Sarı Nokta Hastalığı ve Gözde Sarı Nokta
Yıllar önce bir haber yapmıştım. Konu, sarı nokta hastalığıydı. Hocam nedir bu "sarı nokta hastalığı" ya da diğer adıyla "makula dejeneresansı?"
Göz, bir oda gibi ve görme işlevinin çoğunluğunu, yani yüzde 90'mı üstlenmiş olan bir bölgesi var. Bu bölgede en fazla, en kaliteli ve en becerikli hücreler toplanmış vaziyette. Bu bölgenin adı, "sarı nokta" veya tıp diliyle "makula". En çok ışık oraya geldiği için gözün içinde en erken yaşlanabilen bölüm burası. Tabii, genetik yapı, güneş ve sigara kullanımı önemli. Bu 3 sebep, şu ana kadar bildiğimiz en önemli sebepler. O zaman bu bölge, kişinin yaşına göre çok daha ileri bir yaşa ulaşmış oluyor. Örneğin 60 yaşındaki bir kişinin sarı noktası, 120 sene yaşaması durumunda olması gereken noktaya geliyor. Yani aslında bu da doğal değişikliklerden biriyken, çok erkene alınmış oluyor. Sarı nokta hastalığında, ilk önce bakılan cisimlerde düzensizlik görülüyor. Yani diyelim ki çizgili bir kitap sayfasına bakıyoruz, bu çizgilerde düzensizlik görülebiliyor; çünkü oradaki hücrelerin bazıları çalışmaz oluyor. Bir süre sonra da bakılan sayfada görülemeyen alanlar, küçük küçük alanlar olmaya başlıyor. Sarı nokta hastalığı ileri bir devredeyse tedavi edilmesi zor. Ancak çok ilerlese bile, tam körlüğe ulaşmıyor. Yani bizim tıbbi anlamda, "körlük" dediğimiz şeyi yaratmıyor, ama yasal körlük yapabiliyor; yani araba kullanmayı engelleyecek düzeye ulaşabiliyor. Böyle bir şikayet olunca, biz göz doktorları olarak, önce damardan bir ilaç verip, bir göz filmi çekiyoruz, buna "göz anjiyosu" diyoruz. Eğer gözün gören noktasında, bu bölgelerde tedavi edilebilecek alanlar varsa, özel lazerlerle bu alanları tedavi ediyoruz. "Varsa" dedim, çünkü gözün gören noktasında yapılacak lazer, sonuçta o bölgenin görmemesine yol açacak, tehlikeli bir bölge. Onun için bu konuda çok dikkatli davranmak lazım. İyi bilen biri yapmalı, çünkü eğer lazer yanlışlıkla tam görme noktasına ya da ona yakın bir yere gelecek olursa, o zaman görme, o bölgede kaybolur. Günümüzde yeni yöntemler geliştirildi, yeni lazerler geliştirildi bununla ilgili olarak.
Diyelim ki hastalık çok ilerledi, lazer yapıldı veya yapılamadı, sonuçta çok ilerledi, ortada kocaman bir siyah nokta oldu, biz buna tıbbi olarak, "körlük" demeyiz, ama diyelim ki yasal açıdan körlük durumuna geldi. O zaman ne, yapıyoruz, yani en kötü olasılık nedir? O zaman da özel gözlükler, büyüteçler, dürbünlü gözlükler veriyoruz, yani gözün fonksiyonu ne kadar kalmışsa, o fonksiyonun yüzde 100'ünün kullanılmasını sağlamaya çalışıyoruz. Diyelim ki göz fonksiyonu yüzde 20 kaldı, normal gözlükler bu yüzde 20'nin, yüzde 100'ünü kullanmayı sağlayamıyor. Bu yüzden kişiye özel gözlükler veriyoruz, bu yüzde 20'nin, yüzde 100'ünü kullanmasını sağlamaya çalışıyoruz.
Seker Hastaligi (Diyabet) ve Goz
Şeker hastalığının göze etkisi
insanı böylesine körlüğe kadar götürebilecek başka hastalık var mı?
Var! Şeker Hastalığı. Şeker yüksek kaldığı sürece, damarların, özellikle ince damarların cidarlarında bozulma oluyor. Şimdi bir boru düşünelim, bu boruyla bir bahçeyi sulamamız gerekiyor; ama borunun duvarları, cidarları, kenarları zamanla aşınıyor şeker hastalığında. O zaman borunun kenarlarında şişlikler veya delikler olur, delikler olunca su gideceği tarlayı değil, yoldaki başka bir yeri, yolu ıslatır. Gözde böyle bir durum olduğu zaman kanama oluyor, çünkü damarın içinde kan var veyahut da şişlikler oluyor. Şişlikler olunca kan, gitmesi gereken tarlaya gidemiyor, yolda bir yerlerde kalmış oluyor. O zaman gözün devamlı olarak düzgün bir şekilde beslenmesi bozuluyor. Beslenme bozulunca, her şey karman çorman oluyor. Gözün içerisinde kanamalar ve beslenme bozuklukları olan bütün alanlar, bütün işlevi bozuyorlar ve göz, geri dönülmez bir şekilde görme kaybına gidebiliyor.
Bu aslında, gelişmiş ülkelerde çok sık görülmeyen bir hastalık, çünkü oralarda şeker hastalığı kontrol edilebilen bir hastalık. Bizim ülkemizde ne yazık ki hâlâ insülin kullanamayan, bulamayan veyahut da insülin kullanması gerektiğini tam olarak, eğitim olarak öğrenmemiş birçok insan' var. Bu yüzden de göz etkilenebiliyor. Şeker hastalığında böbrek, beyin veya bacak damarları gibi pek çok organımız zarar görebiliyor, ama bu hastalık göz damarları daha ince olduğu için öncelikle körlüğe yol açabiliyor.
Türkiye'de şeker hastası sayısı çok yüksek. Dolayısıyla aslında şeker hastalığını kontrol altında tutmak, şeker hastalarının bilinçlenmesi, bilinçlendirilmesi bir bakıma gözlerini ve diğer organlarını da emniyete alıyor...
Tabii, kesinlikle!
"Nasıl olsa yaşlandım. Nasıl olsa hayatımın son döne-mindeyim" tarzında düşüncelere sahip olmak iyi değil. Bu tarz düşünenlere sık rastlıyorum ben...
Öyle gibi, ama bir yandan da öyle değil, çünkü yaşlanınca tek eğlence televizyon izlemek, gazete ve kitap okumak oluyor. Yani yaş ilerledikçe hareket azalıyor ve dolayısıyla görme daha önemli olmaya başlıyor. Ama zamanında başlamak lazım, yani bunları aslında sağlımıza yatırım diye düşünmemiz gerekiyor. İyi gören 80 yaşında bir kişi olmak için 40 yaşından itibaren göze önem vermek lazım.
Gözyaşı eksikliğine gözyaşı damlası
Suni gözyaşı damlaları konusu çok gündemde. Gözyaşı eksikliği de herhalde yine yaşlılığa bağlı bir problem...
Gözyaşı azlığı yaşa bağlı göz problemlerinin başında gelen sorunlardan biri. Yaş ilerleyince cildin kuruması gibi gözyaşı da azalıyor, ancak gençlerde de görülebiliyor. Eğer kişinin romatizmal bir hastalığı varsa; örneğin bir bağ dokusu hastalığı, ağır bir romatizma hastalığı varsa, o vakit gözyaşı azlığı da olabiliyor. Bu biraz daha ağır seyrediyor, yani bu durumda dikkatli olmamız gerekiyor. İkinci grup ise, herhangi bir problemi olmayan, yaşı da genç olan kişiler. Bu kişiler modern çağın bir özelliği olarak, daha çok klimalı ve kapalı havalandırmalı ortamlarda çalışıyorlar. Bu konuyu ayrıntılı olarak Birinci Bölüm'de de konuşmuştuk. Sadece hastaların sık sorduğu, "Çok ağladım, onun için mi gözyaşım azaldı" sorusundan söz edeyim. Hayır, ağlama gözyaşını azaltmıyor. Çünkü ağlamanın, gözyaşı yaratma uyarısı farklı bir sistemle çalışıyor. Normalde gözyaşı salgılanması ise farklı bir sistemle çalışıyor. Gözyaşı azlığında normal durumdayken, doğal, temel gözyaşı salgılanmasında bir bozukluk oluyor, yoksa ağlamayla bir problem yaşanmıyor.
insanı böylesine körlüğe kadar götürebilecek başka hastalık var mı?
Var! Şeker Hastalığı. Şeker yüksek kaldığı sürece, damarların, özellikle ince damarların cidarlarında bozulma oluyor. Şimdi bir boru düşünelim, bu boruyla bir bahçeyi sulamamız gerekiyor; ama borunun duvarları, cidarları, kenarları zamanla aşınıyor şeker hastalığında. O zaman borunun kenarlarında şişlikler veya delikler olur, delikler olunca su gideceği tarlayı değil, yoldaki başka bir yeri, yolu ıslatır. Gözde böyle bir durum olduğu zaman kanama oluyor, çünkü damarın içinde kan var veyahut da şişlikler oluyor. Şişlikler olunca kan, gitmesi gereken tarlaya gidemiyor, yolda bir yerlerde kalmış oluyor. O zaman gözün devamlı olarak düzgün bir şekilde beslenmesi bozuluyor. Beslenme bozulunca, her şey karman çorman oluyor. Gözün içerisinde kanamalar ve beslenme bozuklukları olan bütün alanlar, bütün işlevi bozuyorlar ve göz, geri dönülmez bir şekilde görme kaybına gidebiliyor.
Bu aslında, gelişmiş ülkelerde çok sık görülmeyen bir hastalık, çünkü oralarda şeker hastalığı kontrol edilebilen bir hastalık. Bizim ülkemizde ne yazık ki hâlâ insülin kullanamayan, bulamayan veyahut da insülin kullanması gerektiğini tam olarak, eğitim olarak öğrenmemiş birçok insan' var. Bu yüzden de göz etkilenebiliyor. Şeker hastalığında böbrek, beyin veya bacak damarları gibi pek çok organımız zarar görebiliyor, ama bu hastalık göz damarları daha ince olduğu için öncelikle körlüğe yol açabiliyor.
Türkiye'de şeker hastası sayısı çok yüksek. Dolayısıyla aslında şeker hastalığını kontrol altında tutmak, şeker hastalarının bilinçlenmesi, bilinçlendirilmesi bir bakıma gözlerini ve diğer organlarını da emniyete alıyor...
Tabii, kesinlikle!
"Nasıl olsa yaşlandım. Nasıl olsa hayatımın son döne-mindeyim" tarzında düşüncelere sahip olmak iyi değil. Bu tarz düşünenlere sık rastlıyorum ben...
Öyle gibi, ama bir yandan da öyle değil, çünkü yaşlanınca tek eğlence televizyon izlemek, gazete ve kitap okumak oluyor. Yani yaş ilerledikçe hareket azalıyor ve dolayısıyla görme daha önemli olmaya başlıyor. Ama zamanında başlamak lazım, yani bunları aslında sağlımıza yatırım diye düşünmemiz gerekiyor. İyi gören 80 yaşında bir kişi olmak için 40 yaşından itibaren göze önem vermek lazım.
Gözyaşı eksikliğine gözyaşı damlası
Suni gözyaşı damlaları konusu çok gündemde. Gözyaşı eksikliği de herhalde yine yaşlılığa bağlı bir problem...
Gözyaşı azlığı yaşa bağlı göz problemlerinin başında gelen sorunlardan biri. Yaş ilerleyince cildin kuruması gibi gözyaşı da azalıyor, ancak gençlerde de görülebiliyor. Eğer kişinin romatizmal bir hastalığı varsa; örneğin bir bağ dokusu hastalığı, ağır bir romatizma hastalığı varsa, o vakit gözyaşı azlığı da olabiliyor. Bu biraz daha ağır seyrediyor, yani bu durumda dikkatli olmamız gerekiyor. İkinci grup ise, herhangi bir problemi olmayan, yaşı da genç olan kişiler. Bu kişiler modern çağın bir özelliği olarak, daha çok klimalı ve kapalı havalandırmalı ortamlarda çalışıyorlar. Bu konuyu ayrıntılı olarak Birinci Bölüm'de de konuşmuştuk. Sadece hastaların sık sorduğu, "Çok ağladım, onun için mi gözyaşım azaldı" sorusundan söz edeyim. Hayır, ağlama gözyaşını azaltmıyor. Çünkü ağlamanın, gözyaşı yaratma uyarısı farklı bir sistemle çalışıyor. Normalde gözyaşı salgılanması ise farklı bir sistemle çalışıyor. Gözyaşı azlığında normal durumdayken, doğal, temel gözyaşı salgılanmasında bir bozukluk oluyor, yoksa ağlamayla bir problem yaşanmıyor.
Glokom (Goz Tansiyonu) Nedir
Glokom Hastalığı (Göz tansiyonu) Nedir?
Glokom, "karasu" demek. Bu eski bir kelime, ta Mısır'dan gelen bir kelime. Göz tansiyonu aslında herkeste var. Çünkü gözün belli bir gerginlikte durabilmesi, büzüşmemesi için gözün içinde belli bir basınç var. Örneğin bir balonu şişirdiğimizde, onu aynı büyüklükte tutabilmek için devamlı olarak içine biraz daha hava vermemiz gerekir. Bu örnekte olduğu gibi gözün de belli bir gerginlikte durabilmesi için bir basıncı var. Ancak eğer basınç artarsa, o zaman göz tansiyonu hastalığı oluyor. Biz bazen hastalık kelimesini atlayıp, "Göz tansiyonu var sizde" diyoruz; oysa herkesin göz tansiyonu var, ama bazısının normal, bazısının yüksek. Halbuki bu, "Sizde göz tansiyonu hastalığı var" demek.
Ne zaman başlıyor peki? Neden bazısında normal, bazısında yüksek?
Gözün içinde bir sıvı var. Bu sıvı devamlı olarak yapılıp gözün dışına atılıyor. Yani bir devridaim var. Eğer bu sıvının yapılışında fazlalık olursa veya gözün dışına atılmasında bir sıkıntı yaşanırsa, gözün içinde hapsoluyor, birikiyor. O zaman da belli bir balon büyüklüğünde olması gerekirken, o basınç devamlı olarak gözü etkilemeye başlıyor, büyütmeye çalışıyor. Gözün etrafındaki bütün dokular, sert dokular, beyaz doku, ama gözün arkasında yumuşak olan bir tek yer var; o da göz siniri. Gözün gören hücrelerinin gözü terk ettiği yerde beyaz, önden baktığımız zaman gördüğümüz sert doku yok. Dolayısıyla gözün içinde basınç yükselince, göz sinirinde baskı oluyor ve yavaş yavaş onu tam bir kabak şeklinde oymaya başlıyor, ortasını oyuyor. Bu hücreler devamlı basınç altında kalınca yaşamlarını kaybediyorlar. O zaman göz tansiyonu hastalığı oluyor ve burada yaşamını kaybeden hiçbir hücre yeniden canlandırıla-mıyor. Ancak tam ölmemişse yeniden canlandırılabiliyor.
Göz tansiyonu hastalığı, ailevi bir hastalık. Genellikle bir ailede göz tansiyonu hastalığı varsa, fertlerde değişik tipte hastalık olma olasılığı var. Bunun dışında da her zaman sebebini bulamadığımız göz tansiyonu hastalıkları olabiliyor, ama genellikle ailevidir. Eğer bir kişinin ailesinde göz tansiyonu hastalığı bulunmuş ise; örneğin sizin gibi, o zaman 35 yaşından sonra yılda bir defa göz tansiyonunun ölçülmesi gerekir, çünkü zamanla çıkabilir.
Göz tansiyonu hastalığı da mı yaşlılığa bağlı? Yaşlanmadan da görülebiliyor. Gençlerde de özel tipleri var, ama genellikle yaşa bağlı oluyor. Çocuklarda ve gençlerde olduğu zaman, onların o beyaz dokusu henüz ince olduğu için göz büyüyor, kocaman büyük gözler oluyor, hatta aileler, "Çocuğumun gözü çok güzel" diye düşünebiliyorlar. Halbuki bu bir hastalık olabiliyor. Bu çocuklar genellikle huzursuz ve mutsuz oluyorlar, çünkü gözde bir sorun var. Sık sık ağlıyorlar, gözleri sık sık sulanıyor ve kızarıyor. Ama genellikle yaş ilerleyince ortaya çıkıyor. Bizim yapmamız gereken şey: Bu tansiyon yüksekliği, gerçekten gözü etkiliyor mu, etkilemiyor mu? Çünkü bazen göz tansiyonu yüksek oluyor, ama glokom olmuyor, hastalık olmuyor.
Glokom (Göz Tansiyonu) Tedavisi
Anne-babamı her sene kontrole götürüyorum, biri 74, biri 68 yaşında. Babamın göz tansiyonu değerleri bazen 23-24 (Göz Tansiyonu Değerleri) çıkıyor, bu ayarlanıyor. Tıpkı kişiye tansiyon ilacı verip de kan basıncını ayarladığınız gibi. İlaçlarını kullanınca bir sonraki kontrolde bakıyoruz ki 13'e düşmüş. Anneminki de aynı şekilde. Tansiyon her iki gözde de farklı çıkabiliyor, değil mi?
Doğru, çok güzel bir soru. Farklı farklı olabilir. Zaten glokomu şöyle düşünmek lazım: Hani, "Hastalık yok, hasta var" denilir ya, burada da, "Hasta yok, göz yar" diye düşünülmeli. Her gözün gidişi farklı olabilir. Tansiyon eğer 20'nin üzerinde ise bizim için şüpheli, 22'nin üzerindeyse bizim için çok rahatsızlık verici. Eğer bu civarlardayken görme alanında, göz sinirlerinde problem çıkarmamışsa, biz buna "oküler hipertansiyon", yani "göz tansiyonu yüksekliği" diyoruz, ama "hastalığı" demiyoruz, fakat takip ediyoruz, çünkü bu kişilerin bir kısmı da sonunda göz tansiyonu hastası olabiliyorlar. Ama eğer göz tansiyonu yüksekliği başka sorunlara, hücrelerde ölüme yol açmışsa o zaman, "hastalık" diyoruz. Bunun için de elimizde damla şeklinde birçok ilaç var. Bu damlalar devamlı kullanılması gereken ilaçlar, başlandığı zaman, yani teşhis konduktan sonra bir şişe bitince, "Tansiyonum düzeldi" deyip bırakılmaması gereken, ömür boyu kullanılması gereken tedaviler.
Ömür boyu mu?
Evet, bu damlaların ömür boyu kullanılması gerekiyor. Yani kendi kendine veya bir süre tedaviyle kalıcı olarak düzelmiyor.
O zaman bu damlaları bırakmamak gerekiyor. Anne-babam ilaçlarını iyileşince bırakıyorlar...
Zaten kronik hastalıklarda hep böyle oluyor, hepimiz aynı şeyi yaşıyoruz, ancak göz tansiyonu damlalarının bir kısmı gözyaşı azlığı yapabilirken, yaş ilerlemesi de yapabilir. Bu yüzden gözyaşı damlası gerekli. Ama glokomu olup da göz tansiyonu damlası verdiğimiz herkese, antibiyotiğin yanında otomatik olarak vitamin verir gibi değil.
Bu konuyu biraz daha açar mısınız?
Eğer damlalar yetmezse, ö zaman ameliyatı düşünebiliyoruz. Yaptığımız ameliyatı bir düdüklü tencerenin düdüğü gibi küçük bir delik açmak ve tekrar o deliğin üstünü gevşekçe kapamak, yani gözün içindeki bu sıvının gözün içinde hapsolmasını engellemek, gözün dışındaki katların arasında süzülmesini sağlamak olarak açıklayabiliriz. Bu işlemin çeşitli uygulama yöntemleri var. Bazen de glokomun, yani göz tansiyonu hastalığının özelliği, bu çeşit bir ameliyatı değil, bir lazer yapılmasını gerektirebiliyor. Bu durumda onu uyguluyoruz. Bu ameliyatların çeşitli yöntemleri var. Daha çok kişiye göre şu veya bu tipin uygulanması şeklinde olabilir. Göz tansiyonu için ameliyat yapılıp tansiyon normale düştüğünde bile, takip şart. Çünkü zamanla tekrar ilerleyebiliyor göz tansiyonu, zamanla artabiliyor. Bazen yaptığımız bu delik kapanabiliyor, bazen yeterli olmayabiliyor. Çünkü bir delik açıyoruz, vücut bu nu iyileştirmeye çalışıyor, iyilik olsun diye iyileştirmeye çalışırken, kapatmaya çalışıyor.
Tıpkı kataraktta olduğu gibi...
Evet! Onun için mutlaka gene takip ediyoruz. Yani yaşam boyu takip etmemiz gerekiyor.
Neden babamda yükseliyor da aynı yaş grubundaki başka bir insanda yükselmeyebiliyor?
Genetik yapı.
Glokoma neden olan faktörler
Peki, neden, o sıvıyla alakalı. Neden böyle bir şey oluşuyor kişide, neden yükseliyor?
Çocuklarda olan glokomun genetik özelliği bulundu, ama ileri yaşlarda ortaya çıkan glokom birden çok faktöre bağlı olduğu için genetik olarak, "Şu kromozomun, şu bölgesindeki, şu gen yapıyordur" diye, henüz kesin bir sonuca ulaşılmadı, ama muhtemelen birden çok gen bunu yapıyor. Bunun yanı sıra göz tansiyonunu yükselten diğer faktörler ise şunlar: Kazalar, çarpmalar, şeker hastalığına bağlı ağır göz hastalığı, geçirilmiş göz iltihapları. Ama bunların hepsine "ikincil göz tansiyonu hastalığı" diyoruz, birincil değil.
Peki, nasıl anlayacak kişi?
Anlayamaz, zaten mesele burada, onun için muayene olmak şart.
Hiçbir belirti vermiyor mu? Glokom Belirtileri
Hayır! Hiçbir belirti vermemesi bu hastalığın birinci en kötü tarafı. İkinci kötü tarafı, kalıcı ve ilerleyen, körlüğe varan görme kaybı yapması. Bu yüzden, kitabımızın başında özellikle şunu vurguladık: 6 yaşından önce her çocuk mutlaka bir defa muayene olmalı. İkinci vurgulamamız gereken şey de, 40 yaşından sonra herkesin şikayeti olsun olmasın, göz muayenesi olması gerektiği. Yakın gözlüğü aslında bunu sağlayabilecek etken, yani yakını göremeyince doktora gitmek, o sırada da göz tansiyonunun ölçülmesi en güzeli. Bu nedenle biz herkese, "Yakını göremiyorsanız doktora gidin" diyoruz. İnsan yakını göremezse, sadece hayatı zorlaşır, kalıcı bir hastalık olmaz. Ama bizim hedefimiz, kişi yakını görme problemiyle geldiği sırada göz tansiyonunu ölçmek. Hiçbir şikayet vermeyebiliyor, çok nadiren bir basınç hissi, kızarıklık yapabiliyor, çok ileri dönemlerde ağrı yapabiliyor. Ama hedef, tabii o olmadan bulmak. Dolayısıyla tarama yapmak lazım. Taramanın da yapılabilmesinin koşulu, yakını göremez hale gelince muayene olmak veyahut da ailede göz tansiyonu hastalığı varsa, 35 yaşından sonra düzenli olarak yıllık kontrole gitmek.
"Glokom krizi" diye bir şey var mı?
Var! Hani saat camından, saat camının arkası ve saatin kadranından bahsettik. Saat camı ile saat kadranı arasında belli bir boşluk var. Eğer kişinin göz yapısı, bu boşluğun normalden daha dar olmasına sebep olmuşsa o zaman sıvı, gözün içinde yapılıp atılması gereken sıvı, gözün içine hap-soluyor ve bir tıkanma oluyor. Tıkanma sırasında göz tansiyonu, 40-50 gibi yüksek rakamlara ulaşabiliyor. İşte o sırada kriz oluyor.
Bu, kalp krizi ya da beyin krizi gibi bir şey mi?
Pek öyle değil, daha çok idrar yapamama problemi gibi. Çünkü bir tıkanma var, sıvı dışarı anlamıyor. O zaman çok ağrı oluyor. Göz çok kızarıyor, tepki veriyor. Ama tansiyonun saatler içerisinde düşürülmesi gerekiyor, çünkü tansiyon yüksek kaldığı her dakika, birkaç hücre hayatiyetini kaybediyor. İşte bu durumda biz lazer yapıyoruz, göz dışından uyguladığımız lazerle saat kadranına bir delik açıyoruz. Sıvının sadece önden değil, arkadan da dolaşıp çıkmasını sağlıyoruz. Damardan, ağızdan ilaç veriyoruz ve acele bir şekilde, çok acil bir şekilde tansiyonun düşmesini sağlamaya çalışıyoruz. Tansiyonu düşürdükten sonra da öyle kalmasını sağlamak için daha başka tedavilere geçiyoruz.
