışıldık seçimlerinden kolay vazgeçmezler hatta vazgeçmeye dirençlidirler. Diğer insanlardan daha temkinlidirler. Güven onlar için önemli bir unsurdur. Ve riske girmekten kaçınırlar. Hayat stillerini çok değiştirmeden aynı şekilde sürdürmeye eğilimlidirler. Toplum içinde daha çok uyuma yönelik bir tavırları vardır. Genellikle bazen biraz dar olsa da uzun süreli iletişimleri vardır.
Fobik insanlarda yaratıcılık azalır mı?
Yaratıcılığın önemli şartlarından biri yeniliğe açık olmak ve ihtimalleri görebilmektir. Oysa fobisi olan insanlar genellikle kendi hayat stillerine bağlıdır. Yaratıcı olsalar bile bu yeteneklerini ortaya çıkarmakta biraz zorlanırlar. Çünkü görece kurallı yapılarından dolayı diğer ihtimallere çok açık değillerdir. Bu kişiler daha çok belirli bir iş ve göreve odaklanıp o konu üzerinde çalışabilirler. Yaşamında genellikle düz giden şeylere önem verirler. Spontane yaratıcılığı kullanmada fazla başarılı olamayabilirler. Genelde belirli bir düzen içinde olan işleri daha kolay yaparlar. İletişim gerektiren meslekleri çoğu zaman tercih etmezler. Büyük sorumluluk gerektiren işlerden kaçınırlar, terfi durumlarında bile eski yerinde kalmayı tercih edebilirler. Öte yandan yaratıcılık her tür ruhsal problemde oldukça tedavi edici özelliğe sahiptir. Bütün tedavilerde ve fobi tedavisinde de mümkün olduğu kadar kişinin ruhsal dünyasına ve gündelik yaşamına yaratıcı düşünme ve davranma yönünde katkıda bulunulmalıdır. Birçok kişinin yaratıcılığının körelmesi ya da yaratıcılığını yönlendirebileceği yolları bulamaması nedeniyle bunalım ve sıkıntıların olduğu doğrudur.
Homofobi aslında gerçek anlamda fobiler arasında sayılmaz. Daha çok bilinçdışı bir korku türü sayılabilir. Eşcinseller, eşcinsel olma ya da eşcinselliğin kişide bir korkuya neden olmasıdır. Bu durum kişinin kendi psikolojik yapısı nedeniyle olabilir ya da toplumun belli kültürel kesimlerinde ortak bir tutum haline de gelebilir. Kişisel olarak homofobisi olanlarda kendi bilinçdışı ve kabul edemediği eşcinsel eğilimlerine karşı bir tepki oluşturma biçiminde ortaya çıkabilir. Öte yandan, eşcinsellik toplumda azınlık oluşturduğundan toplum içersinde değişik kesimlerde farklı tepkiler görebilir.
Toplumun bir bölümünde olumsuz karşılandığı, aşağılama nedeni olabildiği bir gerçektir. Homofobik tepkiler daha çok dini eğilimlerin ön planda olduğu ve tipik erkek modellerinin benimsendiği ülkelerde sık görülür. Erkeklik doğasıyla bağdaştırılamayan her tutum ve davranışın eleştirilmesi bir anlamda bu tipik erkek modellerinin kendilerini daha erkek gibi hissetmeleri için bir çaba niteliği de taşımaktadır. Homofobik tutum ve davranışları olan erkekler çoğu zaman alışık olmadığı kadın modelleri için de benzer tutumlar içerisine girmektedirler. Bu bağlamda alışıldık olmayana tepki gösterme ve dışlama prensibi hakimdir. Kendi gibi olan onun için doğaldır ve kabul edilebilirdir. Bu tarz düşünen insanlar için her farklılık tehdit edici bir özellik taşır. Bazı eşcinseller de bu homofobiye tepki olarak heterofobik tutum ve davranışlar sergilemeye başlamışlardır. Daha çok dışlanmış bu kitlenin abartılı bir tepkisi niteliğindedir bu heterofobi. Ülkemizde homofobi yaygın bir durumdur. Kimi ülkelerde ise eşcinsellik daha kolay kabul görmektedir.
Fobik bireylerin aile tutum ve davranışları fobik olmayan ailelerden farklı mıdır?
Genel olarak bakıldığında fobik kişilerin ailelerinde de fobik davranışlar gözlemlenmektedir. Bu aileler incelendiğinde diğer ailelere oranla daha katı davranış kalıpları olduğu göze çarpmaktadır. Fobik kişilerin ebeveynleri diğer ebeveynlere göre daha obsesif, daha kuralcı ve daha ayrıntıcıdır. Böyle bir yetiştirilme tarzı, kişilerde daha kolay fobik davranışlar geliştirebilir. Bu açıdan bireydeki fobik davranışlar maruz kaldıkları kontrolcü ve baskıcı tutumun bir sonucudur. Belki de bu fobik davranışlar aileleri tarafından sınırlandırılan ve baskılanan bireylerin bir tepkisidir.
Fobik kişiler, kişiler arası ilişkilerde daha çekinik ve uzak bir yaklaşım mı gösterirler?
Fobik kişilerin çoğu sosyal ilişkilerinde daha çekiniktir. Çünkü fobik durumlarını toplum içerisinde çok yaşamak ve göstermek istemezler hatta bu açıdan bir kaçınma davranışı gösterirler. Özellikle yeni tanıştıkları insanlardan uzak dururlar hatta onlarla yakınlaşmak isteseler bile iletişimlerinde yoğunluk kazanmak istemezler. Farklı grupların içinde olmazlar, daha çok alışıldık sosyal çevrelerinin içerisinde yaşamayı tercih etmek zorunda kalırlar. Çoğu zaman daha yakın oldukları ve yanlarında rahat davrandıkları birkaç kişi ile vakitlerini geçirmeye eğilimlidirler. Çünkü onların yanlarında fobik yaşantıları artık bir sorun olmaktan çıkmıştır.
Fobilerle yaşam
Fobik bireyler riske girmekten kaçınır mı?
Fobik bireyler riske girmekten kaçınır diye kesin bir sonuç çıkarmak zor olsa da bu kişilerin çok riskli davranışlara girmedikleri gözlemlenir. Alışıldık seçimlerinden kolay vazgeçmezler hatta vazgeçmeye dirençlidirler. Diğer insanlardan daha temkinlidirler. Güven onlar için önemli bir unsurdur. Ve riske girmekten kaçınırlar. Hayat stillerini çok değiştirmeden aynı şekilde sürdürmeye eğilimlidirler. Toplum içinde daha çok uyuma yönelik bir tavırları vardır. Genellikle bazen biraz dar olsa da uzun süreli iletişimleri vardır.
Fobik insanlarda yaratıcılık azalır mı?
Yaratıcılığın önemli şartlarından biri yeniliğe açık olmak ve ihtimalleri görebilmektir. Oysa fobisi olan insanlar genellikle kendi hayat stillerine bağlıdır. Yaratıcı olsalar bile bu yeteneklerini ortaya çıkarmakta biraz zorlanırlar. Çünkü görece kurallı yapılarından dolayı diğer ihtimallere çok açık değillerdir. Bu kişiler daha çok belirli bir iş ve göreve odaklanıp o konu üzerinde çalışabilirler. Yaşamında genellikle düz giden şeylere önem verirler. Spontane yaratıcılığı kullanmada fazla başarılı olamayabilirler. Genelde belirli bir düzen içinde olan işleri daha kolay yaparlar. İletişim gerektiren meslekleri çoğu zaman tercih etmezler. Büyük sorumluluk gerektiren işlerden kaçınırlar, terfi durumlarında bile eski yerinde kalmayı tercih edebilirler. Öte yandan yaratıcılık her tür ruhsal problemde oldukça tedavi edici özelliğe sahiptir. Bütün tedavilerde ve fobi tedavisinde de mümkün olduğu kadar kişinin ruhsal dünyasına ve gündelik yaşamına yaratıcı düşünme ve davranma yönünde katkıda bulunulmalıdır. Birçok kişinin yaratıcılığının körelmesi ya da yaratıcılığını yönlendirebileceği yolları bulamaması nedeniyle bunalım ve sıkıntıların olduğu doğrudur.
Temel ve İleri Yasam Destegi Nedir
Temel ve İleri Yaşam Desteği Nedir
Kardiyopulmoner arest (Dolaşım ve solunumun durması) acil ilk yardım gerektiren olayların başında gelir. Birkaç dakika içinde önlem alınmazsa hasta kurtarılamaz. Temel ve ileri yaşam desteği kardiyopulmoner arest durumunda çok kısa sürede bir dizi işlemlerin uygulanmasını içerir. Burada amaç ani beklenmedik şekilde ortaya çıkan kalp veya akciğer fonksiyon kaybını düzeltmek, yaşamsal organların yeterli oksijenasyonunu sağlamak ve kalbi normal ritmine döndürmektir.
Temel ve ileri yaşam desteği sağlanması kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) veya Kalp-akciğer canlandırması (KAC) olarak da tanımlanabilmektedir.
Erişkin Temel ve İleri Yaşam Desteği Gerektiren Durumlar
Sıklıkla kardiyovasküler hastalıklar sonucu ortaya çıkan ventriküler fibrilasyon
Elektrik çarpması
Suda boğulma
İlaç reaksiyonları
Gaz / dumanla boğulma
Aşırı hassasiyet reaksiyonları
Travma
Dünyada ve Ülkemizde ilk 3 sırada yer alan kardiyovasküler hastalıklar ve özellikle myokard İnfarktüsü (MI) en sık karşılaşılan kardiyopulmoner arest nedenidir. Amerika Birleşik Devletleri(ABD)'nde MI geçiren hastaların 2/3'lük bir kısmı hastaneye gelmeden kaybedilmektedir.
