Septisemi Nedir (Kan Zehirlenmesi)
Tıpta Kan Zehirlenmesi Septisemidir. Hastalık yapan mikroplar vücutta bir sürü oluşturabilir. Çok çabuk üreyen mikropların sürüler halinde kana karışma olasılığı vardır. Bazı bulaşıcı hastalıklarda bakterilerin sıklıkla kana karıştıkları vakalara çok sık rastlanmaktadır. Eğer vücudun direnci güçlüyse sürüler halinde üreyen mikroplara karşı koyabilir, ama organizmanın direnci zayıfsa mikropların kana karışmasını engelleyemez. Bu takdirde ortaya septisemi ya da kan zehirlenmesi hastalığı çıkar.
Mikroplar, bulaşmanın başladığı yerde, yani mikrop kapan yaralarda, bademciklerde, dişlerde, sümük bezlerinde, safrakesesinde, böbreklerde ve rahim gibi odak noktalarında kalabilir.
Kimi zaman mikropların giriş yerinin saptanması, mikropların başka yerlere sürüklenebilmesi olasılığı nedeniyle olanaksızdır. Septisemi, kimi zaman ilk odak noktasından çok uzaklarda da (örneğin kalp kapaklarında) ortaya çıkabilir.
Hastalık yapan tüm mikroplar kan zehirlenmesine yol açabilirler. Fakat genellikle, iltihaplara neden olan mikropların septisemiye yol açtığı bilinmektedir.
Belirtiler: Hastalığın seyri son derece renkli ve çok çeşitlidir. Hastada genellikle uyuşukluk, yorgunluk hali görülür. Hastanın ateşi sabahları çok az yükselir, ama akşama doğru 40-42 dereceye kadar çıkarak titreme nöbetleri yapar. Vücut serindir, tırnaklarda morarma vardır ve deride hafif, noktalar halinde kırmızı döküntüler oluşabilir. Dil kurudur. Terleme eğilimi ve nabzın giderek hızlanması hastalığın en belirgin özelliğidir.
Bunlardan başka sarılık, kusma, ishal, eklem şişmeleri ve böbrek iltihapları da oluşabilir. Kalp ve dolaşım oldukça zorlanır.
Seyri: Hastalığın seyri hastanın durumuna, vücudunun direncine, asıl hastalığa ve mikropların cinsine göre çok değişiktir.
Tedavi: İlk yapılacak şey mikropların yok edilmesidir. Septisemiye neden olan mikroplu yerlerin ameliyatla alınmasından önce antibiyotik tedavisi gereklidir. Kanın bakteri öldürücü gücü fazla olduğundan kan nakline başvurulabilir. Bu arada kalbin ve dolaşımın zarar görmemesi için gerekli önlemler de alınmalıdır. Tam yatak dinlenmesi, sıvı gıdaların bol verilmesi iyileşme döneminde oldukça yararlıdır.
Dezenfeksiyon Dezenfekte Nedir
Dezenfeksiyon Nedir, Sterilizasyon ve Dezenfekte
Dezenfeksiyon, mikropların yok edilmesini sağlar ve hastalık mikroplarının yayılmasını önler. Hastanın vücudu, kullandığı eşyalar ve odası sık sık dezenfekte edilmelidir. Dezenfeksiyon, hastalık süresince yapılan ve hastalıktan sonra yapılan olmak üzere ikiye ayrılır. Dezenfeksiyon maddeleri de fiziksel ve kimyasal olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Fiziksel dezenfekte maddeleri olarak soğuk, kuru, sıcak, güneş ışınları, kaynar su ve buhar sayılabilir.
En önemli kimyasal dezenfekte maddeleri formalin, alkol, kireç, süblime, zefirol ve krezol bileşikleridir.
Seçilecek dezenfekte maddesinin cinsi hastalığa, dezenfekte edilecek maddelere ve kişilere göre değişir.
Soğuk, bakterileri öldürmez, ama üremelerini engeller. Kuru sıcaklık ise bakterileri ancak 180-200 derece ısıda öldürebilir. Güneş ve yapay morötesi ışınlarının mikrop öldürücü özellikleri vardır. Bu nedenle deniz kıyılarmda ve dağlarda hava temizdir. Örneğin, verem mikrobu güneş ışığında 1-3 saat içinde ölür.
Ellerin dezenfeksiyonu için hasta odasında içinde kimyasal dezenfekte maddesi bulunan bir tas ve fırça, hasta odasının önünde de içinde sıcak su bulunan bir tas, sabun ve fırça bulunmalıdır. Dezenfekte edildikten sonra elleri bir kâğıt havluya kurulamak uygundur. Bu havlular toparlanarak yakılabi-lir. Hastaya bakan kişi ellerini, dezenfekte etmeden önce yüzüne sürmemelidir. Hastanın kullandığı tabak, çatal, bıçak, kaşık ve bardak gibi şeyler hastanın odasında sodalı suyla yıkanmalı ve odadan çıkartılmamalıdır. Hastalık geçtikten sonra da bu öteberi kaynatılmalıdır.
Bulaşıcı hastalıkların çoğunda hastanın idrarı, dışkısı ve balgamı da dezenfekte edilmelidir. Bunların üzerine bol miktarda kireçkaymağı dökmeli ve iki saat bekletildikten sonra tuvalete boşaltılmalıdır.
Hastanın kullandığı sargı bezi, pamuk, tülbent ve gazlı bez gibi öteberi mutlaka yakılmalı ya da kireç içine atılmalıdır. Hastanın odası her gün krezol bileşikli suyla silinip havalandırılmalıdır.
Hasta iyileştikten, hastaneye kaldırıldıktan ya da öldükten sonra odası iyice temizlenip dezenfekte edilmeli ve havalandırılmalıdır.
Bütün eşyaların da teker teker dezenfekte edilmesi gerekir. Yatak ve yorgan çarşaflarının bir süre güneşte bırakıldıktan sonra kaynatılıp yıkanması uygundur.
Cüzam, çiçek, kolera, veba, zehirli sıtma, poliyomiyelit, tifüs, tifo, paratifo, dizanteri, lekelihumma, şarbon, papağan hastalığı, difteri, kızıl, menenjit, sarılık gibi hastalıklardan sonra dezenfeksiyona mutlaka önem verilerek mikropların öldürülmesi ve yayılmasının önlenmesi gereklidir.
Dezenfeksiyon, mikropların yok edilmesini sağlar ve hastalık mikroplarının yayılmasını önler. Hastanın vücudu, kullandığı eşyalar ve odası sık sık dezenfekte edilmelidir. Dezenfeksiyon, hastalık süresince yapılan ve hastalıktan sonra yapılan olmak üzere ikiye ayrılır. Dezenfeksiyon maddeleri de fiziksel ve kimyasal olmak üzere ikiye ayrılabilir.
Fiziksel dezenfekte maddeleri olarak soğuk, kuru, sıcak, güneş ışınları, kaynar su ve buhar sayılabilir.
En önemli kimyasal dezenfekte maddeleri formalin, alkol, kireç, süblime, zefirol ve krezol bileşikleridir.
Seçilecek dezenfekte maddesinin cinsi hastalığa, dezenfekte edilecek maddelere ve kişilere göre değişir.
Soğuk, bakterileri öldürmez, ama üremelerini engeller. Kuru sıcaklık ise bakterileri ancak 180-200 derece ısıda öldürebilir. Güneş ve yapay morötesi ışınlarının mikrop öldürücü özellikleri vardır. Bu nedenle deniz kıyılarmda ve dağlarda hava temizdir. Örneğin, verem mikrobu güneş ışığında 1-3 saat içinde ölür.
Ellerin dezenfeksiyonu için hasta odasında içinde kimyasal dezenfekte maddesi bulunan bir tas ve fırça, hasta odasının önünde de içinde sıcak su bulunan bir tas, sabun ve fırça bulunmalıdır. Dezenfekte edildikten sonra elleri bir kâğıt havluya kurulamak uygundur. Bu havlular toparlanarak yakılabi-lir. Hastaya bakan kişi ellerini, dezenfekte etmeden önce yüzüne sürmemelidir. Hastanın kullandığı tabak, çatal, bıçak, kaşık ve bardak gibi şeyler hastanın odasında sodalı suyla yıkanmalı ve odadan çıkartılmamalıdır. Hastalık geçtikten sonra da bu öteberi kaynatılmalıdır.
Bulaşıcı hastalıkların çoğunda hastanın idrarı, dışkısı ve balgamı da dezenfekte edilmelidir. Bunların üzerine bol miktarda kireçkaymağı dökmeli ve iki saat bekletildikten sonra tuvalete boşaltılmalıdır.
Hastanın kullandığı sargı bezi, pamuk, tülbent ve gazlı bez gibi öteberi mutlaka yakılmalı ya da kireç içine atılmalıdır. Hastanın odası her gün krezol bileşikli suyla silinip havalandırılmalıdır.
Hasta iyileştikten, hastaneye kaldırıldıktan ya da öldükten sonra odası iyice temizlenip dezenfekte edilmeli ve havalandırılmalıdır.
Bütün eşyaların da teker teker dezenfekte edilmesi gerekir. Yatak ve yorgan çarşaflarının bir süre güneşte bırakıldıktan sonra kaynatılıp yıkanması uygundur.