O sıvı neden oradan çıkmak zorunda? Vücudumuzdaki kan gibi bir şey mi?
Kan gibi temizleyici bir sıvı bu. Gözün içinde birtakım hücreler var ve bu hücreler devamlı olarak birtakım işlevler görüyor. İşlevler görünce artıkları oluyor. Bu artıkları sadece kan değil. Gözün içinde şeffaf olması için çok kan damarı olmadığını söylemiştim. O zaman da bu sıvıyla atılıyor, bu sıvıyı, devamlı olarak musluğu temizleyen bir sıvı gibi düşünmek lazım.
Gözyaşı değil...
Hayır, değil, gözün içindeki sıvı bu.
Ama çok hayati bir sıvı...
Evet, çünkü devamlı olarak gözün içini o temizliyor. Yani musluğun içini temizleyen sıvı o.
Glokom, "karasu" demek. Bu eski bir kelime, ta Mısır'dan gelen bir kelime. Göz tansiyonu aslında herkeste var. Çünkü gözün belli bir gerginlikte durabilmesi, büzüşmemesi için gözün içinde belli bir basınç var. Örneğin bir balonu şişirdiğimizde, onu aynı büyüklükte tutabilmek için devamlı olarak içine biraz daha hava vermemiz gerekir. Bu örnekte olduğu gibi gözün de belli bir gerginlikte durabilmesi için bir basıncı var. Ancak eğer basınç artarsa, o zaman göz tansiyonu hastalığı oluyor. Biz bazen hastalık kelimesini atlayıp, "Göz tansiyonu var sizde" diyoruz; oysa herkesin göz tansiyonu var, ama bazısının normal, bazısının yüksek. Halbuki bu, "Sizde göz tansiyonu hastalığı var" demek.
Ne zaman başlıyor peki? Neden bazısında normal, bazısında yüksek?
Gözün içinde bir sıvı var. Bu sıvı devamlı olarak yapılıp gözün dışına atılıyor. Yani bir devridaim var. Eğer bu sıvının yapılışında fazlalık olursa veya gözün dışına atılmasında bir sıkıntı yaşanırsa, gözün içinde hapsoluyor, birikiyor. O zaman da belli bir balon büyüklüğünde olması gerekirken, o basınç devamlı olarak gözü etkilemeye başlıyor, büyütmeye çalışıyor. Gözün etrafındaki bütün dokular, sert dokular, beyaz doku, ama gözün arkasında yumuşak olan bir tek yer var; o da göz siniri. Gözün gören hücrelerinin gözü terk ettiği yerde beyaz, önden baktığımız zaman gördüğümüz sert doku yok. Dolayısıyla gözün içinde basınç yükselince, göz sinirinde baskı oluyor ve yavaş yavaş onu tam bir kabak şeklinde oymaya başlıyor, ortasını oyuyor. Bu hücreler devamlı basınç altında kalınca yaşamlarını kaybediyorlar. O zaman göz tansiyonu hastalığı oluyor ve burada yaşamını kaybeden hiçbir hücre yeniden canlandırıla-mıyor. Ancak tam ölmemişse yeniden canlandırılabiliyor.
Göz tansiyonu hastalığı, ailevi bir hastalık. Genellikle bir ailede göz tansiyonu hastalığı varsa, fertlerde değişik tipte hastalık olma olasılığı var. Bunun dışında da her zaman sebebini bulamadığımız göz tansiyonu hastalıkları olabiliyor, ama genellikle ailevidir. Eğer bir kişinin ailesinde göz tansiyonu hastalığı bulunmuş ise; örneğin sizin gibi, o zaman 35 yaşından sonra yılda bir defa göz tansiyonunun ölçülmesi gerekir, çünkü zamanla çıkabilir.
Göz tansiyonu hastalığı da mı yaşlılığa bağlı? Yaşlanmadan da görülebiliyor. Gençlerde de özel tipleri var, ama genellikle yaşa bağlı oluyor. Çocuklarda ve gençlerde olduğu zaman, onların o beyaz dokusu henüz ince olduğu için göz büyüyor, kocaman büyük gözler oluyor, hatta aileler, "Çocuğumun gözü çok güzel" diye düşünebiliyorlar. Halbuki bu bir hastalık olabiliyor. Bu çocuklar genellikle huzursuz ve mutsuz oluyorlar, çünkü gözde bir sorun var. Sık sık ağlıyorlar, gözleri sık sık sulanıyor ve kızarıyor. Ama genellikle yaş ilerleyince ortaya çıkıyor. Bizim yapmamız gereken şey: Bu tansiyon yüksekliği, gerçekten gözü etkiliyor mu, etkilemiyor mu? Çünkü bazen göz tansiyonu yüksek oluyor, ama glokom olmuyor, hastalık olmuyor.
Glokom (Göz Tansiyonu) Tedavisi
Anne-babamı her sene kontrole götürüyorum, biri 74, biri 68 yaşında. Babamın göz tansiyonu değerleri bazen 23-24 (Göz Tansiyonu Değerleri) çıkıyor, bu ayarlanıyor. Tıpkı kişiye tansiyon ilacı verip de kan basıncını ayarladığınız gibi. İlaçlarını kullanınca bir sonraki kontrolde bakıyoruz ki 13'e düşmüş. Anneminki de aynı şekilde. Tansiyon her iki gözde de farklı çıkabiliyor, değil mi?
Doğru, çok güzel bir soru. Farklı farklı olabilir. Zaten glokomu şöyle düşünmek lazım: Hani, "Hastalık yok, hasta var" denilir ya, burada da, "Hasta yok, göz yar" diye düşünülmeli. Her gözün gidişi farklı olabilir. Tansiyon eğer 20'nin üzerinde ise bizim için şüpheli, 22'nin üzerindeyse bizim için çok rahatsızlık verici. Eğer bu civarlardayken görme alanında, göz sinirlerinde problem çıkarmamışsa, biz buna "oküler hipertansiyon", yani "göz tansiyonu yüksekliği" diyoruz, ama "hastalığı" demiyoruz, fakat takip ediyoruz, çünkü bu kişilerin bir kısmı da sonunda göz tansiyonu hastası olabiliyorlar. Ama eğer göz tansiyonu yüksekliği başka sorunlara, hücrelerde ölüme yol açmışsa o zaman, "hastalık" diyoruz. Bunun için de elimizde damla şeklinde birçok ilaç var. Bu damlalar devamlı kullanılması gereken ilaçlar, başlandığı zaman, yani teşhis konduktan sonra bir şişe bitince, "Tansiyonum düzeldi" deyip bırakılmaması gereken, ömür boyu kullanılması gereken tedaviler.
Ömür boyu mu?
Evet, bu damlaların ömür boyu kullanılması gerekiyor. Yani kendi kendine veya bir süre tedaviyle kalıcı olarak düzelmiyor.
O zaman bu damlaları bırakmamak gerekiyor. Anne-babam ilaçlarını iyileşince bırakıyorlar...
Zaten kronik hastalıklarda hep böyle oluyor, hepimiz aynı şeyi yaşıyoruz, ancak göz tansiyonu damlalarının bir kısmı gözyaşı azlığı yapabilirken, yaş ilerlemesi de yapabilir. Bu yüzden gözyaşı damlası gerekli. Ama glokomu olup da göz tansiyonu damlası verdiğimiz herkese, antibiyotiğin yanında otomatik olarak vitamin verir gibi değil.
Bu konuyu biraz daha açar mısınız?
Eğer damlalar yetmezse, ö zaman ameliyatı düşünebiliyoruz. Yaptığımız ameliyatı bir düdüklü tencerenin düdüğü gibi küçük bir delik açmak ve tekrar o deliğin üstünü gevşekçe kapamak, yani gözün içindeki bu sıvının gözün içinde hapsolmasını engellemek, gözün dışındaki katların arasında süzülmesini sağlamak olarak açıklayabiliriz. Bu işlemin çeşitli uygulama yöntemleri var. Bazen de glokomun, yani göz tansiyonu hastalığının özelliği, bu çeşit bir ameliyatı değil, bir lazer yapılmasını gerektirebiliyor. Bu durumda onu uyguluyoruz. Bu ameliyatların çeşitli yöntemleri var. Daha çok kişiye göre şu veya bu tipin uygulanması şeklinde olabilir. Göz tansiyonu için ameliyat yapılıp tansiyon normale düştüğünde bile, takip şart. Çünkü zamanla tekrar ilerleyebiliyor göz tansiyonu, zamanla artabiliyor. Bazen yaptığımız bu delik kapanabiliyor, bazen yeterli olmayabiliyor. Çünkü bir delik açıyoruz, vücut bu nu iyileştirmeye çalışıyor, iyilik olsun diye iyileştirmeye çalışırken, kapatmaya çalışıyor.
Tıpkı kataraktta olduğu gibi...
Evet! Onun için mutlaka gene takip ediyoruz. Yani yaşam boyu takip etmemiz gerekiyor.
Neden babamda yükseliyor da aynı yaş grubundaki başka bir insanda yükselmeyebiliyor?
Genetik yapı.
Glokoma neden olan faktörler
Peki, neden, o sıvıyla alakalı. Neden böyle bir şey oluşuyor kişide, neden yükseliyor?
Çocuklarda olan glokomun genetik özelliği bulundu, ama ileri yaşlarda ortaya çıkan glokom birden çok faktöre bağlı olduğu için genetik olarak, "Şu kromozomun, şu bölgesindeki, şu gen yapıyordur" diye, henüz kesin bir sonuca ulaşılmadı, ama muhtemelen birden çok gen bunu yapıyor. Bunun yanı sıra göz tansiyonunu yükselten diğer faktörler ise şunlar: Kazalar, çarpmalar, şeker hastalığına bağlı ağır göz hastalığı, geçirilmiş göz iltihapları. Ama bunların hepsine "ikincil göz tansiyonu hastalığı" diyoruz, birincil değil.
Peki, nasıl anlayacak kişi?
Anlayamaz, zaten mesele burada, onun için muayene olmak şart.
Hiçbir belirti vermiyor mu? Glokom Belirtileri
Hayır! Hiçbir belirti vermemesi bu hastalığın birinci en kötü tarafı. İkinci kötü tarafı, kalıcı ve ilerleyen, körlüğe varan görme kaybı yapması. Bu yüzden, kitabımızın başında özellikle şunu vurguladık: 6 yaşından önce her çocuk mutlaka bir defa muayene olmalı. İkinci vurgulamamız gereken şey de, 40 yaşından sonra herkesin şikayeti olsun olmasın, göz muayenesi olması gerektiği. Yakın gözlüğü aslında bunu sağlayabilecek etken, yani yakını göremeyince doktora gitmek, o sırada da göz tansiyonunun ölçülmesi en güzeli. Bu nedenle biz herkese, "Yakını göremiyorsanız doktora gidin" diyoruz. İnsan yakını göremezse, sadece hayatı zorlaşır, kalıcı bir hastalık olmaz. Ama bizim hedefimiz, kişi yakını görme problemiyle geldiği sırada göz tansiyonunu ölçmek. Hiçbir şikayet vermeyebiliyor, çok nadiren bir basınç hissi, kızarıklık yapabiliyor, çok ileri dönemlerde ağrı yapabiliyor. Ama hedef, tabii o olmadan bulmak. Dolayısıyla tarama yapmak lazım. Taramanın da yapılabilmesinin koşulu, yakını göremez hale gelince muayene olmak veyahut da ailede göz tansiyonu hastalığı varsa, 35 yaşından sonra düzenli olarak yıllık kontrole gitmek.
"Glokom krizi" diye bir şey var mı?
Var! Hani saat camından, saat camının arkası ve saatin kadranından bahsettik. Saat camı ile saat kadranı arasında belli bir boşluk var. Eğer kişinin göz yapısı, bu boşluğun normalden daha dar olmasına sebep olmuşsa o zaman sıvı, gözün içinde yapılıp atılması gereken sıvı, gözün içine hap-soluyor ve bir tıkanma oluyor. Tıkanma sırasında göz tansiyonu, 40-50 gibi yüksek rakamlara ulaşabiliyor. İşte o sırada kriz oluyor.
Bu, kalp krizi ya da beyin krizi gibi bir şey mi?
Pek öyle değil, daha çok idrar yapamama problemi gibi. Çünkü bir tıkanma var, sıvı dışarı anlamıyor. O zaman çok ağrı oluyor. Göz çok kızarıyor, tepki veriyor. Ama tansiyonun saatler içerisinde düşürülmesi gerekiyor, çünkü tansiyon yüksek kaldığı her dakika, birkaç hücre hayatiyetini kaybediyor. İşte bu durumda biz lazer yapıyoruz, göz dışından uyguladığımız lazerle saat kadranına bir delik açıyoruz. Sıvının sadece önden değil, arkadan da dolaşıp çıkmasını sağlıyoruz. Damardan, ağızdan ilaç veriyoruz ve acele bir şekilde, çok acil bir şekilde tansiyonun düşmesini sağlamaya çalışıyoruz. Tansiyonu düşürdükten sonra da öyle kalmasını sağlamak için daha başka tedavilere geçiyoruz.
O sıvı neden oradan çıkmak zorunda? Vücudumuzdaki kan gibi bir şey mi?
Kan gibi temizleyici bir sıvı bu. Gözün içinde birtakım hücreler var ve bu hücreler devamlı olarak birtakım işlevler görüyor. İşlevler görünce artıkları oluyor. Bu artıkları sadece kan değil. Gözün içinde şeffaf olması için çok kan damarı olmadığını söylemiştim. O zaman da bu sıvıyla atılıyor, bu sıvıyı, devamlı olarak musluğu temizleyen bir sıvı gibi düşünmek lazım.
Gözyaşı değil...
Hayır, değil, gözün içindeki sıvı bu.
Ama çok hayati bir sıvı...
Evet, çünkü devamlı olarak gözün içini o temizliyor. Yani musluğun içini temizleyen sıvı o.
Goz Katarakt Ameliyati ve Tedavisi
Katarak tedavisi
Peki, katarakt nasıl tedavi edilir?
Tek tedavisi ameliyat. Şeker hastalığında katarakt dışındaki bütün kataraktların, tek tedavisi var, ameliyat. Şeker hastalığında ise başlangıç döneminde olan katarakt, şeker düştüğü zaman geri dönebilir. Şeker düştükten sonra geri dönmeyecek kadar ilerlemiş olan kataraktın da tedavisi, ameliyat.
Ameliyat çok kolay. Artık günümüzde katarakt ameliyatı gerçekten emniyetli bir ameliyat oldu. Şöyle yapılıyor: Gözün içine küçücük bir tünelle giriliyor, kocaman bir yarık yapılmıyor. Bu tünelin içinden uzatılan bir alet yardımıyla göz merceğinin -hani dedim ya yastık gibi-, yastık kılıfının ön bölümünde bir delik açılıyor ve bu delikten göz merceğinin içi elektrikli süpürge gibi bir aletle emilerek çıkarılıyor. Demek ki arka yastık yerinde kalıyor. Arka yastık çok önemli. Gözün bütünlüğünün korunması, daha sonra olabilecek sorunların engellenmesi için arka yastığı yerinde bırakıyoruz. Sonra göz merceğinin, yastığın içini boşaltıp yeni bir yastık koyuyoruz, yani yapay bir mercek koyuyoruz. Eskiden yapay mercek koymuyorduk, yani benim asistanlığımdan önceki dönemde yapay mercekler henüz yoktu, asistanlığımın başlangıcında da yoktu. O zaman daha sonra kalın camlı gözlükler veriyorduk, 12, 14 derece, hani televizyondaki Sürahi Hanım gibi. Şimdi artık gözün içine yapay mercekler koyuyoruz. O merceklerin çok çeşitleri var. Bunlar daha doğal, kendi merceğimize yakın bir görüntü sağlıyorlar. Görme keskinliği ve göme kalitesi aynı dereceye ulaşabiliyor. Dediğim gibi artık ameliyat, çok daha güvenli. Mikroskop altında yapılıyor. Tabii ki her girişimin bir riski vardır, her ameliyatın bir riski vardır. Ama katarakt ameliyatı bunu iyi bilen ve sık yapan bir cerrahın elinde yapıldığında riski son derece az olan bir ameliyattır. Zaten de başka çaresi yok.
Her iki gözde o oluşma riski beraber mi seyrediyor? Genellikle birbirini takip ediyor. Mesela bir göze bir darbe alınmışsa, sadece tek gözde oluyor, ama genellikle birbirini takip ediyor; ama 2 gün arayla, ama 2 sene arayla, mutlaka birbirini takip ediyor. Eninde sonunda ikisi de oluyor.
Ancak bizler, iki gözde katarakt varsa bile, aynı günde iki gözü ameliyat yapmıyoruz. Çünkü milyonda bir olacak bir komplikasyon bile önemli. Günümüzde bu ameliyatların anestezi şekilleri de değişti. Eskiden çok değişik ve hastaya sıkıntı veren anesteziler kullanılırken, şimdi yaptığımız iğnelerin sayısı azaldı. Hatta artık iğneye gerek kalmadan, sadece damlayla uyuşturarak yapılıyor.
Katarakt ameliyatı sonrası iyileşme süresi ne kadar?
Yeni yöntemlerle iyileşme süresi, 24 saat.
Yani hasta hastanede kalmıyor mu?
Hayır, kalmıyor. Bazı hastalarda hâlâ. dikişli yapmak durumu olabiliyor. O zaman iyileşme süreci 1 haftaya uzuyor. Ama eğer dikiş konulması gerekmediyse, o zaman 24 saat; yani kişi 24 saat sonra işine gidebilir. Ancak bu da ne kadar iyi, emin değilim. Şöyle: Bir ameliyat oluyorsunuz, ne kadar hafif bir ameliyat olursa olsun, sonuçta bir ameliyat, yani ameliyat sonrasında, insan birkaç gün evde kalmalı. Ameliyat olunduğunun farkına varılmalı. Çiçek gelmeli, çikolata gelmeli, bir geçmiş olsun kartı falan gelmeli. Yani bütün bunlar olmadan ameliyatları niye bu kadar hızlı ayağa kalkacak şekilde yapıyoruz, insanları dinlendirmeden hemen işe neden gönderiyoruz, bunu bilmiyorum.
Böyle çalışan hastaneler, klinikler var. Ameliyat olan hasta ertesi gün işine gidebiliyor...
Evet, bu çok tabii. Modern çağın sonuçlan. Herkes çalışmak, bir an önce işine gitmek zorunda. Çağımızda zaman çok önemli. Bir an önce işin peşine koşmak lazım. Hastalarıma şunu söylüyorum: "Ameliyat oldunuz. İyileşme 24 saat sonra en azından yarı yarıya tamamlanmış olur. Ama siz yine de mümkün olduğunca birkaç gün dinlenin. Bir iyileşme dönemi geçirin. Evinizde bunu doya doya yaşayın." İnsan kaç tane katarakt ameliyatı olabilir, en fazla iki tane. Onun için tadı çıkarılmalı.
Tadını çıkarın, çünkü bu tam şifaya ulaşan bir ameliyat. Sonucu güzel, olumlu. Tekrar görmeye, daha iyi görmeye başlıyor insan. Sonuçta tadını çıkarmak lazım...
Evet, kesinlikle.
Şimdi biraz da glokomdan bahsedelim isterseniz. Bu konuda da,yaşam deneyimlerim var. Çünkü anne-babamda glokom var...
Sizde de olabilir. 35 yaşından sonra yılda bir defa tansiyon ölçtürmeniz lazım.
Gözün tansiyonu yükselirse...
Peki, katarakt nasıl tedavi edilir?
Tek tedavisi ameliyat. Şeker hastalığında katarakt dışındaki bütün kataraktların, tek tedavisi var, ameliyat. Şeker hastalığında ise başlangıç döneminde olan katarakt, şeker düştüğü zaman geri dönebilir. Şeker düştükten sonra geri dönmeyecek kadar ilerlemiş olan kataraktın da tedavisi, ameliyat.
Ameliyat çok kolay. Artık günümüzde katarakt ameliyatı gerçekten emniyetli bir ameliyat oldu. Şöyle yapılıyor: Gözün içine küçücük bir tünelle giriliyor, kocaman bir yarık yapılmıyor. Bu tünelin içinden uzatılan bir alet yardımıyla göz merceğinin -hani dedim ya yastık gibi-, yastık kılıfının ön bölümünde bir delik açılıyor ve bu delikten göz merceğinin içi elektrikli süpürge gibi bir aletle emilerek çıkarılıyor. Demek ki arka yastık yerinde kalıyor. Arka yastık çok önemli. Gözün bütünlüğünün korunması, daha sonra olabilecek sorunların engellenmesi için arka yastığı yerinde bırakıyoruz. Sonra göz merceğinin, yastığın içini boşaltıp yeni bir yastık koyuyoruz, yani yapay bir mercek koyuyoruz. Eskiden yapay mercek koymuyorduk, yani benim asistanlığımdan önceki dönemde yapay mercekler henüz yoktu, asistanlığımın başlangıcında da yoktu. O zaman daha sonra kalın camlı gözlükler veriyorduk, 12, 14 derece, hani televizyondaki Sürahi Hanım gibi. Şimdi artık gözün içine yapay mercekler koyuyoruz. O merceklerin çok çeşitleri var. Bunlar daha doğal, kendi merceğimize yakın bir görüntü sağlıyorlar. Görme keskinliği ve göme kalitesi aynı dereceye ulaşabiliyor. Dediğim gibi artık ameliyat, çok daha güvenli. Mikroskop altında yapılıyor. Tabii ki her girişimin bir riski vardır, her ameliyatın bir riski vardır. Ama katarakt ameliyatı bunu iyi bilen ve sık yapan bir cerrahın elinde yapıldığında riski son derece az olan bir ameliyattır. Zaten de başka çaresi yok.
Her iki gözde o oluşma riski beraber mi seyrediyor? Genellikle birbirini takip ediyor. Mesela bir göze bir darbe alınmışsa, sadece tek gözde oluyor, ama genellikle birbirini takip ediyor; ama 2 gün arayla, ama 2 sene arayla, mutlaka birbirini takip ediyor. Eninde sonunda ikisi de oluyor.
Ancak bizler, iki gözde katarakt varsa bile, aynı günde iki gözü ameliyat yapmıyoruz. Çünkü milyonda bir olacak bir komplikasyon bile önemli. Günümüzde bu ameliyatların anestezi şekilleri de değişti. Eskiden çok değişik ve hastaya sıkıntı veren anesteziler kullanılırken, şimdi yaptığımız iğnelerin sayısı azaldı. Hatta artık iğneye gerek kalmadan, sadece damlayla uyuşturarak yapılıyor.
Katarakt ameliyatı sonrası iyileşme süresi ne kadar?
Yeni yöntemlerle iyileşme süresi, 24 saat.
Yani hasta hastanede kalmıyor mu?
Hayır, kalmıyor. Bazı hastalarda hâlâ. dikişli yapmak durumu olabiliyor. O zaman iyileşme süreci 1 haftaya uzuyor. Ama eğer dikiş konulması gerekmediyse, o zaman 24 saat; yani kişi 24 saat sonra işine gidebilir. Ancak bu da ne kadar iyi, emin değilim. Şöyle: Bir ameliyat oluyorsunuz, ne kadar hafif bir ameliyat olursa olsun, sonuçta bir ameliyat, yani ameliyat sonrasında, insan birkaç gün evde kalmalı. Ameliyat olunduğunun farkına varılmalı. Çiçek gelmeli, çikolata gelmeli, bir geçmiş olsun kartı falan gelmeli. Yani bütün bunlar olmadan ameliyatları niye bu kadar hızlı ayağa kalkacak şekilde yapıyoruz, insanları dinlendirmeden hemen işe neden gönderiyoruz, bunu bilmiyorum.
Böyle çalışan hastaneler, klinikler var. Ameliyat olan hasta ertesi gün işine gidebiliyor...
Evet, bu çok tabii. Modern çağın sonuçlan. Herkes çalışmak, bir an önce işine gitmek zorunda. Çağımızda zaman çok önemli. Bir an önce işin peşine koşmak lazım. Hastalarıma şunu söylüyorum: "Ameliyat oldunuz. İyileşme 24 saat sonra en azından yarı yarıya tamamlanmış olur. Ama siz yine de mümkün olduğunca birkaç gün dinlenin. Bir iyileşme dönemi geçirin. Evinizde bunu doya doya yaşayın." İnsan kaç tane katarakt ameliyatı olabilir, en fazla iki tane. Onun için tadı çıkarılmalı.
