Cinsel Kimlik ve Cocuk Cinsel Egitimi

Cinsel Kimliğin Gelişmesi, Çocuk Cinsel Eğitimi

İnsan doğumundan ölümüne kadar sürekli bir geliş­me ve değişme içindedir. Yani "insan 7'sinde neyse 70'inde de odur" lafı yanlıştır. Gerçekte insan 7'sinde, 17'sinde veya 77'sinde farklı farklıdır. Bu gelişim ve deği­şim elbette beden, kişilik ve cinsellik alanlarında da geçer­lidir. İnsan yaşamında kişiliğin ve cinsel kimliğin oluşma­sı ile olgunlaşmasında en önemli dönem çocukluk çağıdır. Yine bu çocukluk çağındaki, ruhsal-cinsel olgunlaşma sü­recinde söz konusu olabilen bazı hatalar yetişkinlikte kişi­liğin çeşitli boyutlarında veya cinsel kimliğinde sorunlara yol açabiliyor. Burada, karakter veya kişilik hakkındaki genel görüşlerimi kısaca özetledikten sonra çocuklarda cinsel kimliğin oluşmasını ele alacağım.

İnsanları çeşitli ortak davranış özelliklerine (ve hatta beden yapılarına) göre gruplandırmak yüzyıllardır çeşitli filozof ve psikologların uğraşlarından biridir. Eskiden ve günümüzde de birçok araştırıcı insanları; oral-anal-fallik, dışa-içe dönük-nevrotik-obsessif-paranoid-sosyopatik (v. b.) kişiliklere ayırırlardı. Artık insanları bu tip kişilik ka­lıplan içinde ele almaya karşı olanlar da var. Nitekim ben de insanları adeta bir kalıp veya damga gibi böylesine kişi­lik tanımlarıyla gruplandırılarak değerlendirilmesine kar­şıyım. Her bir insanda hemen bütün kişilik özellikleri var­dır. Diyalektikdeki zıtların birliği ilkesinden hareket ederek her bir insanda: dışa dönüklük ve içe dönüklüğün, güvenlilik ve güvensizliğin, kavgacılık ve barışçılığın, cin­sel soğukluk ve istekliliğin, titizlik ve dağınıklılığın (bu listeyi çok daha uzatmak olasıdır) birarada bulunduğuna inanıyorum. Ancak birarada bulunan bu karşıt özelliklerin yerine ve durumuna göre farklı farklı dışa vurumları olabi­lir. Şöyle ki bir insan bazen dışa dönük, bazen de içe dönük veya çoğunlukla dışa dönük veya bazı ortamlarda da­ha çok dışa dönük bazı ortamlarda ise daha çok içine kapanık olabiliyor. Dışa-içe dönüklük boyutu üzerine yap­tığım bu değerlendirme elbette diğer tüm davranış özellik­leri için de geçerlidir. Sonuç olarak bir insana adeta damga vurur gibi, örneğin "paranoid" veya "frijit (cinsel soğuk­luk)" şeklinde tanıların konulmaması gerektiği kanısında­yım. Kesin tanılara karşıyım. Yani insanda farklı farklı özellikler birarada bulunabiliyor ve bir durumda şöyle davranan bir kimse ertesi gün daha farklı davranabiliyor. Kişilik konusundaki bu açıklamaları çok daha genişletmek mümkün, ancak bu kitabın boyutlarını aşar. Bu nedenle ki­şilik konusunu burada bırakıp, kişiliğin cinsellik ile ilgili yanını, cinsel kimliğin oluşumunu ele almak istiyorum.

3 Yaşına kadar kız ve erkek çocuklarının davranışla­rı arasında genellikle pek önemli bir fark yoktur. Sadece erkek çocukları biraz daha atak ve hareketli, kız çocukları ise konuşmayı daha çabuk öğrenerek daha hızlı olgunlaşa-bilirler. Ancak bu farklılıklar çok kalın çizgilerle ayrılmadığı için, genel olarak tutumları aynıdır demek pek yanlış olmaz. 3 Yaşından sonra gerek hormonal bir etkiyle, ge­rekse eğitimsel bir yönlendirmeyle, kız çocukları kızsal (feminen), erkek çocukları ise erkeksi (maskülen) kimliğe bürünmeye başlarlar. Kadınlar ile erkekler arasındaki duy­gusal ve psikolojik ayrımların ne kadarının biyolojik (be­den, ile ilgili) nedenlere, ne kadarının da eğitimsel nedenle­re bağlı olduğu konusunda her uzmanın kendi dünya görüşüne bağlı olarak farklı savunulan olabilir. Ben bu ko­nuda, biyolojik etkenin önemli olduğunu ancak belirleyici etkenin eğitimsel kökenli olduğuna inanıyorum.