Cüzam, çiçek, kolera, veba, zehirli sıtma, poliyomiyelit, tifüs, tifo, paratifo, dizanteri, lekelihumma, şarbon, papağan hastalığı, difteri, kızıl, menenjit, sarılık gibi hastalıklardan sonra dezenfeksiyona mutlaka önem verilerek mikropların öldürülmesi ve yayılmasının önlenmesi gereklidir.
Bebeklerde Cocuklarda Asi Plani Zamani
Bebeklerde Çocuklarda Uygulanacak Aşı Planı ve Zamanları
Yeni doğan bebekler: Gerekli olduğu takdirde verem aşısı (BCG).
3. aydan itibaren birer ay ara ile: Difteri ve tetanos 2 enjeksiyon, aynı ara ile iki kez polio (çocuk felci aşısı).
12. aydan itibaren: Kızamık aşısı.
2. yaş: Difteri ve tetanos aşıları yenilenir, 3. polio yapılır.
6. yaş: Difteri ve tetanos aşısı yenilenir.
10. yaş: Polio.
11-15 yaş arası: Kızlar için kızamık aşısı.
Her 5 yılda bir: Polio.
Her 10 yılda bir: Tetanos (süresi içinde yapılmamışsa).
Yeni doğan bebekler: Gerekli olduğu takdirde verem aşısı (BCG).
3. aydan itibaren birer ay ara ile: Difteri ve tetanos 2 enjeksiyon, aynı ara ile iki kez polio (çocuk felci aşısı).
12. aydan itibaren: Kızamık aşısı.
2. yaş: Difteri ve tetanos aşıları yenilenir, 3. polio yapılır.
6. yaş: Difteri ve tetanos aşısı yenilenir.
10. yaş: Polio.
11-15 yaş arası: Kızlar için kızamık aşısı.
Her 5 yılda bir: Polio.
Her 10 yılda bir: Tetanos (süresi içinde yapılmamışsa).
Mikroplardan Korunma Yollari Hakkinda
Mikroplardan Korunma Yolları, Mikroptan Korunmak İçin
İnsan organizması her mikrobu aynı şekilde, ya da her zaman kabul etmez. Sağlıklı kişilerde dıştan giren mikroplara karşı koruyucu güçler vardır. Bu güçler, alınan gıda maddelerine, vücudun direncine, o kişinin geçirdiği hastalıklara ve ruhsal etkenlere göre değişiktir. Dışarıdan giren belirli mikroplara karşı organizmada bulunan mikroplar da belirli bir şekilde ve bölgesel olarak tepki gösterirler. İnsan vücudunda hastalık yapmadan yaşayabilen kör mikroplar da bulunabilir.
Dayanıklılık, organizmanın direnç yeteneği olup kalıtım yoluyla geçen, ırk, yaş ve cinselliğe bağlı olan bir özelliktir. Örneğin, kızıl hastalığı yalnızca beyazlarda görülür. Bebeklerde tifüse hiç rastlanmaz. Dayanıklılık vücut büyüklüğüne bağlı değildir. Örneğin, tifüs çocuklarda, büyüklerde olduğundan çok daha hafif seyreder. Dayanıklılığı etkileyen etkenlerin başında beslenme, meslek ve iklim gelir.
Bağışıklık hastalık koruyucusu olup daha önceden vücudun belirli mikroplara alışık olması anlamına gelir. Bağışık lık vücut dokularının yeteneklerinden biridir ve vücuda giren mikroplara karşı gösterilen direnç, aynı mikrobun ikinci girişi halinde yeniden hızlandırılır; böylece mikropların vücutta hastalık yapması dokular tarafından önlenmiş olur.
Bağışıklık iki türlü oluşturulur. Bunlardan biri aktif diğeri pasif bağışıklıktır. Aktif bağışıklık, zayıflatılmış mikropların aşı aracılığıyla vücuda verilmesiyle, pasif bağışıklık ise, hastalık mikrobunun başka bir odakta üretilerek serum halinde verilmesiyle sağlanır. Bazı bağışıklıklar uzun süreli bazıları ise kısa sürelidir. Örneğin, çiçek aşısı uzun süreli bağışıklık sınıfına, kuduz serumu kısa süreli bağışıklık sınıfına girer.
Hastalığa karşı duyarlık hastalığın cinsine, ırka, cinse, yaşa, geçirilmiş önceki hastalıklara ve ruhsal duruma sıkı sıkıya bağlıdır. Yetersiz beslenme, vitamin eksikliği, kronik zehirlenmeler, sinir sistemi ve metabolizma hastalıkları bulaşıcı hastalığa yakalanma olasılığını büyük ölçüde artıran etkenlerdir.
Hastalığın hazırlık ya da kuluçka dönemi mikropların vücuda girişi ile başlar ve hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasıyla sona erer. Bu dönemin süresi hastalık mikrobunun cinsine göre değişiktir. Organizmanın bu sırada oluşturduğu savunma önlemleri vardır. Hastalığın seyrine şekil veren de bu önlemlerdir. Kuluçka döneminin sonuna doğru solunum ve dışkı yoluyla mikroplar yayılmaya başlar ve insanlara geçer. Bazı durumlarda mikrobu alan kişiler önceden aşılanmış olsalar bile hastalığa tutulmaktan kurtulamayabilirler. Hiçbir çocuk mikroplu hastalıklardan tamamen korunamaz. Ne var ki, belirli hastalıklara karşı aşı yoluyla bağışıklık sağlanmış kişilerde hastalık seyri hafiftir. Vücudun da mikroplara karşı aldığı birtakım önlemler vardır. Vücut hastalık yapıcı antijeni tanıdığı takdirde hemen harekete geçerek antikor üretimine hız verir. Antikorlar mikropları öldürücü, akyuvarlar ise ölü mikropları yok edici vücut bekçileridir. Antikorlar lenf bezleri tarafından üretilip kana verilirler. Lenf bezlerinin bazı hastalıklarda şişmesinin nedeni de budur. Eğer vücut hastalık etkeni olan antijeni tanımıyorsa, göstereceği tepki yavaş olacağı için, hastalık etkeni olan mikropların vücuda yerleşmesinden sonra tepki başlar, ama iş işten geçmiş olur ve mikroplarla gerektiği gibi savaşamaz. Septisemi vakalarının çoğunda, vücut gereken tepkiyi gösteremez ve sürüler halinde kan dolaşımına giren mikropların ürettiği zehirli maddeler kanın zehirlenmesine neden olur.
Bulaşıcı hastalıkların genel belirtileri: Ateşin birdenbire yükselmesi o kişinin bir hastalığa yakalanma olasılığıyla karşı karşıya kaldığını gösterir. Hazırlık dönemi içinde bulaşıcı hastalık için ayrı ayrı olan özellikler henüz kendini belli etmez. Bu dönemde yalnızca ateş, titreme, üşüme, halsizlik, solunum güçlüğü, dolaşım bozukluğu ve ishal gibi genel belirtiler vardır. Böyle durumlarda hastalığın başlaması beklenmeden önlemler alınmalıdır.
Koruyucu önlemler
Mikroplu hastalıklarda doktorun görevlerini şöyle sıralamak mümkündür.
1. Hastane tedavisini öngörmek.
2. Mikrop yayılmasını önlemek.
3. Hastalık önleyici önlemleri almak.
Bulaşıcı hastalıklarda, hastalığın cinsi ilgili yerlere bildirilmelidir. Kolera, lekelihumma, veba, çiçek, tifüs gibi hastalıklarda hasta hemen ayrılmalıdır. Diğer mikroplu hastalıklarda hasta evde de tedavi görebilir. Bu durumda hasta odası ayrılmalı, hastayla mümkün olduğu kadar az kişi temas etmelidir.
Bazı mikroplu hastalıklarda sağlıklı aile bireylerinin işe ya da okula gitmeleri hastalığın yayılma olasılığı karşısında tehlikeli olabilir. Bu yönden de önlemlerin alınması yerinde olur.
Hastaya bakan kişi hasta odasına girerken temiz bir önlük takmalı, odadan çıkarken ellerini dezenfektanlı suyla iyice yıkamalıdır. Eğer damlacıkla mikrop (difteri, verem) kapma olasılığı varsa, ağzına ve burnuna bir maske takmalıdır. Diğer aile bireyleriyle yakın ilişki kurmamalı ve kesinlikle yemek pişirmemelidir. Eğer hastaya özel bir oda ayıracak durum yoksa, hasta hemen bir hastane tedavisine yöneltilmelidir.
Diğer önlemler, hastanın sürekli kontrolünü ve hastalık üzerine bilgi verilerek aile bireylerinin aydınlatılmasını içerir. Tifüs, paratifo, kolera, veba (pestis), boğmaca, lekelihumma gibi hastalıklarda aile bireylerine hemen aşı yapılmalıdır.
İnsan organizması her mikrobu aynı şekilde, ya da her zaman kabul etmez. Sağlıklı kişilerde dıştan giren mikroplara karşı koruyucu güçler vardır. Bu güçler, alınan gıda maddelerine, vücudun direncine, o kişinin geçirdiği hastalıklara ve ruhsal etkenlere göre değişiktir. Dışarıdan giren belirli mikroplara karşı organizmada bulunan mikroplar da belirli bir şekilde ve bölgesel olarak tepki gösterirler. İnsan vücudunda hastalık yapmadan yaşayabilen kör mikroplar da bulunabilir.
