İktidarsizlik Nedir (Empotans)

İktidarsızlık Nedir (Empotans)

İktidarsızlık, erkeğin cinsel birleşmede rolünü, göre­vini yerine getirememesi olarak tanımlanır. Bu durum pe­nisin sertleşmemesi, yarım sertleşmesi veya boşalamama şeklinde olur. İktidarsızlıkların %15'i bedensel hastalıklara bağlı olsa bile %85'i ruhsal kökenlidir. Yani erkeğin kafa­sındaki bir şey, arzularıyla vücudu arasına girmekte, peni­sinin arzusuna uygun olarak sertleşmesini veya boşalması­nı önlemektedir. Erkeğin kafasındaki bu takıntı, o sıralar­daki bir yaşam sorunu, suçluluk duygusu, cinsellik ile ilgi­li olan veya olmayan bir kaygı veya korku olabilir.

Eğer kişide bedensel bir hastalık söz konusu değilse yani söz konusu, sorun bir ruhsal iktidarsızlık ise, "mutlak iktidarsızlık" diye bir şey yoktur. Şöyle ki, belli bir süre normal birleşmede bulunabildiği halde, yaşamının bir dö­neminde geçici olarak yaşanan bu iktidarsızlığa "geçici ik­tidarsızlık" diyoruz.

Musevi tüccarı Mişon'un o sıralarda işleri çok sıkışıkmış. Bu durumdan dolayı canı sıkkın olan Mişon karısı Raşel'in yanına pek gelmiyormuş. Oturdukları apartmanda kapıcı Ahmet efendinin karısı Fatma gündüzleri Raşel'in ev işlerine yardım ediyormuş. Fatma kadın her gün Raşel'e bizimki yine defa yaptı veya "dört yaptı 3 diye dert yanıyormuş. Raşel de kocasına "bak Ahmet efendi yine 3-4 defa yapmış" diye sitem ediyor. Sonunda Mişonun kafası kızmış. Ahmet efendiyi karşısına alarak ne yaptığını, nasıl geçindiğini ve gelecekte neler yapmak istediğini sorar. Ta­bii Ahmet efendi çok rahat, dünya umrunda değil ve yarı­nını hiç düşünmemiş. Bunun üzerine Mişon, "aman bremori böyle olmaz ki, şimdi sen kapıcılık yaparken buraya bir portakal ve elma sandığı koyup meyva satsan, kazan­dıklarınla limon ve domates de alırsın, eh zamanla ilerde manav dükkanı açarsın. Al ben sana ilk sermayeyi vere­yim" demiş. Aradan bir süre geçmiş. Bu defa Mişon Raşale "ee hanım sor bakalım Fatma kadına, kocası Ahmet efendi ne yapıyormuş?"der. Raşel de Fatma kadına duru­mu sorduğunda, "sormayın hanım, Ahmet efendi bir garip oldu, bana hiç dokunmuyor, akşamdan sabaha kadar sü­rekli hesap yapıyor, kaç portakal ve elma satınca ne kadar kazanacağını düşünüyor" cevabını alıyor.

îlk cinsel ilişki d memesinde başarısız kalan bir er­kek, kısır bir döngü içine girebilir. Bundan sonraki ilişki­de, yatağa adeta sevişmek için değil de, imtihan için giri­yor gibi olur. Bu korku gerçekten çok önemlidir. Daha önceki bölümlerde değinildiği gibi, günümüzde genç er­keklerin çoğunda penis ile ilgili sorular vardır. "Acaba pe­nisim küçük mü? cinsel ilişkiyi başarabilecek miyim?" en­dişeleri içindeki bir genç erkeğin ilk genelev denemesinde, kadının erkeğe herhangi bir ters davranışı genç erkeği çok fazla etkileyebilir. Diğer yandan genelevdeki kadınların bir çoğu, kendilerini aldatan erkeklere karşı düşmanca duygular içinde olduğu için, genç erkeği aşağılayarak inti­kam alma eğilimindedir. İşte bu nedenlerle ilk cinsel iliş­kinin genelevde yaşanmasının olumsuz sonuçlan kavrana­bilir.

Gerçekte her bakımdan sapasağlam olmasına karşın, "doktor bey, benim erkekliğim yok, intihar etmeyi düşünü­yorum" diyerek muayenehaneme gelen bir çok kişiyi tanı­rım. Geçici bile olsa empotans bir erkek için niçin bu ka­dar önemli ve korkunç oluyor? Oysa cinsel yönden soğuk bir kadın aynı şekilde ruhsal bunalımlar geçirmez. Çünkü bir kadın canı istemese ve zevk almasa da bir erkek ile iliş­ki kurabilir. Oysa bir erkeğin böyle bir aldatmacaya gir­mesi, fiziksel olarak mümkün değildir. Şunu unutmamak gereklidir ki erkekler cinsel bakımdan çok kolay yaralanarak aşağılık kompleksine kapılabilirler. Ruhsal empotans bir hastalık değildir, sadece erkeğin endişe, ve korkularını çözümleyememesine bağlı bir durumdur. Ancak elbette bunun temelinde çocukluk çağında cinsellikle ilgili aldığı hatalı ve yetersiz bilgilendirme yatar. Duygusal anlaşma denen şeyden kesinlikle habersiz olarak büyüyüp, yetişkin çağa gelince kadınlar ile erkeklerin karşılıklı ilişki kurabil­mesinin ne gibi koşullara bağlı olduğunu bilmeyen gençle­rin sayısı çok fazladır. Birçok ruhsal sorunlarda olduğu gi­bi, burada da altta yatan en önemli sorun bilgisizlik veya hatalı bilgilendirmedir.

Kadın ile erkek eşittir ve de cinsel ilişki bir kadın ile erkeğin beraberce kurdukları en dostça ve en yakın bir iliş­kidir, çok zevkli ve belki de dünyanın en güzel işidir. Bu son saptamadan sonra cinsel ilişkinin "erkeğin kadını dövmesi, becermesi veya geçirmesi" şeklinde bir eğitim ile yetişmiş kişinin sorunlarını ve zavallılığını tahmin edebi­lirsiniz. Yani erkeklerin kadın erkek eşitliğine inanarak ye­tişmesi sadece kadınların değil, ama özellikle erkeklerin işine yarayacaktır. Sanırım böyle bir durumda erkeklerin empotans sorunu daha az olacaktır.

Genç Temel bir gün evlendirilir. Düğünün ertesi sa­bahı Temel neşe ile ıslık çalarak odadan çıkmış. Ancak ye­ni gelinin suratı oldukça asıktır. Ertesi sabah Temel yine neşe içinde ve rahat bir şekilde odadan çıkmış, ancak geli­nin suratı daha da asıkmış. Temelin annesi durumda bir gariplik olduğunu anlayarak geline ne olduğunu sorar. Genç gelin "hiç sorma anneciğim, çok şaşırdım, Temel bana dokunmadı bile" demiş. Bunun üzerine annesi Temele, karısı ile niçin cinsel ilişkiye girmediğini sormuş. Bunun üzerine Temel "iyi ama anneciğim o çok iyi ve çok tatlı bir kız, onu niçin düzeyim ki?" demiş.

Sık sık tekrarladığımız gibi, çocuğa olumlu bir kişi­lik eğitimi ve doğru bir cinsel eğitim verilmesi çok önem­lidir. Çocuğun penisini en önemli organı gibi görerek davranmaktan; sünnet ile ilgili şakalar nedeniyle endişeler içine girmekten; kadınları "düzülecek" varlıklar gibi gör­mekten; İnsan olmanın değil, erkek olmanın en önemli ol­duğu şeklindeki feodal-ataerkil değer yargılarından uzak bir eğitimin verilebileceğini umarım.

Hayvanlarla Sevisme (Zoofili)

Hayvanlarla Sevişme (Zoofili)

Hayvanlarla cinsel ilişki ya da latince olarak zoofili çok eski çağlardan bu yana bilinen bir olaydır. Geçmişte bazen yasaklanmış bazen de baş tacı edilmiştir. Örneğin eski Mısır'da rahibelerin kutsal saydıkları köpeklerle ilişki kurması dini bir görev olarak değerlendirilirdi. Günümüz­de din açısından ve kanunlara göre yasaklanmış bir eylem­dir. Ülkemizde, özellikle kırsal kesimde, birçok genç er­keğin ilk cinsel ilişkisinin bir eşek ile olduğu gerçektir. Bir kadın ile cinsel ilişkinin çok güç olduğu köy ortamında genç erkekler yaygın bir şekilde bu ilişkiye girerler. Adeta geleneksel bir özellik taşıyan ve gençlik çağında geçici olarak görülebilen bu davranışlar gerçek anlamda bir cin­sel davranış bozuklu Su olarak bile kabul edilmez. Ancak kişi karşı cins ile ilişki kurabileceği halde, eğer hayvanları tercih ediyorsa ortada bir cinsel davranış sorunu vardır de­nebilir.

Normal heteroseksüel ilişki kurmak yerine, eğer kişi zoofiliyi tercih ediyorsa, güçlü bir aşağılık duygusu ve kendine güvensizliğin varlığından söz edilebilir. Hetero­seksüel ilişki ve karşı cinse karşı korku, kişinin kendine olan güvensizliğinden kaynaklanır. Bu nedenle çocuğa olumlu bir cinsel eğitim verirken, kendine güven duygularının da aşılanması gereklidir. Kendine güveni belirleyen en önemli etken anne-babanın çocuğuna gösterdiği sevgi­dir. Sevildiğine inanan ve güvenen bir insan kendine güve­nir. Bu nedenle çocuğa sevgi açık ve belirgin bir şekilde gösterilmelidir. Eski kafalı bazı kişiler çocuklarını sevseler bile, sevdiklerini açık bir şekilde göstermezler. Katta şı­marmasın diye çocuğu ancak uyuduktan sonra öpenler bile vardır. Tabii ki bunlar çok yanlıştır. Kendine güvenmeyen her çocuk illa da ilerde zoofili'de ilgi duyacaktır üye bir kural yoktur. Ancak zoofıli'de en önemli etkenlerden biri kendine güvenmeme duygusudur.

Sado Mazohizm ve Cinsellik

Sado – Mazohizm ve Cinsellik

Kendisi acı çekerek veya bir başkası ya da başkaları­na acı çektirerek cinsel doyum bulma şeklindeki davranış­lara verilen isimdir. Sadizm'de kişi başkalarına acı vere­rek, mazohizm'de ise kişinin kendisi acı çekerek tatmin olur. Aslında bunlar bir madalyonun iki yüzü gibidir, bir­birlerini tamamlarlar.

Görünürde iki insanın birbirlerine zevk vermesiyle, acı çektirmesi çelişkili gibi gelirse de aslında aralarında di­yalektik bir bağ vardır. Nitekim bu konuda yapılan bilim­sel araştırmalar sevişme sırasında birçok insanın tırmalan­ma veya ısırılmaya olumlu tepki gösterdiği bulunmuştur. Saldırganlık ve savurganlık, diyalektikdeki zıtların birliği ilkesinden yola çıkarak her insanın içindeki farklı düzey­lerde vardır. Tabii ki kimi zaman biri kimi zaman da diğe­ri egemendir ve bu egemenliği belirleyen çok çeşitli etken­ler olabilir.

Sado-mazohizm temelde: egemen olma-teslim alma, özgür olma-tutsak alma, mutlak iktidar ve çaresizlik iki­lemlerini içerir. Bu bakımdan sadistin esas arzusu acı çek­tirmekten ziyade üstünlük kurmaktır. Mozohist ise suçlu­luk duygularıyla cezalandırılmak ister denebilir.

İlkçağda Anadoluda ana tanrıça Kibeleya tapınma ayinleri sırasında rahip olmak isteyen erkekler tören sıra­sında penislerini keserlerdi. Günümüzde futbol maçlarında "ölmeye, ölmeye geldik-vur gözüne görmesin karakolu, vur ağzına ifade vermesin" şeklindeki tezahüratlar insanla­rın içindeki bu saldırgan-sadistik yanı açığa vurur. Benzer şekilde kimileri aşık olunca "kölen olayım- senin için ölü­yorum" der. Hatta kimi zaman ufak bir çocuğu severken 'ay ne şeker şey insanın ısırıp yiyesi geliyor" denir. Ayrı­ca esrar, eroin kullanan kimi kişilerin de kafayı buldukları zaman jilet ile kendilerini ince ince çizerek kestikleri bili­nir. Sevişirken ufak tefek ısırma veya ısırılmalardan haz duyma şeklindeki davranışları, normal sınırlarda bir sedo-mazohizm eğilimi olarak ele alıyoruz. Diğer yandan, illa da bir kışı ve acı vererek veya çekerek cinsel doyuma ula­şabilmeyi, bir cinsel davranış sorunu olarak ele alıyoruz.

Bazı araştırıcılar sadizm ile erkeklik ve mazohizm ile de kadınlık arasında bir bağlantı olduğunu savunmuş­lardır. Bunlar, her ne kadar kadınların doğuştan ve yapılan icabı mazohist olduklarını savunsalar da ben bu düşünce­nin doğru olduğuna inanmıyorum. Günümüzde bir çok ka­dında mazohistik eğilimler daha fazla görülüyor ise, bu durum feodal-ataerkil eğitim sistemine ve erkek egemen aile düzenine bağlıdır. Dolayısıyla günümüzde bazı kadın­ların acı çekmeyi, zorluklara katlanmayı bir erdem haline getirmesi, bunu çocuklarına ve kocasına karşı kullanması yanlış eğitimin bir sonucudur.

Genel olarak sado-mazohizm de çocukluk çağındaki suçluluk ve aşağılık duygulan en önemli etkendir. Şöyle ki sadistçe davranışlar aşağılık duygusunu ve mazohistçe davranışlar da suçluluk duygusunu giderici etki yapar. Ço­cukluk çağındaki uygulanan dövme gibi bedensel cezalandırmalardaki hatalı uygulamalar en önemli etkendir. Sık sık dövülen bir çocukta, haliyle dövülme korkusu yerleşir. Böyle bir durumda Fenichel'in dediği gibi "bir kimse ken­disine yapılmasından korktuğu şeyleri başkalarına yapabi­lirse, anık korkacağı birşey kalmaz". Bir çocuğu aşağıla­mak, sık sık dövmek ve özellikle kalçalarına vurarak cezalandırmak bu bakımdan çok önemlidir. Yine bu konu­da da Fenichel "dövülme kalçalarının derisinin ve deri al­tındaki erojen bölgelerin şiddetli bir uyanmana yol açtı­ğından, çocuklan cinsel yönden uyarabilir."
Kırk yılda bir ve gerektiği bir an çocuğun poposuna atacağınız bir şaplak pek önemli değildir. Ancak dizinize yatırıp hatta kilolunu çıkartıp poposunu tokatlamak çok yanlıştır.