Tadını çıkarın, çünkü bu tam şifaya ulaşan bir ameliyat. Sonucu güzel, olumlu. Tekrar görmeye, daha iyi görmeye başlıyor insan. Sonuçta tadını çıkarmak lazım...
Evet, kesinlikle.
Şimdi biraz da glokomdan bahsedelim isterseniz. Bu konuda da,yaşam deneyimlerim var. Çünkü anne-babamda glokom var...
Sizde de olabilir. 35 yaşından sonra yılda bir defa tansiyon ölçtürmeniz lazım.
Gözün tansiyonu yükselirse...
Goz Yaslanmasi ve Kornea
Göz Yaşlanması
Vücudumuzdaki her hücremiz, dokumuz, organımız gibi gözümüz de yaşlanıyor, değil mi?
Elbette yaşlanıyor. Hatta hem kendi başına hem de vücuda paralel olarak yaşlanıyor. Yani iki şekilde yaşlanıyor. Gözün kendi içindeki dokulardan bazıları ayrı ayrı yaşlanabiliyor. En önden başlarsak eğer, cildin altındaki bağ dokusunun zayıflamasına bağlı olarak kapaklarda gevşeme ve bir miktar düşme olabiliyor. Kapaklarda çizgiler görülebiliyor. Bunların tümü yaşlanmaya bağlı.
Korneamız yaşlanabiliyor
Beyin nasıl hücrelerini kaybediyorsa, gözümüz de yaşlanıyor. Aslında her organımız, dokumuz yaşlanıyor da gözde bu biraz daha dramatik gerçekleşiyor sanki? Ne dersiniz?
Evet, öyle denilebilir. Gözdeki yaşlanmanın birinci nedeni, korneanın yaşlanması. Kornea yaşlanabiliyor. Kornea, enerjik, nefes alıp verebilen bir doku ve yaşlanabiliyor. Yaşlandığında, çevresinde beyaz bir halka beliriyor.
Hani yaşlılara bakınca gözlerini gri gibi görürüz ve daha bir derin bakarlar ya da hafifçe göz renkleri değişir. Bu bakış, bu durum yaşlanmaktan. Bunun dışında, korneanın en iç hücrelerinde de yaşlanma olabiliyor. Çünkü en içte bir tür katman halinde olan hücreler, yeniden üretilebilen hücreler değil.
Beyinde kaybettiğimiz hücrelerin yerine yenisi gelmiyor. İşte o yetine gelmeyen hücreler beyinde olduğu gibi gözümüzde de varlar, değil mi?
Doğru! Korneanın dış tabakası yenilenebilir, ama iç tabakası yenilenemiyor. Gözde yaşlanan diğer bir alan; lens, yani göz merceği. Göz merceği de yaşlanabiliyor, buna "katarakt" diyoruz.
Şu çok meşhur katarakt...
Meşhur katarakt! Ama daha da önemlisi, gözün gören noktasının yaşlanması. Hani dedik ki mutfağın kapısının önünden geçtik, salona geldik. Salonun bir yeri var ki esas görmeyi yapan yer orası, yani görmenin yüzde 90'mı orası sağlıyor. Oraya "merkez yönetim kurulu" diyelim. Geri kalan yüzde 10'luk bölümden ise "merkez yürütme kurulu" sorumlu. Ama yürütme kurulunun olduğu bölge, hem hücre bakımından çok yoğun hem de özellikleri çok fazla; aydınlıkta görebiliyorlar, rengi görebiliyorlar, hareketi algılayabiliyorlar. Birçok işe bakıyorlar, yani "görme" deyince, herkesin bir işbölümü var; bir kısmı keskinliği algılıyor, bir kısmı rengi, bir kısmı hareketi fark ediyor, bir kısmı aydınlıkta, bir kısmı karanlıkta görmeyi sağlıyor. Bunların hepsinin ayrı görevleri var. İşte burasının adı "sarı nokta", yani "makula". Retinanın "makula" dediğimiz bu bölgesi, gerçekten erken yaşlanabiliyor, yani bazen kişi 70 yaşındayken, makula'sı, 170 yaşında olabiliyor
Göz özellikle bayanlar için de çok önemli. Hele etrafının kırışması...
Çok önemli! Doğru! Ama bazen bu estetiğin ötesinde, görme alanını daraltacak, kapatacak şekilde olabiliyor. Diğer bir değişiklik, gene gözün ön tarafında, gözyaşının azalması. Cildimiz nasıl kuruyorsa, gözyaşı da azalabiliyor. Gözyaşını üreten birkaç doku var, birkaç farklı hücre var, ama bunların üçünde de gözyaşının yapılmasında azalma olabiliyor. Dolayısıyla yaş ilerleyince kişilerin gözlerinde, yanma, batma, sık sık gözü kırpma ihtiyacı ve kızarıklık görülebiliyor. Bütün bunların yanında, yakını görmede bozulma muhakkak ortaya çıkıyor.
Yaşlanmanın en önemli nedeni: Güneş
Uzağı göremediğim için ameliyat oldum. Şimdi bir de yakın gözlüğü mü takacağım? Bundan kurtuluş yok galiba. Doğal bir süreç mi bu?
Doğal bir süreç. Çünkü ilk insan geliştiğinde, bu kadar uzun yaşaması beklenmemiş. Genetik olarak bu kadar uzun yaşamamız aslında yapımıza aykırı. Bu yüzden de göz merceği, uzun yıllar yakını odaklayacak şekilde gelişmemiş, üretilmemiş, öyle söyleyelim. Onun için bizim ülkemizde 40-45 yaşı geçtikten sonra yakını görmede problem yaşanıyor. Çünkü göz merceği uyum yapamıyor. Göz merceğinin uyum yapamamasının bir sebebi; genetik yapımız, diğeri de güneşle karşı karşıya kaldığımız süre. Güneş, yaşlanmanın en önemli nedeni.
Derimiz gibi gözümüzün yaşlanmasında da güneşin etkileri büyük, öyle mi?
Evet! Her şey için. Hani demin kapaklarda kırışıklıklar, düşmeler oluyor dedim. Bunun da sebebi, aslında yerçekimi. Hayatta kalmamızı sağlayan yerçekimi, yaşlanma etkilerinin ortaya çıkmasında da etken oluyor.
Yani aşağıya doğru sarkıyoruz, değil mi?
Evet, yere doğru sarkıyoruz. Güneş de aynı şekilde yaşam kaynağımız, ama öte yandan yaşlanmamızın da kaynağı. Bu nedenle yakını göremiyoruz. Eğer bir kişi gençken miyopsa, o zaman yakını görme problemi daha geç oluyor. Eğer gençken hipermetropsa, yakını görme problemi daha erken oluyor. Eğer bir kişinin, gençken gözlük takması gerekmiyorsa, yaşı ilerledikçe yaşadığı ülkedeki güneş koşullarına, ailesinin yapısına, genetik yapısına göre belli bir yaştan sonra yakını görme problemi başlıyor, kaçınılmaz olarak.
Yakını görememek kaçınılmaz ise bunun kötü bir şey olmadığını düşünebilir miyiz?
Kolay bir şey değil. Bu nedenle de gözlük takmak gerekiyor. Yani yakını görmeden insan kendi kişisel hijyenini sağlayamıyor. Yüz, diş, tırnak temizliği gibi kişisel bakımımız için gözlük takmak şart.
Yakın gözlüğü takmamayı yaşlılığa bağlı genel bir boş vermişliğe mi bağlıyorsunuz, yoksa yaşlanmayı kabul etmemek gibi bir şey mi?
Boş vermişlik değil de kabullenememek sanırım. Aslında her 2 senede bir muayene olmak lazım. Çünkü yakın gözlüğü, her 2 senede gözlük değiştirmeyi gerektirecek kadar artar. İşportada satılan gözlükler ucuz ve pratiktir. Yalnız onların odak noktası tam bizim gözümüzün ortasına, bizim gözbebeklerimize göre yerleştirilmediği için uzun dönemde gene yorgunluk hissi yapabilir. Bu gözlükler daha çok, yakın gözlüğünü kaybetmiş kişilerin kısa süre için kullanımında uygundur. Eğer astigmat varsa, iki göz arasında fark varsa bu gözlüklerin kullanımı sakıncalıdır.
Peki, yaşlanmaya bağlı miyop oluyor mu?
Oluyor! Yaşlılığa bağlı miyopi, kataraktın ilk adımı olabilir. Yaşlılığa bağlı hipermetropi, gene doğal gelişmenin belirtisidir.
Peki, bende olduğu gibi miyopi çocuk yaşta başladığında doktor bana, "Yaş ilerledikçe nasıl olsa yakını görmemeye başlayacaksın ve miyobun azalacak" demişti. Böyle bir denge mi var?
Evet! Bu tıpkı sayı doğrusu gibi. Sayı doğrusunda eksi var (-), sıfır var (0), artı var (+). Miyop, eksi (-) tarafı. Yaş ilerleyince, eksiden artıya doğru ilerliyor. Dolayısıyla miyop azalmış oluyor, hipermetroba doğru gidiyor. Bu bir fizik kuralı.
Sonuçta gözlük hep hayatımızda olmaya devam edecek gibi görünüyor...
İnsanoğlu, eninde sonunda gözlük takacak şekilde yaratılmış, ister gençliğinde, ister ileri yaşta, ister her iki dönemde, ama eninde sonunda gözlüksüz olamayacak şekilde yaratılmış. Bu da tabii ayrıntılarla uğraştığımız, zekamızı kullandığımız, okumayı ve yazmayı becerdiğimiz için, yoksa hayvanlarda da aynı şey var, ama onların ihtiyacı yok, çünkü onlar okuyup yazmıyor. Yoksa onların da görmesinde değişiklikler oluyor.
Güneşe maruz kalmak kataraktı hızlandırıyor
Eninde sonunda gözlük takmak zorunda kalacağımız gibi katarakt da olacak mıyız?
Eğer sizin ailenizde katarakt 60 yaşına ayarlanmışsa, 60 yaşına vardığınızda katarakt olursunuz, ama eğer sizin ailenizde katarakt olma yaşı 120'ye ayarlandıysa, 120 sene yaşamazsanız katarakt olmazsınız, ama yaşasaydınız olacaktınız. Bu kaçınılmaz dolayısıyla. Bunun yanı sıra kataraktı hızlandıran bazı faktörler var. Birincisi, genetik yapı. İkincisi, sigara. Üçüncüsü, güneş.
Güneş yine çıktı karşımıza...
Evet, yine çıktı. Dördüncüsü de diğer hastalıklar; mesela şeker hastalığı; mesela vücudun elektrolit dengesindeki değişiklikler, mesela by-pass ameliyatı geçirmek veya böbrek hastası olmak gibi. Böbrek fonksiyonlarının bozulduğu durumlarda katarakt daha erken ortaya çıkıyor. Bazı ilaçlar da kataraktı hızlandırabiliyor.
Kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon falan etkiliyor mu?
Eğer dolaşımı bozuyorsa, yani göze gelen-giden kanın kalitesinde problem varsa, diğer bir sorun da gözün içinde iltihap olmuşsa ya da mesela glokom denilen göz tansiyonu hastalığı varsa, bunlar da kataraktın daha hızla ilerlemesini sağlıyor. Göz merceği bir yastık gibi; bir kılıfı, bir de içi var. Eğer bu sistemik hastalıklar nedeniyle, bu kılıfın geçirgenliğinde bir bozulma olursa, o zaman katarakt daha erken ortaya çıkıyor. Bu kişilerde görme bulanır, çevre giderek daha zor görülür. Akşamları görmede sorun yaşanır, çünkü gözbebeği karanlıkta genişler. Katarakt da çevreden başladığı için akşam görme daha zor olur. Bir de akşamları karanlıkta renkler gözükmediğinden, sadece siyah ve beyaz tonları görüldüğünden görme kalitesi kolaylıkla düşer. Gündüz birçok şeyi görüyoruz, renk görüyoruz, birbirine orantılı olarak renklerin koyuluğunu görüyoruz ve derinlik hissimiz daha güçlü. Karanlıkta bu özellik kaybolduğundan, sadece siyahın tonları görüldüğünden akşamları görmede daha çok sorun yaşanıyor. Dolayısıyla kataraktı olan kişilerin, örneğin akşam araba kullanmamalarını öneriyoruz. Bunun dışında giderek yakın görme de bozulabilir. Daha ileri dönemlerinde önce beyaz bulanıklık, sonra sarı, sonra kahverengi görmeye ulaşabilir, görme bozukluğu.
Belki de katarakt birçok mucidi, ressamı, sanatçıyı etkilemiştir...
Doğru! Hakikaten doğru! Şimdi katarakt dediğimiz durum, görme keskinliğinin bizim ölçümüzde, bilinen uluslararası standartlara göre olan ölçümde yüzde 100'den düşmesi durumu. Yani başlangıçta göz merceğindeki değişiklik eğer görmeyi engellemiyorsa, biz ona "katarakt" demiyoruz, "başlangıç katarakt" ya da "skleroz" gibi başka tıbbi terimler kullanıyoruz. Ama görme düşmeye başladığında, yaşam kalitesi bozulacağından, araba kullanmak, sokakta yürümek, bazı işleri yapmak, televizyon seyretme zorlaşacağından o zaman katarakt, gerçekten tedavi edilmesi gereken bir durum hâlini alıyor.
Vücudumuzdaki her hücremiz, dokumuz, organımız gibi gözümüz de yaşlanıyor, değil mi?
Elbette yaşlanıyor. Hatta hem kendi başına hem de vücuda paralel olarak yaşlanıyor. Yani iki şekilde yaşlanıyor. Gözün kendi içindeki dokulardan bazıları ayrı ayrı yaşlanabiliyor. En önden başlarsak eğer, cildin altındaki bağ dokusunun zayıflamasına bağlı olarak kapaklarda gevşeme ve bir miktar düşme olabiliyor. Kapaklarda çizgiler görülebiliyor. Bunların tümü yaşlanmaya bağlı.
Korneamız yaşlanabiliyor
Beyin nasıl hücrelerini kaybediyorsa, gözümüz de yaşlanıyor. Aslında her organımız, dokumuz yaşlanıyor da gözde bu biraz daha dramatik gerçekleşiyor sanki? Ne dersiniz?
Evet, öyle denilebilir. Gözdeki yaşlanmanın birinci nedeni, korneanın yaşlanması. Kornea yaşlanabiliyor. Kornea, enerjik, nefes alıp verebilen bir doku ve yaşlanabiliyor. Yaşlandığında, çevresinde beyaz bir halka beliriyor.
Hani yaşlılara bakınca gözlerini gri gibi görürüz ve daha bir derin bakarlar ya da hafifçe göz renkleri değişir. Bu bakış, bu durum yaşlanmaktan. Bunun dışında, korneanın en iç hücrelerinde de yaşlanma olabiliyor. Çünkü en içte bir tür katman halinde olan hücreler, yeniden üretilebilen hücreler değil.
Beyinde kaybettiğimiz hücrelerin yerine yenisi gelmiyor. İşte o yetine gelmeyen hücreler beyinde olduğu gibi gözümüzde de varlar, değil mi?
Doğru! Korneanın dış tabakası yenilenebilir, ama iç tabakası yenilenemiyor. Gözde yaşlanan diğer bir alan; lens, yani göz merceği. Göz merceği de yaşlanabiliyor, buna "katarakt" diyoruz.
Şu çok meşhur katarakt...
Meşhur katarakt! Ama daha da önemlisi, gözün gören noktasının yaşlanması. Hani dedik ki mutfağın kapısının önünden geçtik, salona geldik. Salonun bir yeri var ki esas görmeyi yapan yer orası, yani görmenin yüzde 90'mı orası sağlıyor. Oraya "merkez yönetim kurulu" diyelim. Geri kalan yüzde 10'luk bölümden ise "merkez yürütme kurulu" sorumlu. Ama yürütme kurulunun olduğu bölge, hem hücre bakımından çok yoğun hem de özellikleri çok fazla; aydınlıkta görebiliyorlar, rengi görebiliyorlar, hareketi algılayabiliyorlar. Birçok işe bakıyorlar, yani "görme" deyince, herkesin bir işbölümü var; bir kısmı keskinliği algılıyor, bir kısmı rengi, bir kısmı hareketi fark ediyor, bir kısmı aydınlıkta, bir kısmı karanlıkta görmeyi sağlıyor. Bunların hepsinin ayrı görevleri var. İşte burasının adı "sarı nokta", yani "makula". Retinanın "makula" dediğimiz bu bölgesi, gerçekten erken yaşlanabiliyor, yani bazen kişi 70 yaşındayken, makula'sı, 170 yaşında olabiliyor
Göz özellikle bayanlar için de çok önemli. Hele etrafının kırışması...
Çok önemli! Doğru! Ama bazen bu estetiğin ötesinde, görme alanını daraltacak, kapatacak şekilde olabiliyor. Diğer bir değişiklik, gene gözün ön tarafında, gözyaşının azalması. Cildimiz nasıl kuruyorsa, gözyaşı da azalabiliyor. Gözyaşını üreten birkaç doku var, birkaç farklı hücre var, ama bunların üçünde de gözyaşının yapılmasında azalma olabiliyor. Dolayısıyla yaş ilerleyince kişilerin gözlerinde, yanma, batma, sık sık gözü kırpma ihtiyacı ve kızarıklık görülebiliyor. Bütün bunların yanında, yakını görmede bozulma muhakkak ortaya çıkıyor.
Yaşlanmanın en önemli nedeni: Güneş
Uzağı göremediğim için ameliyat oldum. Şimdi bir de yakın gözlüğü mü takacağım? Bundan kurtuluş yok galiba. Doğal bir süreç mi bu?
Doğal bir süreç. Çünkü ilk insan geliştiğinde, bu kadar uzun yaşaması beklenmemiş. Genetik olarak bu kadar uzun yaşamamız aslında yapımıza aykırı. Bu yüzden de göz merceği, uzun yıllar yakını odaklayacak şekilde gelişmemiş, üretilmemiş, öyle söyleyelim. Onun için bizim ülkemizde 40-45 yaşı geçtikten sonra yakını görmede problem yaşanıyor. Çünkü göz merceği uyum yapamıyor. Göz merceğinin uyum yapamamasının bir sebebi; genetik yapımız, diğeri de güneşle karşı karşıya kaldığımız süre. Güneş, yaşlanmanın en önemli nedeni.
Derimiz gibi gözümüzün yaşlanmasında da güneşin etkileri büyük, öyle mi?
Evet! Her şey için. Hani demin kapaklarda kırışıklıklar, düşmeler oluyor dedim. Bunun da sebebi, aslında yerçekimi. Hayatta kalmamızı sağlayan yerçekimi, yaşlanma etkilerinin ortaya çıkmasında da etken oluyor.
Yani aşağıya doğru sarkıyoruz, değil mi?
Evet, yere doğru sarkıyoruz. Güneş de aynı şekilde yaşam kaynağımız, ama öte yandan yaşlanmamızın da kaynağı. Bu nedenle yakını göremiyoruz. Eğer bir kişi gençken miyopsa, o zaman yakını görme problemi daha geç oluyor. Eğer gençken hipermetropsa, yakını görme problemi daha erken oluyor. Eğer bir kişinin, gençken gözlük takması gerekmiyorsa, yaşı ilerledikçe yaşadığı ülkedeki güneş koşullarına, ailesinin yapısına, genetik yapısına göre belli bir yaştan sonra yakını görme problemi başlıyor, kaçınılmaz olarak.
Yakını görememek kaçınılmaz ise bunun kötü bir şey olmadığını düşünebilir miyiz?
Kolay bir şey değil. Bu nedenle de gözlük takmak gerekiyor. Yani yakını görmeden insan kendi kişisel hijyenini sağlayamıyor. Yüz, diş, tırnak temizliği gibi kişisel bakımımız için gözlük takmak şart.
Yakın gözlüğü takmamayı yaşlılığa bağlı genel bir boş vermişliğe mi bağlıyorsunuz, yoksa yaşlanmayı kabul etmemek gibi bir şey mi?
Boş vermişlik değil de kabullenememek sanırım. Aslında her 2 senede bir muayene olmak lazım. Çünkü yakın gözlüğü, her 2 senede gözlük değiştirmeyi gerektirecek kadar artar. İşportada satılan gözlükler ucuz ve pratiktir. Yalnız onların odak noktası tam bizim gözümüzün ortasına, bizim gözbebeklerimize göre yerleştirilmediği için uzun dönemde gene yorgunluk hissi yapabilir. Bu gözlükler daha çok, yakın gözlüğünü kaybetmiş kişilerin kısa süre için kullanımında uygundur. Eğer astigmat varsa, iki göz arasında fark varsa bu gözlüklerin kullanımı sakıncalıdır.
Peki, yaşlanmaya bağlı miyop oluyor mu?
Oluyor! Yaşlılığa bağlı miyopi, kataraktın ilk adımı olabilir. Yaşlılığa bağlı hipermetropi, gene doğal gelişmenin belirtisidir.
Peki, bende olduğu gibi miyopi çocuk yaşta başladığında doktor bana, "Yaş ilerledikçe nasıl olsa yakını görmemeye başlayacaksın ve miyobun azalacak" demişti. Böyle bir denge mi var?
Evet! Bu tıpkı sayı doğrusu gibi. Sayı doğrusunda eksi var (-), sıfır var (0), artı var (+). Miyop, eksi (-) tarafı. Yaş ilerleyince, eksiden artıya doğru ilerliyor. Dolayısıyla miyop azalmış oluyor, hipermetroba doğru gidiyor. Bu bir fizik kuralı.
Sonuçta gözlük hep hayatımızda olmaya devam edecek gibi görünüyor...
İnsanoğlu, eninde sonunda gözlük takacak şekilde yaratılmış, ister gençliğinde, ister ileri yaşta, ister her iki dönemde, ama eninde sonunda gözlüksüz olamayacak şekilde yaratılmış. Bu da tabii ayrıntılarla uğraştığımız, zekamızı kullandığımız, okumayı ve yazmayı becerdiğimiz için, yoksa hayvanlarda da aynı şey var, ama onların ihtiyacı yok, çünkü onlar okuyup yazmıyor. Yoksa onların da görmesinde değişiklikler oluyor.
Güneşe maruz kalmak kataraktı hızlandırıyor
Eninde sonunda gözlük takmak zorunda kalacağımız gibi katarakt da olacak mıyız?
Eğer sizin ailenizde katarakt 60 yaşına ayarlanmışsa, 60 yaşına vardığınızda katarakt olursunuz, ama eğer sizin ailenizde katarakt olma yaşı 120'ye ayarlandıysa, 120 sene yaşamazsanız katarakt olmazsınız, ama yaşasaydınız olacaktınız. Bu kaçınılmaz dolayısıyla. Bunun yanı sıra kataraktı hızlandıran bazı faktörler var. Birincisi, genetik yapı. İkincisi, sigara. Üçüncüsü, güneş.
Güneş yine çıktı karşımıza...
Evet, yine çıktı. Dördüncüsü de diğer hastalıklar; mesela şeker hastalığı; mesela vücudun elektrolit dengesindeki değişiklikler, mesela by-pass ameliyatı geçirmek veya böbrek hastası olmak gibi. Böbrek fonksiyonlarının bozulduğu durumlarda katarakt daha erken ortaya çıkıyor. Bazı ilaçlar da kataraktı hızlandırabiliyor.
Kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon falan etkiliyor mu?
Eğer dolaşımı bozuyorsa, yani göze gelen-giden kanın kalitesinde problem varsa, diğer bir sorun da gözün içinde iltihap olmuşsa ya da mesela glokom denilen göz tansiyonu hastalığı varsa, bunlar da kataraktın daha hızla ilerlemesini sağlıyor. Göz merceği bir yastık gibi; bir kılıfı, bir de içi var. Eğer bu sistemik hastalıklar nedeniyle, bu kılıfın geçirgenliğinde bir bozulma olursa, o zaman katarakt daha erken ortaya çıkıyor. Bu kişilerde görme bulanır, çevre giderek daha zor görülür. Akşamları görmede sorun yaşanır, çünkü gözbebeği karanlıkta genişler. Katarakt da çevreden başladığı için akşam görme daha zor olur. Bir de akşamları karanlıkta renkler gözükmediğinden, sadece siyah ve beyaz tonları görüldüğünden görme kalitesi kolaylıkla düşer. Gündüz birçok şeyi görüyoruz, renk görüyoruz, birbirine orantılı olarak renklerin koyuluğunu görüyoruz ve derinlik hissimiz daha güçlü. Karanlıkta bu özellik kaybolduğundan, sadece siyahın tonları görüldüğünden akşamları görmede daha çok sorun yaşanıyor. Dolayısıyla kataraktı olan kişilerin, örneğin akşam araba kullanmamalarını öneriyoruz. Bunun dışında giderek yakın görme de bozulabilir. Daha ileri dönemlerinde önce beyaz bulanıklık, sonra sarı, sonra kahverengi görmeye ulaşabilir, görme bozukluğu.