Dayanıklılık, organizmanın direnç yeteneği olup kalıtım yoluyla geçen, ırk, yaş ve cinselliğe bağlı olan bir özelliktir. Örneğin, kızıl hastalığı yalnızca beyazlarda görülür. Bebeklerde tifüse hiç rastlanmaz. Dayanıklılık vücut büyüklüğüne bağlı değildir. Örneğin, tifüs çocuklarda, büyüklerde olduğundan çok daha hafif seyreder. Dayanıklılığı etkileyen etkenlerin başında beslenme, meslek ve iklim gelir.
Bağışıklık hastalık koruyucusu olup daha önceden vücudun belirli mikroplara alışık olması anlamına gelir. Bağışık lık vücut dokularının yeteneklerinden biridir ve vücuda giren mikroplara karşı gösterilen direnç, aynı mikrobun ikinci girişi halinde yeniden hızlandırılır; böylece mikropların vücutta hastalık yapması dokular tarafından önlenmiş olur.
Bağışıklık iki türlü oluşturulur. Bunlardan biri aktif diğeri pasif bağışıklıktır. Aktif bağışıklık, zayıflatılmış mikropların aşı aracılığıyla vücuda verilmesiyle, pasif bağışıklık ise, hastalık mikrobunun başka bir odakta üretilerek serum halinde verilmesiyle sağlanır. Bazı bağışıklıklar uzun süreli bazıları ise kısa sürelidir. Örneğin, çiçek aşısı uzun süreli bağışıklık sınıfına, kuduz serumu kısa süreli bağışıklık sınıfına girer.
Hastalığa karşı duyarlık hastalığın cinsine, ırka, cinse, yaşa, geçirilmiş önceki hastalıklara ve ruhsal duruma sıkı sıkıya bağlıdır. Yetersiz beslenme, vitamin eksikliği, kronik zehirlenmeler, sinir sistemi ve metabolizma hastalıkları bulaşıcı hastalığa yakalanma olasılığını büyük ölçüde artıran etkenlerdir.
Hastalığın hazırlık ya da kuluçka dönemi mikropların vücuda girişi ile başlar ve hastalık belirtilerinin ortaya çıkmasıyla sona erer. Bu dönemin süresi hastalık mikrobunun cinsine göre değişiktir. Organizmanın bu sırada oluşturduğu savunma önlemleri vardır. Hastalığın seyrine şekil veren de bu önlemlerdir. Kuluçka döneminin sonuna doğru solunum ve dışkı yoluyla mikroplar yayılmaya başlar ve insanlara geçer. Bazı durumlarda mikrobu alan kişiler önceden aşılanmış olsalar bile hastalığa tutulmaktan kurtulamayabilirler. Hiçbir çocuk mikroplu hastalıklardan tamamen korunamaz. Ne var ki, belirli hastalıklara karşı aşı yoluyla bağışıklık sağlanmış kişilerde hastalık seyri hafiftir. Vücudun da mikroplara karşı aldığı birtakım önlemler vardır. Vücut hastalık yapıcı antijeni tanıdığı takdirde hemen harekete geçerek antikor üretimine hız verir. Antikorlar mikropları öldürücü, akyuvarlar ise ölü mikropları yok edici vücut bekçileridir. Antikorlar lenf bezleri tarafından üretilip kana verilirler. Lenf bezlerinin bazı hastalıklarda şişmesinin nedeni de budur. Eğer vücut hastalık etkeni olan antijeni tanımıyorsa, göstereceği tepki yavaş olacağı için, hastalık etkeni olan mikropların vücuda yerleşmesinden sonra tepki başlar, ama iş işten geçmiş olur ve mikroplarla gerektiği gibi savaşamaz. Septisemi vakalarının çoğunda, vücut gereken tepkiyi gösteremez ve sürüler halinde kan dolaşımına giren mikropların ürettiği zehirli maddeler kanın zehirlenmesine neden olur.
Bulaşıcı hastalıkların genel belirtileri: Ateşin birdenbire yükselmesi o kişinin bir hastalığa yakalanma olasılığıyla karşı karşıya kaldığını gösterir. Hazırlık dönemi içinde bulaşıcı hastalık için ayrı ayrı olan özellikler henüz kendini belli etmez. Bu dönemde yalnızca ateş, titreme, üşüme, halsizlik, solunum güçlüğü, dolaşım bozukluğu ve ishal gibi genel belirtiler vardır. Böyle durumlarda hastalığın başlaması beklenmeden önlemler alınmalıdır.
Koruyucu önlemler
Mikroplu hastalıklarda doktorun görevlerini şöyle sıralamak mümkündür.
1. Hastane tedavisini öngörmek.
2. Mikrop yayılmasını önlemek.
3. Hastalık önleyici önlemleri almak.
Bulaşıcı hastalıklarda, hastalığın cinsi ilgili yerlere bildirilmelidir. Kolera, lekelihumma, veba, çiçek, tifüs gibi hastalıklarda hasta hemen ayrılmalıdır. Diğer mikroplu hastalıklarda hasta evde de tedavi görebilir. Bu durumda hasta odası ayrılmalı, hastayla mümkün olduğu kadar az kişi temas etmelidir.
Bazı mikroplu hastalıklarda sağlıklı aile bireylerinin işe ya da okula gitmeleri hastalığın yayılma olasılığı karşısında tehlikeli olabilir. Bu yönden de önlemlerin alınması yerinde olur.
Hastaya bakan kişi hasta odasına girerken temiz bir önlük takmalı, odadan çıkarken ellerini dezenfektanlı suyla iyice yıkamalıdır. Eğer damlacıkla mikrop (difteri, verem) kapma olasılığı varsa, ağzına ve burnuna bir maske takmalıdır. Diğer aile bireyleriyle yakın ilişki kurmamalı ve kesinlikle yemek pişirmemelidir. Eğer hastaya özel bir oda ayıracak durum yoksa, hasta hemen bir hastane tedavisine yöneltilmelidir.
Diğer önlemler, hastanın sürekli kontrolünü ve hastalık üzerine bilgi verilerek aile bireylerinin aydınlatılmasını içerir. Tifüs, paratifo, kolera, veba (pestis), boğmaca, lekelihumma gibi hastalıklarda aile bireylerine hemen aşı yapılmalıdır.
Mikrop Nasil Bulasir Mikrop Bulasma
Mikrop Nasıl Bulaşır, Bulaşan Mikroplar
Mikroplar hayvanlar ya da insanlar tarafından bulaştırılır. Bu nedenle de mikroplu hastalıklara bulaşıcı hastalık adı verilmiştir. Mikrobun asıl geçiş kaynağı taşıyıcılardır. Taşıyıcı, hastalığa yakalanmadığı halde mikrobu taşıyarak başkalarına bulaştıran kişidir. Ayrıca, bulaşıcı hastalara bakan kişilerin de birer taşıyıcı haline gelmeleri olasılığı vardır. Bazı mikroplar aksırık, öksürük gibi durumlarla havaya bırakılırlar. Mikrobun bu şekilde bulaşma olasılığına damlacık bulaşması adı verilir.
Mikropların Doğrudan Bulaşma Yolları
Mikropların doğrudan bulaşması, insanlarla yapılan doğrudan temas ya da hastaların çıkarttıkları salgılar (sidik, kan, irin, balgam, tükürük, vb.) sonucu gerçekleşir. Öksürük, aksırık ve konuşma sırasında mikroplu tükürük damlacıkları havaya saçılır ve bir süre havada kalır. Soluk alma sırasında damlacıklarla havaya yayılan mikroplar sağlam insanın vücuduna girer. Damlacıklarla bulaşan mikroplar genellikle göğüs hastalıklarının nedenidir. Bazı bulaşıcı hastalıkların mikrobu da insanlara doğrudan temasla geçer (kızıl, difteri, tifüs). Bazı hastalık mikropları temasla bulaşmaz (sıtma, kuduz, veba). Bulaşıcı hastalığa yakalananların ayrılmaları gerekir.
Dolaylı olarak geçen (taşınan) mikroplar
Kimi zaman mikroplar canlı ya da ölü taşıyıcılar tarafından bulaştırılır. Taşıyıcı, insan ya da hayvan olduğu gibi gıda maddeleri ya da cansız şeyler de olabilir. Sağlıklı kişiler çoğu zaman bilmeden mikrop taşırlar. Örneğin, doktorlar ve hemşireler herhangi bir bulaşıcı hastalığı kolaylıkla yayabilirler, hatta bu hastalıklara kendilerinin yakalanma olasılığı daha fazladır. Bu nedenle hastanelerde temizliğe son derece büyük önem verilir. Mikroplu ya da bulaşıcı bir hastalık geçirmiş olan kişiler, aynı hastalık mikrobunu yıllarca taşıyarak yayabilirler.