Toplumumuzda çocuklara genel olarak duygu bastır­ma eğitimi verirler. Özellikle olumsuz duygulan ifade ede­ceği zaman çocuklar engellenirler. Haliyle engellenen bu olumsuz duygular çocukta suçluluk duygularına neden olabilir ki bu durumun da yetişkin yaşamında çeşitli dışavurumları olabilir. Zaten de çocuklar olumsuz duygularını sözel olarak rahatça ifade edebildikleri zaman saldırganca davranışlara gerek duymazlar

Rontgencilik (Voyorizm)

Röntgencilik (Voyörizm)

Bu terimi soyunurken, tuvalet ihtiyacını giderirken veya cinsel ilişkide bulunurken insanları gözetleme davra­nışı için kullanılır. Normal cinsel ilişkiye girme isteği veya gücü olmayan kişilerin, sevişen bir çifti veya soyunan biri­ni seyrederek doyum bulması olayına röntgencilik denir. Şüphesiz ki bu olay çok yaygındır ve ılımlı düzeyde hemen bir çok yerde görülebilen nisbeten zararsız bir davranıştır. Gerçekten de karşı cinsin vücudunu veya cinsel organları­nı görmek insanı seksüel yönden uyarır. Aynı şekilde so­yunan bir kişiyi veya cinsel ilişkiyi seyretmek de kişiyi he­yecanlandırır. Bu nedenle strip-tease gösterileri, göbek dansı, erotik filmler veya pornografik yayınlar insanların çoğunun ilgi gösterdiği şeylerdir. Yani şu ya da bu şekilde röntgencilik bir çok kişiyi tahrik eden bir olaydır. Aynı teşhircilik olayında olduğu gibi, her insanda biraz röntgen­cilik vardır denilebilir. Ancak röntgencilik kişinin tek ve en önemli cinsel tatmin yolu olup, normal cinsel ilişkinin yerini alırsa o zaman bir cinsel davranış bozukluğu söz ko­nusudur.

Röntgencilik eğilimi çocukluk çağlarında çok daha açık bir şekilde görülür. Merak dürtüsü ile tuvalet kapısını gözleme olabilir. Ancak bu merak dürtüsü tatmin edilince gözetleme isteği de haliyle kaybolur. Teşhircilik ve rönt­gencilik madalyonun iki yüzü gibidir. Genellikle kastrasyon kompleksine dayanır. Ayrıca çocukluk çağında cinsel ilişkiye şahit olmanın yarattığı korku ve suçluluk duygula­rı da önemli etkenlerdir. Daha önceki bölümlerde değinil­diği gibi cinsel organlar ve cinsel ilişki hakkında verilecek doğru ve olumlu bilgilendirme ile ilerde bu gibi cinsel davranış sorunları önlenebilir.

Teşhircilik (Eksibisyonizm)

Teşhircilik (Eksibisyonizm)

Cinsel organını açık yerlerde karşıt cinse veya ço­cuklara göstererek doyum bulma şeklindeki cinsel davra­nış bozukluğudur. Parklarda pardösünün içine hiç bir şey giymeden ereksiyon halindeki penisini yalnız oturan bir genç kıza gösterir. Bunun üzerine genç kız şaşırıp korkup kaçınca kişi büyük bir heyecan ile tatmin olur. (Oysa kar­şıdaki genç bayan penisini gösteren erkeği cinsel ilişkiye davet etse büyük bir olasılıkla o erkek korkup kaçar). Yukardaki tanımlanan şekliyle bir cinsel davranış bozukluğu olarak teşhircilik genellikle erkeklere özgü 'olarak kabul edilir. Gerçekte vücudunun bazı bölümlerini teşhir etme olayı kadınlarda çok daha fazla olmasına karşın, kadınla­rın teşhirciliği cinsel ilişkiye davet veya tahrik amacında olduğu için erkeklerdekinden farklıdır. Kadın memesini bir erkeğe gösterdiği zaman amacı onu cinsel yönden tah­rik etmedir. Erkek cinsel organını gösterdiği zaman amacı kadını şaşırtarak korkutup kaçırma ve böylece tatmin ol­madır. Bu nedenle erkeklerdeki teşhircilik bir cinsel davra­nış bozukluğu olarak ele alınır.

Ortalama toplumsal değer yargılarına uygun olan bir düzeyde insanların kendisini teşhir etmesi normaldir. An­cak bu değer yargılan toplumdan topluma çok değiştiği için, bir toplumda normal kabul edilen davranış başka bir toplumda sapıklık sayılabiliyor. Bu noktada eşi Türk olan Amerikalı bir bayan arkadaşımın anlattığı bir olayı anlat­mak isterim. Bu bayanın oğlu tam Türk kültürü ile yetişti, eşi isveçli ve şu anda isveçte yaşıyor, isveç de çocuklar doğduğu andan itibaren suda yüzdürülürler. Bu yüzme se­anslarına şimdiye kadar hep annesi götürmüş. Bir defa da çocuğu anne-baba beraberce götürelim demişler. Ve eve döndüklerinde, evde karı-koca kavgası çıkmış. Kavga ne­deni şöyle: Havuzda çocuğu yüzdürdükten sonra anne-baba ve çocuk soyunma odasında beraberce duş alıyorlar. Ancak bu odada bütün anne babalar hep beraber duş alı­yorlarmış. Yani çırılçıplakmışlar. Bu duruma Türkiye’de yetişen Amerikalı bayan arkadaşımın oğlu şiddetle tepki göstererek "siz sapıksınız" diye karısına kızıyor. İsveçli olan eşi de "esas siz sapıksınız" diyor. Anlaşılacağı üzeri birçok zaman sapıklığı o toplumun ortalama değer yargıla­rı belirliyor.

Yırtmaçlı etek ile kadının bacaklarını göstermesi, te­nine sımsıkı yapışık pantolon giyerek kilotunun dantelleri­ni belli etmesi, çok açık bir mayo ile kalçasının kıvrımları­nı sergilemesi veya erkeğin gömlek düğmelerini beline kadar açarak göğsündeki kılları göstermesi, ılımlı düzeyde diyebileceğimiz normal kabul edilen teşhirciliklerdir. Amaç normal heteroseksüel ilişki olduğu i n bu tip teşhir­cilikleri, ortamına bağlı olarak genellik, normal kabul ediyoruz.
Cinsel davranış bozukluğu düzeyindeki sapıklığın nedeni, çocukluk çağındaki hatalı anne-baba ve çevre tu­tumlarıdır. Şöyle ki, bu çağlarda "göster bakayım pipini amcalara" veya "pipini keseriz haa" şeklindeki davranışlar, daha önceki bölümlerde de bahsedildiği gibi penise aşın yük yükler. Yani erkek çocuğun gözünde penisi en önemli organı olur.

Kaybetmekten en çok korktuğumuz şeyler, en çok değer verdiğimiz şeylerdir. Böylece erkek çocukların­da, hatalı anne-baba ve çevre tutumlarıyla penislerini kay­bedecekleri, penislerinin kesileceği korkusu yani kastrasyon kompleksi yetişkin yaşamda da, teşhircilik şeklinde cinsel davranış bozukluklarına yol açabilir. Zaten pardösüsünü açarak penisini gösteren bir erkek de adeta "penisim­den korkarak, beni penisimin olduğuna inandır" der. Cin­sellik ile ilgili güçsüzlük ve kuvvetsizlik duygularına sahip, kastrasyon kompleksi içindeki her erkek illa da teşhirci olacaktır denemez. Ama teşhirci olma olasalığı yük­sektir

Fetisizm ve Cinsellik

Fetişizm Nedir, Fetişizm ve Cinsellik

Kişinin cinsel ilgisinin belirli bir beden bölgesine veya bir eşyaya yöneldiği durumdur. "Fetiche" kelimesi, "büyüleyici" anlamına gelen "fetico"'dan alınmadır. Daha çok erkeklerde rastlayan fetişizmin nesneleri çorap, kilot, eldiven, saç, el, bacak, parfüm veya ayakkabı olabilir.

Bunların cinsel hoşlanımı ve tatmin olmak için kullanılışları öpme, okşama, koklama veya onlarla mastürbas­yon yapmak şeklinde olabilir. En sık kullanılan kadın kilotu ve diğer iç çamaşırlarıdır.

Bu konuda bana kendi isteği ile gelmiş genç ve yakı­şıklı bir delikanlıyı anımsarım. Bulunduğu ilçede geceleri yollarda dolaşarak, yıkanıp kuruması için asılmış kadın iç çamaşırı arıyordu. Aynı iç çamaşırını yeni olarak satın al­mak ise doyum vermiyordu. Daha sonra çaldığı, bu kullanılmış iç çamaşırlarıyla mastürbasyon yapıyordu.

Bu gibi kişilerde gülünç olma ve alay edilme korku­su çok yoğundur. Hatta birçok zaman kendilerini iktidar­sız ve güçsüz zannederek karşı cinsle cinsel ilişkiden kaçınabilirler. Bu gibi cinsel davranış sorunlarının altında genellikle çocukluk çağından kalma kastrasyon (hadımlaştırılma, penisin kesilmesi) kompleksi yatar. Tabii ki kastrasyon kompleksinin altında da hatalı anne-baba davranışları bulunur.

Daha önceki bölümlerde değinildiği gibi, aslında kastrasyon kompleksi erkeklerdeki en yaygın kompleklerden biridir. Ancak bu kompleksin ağırlığı kişilerde farklı düzeylerdedir. Ilımlı düzeyde kastrasyon kompleksine sa­hip olan bir erkek, sadece erotik kilotlardan veya kadın parfümlerinden uyanlarak cinsel ilişkiye geçer ve normal sınırlarda bir fetişizmi yaşar.
Günümüzde erotik kadın iç çamaşırlarının ilgi gör­mesi de sanırım bu yaygın ılımlı kastrasyon kompleksi ne­deniyledir. Ayrıca fetişizmin çoğunlukla erkeklerde görül­mesi de, erkeklerin egemen sınıf olmasına ve egemen olmaya-özellikle ve İsrarla- koşullandırılırken yapılan hatalı uygulamalara bağlıdır. Daha önceki bölümlerde değinildi­ği gibi sünnet olayı ve penis ile ilgili korkutmalar yetişkin yaşamında çok çeşitli cinsel sorunlara yol açabiliyor. işte bu sorunlardan biri de fetişizmdir.

Escinsel Kadinlar

Kadın Eşcinselliği ve Eşcinsel Kadınlar

Eşcinselliğin oluşumu kadınlarda ve erkeklerde fark­lı yol izledikleri için kadın eşcinselliği ayn olarak ele alın­dı. Bir başka kadınla cinsel ilişkide bulunan ve uyarılan kadına sevici (lezbiyen) denir. Lezbiyen kelimesi Lesbos (Midilli) adasında yaşamış Sappho adlı, kadınlar arası aş­ka dair şiirler yazan bir şairin anısından gelir. Toplumlar erkek eşcinselliğine oranla kadın eşcinselliğini biraz daha hoşgörü ile karşılarlar. Adeta görmezliğe, bilmezliğe geli­nir. Eşcinselliğe karşı önyargılı olanlar da dahil olmak üzere günümüzde genellikle lezbiyen ilişkilerden erkekler arası eşcinsel ilişkilerde olduğu gibi rahatsız olunmaz. Si­nemalarda oynayan birçok erotik filmde erkek eşcinsel ilişkilere kesinlikle rastlanamazken lezbiyen ilişki içeren sahnelere sık sık rastlayabilirsiniz. Bu tür sahneleri de in­sanlar genellikle rahat rahat izlerler. Kadınlar arası eşcin­sel ilişkiye karşı bu hoşgörü tebessüm nereden kaynaklan­maktadır?

Feodal toplumlardan bu yana ataerkil aile düzeni ge­çerlidir. Yani ailede ve toplumda erkek egemenliği söz ko­nusudur. Erkekler kadınları malları gibi gördükleri için onların başka bir erkekle ilişkiye (zina) girmesine karşı soyun bozulacağı, mirasın dağılacağı kaygısıyla yoğun tepkiler geliştirmişlerdir. Bu nedenle erkeğin soyunu, mi­rasını etkilemeyecek olan lezbiyen ilişkiye fazlaca tepki gösterme gereğini hissetmemişlerdir. Hatta bu konu ka­nunlarımızda da vardır. Karısını başka bir erkekle sevişir­ken yakalayan bir koca zina nedeniyle boşanabilirken, lezbiyen ilişki sırasında yakalarsa bu durum zina sayılmıyor. Kanunlarımıza göre zina olması için kadın cinsel organına erkek cinsel organının girmesi şart oluyor. Bu kara mizahı bir fıkra ile noktalamak istiyorum.

Karadenizli temel NewYork'a gitmişti. Girdiği barda güzel bir kadınla arkadaşlığa başlamıştı. Çeşitli konular­dan konuşarak uzun süre sohbet etmişler. Gece geç vakit Temel kadına ondan çok hoşlandığını, çok beğendiğini ve sevişmek istediğini söylemiş. Kadın da, Temelden çok hoşlandığını ancak Temelle sevişmesinin mümkün olamayacağını söylemiş. Temel İsrar ile bunun sebebini sormuş. Kadın bunun üzerine, "seninle sevişemem çünkü ben lezbiyenim" demiş. Lezbiyenliğin ne olduğunu bilmeyen Te­mel bunun anlamını sormuş. Kadın da "yani ben lezbiyen olduğum için kadınlarla sevişmeyi severim" demiş. Temel de bunun üzerine, "iyi o zaman hiç bir sorun yok, çünkü ben bin kere daha lezbiyenim" demiş.

Toplumlarda lezbiyen ilişkiye karşı bu "aşırı tepki olmamasına" rağmen erkek eşcinselliğine oranla lezbiyen ilişkiler daha az sayıdadır. Kinsey'in araştırmalarında ABD'de erkeklerin eşcinsel ilişki kurma oranı %50'ye varırken, kadınlarda ancak %28 lerdedir. Tabii ki Türk toplu­muna ilişkin doğru rakamları elde etmek mümkün değil. Karşı cinsle ilişkilerin çok kısıtlı olduğu yerlerde, örneğin kızlara ait yanlı okullarda ve hapishanelerde bu durumun çok yaygın olduğu kabul edilir.

Ancak lezbiyen ilişkiyi heteroseksüel ilişkiden tama­men ayrı düşünmemek gerekir. Pomeroy'un dediği gibi "bir genç kız başka bir kıza karşı cinsel istek duymuş ve onun tarafından uyarılmışsa erkek çocuklarla ilişkiye gire­mez demek değildir. Dondurmayı seven bir kız pekâlâ pastadan da hoşlanabilir". Bir kadın bir veya birkaç defa eşcinsel ilişkiye girmiş olabilir ama erkeklerle de beraberligi olmuştur. Böyle bir durumda belirleyici faktör eşcinsel ilişkilerin olup olmaması değil, karşı cinsle olan ilişkileri­ne oranıdır. Yani önemli olan kızlarla ilişkisinin olup ol­maması değil, erkeklerle ilişkisinin ne olduğudur. Aslında herkesin şu veya bu derecede gizli eşcinsel eğilimleri var­dır, ancak bu eğilim kimi zaman bilinçdışıdır, kişi farkında bile değildir, bazende değer yargılarından dolayı böyle bir şeye kalkışmaz.

Toplumumuzda bir çok kişi lezbiyen ilişkide bir ta­rafın erkek, diğer tarafın da kadın rolü oynadığını sanır. Bu genellikle böyle olsa da, aslında her ikisi de her iki ro­lü oynarlar.
Kadınlar niçin eşcinsel ilişkilere girerler? Bu soruya da erkek eşcinselliğinde verdiğim yanıtı vereceğim. Bazı kişilerde hormonal, biyolojik etkenler sorumlu olsa da ço­ğunluğunda yaşam ile ilgili eğitimsel uygulamalar sorum­ludur. Bunlar da çocukluk çağındaki hatalı çevre ve anne-baba tutumlarıdır.