Günümüzde kız çocuğunun saçına kurdele takılır, renkli ve süslü, püslü giysiler giydirilir, evcilik takımlarıy­la bebek gibi oyuncaklar alınır. Ayrıca kız çocukları misa­fire şeker tutmaya, kibar ve nazik olmaya yönlendirilir. Er­kek çocuklarında ise süslenmeye fazla özen gösterilmez, top veya tabanca gibi oyuncaklar alınır, pek kibarlık veya incelik de beklenmez. Kızlar "benim cici, tatlı kızım" diye sevilir. Erkekler ise "benim güçlü aslan oğlum" diye sevi­lir. Anne-babalar kendi değer yargılarına uygun olarak kız çocuklarını "uslu, kibar, nazik, yumuşak, sevecen, evcilik oynayan, dövüşmeyi sevmeyen, örgü öten ve ev işlerine yatkın" bir şekilde yetiştirirler. Erkek çocuklarını ise "güç­lü, dayanıklı, yürekli, tuttuğunu koparır, girişken, atak, ce­sur, kavgacı ve dışa dönük" bir şekilde yetiştirirler. Bu eğilimlerin etkisiyle birçok büyük kızlarına "sevgi, gül, çi­çek" gibi isimler koyarken, oğullarına "aslan, yamaç, ha­kan" gibi isimler verirler.
Çocuğun cinsel kimliğini kazanmasındaki en önemli etkenlerden biri de, 3-6 yaşlar arasında Oedipal dönem de­nen bu dönemde anne-baba ile yapağı özdeşim (identifikasyon) olayıdır. Başka bir deyişle, çocuk kız veya erkek dav­ranışlarını anne veya babasına özenme sonucu, yani onlara benzemek için benimser. Bu sürecin anlaşümasını kolay­laştırmak için Kral Oedipus'un öyküsünü anlatacağım.

Kral Oedipus Yunan mitolojisinde adı geçen ünlü bir kahramandır. Öyküye göre Oedipus doğduğunda bir kâhin Oedipusun büyüyünce babasını öldürerek annesiyle evle­neceğini bildirir. Bunun üzerine babası kötü kaderin önüne geçmek için Oedipusun ayağına şiş batırarak, (Oedipus, şiş ayak demektir) bir çobandan çocuğu dağa bırakarak ölüme terketmesini ister. Ancak çoban çocuğu öldürmez ve evlatlık olarak verir. Daha sonra da başka bir kralın ya­nında evlatlık olur. Büyüyünce kendi falına bakaran Oedi­pus, trajik geleceğini öğrenir ve babası zannettiği o kralı öldürmemek için uzaklara kaçar. Ancak gittiği yerde bilmeden gerçek babası olan kralı öldürür ve yine bilmeden annesi ile evlenir. Bu öyküden yola çıkarak, Freud'dan kaynaklanan ve klasik kitaplara da geçen şekliyle 3-6 yaş­lar arasındaki bu döneme Oedipal dönem denmiştir.

Bu dönemde bir erkek çocuğunun ilk sevgilisi annesidir. Kendisine rakip gördüğü ilk erkek de haliyle babasıdır. Bir çok erkek çocuğunun bu dönemde annesine "anne, ben büyüyünce seninle evleneceğim" veya kızların babasına "baba, ben büyüyünce seninle evleneceğim" dediğini duy­muşsunuzdur. Ancak gerçek yaşamda annesinin sevgilisi babasıdır. O zaman erkek çocuğu annesinin sevgisini ka­zanmak için babasına benzemeğe çalışır. Babasının davra­nışlarını taklit eder ve giderek erkeksi bir kimliğe sahip olur. Kız çocuklarının ise az evvel belirttiğim gibi ilk sevgi­lisi babasıdır. Ancak babasının sevgilisi annedir. O zaman babasının sevgisini kazanmak isteyen kız çocuğu annenin davranışlarını taklit etmeye çalışır. Örneğin annesinin to­puklu ayakkabısını giyer, rujunu sürer, çamaşır yıkar ve an­nesi gibi davranarak kadınsı kimliği benimser. Hatta bu dö­nemdeki anne-babaya karşı olan sevgi ilerdeki eş seçimini bile etkiler. Şöyle ki, kızlar farkında olmadan babasına ben­zeyen bir erkeğe, erkekler ise annelerine benzeyen bir kıza ilgi duyabilirler.