Hastalığa kendileri yakalanmadıkları halde hastalığı taşıyan ve yayan kişiler vardır. Böyle kişiler hastanelerde, çocuk yuvalarında ve gıda ile ilgili işyerlerinde çalıştırılmamalıdırlar. Bulaşıcı hastalığı olan kişinin kullandığı her şey hastalık mikrobunu taşır. Bu hastaların kullandığı öteberinin mutlaka dezenfekte edilmesi gereklidir. Ayrıca, bulaşıcı hastalığı olan kişilerin artıklarında da kesinlikle mikrop bulunur. Bakıcılar hasta yemeğinden kalan artıkların diğer yiyeceklerle karışmamasına çok dikkat etmelidir.
Hayvanlar, asalaklar, böcekler ve sinekler mikrop taşıyıcı olarak çok önemlidirler. Özellikle, sinekler hastalıkları çok uzaklara kadar taşıyabilirler. Kuduz, veba, sıtma gibi hastalıkların etkenleri hayvanlar, asalaklar ve sineklerdir. Örneğin, kuduzun yayılmasında her çeşit hayvanın, vebanın yayılmasında fare ve asalakların, sıtmanın yayılmasında sivrisineğin, diğer bulaşıcı hastalıkların yayılmasında sineklerin, koleranın yayılmasında gıdaların ve suların önemi büyüktür. Hava ve toz da birer taşıyıcıdırlar. Damlacıkla bulaşan hastalıklarda etken hava ve tozdur. Mikroplar vücuda, vücudun giriş kapıları olan ağız, burun, kulak, solunum yolları ve cinsel organlardan girer. Ayrıca, deride oluşan yaraların da birer mikrop yuvası oldukları gerçektir. Nitekim, yaraların iltihaplanması, yaralı bölgenin mikroplanmış olduğuna bir işarettir.
Mikroplar hayvanlar ya da insanlar tarafından bulaştırılır. Bu nedenle de mikroplu hastalıklara bulaşıcı hastalık adı verilmiştir. Mikrobun asıl geçiş kaynağı taşıyıcılardır. Taşıyıcı, hastalığa yakalanmadığı halde mikrobu taşıyarak başkalarına bulaştıran kişidir. Ayrıca, bulaşıcı hastalara bakan kişilerin de birer taşıyıcı haline gelmeleri olasılığı vardır. Bazı mikroplar aksırık, öksürük gibi durumlarla havaya bırakılırlar. Mikrobun bu şekilde bulaşma olasılığına damlacık bulaşması adı verilir.
Mikropların Doğrudan Bulaşma Yolları
Mikropların doğrudan bulaşması, insanlarla yapılan doğrudan temas ya da hastaların çıkarttıkları salgılar (sidik, kan, irin, balgam, tükürük, vb.) sonucu gerçekleşir. Öksürük, aksırık ve konuşma sırasında mikroplu tükürük damlacıkları havaya saçılır ve bir süre havada kalır. Soluk alma sırasında damlacıklarla havaya yayılan mikroplar sağlam insanın vücuduna girer. Damlacıklarla bulaşan mikroplar genellikle göğüs hastalıklarının nedenidir. Bazı bulaşıcı hastalıkların mikrobu da insanlara doğrudan temasla geçer (kızıl, difteri, tifüs). Bazı hastalık mikropları temasla bulaşmaz (sıtma, kuduz, veba). Bulaşıcı hastalığa yakalananların ayrılmaları gerekir.
Dolaylı olarak geçen (taşınan) mikroplar
Kimi zaman mikroplar canlı ya da ölü taşıyıcılar tarafından bulaştırılır. Taşıyıcı, insan ya da hayvan olduğu gibi gıda maddeleri ya da cansız şeyler de olabilir. Sağlıklı kişiler çoğu zaman bilmeden mikrop taşırlar. Örneğin, doktorlar ve hemşireler herhangi bir bulaşıcı hastalığı kolaylıkla yayabilirler, hatta bu hastalıklara kendilerinin yakalanma olasılığı daha fazladır. Bu nedenle hastanelerde temizliğe son derece büyük önem verilir. Mikroplu ya da bulaşıcı bir hastalık geçirmiş olan kişiler, aynı hastalık mikrobunu yıllarca taşıyarak yayabilirler.
Hastalığa kendileri yakalanmadıkları halde hastalığı taşıyan ve yayan kişiler vardır. Böyle kişiler hastanelerde, çocuk yuvalarında ve gıda ile ilgili işyerlerinde çalıştırılmamalıdırlar. Bulaşıcı hastalığı olan kişinin kullandığı her şey hastalık mikrobunu taşır. Bu hastaların kullandığı öteberinin mutlaka dezenfekte edilmesi gereklidir. Ayrıca, bulaşıcı hastalığı olan kişilerin artıklarında da kesinlikle mikrop bulunur. Bakıcılar hasta yemeğinden kalan artıkların diğer yiyeceklerle karışmamasına çok dikkat etmelidir.
Hayvanlar, asalaklar, böcekler ve sinekler mikrop taşıyıcı olarak çok önemlidirler. Özellikle, sinekler hastalıkları çok uzaklara kadar taşıyabilirler. Kuduz, veba, sıtma gibi hastalıkların etkenleri hayvanlar, asalaklar ve sineklerdir. Örneğin, kuduzun yayılmasında her çeşit hayvanın, vebanın yayılmasında fare ve asalakların, sıtmanın yayılmasında sivrisineğin, diğer bulaşıcı hastalıkların yayılmasında sineklerin, koleranın yayılmasında gıdaların ve suların önemi büyüktür. Hava ve toz da birer taşıyıcıdırlar. Damlacıkla bulaşan hastalıklarda etken hava ve tozdur. Mikroplar vücuda, vücudun giriş kapıları olan ağız, burun, kulak, solunum yolları ve cinsel organlardan girer. Ayrıca, deride oluşan yaraların da birer mikrop yuvası oldukları gerçektir. Nitekim, yaraların iltihaplanması, yaralı bölgenin mikroplanmış olduğuna bir işarettir.
Mikroplu Hastaliklar Hastalik Mikroplari
Mikroplu Hastalıklar, Hastalık Mikropları Hakkında Bilgiler
Hastalık taşıyan mikropların ve salgıladıkları maddelerin etkisi sonucu organizmada oluşan hastalıklara bulaşıcı hastalıklar adı verilir. Hastalık oluşmadan önce, insan organizması ile hastalık mikrobu arasında çetin bir savaş olur. Savaşı kaybeden taraf çekilmeye zorunludur. Savaşı mikroplar kazanırsa organizma hastalanır, organizma kazanırsa hastalık görülmez.
Bulaşıcı hastalıklar, kalp ve kan dolaşımı hastalıkları ile kanserden sonra ölüme neden olan hastalıklar arasında üçüncü sırayı alır.
Bundan başka, birçok bulaşıcı hastalık, hastalığın tedavi edilmesinden sonra kalp, akciğer ve karaciğer gibi organlarla dolaşım sisteminde birtakım kronik bozukluklar bırakırlar. Gelişmiş, uygar ülkelerde modern tıp tedavileriyle bulaşıcı hastalıkların önü her ne kadar alınabilirse de, geri kalmış ya da az gelişmiş ülkelerde bu tür hastalıklar yaygınlaşma eğilimindedir. Hastalığın yayılmasını önlemek tıbbi olduğu kadar siyasal ve ekonomik yönden de önemlidir. Yaygın bulaşıcı hastalıklar sorunu ancak tüm ülkelerin ortak çalışmaları sayesinde çözümlenebilecektir.
Bitkisel ve hayvansal türden sayısız hastalığın nedeni olan yüzlerce mikrop vardır. Bunlar tek hücreli, kısa ömürlü, bölünerek çoğalabilen, ancak mikroskopla 500-1000 defa büyütüldükten sonra görülebilen canlı organizmalardır.
Bitkisel asıllı mikroplar bakteri adını alır ve ancak 19. Yüzyılın sonlarında hastalık oluşturan mikroplar oldukları saptanmıştır. Fransız kimyager Luiz Pastör'ün ve Alman doktor Robert Koch'un başlattığı çalışmaların geliştirilmesiyle Bakteriyoloji bilimi doğmuştur. Bazı bakteriler hastalık yapıcı, bazıları ise yararlıdır. Bakteriler şekillerine göre yuvarlak, virgül, çubuksu ve dalgalı olarak sınıflandırılırlar. Bakteriler hemen hemen her yerde, havada, çoğunlukla tozda, suda, toprakta ve yiyecekler üzerinde bulunurlar. Bazı bakteriler çoğalma sırasında zehirli maddeler salgılarlar (difteri, tetanos), bazıları ise, zehirli maddeleri kendi yapılarında oluştururlar. Bakteri öldükten sonra bu zehirli maddeler organizmaya yayılır ve hastalığa yol açar. Kolera ve dizanteri bakterileri bunun en güzel örneklerindendir. Protozonlar az gelişmiş, tek hücreli hayvansal canlılardır. Bunlar tropikal hastalıklara neden olan mikroplardır. Her ne kadar tropikal hastalıkları iyileştirici ilaçlar varsa da, pratikte tropikal bölgelerin kendine özgü koşulları nedeniyle mikropların dağılmasını önlemek oldukça güçtür.
Virüs cinsi mikroplar, hastalık yapıcı en küçük mikroplardır. Virüsler canlı ve cansız varlık arasındaki sınırda bulunurlar ve ancak elektron mikroskop ile görülebilirler. Virüslerin neden olduğu hastalıklar günümüzde büyük bir çaba ile araştırılmaktadır. Çünkü virüsler, henüz tedavisi saptanamamış hastalıkların nedeni oldukları gibi bitki ve hayvanlarda oluşturdukları hastalıklarla da ekonomiye büyük zararlar vermektedirler.