Kalp Durmasının Belirtileri, ileri Yaşam Desteği ppt
1. Kalp sesleri duyulamaz,
2. Karotis ya da femoral arterden, 0-1 yaş arası bebeklerde braki-yal arterden yapılan palpasyon sonucu nabız alınamaz,
3. Bilinç kaybı (10-30 saniye içinde) gelişir,
4. Solunum durur, göğüs kafesi hareketi ve ağızdan hava giriş-çıkışı durur,
5. Pupillalar dilate olur (midriyazis); kalp durmasından yaklaşık 45 saniye sonra gelişir vel dakika 45 saniye sonra da maksimuma ulaşır.
6. Kan basıncı (Tansiyon) alınamaz,
7. Hareketsiz, kasları gevşemiş, soluk, gri beyaz renk,
8. Beyne yeterli kan gidemediğinden serebral iskemi nedeniyle kollarda ve bacaklarda tonik ve klonik konvülsiyonlar görülür. Bu belirtilerin hepsi çok önemlidir. Ancak bunlardan üç tanesi derhal temel yaşam desteği girişimlerine başlanması zorunluluğunu ortaya koyar.
Temel Yaşam Desteği
Solunum ve kalbin durmasından sonra en iyi müdahale etme zamanı ilk 4 dakikadır. 10 dakikadan sonra ciddi beyin ölümü olur. Temel yaşam desteği KPR' nun ilk adımıdır. KPR' a başlama zamanı yaşam hızını da etkiler. Arestten sonra ilk 4 dakika içinde KPR' a başlanırsa yaşama dönme hızı %29 iken 4 dakikadan daha uzun sürede başlandığında yaşam hızı %7'lere düşer. Temel yaşam desteğini sağlayan kişi bilinçsizlik durumunu tanımlar, açık bir hava yolu sağlar, yeterli hava sağlar ve eğer dolaşım yoksa kalp masajı yapar. Bu manevralar; Havayolu, solunum ve dolaşım sağlanması kısaca ABC olarak da tanımlanır:
Hava Yolu Sağlanması
Bilinçsiz olan kişi sırt üstü yattığı zaman ilk akla gelecek hava yolu tıkanıklığı nedeni dil ve epiglottur. Yapılacak ilk aktivite başa pozisyon vererek hava yolunu açmaktır. Başa pozisyon verme iki şekilde yapılır:
Baş-Çene Pozisyonu ile: Bir el ile alından diğer el ile çene kemiği üzerinden tutularak baş geriye doğru eğilir ve çene kaldırılır. Dil ve epiglot alt çene ile bağlantılı olduğu için bu pozisyonda hava yolu açılır. Bu pozisyon boyun yaralanmalarında kullanılmaz.
Çene Pozisyonu: Boyun yaralanması olduğu düşünülen durumlarda verilir. İki el ile çenenin iki yanından tutup alt çene öne ve yukarıya doğru kaldırılır.
Her iki manevrada da dil farenksten öne doğru çekilir. Dil, bilinci kapalı hastalarda hava yolu obstrüksiyonunun en önemli nedenidir. Bu manevralar yapıldığında yeterli hava yolu açıklığı sağlanabilir ve daha fazla yardım gerekmeden spontan solunum olabilir. Bununla birlikte hastanın kendi hava yolu ya da nozofarenjiyal veya orofarenjiyal bir hava yolu açılıncaya kadar açık bir hava yolu sağlamak esastır. Yalnızca tek kişi ile KPR yapıldığında göğüs kafesine kalp masajı yaparken kurtarıcı başından ayrılabilir.
Solunum Sağlanması ve temel yaşam desteği slayt
Hava yolu açtıktan sonra kişinin kendi solunumu olup olmadığı kontrol edilir. Kurtarıcı göğüs kafesinin yükselmesini izleyerek, kulağıyla nefes alıp verme sesini dinleyerek ve hava giriş çıkışını eliyle hissederek solunumu kontrol eder. Spontan solunum varsa kurtarıcı basit olarak bir hava yolu sağlamaya devam eder. Spontan solunum yoksa hastaya suni solunum yapılır. Suni solunum; ağızdan-ağıza, ağızdan-buruna, ağızdan-stomaya veya ağızdan maskeye yapılabilir.
Ağızdan-ağıza suni solunum Basit ve yaygın olarak kullanılan ağızdan-ağıza solunumdur. Hastanın burnu sıkıştırılır ve kurtarıcı ağzını hastanın ağzının etrafına yerleştirerek nefes verir. İlk adımda havanın çıkışına izin verilmeden 4 kısa solunum yaptırılarak başlanır. Bu yöntemle KPR'un gelecek adımlarına geçmeden akciğerlere yükleme oksijen dozu verilmiş olur. Hastanın ağzına solunum yapılırken göğüs kafesinin yükselmesi gözlenir. Eğer yükselmiyorsa, tekrar pozisyon verilip tekrar denenir.
Ağızdan buruna suni solunum: Ağızdan ağıza solunum yapmanın mümkün olmadığı durumlarda ağızdan buruna solunum yapılır. Ağızdan buruna solunum yaptırılırken kurtarıcının bir eli hastanın ağzını kapatır, ağzıyla burnunu kapatarak hastanın burnuna hava verir.
Ağızdan ağıza solunumda pasif hava çıkışı için kurtarıcı hastanın ağzından ağzını çekmelidir. Ağızdan buruna solunum yapıldığında her buruna solunum yapıldıktan sonra pasif hava çıkışı için hastanın ağzını açmalıdır. Bu işlem resüsitasyon işlemi sonlandırı-lıncaya kadar ya da hastanın spontan solunumu yerine gelinceye kadar her 5 saniyede bir hastaya nefes verme şeklinde sürdürülür .
Hasta laringetomi veya trakeostomiye sahipse kurtarıcı burun ve ağızı kapatarak ağzını stoma üzerine yerleştirir ve direk stoma-ya nefes verir.
Hava yolu Obstrüksiyonu: Ventilasyon işleminde bir dirençle karşılaşılırsa, kurtarıcı hava yolunu açmak için bir dizi manevra yapmalıdır. İlk manevra hava yoluna tekrar pozisyon vermedir. Bazen resüsitasyon çabalarının yoğunluğunda iyi bir hava yolu kaybedilir. Baş ve boyuna tekrar pozisyon verildiğinde başarılı olmadıysa yabancı cisim varlığı düşünülür.
Eğer bir yabancı cisim varsa, kurtarıcı diyafram altına manevra yaparak çıkarmaya çalışır. Bu manevra "Heimlich" manevrası olarak bilinir. Eğer hasta prone pozisyonunda ise kurtarıcı hastayı kendi ile yüz yüze gelecek şekilde yatırır ve hastanın bacaklarının yanlarına bacaklarını açarak diz çöker. Kurtarıcı ellerini üst üste koyar ve hastanın ksifoid ve göbek arasına ellerini yerleştirir. Yabancı cismi çıkarmak için 6-10 kez hamle uygulanır. Hava yolu açılıncaya kadar işlem tekrarlanır.
Heimlich manevrası aynı zamanda hastanın ayakta ya da oturur pozisyonda olduğu durumlarda da yapılabilir. Kurtancı hastanın arkasına geçer ve ellerini hastanın beline yerleştirir. Bir elini baş parmağı hastanın ksifoid altına göbek üzerine gelecek şekilde yumruk yapar, diğer elini de onun üzerine yerleştirerek hızlı bir hamle yapar. Bu manevrayı 6-10 kez tekrarlayabilir. Bu işlem hava yolu açılıncaya ya da ileri yaşam desteği uygun oluncaya kadar tekrarlanır.
Dolaşım Sağlanması ve erişkin temel yaşam desteği
Dolaşım durumunu değerlendirme yeterli solunum sağlandıktan sonra yapılmalıdır. Çünkü oksijenlenmeden dolaşan kan yararsızdır. Hava yolu açılıp suni solunum başlandıktan sonra kurtancı karotid ya da femoral nabızlan palpe ederek kontrol eder. Eğer nabız yoksa kurtancı suni dolaşımı sağlamak için kalp masajına başlar. Eğer bir nabız varsa hastanın hava yolunun açık ve yeterli solunumu olduğundan emin olunur.
Aynı zamanda kalp masajı olarak da bilinen eksternel kardiyak basınç uygulanırken, ksifoidin iki parmak üstüne iki elini üst üste yerleştirir. Parmaklar birbirine kenetlenir ve göğsün üzerine değdirilmez. Kurtancı mümkün olduğu kadar hastanın yanına dizlerini hafifçe açarak diz çöker. El bilekleri ve dirsekleri bükülmeden düz olarak basınç uygulanır. Eşit olarak %50 basınç ve %50 basınç uygulanmayan devreler birbirini izler. Kesik ve hızlı basınç uygulamamak, çünkü bu gibi basınçlar miyokardı ezer ve yaşamı sürdürmek için yeterli kardiyak output sağlamaz. Eksternal kalp masajı yapılırken yetişkin kişide sternum 3.75-5 cm çökertilecek kadar basınç uygulanır. Bireyden bireye değişmesine karşın göğüs basıncı uygun şekilde yapıldığında normal kardiyak outputun yaklaşık olarak 1/3'ünü sağlayabilir ve yaşamı sağlayan 100mmHg'lık sistolik bir basınç oluşturulabilir.
Göğüs basıncı tek kişi ile yapıldığında dakikada 80 kez tekrarlanır. 15 göğüs basıncını 2 suni solunum izler. Bu siklüs ilave bir yardım gelinceye ya da kurtarıcı çok fazla yoruluncaya kadar sürer. İki kurtarıcıyla göğüs basınç dakikada 80-100 kez yapılır. Her 5 basınç 1 solunum uygulanır.
KPR Yapılırken Hatırlanması Gereken Temel Noktalar
1. Kalp masajı yapılırken hasta sert bir zemin üzerinde yatırılmalı;2. Kalp masajı ve suni solunum daima birlikte yapılmalıdır.
Kardiyopulmoner arest (Dolaşım ve solunumun durması) acil ilk yardım gerektiren olayların başında gelir. Birkaç dakika içinde önlem alınmazsa hasta kurtarılamaz. Temel ve ileri yaşam desteği kardiyopulmoner arest durumunda çok kısa sürede bir dizi işlemlerin uygulanmasını içerir. Burada amaç ani beklenmedik şekilde ortaya çıkan kalp veya akciğer fonksiyon kaybını düzeltmek, yaşamsal organların yeterli oksijenasyonunu sağlamak ve kalbi normal ritmine döndürmektir.