Şimdi kişisel düşüncelerimi açıklayarak, bu süreçte­ki hataları ve önerilerimi sunmak istiyorum. Freud, Oedipus kompleksinin varlığını keşfettiğinde bunun evrensel olduğunu ve herkesin hayatında bu dönemin bulunduğunu savunmuştur. Ayrıca kız çocuklarının bu dönemde kendi­lerinde penisin olmadığını farkederek bilinçdışı bir şekilde "penis kıskançlığı" içine girdiklerini ve bu durumun da "kadınların zihinsel yetersizliğine" etki yaptığını öne sür­müştür. Ancak Malinowski ve başka araştırmacıların yap­tığı çalışmalar bunun tam olarak doğru olmadığını göster­miştir. Farklı üretim ilişkilerinin söz konusu olduğu toplumlarda cinsel kimliğin benimsenmesinde de farklı sü­reçle: söz konusudur. İlkel komünal toplumlarda Oedipus kompleksi söz konusu değildir. Aynca anaerkil toplumlar­da ve kadın erkek eşitliğinin bulunduğu ortamlarda şu meşhur "penis kıskançlığı" bulunmaktadır. Ancak günü­müzde feodal kökenli aile ilişkilerinin nisbeten de olsa ge­çerli olduğu ortamlarda Oedipus kompleksi söz konusu olabilir. Bu nedenle erkek çocuğu annesine "anne, ben bü­yüyünce seninle evleneceğim" veya kız çocuğu babasına "baba, ben büyüyünce seninle evleneceğim" diyebilir. Ay­rıca anneyi babadan veya babayı anneden kıskanma olabi­lir. Bu gibi durumlarda sakin, sevecen ve anlayışlı bir yak­laşım en uygunudur. Örneğin böyle bir durumda, "oğlum, ben senin annenim ve hep annen olarak kalacağım, annen olarak seni çok seviyorum. Senin şu anda bu şekilde his­setmeni anlıyorum ama büyüyünce başka kızlarla tanışa­caksın ve onlardan biri ile evleneceksin" demek yeterli ola­bilir. Tabii ki aynı yaklaşım kız çocuğu için de geçerlidir.

Erkek çocuklarının "kuvvetli, egemen erkek" ve kız çocuklarının da "zayıf, güçsüz kadın" olarak yetiştirilme alışkanlığı, feodal değer yargılarının etkisinde bir tutum­dur. Gerçekten de ülkemizde daha çok feodal değer yargı­larının geçerli olduğu kesimlerde hâlâ bu eğitim biçimi ge­çerlidir. Ancak daha çok kapitalist ilişkilerin ve liberal değer yargılarının etkin olduğu büyük şehirlerde, biraz da demokrasi rüzgârlarının etkisiyle bu tutumlar değişmekte­dir. Örneğin bir çok yerde kız çocuklarının "zayıf, güçsüz ve sadece evinin kadını" şeklinde değil de "güçlü, eğitimli ve çalışkan kadın" olarak yetiştirilişi yaygınlaşmaktadır. Çocuğumuza farkında olarak veya olmadan verdiğimiz cinsel kimliği ile ilgili değer yargılan toplumda geçerli olan ortalama değer yargılarına bağlıdır. Ancak bu konuda ben, çocuklarımızı ondokuzuncu yüzyıla göre değil de yirminci hatta yirmibirinci yüzyıla göre eğitmenin daha doğ­ru olacağı kanısındayım.