Etkileri ve yaşam koşulları nedeniyle virüsler, temelde bakteri ve protozonlardan farklıdır. Bakteri ve protozonlara karşı etkin ilaçlar (sulfamit ve antibiyotikler) bulunduğu halde virüslere etkili olabilecek bir ilaç henüz geliştirilmemiştir. Bugün için virüslere karşı en etkili görünen silah, aşılarla bağışıklık sağlanılmasıdır.
Hastalık taşıyan mikropların ve salgıladıkları maddelerin etkisi sonucu organizmada oluşan hastalıklara bulaşıcı hastalıklar adı verilir. Hastalık oluşmadan önce, insan organizması ile hastalık mikrobu arasında çetin bir savaş olur. Savaşı kaybeden taraf çekilmeye zorunludur. Savaşı mikroplar kazanırsa organizma hastalanır, organizma kazanırsa hastalık görülmez.
Bulaşıcı hastalıklar, kalp ve kan dolaşımı hastalıkları ile kanserden sonra ölüme neden olan hastalıklar arasında üçüncü sırayı alır.
Bundan başka, birçok bulaşıcı hastalık, hastalığın tedavi edilmesinden sonra kalp, akciğer ve karaciğer gibi organlarla dolaşım sisteminde birtakım kronik bozukluklar bırakırlar. Gelişmiş, uygar ülkelerde modern tıp tedavileriyle bulaşıcı hastalıkların önü her ne kadar alınabilirse de, geri kalmış ya da az gelişmiş ülkelerde bu tür hastalıklar yaygınlaşma eğilimindedir. Hastalığın yayılmasını önlemek tıbbi olduğu kadar siyasal ve ekonomik yönden de önemlidir. Yaygın bulaşıcı hastalıklar sorunu ancak tüm ülkelerin ortak çalışmaları sayesinde çözümlenebilecektir.
Bitkisel ve hayvansal türden sayısız hastalığın nedeni olan yüzlerce mikrop vardır. Bunlar tek hücreli, kısa ömürlü, bölünerek çoğalabilen, ancak mikroskopla 500-1000 defa büyütüldükten sonra görülebilen canlı organizmalardır.
Bitkisel asıllı mikroplar bakteri adını alır ve ancak 19. Yüzyılın sonlarında hastalık oluşturan mikroplar oldukları saptanmıştır. Fransız kimyager Luiz Pastör'ün ve Alman doktor Robert Koch'un başlattığı çalışmaların geliştirilmesiyle Bakteriyoloji bilimi doğmuştur. Bazı bakteriler hastalık yapıcı, bazıları ise yararlıdır. Bakteriler şekillerine göre yuvarlak, virgül, çubuksu ve dalgalı olarak sınıflandırılırlar. Bakteriler hemen hemen her yerde, havada, çoğunlukla tozda, suda, toprakta ve yiyecekler üzerinde bulunurlar. Bazı bakteriler çoğalma sırasında zehirli maddeler salgılarlar (difteri, tetanos), bazıları ise, zehirli maddeleri kendi yapılarında oluştururlar. Bakteri öldükten sonra bu zehirli maddeler organizmaya yayılır ve hastalığa yol açar. Kolera ve dizanteri bakterileri bunun en güzel örneklerindendir. Protozonlar az gelişmiş, tek hücreli hayvansal canlılardır. Bunlar tropikal hastalıklara neden olan mikroplardır. Her ne kadar tropikal hastalıkları iyileştirici ilaçlar varsa da, pratikte tropikal bölgelerin kendine özgü koşulları nedeniyle mikropların dağılmasını önlemek oldukça güçtür.
Virüs cinsi mikroplar, hastalık yapıcı en küçük mikroplardır. Virüsler canlı ve cansız varlık arasındaki sınırda bulunurlar ve ancak elektron mikroskop ile görülebilirler. Virüslerin neden olduğu hastalıklar günümüzde büyük bir çaba ile araştırılmaktadır. Çünkü virüsler, henüz tedavisi saptanamamış hastalıkların nedeni oldukları gibi bitki ve hayvanlarda oluşturdukları hastalıklarla da ekonomiye büyük zararlar vermektedirler.
Etkileri ve yaşam koşulları nedeniyle virüsler, temelde bakteri ve protozonlardan farklıdır. Bakteri ve protozonlara karşı etkin ilaçlar (sulfamit ve antibiyotikler) bulunduğu halde virüslere etkili olabilecek bir ilaç henüz geliştirilmemiştir. Bugün için virüslere karşı en etkili görünen silah, aşılarla bağışıklık sağlanılmasıdır.
İskorbut Nedir C Vitamini Eksikligi
İskorbüt Nedir (C vitamini eksikliği)
C vitamininin tüm organizmada çok yönlü etkisi vardır. Bu nedenle C vitamini eksikliği, vücut maddelerinin, özellikle büyüyen destek dokunun yapısını, kan dokusunun yapısını ve kılcal kan damarlarının çalışmalarını etkiler. C vitamininin en büyük görevi vücudun hastalıklara karşı direncini artırmaktır. Eksikliğinde bağdokusu, kıkırdak, kemik ve diş yapısında bozukluklar, gelişim bozuklukları, dirençsizlik, karın ve baş ağrıları, kansızlık, kabızlık gibi hastalıklar görülür.
İskorbüt Hastalık Belirtileri: Dişetinde kanama, derialtı kanamaları sonucunda çürük oluşumu, hayati önemi olan organların içine kanamalar görülür.
Süreci: Kemikleri örten zarın içine olan kanamalardan ötürü kol ve bacaklarda aşırı duyarlılık ve ağrı olur.
İskorbüt Tedavisi: Taze sebze, patates, meyveden oluşan bir gıda rejimi uygulanır. Ayrıca, damardan ya da ağızdan C vitamini verilir. Günlük C vitamini gereksinimi 10-20 miligram kadardır. Bu miktar normal diyette bulunan C vitamininden azdır. Bu nedenle de sebze diyeti önerilir.
C vitamininin tüm organizmada çok yönlü etkisi vardır. Bu nedenle C vitamini eksikliği, vücut maddelerinin, özellikle büyüyen destek dokunun yapısını, kan dokusunun yapısını ve kılcal kan damarlarının çalışmalarını etkiler. C vitamininin en büyük görevi vücudun hastalıklara karşı direncini artırmaktır. Eksikliğinde bağdokusu, kıkırdak, kemik ve diş yapısında bozukluklar, gelişim bozuklukları, dirençsizlik, karın ve baş ağrıları, kansızlık, kabızlık gibi hastalıklar görülür.
İskorbüt Hastalık Belirtileri: Dişetinde kanama, derialtı kanamaları sonucunda çürük oluşumu, hayati önemi olan organların içine kanamalar görülür.
Süreci: Kemikleri örten zarın içine olan kanamalardan ötürü kol ve bacaklarda aşırı duyarlılık ve ağrı olur.
İskorbüt Tedavisi: Taze sebze, patates, meyveden oluşan bir gıda rejimi uygulanır. Ayrıca, damardan ya da ağızdan C vitamini verilir. Günlük C vitamini gereksinimi 10-20 miligram kadardır. Bu miktar normal diyette bulunan C vitamininden azdır. Bu nedenle de sebze diyeti önerilir.
Beriberi Hastaligi Nedir B1 Vitamini Eksikligi
Beriberi Hastalığı Nedir (B 1 vitamini eksikliği)
Thiamine adını da alan B-1 vitamini suda eriyebilen B vitamin gurubunun bir üyesidir. Bir insanın günlük B-1 vitamini gereksinmesi 1-2 miligramdır. Bol karbonhidratlı rejimde ve alkolizmde B-1 vitaminine gereksinim artar. Süt ve süt türevlerinde, mercimek, fasulye, diğer sebzelerde, fındık, ceviz ve fıstıkta bulunur. B-1 vitamini karbonhidrat metabolizmasındaki pirüvik asitin parçalanmasında rol oynar, karaciğerde glikojenden glikoz yapımını hızlandırır, yani ensüline paralel bir etkisi vardır. Su metabolizmasındaki rolü de önemlidir. B-1 vitamini eksikliğinden ötürü ortaya çıkan Beriberi hastalığı genellikle kabuğu alınmış pirinç, kamış şekeri ve kepeksiz unla beslenen ülkelerde çok sık görülür.
Belirtileri: Beri beri hastalığı başlıca üç tipi vardır:
1. Kuru beriberi: Kişi zayıftır. Başlıca yıkım organlara giden sinirlerde olduğu için önce bacaklarda güç azalması başlar. Hastada yürüme bozuklukları ortaya çıkar. Kaslar erir ve kemik refleksleri kaybolur. Sonunda hasta yatalak olur.
2. Yaş beriberi: Genel olarak kabuğu alınmış pirinçle beslenenlerde görülür. Alınan karbonhidrat miktarı arttıkça B-l vitaminine olan gereksinim de artar. Eksikliği nedeniyle kaslarda biriken pirüvik asit ve laktik asit yerel kan damarlarının genişlemesine neden olur. Bu takdirde dolaşım hızı azalacağından kalp kaslarında gevşeme görülür. Hastada zayıflık ve dokularda sıvı toplanması (ödem) başlar. Hasta aniden kalp yetmezliğinden ölebilir.