Belki de katarakt birçok mucidi, ressamı, sanatçıyı etkilemiştir...
Doğru! Hakikaten doğru! Şimdi katarakt dediğimiz durum, görme keskinliğinin bizim ölçümüzde, bilinen uluslararası standartlara göre olan ölçümde yüzde 100'den düşmesi durumu. Yani başlangıçta göz merceğindeki değişiklik eğer görmeyi engellemiyorsa, biz ona "katarakt" demiyoruz, "başlangıç katarakt" ya da "skleroz" gibi başka tıbbi terimler kullanıyoruz. Ama görme düşmeye başladığında, yaşam kalitesi bozulacağından, araba kullanmak, sokakta yürümek, bazı işleri yapmak, televizyon seyretme zorlaşacağından o zaman katarakt, gerçekten tedavi edilmesi gereken bir durum hâlini alıyor.
Bebeklerde Cocuklarda Goz Hastaliklari
Bebeklerde ve Çocuklarda Göz Hastalıkları
Sadece çocukluk dönemine ait göz hastalıklarını sayalım mı?
Şaşılık dedik. Tembelliği anlattık. Kazalar bu yaşta çok önemli, çünkü sokakta oynarken bisikletten düşme sonucu göz sinirini zedeleme çok sık olmaya başladı. Havai fişek, çatapat gibi tehlikeli maddelerden daha önce bahsettik. Bir de çocuklarda gelişen tümörler önemli. Onlar da ani başlayan şaşılıkla görülebilir. Bunların dışında özellikle çocuklara yönelik, çocukları tehdit eden başka bir şey yok. Zaten ya kızarıklık olur ya kayma olur ya da gözbebeği beyazdır. Yani bir şey farklı olur. Zaten ebeveynler bunu görür, ama görüneni bekletmemek lazım.
Bilgisayar çağı, apartman çocukları, siteler, kapalı yaşamlar Yani anne-babalar çocuklarının gözlerini daha sağlıklı kılabilmek için bir şeyler yapabilirler mi?
Kaza olabilecek her şeye karşı önlem almak, dikkatli olmak lazım. Bisiklete biniyorsa, kask takılmalı kafasına. Vurdulu kırdık oyunların, sapan, çatapat gibi şeylerin tehlikeleri çocuklara anlatılmalı. Gözümüz dişlerimiz gibi yerine yenisi gelen veya dolgu yapılabilen bir organ değil ki. Bir şeyler değişiyor dişte. Yeni yeni dişler çıkıyor, yeni göz çıkamıyor. Onun için daha iyi takip gerekiyor, ama göz iyi korunduğu ve yılda bir kez muayenelerle takip edildiği takdirde hiçbir zaman sorun çıkarmaz.
Madem bu bölümde gözlük ihtiyacını konuşuyoruz. Bir de şu çok tartışılan "dinlendirici gözlük" meselesi var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Aslında dinlendirici gözlük diye bir şey yok. Çünkü gözün bir şekilde kol-bacak gibi yorulması durumu yok. Burada söylenmek istenen şey, küçük bir gözlük numarası vardır, kişi takmak istemiyordur, biz de onu ikna etmeye çalışıyoruzdur. İşte, "Sadece dinlendirecek, zorlu bir iş yaparken" gibi. Yani o biraz iğne acıtmayacak gibi bir söz.
Neden bu isim takılıyor?
Genellikle küçük numaralara verilen isim oluyor. Aslın: da gözlük takması gerektiği halde takmak istemeyenlere biz, "Hiç değilse bir iş yaparken, okurken takın" diyebilmek için söylüyoruz.
insanlar neden gözlük takmak istemiyorlar?
Engellilik gibi görüyorlar belki ya da estetik bir kusur gibi.
Dinlendirici gözlük kullanmak ya da kullanmamak gözün numarasını değiştirir mi?
Hayır! Gözlük numarası değişmez.
Genetik yapı gözlük numarasını etkiler
Beki, ilerlemez mi?
Hayır! Gözlük takmakla ya da takmamakla numara değişmez. Değişmeyi etkileyen şey, genetik yapıdır. Sadece bir grup miyopta gözlük takılmazsa veya çok düşük numara takılırsa ilerleme görülebiliyor, ama bunun dışında astigmatlar, genellikle gözlük takıp takmamakla çok değişmez. Ama burada sorun şu oluyor: Göz devamlı bir ışığı görmeyle uğraştığı sırada, evet, kas olmadığı için yorulmuyor, ama bir noktada bütün enerjisini görme keskinliğine verdiği için arpacık çıkabiliyor. Göz iltihaplan, baş ağrısı olabiliyor, kitap okumaktan kolay sıkılma, uyku gibi şikayetler görülebiliyor. Dolayısıyla yaşam zorlaşıyor, ama numarada değişiklik olmuyor, yani gözlüğü takmazsa kör olmuyor.
Ama hep duyduğumuz şey, gözlüğünü kullanmayan bir insanın gözünün sürekli ilerlediği. Yanlış biliyoruz demek ki, öyle mi?
Sadece bir grup miyop için geçerli bu. Çocuklarda ise durum biraz daha farklı. Bir grup miyop dediğim çocuklardaki miyoplar. Bir de çocuklarda görülen hipermetrop, bir gözde diğerinden daha fazlaysa, üstelik gözlük takılmazsa, kayma ve tembelliğe yol açabiliyor. Ama bu durum farklı, 6 yaşından önce, bunu da konuşmuştuk zaten.
Evet konuşmuştuk. Sizin gözlüğünüze takıldım ben. Özelliği nedir?
Benim gözlüğümde, mikst astigmat var, yani hem hipermetrop hem miyop var. Bu durumda kontakt lens uygulaması çok zor. Bu kalitede görme elde edemem. Yaşım nedeniyle hem uzak için hem bilgisayar için hem yakın için gözlük takmam gerekiyor. Üç ayrı numarayı da kontakt lenste sağlamam zor, yani lens + gözlük takmam gerekir. Bu da benim için uğraşması çok zor bir durum. Bu yüzden benim gözlüğüm "mültifokal", yani üzerinde birden çok numara var, üç numara var. Onun için gözlük takıyorum.
Teknoloji bu kadar ilerledi...
Tabii! Ancak bu gözlüklerin teknolojik olarak bir sorunu var: Üç numarayı yerleştirince, camların yan tarafları biraz bulanık görüyor. Hastalar alışamadıkları zaman, ilk zamanlarda, biz de anlatmazsak eğer, bulanık gördüklerini düşünüp rahatsız oluyorlar. Halbuki başlangıçta başını çevirerek bakmak lazım, gözüyle değil. Bir süre sonra beyin oranın bulanık olduğuna alışıyor, ona göre gereğini yapıyor. Mesela ben merdivenden çıkıyorum, arkamdan biri geliyor, dönüp ona baktığım zaman, onu net göremiyorum, ama bunu biliyorum. Bu yüzden ya gözlüğümü çıkarıyorum ya da başımı çevirerek bakmaya çalışıyorum. Çok numaralılar böyle, yani üç tane numara koyma teknolojisine erişildi, ama bunun bedeli olarak da yanlarla bulanık görülüyor. Araba kullanırken bazen sorun oluyor, aynalara bakarken, ama ben bildiğim için başımı çevirerek bakıyorum, gözümle değil. Bir de merdiven inerken bu gözlüklerin en alt bölümünden değil, orta bölümünden bakmaya çalışmak lazım. En alt bölümü okuma için olduğundan, merdivene o bölgeden bakılırsa yine bulanık görülür.
Bilgisayar kullanmak gözü bozmuyor
Bilgisayarlar her anımızda, televizyonlar da malum. Bütün bunlar gözümüz için zararlı mı? Okumak gözümüzü yorar mı?
Bilgisayar kullanmak gözü bozmuyor, ancak bir göz problemi varsa, onu ortaya çıkarıyor. Çünkü ayrıntıları, küçük ayrıntıları görmek gerektiği için bunları, ancak bilgisayar gibi bir ortamda fark edebiliyoruz. Gözlük ihtiyacı yaratmıyor, varsa onu gösteriyor, ortaya çıkarıyor. Yaptığı iki şey var: Bir tanesi, gözü kurutmak, çünkü bilgisayara bakarken, devamlı gözlerimizi açık tutuyoruz, kırpmayı unutuyoruz. İkincisi de radyasyon etkisi. Radyasyon etkisinin bilgisayarda ne ölçüde olduğunu henüz çok iyi bilmiyoruz, ama iyi bir etkisinin olmadığından eminiz. Dolayısıyla bilgisayarın etkileri bunlar. Tabii çocuklarda uzun süreli bilgisayar kullanımı başka problemlere de yol açıyor: Örneğin hareket etmedikleri için vücutta duruş problemi gelişiyor.
Kitap okumanın hiçbir zararı yok, ancak kitap okurken, eğer kırma kusuru varsa, yani gözlük ihtiyacı varsa, bunu kullanarak yapmak lazım. Bir de ışığın, kitabın üzerine düşmesini sağlamak gerekir. Eğer ışık, kitabın üzerine düşmüyor veya saçılıyor veya bizim gözümüze geliyorsa veya karanlıkta okuyorsak, o zaman gözün daha çok enerji sarf etmesi gerekiyor, buna dikkat etmek lazım.
Çalışma ortamı, okuduğumuz yazdığımız ortamdaki ışık...
Doğrudan kitabın üzerine düşmeli.
O zaman çalışma lambalarını öneriyorsunuz sanırım...
Evet! Yaş ilerlemesine bağlı görme problemlerinde, yakın gözlüğü ihtiyacı başladığında birden küçük numaraları hemen kullanmak gerekmeyebilir. O zaman ışık yeterli olur. Çünkü ışık, görme kalitesini artırdığı ve kontrastı daha net ortaya çıkardığı için küçük numaralarda, yakın ihtiyacı olan kişilerde, çok yardımcı olabiliyor. Çok ileri görme noktası problemi olanlara da büyütücü gözlük veriyoruz, özel gözlükler ve yine ışığın güçlü olmasını istiyoruz. Işık bunu sağlıyor, ama göze değil, okunan şeyin üzerine düşmeli.
Sadece çocukluk dönemine ait göz hastalıklarını sayalım mı?
Şaşılık dedik. Tembelliği anlattık. Kazalar bu yaşta çok önemli, çünkü sokakta oynarken bisikletten düşme sonucu göz sinirini zedeleme çok sık olmaya başladı. Havai fişek, çatapat gibi tehlikeli maddelerden daha önce bahsettik. Bir de çocuklarda gelişen tümörler önemli. Onlar da ani başlayan şaşılıkla görülebilir. Bunların dışında özellikle çocuklara yönelik, çocukları tehdit eden başka bir şey yok. Zaten ya kızarıklık olur ya kayma olur ya da gözbebeği beyazdır. Yani bir şey farklı olur. Zaten ebeveynler bunu görür, ama görüneni bekletmemek lazım.
Bilgisayar çağı, apartman çocukları, siteler, kapalı yaşamlar Yani anne-babalar çocuklarının gözlerini daha sağlıklı kılabilmek için bir şeyler yapabilirler mi?
Kaza olabilecek her şeye karşı önlem almak, dikkatli olmak lazım. Bisiklete biniyorsa, kask takılmalı kafasına. Vurdulu kırdık oyunların, sapan, çatapat gibi şeylerin tehlikeleri çocuklara anlatılmalı. Gözümüz dişlerimiz gibi yerine yenisi gelen veya dolgu yapılabilen bir organ değil ki. Bir şeyler değişiyor dişte. Yeni yeni dişler çıkıyor, yeni göz çıkamıyor. Onun için daha iyi takip gerekiyor, ama göz iyi korunduğu ve yılda bir kez muayenelerle takip edildiği takdirde hiçbir zaman sorun çıkarmaz.
Madem bu bölümde gözlük ihtiyacını konuşuyoruz. Bir de şu çok tartışılan "dinlendirici gözlük" meselesi var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Aslında dinlendirici gözlük diye bir şey yok. Çünkü gözün bir şekilde kol-bacak gibi yorulması durumu yok. Burada söylenmek istenen şey, küçük bir gözlük numarası vardır, kişi takmak istemiyordur, biz de onu ikna etmeye çalışıyoruzdur. İşte, "Sadece dinlendirecek, zorlu bir iş yaparken" gibi. Yani o biraz iğne acıtmayacak gibi bir söz.
Neden bu isim takılıyor?
Genellikle küçük numaralara verilen isim oluyor. Aslın: da gözlük takması gerektiği halde takmak istemeyenlere biz, "Hiç değilse bir iş yaparken, okurken takın" diyebilmek için söylüyoruz.
insanlar neden gözlük takmak istemiyorlar?
Engellilik gibi görüyorlar belki ya da estetik bir kusur gibi.
Dinlendirici gözlük kullanmak ya da kullanmamak gözün numarasını değiştirir mi?
Hayır! Gözlük numarası değişmez.
Genetik yapı gözlük numarasını etkiler
Beki, ilerlemez mi?
Hayır! Gözlük takmakla ya da takmamakla numara değişmez. Değişmeyi etkileyen şey, genetik yapıdır. Sadece bir grup miyopta gözlük takılmazsa veya çok düşük numara takılırsa ilerleme görülebiliyor, ama bunun dışında astigmatlar, genellikle gözlük takıp takmamakla çok değişmez. Ama burada sorun şu oluyor: Göz devamlı bir ışığı görmeyle uğraştığı sırada, evet, kas olmadığı için yorulmuyor, ama bir noktada bütün enerjisini görme keskinliğine verdiği için arpacık çıkabiliyor. Göz iltihaplan, baş ağrısı olabiliyor, kitap okumaktan kolay sıkılma, uyku gibi şikayetler görülebiliyor. Dolayısıyla yaşam zorlaşıyor, ama numarada değişiklik olmuyor, yani gözlüğü takmazsa kör olmuyor.
Ama hep duyduğumuz şey, gözlüğünü kullanmayan bir insanın gözünün sürekli ilerlediği. Yanlış biliyoruz demek ki, öyle mi?
Sadece bir grup miyop için geçerli bu. Çocuklarda ise durum biraz daha farklı. Bir grup miyop dediğim çocuklardaki miyoplar. Bir de çocuklarda görülen hipermetrop, bir gözde diğerinden daha fazlaysa, üstelik gözlük takılmazsa, kayma ve tembelliğe yol açabiliyor. Ama bu durum farklı, 6 yaşından önce, bunu da konuşmuştuk zaten.
Evet konuşmuştuk. Sizin gözlüğünüze takıldım ben. Özelliği nedir?
Benim gözlüğümde, mikst astigmat var, yani hem hipermetrop hem miyop var. Bu durumda kontakt lens uygulaması çok zor. Bu kalitede görme elde edemem. Yaşım nedeniyle hem uzak için hem bilgisayar için hem yakın için gözlük takmam gerekiyor. Üç ayrı numarayı da kontakt lenste sağlamam zor, yani lens + gözlük takmam gerekir. Bu da benim için uğraşması çok zor bir durum. Bu yüzden benim gözlüğüm "mültifokal", yani üzerinde birden çok numara var, üç numara var. Onun için gözlük takıyorum.
Teknoloji bu kadar ilerledi...
Tabii! Ancak bu gözlüklerin teknolojik olarak bir sorunu var: Üç numarayı yerleştirince, camların yan tarafları biraz bulanık görüyor. Hastalar alışamadıkları zaman, ilk zamanlarda, biz de anlatmazsak eğer, bulanık gördüklerini düşünüp rahatsız oluyorlar. Halbuki başlangıçta başını çevirerek bakmak lazım, gözüyle değil. Bir süre sonra beyin oranın bulanık olduğuna alışıyor, ona göre gereğini yapıyor. Mesela ben merdivenden çıkıyorum, arkamdan biri geliyor, dönüp ona baktığım zaman, onu net göremiyorum, ama bunu biliyorum. Bu yüzden ya gözlüğümü çıkarıyorum ya da başımı çevirerek bakmaya çalışıyorum. Çok numaralılar böyle, yani üç tane numara koyma teknolojisine erişildi, ama bunun bedeli olarak da yanlarla bulanık görülüyor. Araba kullanırken bazen sorun oluyor, aynalara bakarken, ama ben bildiğim için başımı çevirerek bakıyorum, gözümle değil. Bir de merdiven inerken bu gözlüklerin en alt bölümünden değil, orta bölümünden bakmaya çalışmak lazım. En alt bölümü okuma için olduğundan, merdivene o bölgeden bakılırsa yine bulanık görülür.
Bilgisayar kullanmak gözü bozmuyor
Bilgisayarlar her anımızda, televizyonlar da malum. Bütün bunlar gözümüz için zararlı mı? Okumak gözümüzü yorar mı?
Bilgisayar kullanmak gözü bozmuyor, ancak bir göz problemi varsa, onu ortaya çıkarıyor. Çünkü ayrıntıları, küçük ayrıntıları görmek gerektiği için bunları, ancak bilgisayar gibi bir ortamda fark edebiliyoruz. Gözlük ihtiyacı yaratmıyor, varsa onu gösteriyor, ortaya çıkarıyor. Yaptığı iki şey var: Bir tanesi, gözü kurutmak, çünkü bilgisayara bakarken, devamlı gözlerimizi açık tutuyoruz, kırpmayı unutuyoruz. İkincisi de radyasyon etkisi. Radyasyon etkisinin bilgisayarda ne ölçüde olduğunu henüz çok iyi bilmiyoruz, ama iyi bir etkisinin olmadığından eminiz. Dolayısıyla bilgisayarın etkileri bunlar. Tabii çocuklarda uzun süreli bilgisayar kullanımı başka problemlere de yol açıyor: Örneğin hareket etmedikleri için vücutta duruş problemi gelişiyor.
Kitap okumanın hiçbir zararı yok, ancak kitap okurken, eğer kırma kusuru varsa, yani gözlük ihtiyacı varsa, bunu kullanarak yapmak lazım. Bir de ışığın, kitabın üzerine düşmesini sağlamak gerekir. Eğer ışık, kitabın üzerine düşmüyor veya saçılıyor veya bizim gözümüze geliyorsa veya karanlıkta okuyorsak, o zaman gözün daha çok enerji sarf etmesi gerekiyor, buna dikkat etmek lazım.
Çalışma ortamı, okuduğumuz yazdığımız ortamdaki ışık...
Doğrudan kitabın üzerine düşmeli.
O zaman çalışma lambalarını öneriyorsunuz sanırım...
Evet! Yaş ilerlemesine bağlı görme problemlerinde, yakın gözlüğü ihtiyacı başladığında birden küçük numaraları hemen kullanmak gerekmeyebilir. O zaman ışık yeterli olur. Çünkü ışık, görme kalitesini artırdığı ve kontrastı daha net ortaya çıkardığı için küçük numaralarda, yakın ihtiyacı olan kişilerde, çok yardımcı olabiliyor. Çok ileri görme noktası problemi olanlara da büyütücü gözlük veriyoruz, özel gözlükler ve yine ışığın güçlü olmasını istiyoruz. Işık bunu sağlıyor, ama göze değil, okunan şeyin üzerine düşmeli.
Yetiskinlerde Goz Kaymasi
Yetişkinlerde göz kayması
Peki, yetişkinlerde gördüğümüz kaymalara "tedavisi mümkün olamayan bir grup" diyebilir miyiz?
Neden kaynaklandığına bağlı. Eğer çocukken olmuş bir şaşılıksa ve tedavi edilmemişse, ameliyat gene de denenebilir, ama başarı şansı her zaman çok yüksek olmuyor. Eğer sonradan olmuş bir şey ise, sebep önemli. Eğer bu bir damar tıkanıklığıysa, damar tıkanıklığını tedavi edersek geri dönüyor. Kas hastalığı ise tedavi edersek geri dönebiliyor. Burada önemli olan neden kaynaklandığı. Nedenler çok çeşitli olabiliyor, ama çocuklarda yapılacak şey, mutlaka 6 yaşından önce ve tercihen 3-4 yaş civarında göz muayenesi. Kayması varsa, hiç beklenmeden, hemen göz muayenesinin yapılması şart. Çünkü çok nadir de olsa, göz içinde bir tümör olduğunda da kayma oluyor ve bu tip göz tümörleri çok küçük yaşlarda, bebeklik döneminde ortaya çıkıyor; yani gözdeki kayma bize bir işaret fişeği oluyor. Bebeğin hayatını kurtarmış oluyoruz göz tümörünü tedavi ederek. Bu yüzden kayma varsa, hiç yaşa bakılmadan, bir an önce göz doktoruna götürmek lazım. Kayma yoksa bu tercihen 3 yaş civarında, olmadı 4, olmadı 5, ama 6'yi asla geçirmemek gerekir.
Beynin ihmali gözü tembelleştiriyor
Gözümüz neden tembelleşir?
Hani ışıklar giriyor, ondan sonra retina da bir işlem görüyor ve mesaj sonra beyne gidiyor demiştik ya, eğer beyne net bir mesaj gelmezse, beyne gelen net bir görüntü mesajı değilse, o zaman beyin orayı ihmal ediyor.
İşleyen demir ışıldar...
Evet! Çalışmayınca da ihmal ediliyor. İhmal edilince göz yerinde duramıyor ve ya içeri ya dışarı doğru kaymaya başlıyor.
Göz tembelliği eşittir göz kayması mı?
Göz tembelliği her zaman kayma yapmaz, ama kaymaların büyük bir çoğunluğunun sebebi, göz tembelliğidir. Dediğim gibi, beyinde, o hücreler yeterli sayıya, yeterli büyüklüğe ulaşmamış oluyor. Tembelliğin yeniden düzeltilebilmesi için beynin öbür tarafının erişkin hale gelmemiş olması lazım. Önce gözlük ihtiyacı varsa giderilecek, ondan sonra gerekirse, kapama yapılacak. Ve bunlara ek olarak veya bunların yerine ameliyat yapılacak ve gözler yerine getirilecek. Bunların hepsi birbirinin ayrılmaz parçası.
Hepsi birbirine zincirleme bağlı. Peki, bütün bunların nedeni kırma kusuru mu?
Şart değil! Kırma kusuru problemi olmadan da kayma olabiliyor, yani şaşılık olabiliyor.
Peki, tedavi edilemeyen şaşılık ya da göz tembelliği problemi olabilir mi?
Bunlar genellikle yaş geçmişse olabilir.
O zaman anne-babaların çok dikkatli olmaları gerekiyor, değil mi?
Hep şunu söylüyoruz: Aşı gibi 6 yaşından önce mutlaka en az bir kere çocuğunuzu göz muayenesine götürün. 3-6 yaş arası mutlaka göz muayenesi şart. Ama herkes, her zaman çocuğunu doktora götüremiyor tabii.
İlle de özel bir imkan gerekmiyor. Devlet hastanelerimiz var...
Ama Kars'ın bir köyünde olduğunu düşünün. Kendisi doktora gidemiyorsa, 10 çocuğunu göz doktoruna nasıl götürebilsin?
Tabii o zaman, 10 çocuk çarpı o kadar maliyet...
Tabii! Bu nedenle tarama programları gerekiyor. Tarama programlarının bir kısmını şimdi okulda öğretmenler yapmaya başladı. Ama tarama programlarının daha ayrıntılı ve daha geniş yapılması lazım. Taramada tam bir göz muayenesi yapmak gerekmez, önemli olan sadece görmedir. O programların daha yaygın olarak yapılması lazım. Hastaysa, sorun varsa, göz doktoruna gitmesi şeklinde yapmak lazım, yoksa 70 milyonu her sene tekrar muayene etmek çok zor.
Peki, hiçbir kayması yok. Zaten görmediğini söyleyebilecek yaşa gelmesi için bayağı bir zaman geçiyor. Bunu nasıl anlayacağız?
Tek gözünde tembellik varsa, aile anlayamaz. İki gözünde varsa, anneyle göz kontağı kaybolur, o zaman anne fark eder. Ama tek gözünde varsa, ailenin anlaması mümkün değil.
En yakınında anne var çünkü...
Evet, doğru. Eğer bir gözdeki kırma kusuru diğerinden çok yüksekse, o zaman da kayma oluyor, yani az gören göz kayıyor. İşareti böyle veriyor anneye, yani doğa bir şekilde bunları korumaya çalışıyor. O zaman da kayma başlıyor. Diyor ki: "1 yaşına kadar normaldi. Şimdi kayıyor." O zaman bakıp buluyoruz. Bu yüzden, "Gözü kayan bir bebek kaç yaşında doktora götürülmelidir" sorusunun yanıtı, "Görüldüğü anda, fark edildiği anda "dır. Bu konuda aileleri hep uyarıyoruz.
