Esnemek Nedir, Neden Esneriz, Esneme Hastalığı Nedenleri
Esneme konusunda bugüne kadar oldukça çok araştırma yapıldı. îlim adamları bugüne kadar esneme konusunda bilinenleri ve tahmin edilenleri doğruladılar. Biz insanlar genellikle gece yatma saati sıralarında veya sabah kalktıktan sonraki saat içinde en fazla esniyoruz. Ayrıca canımız sıkıldığında esnememiz geliyor. Esnemenin "bulaşıcı" olduğunu biliyoruz. Yanımızdaki esnerse nedense bizi de esneme alıyor... Ancak insan ve hayvanların neden dolayı esnedikleri konusunda ise fizyologlar bize fazla bir şey söyleyemiyor.
Bir grup ilim adamı, esneme için öne sürülen oksijen azlığının ve karbondioksit fazlalığının doğru olmadığını-belirtti. Bu gazların karışımını farklı ölçülerde alan deneklerin bireysel esneme ihtiyaçlarında bir değişiklik görülmedi.
Öyle görülüyor ki, esnemenin nefes alıp verme ile ilişkisi sanıldığından çok daha az veya hiç yok. Esnemeye tamamen farklı mekanizmalar yol açıyor.
Sinuzit Nedir Sinuzit Bas Agrisi Hastaligi
Baş ağrısı ve Sinüzit Hastalığı İlişkisi
Alındaki, gözlerin çevresindeki ve elmacık kemikleri üzerindeki ağrıların nedeni, çoğunlukla, sinüzittir. Bununla birlikte, baş ağrılarının başka nedenleri de vardır. Huzursuzluk, sersemlik, hatta uyuklama ile birlikte olan ve bazen unutkanlıkla bağlantısı araştırılan bir baş ağrısı türü daha vardır.
Sinüsler, normal olarak hava ile doludur ve enfeksiyona karşı koruyucu olan ince bir zar ile örtülüdür. Sinüsler enfekte olunca ya da zar alerji nedeniyle kalınlaşınca, hava sinüslerden içeriye ve dışarıya serbestçe girip çıkamaz. Cerahat birikmesi ya da mukozanın kalınlaşmasıyla birlikte polip oluşması sonunda, sinüs duvarında dışa doğru bir basınç olur ve baş ağrısı yapabilir.
Bazen baş ağrısız sinüzitler olabileceği unutulmamalıdır. Baş ağrısı olmuyor diye enfeksiyon yoktur sanmayın.
Frontal sinüslerin enfeksiyonlarında, daha çok sabahları ortaya çıkıp gün sonuna doğru azalma eğilimi gösteren bir baş ağrısı olabilir. Burnun her iki yanındaki antrumlann (kemikiçi boşluklarının) enfeksiyonlarında ise bunun tersi olabilir. Sinüs enfeksiyonu bulunup bulunmadığı üzerinde uzun uzun kararsızlıklara gerek yoktur. Sinüslerin röntgen filmleri ve burnun görünüşü, doktorun kesin teşhisi koymasına yardıma olabilir.
Sinüsleri yıkamak, güvenli bir yöntem midir?
Bir sinüs cerahatla dolunca, içindekiler boşaltılmalı ya da yıkanmalıdır. Vücudun herhangi bir yerinde enfeksiyon olduğunda yapılan da, aynen budur. Cerahatle dolmuş bir vücut boşluğu mutlaka boşaltılmalıdır.
Bir sinüs bir kez yıkandı diye her zaman yıkanması gerektiğine inanmak, tümüyle yanlıştır. Böyle bir düşünce, bilgisizlikten ileri gelir. Kuşkusuz, bir sinüsün yıkanması ve içindeki cerahatin boşaltılması, temeldeki nedenin bütünüyle yok edilmiş olması demek değildir. Cerahat yeniden oluşursa, sinüsler sağlığa kavuşuncaya dek, tekrar tekrar yıkanmalıdır.
Sinüslere ağrısız bir lavaj yapılıp sonra içeriye, enfeksiyonlara karşı antibiyotik solüsyonları doldurulabilir. İlerlemiş sinüziti tedavi etmek için, ağızdan alınan antibiyotikler, az miktarda burun damlaları ve buğu tedavileri ideal bir kombinasyondur.
Akut enfeksiyon azaldığında çok kişi altta yatan kronik enfeksiyona karşı bir süre daha tedavi olması gerektiğini anlayamaz.
Alındaki, gözlerin çevresindeki ve elmacık kemikleri üzerindeki ağrıların nedeni, çoğunlukla, sinüzittir. Bununla birlikte, baş ağrılarının başka nedenleri de vardır. Huzursuzluk, sersemlik, hatta uyuklama ile birlikte olan ve bazen unutkanlıkla bağlantısı araştırılan bir baş ağrısı türü daha vardır.
Sinüsler, normal olarak hava ile doludur ve enfeksiyona karşı koruyucu olan ince bir zar ile örtülüdür. Sinüsler enfekte olunca ya da zar alerji nedeniyle kalınlaşınca, hava sinüslerden içeriye ve dışarıya serbestçe girip çıkamaz. Cerahat birikmesi ya da mukozanın kalınlaşmasıyla birlikte polip oluşması sonunda, sinüs duvarında dışa doğru bir basınç olur ve baş ağrısı yapabilir.
Bazen baş ağrısız sinüzitler olabileceği unutulmamalıdır. Baş ağrısı olmuyor diye enfeksiyon yoktur sanmayın.
Frontal sinüslerin enfeksiyonlarında, daha çok sabahları ortaya çıkıp gün sonuna doğru azalma eğilimi gösteren bir baş ağrısı olabilir. Burnun her iki yanındaki antrumlann (kemikiçi boşluklarının) enfeksiyonlarında ise bunun tersi olabilir. Sinüs enfeksiyonu bulunup bulunmadığı üzerinde uzun uzun kararsızlıklara gerek yoktur. Sinüslerin röntgen filmleri ve burnun görünüşü, doktorun kesin teşhisi koymasına yardıma olabilir.
Sinüsleri yıkamak, güvenli bir yöntem midir?
Bir sinüs cerahatla dolunca, içindekiler boşaltılmalı ya da yıkanmalıdır. Vücudun herhangi bir yerinde enfeksiyon olduğunda yapılan da, aynen budur. Cerahatle dolmuş bir vücut boşluğu mutlaka boşaltılmalıdır.
Bir sinüs bir kez yıkandı diye her zaman yıkanması gerektiğine inanmak, tümüyle yanlıştır. Böyle bir düşünce, bilgisizlikten ileri gelir. Kuşkusuz, bir sinüsün yıkanması ve içindeki cerahatin boşaltılması, temeldeki nedenin bütünüyle yok edilmiş olması demek değildir. Cerahat yeniden oluşursa, sinüsler sağlığa kavuşuncaya dek, tekrar tekrar yıkanmalıdır.
Sinüslere ağrısız bir lavaj yapılıp sonra içeriye, enfeksiyonlara karşı antibiyotik solüsyonları doldurulabilir. İlerlemiş sinüziti tedavi etmek için, ağızdan alınan antibiyotikler, az miktarda burun damlaları ve buğu tedavileri ideal bir kombinasyondur.
Akut enfeksiyon azaldığında çok kişi altta yatan kronik enfeksiyona karşı bir süre daha tedavi olması gerektiğini anlayamaz.
Bogaz ve Burundan Froti Alimi Yayma Proparat
Boğaz ve burundan niçin kültür ve yayma proparat, yani froti alınır?
Sağlıklı ağız, boğaz, burun mukozası türlü türlü mikrop, virüs ve mantarlarla örtülüdür.
Mukoza tabakası ve bu küçük canlılar birbirlerine karşı saygılı bir mesafe içinde barışçıl bir yaşam sürdürürler. Gerçekten etkili bazı bakteriler bedenlerinde yaşar, dahası üreyip çoğalırken kendilerinin de sağlıklarının doruk noktasında kalabilmelerini anlamakta birçok kişi güçlük çeker.
Vücudun direnci azaldığında, bu bakteriler aradaki engeli yıkıp, mukoza altındaki dokulara saldırmaya başlarlar. Böylece hastalık yapan iltihap ve enfeksiyonlar meydana getirirler.
Burun, boğaz ya da yutaktan alınarak lam üzerine konulan bir yayma preparat, laboratuvara gönderilir ve mikropların üremesi için etüve konulur. Mikroskop muayenesi sonunda gerçek mikrop teşhis edilir
Sonra, bu mikrobu en çabuk öldürecek olan özel antibiyotik ya da sülfamidi bulmak için ikinci bir test yapılır.
Aktif bir alerjinin varlığını gösteren belirli hücreler bu yayma preparatta mikroskopla çok defa doğrudan görülebilir. Habis hücreler bazen bu teknikle görülürler. Yayma preparatlar vücudun bütün öbür kısımlarından da alınabilir ve teşhiste son derece yararlıdırlar.
Sağlıklı ağız, boğaz, burun mukozası türlü türlü mikrop, virüs ve mantarlarla örtülüdür.
Mukoza tabakası ve bu küçük canlılar birbirlerine karşı saygılı bir mesafe içinde barışçıl bir yaşam sürdürürler. Gerçekten etkili bazı bakteriler bedenlerinde yaşar, dahası üreyip çoğalırken kendilerinin de sağlıklarının doruk noktasında kalabilmelerini anlamakta birçok kişi güçlük çeker.
Vücudun direnci azaldığında, bu bakteriler aradaki engeli yıkıp, mukoza altındaki dokulara saldırmaya başlarlar. Böylece hastalık yapan iltihap ve enfeksiyonlar meydana getirirler.
Burun, boğaz ya da yutaktan alınarak lam üzerine konulan bir yayma preparat, laboratuvara gönderilir ve mikropların üremesi için etüve konulur. Mikroskop muayenesi sonunda gerçek mikrop teşhis edilir
Sonra, bu mikrobu en çabuk öldürecek olan özel antibiyotik ya da sülfamidi bulmak için ikinci bir test yapılır.
Aktif bir alerjinin varlığını gösteren belirli hücreler bu yayma preparatta mikroskopla çok defa doğrudan görülebilir. Habis hücreler bazen bu teknikle görülürler. Yayma preparatlar vücudun bütün öbür kısımlarından da alınabilir ve teşhiste son derece yararlıdırlar.
İsitme Hastaliklari İsitme Cihazi Kullanimi
İşitme Hastalıkları, Kısmen işitme Kusurunda İşitme Aygıtı Kullanımı
"Kısmen" deyişiniz dikkatimi çekti. Zaten çoğu kez böyle olur.
Sağırlığı gerçekçi ve olgun bir biçimde karşılamanın bir tek yolu vardır. Oysa, genellikle, "telefonun, televizyonun, radyonun sesleri" yükseltilir.
"Benim işitmemde bir kusur yok, başkaları fısıldayarak konuşuyor" biçimindeki kalıplaşmış deyim, gerçekle yüz yüze gelmekten kaçmanın kolay yoludur.
En iyisi, önce bir kulak uzmanına muayene olmaktır. Kulakların tam bir muayenesiyle birlikte, diapozon, odiometre ile duyma işlevi de ölçülür. Kulaklarda kronik enfeksiyondan kuşkulanılıyorsa mastoidlerin röntgeni yararlı olabilir. Gerekiyorsa, uzman, hastayı, sağırlığın daha yüksek düzeyde incelenebileceği merkezlere gönderir.
Duyma yeteneğini tekrar kazandırabilecek birçok güvenilir ameliyat vardır. Kalıtımla geçen bir tür sağırlık vardır ki, (Otoskleroz) denilir ve ameliyat, oldukça yararlı olabilir. Kulak zan delinmelerini düzeltmek için yapılan ameliyatlar da duymayı yeniden sağlayabilir.
"Kısmen" deyişiniz dikkatimi çekti. Zaten çoğu kez böyle olur.
Sağırlığı gerçekçi ve olgun bir biçimde karşılamanın bir tek yolu vardır. Oysa, genellikle, "telefonun, televizyonun, radyonun sesleri" yükseltilir.