3. İnfantil beriberi: Beriberi tablosu içindeki annenin sütü ile beslenen bebekte görülür. Bebek huzursuzdur ve ödem-li görünür. Kronik şekillerinde ishal, zayıflama, gelişim bozuklukları görülür. Hiç beklenmedik anda bebekte morarma ve taşikardi ortaya çıkar ve bebek 2-3 gün içinde ölür.
Beriberi Tedavisi: Ne tür olursa olsun beriberinin genel tedavisi B-l vitamini kürünün uygulanmasıyla mümkündür. Koruyucu doz olarak günde 5 miligram B-l vitamini verilmelidir. Hem tedavide hem de korunmada B-l vitamininin B kompleks vitaminleriyle birlikte verilmesi öngörülmelidir.
Thiamine adını da alan B-1 vitamini suda eriyebilen B vitamin gurubunun bir üyesidir. Bir insanın günlük B-1 vitamini gereksinmesi 1-2 miligramdır. Bol karbonhidratlı rejimde ve alkolizmde B-1 vitaminine gereksinim artar. Süt ve süt türevlerinde, mercimek, fasulye, diğer sebzelerde, fındık, ceviz ve fıstıkta bulunur. B-1 vitamini karbonhidrat metabolizmasındaki pirüvik asitin parçalanmasında rol oynar, karaciğerde glikojenden glikoz yapımını hızlandırır, yani ensüline paralel bir etkisi vardır. Su metabolizmasındaki rolü de önemlidir. B-1 vitamini eksikliğinden ötürü ortaya çıkan Beriberi hastalığı genellikle kabuğu alınmış pirinç, kamış şekeri ve kepeksiz unla beslenen ülkelerde çok sık görülür.
Belirtileri: Beri beri hastalığı başlıca üç tipi vardır:
1. Kuru beriberi: Kişi zayıftır. Başlıca yıkım organlara giden sinirlerde olduğu için önce bacaklarda güç azalması başlar. Hastada yürüme bozuklukları ortaya çıkar. Kaslar erir ve kemik refleksleri kaybolur. Sonunda hasta yatalak olur.
2. Yaş beriberi: Genel olarak kabuğu alınmış pirinçle beslenenlerde görülür. Alınan karbonhidrat miktarı arttıkça B-l vitaminine olan gereksinim de artar. Eksikliği nedeniyle kaslarda biriken pirüvik asit ve laktik asit yerel kan damarlarının genişlemesine neden olur. Bu takdirde dolaşım hızı azalacağından kalp kaslarında gevşeme görülür. Hastada zayıflık ve dokularda sıvı toplanması (ödem) başlar. Hasta aniden kalp yetmezliğinden ölebilir.
3. İnfantil beriberi: Beriberi tablosu içindeki annenin sütü ile beslenen bebekte görülür. Bebek huzursuzdur ve ödem-li görünür. Kronik şekillerinde ishal, zayıflama, gelişim bozuklukları görülür. Hiç beklenmedik anda bebekte morarma ve taşikardi ortaya çıkar ve bebek 2-3 gün içinde ölür.
Beriberi Tedavisi: Ne tür olursa olsun beriberinin genel tedavisi B-l vitamini kürünün uygulanmasıyla mümkündür. Koruyucu doz olarak günde 5 miligram B-l vitamini verilmelidir. Hem tedavide hem de korunmada B-l vitamininin B kompleks vitaminleriyle birlikte verilmesi öngörülmelidir.
Gece Korlugu A Vitamini Eksikligi
Gece körlüğü (A vitamini eksikliği)
A vitaminini yağda eriyen ve balıkyağı, balık, süt, tereyağı, yumurta sarısı ve yeşil sebzelerde bol miktarda bulunan bir maddedir. Aynı zamanda, önvitamin olarak pancar, domates, hurma, ceviz yağı ve şeftali portakal gibi meyvelerde bulunur. A vitamini özellikle göz için çok gerekli bir maddedir. Eksikliğinde, retina tabakasında bulunan rodopsin maddesi üretilemez. Zamanla görme moru denen bu madde ışık etkisiyle solar ve gece körlüğüne yol açar.
Belirtileri: Alaca karanlıkta göz görmez. Kornea tabakasının saydamlığı azalır.
Seyri: Vücut bulaşıcı hastalıklara karşı direncini yitirir ve zamanla kornea tabakası delinerek körlüğe yol açar.
Gece Korlugu Tedavisi: A vitamini yönünden zengin bir diyet uygulanır. Ayrıca, A vitamini verilir.
A vitaminini yağda eriyen ve balıkyağı, balık, süt, tereyağı, yumurta sarısı ve yeşil sebzelerde bol miktarda bulunan bir maddedir. Aynı zamanda, önvitamin olarak pancar, domates, hurma, ceviz yağı ve şeftali portakal gibi meyvelerde bulunur. A vitamini özellikle göz için çok gerekli bir maddedir. Eksikliğinde, retina tabakasında bulunan rodopsin maddesi üretilemez. Zamanla görme moru denen bu madde ışık etkisiyle solar ve gece körlüğüne yol açar.
Belirtileri: Alaca karanlıkta göz görmez. Kornea tabakasının saydamlığı azalır.
Seyri: Vücut bulaşıcı hastalıklara karşı direncini yitirir ve zamanla kornea tabakası delinerek körlüğe yol açar.
Gece Korlugu Tedavisi: A vitamini yönünden zengin bir diyet uygulanır. Ayrıca, A vitamini verilir.
Gut Hastaligi Nedir Eklem Hastaligi
Gut Hastalığı Nedir (Eklem Hastalığı)
Gerçek bir eklem hastalığı olan gut, kalıtsal rahatsızlıklar sonucu eklemlerde, özellikle 40-50 yaşlarındaki erkeklerde görülen bir hastalıktır. Fakat menopoz sonrası, kadınlarda da görülebilir. Ürik asit, hücre çekirdeklerinin yıkım ürünü olduğu için, fazla protein alan kişilerde ürik asit oluşumu artar. Genellikle, ürik asit kristalleri idrarla dışarı atılır. Ürenin kana karışması, vücutta fazla miktarda ürik asit oluşumu ya da ürenin böbrekler tarafından yeterli miktarda atılamaması sonucu ürik asit kristalleri eklemlerde birikim yapar ve gut hastalığı ortaya çıkar. Tipik gut hastalığı genellikle ayak başparmağında görülür, ama dizde ve el parmaklarında da rastlanabilir.
Gut Hastalık Belirtileri: Ayak başparmağı ani gelen bir sancı ile kızarır ve hassaslaşır. Parmak parlak kırmızı bir görünüm alır.
Süreci: Ani gelen sancı birkaç gün içinde geçer. Ağrı sırasında hafif ateş, iştahsızlık görülebilir, ama hastanın genel sağlık durumunda bir değişim olmaz. Birkaç krizden sonra belirtiler tamamen ortadan kalkmış görünür ve hastalık kronik döneme girer. Tedavi edilmediği takdirde hastalıklı eklem şekilsizleşir ve eklem çevresinde yumrular oluşur.
Gut Hastalığı Tedavisi: Böbreğin ürik asit atımı hızlandırılır. Genel olarak proteini az olan bir rejim izlenir. Alkollü içkilerden, ıspanak ve çilekten sakınılması gereklidir. Vücutta ürik asit üretimini azaltıcı ilaç verilebilir, ancak bu ilaç akut krizlere yol açabilir. Ayrıca, ilaç kriz sırasında kullanılmamalıdır.
Gerçek bir eklem hastalığı olan gut, kalıtsal rahatsızlıklar sonucu eklemlerde, özellikle 40-50 yaşlarındaki erkeklerde görülen bir hastalıktır. Fakat menopoz sonrası, kadınlarda da görülebilir. Ürik asit, hücre çekirdeklerinin yıkım ürünü olduğu için, fazla protein alan kişilerde ürik asit oluşumu artar. Genellikle, ürik asit kristalleri idrarla dışarı atılır. Ürenin kana karışması, vücutta fazla miktarda ürik asit oluşumu ya da ürenin böbrekler tarafından yeterli miktarda atılamaması sonucu ürik asit kristalleri eklemlerde birikim yapar ve gut hastalığı ortaya çıkar. Tipik gut hastalığı genellikle ayak başparmağında görülür, ama dizde ve el parmaklarında da rastlanabilir.
Gut Hastalık Belirtileri: Ayak başparmağı ani gelen bir sancı ile kızarır ve hassaslaşır. Parmak parlak kırmızı bir görünüm alır.
Süreci: Ani gelen sancı birkaç gün içinde geçer. Ağrı sırasında hafif ateş, iştahsızlık görülebilir, ama hastanın genel sağlık durumunda bir değişim olmaz. Birkaç krizden sonra belirtiler tamamen ortadan kalkmış görünür ve hastalık kronik döneme girer. Tedavi edilmediği takdirde hastalıklı eklem şekilsizleşir ve eklem çevresinde yumrular oluşur.