"Bekleyelim de belki düzelir" dememek lazım...
Hayır, hayır! O, kişiye işaret ediyordur.
Türk filmlerindeki gibi aniden başlayıp, birdenbire geçiveren görme kaybı ya da kırma kusuru var mı? Hafızanın gidip gelmesi gibi bir şey söz konusu mu? İnsanın gözleri aniden açılabilir mi?
Bunlar çok nadir durumlar. Tıp literatürüne de bunlar mutlaka bildirilir. Ama tıpta hiçbir zaman şu kesin olmaz, şu kesin olur demek mümkün değil. Tıp literatürü, o kesin olmazların olabildiği, o kesin olurların olmadığı şeylerle doludur zaten.
Peki, yetişkinlerde gördüğümüz kaymalara "tedavisi mümkün olamayan bir grup" diyebilir miyiz?
Neden kaynaklandığına bağlı. Eğer çocukken olmuş bir şaşılıksa ve tedavi edilmemişse, ameliyat gene de denenebilir, ama başarı şansı her zaman çok yüksek olmuyor. Eğer sonradan olmuş bir şey ise, sebep önemli. Eğer bu bir damar tıkanıklığıysa, damar tıkanıklığını tedavi edersek geri dönüyor. Kas hastalığı ise tedavi edersek geri dönebiliyor. Burada önemli olan neden kaynaklandığı. Nedenler çok çeşitli olabiliyor, ama çocuklarda yapılacak şey, mutlaka 6 yaşından önce ve tercihen 3-4 yaş civarında göz muayenesi. Kayması varsa, hiç beklenmeden, hemen göz muayenesinin yapılması şart. Çünkü çok nadir de olsa, göz içinde bir tümör olduğunda da kayma oluyor ve bu tip göz tümörleri çok küçük yaşlarda, bebeklik döneminde ortaya çıkıyor; yani gözdeki kayma bize bir işaret fişeği oluyor. Bebeğin hayatını kurtarmış oluyoruz göz tümörünü tedavi ederek. Bu yüzden kayma varsa, hiç yaşa bakılmadan, bir an önce göz doktoruna götürmek lazım. Kayma yoksa bu tercihen 3 yaş civarında, olmadı 4, olmadı 5, ama 6'yi asla geçirmemek gerekir.
Beynin ihmali gözü tembelleştiriyor
Gözümüz neden tembelleşir?
Hani ışıklar giriyor, ondan sonra retina da bir işlem görüyor ve mesaj sonra beyne gidiyor demiştik ya, eğer beyne net bir mesaj gelmezse, beyne gelen net bir görüntü mesajı değilse, o zaman beyin orayı ihmal ediyor.
İşleyen demir ışıldar...
Evet! Çalışmayınca da ihmal ediliyor. İhmal edilince göz yerinde duramıyor ve ya içeri ya dışarı doğru kaymaya başlıyor.
Göz tembelliği eşittir göz kayması mı?
Göz tembelliği her zaman kayma yapmaz, ama kaymaların büyük bir çoğunluğunun sebebi, göz tembelliğidir. Dediğim gibi, beyinde, o hücreler yeterli sayıya, yeterli büyüklüğe ulaşmamış oluyor. Tembelliğin yeniden düzeltilebilmesi için beynin öbür tarafının erişkin hale gelmemiş olması lazım. Önce gözlük ihtiyacı varsa giderilecek, ondan sonra gerekirse, kapama yapılacak. Ve bunlara ek olarak veya bunların yerine ameliyat yapılacak ve gözler yerine getirilecek. Bunların hepsi birbirinin ayrılmaz parçası.
Hepsi birbirine zincirleme bağlı. Peki, bütün bunların nedeni kırma kusuru mu?
Şart değil! Kırma kusuru problemi olmadan da kayma olabiliyor, yani şaşılık olabiliyor.
Peki, tedavi edilemeyen şaşılık ya da göz tembelliği problemi olabilir mi?
Bunlar genellikle yaş geçmişse olabilir.
O zaman anne-babaların çok dikkatli olmaları gerekiyor, değil mi?
Hep şunu söylüyoruz: Aşı gibi 6 yaşından önce mutlaka en az bir kere çocuğunuzu göz muayenesine götürün. 3-6 yaş arası mutlaka göz muayenesi şart. Ama herkes, her zaman çocuğunu doktora götüremiyor tabii.
İlle de özel bir imkan gerekmiyor. Devlet hastanelerimiz var...
Ama Kars'ın bir köyünde olduğunu düşünün. Kendisi doktora gidemiyorsa, 10 çocuğunu göz doktoruna nasıl götürebilsin?
Tabii o zaman, 10 çocuk çarpı o kadar maliyet...
Tabii! Bu nedenle tarama programları gerekiyor. Tarama programlarının bir kısmını şimdi okulda öğretmenler yapmaya başladı. Ama tarama programlarının daha ayrıntılı ve daha geniş yapılması lazım. Taramada tam bir göz muayenesi yapmak gerekmez, önemli olan sadece görmedir. O programların daha yaygın olarak yapılması lazım. Hastaysa, sorun varsa, göz doktoruna gitmesi şeklinde yapmak lazım, yoksa 70 milyonu her sene tekrar muayene etmek çok zor.
Peki, hiçbir kayması yok. Zaten görmediğini söyleyebilecek yaşa gelmesi için bayağı bir zaman geçiyor. Bunu nasıl anlayacağız?
Tek gözünde tembellik varsa, aile anlayamaz. İki gözünde varsa, anneyle göz kontağı kaybolur, o zaman anne fark eder. Ama tek gözünde varsa, ailenin anlaması mümkün değil.
En yakınında anne var çünkü...
Evet, doğru. Eğer bir gözdeki kırma kusuru diğerinden çok yüksekse, o zaman da kayma oluyor, yani az gören göz kayıyor. İşareti böyle veriyor anneye, yani doğa bir şekilde bunları korumaya çalışıyor. O zaman da kayma başlıyor. Diyor ki: "1 yaşına kadar normaldi. Şimdi kayıyor." O zaman bakıp buluyoruz. Bu yüzden, "Gözü kayan bir bebek kaç yaşında doktora götürülmelidir" sorusunun yanıtı, "Görüldüğü anda, fark edildiği anda "dır. Bu konuda aileleri hep uyarıyoruz.
"Bekleyelim de belki düzelir" dememek lazım...
Hayır, hayır! O, kişiye işaret ediyordur.
Türk filmlerindeki gibi aniden başlayıp, birdenbire geçiveren görme kaybı ya da kırma kusuru var mı? Hafızanın gidip gelmesi gibi bir şey söz konusu mu? İnsanın gözleri aniden açılabilir mi?
Bunlar çok nadir durumlar. Tıp literatürüne de bunlar mutlaka bildirilir. Ama tıpta hiçbir zaman şu kesin olmaz, şu kesin olur demek mümkün değil. Tıp literatürü, o kesin olmazların olabildiği, o kesin olurların olmadığı şeylerle doludur zaten.
Goz Kaymasi ve Sasilik Nedenleri
Şaşılığın Nedenleri ve Göz Kayması
Şimdi göz kaymalarına geçelim isterseniz. Gözümüz neden kayıyor? Durup dururken mi?
İki göz olarak baktığımız zaman (deminden beri tek gözle ilgili konuşuyoruz) gözler, çift atlı bir at arabası gibi çalışıyor. Biz de ortada oturuyoruz. Diyelim ki sağa bakmak istiyoruz, o zaman bir atın bir koşumunu sıkacağız, öbür koşumunu gevşeteceğiz. Öbür atın da ona karşılık gelen koşumunu sıkacağız, diğerini gevşeteceğiz; böylece sağa gidebileceğiz. Göz de böyle. Gözün dışında 6 tane kas var. Bunlar sağa-sola, yukarı-aşağıya ve köşelere baktırıyor. Bunları idare eden de 3 sinir var. Kaslar, göz ile bu sinirler arasında eşit olarak dağıtılmış değil. 2 ayrı sinirin yönetiminde l'er kas var, geri kalan 4 kas da 1 sinirin idaresine verilmiş. Ama bir karışıklık çıkmıyor. Ancak eğer kaslardan biri daha kalınsa, yani bu koşumlardan biri daha kalınsa ya da biri daha zayıfsa, bozuksa diyelim veyahut da atlardan biri daha küçükse tabii ki düz gitmek, atlan idare etmek mümkün olamayabilir. Gözün kayması da bu şekilde. Bu kaslardan, yani koşumlardan bir tanesi, ya daha güçlü ya da daha zayıf. Dolayısıyla bir at, daima başka tarafa bakıyor, başka tarafa gidiyor. En sık gördüğümüz sorun, "kırma kusurları". Eğer bir gözde kırma kusuru diğerinden daha büyükse, o zaman o taraf yeterince net göremeyeceği için beyin orayı ihmal etmeye başlıyor. Yani bizim arabamızda bir tane küçük at var, bir tane de güçlü, kuvvetli at. E tabii ki bir süre sonra biz, o küçük atı ihmal edip büyük atın gittiği tarafa doğru gitmeye başlıyoruz. Şaşılık da tıpkı bunun gibi.
Göz kayması ile şaşılık aynı şey mi?
Aynı şey. Şöyle izah edeyim: İki tip kayma var. İlki görünen kayma, ikincisi ise görünmeyen, ancak muayeneyle ortaya çıkan kayma. Muayeneyle çıkan kaymaya biz, "gizli kayma" diyoruz. Bu, o kadar önemli değil, ama diğeri, yani bakan herkesin görebileceği, muayeneyle daha da net ortaya çıkarılabilen kaymaya, "kayma" ya da "şaşılık" diyoruz.
Peki, şaşılık görmeyi bozuyor mu?
Bu durum tavuk ve yumurta hikayesine benziyor. Görme bozukluğu şaşılığa yol açıyor. Şaşılık, görme bozukluğu yapıyor. Yani bir çocuğun şaşılığı varsa, görme bozukluğuna bağlıdır büyük ihtimalle. Görme kusuru düzeltilmedikçe şaşılık düzelmez ve şaşılık sürdükçe görme kusuru artar.
Göz Kayması tedavisi
Peki, şaşılık düzeltilebilir mi?
Evet! Öncelikle gözlük gerekiyorsa, hemen bunun verilmesi lazım, yani kırma kusurunun düzeltilmesi lazım. İkincisi, eğer bir göz diğerinden daha çok çalışıyorsa, diğer gözün tembelleşmesini engellemek için iyi çalışan gözü kapamak gerekir, yani beyne sadece az çalışan gözden mesaj gitsin ki beynin o bölümü kendini toparlasın, biraz çalışmaya başlasın. Çalışmaya başlayınca daha iyi görsün, daha iyi görünce, daha ortada, düz bakar durumda kalsın. Bunların işe yaramadığı ve bazı özel durumlarda koşumları tamir ediyoruz, yani ameliyat yapıyoruz. Zayıf olan koşumu kuvvetlendiriyoruz, çok kuvvetli olanı zayıflatıyoruz.
Göz Kayması Ameliyatı ilk alternatif değil, öyle mi?
Hayır, ameliyat genellikle ilk alternatif değil. Yaşa bağlı olmakla beraber çok nadir durumda ilk alternatif. Eğer kırma kusuru olmadığı halde kayma varsa önce kapama, olmuyorsa ameliyat yapıyoruz. Çünkü önemli olan, kayan gözün mümkün olduğu kadar iyi görebilir duruma gelmesi; beynin o bölümünün ve gözün kendisini geliştirmesi. Bütün bunlardan sonra gerekirse ameliyat yapılması daha mantıklı oluyor. Her zaman kırma kusuruna bağlı olmuyor yani. Ama kırma kusuru varsa, mutlaka önce bunun düzeltilmesi şart.
Şaşılık, genellikle çocuklara özgü bir problem mi?
Evet, şaşılık ve kayma genellikle çocuklara özgü bir problem, çünkü bu kas dengesizliği genellikle çocuklarda görülüyor. Ama tedavi edilmemişse büyüklerde de kalıcı oluyor haliyle.
O gördüğümüz yetişkinler tedavi edilmeyenler mi?
Evet! Tedavi edilmemişse öyle devam ediyor. Kendi kendine geçmiyor.
Tedavi edilmezse, biç tedavi edilemez bir noktaya, mı geliyor?
Maalesef öyle oluyor. 6 yaşından önce tedavi edilmesi lazım. Bunun dışında görülen durumlar ise şöyle: Örneğin beyinde bir felç oluyor, o zaman, o göz siniri çalışmıyor. O göz siniri çalışmayınca, onun çalıştırması gereken göz kası çalışmaz hale geliyor. O zaman da bir küçük göz kası felcine bağlı olarak, kayma oluyor. Bazen de bir kas hastalığı görülebiliyor; mesela guatr hastalığında olduğu gibi. O zaman da şaşılık ya da kayma oluyor. Ama biz şaşılığı genellikle çocuklarda görülen kaymayı anlatmak için kullanıyoruz. Örneğin guatr hastalığında göz kasları şişip kalınlaşı-yor, bu sefer karşı yöne hareket yapılmasına izin vermiyorlar ve adeta, "Ben çok kuvvetliyim. Sen ne kadar çek-sen de-, o tarafa gidemezsin" diyorlar. Bu durum da kaymaya neden olabiliyor. Ama bunlar erişkinlere ait, çocuklarda nadir görülen durumlar.
Botoksun çıkışı da buradan kaynaklanıyor sanırım...
Evet, evet! Bravo! Tabii!
Şaşılık tedavisinde kullanılıyor, değil mi?
Tabii, şaşılık sonra yüz spazmlarında kullanılıyor. O sırada, estetik yararı olduğu da görülünce estetiğe geçildi.
Ne botoksmuş...
Ne botoksmuş hakikaten. Aslında bir zehir, ama sonuçta saflaştırılmış hali çok işe yarıyor.
Şimdi göz kaymalarına geçelim isterseniz. Gözümüz neden kayıyor? Durup dururken mi?
İki göz olarak baktığımız zaman (deminden beri tek gözle ilgili konuşuyoruz) gözler, çift atlı bir at arabası gibi çalışıyor. Biz de ortada oturuyoruz. Diyelim ki sağa bakmak istiyoruz, o zaman bir atın bir koşumunu sıkacağız, öbür koşumunu gevşeteceğiz. Öbür atın da ona karşılık gelen koşumunu sıkacağız, diğerini gevşeteceğiz; böylece sağa gidebileceğiz. Göz de böyle. Gözün dışında 6 tane kas var. Bunlar sağa-sola, yukarı-aşağıya ve köşelere baktırıyor. Bunları idare eden de 3 sinir var. Kaslar, göz ile bu sinirler arasında eşit olarak dağıtılmış değil. 2 ayrı sinirin yönetiminde l'er kas var, geri kalan 4 kas da 1 sinirin idaresine verilmiş. Ama bir karışıklık çıkmıyor. Ancak eğer kaslardan biri daha kalınsa, yani bu koşumlardan biri daha kalınsa ya da biri daha zayıfsa, bozuksa diyelim veyahut da atlardan biri daha küçükse tabii ki düz gitmek, atlan idare etmek mümkün olamayabilir. Gözün kayması da bu şekilde. Bu kaslardan, yani koşumlardan bir tanesi, ya daha güçlü ya da daha zayıf. Dolayısıyla bir at, daima başka tarafa bakıyor, başka tarafa gidiyor. En sık gördüğümüz sorun, "kırma kusurları". Eğer bir gözde kırma kusuru diğerinden daha büyükse, o zaman o taraf yeterince net göremeyeceği için beyin orayı ihmal etmeye başlıyor. Yani bizim arabamızda bir tane küçük at var, bir tane de güçlü, kuvvetli at. E tabii ki bir süre sonra biz, o küçük atı ihmal edip büyük atın gittiği tarafa doğru gitmeye başlıyoruz. Şaşılık da tıpkı bunun gibi.
Göz kayması ile şaşılık aynı şey mi?
Aynı şey. Şöyle izah edeyim: İki tip kayma var. İlki görünen kayma, ikincisi ise görünmeyen, ancak muayeneyle ortaya çıkan kayma. Muayeneyle çıkan kaymaya biz, "gizli kayma" diyoruz. Bu, o kadar önemli değil, ama diğeri, yani bakan herkesin görebileceği, muayeneyle daha da net ortaya çıkarılabilen kaymaya, "kayma" ya da "şaşılık" diyoruz.
Peki, şaşılık görmeyi bozuyor mu?
Bu durum tavuk ve yumurta hikayesine benziyor. Görme bozukluğu şaşılığa yol açıyor. Şaşılık, görme bozukluğu yapıyor. Yani bir çocuğun şaşılığı varsa, görme bozukluğuna bağlıdır büyük ihtimalle. Görme kusuru düzeltilmedikçe şaşılık düzelmez ve şaşılık sürdükçe görme kusuru artar.
Göz Kayması tedavisi
Peki, şaşılık düzeltilebilir mi?
Evet! Öncelikle gözlük gerekiyorsa, hemen bunun verilmesi lazım, yani kırma kusurunun düzeltilmesi lazım. İkincisi, eğer bir göz diğerinden daha çok çalışıyorsa, diğer gözün tembelleşmesini engellemek için iyi çalışan gözü kapamak gerekir, yani beyne sadece az çalışan gözden mesaj gitsin ki beynin o bölümü kendini toparlasın, biraz çalışmaya başlasın. Çalışmaya başlayınca daha iyi görsün, daha iyi görünce, daha ortada, düz bakar durumda kalsın. Bunların işe yaramadığı ve bazı özel durumlarda koşumları tamir ediyoruz, yani ameliyat yapıyoruz. Zayıf olan koşumu kuvvetlendiriyoruz, çok kuvvetli olanı zayıflatıyoruz.
Göz Kayması Ameliyatı ilk alternatif değil, öyle mi?
Hayır, ameliyat genellikle ilk alternatif değil. Yaşa bağlı olmakla beraber çok nadir durumda ilk alternatif. Eğer kırma kusuru olmadığı halde kayma varsa önce kapama, olmuyorsa ameliyat yapıyoruz. Çünkü önemli olan, kayan gözün mümkün olduğu kadar iyi görebilir duruma gelmesi; beynin o bölümünün ve gözün kendisini geliştirmesi. Bütün bunlardan sonra gerekirse ameliyat yapılması daha mantıklı oluyor. Her zaman kırma kusuruna bağlı olmuyor yani. Ama kırma kusuru varsa, mutlaka önce bunun düzeltilmesi şart.
Şaşılık, genellikle çocuklara özgü bir problem mi?
Evet, şaşılık ve kayma genellikle çocuklara özgü bir problem, çünkü bu kas dengesizliği genellikle çocuklarda görülüyor. Ama tedavi edilmemişse büyüklerde de kalıcı oluyor haliyle.
O gördüğümüz yetişkinler tedavi edilmeyenler mi?
Evet! Tedavi edilmemişse öyle devam ediyor. Kendi kendine geçmiyor.
Tedavi edilmezse, biç tedavi edilemez bir noktaya, mı geliyor?
Maalesef öyle oluyor. 6 yaşından önce tedavi edilmesi lazım. Bunun dışında görülen durumlar ise şöyle: Örneğin beyinde bir felç oluyor, o zaman, o göz siniri çalışmıyor. O göz siniri çalışmayınca, onun çalıştırması gereken göz kası çalışmaz hale geliyor. O zaman da bir küçük göz kası felcine bağlı olarak, kayma oluyor. Bazen de bir kas hastalığı görülebiliyor; mesela guatr hastalığında olduğu gibi. O zaman da şaşılık ya da kayma oluyor. Ama biz şaşılığı genellikle çocuklarda görülen kaymayı anlatmak için kullanıyoruz. Örneğin guatr hastalığında göz kasları şişip kalınlaşı-yor, bu sefer karşı yöne hareket yapılmasına izin vermiyorlar ve adeta, "Ben çok kuvvetliyim. Sen ne kadar çek-sen de-, o tarafa gidemezsin" diyorlar. Bu durum da kaymaya neden olabiliyor. Ama bunlar erişkinlere ait, çocuklarda nadir görülen durumlar.
Botoksun çıkışı da buradan kaynaklanıyor sanırım...
Evet, evet! Bravo! Tabii!
Şaşılık tedavisinde kullanılıyor, değil mi?
Tabii, şaşılık sonra yüz spazmlarında kullanılıyor. O sırada, estetik yararı olduğu da görülünce estetiğe geçildi.
Ne botoksmuş...
Ne botoksmuş hakikaten. Aslında bir zehir, ama sonuçta saflaştırılmış hali çok işe yarıyor.
Televizyon ve Bilgisayar Goz’e Zararlari
Televizyon bilgisayar kadar zararlı değil
Televizyon gerçekten zararlı mı bilgisayar gibi?
Bilgisayar ve televizyonun yaydığı bir radyasyon var, bunda hiç şüphe yok. Bu yüzden yakından seyretmemek gerekiyor. Göz açısından bilgisayarın zararı, kuru göz yapması ve radyasyon yayması. Televizyonun da benzer etkisi var, fakat görme bozukluklarını artırır diye bir şey yok. Sadece var olanı ortaya çıkarır. Fark etmemizi sağlar bir bakıma.
Aslında iyi bir etki, değil mi?
Kötü değil. Şöyle söyleyeyim: Televizyona baktığımız zaman ayrıntıları görmeye çalışıyoruz. Bize sürekli olarak küçük birtakım ayrıntılar, küçük şekiller ya da silik şekiller gözüküyor. Dolayısıyla onları görmeye çalışıyoruz. Eğer aynı kişi çoban olsaydı, o zaman onun görmesi gereken şekiller çok büyük olacağı için astigmatını, miyobunu ya da hipermetrobunu, hiçbir zaman fark etmeyebilirdi. Ama televizyonla fark ediliyor.
O zaman, her evde bir televizyon olmalı mı?
Her evde bir televizyon olmalı diyemeyeceğim, ama televizyon sebep oluyor da diyemeyeceğim. Televizyon var olanın ortaya çıkmasını ve gözlüğe ihtiyaç duyulmasını sağlıyor. Örneğin bir çobanın astigmat için gözlük kullanmasına ihtiyacı yoktur.
Neden?
Zaten hep büyük şekillere bakıyordun İhtiyaç farklı bir şey. Örneğin annenizin belki miyobu var, ama hiçbir zaman araba kullanmadığı için gözlüğe ihtiyaç duymamış olabilir. Dolayısıyla, biz onun miyop olmadığını varsayıyoruz, ama miyop gerçekten orada mıdır? Oradadır. O miktarda olur muydu, belki çoban olsaydı olmayabilirdi. Çünkü uyum yapmadı. Uyum da artırıyor.
3 derece bir gözlüğe ihtiyaç duymayabilir mi?
Duymayabilir. Çünkü araba kullanmıyordun Görmesi gereken mesafe daha küçüktür. Dolayısıyla, gereksinme ile var olan arasında fark var, yani ihtiyaç da çok önemli. Neye ihtiyacı var? Çünkü biz daha kaliteli bir yaşam için bunu anlatıyoruz. Ama eğer çocuğun kayması varsa, derecesi 3 ise, 3 derecenin 3'ünü de kullanacaktır, çünkü onun ihtiyacı olan şey, sadece görmek değil, kaymanın da düzeltilmesidir.
Göz kaymalarına ve şaşılığa gelmeden önce son bir şey soracağım. Göremiyordum, göremeyen çok sayıda miyopiler gibi. Ama gözlüğümü takmadığım zaman duyamı-yordum da. Araştırdığımda, göz ve işitme hafızasının var olduğunu öğrendim. Göremeyen bir insanda işitme pekişiyor demiştik. Oysa ben bana yaklaşan kişinin yüzünü göremeyince, çok iyi tanıdığım halde sesini bile ayırt edemiyordum. Aradaki bu bağlantı doğru, değil mi?
Bu doğru, ama hiç görülemeyince işitmenin yok olmadığı da doğru, ama burada anlamlandırmak önemli, yani algı önemli. Doğrudan görme fonksiyonu değil, görülenin ne olduğunu algılamakta beyne kayıtta bir problem oluyor tabii.
Televizyon gerçekten zararlı mı bilgisayar gibi?
Bilgisayar ve televizyonun yaydığı bir radyasyon var, bunda hiç şüphe yok. Bu yüzden yakından seyretmemek gerekiyor. Göz açısından bilgisayarın zararı, kuru göz yapması ve radyasyon yayması. Televizyonun da benzer etkisi var, fakat görme bozukluklarını artırır diye bir şey yok. Sadece var olanı ortaya çıkarır. Fark etmemizi sağlar bir bakıma.