"Benim işitmemde bir kusur yok, başkaları fısıldayarak konuşuyor" biçimindeki kalıplaşmış deyim, gerçekle yüz yüze gelmekten kaçmanın kolay yoludur.
En iyisi, önce bir kulak uzmanına muayene olmaktır. Kulakların tam bir muayenesiyle birlikte, diapozon, odiometre ile duyma işlevi de ölçülür. Kulaklarda kronik enfeksiyondan kuşkulanılıyorsa mastoidlerin röntgeni yararlı olabilir. Gerekiyorsa, uzman, hastayı, sağırlığın daha yüksek düzeyde incelenebileceği merkezlere gönderir.
Duyma yeteneğini tekrar kazandırabilecek birçok güvenilir ameliyat vardır. Kalıtımla geçen bir tür sağırlık vardır ki, (Otoskleroz) denilir ve ameliyat, oldukça yararlı olabilir. Kulak zan delinmelerini düzeltmek için yapılan ameliyatlar da duymayı yeniden sağlayabilir.
Agiz Kokusu Nedenleri Tedavisi İcin
Ağız Kokusunun Nedenleri, Ağız Kokusu Tedavisi
Ağız Kokusunun Nedenleri şunlardır;
Ağız temizliğinin yetersiz yapılması
Kronik burun iltihapları veya sinüzit
Kronik faranjit
Dişlerde çürük olması veya bunların iltihabı
Yanak veya ağız içindeki yumuşak dokuların iltihabı
Tonsil (bademcik) iltihabı
Sistematik enfeksiyonlarda ateş sonucu ağız içinin kuruması
Kronik akciğer hastalıkları (akciğer absesi gibi)
Sindirim sistemi hastalıklarında
Ağız Kokusu Tedavi, Ağız Kokusu Nasıl Giderilir
Ağız kokusu yapan sebebin araştırılmasından sonra bu etkene yönelik olarak yapılır.
Ağız kokusunu gidermek için, Yemeklerden sonra dişlerin fırçalanması, ağzın yıkanması, geçici olarak bu durumun ortadan kalkmasına yarar sağlar.
Ağız Kokusunun Nedenleri şunlardır;
Ağız temizliğinin yetersiz yapılması
Kronik burun iltihapları veya sinüzit
Kronik faranjit
Dişlerde çürük olması veya bunların iltihabı
Yanak veya ağız içindeki yumuşak dokuların iltihabı
Tonsil (bademcik) iltihabı
Sistematik enfeksiyonlarda ateş sonucu ağız içinin kuruması
Kronik akciğer hastalıkları (akciğer absesi gibi)
Sindirim sistemi hastalıklarında
Ağız Kokusu Tedavi, Ağız Kokusu Nasıl Giderilir
Ağız kokusu yapan sebebin araştırılmasından sonra bu etkene yönelik olarak yapılır.
Ağız kokusunu gidermek için, Yemeklerden sonra dişlerin fırçalanması, ağzın yıkanması, geçici olarak bu durumun ortadan kalkmasına yarar sağlar.
Nezle Hastaligi Nedir Nezle Tedavisi Korunma
Nezle Hastalığı, Bebeklerde Nezle Tedavisi ve Korunma Kurtulma
Nezle nedir; toplumda oldukça sık görülen bir rahatsızlıktır. Nezle olan kişide günde en az bir saat devam eden burun akıntısı tıkanık veya aksırık nömetleri olur. Nezlenin en sık sebepleri, alerjiler ve gribal enfeksiyonlardır. Bunların dışında da nezle yapan bir çok etken vardır.
Alerjik nezle toplumun yaklaşık yüzde 20'sinde aktif olarak görülen ve belli ölçüde para ve insan-gücü kaybına yol açan bir rahatsızlıktır. Alerjik nezleden sorumlu alerjin çeşitleri, kişiden kişiye değişir. Pollen alerjisi olan bir kişide, bu ağaçların veya çayır türünün havaya pollen yayma zamanına uygun olarak, ilk veya sonbaharda nezle belirtileri olurken, mantar sporlarına karşı alerji belirtileri kışın veya diğer mevsimlerde de görülebilir. Ev tozu ve toz akarcıklarına veya evcil hayvanlara karşı alerjiler, yıl boyunca nezle yapabilirler.
Alerjik nezle tedavisinde kromolin ve kortizon içeren ve lokal olarak buruna tatbik edilebilen ilaçlar bugün yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca deri testleri ile nezleye yol açan alerjenler tespit edildikten sonra, uygun doz ve sürede aşı uygulayarak hiposensitizasyon (duyarsızlaştırma) tedavisi yapılabilir.
Enfeksiyonlara bağlı nezle, birkaç şekilde görülebilir. Bunlardan biri virüslerde meydana gelen gripal enfeksiyonlardır. Gripal enfeksiyonlar, kişiyi tepeden tırnağa rahatsız etmesi ile kolaylıkla alerjik nezleden ayırt edilebilir. Kışın özellikle kapalı ve havalandırmanın az olduğu yerlerde kişiden kişiye yayılabilir. Henüz virütik nezlenin başarılı bir tedavisi yoktur. Ancak ateş düşürücü veya ağrı kesici ilaçlarla istirahat ve uygun beslenme ile ortalama 1 hafta sonra kendiliğinden geçer. Grip için antibiyotik kullanılması KARACİĞER VE BÖBREKLERİ GEREKSİZ yere yorması ve vücut için gerekli bazı bakterileri de öldürerek bağışıklık sistemindeki dengeyi bozması sebebiyle hem gereksiz hem de mahzurludur.
Nezle bazen bir sinüzit belirtisi olarak da görülebilir. Sinüziti olan şahıslarda sık sık burun tıkanıklığı ve akıntı olur. Bu akıntının genellikle iltihabi bir görünümü vardır. Sinüzit, rinoskop ve röntgen ile teşhis edildikten sonra tedavisi yapılmalıdır.
Buruna ait bazı anatomik bozukluklar; tümöral teşekküller, polipler, eğrilikler ve adenoid büyümeler de nezleye yol açabilirler. Özellikle burun tıkanmasının hakim olduğu bu kişilerde, akıntı ve aksırık nöbetleri de olabilir ve alerjik nezleyi andırabilir. Bu bakımdan rinoskopik muayene önemlidir.
Gebelik sırasında özellikle östrojen hormonu, bazı durumlarda doğum sonrasında birkaç ay devam edebilen nezleye sebep olur. Nezle yapan diğer bir endokronolojik durum da hipotiroidizmdir. Guatr'a bağlı olarak görülmektedir.
Nezleyim. Hangi antibiyotiği kullanmamı tavsiye edersiniz?
Günümüzde hemen hemen her hastalıkta, en ufak soğuk alınganlığında bile bol bol antibiyotik kullanmak bir alışkanlık haline gelmiştir. Pek çok doktor reçetesinde, evde ilaç dolabında antibiyotik mevcuttur. Dahası ilaç tüketiminde antibiyotiğin önemli payı vardır. Acaba bu kadar bol ve gelişigüzel antibiyotik kullanımı yarar yerine zarar verebilir mi? Yan etkileri konusunda yeterince bilgili miyiz? Sorumsuz antibiyotik tüketimi ilerde ne gibi problemlere yol açabilir? Bütün bu sorulara olumlu cevap vermek zordur.
Her antibiyotik mikroorganizmaların her çeşidine etkili değildir. Antibiyotikler genelde bazı bakteri türlerine etkilidir. Virüslere, mantarlara tesir etmez. Bu sebeple gelişigüzel kullanılmaz. Muhtemel etkene karşı seçilebilecek antibiyotikler vardır, fakat antibiyogram yapılarak antibiyotik seçimi en uygun yoldur. Bu yapılmaz ise hastanın iyileşememe ihtimali kadar bakterinin direnci kazanması da söz konusudur.
Tavsiyemiz hekim önermedikçe antibiyotik kullanılmamasıdır. Yoksa pek çok risklerle karşılaşılabilinir.
Nezle nedir; toplumda oldukça sık görülen bir rahatsızlıktır. Nezle olan kişide günde en az bir saat devam eden burun akıntısı tıkanık veya aksırık nömetleri olur. Nezlenin en sık sebepleri, alerjiler ve gribal enfeksiyonlardır. Bunların dışında da nezle yapan bir çok etken vardır.
Alerjik nezle toplumun yaklaşık yüzde 20'sinde aktif olarak görülen ve belli ölçüde para ve insan-gücü kaybına yol açan bir rahatsızlıktır. Alerjik nezleden sorumlu alerjin çeşitleri, kişiden kişiye değişir. Pollen alerjisi olan bir kişide, bu ağaçların veya çayır türünün havaya pollen yayma zamanına uygun olarak, ilk veya sonbaharda nezle belirtileri olurken, mantar sporlarına karşı alerji belirtileri kışın veya diğer mevsimlerde de görülebilir. Ev tozu ve toz akarcıklarına veya evcil hayvanlara karşı alerjiler, yıl boyunca nezle yapabilirler.
Alerjik nezle tedavisinde kromolin ve kortizon içeren ve lokal olarak buruna tatbik edilebilen ilaçlar bugün yaygın olarak kullanılmaktadır. Ayrıca deri testleri ile nezleye yol açan alerjenler tespit edildikten sonra, uygun doz ve sürede aşı uygulayarak hiposensitizasyon (duyarsızlaştırma) tedavisi yapılabilir.
Enfeksiyonlara bağlı nezle, birkaç şekilde görülebilir. Bunlardan biri virüslerde meydana gelen gripal enfeksiyonlardır. Gripal enfeksiyonlar, kişiyi tepeden tırnağa rahatsız etmesi ile kolaylıkla alerjik nezleden ayırt edilebilir. Kışın özellikle kapalı ve havalandırmanın az olduğu yerlerde kişiden kişiye yayılabilir. Henüz virütik nezlenin başarılı bir tedavisi yoktur. Ancak ateş düşürücü veya ağrı kesici ilaçlarla istirahat ve uygun beslenme ile ortalama 1 hafta sonra kendiliğinden geçer. Grip için antibiyotik kullanılması KARACİĞER VE BÖBREKLERİ GEREKSİZ yere yorması ve vücut için gerekli bazı bakterileri de öldürerek bağışıklık sistemindeki dengeyi bozması sebebiyle hem gereksiz hem de mahzurludur.
Nezle bazen bir sinüzit belirtisi olarak da görülebilir. Sinüziti olan şahıslarda sık sık burun tıkanıklığı ve akıntı olur. Bu akıntının genellikle iltihabi bir görünümü vardır. Sinüzit, rinoskop ve röntgen ile teşhis edildikten sonra tedavisi yapılmalıdır.
Buruna ait bazı anatomik bozukluklar; tümöral teşekküller, polipler, eğrilikler ve adenoid büyümeler de nezleye yol açabilirler. Özellikle burun tıkanmasının hakim olduğu bu kişilerde, akıntı ve aksırık nöbetleri de olabilir ve alerjik nezleyi andırabilir. Bu bakımdan rinoskopik muayene önemlidir.
Gebelik sırasında özellikle östrojen hormonu, bazı durumlarda doğum sonrasında birkaç ay devam edebilen nezleye sebep olur. Nezle yapan diğer bir endokronolojik durum da hipotiroidizmdir. Guatr'a bağlı olarak görülmektedir.
Nezleyim. Hangi antibiyotiği kullanmamı tavsiye edersiniz?
Günümüzde hemen hemen her hastalıkta, en ufak soğuk alınganlığında bile bol bol antibiyotik kullanmak bir alışkanlık haline gelmiştir. Pek çok doktor reçetesinde, evde ilaç dolabında antibiyotik mevcuttur. Dahası ilaç tüketiminde antibiyotiğin önemli payı vardır. Acaba bu kadar bol ve gelişigüzel antibiyotik kullanımı yarar yerine zarar verebilir mi? Yan etkileri konusunda yeterince bilgili miyiz? Sorumsuz antibiyotik tüketimi ilerde ne gibi problemlere yol açabilir? Bütün bu sorulara olumlu cevap vermek zordur.