Temel ve ileri yaşam desteği sağlanması kardiyopulmoner resüsitasyon (KPR) veya Kalp-akciğer canlandırması (KAC) olarak da tanımlanabilmektedir.
Erişkin Temel ve İleri Yaşam Desteği Gerektiren Durumlar
Sıklıkla kardiyovasküler hastalıklar sonucu ortaya çıkan ventriküler fibrilasyon
Elektrik çarpması
Suda boğulma
İlaç reaksiyonları
Gaz / dumanla boğulma
Aşırı hassasiyet reaksiyonları
Travma
Dünyada ve Ülkemizde ilk 3 sırada yer alan kardiyovasküler hastalıklar ve özellikle myokard İnfarktüsü (MI) en sık karşılaşılan kardiyopulmoner arest nedenidir. Amerika Birleşik Devletleri(ABD)'nde MI geçiren hastaların 2/3'lük bir kısmı hastaneye gelmeden kaybedilmektedir.
Kalp Durmasının Belirtileri, ileri Yaşam Desteği ppt
1. Kalp sesleri duyulamaz,
2. Karotis ya da femoral arterden, 0-1 yaş arası bebeklerde braki-yal arterden yapılan palpasyon sonucu nabız alınamaz,
3. Bilinç kaybı (10-30 saniye içinde) gelişir,
4. Solunum durur, göğüs kafesi hareketi ve ağızdan hava giriş-çıkışı durur,
5. Pupillalar dilate olur (midriyazis); kalp durmasından yaklaşık 45 saniye sonra gelişir vel dakika 45 saniye sonra da maksimuma ulaşır.
6. Kan basıncı (Tansiyon) alınamaz,
7. Hareketsiz, kasları gevşemiş, soluk, gri beyaz renk,
8. Beyne yeterli kan gidemediğinden serebral iskemi nedeniyle kollarda ve bacaklarda tonik ve klonik konvülsiyonlar görülür. Bu belirtilerin hepsi çok önemlidir. Ancak bunlardan üç tanesi derhal temel yaşam desteği girişimlerine başlanması zorunluluğunu ortaya koyar.
Temel Yaşam Desteği
Solunum ve kalbin durmasından sonra en iyi müdahale etme zamanı ilk 4 dakikadır. 10 dakikadan sonra ciddi beyin ölümü olur. Temel yaşam desteği KPR' nun ilk adımıdır. KPR' a başlama zamanı yaşam hızını da etkiler. Arestten sonra ilk 4 dakika içinde KPR' a başlanırsa yaşama dönme hızı %29 iken 4 dakikadan daha uzun sürede başlandığında yaşam hızı %7'lere düşer. Temel yaşam desteğini sağlayan kişi bilinçsizlik durumunu tanımlar, açık bir hava yolu sağlar, yeterli hava sağlar ve eğer dolaşım yoksa kalp masajı yapar. Bu manevralar; Havayolu, solunum ve dolaşım sağlanması kısaca ABC olarak da tanımlanır:
Hava Yolu Sağlanması
Bilinçsiz olan kişi sırt üstü yattığı zaman ilk akla gelecek hava yolu tıkanıklığı nedeni dil ve epiglottur. Yapılacak ilk aktivite başa pozisyon vererek hava yolunu açmaktır. Başa pozisyon verme iki şekilde yapılır:
Baş-Çene Pozisyonu ile: Bir el ile alından diğer el ile çene kemiği üzerinden tutularak baş geriye doğru eğilir ve çene kaldırılır. Dil ve epiglot alt çene ile bağlantılı olduğu için bu pozisyonda hava yolu açılır. Bu pozisyon boyun yaralanmalarında kullanılmaz.
Çene Pozisyonu: Boyun yaralanması olduğu düşünülen durumlarda verilir. İki el ile çenenin iki yanından tutup alt çene öne ve yukarıya doğru kaldırılır.
Her iki manevrada da dil farenksten öne doğru çekilir. Dil, bilinci kapalı hastalarda hava yolu obstrüksiyonunun en önemli nedenidir. Bu manevralar yapıldığında yeterli hava yolu açıklığı sağlanabilir ve daha fazla yardım gerekmeden spontan solunum olabilir. Bununla birlikte hastanın kendi hava yolu ya da nozofarenjiyal veya orofarenjiyal bir hava yolu açılıncaya kadar açık bir hava yolu sağlamak esastır. Yalnızca tek kişi ile KPR yapıldığında göğüs kafesine kalp masajı yaparken kurtarıcı başından ayrılabilir.
Solunum Sağlanması ve temel yaşam desteği slayt
Hava yolu açtıktan sonra kişinin kendi solunumu olup olmadığı kontrol edilir. Kurtarıcı göğüs kafesinin yükselmesini izleyerek, kulağıyla nefes alıp verme sesini dinleyerek ve hava giriş çıkışını eliyle hissederek solunumu kontrol eder. Spontan solunum varsa kurtarıcı basit olarak bir hava yolu sağlamaya devam eder. Spontan solunum yoksa hastaya suni solunum yapılır. Suni solunum; ağızdan-ağıza, ağızdan-buruna, ağızdan-stomaya veya ağızdan maskeye yapılabilir.
Ağızdan-ağıza suni solunum Basit ve yaygın olarak kullanılan ağızdan-ağıza solunumdur. Hastanın burnu sıkıştırılır ve kurtarıcı ağzını hastanın ağzının etrafına yerleştirerek nefes verir. İlk adımda havanın çıkışına izin verilmeden 4 kısa solunum yaptırılarak başlanır. Bu yöntemle KPR'un gelecek adımlarına geçmeden akciğerlere yükleme oksijen dozu verilmiş olur. Hastanın ağzına solunum yapılırken göğüs kafesinin yükselmesi gözlenir. Eğer yükselmiyorsa, tekrar pozisyon verilip tekrar denenir.
Ağızdan buruna suni solunum: Ağızdan ağıza solunum yapmanın mümkün olmadığı durumlarda ağızdan buruna solunum yapılır. Ağızdan buruna solunum yaptırılırken kurtarıcının bir eli hastanın ağzını kapatır, ağzıyla burnunu kapatarak hastanın burnuna hava verir.
Ağızdan ağıza solunumda pasif hava çıkışı için kurtarıcı hastanın ağzından ağzını çekmelidir. Ağızdan buruna solunum yapıldığında her buruna solunum yapıldıktan sonra pasif hava çıkışı için hastanın ağzını açmalıdır. Bu işlem resüsitasyon işlemi sonlandırı-lıncaya kadar ya da hastanın spontan solunumu yerine gelinceye kadar her 5 saniyede bir hastaya nefes verme şeklinde sürdürülür .
Hasta laringetomi veya trakeostomiye sahipse kurtarıcı burun ve ağızı kapatarak ağzını stoma üzerine yerleştirir ve direk stoma-ya nefes verir.
Hava yolu Obstrüksiyonu: Ventilasyon işleminde bir dirençle karşılaşılırsa, kurtarıcı hava yolunu açmak için bir dizi manevra yapmalıdır. İlk manevra hava yoluna tekrar pozisyon vermedir. Bazen resüsitasyon çabalarının yoğunluğunda iyi bir hava yolu kaybedilir. Baş ve boyuna tekrar pozisyon verildiğinde başarılı olmadıysa yabancı cisim varlığı düşünülür.
Eğer bir yabancı cisim varsa, kurtarıcı diyafram altına manevra yaparak çıkarmaya çalışır. Bu manevra "Heimlich" manevrası olarak bilinir. Eğer hasta prone pozisyonunda ise kurtarıcı hastayı kendi ile yüz yüze gelecek şekilde yatırır ve hastanın bacaklarının yanlarına bacaklarını açarak diz çöker. Kurtarıcı ellerini üst üste koyar ve hastanın ksifoid ve göbek arasına ellerini yerleştirir. Yabancı cismi çıkarmak için 6-10 kez hamle uygulanır. Hava yolu açılıncaya kadar işlem tekrarlanır.
Heimlich manevrası aynı zamanda hastanın ayakta ya da oturur pozisyonda olduğu durumlarda da yapılabilir. Kurtancı hastanın arkasına geçer ve ellerini hastanın beline yerleştirir. Bir elini baş parmağı hastanın ksifoid altına göbek üzerine gelecek şekilde yumruk yapar, diğer elini de onun üzerine yerleştirerek hızlı bir hamle yapar. Bu manevrayı 6-10 kez tekrarlayabilir. Bu işlem hava yolu açılıncaya ya da ileri yaşam desteği uygun oluncaya kadar tekrarlanır.
Dolaşım Sağlanması ve erişkin temel yaşam desteği
Dolaşım durumunu değerlendirme yeterli solunum sağlandıktan sonra yapılmalıdır. Çünkü oksijenlenmeden dolaşan kan yararsızdır. Hava yolu açılıp suni solunum başlandıktan sonra kurtancı karotid ya da femoral nabızlan palpe ederek kontrol eder. Eğer nabız yoksa kurtancı suni dolaşımı sağlamak için kalp masajına başlar. Eğer bir nabız varsa hastanın hava yolunun açık ve yeterli solunumu olduğundan emin olunur.
Aynı zamanda kalp masajı olarak da bilinen eksternel kardiyak basınç uygulanırken, ksifoidin iki parmak üstüne iki elini üst üste yerleştirir. Parmaklar birbirine kenetlenir ve göğsün üzerine değdirilmez. Kurtancı mümkün olduğu kadar hastanın yanına dizlerini hafifçe açarak diz çöker. El bilekleri ve dirsekleri bükülmeden düz olarak basınç uygulanır. Eşit olarak %50 basınç ve %50 basınç uygulanmayan devreler birbirini izler. Kesik ve hızlı basınç uygulamamak, çünkü bu gibi basınçlar miyokardı ezer ve yaşamı sürdürmek için yeterli kardiyak output sağlamaz. Eksternal kalp masajı yapılırken yetişkin kişide sternum 3.75-5 cm çökertilecek kadar basınç uygulanır. Bireyden bireye değişmesine karşın göğüs basıncı uygun şekilde yapıldığında normal kardiyak outputun yaklaşık olarak 1/3'ünü sağlayabilir ve yaşamı sağlayan 100mmHg'lık sistolik bir basınç oluşturulabilir.