Aslında iyi bir etki, değil mi?
Kötü değil. Şöyle söyleyeyim: Televizyona baktığımız zaman ayrıntıları görmeye çalışıyoruz. Bize sürekli olarak küçük birtakım ayrıntılar, küçük şekiller ya da silik şekiller gözüküyor. Dolayısıyla onları görmeye çalışıyoruz. Eğer aynı kişi çoban olsaydı, o zaman onun görmesi gereken şekiller çok büyük olacağı için astigmatını, miyobunu ya da hipermetrobunu, hiçbir zaman fark etmeyebilirdi. Ama televizyonla fark ediliyor.
O zaman, her evde bir televizyon olmalı mı?
Her evde bir televizyon olmalı diyemeyeceğim, ama televizyon sebep oluyor da diyemeyeceğim. Televizyon var olanın ortaya çıkmasını ve gözlüğe ihtiyaç duyulmasını sağlıyor. Örneğin bir çobanın astigmat için gözlük kullanmasına ihtiyacı yoktur.
Neden?
Zaten hep büyük şekillere bakıyordun İhtiyaç farklı bir şey. Örneğin annenizin belki miyobu var, ama hiçbir zaman araba kullanmadığı için gözlüğe ihtiyaç duymamış olabilir. Dolayısıyla, biz onun miyop olmadığını varsayıyoruz, ama miyop gerçekten orada mıdır? Oradadır. O miktarda olur muydu, belki çoban olsaydı olmayabilirdi. Çünkü uyum yapmadı. Uyum da artırıyor.
3 derece bir gözlüğe ihtiyaç duymayabilir mi?
Duymayabilir. Çünkü araba kullanmıyordun Görmesi gereken mesafe daha küçüktür. Dolayısıyla, gereksinme ile var olan arasında fark var, yani ihtiyaç da çok önemli. Neye ihtiyacı var? Çünkü biz daha kaliteli bir yaşam için bunu anlatıyoruz. Ama eğer çocuğun kayması varsa, derecesi 3 ise, 3 derecenin 3'ünü de kullanacaktır, çünkü onun ihtiyacı olan şey, sadece görmek değil, kaymanın da düzeltilmesidir.
Göz kaymalarına ve şaşılığa gelmeden önce son bir şey soracağım. Göremiyordum, göremeyen çok sayıda miyopiler gibi. Ama gözlüğümü takmadığım zaman duyamı-yordum da. Araştırdığımda, göz ve işitme hafızasının var olduğunu öğrendim. Göremeyen bir insanda işitme pekişiyor demiştik. Oysa ben bana yaklaşan kişinin yüzünü göremeyince, çok iyi tanıdığım halde sesini bile ayırt edemiyordum. Aradaki bu bağlantı doğru, değil mi?
Bu doğru, ama hiç görülemeyince işitmenin yok olmadığı da doğru, ama burada anlamlandırmak önemli, yani algı önemli. Doğrudan görme fonksiyonu değil, görülenin ne olduğunu algılamakta beyne kayıtta bir problem oluyor tabii.
Goz Kirma Kusuru Nedenleri
Göz Kırma Kusuru ve Kırma Kusurları Nedenleri
O zaman sorumu şöyle değiştiriyorum: Kaç tür görme kusuru değil, kaç tür kırma kusuru var?
Kırma kusurunun ne olduğunu ilk bölümde kısaca anlatmıştım: Kornea ve ondan sonra mercek yer alıyor. Bunlar, ışığı kıran ortamlar, yani camdan geçerken ışığın kırılması gibi optik bir olay. Korneadan ve göz merceğinden geçerken de göze gelen ışınlar kırılıyor. Sonra bunlar bir de gözün içinde bir yol kat ediyorlar. Bu kat edilen mesafe, kırmayı etkiliyor. Bunların hepsi optik kurallarına uygundur. Yani nasıl birkaç tane cam koyarız, ayna koyarız, lisede okumuşuzdur: İçbükey, dışbükey gibi. Bunların hepsi kırmayı etkiliyor. Bunlarla beraber bir göz, 6 metreden bir cismi, ya görebiliyor ya göremiyor. Eğer göremiyorsa veya net göremiyorsa, o zaman biz buna, "Kırma kusuru var" diyoruz. Demek ki kırma kusurunun birici sebebi; korneada bir bozukluk ya da düzensizlik olması. Korneanın tam yuvarlak olmaması. İkinci sebep; göz merceğinde problem olması, ama bu soruna burada girmeyeceğiz. Üçüncüsü de gözün içinde kat ettiği yol. Kişi ya yakını göremez ya uzağı göremez ya da hem yakını hem uzağı bulanık görür. Kişi yakını göremezse buna "hipermetrop", uzağı göremezse buna "miyop", hem yakını hem uzağı bulanık görürse buna da "astigmat" deniliyor. Astigmat, "stigmat değil", "tam yuvarlak değil" anlamında. "Astigmat", yani olumsuzu. Astigmat ya miyop ya da hipermetrop tipinde oluyor, yani astigmatın da iki tip olması gerekiyor. Bir de yakını yaşlılıkta görememe problemi var ki biz bunu, kırma kusurlarına genellikle koymuyoruz. Fakat burada söz etmekte yarar var. Buna da "presbiyopi" diyoruz:.
O zaman biz yaşlandıkça biraz da eriyor muyuz?
Evet, tabii ki! "Presb" hecesi, "uzağı iyi gören", "olayları daha net görebilen" anlamında. Şimdi isterseniz miyoplarda sorunun neden kaynaklandığını anlatayım. Miyoplarda ya gözün önündeki kornea tabakası olması gerektiğinden daha sivri oluyor ya göz merceğinin kırmasında bir problem yaşanıyor ya da gözün yapısı uzun oluyor, yani daha büyük bir salonu oluyor. Evin daha büyük bir salonu olduğu zaman, tabii ışık daha uzun bir yol kat ediyor. Gözün önüne belli bir cam konulmadığında, ışık salonun dibindeki noktaya ulaşamadığından önündeki bir yerde odaklaşıyor. O zaman da net görülememiş oluyor. Sanırım en iyi böyle anlatılabilir.
Peki, yakını göremeyenlerde sorun neden kaynaklanıyor?
Hipermetroplarda ise gözün kornea tabakası, olması gerektiğinden daha yassı oluyor. Bazen mercekte problem oluyor, ama bazen de gözün yapısı küçük oluyor, yani küçük bir salon oluyor. O zaman da ışıklar salonun arkasındaki duvarın arkasında netleşiyor. Dolayısıyla bulanık gözüküyor. Miyopisi olan bir kişinin uzağı görmesi, dışarıdaki tehlikelerden haberdar olması için "ıraksak", yani "kalın kenarlı mercek" kullanması gerekiyor. Bunu gözlük olarak ya da kontakt lens olarak kullanabilir. Hipermetroplar bu odaklamayı netleştirebilmek için ya ortası kalın, kenarları ince; yani "ince kenarlı mercek" ya da "yakınsak mercek" kullanırlar. Bunlar kullanılmazsa net görme sağlanamaz.
En erken gelişeni hangisi?
Hipermetrop genellikle daha erken gelişiyor.
Hipermetrop mu çocuk yaşlarda başlıyor?
Evet! Zaten çocuklar hipermetrop doğuyorlar. Henüz gözleri küçük oluyor. Bebeklerin uzağı görmeleri gerekmez, yakını görmeleri gerekir ve yeterlidir. Onun için miyoba göre ayarlanmış olmuyor. Miyop, daha ileri yaşlarda gelişiyor. Ailede varsa, miyop daha erken gelişebiliyor. Mi-yopi genellikle ergenlik çağlarında ortaya çıkıyor.
Beynin görme bölümü ancak gördükçe gelişir
Eğer gözlük takılmazsa ne olur?
Kişi net göremez. Yeni görüş ise, kişi miyop olduğu halde gözlük kullanmazsa, miyobunun arttığı yönünde. Çünkü göz sürekli uyum yapmaya çalışıyor, yapmaya çalıştıkça miyop artıyor. Hipermetrop olanlarda ise ister tek göz, ister çift göz olsun, beyne net mesaj gitmeyince, beyindeki o hücreler yeterince gelişemiyor. Yani beynin gelişmesi için gereken gıda, görme. Bu, özellikli bir durum, çünkü beynin başka hiçbir bölgesinde böyle bir özellik yok. Beyin, vücuttaki sinirler yardımıyla kendi kendine direnç kazanır ve erişkin hale gelir, ama beynin görme bölümü ancak gördükçe gelişir. Yani eğer görmesi ve gözü tamamen normal olan bir kişi karanlık bir odaya uzun süreyle kapatılırsa, görmesi gelişmez. Tembellik, diyoruz biz buna.
Göz tembelliği mi?
Evet, aynen öyle. Beynin ilgili hücreleri gelişmiyor çünkü. Belli bir yaştan sonra da eski haline, olabileceği hale getiremiyoruz, öyle kalıyor. Bu yaş 6'ya, bazı kişilerde 9'a kadar uzanıyor, ama ideal olanı 6'dan da önce ne görebi-lecekse onu halletmek, çünkü öbür türlü beyin o yaştan sonra tekrar gelişmiyor.
Her çocuk 3 yaşına kadar göz muayenesi olmalı
Büyükler, gözlük konusunda çocuklara pek güvenmiyorlar. Doğru mu bu?
Kesinlikle! Bu konu çok ama çok önemli. 6 yaşından, yani okula başlamadan önce her çocuk bir defa göz muayenesi olmalı. Mesaj bu. İleri ülkelerde 3-4 yaşında yapılıyor. Ne kadar erken, o kadar iyi. 3 yaşında çocuk muayene olamaz mı? Olur. Biz edebilir miyiz? Ederiz. Anlayabilir miyiz? Evet, anlayabiliriz. Yani kendisini ifade edemiyor diye, aileler genellikle getirmek istemiyorlar. Gözlük takıldığında, gözün tembelleşeceği yönünde bir inanış var. Hayır, bu doğru değil. Ne kadar erken, o kadar iyi. Biz 3 yaşında değil, 2 yaşında da muayene ederiz, ama 3-4 yaş ideal olanı. İlkokuldan önce çocuk mutlaka kontrole götürülmeli, bu aşı gibi düşünülmeli. Yani nasıl aşıların mutlaka belli bir yaşa kadar tamamlanması şartsa göz muayenesinin de çocuk okula gitmeden önce yapılması şart. Çünkü 6 yaşından sonra tembellik tedavi edilemiyor; yani diyelim ki çocuk okula başladı, gözünde tembellik olduğu anlaşıldı, artık iş işten geçiyor maalesef. Bu muayenenin yapılması için çocuğun illa bir şikayetinin olması gerekmiyor. Aşı gibi mutlaka bir defa yapılması lazım. Ailede gözlük problemi varsa, tabii ki senede 1, ama 3 yaşından itibaren olmalı. Tekrar vurguluyorum, çocuğun en geç 6 yaşına kadar göz muayenesinin yapılması şart.
Hayatımızın her anında gözümüzü kullandığımıza göre şikayet olsun olmasın doktora danışmakta fayda var...
Evet! Diş kontrolü gibi. Aşı gibi.
Bunu herkese öneriyor musunuz?
Aslında herkese öneriyoruz. Ama herkese her zaman yapmak mümkün değil tabii ki. Türkiye'deki sistem de buna çok müsait değil. Ama hiç değilse 6 yaşında veya ilkokuldan önce, çocuk mutlaka göz muayenesinden geçmeli diyoruz. Tabii yaşlıların da 40 yaşından sonra muayene olmasında fayda var. Bu konuyu ayrıca konuşacağız zaten.
Orada da koruyucu hekimlik devrede...
Yani diş muayenesi gibi, aşı gibi. Çocuğumuzun aşı olması için hastalanmasını beklemiyoruz ki! Gözlük ihtiyacı, yani kırma kusurları hastalık değildir. Bunlar yapısal durumlardır. Nasıl birinin saçı kıvırcık, öbürünün saçı düzse veya birinin boyu uzun, diğerininki kısaysa, kırma kusurları da aynı bunlar gibidir. Ancak düzeltilmesi durumunda daha kaliteli bir yaşam elde edilir, yoksa bunlar hastalık değildir.
Peki, aklıma geldi ama yeri değilse uyarın lütfen. Saçımızın kıvırcık olması gibi kırma kusurları da hastalık değil dediniz. Gözümüzün rengini ne belirliyor o zaman?
Hayır! O da bizim elimizde değil. O da ailevi.
Kırma kusurlarının ilerlemesi önlenebilir
Seçemiyoruz öyleyse, değil mi?
Hayır, tabi ki seçemeyiz, kırma kusurunu da seçemeyiz. Ancak kırma kusurlarının ilerlemesini önleyebiliriz. Dediğim gibi eğer gözlüğü daha önce takmış olsaydınız belki 4 olmayacaktı. Hakim olan bir görüş daha var son zamanlarda: Gözlük takılırsa, ilerleme daha yavaşlar görüşüne ek olarak ki bunu özellikle söylüyorum, çünkü hastalarımızın çoğu, "Gözlük takarsa göz tembelleşmez mi" diye soruyor. Ben de diyorum ki: "Niye kötülük yapalım. Artacak olsa niye verelim?" Onun için bu çok önemli. Bir yeni görüş ise, çocuk uyurken odayı tamamen karanlık yapmanın, göz kusurlarını engellediği yönünde. Yani ışıkta uyuyanlar, devamlı uyum yaptıkları için daha yüksek miyop oluyorlar gibi bir görüş bu. Fakat bu tip görüşler zaman zaman ortaya çıkar, zaman zaman da değişir.
Bu size mantıklı geliyor mu?
Mantığı var tabii ki, ama sadece bunun etken olduğunu söylemek mümkün değil. Çocukların korkmaması için odaya ışık konuyor. Kıyaslamak mümkün değil, yani bir çocuğu karanlık, diğerini ise ışıklı odada uyutmak ve kontrol grupları oluşturmak lazım. Bu henüz mümkün olmadığı için bu görüş yüzde yüz doğru demek mümkün değil.
O zaman sorumu şöyle değiştiriyorum: Kaç tür görme kusuru değil, kaç tür kırma kusuru var?
Kırma kusurunun ne olduğunu ilk bölümde kısaca anlatmıştım: Kornea ve ondan sonra mercek yer alıyor. Bunlar, ışığı kıran ortamlar, yani camdan geçerken ışığın kırılması gibi optik bir olay. Korneadan ve göz merceğinden geçerken de göze gelen ışınlar kırılıyor. Sonra bunlar bir de gözün içinde bir yol kat ediyorlar. Bu kat edilen mesafe, kırmayı etkiliyor. Bunların hepsi optik kurallarına uygundur. Yani nasıl birkaç tane cam koyarız, ayna koyarız, lisede okumuşuzdur: İçbükey, dışbükey gibi. Bunların hepsi kırmayı etkiliyor. Bunlarla beraber bir göz, 6 metreden bir cismi, ya görebiliyor ya göremiyor. Eğer göremiyorsa veya net göremiyorsa, o zaman biz buna, "Kırma kusuru var" diyoruz. Demek ki kırma kusurunun birici sebebi; korneada bir bozukluk ya da düzensizlik olması. Korneanın tam yuvarlak olmaması. İkinci sebep; göz merceğinde problem olması, ama bu soruna burada girmeyeceğiz. Üçüncüsü de gözün içinde kat ettiği yol. Kişi ya yakını göremez ya uzağı göremez ya da hem yakını hem uzağı bulanık görür. Kişi yakını göremezse buna "hipermetrop", uzağı göremezse buna "miyop", hem yakını hem uzağı bulanık görürse buna da "astigmat" deniliyor. Astigmat, "stigmat değil", "tam yuvarlak değil" anlamında. "Astigmat", yani olumsuzu. Astigmat ya miyop ya da hipermetrop tipinde oluyor, yani astigmatın da iki tip olması gerekiyor. Bir de yakını yaşlılıkta görememe problemi var ki biz bunu, kırma kusurlarına genellikle koymuyoruz. Fakat burada söz etmekte yarar var. Buna da "presbiyopi" diyoruz:.
O zaman biz yaşlandıkça biraz da eriyor muyuz?
Evet, tabii ki! "Presb" hecesi, "uzağı iyi gören", "olayları daha net görebilen" anlamında. Şimdi isterseniz miyoplarda sorunun neden kaynaklandığını anlatayım. Miyoplarda ya gözün önündeki kornea tabakası olması gerektiğinden daha sivri oluyor ya göz merceğinin kırmasında bir problem yaşanıyor ya da gözün yapısı uzun oluyor, yani daha büyük bir salonu oluyor. Evin daha büyük bir salonu olduğu zaman, tabii ışık daha uzun bir yol kat ediyor. Gözün önüne belli bir cam konulmadığında, ışık salonun dibindeki noktaya ulaşamadığından önündeki bir yerde odaklaşıyor. O zaman da net görülememiş oluyor. Sanırım en iyi böyle anlatılabilir.
Peki, yakını göremeyenlerde sorun neden kaynaklanıyor?
Hipermetroplarda ise gözün kornea tabakası, olması gerektiğinden daha yassı oluyor. Bazen mercekte problem oluyor, ama bazen de gözün yapısı küçük oluyor, yani küçük bir salon oluyor. O zaman da ışıklar salonun arkasındaki duvarın arkasında netleşiyor. Dolayısıyla bulanık gözüküyor. Miyopisi olan bir kişinin uzağı görmesi, dışarıdaki tehlikelerden haberdar olması için "ıraksak", yani "kalın kenarlı mercek" kullanması gerekiyor. Bunu gözlük olarak ya da kontakt lens olarak kullanabilir. Hipermetroplar bu odaklamayı netleştirebilmek için ya ortası kalın, kenarları ince; yani "ince kenarlı mercek" ya da "yakınsak mercek" kullanırlar. Bunlar kullanılmazsa net görme sağlanamaz.
En erken gelişeni hangisi?
Hipermetrop genellikle daha erken gelişiyor.
Hipermetrop mu çocuk yaşlarda başlıyor?
Evet! Zaten çocuklar hipermetrop doğuyorlar. Henüz gözleri küçük oluyor. Bebeklerin uzağı görmeleri gerekmez, yakını görmeleri gerekir ve yeterlidir. Onun için miyoba göre ayarlanmış olmuyor. Miyop, daha ileri yaşlarda gelişiyor. Ailede varsa, miyop daha erken gelişebiliyor. Mi-yopi genellikle ergenlik çağlarında ortaya çıkıyor.
Beynin görme bölümü ancak gördükçe gelişir
Eğer gözlük takılmazsa ne olur?
Kişi net göremez. Yeni görüş ise, kişi miyop olduğu halde gözlük kullanmazsa, miyobunun arttığı yönünde. Çünkü göz sürekli uyum yapmaya çalışıyor, yapmaya çalıştıkça miyop artıyor. Hipermetrop olanlarda ise ister tek göz, ister çift göz olsun, beyne net mesaj gitmeyince, beyindeki o hücreler yeterince gelişemiyor. Yani beynin gelişmesi için gereken gıda, görme. Bu, özellikli bir durum, çünkü beynin başka hiçbir bölgesinde böyle bir özellik yok. Beyin, vücuttaki sinirler yardımıyla kendi kendine direnç kazanır ve erişkin hale gelir, ama beynin görme bölümü ancak gördükçe gelişir. Yani eğer görmesi ve gözü tamamen normal olan bir kişi karanlık bir odaya uzun süreyle kapatılırsa, görmesi gelişmez. Tembellik, diyoruz biz buna.
Göz tembelliği mi?
Evet, aynen öyle. Beynin ilgili hücreleri gelişmiyor çünkü. Belli bir yaştan sonra da eski haline, olabileceği hale getiremiyoruz, öyle kalıyor. Bu yaş 6'ya, bazı kişilerde 9'a kadar uzanıyor, ama ideal olanı 6'dan da önce ne görebi-lecekse onu halletmek, çünkü öbür türlü beyin o yaştan sonra tekrar gelişmiyor.
Her çocuk 3 yaşına kadar göz muayenesi olmalı
Büyükler, gözlük konusunda çocuklara pek güvenmiyorlar. Doğru mu bu?
Kesinlikle! Bu konu çok ama çok önemli. 6 yaşından, yani okula başlamadan önce her çocuk bir defa göz muayenesi olmalı. Mesaj bu. İleri ülkelerde 3-4 yaşında yapılıyor. Ne kadar erken, o kadar iyi. 3 yaşında çocuk muayene olamaz mı? Olur. Biz edebilir miyiz? Ederiz. Anlayabilir miyiz? Evet, anlayabiliriz. Yani kendisini ifade edemiyor diye, aileler genellikle getirmek istemiyorlar. Gözlük takıldığında, gözün tembelleşeceği yönünde bir inanış var. Hayır, bu doğru değil. Ne kadar erken, o kadar iyi. Biz 3 yaşında değil, 2 yaşında da muayene ederiz, ama 3-4 yaş ideal olanı. İlkokuldan önce çocuk mutlaka kontrole götürülmeli, bu aşı gibi düşünülmeli. Yani nasıl aşıların mutlaka belli bir yaşa kadar tamamlanması şartsa göz muayenesinin de çocuk okula gitmeden önce yapılması şart. Çünkü 6 yaşından sonra tembellik tedavi edilemiyor; yani diyelim ki çocuk okula başladı, gözünde tembellik olduğu anlaşıldı, artık iş işten geçiyor maalesef. Bu muayenenin yapılması için çocuğun illa bir şikayetinin olması gerekmiyor. Aşı gibi mutlaka bir defa yapılması lazım. Ailede gözlük problemi varsa, tabii ki senede 1, ama 3 yaşından itibaren olmalı. Tekrar vurguluyorum, çocuğun en geç 6 yaşına kadar göz muayenesinin yapılması şart.
Hayatımızın her anında gözümüzü kullandığımıza göre şikayet olsun olmasın doktora danışmakta fayda var...
Evet! Diş kontrolü gibi. Aşı gibi.
Bunu herkese öneriyor musunuz?
Aslında herkese öneriyoruz. Ama herkese her zaman yapmak mümkün değil tabii ki. Türkiye'deki sistem de buna çok müsait değil. Ama hiç değilse 6 yaşında veya ilkokuldan önce, çocuk mutlaka göz muayenesinden geçmeli diyoruz. Tabii yaşlıların da 40 yaşından sonra muayene olmasında fayda var. Bu konuyu ayrıca konuşacağız zaten.
Orada da koruyucu hekimlik devrede...
Yani diş muayenesi gibi, aşı gibi. Çocuğumuzun aşı olması için hastalanmasını beklemiyoruz ki! Gözlük ihtiyacı, yani kırma kusurları hastalık değildir. Bunlar yapısal durumlardır. Nasıl birinin saçı kıvırcık, öbürünün saçı düzse veya birinin boyu uzun, diğerininki kısaysa, kırma kusurları da aynı bunlar gibidir. Ancak düzeltilmesi durumunda daha kaliteli bir yaşam elde edilir, yoksa bunlar hastalık değildir.
Peki, aklıma geldi ama yeri değilse uyarın lütfen. Saçımızın kıvırcık olması gibi kırma kusurları da hastalık değil dediniz. Gözümüzün rengini ne belirliyor o zaman?
Hayır! O da bizim elimizde değil. O da ailevi.
Kırma kusurlarının ilerlemesi önlenebilir
Seçemiyoruz öyleyse, değil mi?
Hayır, tabi ki seçemeyiz, kırma kusurunu da seçemeyiz. Ancak kırma kusurlarının ilerlemesini önleyebiliriz. Dediğim gibi eğer gözlüğü daha önce takmış olsaydınız belki 4 olmayacaktı. Hakim olan bir görüş daha var son zamanlarda: Gözlük takılırsa, ilerleme daha yavaşlar görüşüne ek olarak ki bunu özellikle söylüyorum, çünkü hastalarımızın çoğu, "Gözlük takarsa göz tembelleşmez mi" diye soruyor. Ben de diyorum ki: "Niye kötülük yapalım. Artacak olsa niye verelim?" Onun için bu çok önemli. Bir yeni görüş ise, çocuk uyurken odayı tamamen karanlık yapmanın, göz kusurlarını engellediği yönünde. Yani ışıkta uyuyanlar, devamlı uyum yaptıkları için daha yüksek miyop oluyorlar gibi bir görüş bu. Fakat bu tip görüşler zaman zaman ortaya çıkar, zaman zaman da değişir.
Bu size mantıklı geliyor mu?
Mantığı var tabii ki, ama sadece bunun etken olduğunu söylemek mümkün değil. Çocukların korkmaması için odaya ışık konuyor. Kıyaslamak mümkün değil, yani bir çocuğu karanlık, diğerini ise ışıklı odada uyutmak ve kontrol grupları oluşturmak lazım. Bu henüz mümkün olmadığı için bu görüş yüzde yüz doğru demek mümkün değil.