Kişinin kendi cinsiyetine bağlı olumlu bir cinsel kim lige kavuşması ruh sağlığı açısından çok önemlidir. Çocuk­larımız küçükken daha çok anneleriyle beraber oldukları için onlarla özdeşlik kurmaları yani annelerine benzemeye çalışmaları normaldir. Bu durum kızlar için hiç bir zaman sorun yaratmaz. Erkek çocuklar için de illa da sorundur di­ye bir şey yoktur. Bazen oğlunuz annesinin ayakkabısını giyerek ve yüzünü boyayarak annesini taklit etmeğe çalışa­bilir. Böyle bir durumda hemen paniğe kapılarak, "eyvah oğlum eşcinsel mi olacak?" endişesine kapılmayın. 3-4 Yaşlarına kadar bu tür. davranışlar olabilir. Ancak ondan sonra yavaş yavaş farklılaşmalar başlar. Yani kızlar anne­lerine, erkeklerde babalarına benzemeğe çalışırlar. Ancak bu aşamada örnek alınan kişi ile beraber olma oranı önem­lidir.. Günümüzde babaların büyük bir kısmı zamanlarının çoğunu ev dışında geçiriyorlar. Yani oğullan ile pek bera­ber olamıyorlar. Ayrıca ilkokullarda da erkek öğretmenle­rin sayısı oldukça azdır. Böyle durumlarda ne yazıkki er­kek çocuklarının taklit edebileceği örnekler azalmaktadır. Bu bakımlardan babaların çocuklarıyla, özellikle erkek çocuklanyla daha yoğun ilgilenmeleri gereklidir. Bu konuda son olarak şunu eklemek isterim, çocuğunuzun cinsel kim­liğini benimsemesiyle ilgili eğer sizi huzursuz eden bir şey varsa -bu saçma bir endişe de olabilir- hemen psikiyatri ve­ya psikoloji ile ilgili bir uzmana başvurunuz. Ancak endi­şenizin saçma da olabileceğini gözönünde bulundurarak lütfen çocuğunuzu komplekse itmemeye dikkat edin.

Bazen aileler erkek çocuk arzu ederken kız çocuk sa­hibi olurlar. Ve farkında olmadan bilinçdışı bir yönlendir­meyle kız çocuklarını erkek gibi yetiştirebilirler. Veya tam tersi olarak kız beklerken erkek sahibi olanlarda bilmeden oğullarını kız gibi yetiştirebilir. (Erkek çocuk sahibi olma­yı kendi erkekliklerinin kanıtı gibi görenlerin çoğunlukta olduğu ülkemizde bu durum haliyle daha azdır). Tabii ki bu tür hatalı anne-baba davranışları çocuğun ruh sağlığı açısından ilerde önemli sorunlara neden olabilir. Çeşitli ruhsal rahatsızlıklara veya cinsel davranış bozukluklarına yol açabilecek böylesi hatalı davranışlara karşı dikkatli ol­mak gerekir.

Birçok zaman ailelerin, özellikle babaların çocuklarıyla ilişki kurmak için yeterli zaman bulamadıklarından yakındıklarını duyarım. Oysa bu tür yakınmalar anlamsız­dır. Bir defa şunu unutmayalım ki çocuğunuz ile kurduğu­nuz ilişkinin süresi değil derinliği önemlidir. Yani 24 saat içinde yarım saatlik güzel bir ilişki, 24 saat içinde 24 saat süren kötü bir beraberlikten çok daha değerlidir. En meş­gul bir baba (tabii ki anne de) bile oğluyla veya kızıyla ya­pacak "bir şeyler" mutlaka bulabilmelidir. Bu "bir şeylerin" ne olduğu pek önemli değildir.

Ayrıca bazen ailelerde çocuklar parsellenir. Bu du­rum genellikle "kız annenin, erkek babanın" şeklinde olsa da, tersi de olabilir. Bu tür bir davranışın çok yanlış oldu­ğunun sanırım farkındasınızdır.

Çocuklarımızın cinsel kimliğini geliştirirken, hiç bir çocuğun %100 dişi ya da %100 erkek olamayacağını unut­mayalım. Kadınsı duygulardan nasipsiz büyüyerek, "er­kekler güçlüdür, kuvvetlidir" mantığı ile yetiştirilen bir er­kek çocuk veya "kızlar zayıftır, korunmalıdır" düşüncesi ile büyütülen bir kız çocuğu, nasıl olur da büyüyünce karşı cinsten olanlara anlayış gösterebilir, onları anlayabilir. Oğullanınız sevecenlik ve sıcaklık göstererek, gerektiğin­de ağlayabilecek kadar duygusallaşabilecek -kadınımsı de­mek istemedim- insanımsı duygular taşımalıdır. Kızları­mız da bağımsız, mantıklı düşünebilen, güçlü ve kişilikli kadınlar olarak yetişmelidir. Oğlumuz dört yaşındayken pekâlâ bebek ile oynayabilir, kızımız da kamyon veya top ile oynayabilir.

Çocuklarımıza cinsel kimliklerini kazandırırken, katı genellemelerden, ilkel değer yargılarından kendimizi ve onları olabildiğince uzak tutarsak sanırım daha olumlu olur.