Her insanın ilk sevgi nesnesi annesidir. Erkeklerin aksine olarak kız çocuğunun ilk ilişkisi kendisiyle aynı cinsten olan bir nesne yani annesi iledir. Yetişkin yaşa ge­lindiğinde karşı cins ile ilişkilerinde sorunlar çıkıp hayal kırıklığına uğradığı durumlarda bazen bu ilk eşcinsel ilişki sembolik olarak yeniden canlanabilir. Kadında babaya yö­nelik ilgi baba ile özdeşmeye dönüşebildiği gibi anneye (kadına yönelik ilgiye de gerileyebilir. Bir diğerinde de baba ile özdeşleşme sonucu, anneyi babanın sevdiği bi­çimde sevme isteği gelişir. Bu tür kadınlar genellikle er­keksi tutumlar geliştirirler. Erkeklere özgü uğraşlar seçe­rek onlarla yarışma durumlarına geçerler. Freud bunlarda penis kıskançlığının bulunduğunu ve babaları ile özdeşleş­miş bu tip kadınlar için penisli kadın anlamına gelen "fal-lik kadın" terimini kullanmıştır.

Kimi zaman da kadınlarda sıklıkla görüldüğü gibi (feodal değer yargılarının etkisiyle) bir kız çocuğu doğurmak küçültücü bir olay gibi karşılanır. Hatta bazen de çev­reden aşağılanır. (Oysa çocuğun cinsiyetini belirleyen erkekden gelen kromozomlardır) Böylece kadınlık kimliğini benimseyememiş ve kadınlığından nefret eden bir anne, kendisine kadınlığını her an anımsatan kız çocuğuna karşı bilinçdışı bir nefret geliştirebilir. Ayrıca anne evliliğinde mutsuzsa, sürekli olarak kocasını ve erkekleri kötüleyerek bu duygulan kız çocuğuna aşılayabilir. Bunun sonucunda da kız çocuğu kadınların zayıf, erkeklerin ise güçlü olduğu şeklinde bir değer yargısına kapılır. Erkeklere karşı kızgın­lık duygulan veya güçlü babasına özenerek erkek gibi davranma eğilimi geliştirebilir. Annesi gibi ikinci sınıf bir kadın olma verine "erkek gibi olma" rolünü benimseyebi­lir.
Bazı anne-babalar da kızlarını çocukluklarında çok özgür bırakırlar. 12-13 Yaşına gelinceye kadar kız çocuğu sokakta yaşın erkek arkadaşlarıyla beraber özgür bir şekilde atlar, zıplar ve oynar. Bu dönemde aile de hiç bir baskı yapmaz. Ancak 12-13 yaşlarında ilk adetini görüp meme­leri de büyümeye başlayınca aile birdenbire kızlarına karşı tutumlarını değiştirirler. Baskı uygulayarak oyun oynama­sına, sokağa çıkmasına yani özgürlüğüne engel olurlar. Böyle bir genç kız, özgürlüğüne engel olan tutucu ahlak kurallarına lanet edeceğine, sanki bütün suçlu büyümeye başlayan memeleri gibi, cinsiyetine ve dişiliğine lanet ede­bilir.

Tabii ki bu duygular içindeki kadınların hepsi de eş­cinsel olmaz. Ama uygun ortam ve koşullar içinde bir kıs­mı da eşcinsel olabilir. Bunların bir kısmı evlenir. Ancak bunlar için de kocası ile cinsel ilişkide bulunmak bir an­garya gibidir.

Anne baba olarak eğer kızınız veya oğlunuzda böyle bir eğilim hissederseniz yapacağınız en doğru davranış ona karşıt cins ile beraber olma olanağı vermenizdir. Ço­cuğunuzun eşcinsel olmasını engellemenin en pratik yolu onun karşıt cinsten arkadaşlarıyla beraberliğine engel olmamaktır.

Çocukluk çağında çocuğunuzu istediğiniz doğrultu­da eğitebilirsiniz. Cinsel açıdan normal ve sağlıklı olması önemli oranda sizin elinizdedir. Bütün yapacağınız doğru bir eğitim vermenizdir. Bir önceki bölümde de belirttiğim gibi doğru eğitim aslında daha kolaydır.

Erkek Escinselligi Uzerine Bilgiler

Eşcinsel Erkek ve Erkek Eşcinselliği Üzerine

Sıklıkla bu konudaki terimler yanlış kullanıldığı için, başlangıç olarak bu terimleri açıklamak istiyorum.

Eşcinsellik (Homoseksüalite): Aynı cinsten cinsel eş seçi­mi.
Heteroseksüalite: Karşıt cinsten cinsel eş seçimi.
Biseksüalite: Her iki cinsten de cinsel eş seçimi.
Genel hekimlik uygulamasında eşcinsellik önemli bir sorun değildir. Bu bakımdan günümüz psikiyatri bili­minde, ruhsal rahatsızlıkların sınıflandırılmasında, cinsel ilişkilerinden ve sosyal yaşamından herhangi bir sorunu olmayan bir eşcinsel, hasta olarak bile kabul edilmiyor.

Eşcinsellik tarih boyunca ve günümüzde de yaygın bir olaydır. Zaman zaman dinsel ve toplumsal baskılarla aşağılansa da, yasaklansa da bu olayın sürüp gitmesine en­gel olunamamıştır. Bu durum kimine göre önemli bir ruh­sal hastalıktır, tedavisi gerekli bir sapıklıktır. Kimine göre ise bir çeşnidir ve normal bir olaydır. Hatta bazı toplum­larda eşcinsel evliliklere bile izin verilmektedir. Ben, mu­hafazakâr bir din- ahlâk öğretmeni olmadığıma göre bu olaya tamamen bilimsel açıdan ve önyargılardan uzak bir şekilde yaklaşacağım.

İnsanların eşcinsel ilişkilere neden girdikleri konusunda ilk önce Pomeroy'un görüşlerine yer vermek istiyo­rum. "İnsanlar gerçekte tüm memeliler gibi davranırlar. Cinsel açıdan tüm memelilerin ortak bir özelliği kendi kendileri, penisleri ile oynamaları ve kendi yaygın yöntem kendi penislerini ağızlarına almalarıdır.

Diğer bir ortak özellik, tüm memeliler çiftleşmesinin penisin ileri geri itti­rilerek yapılmasıdır. Ancak hemen hemen her zaman dişi erkeğine arkasını dönmüş durumdadır. Memelilerin bütün türlerinde eşcinsel ilişkiler vardır. Kırsal kökenli olanlar ve hayvanat bahçesinde maymunları izleyenler bunu bilir­ler. Sadece biyolojik açıdan bakılırsa, bizimde birer me­meli havyan olduğumuza göre neden bütün erkek çocukla­rının eşcinsel davranışlar göstermediği merak edilir. Tabii hepsi yapmaz, zaten yapmalarını da söylemiyorum." Pomeroy gibi değerli bir bilim adamının bu konudaki görüş­lerine herhangi bir şey eklemek sanırım gereksizdir.
insanlar genellikle her şeyi normal ve anormal diye sınıflandırmak isterler. Eşcinsellik ile ilgili en önemli so­run da buradan kaynaklanır. Erkeklerin cinsel seçimleri de normal veya anormal diye sınıflandırılmak istenir. Oysa hayatta her zaman tam normaller veya tam anormaller yok­tur. Aşın uçta olanlar da vardır, ama çoğumuz beyaz ya da siyah olmaktan daha çok griyiz. Bu bakımdan, bir ya da bir kaç eşcinsel ilişkisi oldu diye bir erkeğin artık kadınlarla il­gilenmeyeceği veya ilgilenmemesi gerektiği diye bir kural yoktur. Ancak hiç eşcinsel ilişkisi olmamış ve diğer erkek­lere karşı ilgi duymamış erkekler olduğu gibi, sadece eş­cinsel ilişkiye giren ve kadınlardan cinsel olarak uyarılma-yan, onlara hiç dokunmamış erkekler de vardır. ilkine heterokseksüel, diğerine de eşcinsel denir. Ancak işler her zaman bu kadar basit değildir. Hem erkek, hem de kadınlar tarafından uyanlabilen ve her ikisi ile de ilişki kurabilen veya kurabilecek olan çok kişi vardır. Böyle bir durumda kimin eşcinsel, kimin ise heteroseksüel olduğunu söyle­mek zordur. Sanırım bu gibi ve başka bir çok bakımdan in­sanları değerlendirirken esnek davranmak en doğrusudur.

Ergenlik döneminde bir erkek çok çekingen ve utan­gaç olduğu için kızlara yaklaşamaz. Bazıları ise kızlarla aralarında geçen gururlarını örseleyici olaylar nedeniyle kızlara karşı öfke ve düşmanlık duyarlar. Daha bir çok ne­denlerle erkek çocuklan kızlarla beraber olmakta zorlandı­ğı halde kendi yaşıtı erkeklerle kolaylıkla beraberlikler ku­rabilir. Erkek arkadaşlarıyla evde yalnız kalmasına kimse itiraz* etmez, hatta aynı yatakta bile yatabilirler. Ve bu gibi beraberlikler sırasında eşcinsel ilişkiler de olabilir. Bu ol­dukça kolaydır ve zevk de alırlar. Ancak bu davranışların çok ciddi tehlikeleri vardır. Toplum tarafından bu davranış genellikle sapıklık şeklinde ele alındığı için, yakalanırsa ağır bir şekilde cezalandırılma olasılığı vardır. Yine aynı, nedenden dolayı çocukluk veya ergenlik döneminde dene­diği bir eşcinsel ilişki yüzünden suçluluk kompleksine ka­pılarak ilerde ruhsal rahatsızlıklara girebilir. Bu ilişkinin diğer bir tehlikesi de, bu işten çok zevk alıp kendini buna kaptırması ve karşı cinsle ilişki kurmayı tamamen bırak­masıdır.

Eşcinsellik bazı biyolojik (hormonal, genetik) bo­zukluklara bağlı doğuştan mı gelmektedir? Veya anne-babanın (çevrenin) erkek çocuğuna karşı davranışlarına, eğitimsel uygulamalarına bağlı olarak mı meydana gel­mektedir. Bu sorulara mevcut bilimsel veriler kesinlik taşı­yan bir yargıda bulunmamızı engelliyor. Genel kanı, bazı eşcinsellerde biyolojik etkenlerin sorumlu olabileceği yö­nündedir. Ancak eşcinsellerin çoğunluğunda yaşam ile il­gili, hatalı anne-baba-çevre davranışları esas belirleyici et­mendir.

Çevremizde bazen "anne kuzusu" diye isimlendiri­len, annelerinin dizinin dibinden ayrılmayan "hanım, ha­nımcık" erkek çocuklarını biliriz. Annenin oğlunu sürekli kanatlan altına alması ve girişimciliğini, bağımsızlığını engellemesi sonucu, bazılarının zannettiği gibi kesinlikle eşcinsel olacaktır denilemez. Bağımlı ve çekingen bir er­kek olabilir, ancak eşcinsel olma olasılığı da güçlüdür. Ayrıca boşanma veya ölüm nedeniyle babanın olmadığı bir aile ortamında, anne ve ablalar tarafından yetiştirilen er­kek çocuğunun da, kendisine örnek alacağı yetişkin bir er­keğin bulunmaması sonucu, kadınsı davranışlara ilgi duyarak eşcinsel olması da olasıdır.

Bir de gizli eşcinsellik diye adlandırılan bir durum vardır. Kişinin eşcinsel ilgisi vardır, ancak çeşitli neden­lerden dolayı bu yönünü bastırmakta ve kendisini engelle­mektedir. Bilinçdışı olarak eşcinsel eğilimi vardır ve far­kında olmadan başka erkekler tarafından uyarılır. "illa da olacak" denilmemekle birlikte bu gibi kişilerde kadınımsı davranışlar, konuşmalar ve eğilimler; bazen de tam tersine aşın abartılmış erkeksi davranışlar olabilir. Aslında bu giz­li eşcinsellik çok yaygındır. "Başkalarını tembellikle suç­layanın çalışkanlığından, ahlaksızlıkla suçlayanın ahlakın­dan şüphe edeceksin" diye klasik bir deyiş vardır, işte bu deyişi göz önünde bulundurarak, toplumumuzda en yaygın küfürlerin eşcinsellik ile ilgili olduğunu görüyorum. Stad­yumlarda binlerce kişinin hakemlere nasıl ve ne diyerek bağırdığını anımsayın. Yani toplumumuzdaki gizli eşcin­sellik üzerine bir soru işareti koymak sanırım iyi olur. Bu konuda iki fıkra anlatmak istiyorum.

Kapı çalınınca iri yan bir adam kapıyı açmış. Karşı­sında elinde anket defteri ile bir genç kız, "eşcinsellik üze­rine bir anket yapıyorum, fikrinizi öğrenebilir miyim" de­miş. İri yan adam kaşlarını çatmış ve, "ben öyle şeylerden anlamam bacım, bizim hanımı çağırayım da,'o konuşsun" demiş ve içeri seslenmiş, "ismaiiiil".

O zamana kadar hiç eşcinsel ilişkisi olmamış bir yaş­lı efe, çok merak ettiği için genç efeden kendisini yapma­sını istemiş. Genç efe de saygısından dolayı korkmasına rağmen mecbur kaldığı için yaşlı efeye karşı aktif eşcinsel ilişkiye geçmiş, ilişki sırasında yaşlı efenin gözlerinden yaşlar akmaya başlamış. Bunun üzerine genç efe endişe ederek, "efem canını mı acıttım?" diye sormuş. Yaşlı efe de, "yok yok ona ağlamıyorum. Şimdiye kadar niye denememişim diye ağlıyorum" demiş.

Kadınların bulunmadığı bazı koşullarda, örneğin ha­piste veya denizde (denizcilerin meşhur fıçı nöbeti esprileri), başka koşullarda normal kalabilecek erkekler de eş­cinsel ilişkilere girebilirler. Buna geçici eşcinsellik denir. Fenichel bu konuda "gizli olarak her erkek bu tip eş seçi­mine yeteneklidir. Ancak eğer kadın bulunamıyorsa ikinci seçimi erkekler olur" diyor. Yine bu konuda Fenichel, "bir kimse için dişi ve erkek cinsel organlan arasındaki fark olağadışı bir önem kazandığında ve bu kimsenin diğer in­sanlarla ilişkisi her yönüyle bu insanların cinsiyetine bağlı olduğunda, bu kişi güçlü bir kastrasyon kompleksinin al­tında demektir" diyor. Bu yorumlamadan yola çıkarak "günümüz toplumunda erkeklerin çoğunda kastrasyon kompleksi bulunuyordur" dersem, umarım hata yapmış ol­mam.

Hemen bütün anne-babalar oğullarının heteroseksüel olmasını arzu ederler. Ancak bir çok zaman farkında ol­madan yapılan bazı anne-baba davranışları erkek çocuğu­nun eşcinselliği benimsemesine neden olmaktadır. Daha Önce, "cinsel kimliğin benimsenmesi" bölümünde bahsetti­ğim gibi, çocuklar 3-6 yaşlar arasında Oedipal dönem de­nen bir aşamadan geçerler. Sağlıklı ve dengeli bir anne-babanın oğlu, onların sağladığı destek ve önderlik sayesin­de kişiliğini geliştirir ve Oedipal dönemi normal bir şekil­de aşarak yetişkin döneme ulaşır. Sağlıksız, dengesiz ve ruhsal sorunları olan bir anne-babanın oğlu ise Oedipal dö­nemi olumlu bir şekilde aşamaz. Bu dönemdeki olumsuz­luklar ise yetişkin yaşamında izler bırakır, işte birçok eş­cinselliğin kökeninde de bu dönemin olumsuzlukları yatar. Bu olumsuz anne-baba tutumlarını E. Geçtan şöyle demiştir.