Gut Hastalığı Tedavisi: Böbreğin ürik asit atımı hızlandırılır. Genel olarak proteini az olan bir rejim izlenir. Alkollü içkilerden, ıspanak ve çilekten sakınılması gereklidir. Vücutta ürik asit üretimini azaltıcı ilaç verilebilir, ancak bu ilaç akut krizlere yol açabilir. Ayrıca, ilaç kriz sırasında kullanılmamalıdır.
Sismanlik Hastaligi Nedenleri Tedavisi
Şişmanlık Hastalığı, Şişmanlık Nedir, Şişmanlık Hakkında
Derialtı yağdokularının artması nedeniyle ortaya çıkan ve vücuttaki fazla kiloyu oluşturan, doğrudan beslenme bozukluğuna bağlanabilen bir metabolizma bozukluğudur. Aslında şişmanlığın tek nedeni aşırı yemektir. Genel bir tanımla, şişmanlık, alınan kalori miktarının yakılandan fazla olmasıdır.
Kalıtsal eğilim, kötü beslenme, anormal iştah, ruhsal özellikler ve hareket azlığı da şişmanlığın nedenleri olabilir.
Şişmanlık Belirtileri: Özellikle sırt, kol ve bacakların üst kesimlerinde aşırı yağ birikimi, yüzün yuvarlak bir hal alması, ruhsal dengenin ve vücut hareket yeteneğinin düzensizleşmesi, bulaşıcı hastalıklara karşı vücut direncinin azalması, kalp ve dolaşım sistemlerindeki bozukluklar şişmanlık belirtileridir.
Şişmanlık Tedavisi: Genellikle zayıflama, diyet uygulaması ve sporla sağlanmalıdır. Aşırı şişman olan bir kişi yağsız et ve balık, yumurta, meyve, şekersiz unlu maddeler, tuzlu bisküvi yemeli, ama kızartma, yağlı besin maddeleri, ekmek, patates, tatlı ve pastaları yemekten kaçınmalıdır. Şişman olan kişi günde 30-40 gram yağ, 100-120 gram et ya da balık, 80-100 gram karbonhidrattan fazlasını almamalıdır. Son yıllarda yapılan araştırmalar, karbonhidratların şişmanlığa neden olduğunu ortaya koymuştur. Bu araştırmalarda Eskimoların çok bol miktarda yağ yedikleri halde şişmanlamadıkları, buna karşın aynı miktar karbonhidrat alanların, bazal metabolizmaları alınan fazla karbonhidratı yakabilecek kapasitede değilse, şişmanladıkları örnek olarak gösterilmiştir. Bu nedenle, alınan günlük yiyecek miktarındaki kalorinin düşük düzeyde olmasına dikkat edilmelidir. Ayrıca, bu tür bir diyet zayıflamadan sonra bile korkusuz ve tehlikesizce uygulanabilmektedir. Salık verilen bu diyet:
Sabah: Bol yağda kızarmış sosis, (salam, yumurta, böbrek) şekersiz ekmek, tereyağı ve bol miktarda yağlı peynir.
Öğle: Yağlı et, (omlet, sosis), salata, (yeşil sebzeler), bol miktarda elma ve portakal.
Akşam: Sabah ve öğle diyetinin karışımı bir diyet.
Çoğunlukla tatlı içkilerden, reçel ve pastalardan kaçınmalıdır. İstenildiği kadar su içilebilir ve yağlı gıdalar alınabilir. Böylece bir diyet uygulamasında dikkate alınmış olan asıl konu, şişman kişinin aldığı gıdadaki kaloriyi düşürmektir.
Ayrıca, dokualtı yağ tabakasının birikimini önlemek amacıyla vücudun hareketini sağlamalıdır. Bu da ancak sporla mümkün olabilmektedir. Fazla şişman kişilerin mümkün olduğu kadar çok yürümeleri gereklidir. Zayıflama gerçekleşmeye başladıktan sonra da diğer spor hareketleri uygulanmalıdır. Özellikle karın eritici hareketlerin büyük yararı olmaktadır. Dikkat edilecek tek husus, zayıflama sırasında vücudun besinsiz kalmaması ve diyetin düzenli olarak uygulanmasıdır.
Derialtı yağdokularının artması nedeniyle ortaya çıkan ve vücuttaki fazla kiloyu oluşturan, doğrudan beslenme bozukluğuna bağlanabilen bir metabolizma bozukluğudur. Aslında şişmanlığın tek nedeni aşırı yemektir. Genel bir tanımla, şişmanlık, alınan kalori miktarının yakılandan fazla olmasıdır.
Kalıtsal eğilim, kötü beslenme, anormal iştah, ruhsal özellikler ve hareket azlığı da şişmanlığın nedenleri olabilir.
Şişmanlık Belirtileri: Özellikle sırt, kol ve bacakların üst kesimlerinde aşırı yağ birikimi, yüzün yuvarlak bir hal alması, ruhsal dengenin ve vücut hareket yeteneğinin düzensizleşmesi, bulaşıcı hastalıklara karşı vücut direncinin azalması, kalp ve dolaşım sistemlerindeki bozukluklar şişmanlık belirtileridir.
Şişmanlık Tedavisi: Genellikle zayıflama, diyet uygulaması ve sporla sağlanmalıdır. Aşırı şişman olan bir kişi yağsız et ve balık, yumurta, meyve, şekersiz unlu maddeler, tuzlu bisküvi yemeli, ama kızartma, yağlı besin maddeleri, ekmek, patates, tatlı ve pastaları yemekten kaçınmalıdır. Şişman olan kişi günde 30-40 gram yağ, 100-120 gram et ya da balık, 80-100 gram karbonhidrattan fazlasını almamalıdır. Son yıllarda yapılan araştırmalar, karbonhidratların şişmanlığa neden olduğunu ortaya koymuştur. Bu araştırmalarda Eskimoların çok bol miktarda yağ yedikleri halde şişmanlamadıkları, buna karşın aynı miktar karbonhidrat alanların, bazal metabolizmaları alınan fazla karbonhidratı yakabilecek kapasitede değilse, şişmanladıkları örnek olarak gösterilmiştir. Bu nedenle, alınan günlük yiyecek miktarındaki kalorinin düşük düzeyde olmasına dikkat edilmelidir. Ayrıca, bu tür bir diyet zayıflamadan sonra bile korkusuz ve tehlikesizce uygulanabilmektedir. Salık verilen bu diyet:
Sabah: Bol yağda kızarmış sosis, (salam, yumurta, böbrek) şekersiz ekmek, tereyağı ve bol miktarda yağlı peynir.
Öğle: Yağlı et, (omlet, sosis), salata, (yeşil sebzeler), bol miktarda elma ve portakal.
Akşam: Sabah ve öğle diyetinin karışımı bir diyet.
Çoğunlukla tatlı içkilerden, reçel ve pastalardan kaçınmalıdır. İstenildiği kadar su içilebilir ve yağlı gıdalar alınabilir. Böylece bir diyet uygulamasında dikkate alınmış olan asıl konu, şişman kişinin aldığı gıdadaki kaloriyi düşürmektir.
Ayrıca, dokualtı yağ tabakasının birikimini önlemek amacıyla vücudun hareketini sağlamalıdır. Bu da ancak sporla mümkün olabilmektedir. Fazla şişman kişilerin mümkün olduğu kadar çok yürümeleri gereklidir. Zayıflama gerçekleşmeye başladıktan sonra da diğer spor hareketleri uygulanmalıdır. Özellikle karın eritici hareketlerin büyük yararı olmaktadır. Dikkat edilecek tek husus, zayıflama sırasında vücudun besinsiz kalmaması ve diyetin düzenli olarak uygulanmasıdır.
Zayiflik Nedir Zayiflama Nedenleri
Zayıflık Hastalığı, Zayıflık Nedenleri, Zayıflık Nedir
Vücudun yetersiz beslenmesi sonucu ortaya çıkan bir organizma bozukluğudur. Vücut az beslenince yağ dokusu erir ve bu nedenle kilo kaybı olur. Zayıflık, çocukluk döneminde vücut yapısına bağlı olarak görülebilen bir özelliktir. Ayrıca, zayıflık, büyüme döneminde vücut gelişiminin geçici bir belirtisi olarak ve bulaşıcı hastalık ya da kansızlık (akciğer tüberkülozu, Addison hastalığı, öldürücü kansızlık) gibi durumlarda görüİen uzun süreli az beslenme sonucu ve iştahsızlık nedeniyle de ortaya çıkabilir. Çocukluk döneminde görülen zayıflık (Çocuklarda Zayıflık), iç salgı bezlerinde ya da merkez sinir sisteminde görülebilecek hastalıklardan ve kandaki gıda maddelerinin alışverişindeki aksaklıklardan ötürü ortaya çıkmaktadır. Kandaki gıda alışverişi bozukluğu, kötü beslenme, ishal, mide kapağında görülen kramplar, mide-bağırsak kanalındaki yapı bozuklukları zayıflık için yeterli nedenlerdir.
Zayıflama Belirtileri: İştahsızlık ve aşırı kilo kaybı, boyun lenf bezlerinde görülebilecek hafif şişkinlikler.