Her antibiyotik mikroorganizmaların her çeşidine etkili değildir. Antibiyotikler genelde bazı bakteri türlerine etkilidir. Virüslere, mantarlara tesir etmez. Bu sebeple gelişigüzel kullanılmaz. Muhtemel etkene karşı seçilebilecek antibiyotikler vardır, fakat antibiyogram yapılarak antibiyotik seçimi en uygun yoldur. Bu yapılmaz ise hastanın iyileşememe ihtimali kadar bakterinin direnci kazanması da söz konusudur.
Tavsiyemiz hekim önermedikçe antibiyotik kullanılmamasıdır. Yoksa pek çok risklerle karşılaşılabilinir.
Bademcik İltihabi Ameliyati Tedavisi İcin
Bademcik iltihabı, Bademcik İltihap Tedavisi İçin
Soğuk geçen aylarda bademcik iltihaplan artmaktadır. Bazen de bu iltihaplar tekrarlayarak müzminleşir. Bu durumda tehlike arzetmeden bademcik alınmalıdır. Ancak bademcik ameliyatı için aşağıdaki şartların oluşması gerekir.
1. Bademcik iltihabı müzminleşmiş ise,
2. Bademcik iltihabı, tekrarlayan orta kulak iltihabına, bronşite sebep olursa,
3. Bademcik iltihabı, allerjik nezle, astım, eklem romatizması, romatizmal kalb hastalıkları, glomerülonefrit (böbrek hastalığı) gibi hastalıkların tekrarlanmasına, alevlenmesine ya da başka hastalıklara dönüşmesine sebep oluyorsa,
4. Sadece çok aşırı büyümüş olan bademciklerin nefes almada zorluğa sebep olması ameliyat için yeterlidir. İnfeksiyon olması gerekmez.
Bademcik Ameliyatı Zamanı
İltihap veya infeksiyon akut (had) dönemde iken ameliyat yapılamaz. Ancak hastalık geçtikten en erken üç hafta sonra yapılır. Hatta akut eklem romatizması, romatizmal kalp hastalığı., gibi bir başka hastalığa sebep olmuş ise en az altı hafta beklenir.
Soğuk geçen aylarda bademcik iltihaplan artmaktadır. Bazen de bu iltihaplar tekrarlayarak müzminleşir. Bu durumda tehlike arzetmeden bademcik alınmalıdır. Ancak bademcik ameliyatı için aşağıdaki şartların oluşması gerekir.
1. Bademcik iltihabı müzminleşmiş ise,
2. Bademcik iltihabı, tekrarlayan orta kulak iltihabına, bronşite sebep olursa,
3. Bademcik iltihabı, allerjik nezle, astım, eklem romatizması, romatizmal kalb hastalıkları, glomerülonefrit (böbrek hastalığı) gibi hastalıkların tekrarlanmasına, alevlenmesine ya da başka hastalıklara dönüşmesine sebep oluyorsa,
4. Sadece çok aşırı büyümüş olan bademciklerin nefes almada zorluğa sebep olması ameliyat için yeterlidir. İnfeksiyon olması gerekmez.
Bademcik Ameliyatı Zamanı
İltihap veya infeksiyon akut (had) dönemde iken ameliyat yapılamaz. Ancak hastalık geçtikten en erken üç hafta sonra yapılır. Hatta akut eklem romatizması, romatizmal kalp hastalığı., gibi bir başka hastalığa sebep olmuş ise en az altı hafta beklenir.
Kulak Burun Boğaz KBB Hastaliklari Anasayfa
Burun Bakımı ve Burun Sağlığı
Kulak Ağrısı ve Kulak Bakımı
Bademcik İltihabı ve Anji Hastalığı
Burun Kanaması ve Tedavisi
Kulak İltihabı ve Tedavisi
Kulak Ağrısı ve Kulakta Yabancı Cisim
Horlama Hastalığı Nedenleri ve Tedavisi
Bademcik İltihabı ve Ameliyatı
Nezle Nedir, Nezle Hastalığından Korunma
Ağız Kokusu Nedenleri ve Tedavisi
İşitme Hastalıkları ve İşitme Cihazı Kullanımı
Boğaz ve Burundan Froti Alımı
Sinüzit ve Başağrısı İlişkisi, Sinüzler
Esneme Nedir, Esneme Hastalığı Tedavisi
Ani İşitme Kaybı ve Tedavisi
Burunda Yabancı Cisim
Burun ve Paranazal Sinüs Tümörleri
Burun Travması
Burun Kanaması (Epistaksis)
Burun Tıkanıklığı
Burun Akıntısı ve Sebepleri
Kulak Çınlaması (Tinnitus)
Kulak Akıntısı (Otore) Hastalığı
Kulak Ağrısı Tedavisi (Otalji Nedir)
Öksürük Nedir, Öksürük Nedenleri
Koku Alma Bozukluğu
Kulak Ağrısı ve Kulak Bakımı
Bademcik İltihabı ve Anji Hastalığı
Burun Kanaması ve Tedavisi
Kulak İltihabı ve Tedavisi
Kulak Ağrısı ve Kulakta Yabancı Cisim
Horlama Hastalığı Nedenleri ve Tedavisi
Bademcik İltihabı ve Ameliyatı
Nezle Nedir, Nezle Hastalığından Korunma
Ağız Kokusu Nedenleri ve Tedavisi
İşitme Hastalıkları ve İşitme Cihazı Kullanımı
Boğaz ve Burundan Froti Alımı
Sinüzit ve Başağrısı İlişkisi, Sinüzler
Esneme Nedir, Esneme Hastalığı Tedavisi
Ani İşitme Kaybı ve Tedavisi
Burunda Yabancı Cisim
Burun ve Paranazal Sinüs Tümörleri
Burun Travması
Burun Kanaması (Epistaksis)
Burun Tıkanıklığı
Burun Akıntısı ve Sebepleri
Kulak Çınlaması (Tinnitus)
Kulak Akıntısı (Otore) Hastalığı
Kulak Ağrısı Tedavisi (Otalji Nedir)
Öksürük Nedir, Öksürük Nedenleri
Koku Alma Bozukluğu
Horlama Hastaligi Nedenleri Horlamanin Tedavisi
Horlama Hastalığı Nedenleri, Horlamanın Tedavisi İçin
Pek çok kişinin muzdarip olduğu horlama sorunu için birçok sebebini şöylece sayabiliriz:
1. Çocuklarda geniz bademciği ve bademciklerin büyük olması.
2. Burun orta bölmesinin eğrilikleri
3. Burun etlerinin (konkaların) aşırı büyük oluşu.
4. Burunda polip veya benzeri, normalde olmayan ve sonradan gelişen anormal oluşumlar.
5. Üst damağın aşırı yüksek olması.
6. Belirli yaştan sonra gelişen yumuşak damar yetersizlikleri.
7. Aşırı yorgunluk, alkol alımı vs.
Horlamanın tedavisinde önce sebep araştırılır ve KBB uzmanınca uygun görülen metod uygulanır.
Pek çok kişinin muzdarip olduğu horlama sorunu için birçok sebebini şöylece sayabiliriz:
1. Çocuklarda geniz bademciği ve bademciklerin büyük olması.
2. Burun orta bölmesinin eğrilikleri
3. Burun etlerinin (konkaların) aşırı büyük oluşu.
4. Burunda polip veya benzeri, normalde olmayan ve sonradan gelişen anormal oluşumlar.
5. Üst damağın aşırı yüksek olması.
6. Belirli yaştan sonra gelişen yumuşak damar yetersizlikleri.
7. Aşırı yorgunluk, alkol alımı vs.
Horlamanın tedavisinde önce sebep araştırılır ve KBB uzmanınca uygun görülen metod uygulanır.
Buyu Nedir Buyu Neden Yapilir Hakkinda
Büyü Nedir, Büyü Neden Yapılır
Psikiyatri, kişilerin ve sosyal hadiselerin patolojik (anormal) olanlarını inceler. Dini hayatın hastalıklı kesimleri de, bu yüzden psikiyatrinin sahasına girmektedir.
Dinî psikopatoloji, gerçekten Müslüman bir hekime ilginç gözlemler verir. Aşırıya kaçılmadıkça, yani dinî sınırlar içinde kalındıkça, ruh sağlığını koruyan, insana huzur ve mutluluk veren İslâmiyet; hasta ruhlu kimselerin tatbikatında değişik bir çehre ile bize görünür.
Dinsiz bazı doktorlar, bazı dinî yaşama tarzlarını veya inançları, hastalık olarak görme eğilimindedirler. Bir kimse büyüye mi inandı veya cinlerden mi bahsetti, hemen ruh hastası damgasını vurduklarına defalarca şahit oldum. Hatta daha önce îslâmiyetlen habersiz bir gencin hidayete erip namaza başlamasını "hastalık" sayan doktora bile rastladım.
Büyü Yapılan Kadın 60 yaşlarındaydı. Gözlerinden korku ifadesi akıyordu ve muayenehanede yüksek sesle anlatıyordu: "Doktor bey, benim kızın kayınvalidesi evliliğine karşı çıkmıştı. Bize soğuktur ve devamlı kavgalıyız bu sebepten. Geçenlerde bize geldi, ondan sonra bende değişiklikler oldu. Hocalara gittim, 'büyü" dediler."
Dikkat çekicidir. Halen psikiyatrik hastaların çoğu, hocalara müracaat eder. Bu hocaların çoğu -muhlis ve âlim olanlar müstesna- ya birşey bilmeyen para canlısı kimseler veya kötü niyetli insanlardır. Bu konuda da hayli incelemem oldu. Her gelene "büyü yapılmış" diyerek para sızdırma yoluna gitmektedirler. Hatta bir arkadaşım, hiçbir şikâyeti olmadığı halde, gittiği birkaç hocanın, ona da aynı şeyi söylediklerini ifade etmişti.
Bu kadıncağız da hoca yoluyla düzelmeyince, bir psikiyatri uzmanına götürülür. Meslekdaşımız -dinimizde yapılması ya küfür ya da büyük günah olan- büyü iddiasını hezeyan olarak değerlendirir ve hastaya, akıl hastalarına kullandıkları ilaçlardan ağır dozlarda verir. Kadın, artık ilâçlardan kalkamaz hale gelince bana getirilmişti.
Kadıncağızı iyice dinledikten sonra, bir başka açıdan yaklaşmayı denedim:
"Bakınız, evet size büyü yapılmış olabilir. Fakat sebep ne olursa olsun sinirleriniz zayıflamış. Onları kuvvetlendirici ilaçlar almanız lazım. Bu yüzden, verdiğim hapları dikkatle kullanın ve kontrole gelin."
Kadıncağız "büyü yapılmış" dediğinde, kendisi ile alay edilmediğini ve hemen akıl hastası sayılmadığını görünce rahatlamıştı. Bir önceki doktora duymadığı güveni duymuştu. Gerçekten verdiğim ilaçları düzenli olarak kullandı ve oldukça rahatladı. Artık "Büyüye ne dersin?" diye sorduğumda, "Ben kendi derdimdeyim doktor bey" diyordu.
Psikiyatri, kişilerin ve sosyal hadiselerin patolojik (anormal) olanlarını inceler. Dini hayatın hastalıklı kesimleri de, bu yüzden psikiyatrinin sahasına girmektedir.
Dinî psikopatoloji, gerçekten Müslüman bir hekime ilginç gözlemler verir. Aşırıya kaçılmadıkça, yani dinî sınırlar içinde kalındıkça, ruh sağlığını koruyan, insana huzur ve mutluluk veren İslâmiyet; hasta ruhlu kimselerin tatbikatında değişik bir çehre ile bize görünür.
Dinsiz bazı doktorlar, bazı dinî yaşama tarzlarını veya inançları, hastalık olarak görme eğilimindedirler. Bir kimse büyüye mi inandı veya cinlerden mi bahsetti, hemen ruh hastası damgasını vurduklarına defalarca şahit oldum. Hatta daha önce îslâmiyetlen habersiz bir gencin hidayete erip namaza başlamasını "hastalık" sayan doktora bile rastladım.
Büyü Yapılan Kadın 60 yaşlarındaydı. Gözlerinden korku ifadesi akıyordu ve muayenehanede yüksek sesle anlatıyordu: "Doktor bey, benim kızın kayınvalidesi evliliğine karşı çıkmıştı. Bize soğuktur ve devamlı kavgalıyız bu sebepten. Geçenlerde bize geldi, ondan sonra bende değişiklikler oldu. Hocalara gittim, 'büyü" dediler."