"Kendisi doyum bulamamış anne ya da baba, bu ba­ğımlılık gereksinimlerinden ötürü, kendisine bağımlı bir diğer insanın varlığına katlanamaz, çocuğuna itici, redde­dici tutumlar geliştirir. Bozuk insan ilişkilerinden kaynaklanan yalnızlığını, çocuğunu kendisine bağımlı bırakarak gidermeye çalışır. Anne özellikle kocası ile ilişkilerinde doyumsuz ise, bilincinde olmadığı bazı davranışları ile ço­cuğuna karşı baştan çıkarıcı tutumlar geliştirebilir. Bu tu­tumlar çocuğun hayranlığını kazanma çabalarından, gös­termeciliğe değin türlü biçimlerde ortaya çıkabilir. Kimi anne karşı cinse karşı geliştirmiş olduğu kızgınlık ya da imrenme duygulan nedeniyle, çocuğunu hadımlaştırıcı tu­tumlar geliştirebilir. Öte yandan egemen bir annenin varlı­ğı karşısında silik ve bağımlı kalan bir baba, erkek çocu­ğuna gerekli özdeşim imgesini sağlayamaz. Katı, sert ve cezalandırıcı bir baba ise çocukta hadımlaştırılma karmaşasının pekiştirilmesine yol açar. Bazı anneler, babayı ço­cuğa karşı kıskanarak bu duygunun daha da yoğunlaşması­na neden olurlar".

Bu bölümde erkek cinselliği ile ilgili genel görüşleri­mi ve buna neden olan etkenleri anlatmaya çalıştım. Ko­nunun başında değindiğim gibi, ön yargılarımdan ne derece sıyrılabildiğime siz okurlar karar vereceksiniz. Tabii ki bü­tün bu genel bilgilerden sonra da, nasıl bir yol izleyeceği­nize yine siz karar vereceksiniz.

Ben; birçok zaman bir şeyin yanlışını yapmanın doğrusunu yapmaktan daha zor olduğuna inanıyorum. Çocukların cinsel eğitim için de bu inanışın doğru olduğunu sanıyorum. Umarım aynı şekilde düşünüyoruzdur.

Sunnet Nedir

Sünnet Nedir, Sünnet ve Cinsel Yaşam

Sünnet, penisin ucunda başını örten derinin kesilme­si işlemidir. Musevi ve Müslümanlarda dini inanışlar nedeniyle zorunlu bir uygulamadır. Ancak bu kitapta olayın dinsel yönü ele alınmayacaktır. Bir psikiyatrist olmanın ötesinde, bir doktor olarak sünnete taraftarım. Bilimsel araştırmalar penis ile ilgili hastalıkların, sünnetsizlerce sünnetlilere oranla daha fazla olduğunu göstermiştir. Yani kişilerin sünnet olması beden sağlığı yönünden olumludur. Ancak ben burada işin bedensel yönünden çok ruhsal yö­nünü vurgulamak istiyorum.
Sünnet hangi yaşlarda olmalıdır? Veya hangi yaşlar­da olması daha uygundur? Doğduktan sonra ağrı duygusu­nun en az olduğu ilk 15 gün en uygunudur. Daha sonra ki ilk altı ay içinde de olabilir. Bu şekilde çocuk sünnet ola­yının ruhsal travmasını yani korkusunu yaşamamış olur. Gerçekte de sünnet olayında en önemli sorun bu ruhsal korkudur. Özellikle sosyo-kültürel bakımdan geri ailelerde sünnet ile ilgili çocukları korkutma olayı yaygın bir şekil­de yapılan çok hatalı bir uygulamadır. Büyüklerin şaka şeklinde söylediği, "yaramazlık yaparsan pipini keseriz, bak sonra sünnet ederiz" sözleri çocukları tahmin edebile­ceğimizden çok fazla etkiler, ileri yaşlarda bazı iktidarsızlık durumlarına veya ruhsal rahatsızlıklara yol açabilir. Veya tam tersine olarak" sünnet olduktan sonra "hadi be­nim aslan oğlum, göster bakayım pipini" şeklinde konuş­malar da zararlıdır. O zaman da erkeğin penisini aşın önemsemesine ve penisi yüzünden aşın gururlanmasına yol açar. Oysa penis ne utanılıp saklanılacak, ne de aşın önemsenip gururlanılacak bir organdır. Unutmayalım ki penis de sadece bir organdır.

Sünnetin 4-6 ve hatta 3-7 yaşlar arasında olmasına ruh sağlığı yönünden karşıyım. Daha önce de değindiğim gibi çocuk bu dönemde "Oedipal dönem" dediğimiz bir dönem yaşar. Yani erkek çocuk annesine aşıktır, oysa an­nesinin sevgilisi babasıdır. işte bu dönemde, annesinin sevgisini kazanabilmek için babası gibi olmaya çalışırken adına "kastrasyon kompleksi" (penisin kesilmesi korkusu) dediğimiz bilinçdışı bir süreç yaşar. Yani annesine karşı olan sevgisinden dolayı babasının kendisine kızacağı ve penisini keserek cezalandıracağı korkusunu yaşar. Tabii ki bu korku bilinç dışı bir korkudur. Bu dönemlerde ortaya çıkabilen at, köpek veya öcü korkularının altında bir çok zaman bu kompleks yatar. işte bu dönemde sünnet olayı veya sünnet ile ilgili herhangi bir şaka bilinçdışı olan kast­rasyon kompleksini uyarabilir. Çocuk kendisini "cezalandırıldım" şeklinde algılayabilir ve haliyle ruhsal rahatsızlıklar geliştirebilir. Psikiyatri biliminde ruhsal rahatsızlık belirtisiyle buna neden olan olay arasında, matematiksel bir bağlantı kurmak pek kolay değildir. Ancak meslek ha­yatımda iktidarsızlık nedeniyle gördüğüm bir çok genç er­keğin bu döneme ilişkin sorunlarının olduğundan daima kuşku duymuşumdur.

Son olarak sünnet, 7-8 yaş ve sonrasında da olabilir. Özellikle geleneklere bağlı ailelere bu yaşlardan sonrası önerilir. Nedense sünnetlerde eğlenceli bir tören yapmak adet haline gelmiştir. Birçok kişi oğluna "artık sünnet olup erkek olacaksın" der. Penisin ucundaki deri parçası­nın kesilmesi basit bir tıbbi operasyondur. Ben de, oldum olası merak ederim; acaba bir erkek bu deri parçası kesil­di diye nasıl erkek olur? ilkel, feodal toplumlardan kalma adet ve inanışlar ne yazık ki yirminci yüzyılda bile hâlâ ta­raftar bulabiliyor. Eğer 7-8 yaş ve sonrasında bu operas­yon yapılacaksa, bu taktirde de çocuğa yapılacak işlem tekrar tekrar çok detaylı bir şekilde anlatılmalıdır. Çocuk olayı çok iyi bir şekilde anlamalıdır. Operasyon kesinlikle bir uzman tarafından yapılmalıdır, (çocuk cerrahı veya ürolog)

Bir de şöyle bir olasılık var, eğer 9-10 yaşındaki oğ­lunuz sünnet olmak istemez ise ne yapacağız. Zor mu kul­lanacağız, "peki istemiyorsan olma"mı diyeceğiz. Gerçek­ten güç bir soru. İnsan haklan ve ruh sağlığı yönünden zor kullanmak çok sakıncalıdır. İsterseniz ikna etmeğe veya kandırmaya çalışabilirsiniz, ama eğer başaramıyorsanız, sanırım en doğrusu çocuğun sünnet olmama özgürlüğüne saygı göstermektir.

Ejekulasyon Nedir (Dol Gelmesi)

Penis ve İlk Ejekülasyon (Döl Gelmesi) Üzerine

Tarih boyunca çeşitli toplumlarda, hatalı bir şekilde erkeğin penisinin boyu ile gücü ve kuvveti eşdeğer bir şe­kilde anılırdı. Adeta bir erkeğin ne kadar güçlü bir erkek olduğu, sanki penisinin boyuna bağlıymış gibi ele alınırdı. Bu tür inanışların saçma olduğunu belirtmeye bile gerek olduğunu sanmıyorum. Nasıl ki bir insanın burnu veya ku­lağı o insanın gücünün veya kuvvetinin sembolü değilse, aynı şekilde penis de bir insanın gücünün sembolü olamaz. Diğer organları gibi o insanın sadece bir organıdır. Tarihte ataerkil aile düzeninin yani erkek egemenliğinin söz konu­su olduğu toplumlarda penisin rolü abartılmıştır. Hâlâ da feodal değer yargılarının etkili olduğu kişilerde yukarda eleştirdiğim saçma inanışlar geçerlidir.

Ancak bu karikatürdeki gibi köhnemiş değer yargıla­rına hâlâ inananlar bulunsa da, zamanla kaybolacağına inanıyorum.

Penislerinin boyu küçük diye ruhsal bunalıma giren bir çok yetişkin erkek tanırım. Ne yazık ki penislerinin bo­yu bir çok erkek için hâlâ önemli bir sorun olmaya devam ediyor. "Acaba penisim yeteri kadar büyük mü?" veya "ya penisim küçükse?" düşünceleri gençlik çağlarında yaygın­dır. Bu yüzden yaşamı kendisine zehir eden ve ciddi ola­rak aşağılık kompleksine kapılan bir çok erkek vardır. Ga­zetelerin okuyucu mektubu köşelerinde bu tipten korkula­rın ifade edildiği yazılara rastlayabilirsiniz. Oysa bu gün bilimsel olarak kabul edilen bir gerçek var. Önemli olan bir penisinin boyu veya çapı değil, iş görmesidir. Ortala­ma olarak yetişkin bir erkeğin penisi 11-12 cm'den, 26-27 cm'.ye kadar değişebilir. Ancak bir erkeğin penisi 30 cm de olsa, 12 cm 'de olsa farketmez. Çünkü ortalama bir vajen 8-9 cm olduğuna göre penisin ancak bu kadarı vajene gire­bilir. Durum böyle olunca bir erkeğin, penisi 12 cm diye üzülmesinin veya 32 cm diye gururlanmasının ne kadar saçma olduğunu tahmin edebilirsiniz. Ne yazık ki bu ko­nuda genç erkekler çok bilgisizdir. 11-14 yaşlan arasında bazen 3-4 erkeğin topluca bir arada mastürbasyon yapması olabilir. Bazen de 15 yaşında birinin 11 yaşında 3 çocuğa göstererek mastürbasyon yapabilir. Tabii ki bu uygulama­lar sırasında erkek çocuklar birbirlerinin penislerini kıyas­larlar. Aslında bu kıyaslama ileri yaşlarda da devam eder. Umumi tuvaletlerde erkeklerin birbirlerinin penislerine ka­çamak bakış atmaları pek seyrek değildir.

11-16 Yaşlar arasında, gerek mastürbasyon sonucu gerekse gece rüya sırasında erkek çocuklarının penislerin­de döl gelebilir. Bu durum ergenliğe geçişin bir ön belirti­sidir. Bazı erkek çocuklarında erken, bazılarında ise geç olur. Bu konuda çocuklar genellikle birbirleriyle iletişim içindedirler. "Benimki geldi, seninki de geliyormu?" şek­linde konuşurlar. Bazen yukarıda bahsettiğim grup uygulamaları sayesinde de olabilen bir şekilde çocuklar birbirle­rinin penislerini ve kiminki gelmiş, kiminki gecikmiş diye adeta birbirlerini izlerler, ilk ejekülasyonu gecikenler ve penisi biraz ufak olanlar eziklik içine girebilirler. Bu gibi durumları ailenin yakından takip etmesi ve gerekli bilgileri ergenlikten önce vermesi gereklidir.

Oğlunuzla olan tüm eğitim ilişkilerinizde ve özellik­le cinsel eğitimde penisin üzerinde fazla durmamak gerek­lidir. Yani penisin üzerinde çok durularak önemsenmesi yanlıştır. Erkeğin penisini bir fazlalık ve üstünlük gibi gör­memesinin eğitimi çocuklukta verilir. Yani çocukluğunda alacağı bu eğitim sayesinde kadın erkek eşitliğine inanan bir kafa yapısına kavuşabilir.

Son olarak değinmek istediğim bir nokta da, bazen hipoplazik penis dediğimiz gerçekten de normale oranla küçük olan penis olabilir. Henüz ilkokul çağındayken böy­le bir durumu farkederseniz veya kuşkulanırsanız bir üro­loji veya endokrinoloji uzmanına danışmanızı öneririm. Ancak böyle bir durumda da uyarmak isterim, lütfen çok dikkatli olun. Bu girişimler sırasında çocuğunuzun penis ile ilgili korkulara kapılmamasına dikkat edin. Erken teş­his edilen bu gibi durumların tedavisi mümkündür.

Menstruasyon Nedir (Adet Gorme)

Menstruasyon Nedir (Kızlarda ve Kadınlarda Adet Görme)

Kızların 11-15 yaşlarından başlayarak 25-40 yıl süre ile her ay vajenlerinden (cinsel organı) 3 ila7 gün süren kan gelmesi olayına menstruasyon denir. Bir kadının tüm yaşamı boyunca yaklaşık 400 adet yumurta, yumurtalıkla­rında olgunlaşır. Her ay bir tanesi olgunlaşan bu yumurta­lar eğer erkek spermiyle döllenirse hamilelik meydana ge­lir. Eğer döllenme olmazsa, yaklaşık 28 günde bir adet kanaması, aybaşı kanaması veya menstruasyon dediğimiz bu olay sırasında bir miktar kan ile beraber bu yumurta vü­cuttan atılır.

Bir genç kızın yaşamındaki çok önemli olaylardan birisi menstruasyon, tamamen fizyolojik, doğal ve normal bir olaydır. Bu durum kızın çocukluktan çıkıp genç kızlığa girişinin müjdecisidir. Bu olay olmadan çok önce kız ço­cuğuna bilgi vermelidir. Bu olayın nefes almak, dışkılamak veya işemek gibi normal bir vücut işlevi olduğu anla­tılmalıdır. Bu dönemde verilen bilgiler genç kızın ilerdeki değer yargılarını belirleyecektir. Başlangıç olarak şunu unutmamak gereklidir ki, adet görmek pislenmek, kirlen­mek, ayıp, utanılacak ve gizlenilip, saklanılacak bir olay değildir. Adet verme konusunda gerekli olan doğru bilgi­nin verilmediği için ilk adetini saklayan ve büyük sıkıntı­lar içine düşen çok kişi gördüm. Olayı kesinlikle abartma­dan ama küçümsemeden de çocuğa olduğu gibi anlatmalı­dır. Gerçekten de olay ne abartılacak, ne de küçümsenecek bir şeydir. Baştan da belirttiğim gibi olay doğal ve normal bir olaydır. Dolayısıyla tiksinilecek bir yanı da yoktur.

Adet görme başlangıçta düzensiz olur. ilk ve ikinci adet arasında bazen aylar geçebilir, bu da normaldir. Ka­namanın süresi üç ile yedi gün arasında değişebilir demiştim, ancak her zaman da aynı sürede olmayabilir. Kan ile beraber biraz mukoza (sümüksü vücut dokusu) parçaları da gelebilir. Bazıları da çok fazla kan kaybedildiğinden endişe ederler. Buna da gerek yoktur, çünkü bir adette or­talama 30 ile 100 gm arasında kan kaybedilir. Bu kadar kaybedilen kan miktarının da insan sağlığında pek önemi yoktur. Adet gören bir kişi daha önce alışık olduğu her şe­yi yine yapabilir. Belki ilk gün çok fazla spor yapılmaya-bilir ama duş veya banyo yapmamak, saçını yıkamamak batıl inançlardandır. Adet sırasında kişisel temizliğe ve ba­kıma dikkat ederse kimsenin pis kokacağı için endişe et­mesine gerek yoktur.