Göğüs basıncı tek kişi ile yapıldığında dakikada 80 kez tekrarlanır. 15 göğüs basıncını 2 suni solunum izler. Bu siklüs ilave bir yardım gelinceye ya da kurtarıcı çok fazla yoruluncaya kadar sürer. İki kurtarıcıyla göğüs basınç dakikada 80-100 kez yapılır. Her 5 basınç 1 solunum uygulanır.
KPR Yapılırken Hatırlanması Gereken Temel Noktalar
1. Kalp masajı yapılırken hasta sert bir zemin üzerinde yatırılmalı;2. Kalp masajı ve suni solunum daima birlikte yapılmalıdır.
Bebeklerde Kardiyopulmoner Resusitasyon
Bebeklerde Kardiyopulmoner Resüsitasyon (0-1 Yaş)
Bebeklerde KPR'nda ilk önce yanıtsızlık saptanır. Bebeğe sırt üstü pozisyon verildikten sonra bebeğin baş ve boynu desteklenir. Baş-Çene ya da Çene kaldırma pozisyonu kullanılarak açık hava yolu sağlanır. Posterior hava yolu obstrüksiyonuna neden olacağından boyun hiperekstansiyona getirilmez. Göğüs hareketleriyle solunum kontrol edilir. Yüz yaklaştırılarak hava hareketleri dinlenir, daha sonra nabız kontrol edilir. Nabız üst kolda brakiyal arterden 5-10 saniye süreyle kontrol edilir. Eğer nabız varsa, açık hava yolu sağlanır ve dakikada 20 suni solunum yapılır. Nabız yoksa kalp masajı için hazırlanır. İki meme başı arasına hayali bir çizgi çizilir ve bu hayali çizgi ortasına iki parmak yerleştirilir. Dakikada 100 kez basınç yapılır ve 1.25-2.5 cm çökertilir. Kalp masajı ve solunum oram 5:1 dir. Her 10 sik-lüsten sonra nabız kontrol edilir. Eğer apne ise ve nabız yoksa KPR'a devam edilir.
Eğer hava yolu tıkanmışsa bebeğin başına tekrar pozisyon verilir ve tekrar nefes verilir. Başarısız olmuşsa bebek baş aşağı pozisyona getirilir. Yüz aşağıda olacak şekilde, sırtına 5 kez vurulur. Tekrar supine pozisyonuna getirilir. Göğüste sternum ortasına 5 kez vurulur. Çene açılır ve herhangi bir yabancı cisim çıkarıp çıkarmadığı gözlenir. Başa tekrar pozisyon verilir ve bebek ventile edilir. Hava yolu açılıncaya kadar işleme devam edilir
Yeni Doğan Bebeklerde Kardiyopulmoner Resüsitasyon
Yenidoğana KPR yapılırken önce ağız sonra burun temizlenir. Eğer yenidoğanda spontan solunum varsa ve kalp hızı 110 atım/dakikadan fazlaysa aspire edilir ve bebek uyarılır. Çoğu yenidoğan bu sırada spontan olarak solunum yapmaya başlar. Hala solunum yoksa ağızdan ağıza ve ağızdan buruna iki nefes verilir. Bu girişim genellikle solunumu başlanabilir. Eğer solunum sürekli değil ve nabız yoksa, bir endotrakeal tüple yeterli oksijen sağlanır ve dakikada 20-30 solunum vermeye devam edilir. Solunum yok ya da sıkıntılı ve nabız 110/dakikanın altında ise, hava yolu aspire edilerek açıklık sağlanır. Ağızdan ağıza ya da ağızdan buruna solunum yapılır. Eğer solunum ve kalp hızı azalmaya devam ederse ye-nidoğanda ventilasyon sürdürülür. Nabız palpe edilemezse dakikada 100 kez kalp masajı yapılmasına başlanır ve ileri yaşam desteği önlemleri alınır.
Yenidoğanın Resüsitasyonunda Adımlar Şunlardır
1. Hava yolu sağlama
2. Yeterli oksijenle solunum sağlama
3. Dolaşım
4. Damar yolu açma (genellikle göbek veni yolu ile)
5. Sodyum bikarbonat verilir. (2mEq /kg , 1:1 oranında dilüe edilmiş, IV puşe ile)
6. Epinefrin verilir (0.1 mi, l:10000'lik solüsyondan)Hipotermi bebek ve çocukların resüsitasyonunda zararlıdır. Bundan dolayı hastanın vücut ısısı korunmalıdır.
Bebeklerde KPR'nda ilk önce yanıtsızlık saptanır. Bebeğe sırt üstü pozisyon verildikten sonra bebeğin baş ve boynu desteklenir. Baş-Çene ya da Çene kaldırma pozisyonu kullanılarak açık hava yolu sağlanır. Posterior hava yolu obstrüksiyonuna neden olacağından boyun hiperekstansiyona getirilmez. Göğüs hareketleriyle solunum kontrol edilir. Yüz yaklaştırılarak hava hareketleri dinlenir, daha sonra nabız kontrol edilir. Nabız üst kolda brakiyal arterden 5-10 saniye süreyle kontrol edilir. Eğer nabız varsa, açık hava yolu sağlanır ve dakikada 20 suni solunum yapılır. Nabız yoksa kalp masajı için hazırlanır. İki meme başı arasına hayali bir çizgi çizilir ve bu hayali çizgi ortasına iki parmak yerleştirilir. Dakikada 100 kez basınç yapılır ve 1.25-2.5 cm çökertilir. Kalp masajı ve solunum oram 5:1 dir. Her 10 sik-lüsten sonra nabız kontrol edilir. Eğer apne ise ve nabız yoksa KPR'a devam edilir.
Eğer hava yolu tıkanmışsa bebeğin başına tekrar pozisyon verilir ve tekrar nefes verilir. Başarısız olmuşsa bebek baş aşağı pozisyona getirilir. Yüz aşağıda olacak şekilde, sırtına 5 kez vurulur. Tekrar supine pozisyonuna getirilir. Göğüste sternum ortasına 5 kez vurulur. Çene açılır ve herhangi bir yabancı cisim çıkarıp çıkarmadığı gözlenir. Başa tekrar pozisyon verilir ve bebek ventile edilir. Hava yolu açılıncaya kadar işleme devam edilir
Yeni Doğan Bebeklerde Kardiyopulmoner Resüsitasyon
Yenidoğana KPR yapılırken önce ağız sonra burun temizlenir. Eğer yenidoğanda spontan solunum varsa ve kalp hızı 110 atım/dakikadan fazlaysa aspire edilir ve bebek uyarılır. Çoğu yenidoğan bu sırada spontan olarak solunum yapmaya başlar. Hala solunum yoksa ağızdan ağıza ve ağızdan buruna iki nefes verilir. Bu girişim genellikle solunumu başlanabilir. Eğer solunum sürekli değil ve nabız yoksa, bir endotrakeal tüple yeterli oksijen sağlanır ve dakikada 20-30 solunum vermeye devam edilir. Solunum yok ya da sıkıntılı ve nabız 110/dakikanın altında ise, hava yolu aspire edilerek açıklık sağlanır. Ağızdan ağıza ya da ağızdan buruna solunum yapılır. Eğer solunum ve kalp hızı azalmaya devam ederse ye-nidoğanda ventilasyon sürdürülür. Nabız palpe edilemezse dakikada 100 kez kalp masajı yapılmasına başlanır ve ileri yaşam desteği önlemleri alınır.
Yenidoğanın Resüsitasyonunda Adımlar Şunlardır
1. Hava yolu sağlama
2. Yeterli oksijenle solunum sağlama
3. Dolaşım
4. Damar yolu açma (genellikle göbek veni yolu ile)
5. Sodyum bikarbonat verilir. (2mEq /kg , 1:1 oranında dilüe edilmiş, IV puşe ile)
6. Epinefrin verilir (0.1 mi, l:10000'lik solüsyondan)Hipotermi bebek ve çocukların resüsitasyonunda zararlıdır. Bundan dolayı hastanın vücut ısısı korunmalıdır.
Cocuklarda ileri Yasam Destegi
Çocuklarda Kardiyopulmoner Resüsitasyon (1-8 Yaş)
1 -8 yaş arası çocukların resüsitasyon işlemidir. Çocuk 8 yaş üzerindeyse yetişkinlerde uygulanan KPR uygulamaları kullanılır .
İlk önce cevapsızlık durumu saptanır. Sırt üstü pozisyon verilir. Baş-çene ya da Çene kaldırma yöntemi kullanılarak hava yolu açılır, göğüs hareketlerine bakılması, hava hareketlerinin dinlenmesi ve göğüsün hareketlerinin izlenmesi yoluyla solunum değerlendirilir. Solunum yoksa hava yolu açıklığı sağlanır. Solunum yoksa burun kapatılarak ağızdan ağıza solunum yapılır. Karotid arterden nabız kontrolü yapılır. Eğer nabız varsa hava yolu açılır ve suni solunum sürdürülür. Eğer nabız yoksa çocuğun omuzlarının yanına diz çökülür ve kalp masajı için hazırlık yapılır. Sternumun alt ucuna iki parmak ve üzerine bir elin ayası yerleştirilir. Dakikada 80-100 kez 2.5-3.75 cm basınç uygulanır. Basınç ve basınç uygulanmayan devreler eşit olmalıdır. Masaj ve solunum oranı tek kişi ile 15:2, iki kişi ile 5:1' dir. İki kişiyle yapılan KPR sırasında solunum sırasında masaja ara verilmelidir. (Çocuklarda ileri yaşam desteği)
Masaj ve solunumun her 10 siklüsünden sonra nabız tekrar değerlendirilir. Eğer hava yolu tıkanıksa çocuğun başına tekrar pozisyon verilir ve tekrar solunum yapılır. Başarısız olunduysa çocuğun bacaklarının arasına diz çökülür ve bir elin ayası çocuğun göbek üzerindeki karın bölgesine ksifoidin altına , ikinci el de birinci elin üstüne yerleştirilir. 6-10 kez bu bölgeye manevra yapılır. Çene açılarak yabancı cismin çıkıp çıkmadığına bakılır. Eğer yabancı cisim bulunamadıysa başa tekrar pozisyon verilir ve tekrar solunum verilir. Hava yolu tıkanıklığı giderilinceye kadar işlem tekrar edilir.