Dikkat çekicidir. Halen psikiyatrik hastaların çoğu, hocalara müracaat eder. Bu hocaların çoğu -muhlis ve âlim olanlar müstesna- ya birşey bilmeyen para canlısı kimseler veya kötü niyetli insanlardır. Bu konuda da hayli incelemem oldu. Her gelene "büyü yapılmış" diyerek para sızdırma yoluna gitmektedirler. Hatta bir arkadaşım, hiçbir şikâyeti olmadığı halde, gittiği birkaç hocanın, ona da aynı şeyi söylediklerini ifade etmişti.
Bu kadıncağız da hoca yoluyla düzelmeyince, bir psikiyatri uzmanına götürülür. Meslekdaşımız -dinimizde yapılması ya küfür ya da büyük günah olan- büyü iddiasını hezeyan olarak değerlendirir ve hastaya, akıl hastalarına kullandıkları ilaçlardan ağır dozlarda verir. Kadın, artık ilâçlardan kalkamaz hale gelince bana getirilmişti.
Kadıncağızı iyice dinledikten sonra, bir başka açıdan yaklaşmayı denedim:
"Bakınız, evet size büyü yapılmış olabilir. Fakat sebep ne olursa olsun sinirleriniz zayıflamış. Onları kuvvetlendirici ilaçlar almanız lazım. Bu yüzden, verdiğim hapları dikkatle kullanın ve kontrole gelin."
Kadıncağız "büyü yapılmış" dediğinde, kendisi ile alay edilmediğini ve hemen akıl hastası sayılmadığını görünce rahatlamıştı. Bir önceki doktora duymadığı güveni duymuştu. Gerçekten verdiğim ilaçları düzenli olarak kullandı ve oldukça rahatladı. Artık "Büyüye ne dersin?" diye sorduğumda, "Ben kendi derdimdeyim doktor bey" diyordu.
Kekemelik Nedir Cocuklarda Nedenleri ve Tedavisi
Kekemelik Nedir, Çocuklarda Kekemelik Nedenleri ve Tedavisi
Ses, hece ve kelimelerin tekrarı, uzatılması veya konuşmanın akışını kesen duraklamalar şeklinde kendisini gösteren bir konuşma bozukluğudur. Ruhî streslerin yoğun olduğu durumlarda (imtihan, çekinilen kişilerle konuşma mecburiyeti, korku, endişe duyguları doğuran ortamlar) artar. Konuşma çok yavaş veya hızlı olabilir. Genellikle şiir okurken kekeleme olmaz. Ağır durumlarda, tekrarlayan vücut hareketleri konuşmaya eşlik eder.
Hastalık genellikle 12 yaşından önce, çoğunlukla 2-7 yaşları arasında başlar. Erken yaşta başlayan geçici kekemelik durumlarında aile, çocuğa düzgün, konuşması için baskı yapmamalı, çocuğun kendi konuşmasına fazla dik: kat göstermesine yol açılmamalıdır.
Oluş sebepleri tam olarak bilinememektedir. Kekemeliğin başlamasında korku en büyük rolü oynamaktadır.
Kekemelik genellikle müzmin seyirlidir. Hafif durumların yüzde 70i kendiliğinden düzelir.
Tedavi: Çocuğun düzgün konuşması için sürekli zorlanmaması, konuşurken sabırla dinlenmesi, konuşmasının kesilmemesi; zaten kolaylıkla oluşan yetersizlik duygusunu pekiştirici tutumlardan (alay etme, utandırma, zorlama gibi) kaçınılması gerekir.
Ailenin aşırı titiz, düzenli, kontrolcü ve kaideci tutumu gevşetilmelidir.
6-7 yaşından büyük çocuklarda en etkin tedavi yöntemi, konuşma tedavisidir. Uzmanlar tarafından özel konuşma talimleri uygulanır.
Ses, hece ve kelimelerin tekrarı, uzatılması veya konuşmanın akışını kesen duraklamalar şeklinde kendisini gösteren bir konuşma bozukluğudur. Ruhî streslerin yoğun olduğu durumlarda (imtihan, çekinilen kişilerle konuşma mecburiyeti, korku, endişe duyguları doğuran ortamlar) artar. Konuşma çok yavaş veya hızlı olabilir. Genellikle şiir okurken kekeleme olmaz. Ağır durumlarda, tekrarlayan vücut hareketleri konuşmaya eşlik eder.
Hastalık genellikle 12 yaşından önce, çoğunlukla 2-7 yaşları arasında başlar. Erken yaşta başlayan geçici kekemelik durumlarında aile, çocuğa düzgün, konuşması için baskı yapmamalı, çocuğun kendi konuşmasına fazla dik: kat göstermesine yol açılmamalıdır.
Oluş sebepleri tam olarak bilinememektedir. Kekemeliğin başlamasında korku en büyük rolü oynamaktadır.
Kekemelik genellikle müzmin seyirlidir. Hafif durumların yüzde 70i kendiliğinden düzelir.
Tedavi: Çocuğun düzgün konuşması için sürekli zorlanmaması, konuşurken sabırla dinlenmesi, konuşmasının kesilmemesi; zaten kolaylıkla oluşan yetersizlik duygusunu pekiştirici tutumlardan (alay etme, utandırma, zorlama gibi) kaçınılması gerekir.
Ailenin aşırı titiz, düzenli, kontrolcü ve kaideci tutumu gevşetilmelidir.
6-7 yaşından büyük çocuklarda en etkin tedavi yöntemi, konuşma tedavisidir. Uzmanlar tarafından özel konuşma talimleri uygulanır.
Escinsellik Homoseksuel Nedir Hakkinda
Eşcinsellik (Homoseksüel) Nedir, Eşcinsellik Hakkında
Bütün dünyada AİDS hastalığıyla homoseksüellerden (eşcinsel) bahsediliyor. Homoseksüel kişilerde başlayan ve bu kişilerden cinsel ilişki, kan nakli ve pis uyuşturucu şırıngaları ile yayılan, hızla çoğalan ve tedavisi olmayan bu kanser türü için bütün dünyada panik doğdu. Öyle ki, bu tempoyla gelişmesini sürdürürse, 2000 yılında 100 milyon insanın AİDS'e yakalanacağı tahmin ediliyor.
Cinsel zevk, normalde neslin devamı amacını güder ve karşı cinsle olur. Cinsî sapıklıklar arasında en yaygın olanı homoseksüellikte ise, aynı cinse sapış vardır. Almanya, İngiltere ve ABD'de genel nüfustaki oranları yüzde 1-5 arasında tahmin edilmektedir. Yetişkin erkekler arasında ise yüzde 5 ilâ 10. gibi yüksek bir oranda çıkmaktadır.
Son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nde o kadar artış göstermiştir ki (tabi AİDS'ten önce), eşcinsellere ait kulüpler, restoranlar, her çeşit dergiler, turistik rehberler, kongre nezdinde lobiler ve milyonlarca doları aşan servetleri mevcuttu. Şehirlerin bazı mahallelerinde onlar oturmakta ve şık sık sokak gösterileri, mitingler tertiplemekteydiler.
Ülkemizdeki durum da gittikçe tehlike arz etmeye başlamıştı. Büyük şehirlerin bazı semtlerinde, görünüşlerinden değişik yapıda oldukları belli olan bazı tipler çok miktarda dolaşır olmuşlardı. Fahişelerin yerini onlar almaya başlamış, pek çok birahane ve gazino, bu tiplerin toplanma mekânı haline gelmişti. Ünlü şarkıcı ve artistlerin bir çoğu bu sapıklığa yakalanmışlardı.
Toplumlar sefahate daldıkça, artan homoseksüelliğin sebepleri üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır.
Bilindiği gibi erkek ve dişiyi ayıran önemli bir fark, kandaki hormon farklılığıdır. Eşcinselliğin bir hormonal bozukluk olabileceği düşünülmüşse de, bu yönde bir bulgu elde edilememiştir. Aksine erkek eşcinsellere erkeklik hormonu verildiğinde bir düzelme hali gözlenmediği gibi, eşcinsel isteklerin ve bu tür faaliyetin arttığı tesbit edilmiştir.
Erkek ve dişiyi ayıran diğer önemli bir fark, kromozomlardaki farklılıktır. Erkekler xy, bayanlar xx kromozomlarına sahiptirler. Eşcinseller üzerinde yapılan kromozom tetkikleri, anlamlı sayılabilecek bir farklılığı tesbit etmemiştir.
Artık bugün homoseksüellik, ruhî yapıda aranmaktadır. Bu da kişinin çocukluk çağlarındaki yetişme ve terbiyesi ile, yani aile düzeni ile ilgilidir.
Çocuk cinsiyeti 4-5 yaşlarında ana-babayı taklitle öğrenir. Bu yaşlara gelen erkek çocuk babaya, kız çocuk anneye benzeme çabasına girer ve taklit eder. Yani onların cinsiyetini benimser.
Sağlıklı ailede baba otoriter, dışa karşı aileyi savunan, düzeni sağlayan, aile birliğini elinde tutan ve gelir sağlayan kişidir. Herşeyden önce eşi ve çocukları için güven kaynağıdır. Çocuklar babayı anneye göre, daha güçlü, daha bilen, daha çok saygı uyandıran kişi olarak tanırlar. Anne ise çocuğunun yanındadır. Sevgi ve şefkat doludur. Babanın yardımcısı, besleyen, büyüten, evde sıcaklık ve sevgi sağlayan kişidir.
Böyle sağlıklı ailede normal olarak erkek çocuk babayı, kız çocuk anneyi kendine örnek alarak, taklit ederek, cinsiyetlerini benimser. Anne-baba ilişkisinden de karşı cinse olan ilgiyi ve davranışı öğrenirler.
Kısaca özetlersek, ailede normal olarak baba otorite, anne sevgi ve şefkat sembolü iken, eşcinsellerin ailelerinde bu, tersyüz olmuştur. Yani, ailede anne hakim roldedir. Çocuk sevgi eksikliği içinde büyümüştür. Bunun neticesi olarak ileri ülkelerde homoseksüellik, toplumun ruh sağlığını tehdit edici seviyeye ulaşmıştır.
Her ruhî ve sosyal hadisede olduğu gibi, eşcinselliğin sebebi de multifaktöriyeldir, yani çok etken içiçedir. Yapılan araştırmalar, kadın erkek arasında dengenin kurulmadığı toplumlarda eşcinselliğe daha sık rastlandığını göstermektedir. Hapishaneler de bu şekildedir. Yine evlenmenin yasak olduğu bazı zümrelerde eşcinsellik yaygınlaşmaktadır.
Dikkati çeken bir husus da, sefahatin arttığı, kadının kadınlığının unutturulduğu, cinsiyetin bir sır olmaktan çıktığı toplumlarda, paralel olarak homoseksüelliğin artışıdır. Etrafında genç hanımların bol olduğu bazı meşhurların eşcinselliğe kaymaları bunu göstermektedir. Ka-dın-erkek ilişkisinden bıkan bazı kimseler, değişik bir zevk arayışı içinde sapıklığa yönelmektedirler.
Lût kavmi, Sodom adlı şehirde yaşardı. Bu şehir halkı Allah'ın Kuran'ında beyan ettiği gibi erkeklere giderdi. Oturak âlemlerinde daha birçok kötü hareketlerde bulunur, en bayağı çirkefliklerle meşgul olurlardı.
Allah-u Teâlâ, yüce kitabının birçok yerinde Lût kavminin kıssasını bize anlatmış ve mealen şöyle buyurmuştur:
"Vaktaki azap emrimiz geldi, (o memleketin) üstünü altına getirdik ve tepelerine, balçıktan, pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki, onlar Rabbleri katında hep damgalanmışlardı. Onlar zalimlerden uzak değildir." (Hûd, 83-84)
"... Onlar zalimlerden uzak değildir" meali, şöyle tefsir edilmiştir:
"Bu ümmetin ahlâksızları Lût kavminin yaptıklarını yaparlarsa, onlara hak kılınan azap bunlara da hak olur."