Bu konuda öylesine bir bilgi vermeliyiz ki, kızımız adet gördüğünde mutlulukla "artık genç kız oldum" diye sevinebilmelidir. Ne yazık ki feodal değer yargılarının söz konusu olduğu bazı yerlerde, bir kız ilk adetini gördüğün­de annesi tarafından tokatlanarak ilkel bir gelenek uygu­lanmaktadır. Bu konuda Dr. Erdal Atabek "niçin sünnet olayı erkeklerin erkekliğe geçişi gibi kutlanıyor da, kızla­rın ilk adeti kutlanmıyor" diyor. Bu konuda ben de kesinlikle Dr. Erdal Atabek ile aynı şekilde düşünüyorum Bu konuda bilgi verme işi adeta annenin klasik bir görevi gibi görülür. Oysa ben aynı şekilde düşünmüyorum. Hem ne­den bu iş sadece annenin görevi olsun. Bence bu konuda kız çocuğunu bilgilendirmek hem annenin, hem de baba­nın görevidir. Eğer ki bilgiyi anne verdiyse baba da bir kaç söz söylemelidir. Ancak bu konuda kendinizdeki tabuları yıkamıyorsanız, ki bir çok baba bu satırları okuduktan sonra bana hak verse bile çekinebilir, o zaman ilk adetini gördüğünde kızınıza hiç olmazsa "duydum ki genç kız ol­muşsun, kutlarım" diyebilirsiniz.

Tabii ki bu konuda erkek çocuklarının da bilgi sahibi olması gereklidir. Oğlunuzun ilerde kız arkadaşının veya eşinin yanında bilgisiz ve cahil bir duruma düşmesini iste­miyorsanız, istek geldiğinde veya ergenliğin başında ona da bilgi vermelisiniz.

Masturbasyon Nedir (Cinsel Tatmin)

Mastürbasyon Nedir (Kendi Kendine Cinsel Tatmin)

1 Yaşından 101 yaşına kadar, her yaşta, her zaman yapılabilen en yaygın cinsel etkinlik, mastürbasyondur. Kinsey'in ABDde yaptığı araştırmada erkeklerin %90'ı, kadınların ise %60'ı yaşamlarında bir veya birçok kez mastürbasyon yaptığı anlaşılmıştır. Türkiye'de yapılan araştırmalarda bu oran belki biraz daha düşük çıkabilir. Ancak benim kişisel kuşkum bu oranın ülkemizde de çok yüksek olduğu şeklindedir. Çocuklardaki mastürbasyon konusunu işlemeden önce, genel olarak bu konu hakkında aydınlatıcı bilgi vermek istiyorum.

Tıp bilimi açısından, yirminci yüzyılın başına kadar mastürbasyonun çok zararlı olduğuna, insanları zayıf dü­şürterek bir çok bedensel ve ruhsal hastalıklara sebep ol­duğuna, iktidarsızlığa, bunamaya ve delirmeye yol açabi­leceği savunulurdu. Günümüzde artık hiç bir doktor bu saçma düşüncelere inanmaz. Ama halk arasında hâlâ bu saçmalıklara inananlar olabilir.

Müslümanlık da dahil bir çok dine göre mastürbas­yon yasaktır. Bu konuda Kuran-ı Kerim'de bir ayet olma­masına karşın, herhalde hadislerden yola çıkarak yasaklan­mıştır. Ancak bu yasakların yol açtığı suçluluk duygularıyla, mastürbasyon yaptığı için bunalıma düşen bir çok genç'e hatta îmam Hatip öğrencilerine rastladım. Hristiyanlıkta da "cinsellik üreme içindir" anlayışından dolayı mastürbasyon yasaktır. Ancak bütün bu yasaklamalara karşın mastürbasyon yine de dünyada en yaygın cinsel et­kinliktir.

Bir çok toplumda toplum kuralları kişilerin cinsel is­teğini karşı cins ile beraber tatmin etme olanağı vermez. Eğer kişi evliyse veya bir sevgilisi varsa haliyle pek soru­nu olmaz. Fakat kişi 14-15 yaşlarında bir genç ise, eşi as­kerde veya iş gezisındeyse, yatılı okuldaysa ve bir sevgili­si de yoksa, ve de cinsel isteği kabardı ise ne yapsın? "Kır boynunu, otur oturduğun yerde, evleninceye veya eşine kavuşuncaya kadar bekle" diyenler de olabilir. Ama bu in­san psikolojisinin gerçeklerini görmemek demektir.
Her insanın yemek gibi, içmek gibi cinsel isteği de vardır. Cinsel istek de insan olmaktan kaynaklanan, insan­ca bir istektir. Sonuç olarak böylesi benzer durumlarda bir insanın mastürbasyon yapması tamamen normaldir. Cinsel isteğin yarattığı gerilimden kurtulmayı sağlayacak. sağlıklı bir yoldur. Tabii ki illa da yapılması zorunludur demek is­temiyorum. Eğer kişi,cinsel geriliminden başka yollarla, örneğin spor yaparak arınabiliyorsa bu da normaldir.

Genel olarak mastürbasyonun lehine olan görüşler söyledir;
Heyecan verici ve zevkli birşeydir. Yapması çok ko­laydır. Gerginliği ortadan kaldırır. Hayal kurmayı sağladı­ğı için cinsel yaşamı zenginleştirir. Ne kadar sık yapılırsa yapılsın eski görüşlerin tersine hiç bir fiziksel zararı yok­tur. Bulaşıcı hastalık tehlikesi de bulunmuyor. Hatta bu nedenle, AİDS hastalığından sonra türetilen bir espiri ola­rak da "en emin seks, elle yapılan seks" sözcüğü yaygın­laşmıştır.

Genel olarak mastürbasyonun olumsuzluğuna ilişkin görüşler de şöyledir: Kişi bu cinsel etkinliğe kendini çok Fazla kaptırırsa, yani tek cinsel etkinlik haline gelirse, diğer cinsel faaliyetlere zaman bulamaz, gerek duymaz ve de başkalarıyla ilişkiye geçmeyebilir. Toplumun bazı ke­simlerinde yasak olduğu için kişide suçluluk kompleksine ve ruhsal sorunlara neden olabilir. Mastürbasyon sırasında bir alet kullanıyorsa ve bu alet de mikroplu ise enfeksiyon kapıp rahatsızlanabilir.
Mastürbasyonun olumlu ve olumsuzluklarıyla yapı­lış şekline ve sonuçlarına ilişkin daha çok şey söylenebilir. Ancak bu kitabın tek amacının bu olmadığı için konuyu burada noktalayacağım. Çocuklardaki mastürbasyon konu­suna girmeden önce genel olarak bu kadar bilgi sanırım yeterlidir.

Çocuklarda 1-2 yaşlarından itibaren her yaşta mas­türbasyona rastlanabiliyor. Meslek hayatımda, divanın üzerinde yüzüstü sürtünerek zevk içinde kendinden geçen erkek çocuklarına veya önünü koltuğun kenarına bastıra­rak orgazm olan kız çocuklarına çok rastladım. Bu gibi du­rumlarda ailelerin sıklıkla çok telaşlandığını gördüm. Oysa kesinlikle telaşlanmamak gereklidir. Bir defa şunu unut­mayalım ki, çocuk mastürbasyon yaptı diye ne seks buda­lası, ne cinsel sapık, ne ruh hastası ne de kemik veremi ol­maz. Yani tehlikeli, korkulacak bir durum söz konusu değildir. Ancak bu cümleyi okuduktan sonra, "iyi madem öyle, her şey yolundaymış" diye de düşünmenizi istemem. Bence bu yaşlarda bir "çocukta mastürbasyon ortaya çıkı­yorsa, genellikle çözümlenmesi gereken bir sorun vardır. Yani aslında mastürbasyon esas sorun değil de soruna bağ­lı bir sonuçtur. İlkönce organik bir sorun, yani bedensel bir hastalığın olup olmadığı araştırılmalıdır. Bazen cinsel böl­gedeki bir enfeksiyon veya kıl kurdu gibi bir rahatsızlık da mastürbasyona yol açabilir. Ancak sıklıkla sorun psikolo­jik kökenlidir. Bu durumda ailenin esas soruna eğilmeden, tek başına mastürbasyonu engellemeye çalışması doğru değildir. Eğer soruna eğilmeden sadece mastürbasyonu en­gellemeye çalışırsanız iki olasılık söz konusudur. Birinci olasılık, çocuk bu işi gizlice sürdürmeye devam eder. İkin­ci olasılık ise, çocuk mastürbasyon yapamaz, suçluluk duygularına kapılır ve altta yatan sorunun da etkisiyle ço­ğunlukla ortaya başka bir davranış bozukluğu çıkartabilir. Örneğin kekemelik veya gece işemesi olabilir. Tekrar vur­gulamakta yarar var, esas yapılması gereken alta yatan so­runa eğilmektir. Bu sorun kardeş kıskançlığı, ailenin ilgi ve sevgi yetersizliği veya benzeri bir sorun olabilir. Bu arada, yani altta yatan esas soruna eğilirken çocuğa çaktır­madan dikkati dağıtılabilir. Ustaca yapılırsa bu taktik işe yarayabilir.

Bazen de yumuşak bir yaklaşım dışında hiç bir şey yapmasanız bile, mastürbasyon kendi kendine kaybolabi­lir. Yani ergenlik öncesi dönemde mastürbasyon ortaya çı­kıyorsa kesinlikle ilgilenmek gereklidir. Bu konuda bir uz mana danışmak yararlıdır.
Çocuğunuz 11-14 yaşlarında, ön ergenlik döneminde tekrar mastürbasyona başlayabilir. Daha önce de bahsetti­ğimiz gibi ergenlik çağında bu normal bir cinsel etkinlik­tir.

İlkokul Donemi Cocuklarin Cinsel Egitimi

İlkokul Çağında Cinsel Eğitim, Çocukların Cinsel Eğitimi

Psikoanalitik yönelimli araştırıcılar bu döneme dur­gunluk dönemi derlerse de, gerçek anlamda bir durgunluk söz konusu değildir. Sadece çocuklar akılca biraz daha ge­liştikleri ve olgunlaştıkları için cinsellik ile ilgili davranış­ları daha kontrollü ve dikkatlidir. Tabii ki bunu "artık ilgi­lenmiyor" diye yorumlamamak gereklidir. Sözlükleri ve ansiklopedileri karıştırarak merak ettiklerini öğrenirler. Küçükken iyi ve kötünün anlamı anne-babanın tepkisine bağlıdır. Yani onların hoşuna giden iyi gitmeyen ise kötü­dür. Oysa çocuk büyüdükçe ahlâk ve vicdan görüşü, anne-babasının, öğretmeninin, arkadaşlarının ve tüm çevresinin etkisi ile şekillenir. Artık çıplak dolaşmaktan rahatsız ola­bilir. 5 Yaşındayken çırılçıplak veya minik bir kilot ile de­nize girebilen kız çocuğu, her ne kadar memeleri olmasa da 7 yaşında bikini üstünü giymek isteyebilir. Kız çocuğu babasının, erkek çocuğu da annesinin yanında çıplaklıktan kaçınabilir. Çocukların böylesi tavırlarına saygı gösteril­melidir.

Bu dönemde kızlar daha feminen (kadınımsı), erkek­ler ise daha maskülen (erkeğimsi) özellikler kazanmıştır. Her cins de Ötekine benzetilmekten, karıştırılarak yanlış­lıklar yapılmasından hoşlanmazlar. Kızlara "sen kız değil­sin", erkeklere de "sen erkek değilsin" deyince çok tepki gösterirler. Bu dönemde cinsel kimlikleri henüz pek kuvvetli olmadığı için kızlar kızlıklarına, erkekler de erkeklik­lerine sıkı sıkıya sarılırlar. Dolayısıyla ilkokul çağında kız­lar kızlarla, erkekler de erkeklerle oynamaya eğilimlidir­ler. Hatta okulda aynı sıraya bile oturmak istemezler. Kız­ların gözünde erkekler "kaba, pis, düşüncesiz ve kavgacı" mahluklardır. Erkeklerin gözünde kızlar ise "mız mız, dır­dırcı ve zayıf mahluklardır. Tabii ki bu arada diğer kızlar­la oynayan, onlarla beraber olan bir erkeği, erkek arkadaş­ları horar ve ayıplarlar. Bu dönemde erkeklerin sık oynadığı oyunlardan biri de kızları iteleyip çantalarını dü­şünerek onları zor duruma sokmaktır. Elbette belirtmemi­ze bile gerek yoktur ki, erkekler ilkokul çağında iteledikle­ri o kızları, lise çağında köşe bucak arayacaklar ve peşlerine düşeceklerdir, (laf aramızda). Kızlar erkeklere göre daha erken olgunlaştıkları ve geliştikleri için genellik­le daha aklı başında davranırlar. Ama zamanla bu aradaki fark kapanır.

Bu dönemlerde, hatta anaokulu döneminde de çocuk­lar, özellikle erkek çocuklar küfürlü kaba sözlere ilgi du­yarlar. Büyükleri taklit etme hevesiyle küfürlü söz oyunla­rı, çarpım cetvelinden daha hızlı bir şekilde yayılır. Tabii ki bu davranışların devam etmesi veya kaybolması önemli oranda çevrenin etkisine bağlıdır. Çocuğunuz "ibne" veya "orospu" diyebilir. Böyle bir durumda çocuğa, bağırarak yaklaşmak yerine sakin bir şekilde sözcüğün anlamını açıklamak gereklidir. Burada yeri geldi de klasik bir eği­tim yönteminden bahsetmek istiyorum. Bu da: olumlu dav­ranışı onaylamak, olumsuz davranışa karşı ilgisiz kalmak diye özetlenebilir. Yani çocuğunuz güzel bir davranış gös­terirse, aferim diyerek adeta alkışlıyorsunuz. Ancak küfür etme gibi olumsuz bir davranışı, yüzünüz kızarmadan, ke­sinlikle öfkelenmeden hiç bir tepk: göstermemek en doğru davranıştır. O zaman çocuk bu sözcüğü tekrarlayamaz, tekrarlaması için bir neden kalmaz. Şunu da unutmamak gereklidir ki çocuklarımıza sözcüklerle nasihat ederek eği­tim vermek yerine davranışlarımızla eğitim vermek en doğrusudur. Yani kendisi sık sık küfür eden bir baba, çocuğu­nun küfür etmesi karşısında ne yaparsa yapsın saçma olur.