1 -8 yaş arası çocukların resüsitasyon işlemidir. Çocuk 8 yaş üzerindeyse yetişkinlerde uygulanan KPR uygulamaları kullanılır .
İlk önce cevapsızlık durumu saptanır. Sırt üstü pozisyon verilir. Baş-çene ya da Çene kaldırma yöntemi kullanılarak hava yolu açılır, göğüs hareketlerine bakılması, hava hareketlerinin dinlenmesi ve göğüsün hareketlerinin izlenmesi yoluyla solunum değerlendirilir. Solunum yoksa hava yolu açıklığı sağlanır. Solunum yoksa burun kapatılarak ağızdan ağıza solunum yapılır. Karotid arterden nabız kontrolü yapılır. Eğer nabız varsa hava yolu açılır ve suni solunum sürdürülür. Eğer nabız yoksa çocuğun omuzlarının yanına diz çökülür ve kalp masajı için hazırlık yapılır. Sternumun alt ucuna iki parmak ve üzerine bir elin ayası yerleştirilir. Dakikada 80-100 kez 2.5-3.75 cm basınç uygulanır. Basınç ve basınç uygulanmayan devreler eşit olmalıdır. Masaj ve solunum oranı tek kişi ile 15:2, iki kişi ile 5:1' dir. İki kişiyle yapılan KPR sırasında solunum sırasında masaja ara verilmelidir. (Çocuklarda ileri yaşam desteği)
Masaj ve solunumun her 10 siklüsünden sonra nabız tekrar değerlendirilir. Eğer hava yolu tıkanıksa çocuğun başına tekrar pozisyon verilir ve tekrar solunum yapılır. Başarısız olunduysa çocuğun bacaklarının arasına diz çökülür ve bir elin ayası çocuğun göbek üzerindeki karın bölgesine ksifoidin altına , ikinci el de birinci elin üstüne yerleştirilir. 6-10 kez bu bölgeye manevra yapılır. Çene açılarak yabancı cismin çıkıp çıkmadığına bakılır. Eğer yabancı cisim bulunamadıysa başa tekrar pozisyon verilir ve tekrar solunum verilir. Hava yolu tıkanıklığı giderilinceye kadar işlem tekrar edilir.
İleri Yasam Destegi
İleri Yaşam Desteği
Temel yaşam desteği önlemleri; havayolu sağlamak, oksijen sağlamak ve kalp masajıyla dolaşımı sağlamaktır. Spontan dolaşıma yardım etmek için daha kompleks ve invaziv önlemler gerekebilir. Bu önlemler genellikle ilaç ya da sıvı verilmesini, kardiyoversiyon ve defibrilasyonu içerir.
Havayolunun Kontrol Edilmesi
Her hangi bir acil durumda daima ilk olarak hava yolunun kontrolü yapılmalıdır. Temel yaşam desteği sırasında kullanılan baş-çene ve çene kaldırma pozisyonlarının yanı sıra ilave hava yolları kullanılabilir.
Orofarerenjial Hava Yolu Kullanımı
Tam bilinç kaybı olan hastalarda kullanılır. Yarı bilinçli ya da bilinçli hastalarda öğürmeye neden olur ve dışarı atılır. Hastaya uygun boyda kullanılmalıdır. Gereğinden küçük olursa fonksiyon görmez, dil kökü hava yolunu kapatır. Büyük boyda kullanılması durumunda epiglotu larenks içine sıkıştırabilir veya epiglotu da tutarak fonksiyon görmesine engel olur. Genellikle O numaralar yeni-doğanlar için, 1,2,3 numaralar çocuklar için, 4,5 ve 6 numaralar yetişkinler için kullanılır. Orofarenjial hava yolu ters tutularak ağız içine doğru ilerletilir, sonra 180 derece çevrilerek düz bir şekilde dil üzerine yerleştirilir. Ağzı açılmayan hastalarda gerekirse çapraz parmak tekniği kullanılır. Her 4-8 saatte bir veya gerektikçe temizlenir, bakımı yapılır.Hava yolunun açık olması açısından hasta sık gözlenmelidir. Hasta uyanmaya başlarsa nazofarenjial hava yolu yerleştirilir.
Nazofarenjial Hava Yolu Kullanımı
Yarı bilinçli veya bilinçli hastalarda, çene yaralanması, çene kilitlenmesi ve çene kaslarının spazmında üst hava yolu obstrüksiyonunu gidermek için tercih edilir. Uygulama sırasında kolay ilerlemesi ve iritasyonu Önlemek için suda çözünen bir jel kullanılarak burun deliğinden farenkse doğru nazal pasaj boyunca nazikçe ilerletilir. Tahmini ölçü için burun deliği ile kulak memesi arasındaki uzaklık ölçülür. 4-8 saatte bir yer değiştirilir ve hava yolunun açık olduğundan emin olmak için kontrol edilir. Uzun süreli kullanılmamalıdır. Epistaksis, otitis, rinit ve burun mukozasında nekroz gibi komplikasyonlar görülebilir.
Hastaya Pozisyon Verme
Lateral veya semi-prone pozisyonları dilin aşağıya doğru kayarak hava yolunun açık kalmasını sağlar.
Farenjial bölgede aşırı sekresyon birikmesine bağlı obstrüksiyon-da genellikle kısmi hava yolu tıkanıklığı görülür. Hava sekresyonların etrafından geçerken guruldama veya wheezing sesleri duyulur. Sekresyonlar alt hava yollarına geçebilir. Oskültasyonla akciğerlerin hangi alanlannı etkilendiği tespit edilir. En iyi çözüm aspirasyondur.
Havayolu yiyecek parçası gibi yabancı cisim tarafından tıkandı ise, genellikle tam hava yolu obstrüksiyonu görülür. Parmakla süpürme yoluyla yabancı cisim ağız içinden alınır. Parmaklar ağızın ilersine doğru ilerletilmez, bu hareket cismin daha aşağılara itilmesine neden olur, eğer yabancı cisim alt hava yollarına doğru ilerlemişse Heimlich manevrası kullanılır. İki elle yapılan yumrukla diyafragma yukarı doğru ani bir hareketle itilerek suni bir öksürük sağlanır, cismin dışarı atılmasına yardımcı olur.
Travma veya bir hastalık (Krup veya psödokrup) nedeniyle üst hava yollarında ödem en yaygın obstrüksiyon nedenlerinden biridir. Genellikle kısmi olsa da müdahale edilmezse tam hava yolu obstrüksiyonuna neden olur. Havanın dar bir yoldan geçerken çıkardığı sesle (stridor) değerlendirilir. Ödem çözücü ilaçlar verilir. Ödem ciddi ise yapay hava yolu endikedir. Hasta entübe edilir.
Solunuma Yardımcı Araçlar
Oksijen Kaynağı ve Spontan Solunumda Kullanılan Maskeler
Birçok resüsitasyon odasında, duvarda bağlantı ucu bulunan bir oksijen kaynağı bulunur. Sistemde en az 15 İt / dakikada akış ayarı sağlayan bir flowmeter olmalıdır. Yetişkin bireylerde yüksek oksijen konsantrasyonu sağlamak amacıyla bir hava kesesi (ambu) ile bağlantılı "yeniden solunum sağlayan" maske kullanılır. Yüksek oksijen konsantrasyonu gerekmiyorsa basit bir maske de kullanılabilir. Okul öncesi dönemdeki çocuklarda oksijen burun kanülleriyle verilebilir. Ancak hava yolunu kuruttukları, burunda obstrüksiyon yarattıkları ve sağladıkları konsantrasyona çok güvenilemeyeceği unutulmamalıdır. Venturi maskeleri, başlık kutuları ve oksijen çadırları ile tedaviden sonra kullanılabilecek gereçler arasındadır.
Nemlendirilmemiş oksijenle uygulanan tedavilere küçük çocuklar daha duyarlıdır. Yeni doğmuş bebekler, her ne kadar yüksek konsantrasyonlu oksijenin retrolental fıbroplazi yapıcı etkisine daha duyarlı olsalar da, acil canlandırma girişimlerinde yüksek oksijen konsantrasyonu uygulamaktan kaçınmamak gerekir. (İleri yaşam desteği kursu)
Yapay Ventilasyon Amaçlı Yüz Maskeleri
Saydam plastikten yapılan ve tek boyda üretilen "Laerdal" cep maskelerinde, ağızdan maskeye canlandırma yapılmasını sağlayan hava dolu bir yastıksı bölüm vardır. Bu maske bir bağlantı bölümüyle oksijen kaynağına bağlanır ve erişkin ya da çocuk hastalarda kullanılabilir. Aynı zamanda ters tutularak bebeklerin ventilasyonunda da kullanılabilir. Maskenin yüze tam uyması önemlidir. Çocuklarda kullanılan maskelerin de kusma olduğunda kusmuğun ya da çocuğun yüz renginin görülebilmesi için saydam olması daha uygundur.