Bundan ötürü Rasulullah efendimiz; "Sizin namınıza en fazla endişe duyduğumuz husus, Lût kavminin yaptığını yapmanızdır." buyuruyor ve onların yaptıklarını yapanı üç defa lanetleyerek, "Lût kavminin yaptığını yapana Allah lanet etsin. Allah onun belasını versin, Allah ona ilensin" diye beddua etmektedir. Kuran-ı Kerim'de de;."Siz, Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi bırakıp da, insanların içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır, (siz helalden harama) tecavüz eden bir kavimsiniz" buyrul-muştur. (Şuara, 165,166)
Allah-u Teâlâ bir başka âyette Lût peygamberden haber vererek şöyle buyurmuştur:
"Onu (Lût a.s'ı) kötülükler yapmakta devam eden o memleketten kurtardı. Hakikat onlar, fena bir kavim idiler, fâsıktılar." (Enbiya 74)
AİDS hastalığı insana ister istemez Lût kavminin başına yağan taşları hatırlatıyor. (Lût kavmi için kaynak: Günah-ı Kebâir, İmam Zehebî, Bedir Yayınları)
Bütün dünyada AİDS hastalığıyla homoseksüellerden (eşcinsel) bahsediliyor. Homoseksüel kişilerde başlayan ve bu kişilerden cinsel ilişki, kan nakli ve pis uyuşturucu şırıngaları ile yayılan, hızla çoğalan ve tedavisi olmayan bu kanser türü için bütün dünyada panik doğdu. Öyle ki, bu tempoyla gelişmesini sürdürürse, 2000 yılında 100 milyon insanın AİDS'e yakalanacağı tahmin ediliyor.
Cinsel zevk, normalde neslin devamı amacını güder ve karşı cinsle olur. Cinsî sapıklıklar arasında en yaygın olanı homoseksüellikte ise, aynı cinse sapış vardır. Almanya, İngiltere ve ABD'de genel nüfustaki oranları yüzde 1-5 arasında tahmin edilmektedir. Yetişkin erkekler arasında ise yüzde 5 ilâ 10. gibi yüksek bir oranda çıkmaktadır.
Son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri'nde o kadar artış göstermiştir ki (tabi AİDS'ten önce), eşcinsellere ait kulüpler, restoranlar, her çeşit dergiler, turistik rehberler, kongre nezdinde lobiler ve milyonlarca doları aşan servetleri mevcuttu. Şehirlerin bazı mahallelerinde onlar oturmakta ve şık sık sokak gösterileri, mitingler tertiplemekteydiler.
Ülkemizdeki durum da gittikçe tehlike arz etmeye başlamıştı. Büyük şehirlerin bazı semtlerinde, görünüşlerinden değişik yapıda oldukları belli olan bazı tipler çok miktarda dolaşır olmuşlardı. Fahişelerin yerini onlar almaya başlamış, pek çok birahane ve gazino, bu tiplerin toplanma mekânı haline gelmişti. Ünlü şarkıcı ve artistlerin bir çoğu bu sapıklığa yakalanmışlardı.
Toplumlar sefahate daldıkça, artan homoseksüelliğin sebepleri üzerinde çeşitli araştırmalar yapılmıştır.
Bilindiği gibi erkek ve dişiyi ayıran önemli bir fark, kandaki hormon farklılığıdır. Eşcinselliğin bir hormonal bozukluk olabileceği düşünülmüşse de, bu yönde bir bulgu elde edilememiştir. Aksine erkek eşcinsellere erkeklik hormonu verildiğinde bir düzelme hali gözlenmediği gibi, eşcinsel isteklerin ve bu tür faaliyetin arttığı tesbit edilmiştir.
Erkek ve dişiyi ayıran diğer önemli bir fark, kromozomlardaki farklılıktır. Erkekler xy, bayanlar xx kromozomlarına sahiptirler. Eşcinseller üzerinde yapılan kromozom tetkikleri, anlamlı sayılabilecek bir farklılığı tesbit etmemiştir.
Artık bugün homoseksüellik, ruhî yapıda aranmaktadır. Bu da kişinin çocukluk çağlarındaki yetişme ve terbiyesi ile, yani aile düzeni ile ilgilidir.
Çocuk cinsiyeti 4-5 yaşlarında ana-babayı taklitle öğrenir. Bu yaşlara gelen erkek çocuk babaya, kız çocuk anneye benzeme çabasına girer ve taklit eder. Yani onların cinsiyetini benimser.
Sağlıklı ailede baba otoriter, dışa karşı aileyi savunan, düzeni sağlayan, aile birliğini elinde tutan ve gelir sağlayan kişidir. Herşeyden önce eşi ve çocukları için güven kaynağıdır. Çocuklar babayı anneye göre, daha güçlü, daha bilen, daha çok saygı uyandıran kişi olarak tanırlar. Anne ise çocuğunun yanındadır. Sevgi ve şefkat doludur. Babanın yardımcısı, besleyen, büyüten, evde sıcaklık ve sevgi sağlayan kişidir.
Böyle sağlıklı ailede normal olarak erkek çocuk babayı, kız çocuk anneyi kendine örnek alarak, taklit ederek, cinsiyetlerini benimser. Anne-baba ilişkisinden de karşı cinse olan ilgiyi ve davranışı öğrenirler.
Kısaca özetlersek, ailede normal olarak baba otorite, anne sevgi ve şefkat sembolü iken, eşcinsellerin ailelerinde bu, tersyüz olmuştur. Yani, ailede anne hakim roldedir. Çocuk sevgi eksikliği içinde büyümüştür. Bunun neticesi olarak ileri ülkelerde homoseksüellik, toplumun ruh sağlığını tehdit edici seviyeye ulaşmıştır.
Her ruhî ve sosyal hadisede olduğu gibi, eşcinselliğin sebebi de multifaktöriyeldir, yani çok etken içiçedir. Yapılan araştırmalar, kadın erkek arasında dengenin kurulmadığı toplumlarda eşcinselliğe daha sık rastlandığını göstermektedir. Hapishaneler de bu şekildedir. Yine evlenmenin yasak olduğu bazı zümrelerde eşcinsellik yaygınlaşmaktadır.
Dikkati çeken bir husus da, sefahatin arttığı, kadının kadınlığının unutturulduğu, cinsiyetin bir sır olmaktan çıktığı toplumlarda, paralel olarak homoseksüelliğin artışıdır. Etrafında genç hanımların bol olduğu bazı meşhurların eşcinselliğe kaymaları bunu göstermektedir. Ka-dın-erkek ilişkisinden bıkan bazı kimseler, değişik bir zevk arayışı içinde sapıklığa yönelmektedirler.
Lût kavmi, Sodom adlı şehirde yaşardı. Bu şehir halkı Allah'ın Kuran'ında beyan ettiği gibi erkeklere giderdi. Oturak âlemlerinde daha birçok kötü hareketlerde bulunur, en bayağı çirkefliklerle meşgul olurlardı.
Allah-u Teâlâ, yüce kitabının birçok yerinde Lût kavminin kıssasını bize anlatmış ve mealen şöyle buyurmuştur:
"Vaktaki azap emrimiz geldi, (o memleketin) üstünü altına getirdik ve tepelerine, balçıktan, pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık ki, onlar Rabbleri katında hep damgalanmışlardı. Onlar zalimlerden uzak değildir." (Hûd, 83-84)
"... Onlar zalimlerden uzak değildir" meali, şöyle tefsir edilmiştir:
"Bu ümmetin ahlâksızları Lût kavminin yaptıklarını yaparlarsa, onlara hak kılınan azap bunlara da hak olur."
Bundan ötürü Rasulullah efendimiz; "Sizin namınıza en fazla endişe duyduğumuz husus, Lût kavminin yaptığını yapmanızdır." buyuruyor ve onların yaptıklarını yapanı üç defa lanetleyerek, "Lût kavminin yaptığını yapana Allah lanet etsin. Allah onun belasını versin, Allah ona ilensin" diye beddua etmektedir. Kuran-ı Kerim'de de;."Siz, Rabbinizin sizin için yarattığı zevcelerinizi bırakıp da, insanların içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Hayır, (siz helalden harama) tecavüz eden bir kavimsiniz" buyrul-muştur. (Şuara, 165,166)
Allah-u Teâlâ bir başka âyette Lût peygamberden haber vererek şöyle buyurmuştur:
"Onu (Lût a.s'ı) kötülükler yapmakta devam eden o memleketten kurtardı. Hakikat onlar, fena bir kavim idiler, fâsıktılar." (Enbiya 74)
AİDS hastalığı insana ister istemez Lût kavminin başına yağan taşları hatırlatıyor. (Lût kavmi için kaynak: Günah-ı Kebâir, İmam Zehebî, Bedir Yayınları)
Surmenaj Nedir Zihin Yorgunlugu Tedavisi
Zihin Yorgunluğu, Sürmenaj Nedir ve Sürmenaj Hastalığı
Gerçekten sürmenaj da denen zihin (ve hatta beden) yorgunluğu, okumak isteyen birçok kişiye engel olur. Kendisine anlattıklarımı ve tavsiyelerimi bildirmek istiyorum:
Sürmenajdan kurtulmak için istirahatın faydası olmaz. Zaten hastamız da 6 aydır dinlendiği halde düzelmediğini ifade etmektedir.
Sürmenajı atlatmanın başta gelen çaresi, zihnî faaliyetlere bakış açısını ve tarzını değiştirmektir. Yani bir angarya, bir mecburiyet olarak değil de zevk duyulan bir fiil olarak yapmaktır. Şöyle ki; kitap okurken, içinden gelerek bir şeyler öğrenmek ve işitmek için gayret gösterilmelidir. "Vay be, neler varmış!" "Hiç bunu duymamıştım", "Demek böyleymiş" gibi karşılıklar verebilmemiz gerekir. Daha önce bildiğimiz birşeyi okusak bile hiç bilmiyormuş gibi yeni bir heves ve merakla incelemeliyiz.
Düzenli uyku ve gıda alımına dikkat etmeliyiz. Az uyku, bazen belirti vermese de zamanla yan tesirlere yol açabilir. Yatağa girme ve kalkma saatlerimiz fazla oynamamalıdır.
Sabah namazından sonra, çayımızı veya kahvemizi yudumlarken zihnimizin okuma ve öğrenme faaliyetlerine en uygun zamanı olduğunu unutmamalıyız.
İlaç ve perhiz gereksiz. Hiç faydası olmaz.
Bir de kişilerin zihnî faaliyete en uygun zamanları değişmektedir. Az çok kişi bu saatleri farkeder. Bu saatler okumaya ayrılmalıdır.
Hergün okumalı, ara verilmeyerek alışkanlık devam ettirilmelidir.
Sabah aç karnına yenecek bal ve kuru üzüm, zihin çalışmasına yardımcı olur ve zihni açar.
Kendisi şair olan bir pazarlama uzmanı hastamı anlattım. O rakamlar yerine kelimelerin ve ahengin raksından hoşlanıyordu. Ruhuna zıt olan bu işten hiç memnun değildi ve bir süre sonra sürmenaja girmişti. Kendisine tavsiyem; muhakkak işinden ayrılması ve ruhuna uygun bir işe girmesi oldu. O işte kaldığı sürece düzelmedi. Daha sonra sevdiği bir işe girdi ve şimdi rahat.
Bu anlattıklarım üzerine öğretmen hastam birkaç sorusu olduğunu belirtti.
"Ben zihnimi çok yorduğumu düşünüyorum. Acaba hiç yenilenmediğini okuduğum beyin hücrelerimin bir kısmı ölmüş müdür?"
Zihni çok yorgun olmak, beyin hücrelerini öldürmez. Ancak alkol, beyin damarlarında tıkanma veya kanama ve bunama gibi durumlarda hücreler eksilir. Sonra bu hücreler 10 milyardır. Birkaç yüzünün, bininin ölmesiyle bir değişiklik olmaz.
"Acaba benim rahatsızlığım fazla zihnî faaliyetle mi ilgilidir?"
Hayır, böyle bir ilişki yok. Öyle olsa ilim adamlarında, düşünürlerde daha sık rastlanırdı. İncelemeler bunun aksini gösteriyor.