İlkokul çağında her ne kadar kızlar kızlarla, erkekler erkeklerle beraber olmaya hevesliyseler de, karşılıklı olarak ufak tefek flörtleşmeler olabilir. Karşı cinsten birine karşı platonik bir aşk olabilir. Bu sevgi duygusu en yakın arka­daş ile bazen de anne ile paylaşılır. Eğer çocuğunuz bu duygusunu anne veya baba olarak sizlerle paylaşırsa dik­katli olun, sakın çocuğunuzun bu sırrım başkalarına açmayın. Alay da etmeyin. Kesinlikle onun sırdaşı olmanız ge­reklidir. Zaten bu aşktan bazen aşık olunanın bile haberi olmaz. Seneler geçer ve kişinin geçmişinde hoş bir anı ola­rak kalır. Kendi çocukluğunuzu düşünürseniz, şu anda tebessüm ile karşıladığınız bu tür yaşantılarınızı anımsarsı­nız. Bazen de tek taraflı veya karşılıklı olarak mektup yazmalar, konuşmalar olabilir. Eğer çocuğunuza yazılmış veya çocuğunuzun yazdığı böyle bir mektup görürseniz lütfen duyarlı, sakin ve anlayışlı bir şekilde davranın. Bir defa bu olay kesinlikle ciddi bir şey değildir dolayısıyla te­laşlanmaya hiç gerek yoktur. Eğer olayı çok abartır, dallan­dırıp budaklandırırsanız, çocuğunuzda çeşitli komplekslere ve de ileri yaşlarda ruhsal sorunlara yol açabilirsiniz.

Seyrek olarak olan bu flörtleşmeler, seyrek olarak biraz aşın da gidebilir. Bazen ufak tefek cinsel etkinlikler de olabilir. Hatta eşcinsel nitelikli girişimler de olabilir. Meslek hayatımda gördüğüm kadarıyla aileler bu gibi du­rumlarda çok aşın telaşlanıyorlar. Eğer oğlunuzu başka bir oğlanla veya kız ile, veya kızınızı başka bir kız veya oğlan ile böyle bir cinsel oyun içinde yakalarsanız sakın heye­canlanmayın, telaşlanmayın ve soğukkanlılığınızı kaybet­meyin. Tabii ki sizlere sakin olun derken, hiç bir tepki de göstermeyin demek istemiyorum. Ama göstereceğiniz aşırı bir tepkinin, çocuğunuzun ilerdeki cinsel yaşamını olumsuz bir şekilde etkileyebileceğini daima düşünün. Bir defa böyle bir olayı onaylamadığınızı bilmelidirler. Sonra çocuğunuzu karşınıza alır ve onunla konuşursunuz. Onu dinleyin ve neyi merak ediyor onu anlayın. Onu anladığı­nızı hissettirdikten sonra da durum hakkındaki görüşlerini­zi açıklayın. Şunu da eklemek isterim ki çocuğunuz karşı cinsten biriyle böyle Bir deneyim yaşadı diye seks düşkü­nü olmaz. Aynı şekilde eşcinsel nitelikli bir ilişki yaşadı diye illa da ilerde eşcinsel olmaz. Yok yere merak etme­yin. Ancak bazen böyle bir durumda baştan çıkaran daha büyük bir çocuk olabilir. O zaman baştan çıkancı, o daha büyük olana karşı daha dikkatli olunmalıdır. Ancak bu dö­nemdeki çocuğunuzda bu türden cinsel etkinliklere, karşı aşın bir ilgi varsa ve çözümleyemiyorsanız veya içiniz ra­hat değilse, lütfen bir uzmana danışın.

İlkokul çağında da cinsellik ile ilgili bazı sorunlar sorulabilir. Bazen anaokul çağına özgü sorular olabilirse de, bu sorular genellikle daha üst düzeydedir. Örneğin cin­sel ilişkinin zevksel yönünü sorabilirler," Cinsel ilişki bir kadın ile erkeğin arasındaki en yakın, en sevgi dolu ilişki­dir. Dolayısıyla bu olayın zevk alma yönü de çok önemli­dir. Artık bunlar da yavaş yavaş açıklanabilir. Eğer siz bü­yükler utanıp da bu açıklamaları yapmazsanız, hiç merak etmeyin çocuğunuz bunları nasıl olsa öğrenecektir. Ancak hem başkalarından, hem de çoğunlukla yalan yanlış öğre­necektir. Tekrar belirtmeme bile gerek yok ki en iyisi siz­den öğrenmesidir.

Son olarak bu konuda anne-babaların sık yaptığı ha­talardan birine değinmek istiyorum. Gazetelerde, 6 yaşın­da bir çocuğa bir sapığın tecavüz ettiğine dair haberleri ara sıra okuruz. Çocuğu olan her yetişkinin böyle bir durumda aklına gelen en önemli korku, "ya benim çocuğumun başı­na da böyle bir şey gelirse" dir. Böylesi bir şanssızlık on-binde bir bile olsa, "endişeniz saçmadır" demek istemiyo­rum. Ancak bu endişeniz nedeniyle önlemler alırken çok dikkatli olmalısınız. Kaş yapayım derken göz çıkarmama­lısınız. Öylesi anneler bilirim ki, çocuklarını okula yollar­ken sürekli olarak, her gün bu olaya karşı uyarırlar. "Aman oğlum/kızım yolda bir amca sana şeker vermek isterse, bir yere götürmeye çalışırsa sakın kabul etme. Sana kötülük yapabilirler" derler. Ama bunu çocuğu bıktırırcasına her gün yinelerler. Tabii ki sürekli olarak söylenen bu sözlerin çocuğun ruhsal yapısında ne gibi hasarlar yaptığı­nı fark etmezler. Sürekli olarak bu tür telkinler ve korkut­malar ile büyüyen çocuğun psikolojisini lütfen hayal etme­ye çalışın. Çocuk kendisine yakınlık gösteren bu amcadan kuşku duyar hale gelir. Adeta çevredeki herkesi kendisine tecavüz edecekmiş gibi hissedebilir. Geçenlerde bakkalda birbirinden sevimli iki kız çocuğu gördüm. İçimden geldi ve çocuklara iki şeker hediye etmek istedim. Benim ısrarlanma ve bakkalın da güvence vermesine rağmen çocukla­ra şekeri kabul ettiremedim. Oysa bu dünyada çocuklara şeker vermek isteyen bütün büyükler kötü değildir. Çocuk­ları sevmek isteyen her büyük de sapık değildir. Burada bir anaokulu yöneticisinin aktardığı bir olayı anlatmak isti­yorum. Yakınlarında bir ilkokulda böylesi kötü bir olay olur. O ilkokulun müdürü bayrak töreninde bütün çocukla­rı okul dışındaki büyüklere karşı dikkatli, olmaya uyarır. Ayrıca o gün derslerde öğretmenleri de çocuklan başlarına gelebilecek cinsel kötülüklere karşı korkuturlar. Sonuçta o gün öğleden sonra anaokulunda mütala sınıfında o öğren­cilerin bulantı ve kusmalar içinde olduklarını görünce yö­netici arkadaşım durum ile bizzat ilgilenir. Ne olduğunu anlamaya çalışır. Ve de çocukların korku içinde ilkokula gitmek istemediklerini görür.

Aynı şekilde bir kız çocuğu düşünün. Küçüklüğün­den itibaren devamlı olarak erkeklerin kendisine kötülük yapacağı korkusu verilmiş. Genç kızlığında da erkeklerin bütün amacının kendisine tecavüz etmek olduğu şeklinde telkinler ile yetiştirilmiş. Daha sonra da, cinsel ilişki kor­kusu olan bu genç kıza evlenince "hadi artık her şey ser­best" diyorlar. Lütfen bir düşünün, sürekli olarak bu tür korkular içinde büyüyen bir genç kızın sağlıklı bir cinsel yaşamı nasıl olabilir? Evlendiğinde cinsel ilişki korkusu içinde olan, zevk almayan ve kendini cinsel olarak soğuk zanneden bir çok kadını bilirim. Kadınlardaki cinsel soğukluk ve erkeklerdeki iktidarsızlık sorunlarının temelinde birçok zaman çocukluktaki eğitim hataları yatar. Bu ko­nulara ilerde tekrar değinilecektir.

Cinsel Kimlik ve Cocuk Cinsel Egitimi

Cinsel Kimliğin Gelişmesi, Çocuk Cinsel Eğitimi

İnsan doğumundan ölümüne kadar sürekli bir geliş­me ve değişme içindedir. Yani "insan 7'sinde neyse 70'inde de odur" lafı yanlıştır. Gerçekte insan 7'sinde, 17'sinde veya 77'sinde farklı farklıdır. Bu gelişim ve deği­şim elbette beden, kişilik ve cinsellik alanlarında da geçer­lidir. İnsan yaşamında kişiliğin ve cinsel kimliğin oluşma­sı ile olgunlaşmasında en önemli dönem çocukluk çağıdır. Yine bu çocukluk çağındaki, ruhsal-cinsel olgunlaşma sü­recinde söz konusu olabilen bazı hatalar yetişkinlikte kişi­liğin çeşitli boyutlarında veya cinsel kimliğinde sorunlara yol açabiliyor. Burada, karakter veya kişilik hakkındaki genel görüşlerimi kısaca özetledikten sonra çocuklarda cinsel kimliğin oluşmasını ele alacağım.

İnsanları çeşitli ortak davranış özelliklerine (ve hatta beden yapılarına) göre gruplandırmak yüzyıllardır çeşitli filozof ve psikologların uğraşlarından biridir. Eskiden ve günümüzde de birçok araştırıcı insanları; oral-anal-fallik, dışa-içe dönük-nevrotik-obsessif-paranoid-sosyopatik (v. b.) kişiliklere ayırırlardı. Artık insanları bu tip kişilik ka­lıplan içinde ele almaya karşı olanlar da var. Nitekim ben de insanları adeta bir kalıp veya damga gibi böylesine kişi­lik tanımlarıyla gruplandırılarak değerlendirilmesine kar­şıyım. Her bir insanda hemen bütün kişilik özellikleri var­dır. Diyalektikdeki zıtların birliği ilkesinden hareket ederek her bir insanda: dışa dönüklük ve içe dönüklüğün, güvenlilik ve güvensizliğin, kavgacılık ve barışçılığın, cin­sel soğukluk ve istekliliğin, titizlik ve dağınıklılığın (bu listeyi çok daha uzatmak olasıdır) birarada bulunduğuna inanıyorum. Ancak birarada bulunan bu karşıt özelliklerin yerine ve durumuna göre farklı farklı dışa vurumları olabi­lir. Şöyle ki bir insan bazen dışa dönük, bazen de içe dönük veya çoğunlukla dışa dönük veya bazı ortamlarda da­ha çok dışa dönük bazı ortamlarda ise daha çok içine kapanık olabiliyor. Dışa-içe dönüklük boyutu üzerine yap­tığım bu değerlendirme elbette diğer tüm davranış özellik­leri için de geçerlidir. Sonuç olarak bir insana adeta damga vurur gibi, örneğin "paranoid" veya "frijit (cinsel soğuk­luk)" şeklinde tanıların konulmaması gerektiği kanısında­yım. Kesin tanılara karşıyım. Yani insanda farklı farklı özellikler birarada bulunabiliyor ve bir durumda şöyle davranan bir kimse ertesi gün daha farklı davranabiliyor. Kişilik konusundaki bu açıklamaları çok daha genişletmek mümkün, ancak bu kitabın boyutlarını aşar. Bu nedenle ki­şilik konusunu burada bırakıp, kişiliğin cinsellik ile ilgili yanını, cinsel kimliğin oluşumunu ele almak istiyorum.

3 Yaşına kadar kız ve erkek çocuklarının davranışla­rı arasında genellikle pek önemli bir fark yoktur. Sadece erkek çocukları biraz daha atak ve hareketli, kız çocukları ise konuşmayı daha çabuk öğrenerek daha hızlı olgunlaşa-bilirler. Ancak bu farklılıklar çok kalın çizgilerle ayrılmadığı için, genel olarak tutumları aynıdır demek pek yanlış olmaz. 3 Yaşından sonra gerek hormonal bir etkiyle, ge­rekse eğitimsel bir yönlendirmeyle, kız çocukları kızsal (feminen), erkek çocukları ise erkeksi (maskülen) kimliğe bürünmeye başlarlar. Kadınlar ile erkekler arasındaki duy­gusal ve psikolojik ayrımların ne kadarının biyolojik (be­den, ile ilgili) nedenlere, ne kadarının da eğitimsel nedenle­re bağlı olduğu konusunda her uzmanın kendi dünya görüşüne bağlı olarak farklı savunulan olabilir. Ben bu ko­nuda, biyolojik etkenin önemli olduğunu ancak belirleyici etkenin eğitimsel kökenli olduğuna inanıyorum.

Günümüzde kız çocuğunun saçına kurdele takılır, renkli ve süslü, püslü giysiler giydirilir, evcilik takımlarıy­la bebek gibi oyuncaklar alınır. Ayrıca kız çocukları misa­fire şeker tutmaya, kibar ve nazik olmaya yönlendirilir. Er­kek çocuklarında ise süslenmeye fazla özen gösterilmez, top veya tabanca gibi oyuncaklar alınır, pek kibarlık veya incelik de beklenmez. Kızlar "benim cici, tatlı kızım" diye sevilir. Erkekler ise "benim güçlü aslan oğlum" diye sevi­lir. Anne-babalar kendi değer yargılarına uygun olarak kız çocuklarını "uslu, kibar, nazik, yumuşak, sevecen, evcilik oynayan, dövüşmeyi sevmeyen, örgü öten ve ev işlerine yatkın" bir şekilde yetiştirirler. Erkek çocuklarını ise "güç­lü, dayanıklı, yürekli, tuttuğunu koparır, girişken, atak, ce­sur, kavgacı ve dışa dönük" bir şekilde yetiştirirler. Bu eğilimlerin etkisiyle birçok büyük kızlarına "sevgi, gül, çi­çek" gibi isimler koyarken, oğullarına "aslan, yamaç, ha­kan" gibi isimler verirler.
Çocuğun cinsel kimliğini kazanmasındaki en önemli etkenlerden biri de, 3-6 yaşlar arasında Oedipal dönem de­nen bu dönemde anne-baba ile yapağı özdeşim (identifikasyon) olayıdır. Başka bir deyişle, çocuk kız veya erkek dav­ranışlarını anne veya babasına özenme sonucu, yani onlara benzemek için benimser. Bu sürecin anlaşümasını kolay­laştırmak için Kral Oedipus'un öyküsünü anlatacağım.

Kral Oedipus Yunan mitolojisinde adı geçen ünlü bir kahramandır. Öyküye göre Oedipus doğduğunda bir kâhin Oedipusun büyüyünce babasını öldürerek annesiyle evle­neceğini bildirir. Bunun üzerine babası kötü kaderin önüne geçmek için Oedipusun ayağına şiş batırarak, (Oedipus, şiş ayak demektir) bir çobandan çocuğu dağa bırakarak ölüme terketmesini ister. Ancak çoban çocuğu öldürmez ve evlatlık olarak verir. Daha sonra da başka bir kralın ya­nında evlatlık olur. Büyüyünce kendi falına bakaran Oedi­pus, trajik geleceğini öğrenir ve babası zannettiği o kralı öldürmemek için uzaklara kaçar. Ancak gittiği yerde bilmeden gerçek babası olan kralı öldürür ve yine bilmeden annesi ile evlenir. Bu öyküden yola çıkarak, Freud'dan kaynaklanan ve klasik kitaplara da geçen şekliyle 3-6 yaş­lar arasındaki bu döneme Oedipal dönem denmiştir.