Kendiliğinden Şişen Balonlar
Kendiliğinden şişen balonların üç boyu vardır: 240 mi, 500 mi ve 1600 mi. İki küçük boy, genellikle 4.41 kPa düzeyinde ayarlanmış bir basınç düzenleyici aygıt ile birlikte tasarlanmıştır. Böylece nadiren de olsa solunuma çok az katılan bir akciğerin güçlü drenci-ni yenecek düzeyde basınç sağlanabilir, aynı zamanda normal bir akciğere dikkatsizlik sonucu aşırı basınç verilmesine bağlı hasar oluşumunu da önler. Balonun hasta tarafındaki ucunda balık ağzı ya da yaprak biçiminde tasarlanmış tek yanlı bir valf bulunur. Diğer uç oksijen kaynağı ve rezervuarla ilgili bağlantıyı sağlar. Re-zervuar yüksek konsantrasyonlu oksijen verebilir. Rezervuarsız sistemlerde gaz akışı ne ölçüde olursa olsun hastaya %50'den yüksek yoğunlukta oksijen verilemezken, bu sistemde %98 gibi bir yoğunluk kolayca sağlanabilir.
T-parçası ve Açık Uçlu Hava Keseleri
Bu sistem ancak 20 kg'a kadar olan çocuklarda kullanılır. Genellikle anestezistler tarafından uygulanabilen bu sistem "deneyim" gerektirir. Kesenin ucundaki açık delik son iki parmak arasında sıkıştırılarak gaz çıkışı ayarlanır. Bu sırada hava keseciğinin diğer bölümü avuç içinde sıkılır. Deneyimli kişiler tarafından kullanıldığında akciğerlerin durumunu "hissetme" olanağı sağlar. Ancak güvenilir ve denetlenebilen bir oksijen kaynağına gereksinim vardır; oksijen kaynağında çıkabilecek bir sorun karşısında sistem tamamen etkisiz kalır. Bu nedenle canlandırma girişiminin ilk aşamasında kendiliğinden şişen hava keseleri tercih edilmelidir.
Mekanik Ventilasyon Gereçleri
Bireysel mekanik ventilasyon gereçleri resüsitasyonun ilk aşamasından sonra ventilasyonun sağlanmasında önemli bir yer tutmakla birlikte, yetersiz ya da aşın düzeyde ventilasyon uygulandığında bile yanıltıcı bir güvenlik hissi yaratabilirler. Bu durumda hastanın sürekli değerlendirilmesi zorunludur.
Göğüs Tüpleri
Hemopnömotoraks, ventilasyonu ileri derecede sınırladığından bu hastalarda göğüs tüpleri kullanılır.
Gastrik Tüpler
Gastrik tüpler dekompresyonu sağlayarak gerilmiş mideyi rahatlatır, hem de solunumu önemli ölçüde kolaylaştırırlar.
Dolaşım
Etkili olarak yapılan bir KPR de uygulanan göğüse basınç uygulaması yaklaşık olarak normal kardiyak outputun %30ü sağlanır. Bu miktar kısa bir süre için beyin ve kalbe yeterli bir kan akışı sağlar. Bilinç durumunun sürdürülmesi için serebral kan akımı en azından %50 olmalıdır.Göğüse basınç uygularken göğüs kafesinin yeterli derecede çök-türülmesini ve intratorasik basıncın arttırılmasını sağlamak için hasta sert bir zemin üzerine yatırılır. Göğüse uygulanan basınç ka-rotid ya da femoral arterden nabızların alınmasını sağlayacak güçte olmalıdır. Göğüse basınç uygulaması elle yapıldığı gibi değişik araçlarla da uygulanabilir. Ancak bu yöntem iç organ yaralanmalarına neden olacağından dolayı özellikle de çocuk ve bebeklerde kullanılması istenmez. Sadece hastanın bir yerden bir yere uzun süren nakillerinde yarar sağlar.
Temel yaşam desteği önlemleri; havayolu sağlamak, oksijen sağlamak ve kalp masajıyla dolaşımı sağlamaktır. Spontan dolaşıma yardım etmek için daha kompleks ve invaziv önlemler gerekebilir. Bu önlemler genellikle ilaç ya da sıvı verilmesini, kardiyoversiyon ve defibrilasyonu içerir.
Havayolunun Kontrol Edilmesi
Her hangi bir acil durumda daima ilk olarak hava yolunun kontrolü yapılmalıdır. Temel yaşam desteği sırasında kullanılan baş-çene ve çene kaldırma pozisyonlarının yanı sıra ilave hava yolları kullanılabilir.
Orofarerenjial Hava Yolu Kullanımı
Tam bilinç kaybı olan hastalarda kullanılır. Yarı bilinçli ya da bilinçli hastalarda öğürmeye neden olur ve dışarı atılır. Hastaya uygun boyda kullanılmalıdır. Gereğinden küçük olursa fonksiyon görmez, dil kökü hava yolunu kapatır. Büyük boyda kullanılması durumunda epiglotu larenks içine sıkıştırabilir veya epiglotu da tutarak fonksiyon görmesine engel olur. Genellikle O numaralar yeni-doğanlar için, 1,2,3 numaralar çocuklar için, 4,5 ve 6 numaralar yetişkinler için kullanılır. Orofarenjial hava yolu ters tutularak ağız içine doğru ilerletilir, sonra 180 derece çevrilerek düz bir şekilde dil üzerine yerleştirilir. Ağzı açılmayan hastalarda gerekirse çapraz parmak tekniği kullanılır. Her 4-8 saatte bir veya gerektikçe temizlenir, bakımı yapılır.Hava yolunun açık olması açısından hasta sık gözlenmelidir. Hasta uyanmaya başlarsa nazofarenjial hava yolu yerleştirilir.
Nazofarenjial Hava Yolu Kullanımı
Yarı bilinçli veya bilinçli hastalarda, çene yaralanması, çene kilitlenmesi ve çene kaslarının spazmında üst hava yolu obstrüksiyonunu gidermek için tercih edilir. Uygulama sırasında kolay ilerlemesi ve iritasyonu Önlemek için suda çözünen bir jel kullanılarak burun deliğinden farenkse doğru nazal pasaj boyunca nazikçe ilerletilir. Tahmini ölçü için burun deliği ile kulak memesi arasındaki uzaklık ölçülür. 4-8 saatte bir yer değiştirilir ve hava yolunun açık olduğundan emin olmak için kontrol edilir. Uzun süreli kullanılmamalıdır. Epistaksis, otitis, rinit ve burun mukozasında nekroz gibi komplikasyonlar görülebilir.
Hastaya Pozisyon Verme
Lateral veya semi-prone pozisyonları dilin aşağıya doğru kayarak hava yolunun açık kalmasını sağlar.
Farenjial bölgede aşırı sekresyon birikmesine bağlı obstrüksiyon-da genellikle kısmi hava yolu tıkanıklığı görülür. Hava sekresyonların etrafından geçerken guruldama veya wheezing sesleri duyulur. Sekresyonlar alt hava yollarına geçebilir. Oskültasyonla akciğerlerin hangi alanlannı etkilendiği tespit edilir. En iyi çözüm aspirasyondur.
Havayolu yiyecek parçası gibi yabancı cisim tarafından tıkandı ise, genellikle tam hava yolu obstrüksiyonu görülür. Parmakla süpürme yoluyla yabancı cisim ağız içinden alınır. Parmaklar ağızın ilersine doğru ilerletilmez, bu hareket cismin daha aşağılara itilmesine neden olur, eğer yabancı cisim alt hava yollarına doğru ilerlemişse Heimlich manevrası kullanılır. İki elle yapılan yumrukla diyafragma yukarı doğru ani bir hareketle itilerek suni bir öksürük sağlanır, cismin dışarı atılmasına yardımcı olur.
Travma veya bir hastalık (Krup veya psödokrup) nedeniyle üst hava yollarında ödem en yaygın obstrüksiyon nedenlerinden biridir. Genellikle kısmi olsa da müdahale edilmezse tam hava yolu obstrüksiyonuna neden olur. Havanın dar bir yoldan geçerken çıkardığı sesle (stridor) değerlendirilir. Ödem çözücü ilaçlar verilir. Ödem ciddi ise yapay hava yolu endikedir. Hasta entübe edilir.
Solunuma Yardımcı Araçlar
Oksijen Kaynağı ve Spontan Solunumda Kullanılan Maskeler
Birçok resüsitasyon odasında, duvarda bağlantı ucu bulunan bir oksijen kaynağı bulunur. Sistemde en az 15 İt / dakikada akış ayarı sağlayan bir flowmeter olmalıdır. Yetişkin bireylerde yüksek oksijen konsantrasyonu sağlamak amacıyla bir hava kesesi (ambu) ile bağlantılı "yeniden solunum sağlayan" maske kullanılır. Yüksek oksijen konsantrasyonu gerekmiyorsa basit bir maske de kullanılabilir. Okul öncesi dönemdeki çocuklarda oksijen burun kanülleriyle verilebilir. Ancak hava yolunu kuruttukları, burunda obstrüksiyon yarattıkları ve sağladıkları konsantrasyona çok güvenilemeyeceği unutulmamalıdır. Venturi maskeleri, başlık kutuları ve oksijen çadırları ile tedaviden sonra kullanılabilecek gereçler arasındadır.
Nemlendirilmemiş oksijenle uygulanan tedavilere küçük çocuklar daha duyarlıdır. Yeni doğmuş bebekler, her ne kadar yüksek konsantrasyonlu oksijenin retrolental fıbroplazi yapıcı etkisine daha duyarlı olsalar da, acil canlandırma girişimlerinde yüksek oksijen konsantrasyonu uygulamaktan kaçınmamak gerekir. (İleri yaşam desteği kursu)
Yapay Ventilasyon Amaçlı Yüz Maskeleri
Saydam plastikten yapılan ve tek boyda üretilen "Laerdal" cep maskelerinde, ağızdan maskeye canlandırma yapılmasını sağlayan hava dolu bir yastıksı bölüm vardır. Bu maske bir bağlantı bölümüyle oksijen kaynağına bağlanır ve erişkin ya da çocuk hastalarda kullanılabilir. Aynı zamanda ters tutularak bebeklerin ventilasyonunda da kullanılabilir. Maskenin yüze tam uyması önemlidir. Çocuklarda kullanılan maskelerin de kusma olduğunda kusmuğun ya da çocuğun yüz renginin görülebilmesi için saydam olması daha uygundur.