Bu rahatsızlığın ana sebebi, yapılan faaliyeti zevk almadan angarya kabilinden yapmaktır. Bu yüzden zihnî faaliyetimizi sevelim, benimseyelim.
Gerçekten sürmenaj da denen zihin (ve hatta beden) yorgunluğu, okumak isteyen birçok kişiye engel olur. Kendisine anlattıklarımı ve tavsiyelerimi bildirmek istiyorum:
Sürmenajdan kurtulmak için istirahatın faydası olmaz. Zaten hastamız da 6 aydır dinlendiği halde düzelmediğini ifade etmektedir.
Sürmenajı atlatmanın başta gelen çaresi, zihnî faaliyetlere bakış açısını ve tarzını değiştirmektir. Yani bir angarya, bir mecburiyet olarak değil de zevk duyulan bir fiil olarak yapmaktır. Şöyle ki; kitap okurken, içinden gelerek bir şeyler öğrenmek ve işitmek için gayret gösterilmelidir. "Vay be, neler varmış!" "Hiç bunu duymamıştım", "Demek böyleymiş" gibi karşılıklar verebilmemiz gerekir. Daha önce bildiğimiz birşeyi okusak bile hiç bilmiyormuş gibi yeni bir heves ve merakla incelemeliyiz.
Düzenli uyku ve gıda alımına dikkat etmeliyiz. Az uyku, bazen belirti vermese de zamanla yan tesirlere yol açabilir. Yatağa girme ve kalkma saatlerimiz fazla oynamamalıdır.
Sabah namazından sonra, çayımızı veya kahvemizi yudumlarken zihnimizin okuma ve öğrenme faaliyetlerine en uygun zamanı olduğunu unutmamalıyız.
İlaç ve perhiz gereksiz. Hiç faydası olmaz.
Bir de kişilerin zihnî faaliyete en uygun zamanları değişmektedir. Az çok kişi bu saatleri farkeder. Bu saatler okumaya ayrılmalıdır.
Hergün okumalı, ara verilmeyerek alışkanlık devam ettirilmelidir.
Sabah aç karnına yenecek bal ve kuru üzüm, zihin çalışmasına yardımcı olur ve zihni açar.
Kendisi şair olan bir pazarlama uzmanı hastamı anlattım. O rakamlar yerine kelimelerin ve ahengin raksından hoşlanıyordu. Ruhuna zıt olan bu işten hiç memnun değildi ve bir süre sonra sürmenaja girmişti. Kendisine tavsiyem; muhakkak işinden ayrılması ve ruhuna uygun bir işe girmesi oldu. O işte kaldığı sürece düzelmedi. Daha sonra sevdiği bir işe girdi ve şimdi rahat.
Bu anlattıklarım üzerine öğretmen hastam birkaç sorusu olduğunu belirtti.
"Ben zihnimi çok yorduğumu düşünüyorum. Acaba hiç yenilenmediğini okuduğum beyin hücrelerimin bir kısmı ölmüş müdür?"
Zihni çok yorgun olmak, beyin hücrelerini öldürmez. Ancak alkol, beyin damarlarında tıkanma veya kanama ve bunama gibi durumlarda hücreler eksilir. Sonra bu hücreler 10 milyardır. Birkaç yüzünün, bininin ölmesiyle bir değişiklik olmaz.
"Acaba benim rahatsızlığım fazla zihnî faaliyetle mi ilgilidir?"
Hayır, böyle bir ilişki yok. Öyle olsa ilim adamlarında, düşünürlerde daha sık rastlanırdı. İncelemeler bunun aksini gösteriyor.
Bu rahatsızlığın ana sebebi, yapılan faaliyeti zevk almadan angarya kabilinden yapmaktır. Bu yüzden zihnî faaliyetimizi sevelim, benimseyelim.
Obsesyon Nedir Dini Obsesyonlar Hastaligi
Obsesyon Nedir, Dini Obsesyon Hastalığı Tedavisi
Obsesyonlar; Hurafelere inanan kimselerle, psikiyatride "Obsesif kompulsif" adını verdiğimiz kişilik bozukluğu taşıyan hastalar arasında büyük benzerlikler vardır. Ciddi bir tedaviye ihtiyaç duyan bu hastalar, mantıksız yani kabul edilebilir sebeplere dayanmayan gereksiz ve faydasız birtakım hareketleri tekrarlar dururlar. Bu hareketleri yapmakla, kendilerini gelecek tehlikelerden koruduklarını zannederler.
Hâlen kendisiyle meşgul olduğumuz, 20 yaşlarındaki genç bir kız hastam buna tipik bir örnektir. Başkalarını üzmekten çekinen, herkesin iyiliğini düşünen hastam, son yıllarda önüne geçemediği bazı korkular geliştirmişti. Bir çocuk mu gördü; mutlaka onun için iyi şeyler düşünmeliydi. Eğer kötü şeyler düşünürse, ileride bu düşüncelerinin tahakkuk edeceğine, meselâ çocuğun öleceğine inanıyordu.
Hastamı kontrole tâbi tuttuğum zaman şu kişilik özelliklerini taşıdığını ortaya çıkarmıştım:
Aşırı kararsızlık.
Olayların muhtemel bütün olumlu ve olumsuz yönlerini sıralama, bu yüzden karar verememe, yâni erteleme.
*Kılı kırk yarar derecede zor beğenme.
* Yaptığı bir işin iyi olup olmadığından emin olamama. Evham ve kuruntularla meşgul olma.
Ayn kişilik özellikleri, hurafelere inanan insanlarda da görülmektedir. Genç hastam, "çamaşır yıkarken iyi şeyler düşünmem lâzım" diyordu.
"Niçin " sorusuna verdiği cevap şuydu:
"Eğer kötü şeyler düşünürsem; yıkadığım çamaşırları giyenler bu kötü düşüncelerim yüzünden zarar görürler." Bu tersten işleyen mantık hayatının her safhasını işgal etmişti. Alışverişte, seyahatte, ev işlerinde, derslerinde kötü düşünceleriyle boğuşmaktan yorgun düşüyor; asıl görevlerini yapamıyordu.
Kendisini mantıklı düşünmeye davet ettiğimiz zaman yaptıklarının saçma olduğunu kabul ediyor, fakat önüne geçemediğini söylüyordu. Hastama, bu düşüncelerin mantığa, akla, din ve ilme ters düştüğünü telkin ile birlikte ilâç tedavisi uyguladım. "Hastalığın üzerine gitme" metoduyla ona güven verdim. Aklına kötü düşünceler mi geliyordu; gelsindi. Bekleyecek, bunların tahakkuk etmediğini görerek kendisine güveni artacaktı.
Tedricî bir şekilde tedavi tesirini gösterdi ve hastamız normal faaliyetlerini sürdürmeye başladı. Bu vaka, bir uç örnektir. Belirtileri açık olmayan ve bize intikal etmeyen pek çok örneklerine cemiyetimiz içinde rastlamak mümkündür. Hurafelere inanan ve bunları yerine getirerek isteklerine kavuşacaklarını zanneden kimseler işte bu tip insanlardır.
Obsesyonlar; Hurafelere inanan kimselerle, psikiyatride "Obsesif kompulsif" adını verdiğimiz kişilik bozukluğu taşıyan hastalar arasında büyük benzerlikler vardır. Ciddi bir tedaviye ihtiyaç duyan bu hastalar, mantıksız yani kabul edilebilir sebeplere dayanmayan gereksiz ve faydasız birtakım hareketleri tekrarlar dururlar. Bu hareketleri yapmakla, kendilerini gelecek tehlikelerden koruduklarını zannederler.
Hâlen kendisiyle meşgul olduğumuz, 20 yaşlarındaki genç bir kız hastam buna tipik bir örnektir. Başkalarını üzmekten çekinen, herkesin iyiliğini düşünen hastam, son yıllarda önüne geçemediği bazı korkular geliştirmişti. Bir çocuk mu gördü; mutlaka onun için iyi şeyler düşünmeliydi. Eğer kötü şeyler düşünürse, ileride bu düşüncelerinin tahakkuk edeceğine, meselâ çocuğun öleceğine inanıyordu.
Hastamı kontrole tâbi tuttuğum zaman şu kişilik özelliklerini taşıdığını ortaya çıkarmıştım:
Aşırı kararsızlık.
Olayların muhtemel bütün olumlu ve olumsuz yönlerini sıralama, bu yüzden karar verememe, yâni erteleme.
*Kılı kırk yarar derecede zor beğenme.
* Yaptığı bir işin iyi olup olmadığından emin olamama. Evham ve kuruntularla meşgul olma.
Ayn kişilik özellikleri, hurafelere inanan insanlarda da görülmektedir. Genç hastam, "çamaşır yıkarken iyi şeyler düşünmem lâzım" diyordu.
"Niçin " sorusuna verdiği cevap şuydu:
"Eğer kötü şeyler düşünürsem; yıkadığım çamaşırları giyenler bu kötü düşüncelerim yüzünden zarar görürler." Bu tersten işleyen mantık hayatının her safhasını işgal etmişti. Alışverişte, seyahatte, ev işlerinde, derslerinde kötü düşünceleriyle boğuşmaktan yorgun düşüyor; asıl görevlerini yapamıyordu.
Kendisini mantıklı düşünmeye davet ettiğimiz zaman yaptıklarının saçma olduğunu kabul ediyor, fakat önüne geçemediğini söylüyordu. Hastama, bu düşüncelerin mantığa, akla, din ve ilme ters düştüğünü telkin ile birlikte ilâç tedavisi uyguladım. "Hastalığın üzerine gitme" metoduyla ona güven verdim. Aklına kötü düşünceler mi geliyordu; gelsindi. Bekleyecek, bunların tahakkuk etmediğini görerek kendisine güveni artacaktı.
Tedricî bir şekilde tedavi tesirini gösterdi ve hastamız normal faaliyetlerini sürdürmeye başladı. Bu vaka, bir uç örnektir. Belirtileri açık olmayan ve bize intikal etmeyen pek çok örneklerine cemiyetimiz içinde rastlamak mümkündür. Hurafelere inanan ve bunları yerine getirerek isteklerine kavuşacaklarını zanneden kimseler işte bu tip insanlardır.
Tik Nedir Cocuklarda Tik Hastaligi Tedavisi
Tik Nedir, Tik Hastalığı, Çocuklarda Tik Tedavisi
En çok baş ve yüzde görülen, aniden ve kişinin elinde olmadan yapılan hareketlerdir. Genellikle 6-13 yaş arasında görülmekle beraber, daha sık 6-7 yaşlarında başlar ve 12 yaşına doğru sıklığı artır. Yüzdeki bir kas grubu birden kasılır ve gevşer. Bedenin çeşitli bölgelerinde olur.
Kişi isterse bir süre durdurabilir. Uyku da yokdur.
Yüzde: Göz kapağını kırpmak, kaş, alın derisi, burun kanatlarını, dudak, dil, yanak oynatmak veya kıvırmak.
Başta: Başı öne, arkaya eğmek, sallamak, omuz silkelemek.
Diğer: Yutkunmak, soluk çekmek, öksürmek, hıçkırık, ses çıkarmak, tükürmek, bir söz söylemek...
Tiklerin çoğunun kaynağı ruhî sıkıntılardır. Tik iç ruhi sıkıntının bir boşalımıdır. Gizli kalmış bir isteğin, sıkıntının yerine geçmiştir. Çok kez tik, önce yapılan bir hareketin, alışkanlığın sonra içe atılıp bastırılmasının dışa dökülüşüdür.
Tikli çocukların ailelerinde, mükemmelcilik tutkusu, aşırı baskı ve sertlik, ailede huzursuzluk ve çocuğa karşı tutumdaki kararsızlık obsede anne ve baba gibi durumlar sıktır. Tikli çocuklar çok kez aşırı hareketli, sıkıntılı, çağına göre daha çocuksudur.
Tedavi: Aile ortamı incelenip sakinleştirilmesi ve çocukla psikoterapik görüşmeler çok kez yeterlidir. Yarısı da kendiliğinden geçebilir. Obsede kişilik yapısı olan inatçı olaylarda uzun psikoterapi gerekebilir. Yatıştırıcı ilaçların da faydası olabilir.