Retina Nedir Nakli ve Ameliyati
Retina, "fotoğraf filmi", kornea ise "objektif
Ya retina nedir?
Retina, birkaç katı olan ince bir katman, bir ağtabaka-dır. En içtekiler ışığı algılıyorlar, sonra bu mesajı; ışık, renk, hareket; bunları beynin anlayabileceği dile çeviriyorlar, yani tercüman var katlar arasında. Mesaj, nihayet beynin anlayabileceği dile çevrilince, sinirlere ulaşmış oluyor. Bu hücreler neye benziyor diye sorarsanız, retina, tıpkı incir gibi. İnciri açınca nasıl bir yığın uzantı ve ufak yuvarlaklar görürsek, retina da mikroskop altında böyle gözükür.
Yani bir incirin çekirdekleri gibi gözükür?
Evet, o çekirdekler hep hücrelerdir ve incirin içindeki gibi birçok uzantılı hücre vardır. Bunların bazıları büyük, bazıları küçük, bazıları uzun, bazıları yuvarlaktır. Her birinin işi farklıdır. Sonuçta, bunların hepsi birleşir. İncirin nasıl ağaca bağlı olduğu bir ucu varsa, retinanın da buna benzer bir ucu var ve o şekilde gözü terk ediyor. Burası göz siniri oluyor, tıpkı incirin bağlı olduğu dal gibi. Dal beyne, yani ağaca bağlı, göz siniri de aynı şekilde beyne bağlı.
Retina ile kornea arasındaki ilişki nasıl sağlanıyor?
Retinaya, "fotoğraf filmi", korneaya ise '"objektif" diyebiliriz. Kullandığımız fotoğraf makinesinin içinde bir boşluk vardır, bu boşluktan gözde iki tane var; bir önde, bir arkada. Ama retina, fotoğraf filmi. Işık filme düşünce orada bir hareket, bir heyecan uyandırıyor. O heyecanın kendine özgü bir dili var. Bu dili beynin anlayacağı dile çevirme ve gönderme görevi ise retinanın.
Peki, retina olmazsa, olur mu?
Hayır! Retina olmadan da olmaz! Hepsi olmak zorunda. Her şeyin bir sebebi var: Kaş da önemli. Kaş da terin göze girmesini engelliyor, kirpikler de.
Kirpikler gözü tozdan koruyor, değil mi?
Evet, koruyor. Gene terin girmesini ve fazla ışığı engelliyor, yani onlar da evin penceresinin dışındaki panjurlar. Tabii, kirpik olmadan da görülür, tamam ama, kirpik olmaz da kapak içeri dönerse, devamlı olarak korneayı yaralarsa, o zaman gene kornea şeffaflığını kaybeder ve başa döneriz. Onun için hepsi olmak zorunda. Hiçbirinden vazgeçemeyiz.
Mahrum kalıyorsak da onun yerine koymaya çalışıyoruz. ..
Daima koymaya çalışıyoruz. Vazgeçmek yok. Zaten vücuttaki bütün sistemler, dışarıya karşı ya da dışarısı için, öteki için yaratılmış ya da donanımlanmış denilebilir. Daima dışarıdan gelen bir tehlikeyi algılamak, onu bertaraf etmek, onunla savaşmak, onun yok olmasını sağlamak için. Hayat zaten ölüme karşı. Onun için dokunma önemli. Göz, bütün bu tehlikeleri belli bir açıdan da olsa algılayabilmek için var. Belli bir açıdan bakıyoruz dünyaya. Her iki tarafı, yaklaşık 180 derecede görüyoruz, ama geriye kalan 180 dereceyi görmüyoruz. Bunu anlamak için işitme var. İlginç tarafı: İşitme kaybı olanların psikolojik problemleri, görme kaybı olanlara göre daha ağır. Bu da çok ilginç gelir her zaman bana. Bana, görme daha ağırlıklı gelir işitmeye göre, ama psikolojik olarak çok daha fazla etkileniyorlar, çünkü öbür tarafı bilmiyorlar. Bilmediği bir taraf olduğunu fark ediyorlar.
Aslında görmek, belki de sadece gözümüzün gördüğünü görmek değil...
Görmek, farkında olmak aslında.
Görmek, insan olmanın bir parçası
Farkındalık...
Evet! "Gördüğüm alanı en iyi ben görürüm", "Gördüğüm alana sahibim" gibi bir şey. Sahiplik de getiriyor, çünkü görmediğimiz bir alan da var. Dediğim gibi başımızın arkasını görmüyoruz. Ama görmek; üstünlük, sahiplik, elde etmeyi getiriyor. Aslında ilk çağlardan beri çok önemli. Yani daha ilk çağlarda, yazı olmadan önceki dönemlerde yapılmış tabletlerde, göz resimleri var. Gözlenmek de var. Gördüğümüz kadar göremediğimiz alandan da şüpheleniyoruz. Onun için gördüğümüz alan daha da önemli oluyor. "Biri beni gözlüyor mu", "Gözetleniyor muyum", "Tanrı mı, bir dostum ya da düşmanım mı?" O halde gördüğümüz alan daha önemli, daha kıymetli; yoksunluğunu bildiğimizden dolayı.
Evet, ama görmeye çok fazla anlam yüklüyoruz...
Çok önemli, çünkü insan olmanın bir parçası bu. Demin beyni, kalbi saydık, yani olmazsa olmazları, ama görmek, organizma düzeyinde yaşamanın tanımı. Gerçekten insan olarak; üst düzeyde, kaliteli, entelektüel, diğer canlılardan farklı olarak yaşamanın tanımı: Daha iyi görüyor olmak. Birçok canlı, bizim kadar net görmüyor ya da bizim kadar gördüğünü algılayamıyor. Ayrıntılı göremiyor veya anlam yükleyemiyor ya da sadece düşmanına, yiyeceğine yönelik bir kurgusu var. Aslında bizim için de öyle tabii. Hem dostumu hem düşmanımı tanıyacağım, hem yemeğimi bulacağım hem tehlikelerden kaçınacağım. Biz bunun ötesinde görmeye sanatı da ekleyebiliyoruz, duygularımızı da. Görme duygularımızı da etkileyebildiğinden, bizim için çok daha önemli.
Değil mi? İşte bu yüzden sanatlar gelişmiş, sinema, tiyatro, resim...
Tabii! Bir de yaşamı sağlamak için önemli. Yani tamam, beyin olmazsa, kalp olmazsa, zaten ölüyoruz. Ama peki, hayatta kaldık, neyle yaşamımızı sağlayacağız? Onun için görme çok ağırlıklı oluyor. Tabii ki görmeyen bir kişi de hayatını kazanabilir, bir iş görebilir, işe yarayabilir; ama görme, işte orada üstünlük sağlıyor.
Türkiye'de "âmâ" dediğimiz, göremeyen bir nüfus var...
Hayatını bir şekilde devam ettirmeyi ve üretmeyi başaran bir nüfus.
Az gören veya hiç görmeyen insanlara görmelerini geri veremez miyiz?
Şimdi tabii, görmeyenlerin çeşitli sınıfları var: Bir tanesi, az görenler grubu. Az görenler grubu için yapılabilecek çok fazla şey var. Sadece organize olmak ve maddi imkanları buna göre düzenlemek gerekiyor. Az görenler için her şey özel yapılabilir: Daha büyük saatler, daha büyük asansör düğmeleri gibi. Ev içinde bazı eşyaların daha büyük olması gibi, yani bununla ilgili yapılabilecek şeyler sonsuz. Ama bununla ilgili organizasyon gerekiyor, maddi bir katkı gerekiyor ve her şeyden önce eğitim gerekiyor. Bu mümkün. İkincisi, görmeye o kadar önem verirken, görme azaldığı zaman birdenbire vazgeçiyoruz. "Tamam, bu öbür gruba düştü, vazgeç" , "O zaman yok say" gibi oluyor ülkemizde biraz. Oysa hayatımızda görmeyle ilgili bir yığın önemli kelime var, cümle var, düşünce var, hayal var. Biz, onların görmezken, ne gördüklerini bilmediğimiz için suyun içindeki balık gibiyiz. Kendimiz yaşamadıkça bilmiyoruz. Üçüncüsü, görmeme nedeni "başkasında olsaydı, engellenebilirdi"
denebilecek bir grup var hâlâ ülkemizde. Görmeme sebebi beyne değil de, göze ait ise umut daha fazla; fotoğraf makinesini değiştirebilmek gibi. Kornea nakli yapabiliriz, başka tedaviler yapabiliriz. Şimdi yeni bir tedavi çıktı. Bu tedavi, göz sinirlerinin, yani retinanın çalışmadığı, bunun dışında gözde her şeyin sağlam olduğu hasta grubunda uygulanıyor. Ama bu tedavi daha çok yeni, deneme safhasında. Henüz böyle yaygın kullanılabilecek bir şey değil. Gözün içine bir çip takılıyor ve bu ciple "fiber optik"teki gibi, karaltıyı veya hareketi görebilecek bir etki yaratılabiliyor. Dediğim gibi bu daha çok yeni, henüz çok yaygın değil.
Günümüzde göremeyen, biç göremeyen birçok insan için bir şey yapılabileceğine inanıyor musunuz?
Elbette! Önce, hasta kör mü, değil mi, bunu ayırt etmek gerekiyor. Çünkü bazıları kör değil, basit bir katarakt ameliyatından yararlanabiliyor. Bazıları kör, ama tam kör değil. Dolayısıyla az görenlere yardım yöntemlerinden yararlanabiliyor. Yani bu hastaları ayırt etmek bile çok önemli. Bununla ilgili çok fazla çalışma, veri yok elimizde.
Türkiye'de 160 bin görme engelli var
Türkiye'de görme problemi olan insan sayısını hatırlıyor musunuz?
Devlet İstatistik Enstitüsü'nün 2000 yılı nüfus sayımına göre, görme engelli sayısı 160.000. Bu da ancak sayılabilen, bilinen rakam. Bu görme engellilerin dışında bir de az görenler var. Bu tabii oldukça büyük bir sayı, hem kişi için hem ülke için zor. Bu görmeyenlerin birçoğu eğer zamanında teşhis edilebilselerdi ve eğer zamanında tedavi edilebilselerdi, kör olmayacaklardı.
Bu insanların ışığı, renkleri, dünyayı yeniden görmelerini sağlayabilir miyiz?
Hepsi için değil, ama bir kısmı için elbette. Çok ciddi bir miktarda azaltılabilir. Bu doğru.
Yasaların kabul ettiği körlük nasıl oluyor?
İnsanların kör demesi, ışığı bile görmemesi anlamında; ama yasa, belli miktarda görme istiyor, belli miktarda görme açısı istiyor. Yasa derken, araba kullanmak, bir işi emniyetle yapabilmek, başkasına zarar vermemek, kendisi zarar görmemek açısından; bunu istiyor yasa.
Tüm dünyada İSO milyon az gören, 45 milyon da yasal olarak kör kabul edilen insan var...
Evet, evet! Bu büyük bir sayı tabii. İşte, bu nedenle göz sağlığına önem vermek çok önemli.
Ya retina nedir?
Retina, birkaç katı olan ince bir katman, bir ağtabaka-dır. En içtekiler ışığı algılıyorlar, sonra bu mesajı; ışık, renk, hareket; bunları beynin anlayabileceği dile çeviriyorlar, yani tercüman var katlar arasında. Mesaj, nihayet beynin anlayabileceği dile çevrilince, sinirlere ulaşmış oluyor. Bu hücreler neye benziyor diye sorarsanız, retina, tıpkı incir gibi. İnciri açınca nasıl bir yığın uzantı ve ufak yuvarlaklar görürsek, retina da mikroskop altında böyle gözükür.
Yani bir incirin çekirdekleri gibi gözükür?
Evet, o çekirdekler hep hücrelerdir ve incirin içindeki gibi birçok uzantılı hücre vardır. Bunların bazıları büyük, bazıları küçük, bazıları uzun, bazıları yuvarlaktır. Her birinin işi farklıdır. Sonuçta, bunların hepsi birleşir. İncirin nasıl ağaca bağlı olduğu bir ucu varsa, retinanın da buna benzer bir ucu var ve o şekilde gözü terk ediyor. Burası göz siniri oluyor, tıpkı incirin bağlı olduğu dal gibi. Dal beyne, yani ağaca bağlı, göz siniri de aynı şekilde beyne bağlı.
Retina ile kornea arasındaki ilişki nasıl sağlanıyor?
Retinaya, "fotoğraf filmi", korneaya ise '"objektif" diyebiliriz. Kullandığımız fotoğraf makinesinin içinde bir boşluk vardır, bu boşluktan gözde iki tane var; bir önde, bir arkada. Ama retina, fotoğraf filmi. Işık filme düşünce orada bir hareket, bir heyecan uyandırıyor. O heyecanın kendine özgü bir dili var. Bu dili beynin anlayacağı dile çevirme ve gönderme görevi ise retinanın.
Peki, retina olmazsa, olur mu?
Hayır! Retina olmadan da olmaz! Hepsi olmak zorunda. Her şeyin bir sebebi var: Kaş da önemli. Kaş da terin göze girmesini engelliyor, kirpikler de.
Kirpikler gözü tozdan koruyor, değil mi?
Evet, koruyor. Gene terin girmesini ve fazla ışığı engelliyor, yani onlar da evin penceresinin dışındaki panjurlar. Tabii, kirpik olmadan da görülür, tamam ama, kirpik olmaz da kapak içeri dönerse, devamlı olarak korneayı yaralarsa, o zaman gene kornea şeffaflığını kaybeder ve başa döneriz. Onun için hepsi olmak zorunda. Hiçbirinden vazgeçemeyiz.
Mahrum kalıyorsak da onun yerine koymaya çalışıyoruz. ..
Daima koymaya çalışıyoruz. Vazgeçmek yok. Zaten vücuttaki bütün sistemler, dışarıya karşı ya da dışarısı için, öteki için yaratılmış ya da donanımlanmış denilebilir. Daima dışarıdan gelen bir tehlikeyi algılamak, onu bertaraf etmek, onunla savaşmak, onun yok olmasını sağlamak için. Hayat zaten ölüme karşı. Onun için dokunma önemli. Göz, bütün bu tehlikeleri belli bir açıdan da olsa algılayabilmek için var. Belli bir açıdan bakıyoruz dünyaya. Her iki tarafı, yaklaşık 180 derecede görüyoruz, ama geriye kalan 180 dereceyi görmüyoruz. Bunu anlamak için işitme var. İlginç tarafı: İşitme kaybı olanların psikolojik problemleri, görme kaybı olanlara göre daha ağır. Bu da çok ilginç gelir her zaman bana. Bana, görme daha ağırlıklı gelir işitmeye göre, ama psikolojik olarak çok daha fazla etkileniyorlar, çünkü öbür tarafı bilmiyorlar. Bilmediği bir taraf olduğunu fark ediyorlar.
Aslında görmek, belki de sadece gözümüzün gördüğünü görmek değil...
Görmek, farkında olmak aslında.
Görmek, insan olmanın bir parçası
Farkındalık...
Evet! "Gördüğüm alanı en iyi ben görürüm", "Gördüğüm alana sahibim" gibi bir şey. Sahiplik de getiriyor, çünkü görmediğimiz bir alan da var. Dediğim gibi başımızın arkasını görmüyoruz. Ama görmek; üstünlük, sahiplik, elde etmeyi getiriyor. Aslında ilk çağlardan beri çok önemli. Yani daha ilk çağlarda, yazı olmadan önceki dönemlerde yapılmış tabletlerde, göz resimleri var. Gözlenmek de var. Gördüğümüz kadar göremediğimiz alandan da şüpheleniyoruz. Onun için gördüğümüz alan daha da önemli oluyor. "Biri beni gözlüyor mu", "Gözetleniyor muyum", "Tanrı mı, bir dostum ya da düşmanım mı?" O halde gördüğümüz alan daha önemli, daha kıymetli; yoksunluğunu bildiğimizden dolayı.
Evet, ama görmeye çok fazla anlam yüklüyoruz...
Çok önemli, çünkü insan olmanın bir parçası bu. Demin beyni, kalbi saydık, yani olmazsa olmazları, ama görmek, organizma düzeyinde yaşamanın tanımı. Gerçekten insan olarak; üst düzeyde, kaliteli, entelektüel, diğer canlılardan farklı olarak yaşamanın tanımı: Daha iyi görüyor olmak. Birçok canlı, bizim kadar net görmüyor ya da bizim kadar gördüğünü algılayamıyor. Ayrıntılı göremiyor veya anlam yükleyemiyor ya da sadece düşmanına, yiyeceğine yönelik bir kurgusu var. Aslında bizim için de öyle tabii. Hem dostumu hem düşmanımı tanıyacağım, hem yemeğimi bulacağım hem tehlikelerden kaçınacağım. Biz bunun ötesinde görmeye sanatı da ekleyebiliyoruz, duygularımızı da. Görme duygularımızı da etkileyebildiğinden, bizim için çok daha önemli.
Değil mi? İşte bu yüzden sanatlar gelişmiş, sinema, tiyatro, resim...
Tabii! Bir de yaşamı sağlamak için önemli. Yani tamam, beyin olmazsa, kalp olmazsa, zaten ölüyoruz. Ama peki, hayatta kaldık, neyle yaşamımızı sağlayacağız? Onun için görme çok ağırlıklı oluyor. Tabii ki görmeyen bir kişi de hayatını kazanabilir, bir iş görebilir, işe yarayabilir; ama görme, işte orada üstünlük sağlıyor.
Türkiye'de "âmâ" dediğimiz, göremeyen bir nüfus var...
Hayatını bir şekilde devam ettirmeyi ve üretmeyi başaran bir nüfus.
Az gören veya hiç görmeyen insanlara görmelerini geri veremez miyiz?
Şimdi tabii, görmeyenlerin çeşitli sınıfları var: Bir tanesi, az görenler grubu. Az görenler grubu için yapılabilecek çok fazla şey var. Sadece organize olmak ve maddi imkanları buna göre düzenlemek gerekiyor. Az görenler için her şey özel yapılabilir: Daha büyük saatler, daha büyük asansör düğmeleri gibi. Ev içinde bazı eşyaların daha büyük olması gibi, yani bununla ilgili yapılabilecek şeyler sonsuz. Ama bununla ilgili organizasyon gerekiyor, maddi bir katkı gerekiyor ve her şeyden önce eğitim gerekiyor. Bu mümkün. İkincisi, görmeye o kadar önem verirken, görme azaldığı zaman birdenbire vazgeçiyoruz. "Tamam, bu öbür gruba düştü, vazgeç" , "O zaman yok say" gibi oluyor ülkemizde biraz. Oysa hayatımızda görmeyle ilgili bir yığın önemli kelime var, cümle var, düşünce var, hayal var. Biz, onların görmezken, ne gördüklerini bilmediğimiz için suyun içindeki balık gibiyiz. Kendimiz yaşamadıkça bilmiyoruz. Üçüncüsü, görmeme nedeni "başkasında olsaydı, engellenebilirdi"
denebilecek bir grup var hâlâ ülkemizde. Görmeme sebebi beyne değil de, göze ait ise umut daha fazla; fotoğraf makinesini değiştirebilmek gibi. Kornea nakli yapabiliriz, başka tedaviler yapabiliriz. Şimdi yeni bir tedavi çıktı. Bu tedavi, göz sinirlerinin, yani retinanın çalışmadığı, bunun dışında gözde her şeyin sağlam olduğu hasta grubunda uygulanıyor. Ama bu tedavi daha çok yeni, deneme safhasında. Henüz böyle yaygın kullanılabilecek bir şey değil. Gözün içine bir çip takılıyor ve bu ciple "fiber optik"teki gibi, karaltıyı veya hareketi görebilecek bir etki yaratılabiliyor. Dediğim gibi bu daha çok yeni, henüz çok yaygın değil.
Günümüzde göremeyen, biç göremeyen birçok insan için bir şey yapılabileceğine inanıyor musunuz?
Elbette! Önce, hasta kör mü, değil mi, bunu ayırt etmek gerekiyor. Çünkü bazıları kör değil, basit bir katarakt ameliyatından yararlanabiliyor. Bazıları kör, ama tam kör değil. Dolayısıyla az görenlere yardım yöntemlerinden yararlanabiliyor. Yani bu hastaları ayırt etmek bile çok önemli. Bununla ilgili çok fazla çalışma, veri yok elimizde.
Türkiye'de 160 bin görme engelli var
Türkiye'de görme problemi olan insan sayısını hatırlıyor musunuz?
Devlet İstatistik Enstitüsü'nün 2000 yılı nüfus sayımına göre, görme engelli sayısı 160.000. Bu da ancak sayılabilen, bilinen rakam. Bu görme engellilerin dışında bir de az görenler var. Bu tabii oldukça büyük bir sayı, hem kişi için hem ülke için zor. Bu görmeyenlerin birçoğu eğer zamanında teşhis edilebilselerdi ve eğer zamanında tedavi edilebilselerdi, kör olmayacaklardı.
Bu insanların ışığı, renkleri, dünyayı yeniden görmelerini sağlayabilir miyiz?
Hepsi için değil, ama bir kısmı için elbette. Çok ciddi bir miktarda azaltılabilir. Bu doğru.
Yasaların kabul ettiği körlük nasıl oluyor?
İnsanların kör demesi, ışığı bile görmemesi anlamında; ama yasa, belli miktarda görme istiyor, belli miktarda görme açısı istiyor. Yasa derken, araba kullanmak, bir işi emniyetle yapabilmek, başkasına zarar vermemek, kendisi zarar görmemek açısından; bunu istiyor yasa.
Tüm dünyada İSO milyon az gören, 45 milyon da yasal olarak kör kabul edilen insan var...
Evet, evet! Bu büyük bir sayı tabii. İşte, bu nedenle göz sağlığına önem vermek çok önemli.
Goz Kurulugu ve Tedavisi
Göz kuruluğu ve Göz Kuruması Tedavisi
Gözümüzdeki nemin gitmesi sadece yaşlanmaya bağlı oluşmuyor artık, değil mi?
İşte sorun bu. Çünkü gençler şimdi hep birlikte genellikle büyük merkezlerde çalışıyorlar. Banka olsun, başka bir işyeri olsun artık her yerde kapalı havalandırma ve klima var. Dünya da kurudu zaten!.
Tabii bilgisayarlar da gözümüzü etkiliyor...
Elbette, etkiliyor! Arabada klima kullanıyoruz, bilgisayar kullanıyoruz. Bu yüzden de yaşlanmamıza gerek kalmıyor. O kadar çok hastamız var ki gözyaşı azlığı olan ve kontakt lensle bunu daha da ağırlaştıran. Hakikaten bunu kitabımızın birçok yerinde söylememiz lazım
Vücuttaki Diğer Hastalıklara Bağlı Göz Kuruluğu
Romatizmal hastalıklar
Menopoz
Anoreksiya nervozan
Tiroit
Yaşlılığa bağlı
Kronik böbrek hastalığı vediyıtliz tedavisi
Ağır cilt hastalıktan
Sivilce tedavisi
Göz Kuruluğuna Yol Açan Çevresel Faktörler
Kapalı havalandırma
Klimalı ortam
Sigara kullanımı
Uzun süre bilgisayar kullanımı
Göz Hastalıklarına Bağlı Göz Kuruluğu Nedenleri
Kirpik dibi iltihabı
Glokom ilaçları
Kontakt lens kullanımı
Ekzimer Lazer Uygulaması
Ağır göz yanıkları
Gözyaşı eksikliği ya da gözün kuruluğu ileri yaşlarda ortaya çıkması gereken bir sorunken görülme sıklığı genç yaşlara indi...
Evet, doğru!
Bilgi eksikliği var. Bunu nasıl önleyeceğiz? Artık genç yaşlarda suni gözyaşı damlası mı kullanmaya başlıyorlar?
Evet! Ortamı nemlendirmek de aslında önemli.
Kaloriferlerin üzerine su koymak gibi... Şimdi, yeni akıllı evlerin de birçoğunda kalorifer yok, dışarıya açılan bir pencere yok. Onun için daha da yapay olsa bile nem makineleri kullanılmaya başlanıyor.
Ömür boyu damla kullanılması konusunda gözlemleriniz nasıl?