Kendiliğinden Şişen Balonlar
Kendiliğinden şişen balonların üç boyu vardır: 240 mi, 500 mi ve 1600 mi. İki küçük boy, genellikle 4.41 kPa düzeyinde ayarlanmış bir basınç düzenleyici aygıt ile birlikte tasarlanmıştır. Böylece nadiren de olsa solunuma çok az katılan bir akciğerin güçlü drenci-ni yenecek düzeyde basınç sağlanabilir, aynı zamanda normal bir akciğere dikkatsizlik sonucu aşırı basınç verilmesine bağlı hasar oluşumunu da önler. Balonun hasta tarafındaki ucunda balık ağzı ya da yaprak biçiminde tasarlanmış tek yanlı bir valf bulunur. Diğer uç oksijen kaynağı ve rezervuarla ilgili bağlantıyı sağlar. Re-zervuar yüksek konsantrasyonlu oksijen verebilir. Rezervuarsız sistemlerde gaz akışı ne ölçüde olursa olsun hastaya %50'den yüksek yoğunlukta oksijen verilemezken, bu sistemde %98 gibi bir yoğunluk kolayca sağlanabilir.
T-parçası ve Açık Uçlu Hava Keseleri
Bu sistem ancak 20 kg'a kadar olan çocuklarda kullanılır. Genellikle anestezistler tarafından uygulanabilen bu sistem "deneyim" gerektirir. Kesenin ucundaki açık delik son iki parmak arasında sıkıştırılarak gaz çıkışı ayarlanır. Bu sırada hava keseciğinin diğer bölümü avuç içinde sıkılır. Deneyimli kişiler tarafından kullanıldığında akciğerlerin durumunu "hissetme" olanağı sağlar. Ancak güvenilir ve denetlenebilen bir oksijen kaynağına gereksinim vardır; oksijen kaynağında çıkabilecek bir sorun karşısında sistem tamamen etkisiz kalır. Bu nedenle canlandırma girişiminin ilk aşamasında kendiliğinden şişen hava keseleri tercih edilmelidir.
Mekanik Ventilasyon Gereçleri
Bireysel mekanik ventilasyon gereçleri resüsitasyonun ilk aşamasından sonra ventilasyonun sağlanmasında önemli bir yer tutmakla birlikte, yetersiz ya da aşın düzeyde ventilasyon uygulandığında bile yanıltıcı bir güvenlik hissi yaratabilirler. Bu durumda hastanın sürekli değerlendirilmesi zorunludur.
Göğüs Tüpleri
Hemopnömotoraks, ventilasyonu ileri derecede sınırladığından bu hastalarda göğüs tüpleri kullanılır.
Gastrik Tüpler
Gastrik tüpler dekompresyonu sağlayarak gerilmiş mideyi rahatlatır, hem de solunumu önemli ölçüde kolaylaştırırlar.
Dolaşım
Etkili olarak yapılan bir KPR de uygulanan göğüse basınç uygulaması yaklaşık olarak normal kardiyak outputun %30ü sağlanır. Bu miktar kısa bir süre için beyin ve kalbe yeterli bir kan akışı sağlar. Bilinç durumunun sürdürülmesi için serebral kan akımı en azından %50 olmalıdır.Göğüse basınç uygularken göğüs kafesinin yeterli derecede çök-türülmesini ve intratorasik basıncın arttırılmasını sağlamak için hasta sert bir zemin üzerine yatırılır. Göğüse uygulanan basınç ka-rotid ya da femoral arterden nabızların alınmasını sağlayacak güçte olmalıdır. Göğüse basınç uygulaması elle yapıldığı gibi değişik araçlarla da uygulanabilir. Ancak bu yöntem iç organ yaralanmalarına neden olacağından dolayı özellikle de çocuk ve bebeklerde kullanılması istenmez. Sadece hastanın bir yerden bir yere uzun süren nakillerinde yarar sağlar.
Defibrilasyon Nedir ve Nasil Yapilir
Açık Kalp Masajı
Açık torokotomi ve kalp masajı kalbin penetran yaraları, abdo-minal travma, ezici göğüs yaralanmaları, kalp tamponadı ya da KO-AH'lı hastalarda gerekebilir. Bu işlem aresten sonra 15 dakika içinde yapıldığında etkilidir.
Defibrilasyon Nedir
Kalbe direk akım şokunun uygulanmasıdır. Eksternal veya in-ternal olarak uygulanabilir.
Endikasyonları
Ventriküler Fibrilasyon (VF) ve nabızsız Ventriküler Taşikardi (VT)' nin tedavisinde kullanılır.
Defibrilasyon Nasıl Yapılır, İşlemin Uygulanması
Deflbrilatör çalıştırılır
Kaşıklara jel uygulanır ya da tuzlu sulu petlerle silinir
Joule ayarı yapılır (200-360) ve şarj edilir
Senkron düğmesi kapalı olmalıdır
Kaşıklar yerleştirilir; biri sağ klavikulanm altına stemumun yan
tarafına, diğeri sol meme ucunun hemen altına Kaşıklara sıkıca bastırılır. Hastada pace maker varsa kapatılır Enerji seviyesi tekrar kontrol edilir Tekrar ritim kontrolü yapılır Çevredekilere "uzak dur" emri verilir Her iki kaşık üzerindeki "discharge" düğmelerine kuvvetlice bastırılarak enerji boşaltılır Ritm ve nabız kontrolü yapılır; kaşıklar kaldırmadan makine üzerinden ritim kontrol edilir, gerekirse işlem tekrarlanır
İşleme 200 joule ile başlanır, 2. de 300 joule 3. de 360 joule' a kadar çıkılır. Bu arada KPR devam eder.
Açık torokotomi ve kalp masajı kalbin penetran yaraları, abdo-minal travma, ezici göğüs yaralanmaları, kalp tamponadı ya da KO-AH'lı hastalarda gerekebilir. Bu işlem aresten sonra 15 dakika içinde yapıldığında etkilidir.
Defibrilasyon Nedir
Kalbe direk akım şokunun uygulanmasıdır. Eksternal veya in-ternal olarak uygulanabilir.
Endikasyonları
Ventriküler Fibrilasyon (VF) ve nabızsız Ventriküler Taşikardi (VT)' nin tedavisinde kullanılır.
Defibrilasyon Nasıl Yapılır, İşlemin Uygulanması
Deflbrilatör çalıştırılır
Kaşıklara jel uygulanır ya da tuzlu sulu petlerle silinir
Joule ayarı yapılır (200-360) ve şarj edilir
Senkron düğmesi kapalı olmalıdır
Kaşıklar yerleştirilir; biri sağ klavikulanm altına stemumun yan
tarafına, diğeri sol meme ucunun hemen altına Kaşıklara sıkıca bastırılır. Hastada pace maker varsa kapatılır Enerji seviyesi tekrar kontrol edilir Tekrar ritim kontrolü yapılır Çevredekilere "uzak dur" emri verilir Her iki kaşık üzerindeki "discharge" düğmelerine kuvvetlice bastırılarak enerji boşaltılır Ritm ve nabız kontrolü yapılır; kaşıklar kaldırmadan makine üzerinden ritim kontrol edilir, gerekirse işlem tekrarlanır
İşleme 200 joule ile başlanır, 2. de 300 joule 3. de 360 joule' a kadar çıkılır. Bu arada KPR devam eder.
Kardiyoversiyon Nedir
Kardiyoversiyon Nedir
Döndürme işlemidir.
Endikasyonları
Nabız alınabilen Ventriküler Taşikardi (VT), Supraventriküler Taşikardiler (SVT), Atrial fibrilasyon ve Atrial flatter' in tedavisinde kullanılır.
İşlemin Uygulanması
Deflbrilatör çalıştırılır
joule ayan yapılır (50-100 joule)
Senkron düğmesi açılır
En yüksek R dalgası olan derivasyon seçilir
Kaşıklar jellenir ve alet şarj edilirKaşıklar yerleştirilir; biri sağ klavikulanın altına sternumun yan tarafına, diğeri sol meme ucunun hemen altına Kaşıklara sıkıca bastırılır. Ritm ve enerji seviyesi yeniden kontrol edilir Çevredekilere "uzak dur" emri verilir Her iki kaşık üzerindeki "discharge" düğmelerine daha sonra gelecek R dalgası üzerinde discharge olana kadar bastırılır. Ritm ve nabız kontrolü yapılır Başarılı olunmadıysa işlem tekrar uygulanır Aletin senkron düğmesi kapatılır.
Döndürme işlemidir.
Endikasyonları
Nabız alınabilen Ventriküler Taşikardi (VT), Supraventriküler Taşikardiler (SVT), Atrial fibrilasyon ve Atrial flatter' in tedavisinde kullanılır.
İşlemin Uygulanması
Deflbrilatör çalıştırılır
joule ayan yapılır (50-100 joule)
Senkron düğmesi açılır
En yüksek R dalgası olan derivasyon seçilir
Kaşıklar jellenir ve alet şarj edilirKaşıklar yerleştirilir; biri sağ klavikulanın altına sternumun yan tarafına, diğeri sol meme ucunun hemen altına Kaşıklara sıkıca bastırılır. Ritm ve enerji seviyesi yeniden kontrol edilir Çevredekilere "uzak dur" emri verilir Her iki kaşık üzerindeki "discharge" düğmelerine daha sonra gelecek R dalgası üzerinde discharge olana kadar bastırılır. Ritm ve nabız kontrolü yapılır Başarılı olunmadıysa işlem tekrar uygulanır Aletin senkron düğmesi kapatılır.
Pace Maker Uygulaması Nedir
Pace Maker Uygulaması
Acil durumlarda pacemaker uygulaması 1958 yılından beri kullanılmaktadır. Depolarizasyonu başlatmak için kalbe verilen elektrikli şoktur.
Endikasyonları
A.V blok (Mobitz II veya Tam blok), ilerleyen bradikardi, özellikle sinüs bradikardisi, kardiak arest, taşikardiler, sinüs sendromu; sık sık sinüzal arest görülmesidir.
Tipleri
Geçici (eksternal kaynaklı) ve kalıcı (iç kaynaklı) olarak ayrılır.