En çok baş ve yüzde görülen, aniden ve kişinin elinde olmadan yapılan hareketlerdir. Genellikle 6-13 yaş arasında görülmekle beraber, daha sık 6-7 yaşlarında başlar ve 12 yaşına doğru sıklığı artır. Yüzdeki bir kas grubu birden kasılır ve gevşer. Bedenin çeşitli bölgelerinde olur.
Kişi isterse bir süre durdurabilir. Uyku da yokdur.
Yüzde: Göz kapağını kırpmak, kaş, alın derisi, burun kanatlarını, dudak, dil, yanak oynatmak veya kıvırmak.
Başta: Başı öne, arkaya eğmek, sallamak, omuz silkelemek.
Diğer: Yutkunmak, soluk çekmek, öksürmek, hıçkırık, ses çıkarmak, tükürmek, bir söz söylemek...
Tiklerin çoğunun kaynağı ruhî sıkıntılardır. Tik iç ruhi sıkıntının bir boşalımıdır. Gizli kalmış bir isteğin, sıkıntının yerine geçmiştir. Çok kez tik, önce yapılan bir hareketin, alışkanlığın sonra içe atılıp bastırılmasının dışa dökülüşüdür.
Tikli çocukların ailelerinde, mükemmelcilik tutkusu, aşırı baskı ve sertlik, ailede huzursuzluk ve çocuğa karşı tutumdaki kararsızlık obsede anne ve baba gibi durumlar sıktır. Tikli çocuklar çok kez aşırı hareketli, sıkıntılı, çağına göre daha çocuksudur.
Tedavi: Aile ortamı incelenip sakinleştirilmesi ve çocukla psikoterapik görüşmeler çok kez yeterlidir. Yarısı da kendiliğinden geçebilir. Obsede kişilik yapısı olan inatçı olaylarda uzun psikoterapi gerekebilir. Yatıştırıcı ilaçların da faydası olabilir.
Tirnak Yeme Aliskanligi Hastaligi Tedavisi
Tırnak Yeme Alışkanlığı, Çocuklarda Tırnak Yeme Hastalığı
Tırnaklar, ellerimizin mikrop tutan kısımlarıdır. Dinimizde kesilen tırnakların ya gömülmesi veya kimsenin ulaşamayacağı yere atılması gerektiğini söylemeliyim.
Tırnak yeme 5 yaşından başlayarak 11-13 yaşlarında en sık görülen bir alışkanlıktır. Okul çocuklarında yüzde 10-30 arası rastlanır. Böyle çocukların ailelerinde bir veya daha fazla kişinin de tırnak kemirdiği sıktır. Tırnak kemirenlerin hareketli, hırslı, dışa dönük çocuklar olduğu görülür. Genellikle sıkıntı ve gerilim boşalımı anlamını taşır. Çoklukla zeki, normal çocuklarda rastlanır ve bir süre sonra kaybolur. Aile ve okul içindeki baskıyı yumuşatmak ve çocukta bulunabilen sebebe yönelik tedavi, tırnakların güzel görünmesine önem verdirmek ve psikoterapi dediğimiz tedavi şekli faydalı olmaktadır.
Tırnaklar, ellerimizin mikrop tutan kısımlarıdır. Dinimizde kesilen tırnakların ya gömülmesi veya kimsenin ulaşamayacağı yere atılması gerektiğini söylemeliyim.
Tırnak yeme 5 yaşından başlayarak 11-13 yaşlarında en sık görülen bir alışkanlıktır. Okul çocuklarında yüzde 10-30 arası rastlanır. Böyle çocukların ailelerinde bir veya daha fazla kişinin de tırnak kemirdiği sıktır. Tırnak kemirenlerin hareketli, hırslı, dışa dönük çocuklar olduğu görülür. Genellikle sıkıntı ve gerilim boşalımı anlamını taşır. Çoklukla zeki, normal çocuklarda rastlanır ve bir süre sonra kaybolur. Aile ve okul içindeki baskıyı yumuşatmak ve çocukta bulunabilen sebebe yönelik tedavi, tırnakların güzel görünmesine önem verdirmek ve psikoterapi dediğimiz tedavi şekli faydalı olmaktadır.
Otizm ve Otistik Cocuklar Otistik Nedir
Otistik Nedir, Otizm ve Otistik Çocuklar Hakkında
Muayenehaneme 7 yaşındaki çocuğu annesi ve babası getirdi. Annesi yakın yere oturdu ve erkeksi tavırla anlatmaya başladı. Babası ise sessizce köşeye kuruldu.
"Doktor bey, bizim çocuk 3.5 yaşına kadar normaldi. Sonra içe kapandı. Arkadaşlarından koptu. Hiç konuşmuyor, devamlı bir şeyler yemek istiyor. Yalnız bazen, işine geldiği zaman 1-2 kelime söylüyor."
Çocuk, bu arada sanki kendisi ile ilgili şeyler konuşulmuyormuş gibi, etrafta ilgisiz bir şekilde ellerini duvarlara vuruyor, zıplıyordu. Kendisine ismiyle seslenerek bakmama rağmen, göz göze gelmek mümkün değildi. Küçükken, ateşli bit rahatsızlık veya havale geçirmiş de değildi. Hemen annesine çocuğa kimin baktığını sordum. Aldığım cevap beni şaşırtmadı.
"Doktor bey, ben çalışıyorum. Çocuğa kadın tuttum. Fakat hiçbirinden memnun olmadım. Tam 14 kadın değiştirdim. Çocuk, bazen gün aşırı değişik kadın görüyordu."
Bu çocuğun rahatsızlığının sebebi açıktı. Anne ile ilişkileri kopmuş, insanlarla bakıcı kadınlar aracılığı ile açılmak istemişti. Fakat soğuk ve kültürsüz bu kadınlar çocuğu adeta insanlara küstürmüş ve kapanmasına yol açmıştı.
Annesine, çocuğun geri zekalı olmadığını ve "otislik çocuk" denilen bir rahatsızlığa musap olduğunu izah ettim. Onu bol bol kucağına alıp sevmeli, geçmişteki kayıplarını kapatmaya çalışmalıydı. Ayrıca reçetesini düzenledim, tavsiyelerde bulundum ve 2.5 yaşındaki güzel kız çocuğunun bu duruma düşmemesi için çaba göstermesi gerektiğini izah ettim.
Muayenehaneme 7 yaşındaki çocuğu annesi ve babası getirdi. Annesi yakın yere oturdu ve erkeksi tavırla anlatmaya başladı. Babası ise sessizce köşeye kuruldu.
"Doktor bey, bizim çocuk 3.5 yaşına kadar normaldi. Sonra içe kapandı. Arkadaşlarından koptu. Hiç konuşmuyor, devamlı bir şeyler yemek istiyor. Yalnız bazen, işine geldiği zaman 1-2 kelime söylüyor."
Çocuk, bu arada sanki kendisi ile ilgili şeyler konuşulmuyormuş gibi, etrafta ilgisiz bir şekilde ellerini duvarlara vuruyor, zıplıyordu. Kendisine ismiyle seslenerek bakmama rağmen, göz göze gelmek mümkün değildi. Küçükken, ateşli bit rahatsızlık veya havale geçirmiş de değildi. Hemen annesine çocuğa kimin baktığını sordum. Aldığım cevap beni şaşırtmadı.
"Doktor bey, ben çalışıyorum. Çocuğa kadın tuttum. Fakat hiçbirinden memnun olmadım. Tam 14 kadın değiştirdim. Çocuk, bazen gün aşırı değişik kadın görüyordu."
Bu çocuğun rahatsızlığının sebebi açıktı. Anne ile ilişkileri kopmuş, insanlarla bakıcı kadınlar aracılığı ile açılmak istemişti. Fakat soğuk ve kültürsüz bu kadınlar çocuğu adeta insanlara küstürmüş ve kapanmasına yol açmıştı.
Annesine, çocuğun geri zekalı olmadığını ve "otislik çocuk" denilen bir rahatsızlığa musap olduğunu izah ettim. Onu bol bol kucağına alıp sevmeli, geçmişteki kayıplarını kapatmaya çalışmalıydı. Ayrıca reçetesini düzenledim, tavsiyelerde bulundum ve 2.5 yaşındaki güzel kız çocuğunun bu duruma düşmemesi için çaba göstermesi gerektiğini izah ettim.
Uyku Bozuklugu Duzensizligi Uykusuzluk Nedir
Uyku Nedir, Uyku Problemi, Uykusuzluk Tedavisi
Uyku, kişinin uygun hissi veya başka uyaranlarla uyandırılabileceği bir şuursuzluk hali olarak tarif edilebilir.
Hayatımızın üçte biri uyku ile geçer. Uykunun önemi, uykusuz geçen bir geceden sonra anlaşılır. Hayatın tadı kalmaz, bütün gün asabı, uykusuz bir şekilde ortalarda dolaşır, kendimizi hiçbir işe gereğince veremeyiz.
Uyku, yemek, içmek ve teneffüs etmek gibi fizyolojik bir ihtiyaçtır. İnsanın vücut ve ruh dengesini sağlar. Sinir sistemimizi düzenler, vücudumuzu dinlendirir.
Uyanık halden uykuya geçiş de tedricen olur. Uykunun gelmesi; gittikçe artan şiddetli bir yorgunluk hissi, çevredeki uyaranlara kayıtsızlık ve duyu faaliyetinin gerilemesiyle başlar. Vücudun tepkileri yavaş ve yanlış olur. Göz kapakları gözün üstüne ve baş; nöbet nöbet göğüse doğru düşer, çene aşağı sarkar, gövde bükülmeye başlar ve kollar yanlara sarkılır.
Uykunun mekanizması ise pek bilinmemektedir.
Uyku esnasında, bütün kaslar gevşemiştir. Buna bağlı olarak refleksler de zayıflar. Duyularda belirgin azalma vardır. Kalb atımları dakikada 10-30 azalır. Kan basına 10-20 mm. düşer. Nefes alma süresi uzar, verme kısalır. Mide hareketleri devam eder. Metabolizma (vücut faaliyeti) yüzde 1-15 oranında yavaşlar.
Rüyanın bir ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır. Normal uykunun yüzde 20-25'inde rüya görülür ve bu 5-6 seferde olur. Bu sırada göz kapakları hareket eder.
Yapılan bir araştırmada; göz kapaklarının hareketi sırasında, şahıslar uyandırılarak rüya görmeleri 5-6 gece engellendiğinde; gündüz ki davranışlarının geceyi uykusuz geçiren bir insanda olduğu gibi sinirli ve gergin olduğu görüldü. Ayrıca engelleme bittiğinde rüya görme süresi uzamakta ve rüyasız geceler böylece telafi edilmektedir.
Uyku Getiren, Uykuyu Etkileyen Faktörler: Sessizlik, karanlık, uygun ısı, uzanma veya oturma, fikrî dinlenme, süt, yoğurt, nişastalı ve şekerli gıdalar (bisküvi, ekmek, makarna şeker gibi).
Uyku Kaçıran, Uykuyu Geciktiren Faktörler: Hareket ve faaliyet, şiddetli uyaranlar, can sıkıntısı, öfke, aşırı vücut ve zihin yorgunluğu, açlık veya mideyi fazlaca doldurma, çay, kahve veya kola gibi içecekler.
Uykusuzluk Nedir, Uyku Bozukluğu
Eskilerden beri problem olan, ancak gerilimlerle dolu çağımızda daha sık rastlanan uykusuzluk, az ve kötü uyuma hissidir ve kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Bazı kimseler 3 saat uyuduktan sonra, sabah dinlenmiş ve zinde olarak kalkar. Bazısı ise 8 saat uyumasına rağmen, uykusu hafif ve kötü geçtiğinden sabah yorgun uyanır. Bir de, havadan veya aklımızı kurcalayan bir meseleden ileri gelen bir kaç gecelik uykusuzluk ile, bir hastalık belirtisi olan müzmin uykusuzluğu yenmenin tek çaresi; uyku ilaçlarına sarılmak değil, buna sebebiyet veren hastalığın tedavi edilmesidir.