Bu dönemde bir erkek çocuğunun ilk sevgilisi annesidir. Kendisine rakip gördüğü ilk erkek de haliyle babasıdır. Bir çok erkek çocuğunun bu dönemde annesine "anne, ben büyüyünce seninle evleneceğim" veya kızların babasına "baba, ben büyüyünce seninle evleneceğim" dediğini duy­muşsunuzdur. Ancak gerçek yaşamda annesinin sevgilisi babasıdır. O zaman erkek çocuğu annesinin sevgisini ka­zanmak için babasına benzemeğe çalışır. Babasının davra­nışlarını taklit eder ve giderek erkeksi bir kimliğe sahip olur. Kız çocuklarının ise az evvel belirttiğim gibi ilk sevgi­lisi babasıdır. Ancak babasının sevgilisi annedir. O zaman babasının sevgisini kazanmak isteyen kız çocuğu annenin davranışlarını taklit etmeye çalışır. Örneğin annesinin to­puklu ayakkabısını giyer, rujunu sürer, çamaşır yıkar ve an­nesi gibi davranarak kadınsı kimliği benimser. Hatta bu dö­nemdeki anne-babaya karşı olan sevgi ilerdeki eş seçimini bile etkiler. Şöyle ki, kızlar farkında olmadan babasına ben­zeyen bir erkeğe, erkekler ise annelerine benzeyen bir kıza ilgi duyabilirler.

Şimdi kişisel düşüncelerimi açıklayarak, bu süreçte­ki hataları ve önerilerimi sunmak istiyorum. Freud, Oedipus kompleksinin varlığını keşfettiğinde bunun evrensel olduğunu ve herkesin hayatında bu dönemin bulunduğunu savunmuştur. Ayrıca kız çocuklarının bu dönemde kendi­lerinde penisin olmadığını farkederek bilinçdışı bir şekilde "penis kıskançlığı" içine girdiklerini ve bu durumun da "kadınların zihinsel yetersizliğine" etki yaptığını öne sür­müştür. Ancak Malinowski ve başka araştırmacıların yap­tığı çalışmalar bunun tam olarak doğru olmadığını göster­miştir. Farklı üretim ilişkilerinin söz konusu olduğu toplumlarda cinsel kimliğin benimsenmesinde de farklı sü­reçle: söz konusudur. İlkel komünal toplumlarda Oedipus kompleksi söz konusu değildir. Aynca anaerkil toplumlar­da ve kadın erkek eşitliğinin bulunduğu ortamlarda şu meşhur "penis kıskançlığı" bulunmaktadır. Ancak günü­müzde feodal kökenli aile ilişkilerinin nisbeten de olsa ge­çerli olduğu ortamlarda Oedipus kompleksi söz konusu olabilir. Bu nedenle erkek çocuğu annesine "anne, ben bü­yüyünce seninle evleneceğim" veya kız çocuğu babasına "baba, ben büyüyünce seninle evleneceğim" diyebilir. Ay­rıca anneyi babadan veya babayı anneden kıskanma olabi­lir. Bu gibi durumlarda sakin, sevecen ve anlayışlı bir yak­laşım en uygunudur. Örneğin böyle bir durumda, "oğlum, ben senin annenim ve hep annen olarak kalacağım, annen olarak seni çok seviyorum. Senin şu anda bu şekilde his­setmeni anlıyorum ama büyüyünce başka kızlarla tanışa­caksın ve onlardan biri ile evleneceksin" demek yeterli ola­bilir. Tabii ki aynı yaklaşım kız çocuğu için de geçerlidir.

Erkek çocuklarının "kuvvetli, egemen erkek" ve kız çocuklarının da "zayıf, güçsüz kadın" olarak yetiştirilme alışkanlığı, feodal değer yargılarının etkisinde bir tutum­dur. Gerçekten de ülkemizde daha çok feodal değer yargı­larının geçerli olduğu kesimlerde hâlâ bu eğitim biçimi ge­çerlidir. Ancak daha çok kapitalist ilişkilerin ve liberal değer yargılarının etkin olduğu büyük şehirlerde, biraz da demokrasi rüzgârlarının etkisiyle bu tutumlar değişmekte­dir. Örneğin bir çok yerde kız çocuklarının "zayıf, güçsüz ve sadece evinin kadını" şeklinde değil de "güçlü, eğitimli ve çalışkan kadın" olarak yetiştirilişi yaygınlaşmaktadır. Çocuğumuza farkında olarak veya olmadan verdiğimiz cinsel kimliği ile ilgili değer yargılan toplumda geçerli olan ortalama değer yargılarına bağlıdır. Ancak bu konuda ben, çocuklarımızı ondokuzuncu yüzyıla göre değil de yirminci hatta yirmibirinci yüzyıla göre eğitmenin daha doğ­ru olacağı kanısındayım.

Kişinin kendi cinsiyetine bağlı olumlu bir cinsel kim lige kavuşması ruh sağlığı açısından çok önemlidir. Çocuk­larımız küçükken daha çok anneleriyle beraber oldukları için onlarla özdeşlik kurmaları yani annelerine benzemeye çalışmaları normaldir. Bu durum kızlar için hiç bir zaman sorun yaratmaz. Erkek çocuklar için de illa da sorundur di­ye bir şey yoktur. Bazen oğlunuz annesinin ayakkabısını giyerek ve yüzünü boyayarak annesini taklit etmeğe çalışa­bilir. Böyle bir durumda hemen paniğe kapılarak, "eyvah oğlum eşcinsel mi olacak?" endişesine kapılmayın. 3-4 Yaşlarına kadar bu tür. davranışlar olabilir. Ancak ondan sonra yavaş yavaş farklılaşmalar başlar. Yani kızlar anne­lerine, erkeklerde babalarına benzemeğe çalışırlar. Ancak bu aşamada örnek alınan kişi ile beraber olma oranı önem­lidir.. Günümüzde babaların büyük bir kısmı zamanlarının çoğunu ev dışında geçiriyorlar. Yani oğullan ile pek bera­ber olamıyorlar. Ayrıca ilkokullarda da erkek öğretmenle­rin sayısı oldukça azdır. Böyle durumlarda ne yazıkki er­kek çocuklarının taklit edebileceği örnekler azalmaktadır. Bu bakımlardan babaların çocuklarıyla, özellikle erkek çocuklanyla daha yoğun ilgilenmeleri gereklidir. Bu konuda son olarak şunu eklemek isterim, çocuğunuzun cinsel kim­liğini benimsemesiyle ilgili eğer sizi huzursuz eden bir şey varsa -bu saçma bir endişe de olabilir- hemen psikiyatri ve­ya psikoloji ile ilgili bir uzmana başvurunuz. Ancak endi­şenizin saçma da olabileceğini gözönünde bulundurarak lütfen çocuğunuzu komplekse itmemeye dikkat edin.

Bazen aileler erkek çocuk arzu ederken kız çocuk sa­hibi olurlar. Ve farkında olmadan bilinçdışı bir yönlendir­meyle kız çocuklarını erkek gibi yetiştirebilirler. Veya tam tersi olarak kız beklerken erkek sahibi olanlarda bilmeden oğullarını kız gibi yetiştirebilir. (Erkek çocuk sahibi olma­yı kendi erkekliklerinin kanıtı gibi görenlerin çoğunlukta olduğu ülkemizde bu durum haliyle daha azdır). Tabii ki bu tür hatalı anne-baba davranışları çocuğun ruh sağlığı açısından ilerde önemli sorunlara neden olabilir. Çeşitli ruhsal rahatsızlıklara veya cinsel davranış bozukluklarına yol açabilecek böylesi hatalı davranışlara karşı dikkatli ol­mak gerekir.

Birçok zaman ailelerin, özellikle babaların çocuklarıyla ilişki kurmak için yeterli zaman bulamadıklarından yakındıklarını duyarım. Oysa bu tür yakınmalar anlamsız­dır. Bir defa şunu unutmayalım ki çocuğunuz ile kurduğu­nuz ilişkinin süresi değil derinliği önemlidir. Yani 24 saat içinde yarım saatlik güzel bir ilişki, 24 saat içinde 24 saat süren kötü bir beraberlikten çok daha değerlidir. En meş­gul bir baba (tabii ki anne de) bile oğluyla veya kızıyla ya­pacak "bir şeyler" mutlaka bulabilmelidir. Bu "bir şeylerin" ne olduğu pek önemli değildir.

Ayrıca bazen ailelerde çocuklar parsellenir. Bu du­rum genellikle "kız annenin, erkek babanın" şeklinde olsa da, tersi de olabilir. Bu tür bir davranışın çok yanlış oldu­ğunun sanırım farkındasınızdır.

Çocuklarımızın cinsel kimliğini geliştirirken, hiç bir çocuğun %100 dişi ya da %100 erkek olamayacağını unut­mayalım. Kadınsı duygulardan nasipsiz büyüyerek, "er­kekler güçlüdür, kuvvetlidir" mantığı ile yetiştirilen bir er­kek çocuk veya "kızlar zayıftır, korunmalıdır" düşüncesi ile büyütülen bir kız çocuğu, nasıl olur da büyüyünce karşı cinsten olanlara anlayış gösterebilir, onları anlayabilir. Oğullanınız sevecenlik ve sıcaklık göstererek, gerektiğin­de ağlayabilecek kadar duygusallaşabilecek -kadınımsı de­mek istemedim- insanımsı duygular taşımalıdır. Kızları­mız da bağımsız, mantıklı düşünebilen, güçlü ve kişilikli kadınlar olarak yetişmelidir. Oğlumuz dört yaşındayken pekâlâ bebek ile oynayabilir, kızımız da kamyon veya top ile oynayabilir.

Çocuklarımıza cinsel kimliklerini kazandırırken, katı genellemelerden, ilkel değer yargılarından kendimizi ve onları olabildiğince uzak tutarsak sanırım daha olumlu olur.

0-6 Yas Cocuklarda Cinsel Egitim

0-6 Yaş Cinsel Eğitimi, Çocuklarda Cinsel Eğitim

Çocuk cinsel eğitiminin önemli bir bölümü aile için­de gelişirken daha az olmayan önemli bir bölümü de aile dışında gelişir. Ancak ilk 6 yaş içinde aile içi eğitim daha önemlidir. Daha önce de değindiğim gibi bizler çocukları­mıza farkında olarak veya olmadan daima cinsel eğitim veririz. Bu bölümde 6 yaşına kadar söz konusu cinsellik olayını, çocuk cinsel eğitimini ve bu arada çocuk ile anne-babaların tavırlarını inceleyeceğiz.

Üç yaşına kadar kız ve erkek çocuklarının eğilimleri, oyunları ve davranış özellikleri bakımından pek fark yok­tur. Kızlarda, erkeklerde aynı oyunları oynayabilir veya aynı oyuncaklara ilgi duyabilir. Bu yaşlarda bir çocuk hiç utanıp sıkılmadan kilotsuz, çırılçıplak dolaşabilir. Başka insanların yanında pipisini eline alabilir veya vajenini kaşıyabilir. Zaten bu yaşta bir çocuk için henüz pipi ile bu­run veya vajen ile kulak arasında hiç bir fark yoktur. An­cak böyle bir sahne karşısında büyükler hemen çocuklarım terbiye etmeğe çalışır. Çocuğa "aaa ayıp, çek elim oradan, oraya dokunma pis ve günahtır" denir. Ve tabii ki bu muh­teşem (?) eğitim sayesinde çocuk cinsel organlarının ayıp ve pis olduğunu, dokunulmaması, gizlemesi gereken bir yer olduğunu öğrenir. Ayrıca bu muhteşem eğitimin çifte ahlak standartlarından dolayı ufak tefek farkları vardır. Birçok zaman erkek çocuklarının pipilerini göstermesi teşvik edilir. Özellikle dedeler ve babalar tarafından "göster bakayım pipini amcalara, benim aslan oğlum" diyerek, erkek çocuklarına pipinin gösteri amacıyla kullanılabileceği, aşırı önemsenmesi öğretilir. Kız çocuklarına ise tam tersi olarak gizlemesi, saklaması öğütlenir, hatta zorlanır. Erkek çocuklarının çırılçıplak ve özellikle pipileri görünecek şe­kilde resimleri çekilir. Bu arada sanki ikinci sınıf bir ırk gibi ve sanki bu ikinci sınıf olmasının sorumlusu pipi yeri­ne vajen olması gibi, kız çocukları vajenlerini ömür boyu gizlemeye, saklamaya ve sakınmaya alıştırılır. Bu saklama ve sakınma daha sonraki başka muhteşem eğirmeler ile pe­kiştirilir.

Cinselliğe ilgi üç yaşlarında veya civarında başlar. Çocuk karşıt cinsten kardeşini veya anne-babasını yıkanır­ken izlemeye çalışır. Veya tuvalete gidince hemen arkasın­dan giderek içerde ne olduğunu anlamağa çalışır. Aradaki farkı merak eder. Bir çok zaman kız çocukları neden kendi pipilerinin olmadığını ve neden ayakta işeyemediklerini merak ederler. Hatta ayakta işemeğe çalışan bazı kız ço­cukları da vardır.

Eğer doğru bilgi verilmezse çocuklar bu sırada gözlemleri­ni enteresan bir şekilde çarpıtarak çok yanlış yorumlara ulaşabilirler. Erkek çocukları da kız kardeşinin veya anne­sinin pipisinin olmaması üzerine kafasını yorar. Erkek çocuklarında, "acaba kız kardeşimin pipisi vardı da, sünnet olunca kesildi mi? veya suç işlediği için alındı mı?", kız çocuklarında ise "benim de eskiden erkek kardeşimin pipi­si gibi pipim vardı. Ama sonra kesildi, yarası iyileşmedi açık kaldı" şeklinde fantaziler oluşabilir. Tuvalet kapısı gözleme dönemi de diyebileceğimiz bu dönem de anne-babalar sorulan farkettiği anda çocuklara gerekli bilgiyi vermelidir. Tabii eklemeye bile gerek yok ki çocuğun si­zinle beraber banyoya veya tuvalete girmesine izin verir­seniz ve gerekli bilgilendirmeyi de yaparsanız, çocuk kısa-bir süre sonra böylesi meraklı davranışlarından vazgeçer.

Çocuğa verilecek bilgi illa da anne tarafından veya özellikle baba tarafından verilmelidir, diye bir kural yok­tur. Veya kız anneye, oğlan babaya anlayışı da yanlıştır.

Hem anne, hem de baba bu bilgiyi verebilir. Hatta ikisinin de vermesi, kadın erkek eşitliğinin ve bu anlayışın yerleşmesi bakımından ayrıca önemlidir. Bir çok zaman, "kızım sen kız olarak doğdun, kız olarak senin hiç bir eksiğin yok. Pipi olması bir fazlalık değildir, olmaması da eksiklik değildir. Oğlum sen erkek olarak doğdun, seninde baban gibi bir pipin var ve hep olacak, ama bu da bir fazlalık de­ğildir" şeklinde soğukkanlı, sade ve basit bir açıklama birçok zaman yeterlidir. Tabii ki konunun başında değindi­ğim "aslan oğlum, göster pipini" şeklindeki yaklaşımların çok hatalı olduğunu tekrar vurgulamama gerek bile yok. Bazı yetişkin erkeklerdeki penisi aşın önemseme ve bera­berindeki kaybetme korkusu ile oluşan iktidarsızlık sorun­larının kökeni bu dönemdeki hatalı uygulamalara dayana­biliyor. Bu konuya ilerde daha geniş olarak değineceğîm.