Zayıflık Tedavisi: Özel bir beslenme planı uygulanmalı, gıdalara vitamin eklenmeli ve genellikle kalorisi yüksek gıdalar seçilmelidir. Ancak, tüm bu tedavinin bir doktor kontrolunda yapılması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Aslında, zayıflığın nedeni saptanmalı ve nedene göre bir tedavi yöntemi uygulanmalıdır.
Vücudun yetersiz beslenmesi sonucu ortaya çıkan bir organizma bozukluğudur. Vücut az beslenince yağ dokusu erir ve bu nedenle kilo kaybı olur. Zayıflık, çocukluk döneminde vücut yapısına bağlı olarak görülebilen bir özelliktir. Ayrıca, zayıflık, büyüme döneminde vücut gelişiminin geçici bir belirtisi olarak ve bulaşıcı hastalık ya da kansızlık (akciğer tüberkülozu, Addison hastalığı, öldürücü kansızlık) gibi durumlarda görüİen uzun süreli az beslenme sonucu ve iştahsızlık nedeniyle de ortaya çıkabilir. Çocukluk döneminde görülen zayıflık (Çocuklarda Zayıflık), iç salgı bezlerinde ya da merkez sinir sisteminde görülebilecek hastalıklardan ve kandaki gıda maddelerinin alışverişindeki aksaklıklardan ötürü ortaya çıkmaktadır. Kandaki gıda alışverişi bozukluğu, kötü beslenme, ishal, mide kapağında görülen kramplar, mide-bağırsak kanalındaki yapı bozuklukları zayıflık için yeterli nedenlerdir.
Zayıflama Belirtileri: İştahsızlık ve aşırı kilo kaybı, boyun lenf bezlerinde görülebilecek hafif şişkinlikler.
Zayıflık Tedavisi: Özel bir beslenme planı uygulanmalı, gıdalara vitamin eklenmeli ve genellikle kalorisi yüksek gıdalar seçilmelidir. Ancak, tüm bu tedavinin bir doktor kontrolunda yapılması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Aslında, zayıflığın nedeni saptanmalı ve nedene göre bir tedavi yöntemi uygulanmalıdır.
Metabolizma Doku Hucre Anasayfa
Metabolizma ve Metabolizma Hastalıkları
Bazal Metabolizma, Katabolizma ve Anabolizma
Zayıflık, Zayıflık Hastalığı Nedenleri
Şişmanlık, Şişmanlık Hastalığı Hakkında Bilgiler
Gut Hastalığı (Eklem Hastalığı)
Gece Körlüğü (A Vitamini Eksikliği)
Beriberi Hastalığı (B1 Vitamini Eksikliği)
İskorbüt (C Vitamini Eksikliği)
Yaşam Nedir, Sağlıklı Doğal Yaşam Hakkında
Hücre Nedir, Hücre Çeşitleri ve Görevleri
Doku Nedir, Doku Çeşitleri; Bağdoku, Epitel, Kasdoku...
Vücud Nedir, İnsan Vücudu Yapısı, Vücud Tipleri
Vücudun Enerji İhtiyacı
Bazal Metabolizma, Katabolizma ve Anabolizma
Zayıflık, Zayıflık Hastalığı Nedenleri
Şişmanlık, Şişmanlık Hastalığı Hakkında Bilgiler
Gut Hastalığı (Eklem Hastalığı)
Gece Körlüğü (A Vitamini Eksikliği)
Beriberi Hastalığı (B1 Vitamini Eksikliği)
İskorbüt (C Vitamini Eksikliği)
Yaşam Nedir, Sağlıklı Doğal Yaşam Hakkında
Hücre Nedir, Hücre Çeşitleri ve Görevleri
Doku Nedir, Doku Çeşitleri; Bağdoku, Epitel, Kasdoku...
Vücud Nedir, İnsan Vücudu Yapısı, Vücud Tipleri
Vücudun Enerji İhtiyacı
Metabolizma Nedir Hastaliklari Bozukluklari
Metabolizma Nedir, Metabolizma hastalıkları
Vücudun oluşumu, korunması, verimi ve çalışması için enerjiye gereksinmesi vardır. Bitkilerin güneş ışığını enerji kaynağı olarak kullanmaları gibi insan ve hayvan da enerji kaynağı olarak besinleri kullanırlar. Besin maddeleri sindirim organlarında basit birer yapı taşı haline dönüştürüldükten sonra çeşitli yollarla vücut doku ya da hücrelerine iletilirler. Doku ya da hücrelere ulaşan yapı taşları, ilişkin olduğu bölgenin yapı taşı haline dönüşürler. Bir kısım besin maddeleri de enerji sağlamak amacıyla vücut tarafından yakılırlar. İşe yaramayan ya da kullanılmayan maddeler vücut dışına atılırlar. Bu metabolizma süreci, organizmanın her hücresinde gerçekleştirilebilir. Hücrelere besin maddesi ve oksijen, organizmanın taşıt yolları olan kan damarları aracılığıyla kan tarafından taşınır. Hücrelere gelen besin maddeleri hücreler tarafından yakılırlar ve enerjiye dönüştürülürler. Hücrelerdeki yanma sırasında oksijen tüketimi olur. Yanma sırasında ısı, karbonhidroksit ve su oluşur. Bu oluşumlar yine hücre tarafından kana verilirler.
Bitkiler güneş ışığı enerjisi yardımıyla ve boya maddelerinin etkisiyle havadaki karbonhidroksiti alıp suyun içine oksijen vererek karbonhidratları (şeker, nişasta) oluştururlar. Bitkisel gıda alan insanlar bu karbonhidratları oksijen yardımıyla yakarlar, karbonhidroksit ve suya dönüştürürler. Böylece, bitkiler için hayati önem taşıyan karbon dioksit sürekli olarak havaya verilmiş olur. İnsan ve hayvanlar etli gıda alsalar bile, olayların ilkesinde bir değişim olmaz. Çünkü et de işlenmiş bitkisel besin maddesinden başka bir şey değildir. Enerji yönünden bakılacak olursa, etli besinler enerjinin boşuna harcanmasına neden olur. Ama ne var ki, insanlar, karbonhidratların yanı sıra daha başka maddelere de gereksinme duyarlar. Bunlardan biri olan proteinler çoğunlukla hayvansal besinlerden sağlanabilir. İnsan metabolizması çeşitli nedenlerden bozulabilir ya da düzensizleşir. Buna ilişkin olarak, metabolizmanın bozulması ya da hastalanması tüm vücudu etkiler. Çeşitli metabolizma bozuklukları genellikle vücudun başka yerlerinde kendini belli eder. Aşağıda, metabolizma bozukluklarının neden olduğu hastalıkların basitçe açıklanmasına çalışılacaktır.
Vücudun oluşumu, korunması, verimi ve çalışması için enerjiye gereksinmesi vardır. Bitkilerin güneş ışığını enerji kaynağı olarak kullanmaları gibi insan ve hayvan da enerji kaynağı olarak besinleri kullanırlar. Besin maddeleri sindirim organlarında basit birer yapı taşı haline dönüştürüldükten sonra çeşitli yollarla vücut doku ya da hücrelerine iletilirler. Doku ya da hücrelere ulaşan yapı taşları, ilişkin olduğu bölgenin yapı taşı haline dönüşürler. Bir kısım besin maddeleri de enerji sağlamak amacıyla vücut tarafından yakılırlar. İşe yaramayan ya da kullanılmayan maddeler vücut dışına atılırlar. Bu metabolizma süreci, organizmanın her hücresinde gerçekleştirilebilir. Hücrelere besin maddesi ve oksijen, organizmanın taşıt yolları olan kan damarları aracılığıyla kan tarafından taşınır. Hücrelere gelen besin maddeleri hücreler tarafından yakılırlar ve enerjiye dönüştürülürler. Hücrelerdeki yanma sırasında oksijen tüketimi olur. Yanma sırasında ısı, karbonhidroksit ve su oluşur. Bu oluşumlar yine hücre tarafından kana verilirler.
Bitkiler güneş ışığı enerjisi yardımıyla ve boya maddelerinin etkisiyle havadaki karbonhidroksiti alıp suyun içine oksijen vererek karbonhidratları (şeker, nişasta) oluştururlar. Bitkisel gıda alan insanlar bu karbonhidratları oksijen yardımıyla yakarlar, karbonhidroksit ve suya dönüştürürler. Böylece, bitkiler için hayati önem taşıyan karbon dioksit sürekli olarak havaya verilmiş olur. İnsan ve hayvanlar etli gıda alsalar bile, olayların ilkesinde bir değişim olmaz. Çünkü et de işlenmiş bitkisel besin maddesinden başka bir şey değildir. Enerji yönünden bakılacak olursa, etli besinler enerjinin boşuna harcanmasına neden olur. Ama ne var ki, insanlar, karbonhidratların yanı sıra daha başka maddelere de gereksinme duyarlar. Bunlardan biri olan proteinler çoğunlukla hayvansal besinlerden sağlanabilir. İnsan metabolizması çeşitli nedenlerden bozulabilir ya da düzensizleşir. Buna ilişkin olarak, metabolizmanın bozulması ya da hastalanması tüm vücudu etkiler. Çeşitli metabolizma bozuklukları genellikle vücudun başka yerlerinde kendini belli eder. Aşağıda, metabolizma bozukluklarının neden olduğu hastalıkların basitçe açıklanmasına çalışılacaktır.