Uyku Düzensizliği Yaygın: Uzun yıllardan bu yana, uykusuzluk, milyonlarca insanın hayatını altüst eden bir olay olarak ortaya çıkmıştır. Bu insanların birçoğu devamlı uyku ilacı kullanmakta, diğerleri ise uykusuzluklarını -iyi veya kötü- kabullenmiş görünmektedirler.
Toplumda uyku bozukluğu çekenlerin oranı % 20 tahmin edilmektedir. Mühim endişe veya depresyon ve yaşın ilerlemesi ile bu sıklık artış göstermektedir. Ruhî rahatsızlığı olanlarda ise % 70-80'e çıkmaktadır.
Uykusuzluğun Sebepleri: Uykusuzluğa sebep olan faktörler arasında ilk sırayı ruhî meseleler alır. Özellikle orta yaş depresyonuna giren, çocukları evlenip evden ayrıldığı veya kendi hayatlarını idare edebilecek duruma geldiği için kendini gereksiz hisseden, her türlü heyecanını kaybeden kadınlarda uykusuzluğa çok sık rastlanmaktadır. Erkeklerde ise uykusuzluk, daha ziyade emeklilik yaşının eşiğinde hissedilir.
Uykusuz geçen gecelerin sorumlusu; endişe ve meşeleri tek tek sıralamak imkansızdır. İş hayatındaki rekabetlerden hissî ilişkilerdeki hayal kırıklıklarına kadar her türlü ruhî çöküntü, endişe, uyku ritmini bozabilir. Bu durumda da ilaçlar meseleyi halletmez, sadece onu gizlerler. Altta yatan sebebi arayıp bulmak ve çözmek en etkili yoldur.
Yetişkin ve Çocuklarda Uykusuzluğun Tedavisi
Daha çok uyuyan, daha çok dinlenir diye erkenden yatağa girmek doğru değildir. Zoraki bir dinlenme insanı sinirli yapar.
Uykusuzluk için, günlük yaşantıdaki alışkanlıkları değiştirmekle işe başlamak gerekir.
Belli bir saatte yatılmalıdır. Çalışma hayatının günlük programını dikkate alan uygun bir saatte yatmaya alışılmalıdır.
Akşamları gerginlikten uzak olmalıdır. Yoğun fizikî ve zihnî ve bedenî gevşetecek şeylerle, meselâ basit bir oyunla, gazete ve kitap okumakla, sohbetle veya yürüyüşle geçirilmelidir.
Ağır yemeklerden kaçınmalıdır. Süt, yeşil salata, ızgara et, meyve özellikle sarımsaklı yoğurt uykuyu kolaylaştırır.
Uyku, kişinin uygun hissi veya başka uyaranlarla uyandırılabileceği bir şuursuzluk hali olarak tarif edilebilir.
Hayatımızın üçte biri uyku ile geçer. Uykunun önemi, uykusuz geçen bir geceden sonra anlaşılır. Hayatın tadı kalmaz, bütün gün asabı, uykusuz bir şekilde ortalarda dolaşır, kendimizi hiçbir işe gereğince veremeyiz.
Uyku, yemek, içmek ve teneffüs etmek gibi fizyolojik bir ihtiyaçtır. İnsanın vücut ve ruh dengesini sağlar. Sinir sistemimizi düzenler, vücudumuzu dinlendirir.
Uyanık halden uykuya geçiş de tedricen olur. Uykunun gelmesi; gittikçe artan şiddetli bir yorgunluk hissi, çevredeki uyaranlara kayıtsızlık ve duyu faaliyetinin gerilemesiyle başlar. Vücudun tepkileri yavaş ve yanlış olur. Göz kapakları gözün üstüne ve baş; nöbet nöbet göğüse doğru düşer, çene aşağı sarkar, gövde bükülmeye başlar ve kollar yanlara sarkılır.
Uykunun mekanizması ise pek bilinmemektedir.
Uyku esnasında, bütün kaslar gevşemiştir. Buna bağlı olarak refleksler de zayıflar. Duyularda belirgin azalma vardır. Kalb atımları dakikada 10-30 azalır. Kan basına 10-20 mm. düşer. Nefes alma süresi uzar, verme kısalır. Mide hareketleri devam eder. Metabolizma (vücut faaliyeti) yüzde 1-15 oranında yavaşlar.
Rüyanın bir ihtiyaç olduğu anlaşılmıştır. Normal uykunun yüzde 20-25'inde rüya görülür ve bu 5-6 seferde olur. Bu sırada göz kapakları hareket eder.
Yapılan bir araştırmada; göz kapaklarının hareketi sırasında, şahıslar uyandırılarak rüya görmeleri 5-6 gece engellendiğinde; gündüz ki davranışlarının geceyi uykusuz geçiren bir insanda olduğu gibi sinirli ve gergin olduğu görüldü. Ayrıca engelleme bittiğinde rüya görme süresi uzamakta ve rüyasız geceler böylece telafi edilmektedir.
Uyku Getiren, Uykuyu Etkileyen Faktörler: Sessizlik, karanlık, uygun ısı, uzanma veya oturma, fikrî dinlenme, süt, yoğurt, nişastalı ve şekerli gıdalar (bisküvi, ekmek, makarna şeker gibi).
Uyku Kaçıran, Uykuyu Geciktiren Faktörler: Hareket ve faaliyet, şiddetli uyaranlar, can sıkıntısı, öfke, aşırı vücut ve zihin yorgunluğu, açlık veya mideyi fazlaca doldurma, çay, kahve veya kola gibi içecekler.
Uykusuzluk Nedir, Uyku Bozukluğu
Eskilerden beri problem olan, ancak gerilimlerle dolu çağımızda daha sık rastlanan uykusuzluk, az ve kötü uyuma hissidir ve kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Bazı kimseler 3 saat uyuduktan sonra, sabah dinlenmiş ve zinde olarak kalkar. Bazısı ise 8 saat uyumasına rağmen, uykusu hafif ve kötü geçtiğinden sabah yorgun uyanır. Bir de, havadan veya aklımızı kurcalayan bir meseleden ileri gelen bir kaç gecelik uykusuzluk ile, bir hastalık belirtisi olan müzmin uykusuzluğu yenmenin tek çaresi; uyku ilaçlarına sarılmak değil, buna sebebiyet veren hastalığın tedavi edilmesidir.
Uyku Düzensizliği Yaygın: Uzun yıllardan bu yana, uykusuzluk, milyonlarca insanın hayatını altüst eden bir olay olarak ortaya çıkmıştır. Bu insanların birçoğu devamlı uyku ilacı kullanmakta, diğerleri ise uykusuzluklarını -iyi veya kötü- kabullenmiş görünmektedirler.
Toplumda uyku bozukluğu çekenlerin oranı % 20 tahmin edilmektedir. Mühim endişe veya depresyon ve yaşın ilerlemesi ile bu sıklık artış göstermektedir. Ruhî rahatsızlığı olanlarda ise % 70-80'e çıkmaktadır.
Uykusuzluğun Sebepleri: Uykusuzluğa sebep olan faktörler arasında ilk sırayı ruhî meseleler alır. Özellikle orta yaş depresyonuna giren, çocukları evlenip evden ayrıldığı veya kendi hayatlarını idare edebilecek duruma geldiği için kendini gereksiz hisseden, her türlü heyecanını kaybeden kadınlarda uykusuzluğa çok sık rastlanmaktadır. Erkeklerde ise uykusuzluk, daha ziyade emeklilik yaşının eşiğinde hissedilir.
Uykusuz geçen gecelerin sorumlusu; endişe ve meşeleri tek tek sıralamak imkansızdır. İş hayatındaki rekabetlerden hissî ilişkilerdeki hayal kırıklıklarına kadar her türlü ruhî çöküntü, endişe, uyku ritmini bozabilir. Bu durumda da ilaçlar meseleyi halletmez, sadece onu gizlerler. Altta yatan sebebi arayıp bulmak ve çözmek en etkili yoldur.
Yetişkin ve Çocuklarda Uykusuzluğun Tedavisi
Daha çok uyuyan, daha çok dinlenir diye erkenden yatağa girmek doğru değildir. Zoraki bir dinlenme insanı sinirli yapar.
Uykusuzluk için, günlük yaşantıdaki alışkanlıkları değiştirmekle işe başlamak gerekir.
Belli bir saatte yatılmalıdır. Çalışma hayatının günlük programını dikkate alan uygun bir saatte yatmaya alışılmalıdır.
Akşamları gerginlikten uzak olmalıdır. Yoğun fizikî ve zihnî ve bedenî gevşetecek şeylerle, meselâ basit bir oyunla, gazete ve kitap okumakla, sohbetle veya yürüyüşle geçirilmelidir.
Ağır yemeklerden kaçınmalıdır. Süt, yeşil salata, ızgara et, meyve özellikle sarımsaklı yoğurt uykuyu kolaylaştırır.
Stres Nedir Stres Zararlari Stres Saglik
Stres Nedir, Stres Zararları, Stresin Vücuda Etkileri Nelerdir
Stress'lerin sayısı, belki de, bu terimi kullananların sayısı kadar vardır. Fiziksel ya da duygusal, kişinin dengesini değiştiren herhangi bir baskı, stress'tir. Bu çılgın çağda, her deneyim, hattâ boş amaçlar ve boş zamanı gereğince kullanamamak da stress yapabilir.
Tıpkı ağrının bir eşiği olduğu gibi stress'in de bir eşiği vardır. Bazıları, baskılara karşı ölçüsüz derecede aşın tepki gösterirler. Başkaları ise, bunlara omuz silkip geçer.
Bütün üzüntü, korku, aşk, nefret, öfke, düş kırıklığı, güvensizlik duygulan stress yaratabilir. Kişinin normal gücünün ötesindeki herhangi bir fiziksel zorlama stress doğurabilir ve vücudun bütün organları üzerinde baskı yaratabilir.
Stress, vücudun bütün hormon dengesini bozabilir. Her organın normal işleyişini -karaciğer, dalak, ince-bağırsaklar, beyin, kalp, dolaşım sistemini aksatabilir, Romatoid artrid de dahil olmak üzere bazı iltihaplar, vücuda ve psikolojiye etki eden stresslere bağlanabilir.
Ne yazık ki, sizi stress'lerden korumak mümkün değildir, iç rahatlığını korumanın yollarını çocukluktan başlayarak öğrenip geliştirmek, güç iştir. Dış ve iç gerilimleri azaltmak için yaşam biçimini değiştirme, kendini yeniden değerlendirme ve psikolojik yönlendirme yoğun çabalar gerektirir. Gerçekleştirebilirse, büyük başarıdır.
Stress'lerin sayısı, belki de, bu terimi kullananların sayısı kadar vardır. Fiziksel ya da duygusal, kişinin dengesini değiştiren herhangi bir baskı, stress'tir. Bu çılgın çağda, her deneyim, hattâ boş amaçlar ve boş zamanı gereğince kullanamamak da stress yapabilir.
Tıpkı ağrının bir eşiği olduğu gibi stress'in de bir eşiği vardır. Bazıları, baskılara karşı ölçüsüz derecede aşın tepki gösterirler. Başkaları ise, bunlara omuz silkip geçer.
Bütün üzüntü, korku, aşk, nefret, öfke, düş kırıklığı, güvensizlik duygulan stress yaratabilir. Kişinin normal gücünün ötesindeki herhangi bir fiziksel zorlama stress doğurabilir ve vücudun bütün organları üzerinde baskı yaratabilir.
Stress, vücudun bütün hormon dengesini bozabilir. Her organın normal işleyişini -karaciğer, dalak, ince-bağırsaklar, beyin, kalp, dolaşım sistemini aksatabilir, Romatoid artrid de dahil olmak üzere bazı iltihaplar, vücuda ve psikolojiye etki eden stresslere bağlanabilir.
Ne yazık ki, sizi stress'lerden korumak mümkün değildir, iç rahatlığını korumanın yollarını çocukluktan başlayarak öğrenip geliştirmek, güç iştir. Dış ve iç gerilimleri azaltmak için yaşam biçimini değiştirme, kendini yeniden değerlendirme ve psikolojik yönlendirme yoğun çabalar gerektirir. Gerçekleştirebilirse, büyük başarıdır.