Çocuğunuz 3-4 yaşlarından itibaren sizlere cinsellik ile ilgili çeşitli sorulan basamak basamak sorarlar. Her bir soruyu sorup yeterli ve doğru yanıtı aldıktan sonra bir dinlenme dönemi geçer. Buna bilginin hazmedilmesi dönemi de diyebiliriz. Sonra bir sonraki soruya geçer. Bazı anne-babalar bizim çocuk hiç soru sormuyor derler. O zaman lütfen geçmişte çocukla ilişkilerinizi, konuşmalarınızı bir düşünün. Büyük bir olasılıkla çocuk sorduğu bir soruda tatmin olmamıştır veya örselenmiştir ve belki de bu neden­lerle soru sormaktan vazgeçmiştir. Bu olayın bir de farklı yönde aşırı uygulaması vardır. Kültürlü ve ileri düşünüşlü bazı aileler çocuklarına cinsel eğitim vermek için, daha henüz çocuk hazır olmadan, belki de çocuğa fazla bile ge­lebilecek bilgileri vermeğe çalışırlar. Tabii ki bu da yanlış­tır.

Çocuğun henüz hazır olmadığı bilgileri alması, taşıya­mayacağı yükün altına girmek gibi bunalmasına, kafasının karışmasına yol açar. Baştan da belirttiğim gibi, çocuğa hangi bilgiyi ne zaman vereceksiniz ne zaman vermeye­ceksiniz?, hakkında anayasa gibi bir kural yok. Çocuğu­nuzla ilişkilerinizde beyninizi yani mantığınızı kulanın, kullanın ama bir çok zaman, hatta belki de çoğu zaman kalbinizin yani duygulanman sesini dinleyin. Aslında bu ipucu sadece, çocukların cinsel eğitiminde değil yaşamın bir çok alanında geçerli olan bir yaklaşımdır. Kolunuzda bir saat olsa da doğru ve yanlışlarınızı gösterse yaşam çok kolay ve çok yavan olurdu. Çocuğunuzla ilişkilerinizde de bazen doğrumu? yanlışımı? diye karmaşada kaldığınız ola­bilir. İşte bu gibi durumlarda duygularınızın sesini dinle­yin ve içinizden geldiği gibi davranın.

Tabii ki duyguları­nızın sesine kulak verdiniz diye hata yapmayacaksınız diye bir kural yok. Bu konunun çok iyi yetişmiş uzmanı bile ol­sanız yine de hata yapabilirsiniz. Şunu unutmayın ki ancak hiç bir şey yapmayan, hiç bir hata işlemez. Yani birşeyler yapan veya yapmaya çalışan hata da yapabilir. Meslek ha-yatımda bu konuda birşeyler bildiği için hata yapma kor­kusu ile işlenen nice yanlışlıkları gördüm. Yine bunun ya­nı sıra cehaletinden dolayı hiç bir şey bilmeyen ama sağduyusu ile çok güzel tavırlar gösterenlere de şahit ol­dum. İşte bu nedenle duygularınızı yani sağduyunuzu el­den bırakmayın demek istiyorum.

Çocuklar ilk önce cinsler arasındaki farkı merak ederler ve bu yönde girişimlerde bulunurlar demiştim. Tu­valet kapısı gözleme dönemi de denen bu dönem, eğer anne-baba sağlıklı bir tavır koyarsa kolayca aşılır. Daha son­ra kız çocuk olsun, erkek çocuk olsun kadınların memele­rine kafayı takabilirler. Sorular gelebilir. Meme konusun­da da aynen pipi olayında olduğu gibi objektif bir açıklama yeterlidir.

Örneğin, "çocukken kızlann da erkek­lerin de memeleri aynı büyüklüktedir. Ancak büyüyünce kızlann memeleride büyür, daha sonra anne olunca bu me­meden gelen süt ile yavrusunu besleyebilir. Erkeklerin ise erkek oldukları için memeleri küçüktür. Ne birininki fazla­lıktır, ne de diğerininki eksikliktir" denebilir. Memeler hakkındaki eksik ve hatalı bilgilendirmelere bağlı sorunlar ergenlik döneminde de izler bırakır. Ergenlik döneminde kızların memeleri büyümüye başlayınca bazı kızlar bu durumlarından utanırlar. Bu durumdaki kızların çoğu bol kı­yafetler giyerek ve kamburumsu yürüyerek adeta büyüyen memelerini gizlemeye çalışırlar, işte daha henüz çocukluk çağında memeler hakkında yapılacak doğru bilgilendirme­ler ile bu türden davranışlar engellenebilir.

Çocuklar 4-6 yaşlar arasında bebeklerin nereden gel­diğini ve doğum ile ilgili konulan merak ederler. Bir kom­şunun veya annenin hamileliği ile yeni bir bebeğin dünya­ya gelişi çocuğun ilgisini çeker. Çocuğun dünyaya gelişi ile ilgili aktarılan hatalı bilgiler birçok fıkranın konusu ol­muştur.
Beş yaşındaki çocuk annesine sorar: Anne beni leylek mi getirdi? Evet yavrum.
Oyuncaklarımı da Noel baba getiriyor değil mi? Evet canım.
Yiyecek içeceğimi de Tann veriyor değil mi? Tabii oğlum.
Peki anne, bu evde babamın işi ne? Veya şu meşhur leylek masalı üzerine Annesinin yeni bir kardeşin doğumu için hastanede olduğu bir sırada baba küçük oğlanı karşısına almış ve:
"Bak oğlum, bugünlerde leylek sana bir kardeş getirecek" demiş.
Çocuk şaşkınlık içinde ve üzülerek,
"Hayret baba, leylekler ile cinsel ilişki kurduğunu bilmi­yordum" demiş
Bebeğin nasıl dünyaya geldiğini anlatmak için çev­rede bulunan hamile bir İcadın iyi bir araç olabilir. Bu ko­nuda çocuğa "bebek annenin karnındaki özel bir yuvada büyür ve iyice büyüyünce yani zamanı gelince bacakları­nın arasındaki bir aralıktan doktor yardımı ile çıkar" de­mek yeterlidir. Bir çok zaman bu kadar basit bir cevap ve­rilemez. Endişeleri ise "eyvah, ya daha da meraklanır ve daha zor sorular sorarsa"dır. Oysa bu endişeler yetersizdir. Daha önce de belirttiğim gibi çocuk sorulan hazmede, hazmede yani basamak, basamak sorar.

Anne-babaları en çok ürküten ve zor duruma düşü­ren sorular, bebeğin oluşundaki babanın rolü üzerinedir. Çocuk bunu öğrendiğinde sanki hemen denemeye kalkışacakmış gibi endişe ederler. Belirtmeye bile gerek yoktur ki bu konuda da endişe gereksizdir.

Bebeğin dünyaya gelişinde babanın rolünün ne oldu­ğu ve babanın ne gibi bir katkısının olduğu genellikle beş yaşından sonra sorulur. Çocuğunuz böyle bir soru sordu­ğunda, ayrıntıya girmeden, eveleyip, gevelemeden net bir cevap verebilirsiniz. Ancak kızarıp, bozarıp, utanarak ve kekeleyerek konuşursanız çocuğun merak etmesini kamçı­lamış olursunuz. Basitçe "bebek tohumlarından biri anne­dedir, biri de babadadır. Anne ile baba birbirlerini sevdiği ve bebek istediği zaman birbirlerine sarılırlar, bu arada ba­banın tohumu babanın pipisinden annenin karnına geçer. Tohumlar orada birleşir, yavaş yavaş büyür ve bebek olu­şur" diye bilirsiniz. Bu satırları okuyan anne-babalara ses­lenmek istiyorum, hiç merak etmeyin çocuğunuz bunu öğ­rendi diye hemen denemeye kalkışmaz. Ayrıca kalkışsa da pek önem taşımaz. Bu çağlarda dokturculuk, sünnetçi­lik ve evcilik oyunları sık oynanan oyunlardır. Tabii ki bu oyunların gerçek amacı yetişkin kadın-erkek ilişkilerini oyunlaştırarak denemek ve bu arada cinsel bölgelere kaça­mak bakışlardır. Eğer çocuğunuzu komşunun çocuğu ile evcilik oyunu bahanesi ile cinsel flörtleşme eylemi içinde yakalarsanız lütfen telaşlanmayın. Unutmayın ki böyle şeyler sık sık olur, belki siz de çocukluğunuzda böyle şey­ler yapmıştınız. Telaşlanıp, bağırıp çağırırsanız, ortalığı velveleye verirseniz çocuğunuzun suçluluk duygularına kapılmasına ve belki de ruhsal sorunlar içine girmesine ne­den olabilirsiniz. Elbette bunları söylerken böyle bir du­rumda hiç tepki göstermeyin ve boşverin gitsin, demek is­temiyorum. Muhakkakki çocuğunuzu karşınıza alıp konuşacaksınız. Ondan merak ettiklerini sormasını, duygu ve düşüncelerini açıklamasını istersiniz. Sonunda da durum hakkında kendi değerlendirmelerinizi iletirsiniz. Ço­cuğunuza, "kızım (oğlum) merak ettiğin şeyleri anlıyorum, yaptığınız şeyi de anladım. Sana kızmıyorum ama yaptığı­nı da onaylamıyorum. Çünkü bu gibi şeyler ancak yetiş­kinlerin, örneğin evlilikte yapacağı şeylerdir. Bundan son­ra merak ettiğin şeyleri bana sorarsan, emin ol ki sana arkadaşından daha iyi yanıt veririm" diyebilirsiniz. Ancak, bazen her şey bu kadar basit olmayabilir. Olumsuz aile ilişkilerinin ürünü, olumsuz davranış özelliklerine sahip bir komşu çocuğunun oğlunuzu (kızınızı) baştan çıkarması da söz konusu olabilir. Böyle bir durumda o olumsuz kom­şu çocuğuna karşı çaktırmadan bir ambargo koymanız ge­rekebilir. Bu ambargo, "o çocukla konuşman yasak" şek­linde değil de "şu çocukla arkadaşlık yapmandan daha çok hoşlanıyorum" biçiminde olursa daha etkili olur. Unutma­yın ki, yasalar daima karşıt yönde isteği kamçılar.

Anaokulu döneminde karşılıklı flörtleşmeler olabilir. Birbirlerinin sevgilisi olurlar veya evleneceğiz diyebilirler. Anne-babaların gülümseyerek baktıkları bu olay çok nor­maldir. Kız çocukları biraz daha erken geliştikleri için da­ha aktif olabilirler. Veya başka bir deyişle biraz daha fin­girdektirler. (Laf aramızda belki de benim sadece bir oğlum olduğu için kız çocuklarına karşı büyük bir sempa­tim var. Bu nedenle "kız çocukları fingirdektir" değerlen­dirmesini yapmış olabilirim).

Anaokulu çağındaki bu flörtleşmeler üzerine ailenin tavrı ne aşın alkışlayıp abartma, ne de ayıplama şeklinde olmalıdır. Zaten aslında da bu durum sempati ile gülümsenilecek bir olaydır. Ancak çocuk sizin sempati ile yaklaştı­ğınızı, alaya alınmadığını, sizin tarafınızdan anlaşıldığını ve sizden kabul gördüğünü hissedebilmelidir.

Yine bu dönemde (aslında her dönemde) dikkat edil­mesi gereken diğer bir konu da çocukların cinsel ilişkiye şahit olması ile ilgilidir. Tabii ki çocuk anne-babasının ya­tağında veya odasında yatmamalıdır. Kesinlikle ayrı bir odada ve kendi yatağında yatmalıdır. Bu ayrı yatma işi bebeklikten başlamalıdır. Çocuk yattıktan sonra gece yansı olan bir cinsel ilişkide genellikle pek tehlike yoktur.

Ama bazen bir pazar günü öğleden Sonra da insanın canı sevişmek isteyebilir. İşte böyle durumlarda kesinlikle çok dikkatli olunmalı ve kapı kilitlenmelidir. Ancak insan­ların dalgınlık halleri olabilir ve bazen sevişme sırasında yakalanabilir. Bu gibi durumlarda çocuğa çocuğun anlıya-cağı bir şekilde yapılan açıklamalar çok önemlidir. Elbette bu açıklama bağırmadan ve telaşa kapılmadan yapılmalı­dır. Bu açıklamalar hem anne, hem de baba tarafından ya­pılmalıdır. Çocuğun olay ile ilgili yorumu yakalanılan cin­sel ilişki pozisyonuna bağlı olarak değişebilir. Eğer erkeğin üstte olduğu bir pozisyonda yakalamışsa babanın anneye kötü bir şey yaptığı yönünde korkular ortaya çıka­bilir. Böyle bir durumda annenin ayrıca yapacağı bir açık­lama çok önemlidir. Muayenehaneme gelenler ile yaptı­ğım görüşmelerde bu tür olayların hiç de az olmadığını görüyorum. Bazen bizzat yakalama olmasa da anne-babanın sevişme seslerini duyarak yorumlar yapabilir. Bu konuda psikoterapiye aldığım bir genç kızı anımsarım. 22 Yaşındaki bu genç kız bir kaç erkek ile öpüşmüş, sevişmiş ancak hiç zevk almamıştı. Öpüşme ve sevişme sırasında kendini hiç bir şekilde veremiyordu. Kendi deyimiyle "buz gibi" oluyordu. Zevk alıyormuş gibi rol yapmaya çalışsa da bu durumu erkek arkadaşları tarafından da farkedilmişti. Bu durumunu aydınlatabilmek için girdiği terapide se­anslar ilerledikçe ilginç veriler elde ettik. Genç kız ilkokul çağındayken babası Hakkari'de görevliymiş ve soğuk hava koşullan nedeniyle bütün aile aynı odada yatıyorlarmış. Bu dönemde annesiyle babasının cinsel ilişki sırasında seslerini sürekli dinlediğini ve babasından iğrendiğini anımsadı. Gerçekten de bağlantı çok açıktı.

Anne-babanın çocuk ile banyoya girmesi elbette nor­maldir. Bu banyo sırasında anne-babanın cinsel organlarını da görebilir. Cinsellik olayı veya cinsel organlar ayıp, pis ve utanılıp kaçınılacak bir şey olmadığı için bu konuda doğal ve rahat davranmak en doğrusudur. Tabii ki sizlerin anne-baba olarak rahat ve doğal davranışlarınız çocuğunu­zun ilerdeki cinsel yaşamına olumlu bir etki yaparak, bu konularda onunda rahat ve doğal olmasına zemin hazırlar. Ancak bu konuda bazen çok bilmiş, aydın kişiler ölçüyü kaçırabilir. Bu ölçüyü kaçırma konusunda örnek vermeyeceğim. Ortalama toplumsal değer yargılan gözönüne alın­dığında, ne yazık ki bazı konularda toplum çocuklarımız­dan burada benim ifade ettiklerimden biraz daha farklı bir tutum bekliyor, içinde bulunulan topluma göre ortalama değer yargılan değiştiği için örnek vermedim. Ancak top­lum öyle bekliyor diye çocuklarımıza yanlış olduğunu bil­diğimiz değer yargılarını kazandırmak hatalı olur. Bilgili, ilerici ve aydın bir kişi olarak doğru yaptığınıza inanabilir­siniz. Ama çocuğunuza kazandırdığınız değer yargılarının toplumun ortalama değer yargılarıyla çok aşın çelişmeme­si iyi olur. Aksi takdirde çocuğun kafası karışır. Örneğin 3-5 yaşlarında bir çocuk babasını işerken görebilir, illa da pipinin, saklanması gerekmez. Banyoya da beraber girebilirsiniz.

Ama 6-7 yaşlarına doğru çaktırmadan, biraz biraz örtünmek iyi olur. Çocuk bazen anne ile babanın öpüştü­ğünü veya birbirlerine sanıldığını görebilir. Aslında gör­melidir de. Fakat tabii ki bu öpüşme ile sevişme öncesi ya­pılan ateşli öpüşmeleri kastetmiyorum. Bunun ölçüsünü çok iyi ayarlamak gereklidir.