Uygulama Yolları
Epikardiyal yol. Elektrotlar direk olarak epikarda batırılıyor, bu yöntemde elektrodun yerinden çıkması zordur. Genel anestezi altında torokotomi uygulanarak yerleştirilir. Enfeksiyon riski daha azdır.
Transvenözyol: Hem geçici hem kalıcı olarak yerleştirilebilir. Bu yolla yerleştirildiğinde uyan endokardtan epikarda doğrudur. Lokal anestezi altında yapılır. Çok kolaylıkla geri çıkabilir tespiti zordur. Ventriküler iritasyona bağlı VT gelişebilir. Enfeksiyon riski ve elektriksel tehlikesi vardır. Çalışırken açık uçlarına elle dokunul-mamalıdır.
Fonksiyon Görme Şekilleri:
Sabit hız (devamlı): Ateşleme hastanın ritmini gözetmeksizin belirlenen hızda yapılır.
Kontrollü (bastırılmış): Ateşleme yalnız gerektiğinde yapılır. Hastanın nabzı, pacemakerin ayarlandığı atım sayısının altına düştüğünde pacemaker devreye girer. Hastanın atımı çıkarsa pacemaker susar.
Acil durumlarda pacemaker uygulaması 1958 yılından beri kullanılmaktadır. Depolarizasyonu başlatmak için kalbe verilen elektrikli şoktur.
Endikasyonları
A.V blok (Mobitz II veya Tam blok), ilerleyen bradikardi, özellikle sinüs bradikardisi, kardiak arest, taşikardiler, sinüs sendromu; sık sık sinüzal arest görülmesidir.
Tipleri
Geçici (eksternal kaynaklı) ve kalıcı (iç kaynaklı) olarak ayrılır.
Uygulama Yolları
Epikardiyal yol. Elektrotlar direk olarak epikarda batırılıyor, bu yöntemde elektrodun yerinden çıkması zordur. Genel anestezi altında torokotomi uygulanarak yerleştirilir. Enfeksiyon riski daha azdır.
Transvenözyol: Hem geçici hem kalıcı olarak yerleştirilebilir. Bu yolla yerleştirildiğinde uyan endokardtan epikarda doğrudur. Lokal anestezi altında yapılır. Çok kolaylıkla geri çıkabilir tespiti zordur. Ventriküler iritasyona bağlı VT gelişebilir. Enfeksiyon riski ve elektriksel tehlikesi vardır. Çalışırken açık uçlarına elle dokunul-mamalıdır.
Fonksiyon Görme Şekilleri:
Sabit hız (devamlı): Ateşleme hastanın ritmini gözetmeksizin belirlenen hızda yapılır.
Kontrollü (bastırılmış): Ateşleme yalnız gerektiğinde yapılır. Hastanın nabzı, pacemakerin ayarlandığı atım sayısının altına düştüğünde pacemaker devreye girer. Hastanın atımı çıkarsa pacemaker susar.
Trombolitik Tedavi Nedir
Trombolitik Tedavi
Trombolitik tedavinin amacı koroner arterlerde oluşan pıhtıyı çözmektir. Bugün elde bulunan trombolitik ilaçlar, kullanım özellikleri, hasta takibi ve tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi kardiyolo-jik aciller bölümünde ele alınmıştır.
Disritmilerin Tanınması ve Yönetimi
Ventriküler erken kontraksiyonlar çoğunlukla iskemi ve Akut Myokard İnfarktüsü (AMI)'nde oluşan disritmilerdir. Bu disritmiler yaklaşık olarak %85 hastada oluşur. Oksijen tedavisinin başlangıcından sonra, genellikle lidocain kullanılır. Lidocain uygulanması bu bölümde acil İlaçlar içinde aktarılmıştır.
Vagal Manevralar, Trombolitik ilaçlar
Vagus siniri valsalva manevrasıyla uyanlabilir. Öğürme, ıkınma, soğuk veya buzlu suyla yüzün uyarılması ya da karotid sinüs masajı vagus sinirini uyaran vagal manevralardır. Göz küreleri üzerine basınç sıklıkla önerilmemektedir. Valsalva manevrasında solunumun tutulması ile glotis kapanır intratorasik basınç artar, nabız hızlanır, kalbe dönen kan miktarı azalır ve venöz basınç yükselir. Valsalva manevrası sonunda kişi birden nefesini bıraktığında intratorasik basınç ani olarak düşer, bradikardi gelişir. Bu nedenle taşikardilerde tedavi edici olur.
Karotid Sinüs Masajı
Karotid sinüs masajı, supraventriküler taşikardi ve invaziv vagal manevralardan daha az inatçı olan atrial flatterli orta yaşlı hastalarda uygundur. Bu işlem blokları arttırabilir. Karotid sinüs masajı sırasında karotid arter üzerine yapılan basınç baroreseptörleri uyarır ve böylece otonomik sinir sisteminin parasempatik dalı sitümüle olur. Bu uyarı vagus siniri yoluyla yayılarak, kan basıncı ve kalp hızında bir düşmeye neden olur. İşlemi uygularken hasta sırt üstü yatırılır. Nazal kanülle 4-6 İt / dk. oksijen verilir. IV olarak Dextroz verilmeye başlanır ve hasta yakından istenir. Karotid masajı yapılmadan önce karotid arterden bruit varlığı dinlenir. Genellikle sağ karotid arter üzerinden yapılır.
KARDİYAK RİTİMLERİN SİSTEMATİK DEĞERLENDİRİLMESİ
Hız
Bradikardi: 60 atım / dk
Normal hız: 60-100 atım/dk
Taşikardi: 100 atım / dk
Ritm
Ritim düzenli ya da düzensiz mi?
Düzenli ritim : R-R aralıkları eşit veya 1 -2 küçük kare
farklı olabilir Düzensiz ritim: R-R aralıkları arasındaki fark 2 küçük kareden fazladır. Normal sinüs ritminin dışındaki diğer ritimler için disritmi tanımı kullanılır. P dalgası P dalgası var mı? Her QRS ten önce P görünüyor mu?
Trombolitik tedavinin amacı koroner arterlerde oluşan pıhtıyı çözmektir. Bugün elde bulunan trombolitik ilaçlar, kullanım özellikleri, hasta takibi ve tedavi etkinliğinin değerlendirilmesi kardiyolo-jik aciller bölümünde ele alınmıştır.
Disritmilerin Tanınması ve Yönetimi
Ventriküler erken kontraksiyonlar çoğunlukla iskemi ve Akut Myokard İnfarktüsü (AMI)'nde oluşan disritmilerdir. Bu disritmiler yaklaşık olarak %85 hastada oluşur. Oksijen tedavisinin başlangıcından sonra, genellikle lidocain kullanılır. Lidocain uygulanması bu bölümde acil İlaçlar içinde aktarılmıştır.
Vagal Manevralar, Trombolitik ilaçlar
Vagus siniri valsalva manevrasıyla uyanlabilir. Öğürme, ıkınma, soğuk veya buzlu suyla yüzün uyarılması ya da karotid sinüs masajı vagus sinirini uyaran vagal manevralardır. Göz küreleri üzerine basınç sıklıkla önerilmemektedir. Valsalva manevrasında solunumun tutulması ile glotis kapanır intratorasik basınç artar, nabız hızlanır, kalbe dönen kan miktarı azalır ve venöz basınç yükselir. Valsalva manevrası sonunda kişi birden nefesini bıraktığında intratorasik basınç ani olarak düşer, bradikardi gelişir. Bu nedenle taşikardilerde tedavi edici olur.
Karotid Sinüs Masajı
Karotid sinüs masajı, supraventriküler taşikardi ve invaziv vagal manevralardan daha az inatçı olan atrial flatterli orta yaşlı hastalarda uygundur. Bu işlem blokları arttırabilir. Karotid sinüs masajı sırasında karotid arter üzerine yapılan basınç baroreseptörleri uyarır ve böylece otonomik sinir sisteminin parasempatik dalı sitümüle olur. Bu uyarı vagus siniri yoluyla yayılarak, kan basıncı ve kalp hızında bir düşmeye neden olur. İşlemi uygularken hasta sırt üstü yatırılır. Nazal kanülle 4-6 İt / dk. oksijen verilir. IV olarak Dextroz verilmeye başlanır ve hasta yakından istenir. Karotid masajı yapılmadan önce karotid arterden bruit varlığı dinlenir. Genellikle sağ karotid arter üzerinden yapılır.
KARDİYAK RİTİMLERİN SİSTEMATİK DEĞERLENDİRİLMESİ
Hız
Bradikardi: 60 atım / dk
Normal hız: 60-100 atım/dk
Taşikardi: 100 atım / dk
Ritm
Ritim düzenli ya da düzensiz mi?
Düzenli ritim : R-R aralıkları eşit veya 1 -2 küçük kare
farklı olabilir Düzensiz ritim: R-R aralıkları arasındaki fark 2 küçük kareden fazladır. Normal sinüs ritminin dışındaki diğer ritimler için disritmi tanımı kullanılır. P dalgası P dalgası var mı? Her QRS ten önce P görünüyor mu?
Temel ve İleri Yasam Destegi Anasayfa
Temel ve İleri Yaşam Desteği
Bebeklerde Kardiyopulmoner Resüsitasyon (0-1 Yaş)
Çocuklarda Kardiyopulmoner Resüsitasyon (1-8 Yaş)
İleri Yaşam Desteği
Defibrilasyon
Kardiyoversiyon
Pace Maker Uygulaması
Trombolitik Tedavi
Bebek ve Çocuklarda İleri Yaşam Desteği
İleri Yaşam Desteği ve İlaçlar
Bebeklerde Kardiyopulmoner Resüsitasyon (0-1 Yaş)
Çocuklarda Kardiyopulmoner Resüsitasyon (1-8 Yaş)
İleri Yaşam Desteği
Defibrilasyon
Kardiyoversiyon
Pace Maker Uygulaması
Trombolitik Tedavi
Bebek ve Çocuklarda İleri Yaşam Desteği
İleri Yaşam Desteği ve İlaçlar