Damla ve ilaç deyince, insanlar bıkıyorlar. Eğer onlara, "diş macunu gibi" "dişinizi fırçalamak gibi," "elinizi yıkamak gibi" ya da "el kremi kullanmak gibi" dersek, o zaman bıkmıyorlar. Çünkü o da her gün yaptığımız bir şey. Çünkü her gün zaten dişimizi fırçalıyoruz, elimizi yıkıyoruz, yüzümüzü yıkıyoruz ve yaşı ilerleyen hanımlar çoğunlukla ellerine krem sürüyorlar, çünkü ihtiyaç bu. Hayat boyu kullanılacak ilaçlara yatıya gelmiş, yakında gidici misafirler olarak bakmak yerine onlarla arkadaş olmak daha iyi.
Beki, kuru gözlerde...
Buna ek olarak kaynatılmış, ılıtılmış suyla pansumandan da söz etmeliyim.
O da tedavide şu işe yarıyor: Kirpik diplerini temizlemek ve pansuman yapmak, o bölgeye sıcak nedeniyle daha çok kan gelmesini ve kan gelince de daha çok gözyaşı yapılmasını sağlıyor ve rahatlatıyor. Aynı bebek emziren kadınlara, memeden süt gelmesini daha rahatlatmak için sıcak pansuman ya da sıcak banyonun önerilmesi gibi, çünkü memedeki süt kanallarının yapısı ile gözyaşı kanallarının yapısı birbirine çok benziyor, dolayısıyla sistem aynı.
Peki, kornea neden yırtılır?
Eğer kontakt lens değerse, tırnak değerse, mesela bir hanım evinin bahçesinde çiçekleri temizlemek için eğildiğinde, gözüne diken değerse...
Ağacın dalı da olabilir...
Dal, kağıt, tırnak, çatal... Yani günlük hayatımızda etrafımızda olan her şey olabilir. Ama bunlar çok sık başımıza gelmiyor hakikaten ve geldiği zaman da kolaylıkla tedavi edilebiliyor. Gözü hemen göz pamuğuyla kapatıyoruz. Gözyaşı son derece iyileştirici bir madde. Kapattıktan sonraki 24 saat içinde iyileşiyor, çünkü bu yüzeysel bir problem olduğu ve oradaki hücreler de hızla çoğalmayı becerdikleri için kapatınca gözyaşının etkisiyle kolaylıkla kapanıyor. Yani zamanında tedavi edilen yırtıklar sorun değil.
Gözümüzdeki nemin gitmesi sadece yaşlanmaya bağlı oluşmuyor artık, değil mi?
İşte sorun bu. Çünkü gençler şimdi hep birlikte genellikle büyük merkezlerde çalışıyorlar. Banka olsun, başka bir işyeri olsun artık her yerde kapalı havalandırma ve klima var. Dünya da kurudu zaten!.
Tabii bilgisayarlar da gözümüzü etkiliyor...
Elbette, etkiliyor! Arabada klima kullanıyoruz, bilgisayar kullanıyoruz. Bu yüzden de yaşlanmamıza gerek kalmıyor. O kadar çok hastamız var ki gözyaşı azlığı olan ve kontakt lensle bunu daha da ağırlaştıran. Hakikaten bunu kitabımızın birçok yerinde söylememiz lazım
Vücuttaki Diğer Hastalıklara Bağlı Göz Kuruluğu
Romatizmal hastalıklar
Menopoz
Anoreksiya nervozan
Tiroit
Yaşlılığa bağlı
Kronik böbrek hastalığı vediyıtliz tedavisi
Ağır cilt hastalıktan
Sivilce tedavisi
Göz Kuruluğuna Yol Açan Çevresel Faktörler
Kapalı havalandırma
Klimalı ortam
Sigara kullanımı
Uzun süre bilgisayar kullanımı
Göz Hastalıklarına Bağlı Göz Kuruluğu Nedenleri
Kirpik dibi iltihabı
Glokom ilaçları
Kontakt lens kullanımı
Ekzimer Lazer Uygulaması
Ağır göz yanıkları
Gözyaşı eksikliği ya da gözün kuruluğu ileri yaşlarda ortaya çıkması gereken bir sorunken görülme sıklığı genç yaşlara indi...
Evet, doğru!
Bilgi eksikliği var. Bunu nasıl önleyeceğiz? Artık genç yaşlarda suni gözyaşı damlası mı kullanmaya başlıyorlar?
Evet! Ortamı nemlendirmek de aslında önemli.
Kaloriferlerin üzerine su koymak gibi... Şimdi, yeni akıllı evlerin de birçoğunda kalorifer yok, dışarıya açılan bir pencere yok. Onun için daha da yapay olsa bile nem makineleri kullanılmaya başlanıyor.
Ömür boyu damla kullanılması konusunda gözlemleriniz nasıl?
Damla ve ilaç deyince, insanlar bıkıyorlar. Eğer onlara, "diş macunu gibi" "dişinizi fırçalamak gibi," "elinizi yıkamak gibi" ya da "el kremi kullanmak gibi" dersek, o zaman bıkmıyorlar. Çünkü o da her gün yaptığımız bir şey. Çünkü her gün zaten dişimizi fırçalıyoruz, elimizi yıkıyoruz, yüzümüzü yıkıyoruz ve yaşı ilerleyen hanımlar çoğunlukla ellerine krem sürüyorlar, çünkü ihtiyaç bu. Hayat boyu kullanılacak ilaçlara yatıya gelmiş, yakında gidici misafirler olarak bakmak yerine onlarla arkadaş olmak daha iyi.
Beki, kuru gözlerde...
Buna ek olarak kaynatılmış, ılıtılmış suyla pansumandan da söz etmeliyim.
O da tedavide şu işe yarıyor: Kirpik diplerini temizlemek ve pansuman yapmak, o bölgeye sıcak nedeniyle daha çok kan gelmesini ve kan gelince de daha çok gözyaşı yapılmasını sağlıyor ve rahatlatıyor. Aynı bebek emziren kadınlara, memeden süt gelmesini daha rahatlatmak için sıcak pansuman ya da sıcak banyonun önerilmesi gibi, çünkü memedeki süt kanallarının yapısı ile gözyaşı kanallarının yapısı birbirine çok benziyor, dolayısıyla sistem aynı.
Peki, kornea neden yırtılır?
Eğer kontakt lens değerse, tırnak değerse, mesela bir hanım evinin bahçesinde çiçekleri temizlemek için eğildiğinde, gözüne diken değerse...
Ağacın dalı da olabilir...
Dal, kağıt, tırnak, çatal... Yani günlük hayatımızda etrafımızda olan her şey olabilir. Ama bunlar çok sık başımıza gelmiyor hakikaten ve geldiği zaman da kolaylıkla tedavi edilebiliyor. Gözü hemen göz pamuğuyla kapatıyoruz. Gözyaşı son derece iyileştirici bir madde. Kapattıktan sonraki 24 saat içinde iyileşiyor, çünkü bu yüzeysel bir problem olduğu ve oradaki hücreler de hızla çoğalmayı becerdikleri için kapatınca gözyaşının etkisiyle kolaylıkla kapanıyor. Yani zamanında tedavi edilen yırtıklar sorun değil.
Kontakt Lens Bagimliligi
Kontakt lens bağımlılığı
Diğer bir konu da kontakt lens. Kontakt lens, çok yaygın kullanılıyor. Artık günümüzde, değişik tipleri var. Artık hemen herkesin bir...
... Kontakt lensi var.
Benim çocukluğumda kontakt lens, sadece görme kusurlarında kullanılıyordu, ama şimdi neredeyse sadece estetik amaçlı kullanılıyor...
Evet, doğru! Yani sadece görme kusurlarını düzeltmek için değil, estetik amaçlı da kullanılıyor. Şimdi, her oyunun bir kuralı olduğu gibi kontakt lens kullanmanın da kuralları var: Eğer söylenenden daha uzun bir süre kullanılırsa veya düzgün bir takma malzemesiyle, solüsyonuyla kullanılmazsa veya yere düştüğünde alınıp tükürükle takılırsa kornea zarar görebilir. Umarım siz böyle yapmıyorsunuzdur.
Ne yazık ki bir zamanlar yaptım. Birçok kez hem de. Lensimi tükürüğümle temizledim...
İşte, altına bir şey kaçmasına rağmen takmaya devam edilmesi veya kenarı yırtılmasına rağmen aynı lensin kullanılması gibi durumlarda, korneanın oksijen geçişinde problem oluyor. Hem mikrop kolaylıkla oraya yerleşebiliyor hem de yırtık bir kontakt lens uzun süre takıldığında kornea oksijensiz kalıyor.
En başta söylediğiniz gibi, nefes alıp vermekte ciddi problem yaşıyor...
O zaman da hemen çevredeki damarlar harekete geçiyor, "Arkadaşlar, orada bir oksijen eksikliği varmış. Haydi, yürüyün savaşa" diyorlar ve korneaya ilerlemeye başlıyorlar. Kornea damarlandığında, onu tamamen geri çevirmek o kadar zor ki, hatta neredeyse mümkün değil. İşte kontakt lens gibi küçük bir işlem bile, korneanın bulanıklaşmasına yol açabiliyor. Onun için kontakt lensleri dikkatli takmak lazım, yani kuralına uymak şart.
Kontakt lens yüzünden korneanın bulanıklaşma ihtimali olduğunu sizce insanlar biliyorlar mı? Hastalarınızda bu konuda bir vurdumduymazlık sezinliyor musunuz?
Bir defa enfeksiyon geçiren herkes bunu deneyimle öğreniyor. Bir enfeksiyon geçiren, birkaç gün gözü kapalı kalması gereken herkes öğreniyor. Ama gençler, henüz enfeksiyon geçirmeyenler, "Bana bir şey olmadı şimdiye kadar. Bundan sonra da olmaz" diye düşünüyorlar. Kontakt lense bağımlı oluyorlar. Gözlüksüz yaşamak istiyorlar ve seçenek olarak alternatif gözlükleri de olmuyor. Bu da hakikaten tehlikeli, yani bağımlılık çok kötü bir durum.
Kontakt lensi sürekli gözünüzde tutamazsınız elbette. Sürekli kullananlar var mıdır acaba?
Var! Diyelim ki 24 saatlik lens verildi. Bu, ideal koşullar için geçerli. Oysa her zaman ideal koşullarda yaşamıyoruz. Medeniyetin etkisi olarak, her yerde klima, her yerde kapalı havalandırma kullanılmaya başlandı. Herkes bilgisayar kullanıyor. Bunlar da korneanın nemliliğini azaltan, yani göz kuruluğuna yol açan etkenler. Oysa kornea oksijenin bir kısmını hava aracılığıyla gözyaşından alıyor demiştik. Gözyaşı azaldığı zaman, saçımızı saç kurutma makinesiyle kuruttuğumuz gibi gözümüz kuruyor. Göz kuruyunca oksijen azalıyor ve yine aynı problemler oluyor. Dolayısıyla, kontakt lens için ne kadar takma süresi verilirse, aslında o süreden biraz daha az takmak lazım, çünkü her zaman ideal nemlilik koşulunda yaşamıyoruz. Lens taktık, büyük bir iş merkezine girdik, klima var. Hava sıcak, kapalı havalandırma veya arabada klima çalışıyor veyahut da çok uzun süre bilgisayar başındayız. Bunlar da göz kuruluğunu hızlandırabiliyor.
Bu lensleri göz doktorları vermeli, değil mi?
Doktorun vermesi çok Önemli, çünkü doktor kontakt lensi verirken, bir kere göz tansiyonuna bakacak. İki, gözün içine bakacak. Üç, hekim olmayan birinin aklına gelmeyecek sorunları, doğal olarak görecek. Mesela internetten kitap ısmarlıyoruz, ama bu çok sağlıklı bir seçim olmuyor, çünkü kitapçıya gidip baktığımız zaman fark etmeden başka kitaplar da görebiliyoruz. Göz muayenesi de bunun gibi. Göz doktoru bilinçli olarak bakacağı için bazı hastalıkları, mevcut bazı hastalıkları görebilir. Mesela göz tümörü gibi. Doktor olmayan birinin gözün içindeki tümörü görmesine imkan yok, bakmasına imkan yok, çünkü aleti yok. Bu konuda iyi yetiştirilmemiş oluyor. Ama doktor tarafından kontakt lens takılırken fark edilen göz tümörü vakası var. Bu nedenle mutlaka doktor kontrolünde olmalı. İkincisi de doktor, hastalıkları daha iyi bildiği için kontakt lense bağlı gelişebilecek durumları daha iyi bilir. Sonuçta bir kişinin göz doktoru olması için 6 sene tıp fakültesi, üzerine 4 sene, hatta şimdi 5 sene göz ihtisası ve onun üzerine uzun süre kontakt lensle uğraşması gerektiği göz önüne alınacak olursa, neden bu kadar önemli olduğu anlaşılır.
Çünkü herhalde gözyaşı eksikliği...
... Her yaşta ama aynı zamanda ileri yaşlarda da oluyor. Doğru!
Diğer bir konu da kontakt lens. Kontakt lens, çok yaygın kullanılıyor. Artık günümüzde, değişik tipleri var. Artık hemen herkesin bir...
... Kontakt lensi var.
Benim çocukluğumda kontakt lens, sadece görme kusurlarında kullanılıyordu, ama şimdi neredeyse sadece estetik amaçlı kullanılıyor...
Evet, doğru! Yani sadece görme kusurlarını düzeltmek için değil, estetik amaçlı da kullanılıyor. Şimdi, her oyunun bir kuralı olduğu gibi kontakt lens kullanmanın da kuralları var: Eğer söylenenden daha uzun bir süre kullanılırsa veya düzgün bir takma malzemesiyle, solüsyonuyla kullanılmazsa veya yere düştüğünde alınıp tükürükle takılırsa kornea zarar görebilir. Umarım siz böyle yapmıyorsunuzdur.
Ne yazık ki bir zamanlar yaptım. Birçok kez hem de. Lensimi tükürüğümle temizledim...
İşte, altına bir şey kaçmasına rağmen takmaya devam edilmesi veya kenarı yırtılmasına rağmen aynı lensin kullanılması gibi durumlarda, korneanın oksijen geçişinde problem oluyor. Hem mikrop kolaylıkla oraya yerleşebiliyor hem de yırtık bir kontakt lens uzun süre takıldığında kornea oksijensiz kalıyor.
En başta söylediğiniz gibi, nefes alıp vermekte ciddi problem yaşıyor...
O zaman da hemen çevredeki damarlar harekete geçiyor, "Arkadaşlar, orada bir oksijen eksikliği varmış. Haydi, yürüyün savaşa" diyorlar ve korneaya ilerlemeye başlıyorlar. Kornea damarlandığında, onu tamamen geri çevirmek o kadar zor ki, hatta neredeyse mümkün değil. İşte kontakt lens gibi küçük bir işlem bile, korneanın bulanıklaşmasına yol açabiliyor. Onun için kontakt lensleri dikkatli takmak lazım, yani kuralına uymak şart.
Kontakt lens yüzünden korneanın bulanıklaşma ihtimali olduğunu sizce insanlar biliyorlar mı? Hastalarınızda bu konuda bir vurdumduymazlık sezinliyor musunuz?
Bir defa enfeksiyon geçiren herkes bunu deneyimle öğreniyor. Bir enfeksiyon geçiren, birkaç gün gözü kapalı kalması gereken herkes öğreniyor. Ama gençler, henüz enfeksiyon geçirmeyenler, "Bana bir şey olmadı şimdiye kadar. Bundan sonra da olmaz" diye düşünüyorlar. Kontakt lense bağımlı oluyorlar. Gözlüksüz yaşamak istiyorlar ve seçenek olarak alternatif gözlükleri de olmuyor. Bu da hakikaten tehlikeli, yani bağımlılık çok kötü bir durum.
Kontakt lensi sürekli gözünüzde tutamazsınız elbette. Sürekli kullananlar var mıdır acaba?
Var! Diyelim ki 24 saatlik lens verildi. Bu, ideal koşullar için geçerli. Oysa her zaman ideal koşullarda yaşamıyoruz. Medeniyetin etkisi olarak, her yerde klima, her yerde kapalı havalandırma kullanılmaya başlandı. Herkes bilgisayar kullanıyor. Bunlar da korneanın nemliliğini azaltan, yani göz kuruluğuna yol açan etkenler. Oysa kornea oksijenin bir kısmını hava aracılığıyla gözyaşından alıyor demiştik. Gözyaşı azaldığı zaman, saçımızı saç kurutma makinesiyle kuruttuğumuz gibi gözümüz kuruyor. Göz kuruyunca oksijen azalıyor ve yine aynı problemler oluyor. Dolayısıyla, kontakt lens için ne kadar takma süresi verilirse, aslında o süreden biraz daha az takmak lazım, çünkü her zaman ideal nemlilik koşulunda yaşamıyoruz. Lens taktık, büyük bir iş merkezine girdik, klima var. Hava sıcak, kapalı havalandırma veya arabada klima çalışıyor veyahut da çok uzun süre bilgisayar başındayız. Bunlar da göz kuruluğunu hızlandırabiliyor.
Bu lensleri göz doktorları vermeli, değil mi?
Doktorun vermesi çok Önemli, çünkü doktor kontakt lensi verirken, bir kere göz tansiyonuna bakacak. İki, gözün içine bakacak. Üç, hekim olmayan birinin aklına gelmeyecek sorunları, doğal olarak görecek. Mesela internetten kitap ısmarlıyoruz, ama bu çok sağlıklı bir seçim olmuyor, çünkü kitapçıya gidip baktığımız zaman fark etmeden başka kitaplar da görebiliyoruz. Göz muayenesi de bunun gibi. Göz doktoru bilinçli olarak bakacağı için bazı hastalıkları, mevcut bazı hastalıkları görebilir. Mesela göz tümörü gibi. Doktor olmayan birinin gözün içindeki tümörü görmesine imkan yok, bakmasına imkan yok, çünkü aleti yok. Bu konuda iyi yetiştirilmemiş oluyor. Ama doktor tarafından kontakt lens takılırken fark edilen göz tümörü vakası var. Bu nedenle mutlaka doktor kontrolünde olmalı. İkincisi de doktor, hastalıkları daha iyi bildiği için kontakt lense bağlı gelişebilecek durumları daha iyi bilir. Sonuçta bir kişinin göz doktoru olması için 6 sene tıp fakültesi, üzerine 4 sene, hatta şimdi 5 sene göz ihtisası ve onun üzerine uzun süre kontakt lensle uğraşması gerektiği göz önüne alınacak olursa, neden bu kadar önemli olduğu anlaşılır.
Çünkü herhalde gözyaşı eksikliği...
... Her yaşta ama aynı zamanda ileri yaşlarda da oluyor. Doğru!
Kornea Nakli Ameliyati
Kornea nakli ne zaman yapılır? Kornea Ameliyatı
Bu durum hemen herkesin başına gelebilir...
Tabii ki! Diğer bir durum; eğer korneada yaralanma, derin doku kaybı olduysa yine kornea nakli gerekebilir. Diyelim ki bir trafik kazası sonucunda cam parçaları dokunun içine girdi. O zaman da korneanın tekrar eski haline getirilebilmesi için eksik parçaların, eksik bir bölümün tamamlanması lazım. Yani belli bir metrekare örtü koymak ya da cam koymak lazım, bir arabanın camı gibi. İşte bu durum acildir. Bu durumda uygun kornea bulunamazsa geçici başka dokular kullanılabilir. Bunun dışında korneanın keratakonus dediğimiz bir hastalığı var. Bu hastalıkta, kornea, koni gibi bir şekle dönüşüyor. Aslında küreden bir parça gibi yuvarlak olması gerekirken, bu hastalıkta inceliyor ve koni gibi oluyor, sivriliyor ve bu da delinme tehlikesi yaratıyor. Bir enfeksiyon değil, ama korneanın yapısının ince olmasından dolayı acilen kornea nakli yapmak gerekebilir. Bunun dışındaki nakil sebepleri acil değildir, ama bir an önce insanın hayatına devam edebilmesi, görmesi, okumayı öğrenmesi, okula gitmesi, gözünün tembel olmaması, çalışması için kornea naklini, herhangi bir bulanıklık olduğu zaman yapmak gerekir. Ama tabii bunlar saatler içerisinde yapılması gereken acil durumlar değildir.
Kornea naklinden sonra, organ reddinde olduğu gibi doku reddi olabiliyor mu?
Olabiliyor, ama daha az görülüyor, çünkü korneanın damarı yok. Damar olmadığı için o kişinin genetik özelligine bağlı maddeler korneaya kolaylıkla ulaşamıyor. Bu yüzden kornea reddi, kalp reddinden daha seyrek görülen bir durum, çünkü orada kan damarı olmadığı için bu maddeler; yani kişinin kişiliğini tanımlayan maddeler, korneaya çok daha az geçiyor ve çok daha az ret olasılığı görülüyor. Buna ek olarak, yeni ilaçlarla, reddi daha kolay durdurabiliyoruz. Ancak kornea naklinden ancak bir yıl sonra esas görmeye ulaşılabiliyor, çünkü nasıl ki kazılan toprağın yerine yerleşmesi zaman alıyorsa, korneanın da tam yerine kaynaması, yerleşmesi zaman alıyor. Ve de aynı netlikte tekrar göstermeye başlaması ancak bir süre sonra olabiliyor. Yani aslında zor, uzun ve önemli bir işlem bu. O nedenle de kornea bankaları çok önemli. Çünkü bu zor işlem yapılırken kullanılan yeni korneanın uygun olması gerekli. Tabii bu arada hemen eklemem gerekiyor, göz nakli diye bir işlem yok, aslında yapılan sadece kornea nakli.
Doku uyuşmazlığı konusunda başka neler söylemek istersiniz?
Bu istenmeyen durumun gerçekleşmesini mümkün olduğu kadar aza indirmek için kornea bankalarından kornea isterken, kişilerin dokusal özelliklerini söylüyoruz. Ama bunlar dediğim gibi böbrekteki gibi tam oturması gereken özellikler değil. Önemli olan yaş, yaşın uyması.
Yaş önemli, öyle mi?
Evet, kornea naklinde alıcı ile vericinin yaşının da tutması gerekiyor.
Korneanızı koruyabilirsiniz
Aslında gözümüz birçok tehlikeye açık, değil mi?
Elbette! Mesela arabalarda kemer takmak o kadar, o kadar önemli ki! Kemer takmadığımız zaman bir kaza geçirdiğimizde, ilk olarak öndeki cama kafamızı vuruyoruz. Hele bazen ön koltuğa çocuk oturtturulduğunda, kişi sanki kendini korumak için çocuğunu oturtmuş gibi oluyor. Ya da kucağına oturtuyor. Çünkü ilk kaza anında arkadan veya önden kim vurursa vursun, cama ilk vuracak olan çocuğun kafası ve dolayısıyla gözü oluyor. İnanılmaz bir durum bu.
Nasıl yapıyorlar anlamak güç sahiden...
"Ben tutuyorum" diyor. Ne kadar tutulursa tutulsun, bir kemer kadar sağlam tutmaya imkan yok. Bazen de şoför kucağına oturtuyor, çocuk direksiyon ile kendisinin arasında kalıyor. Yani bunlar çok tehlikeli durumlar tabii. Bütün bunların dışında, zaten kazanın nereden geleceği belli olmuyor. Ama "geliyorum" diyenler var elbette.
Dünyaya açılan penceremizi, yani korneamızı konuşmaya devam ediyoruz. Korneamızı korumak için ekstra önlem alabilir miyiz?
Evet! Korneayı korumak için bir; eğer riskli bir işte çalışıyorsanız, gözlük takmanız gerekir, mesela kaynak işiyle uğraşıyorsanız, araba tamircisiyseniz ya da odun kesiyorsanız, yaptığınız iş sırasında gözünüze bir parça sıçrayacak gibiyse, mutlaka gözlük takmanız lazım. Bunun yanı sıra, enfeksiyonlara açık bir ortamda çalışıyorsanız, mesela hemşireyseniz, hekimseniz, cerrahsanız gene mümkün olduğu kadar gözlükle çalışmanız gerekir, yani etrafta risk varsa, riski engellemek için gözlük takmak şart. Bunların dışında, çocukların havai fişek, çatapat veyahut da küçük bir boru içinden üfleyerek birbirlerine kıvrılmış kâğıt atmalarını, sapanla oynamalarını engellemek lazım. Ben o minicik kıvrılmış kâğıtla delinmiş kornea ve hatta göz merceği gördüm.
O kadar tehlikeli!
O kadar tehlikeli. Bütün bunları önlemek için ailelerin dikkatli olmaları ve eğitim şart. Bunlar risk ise, riskleri ortadan kaldırmak için ya bunları yapmayacağız ya da işimiz gereği mutlaka yapmak zorundaysak, gözlük takacağız. Bunun dışında korneamızı korumak için yapmamız gereken, tabii ki kavgadan, yumruklardan veya her türlü travmadan uzak durmak.
Yani barış...
Evet, göz ve kornea sağlığı için barış şart.
Bu durum hemen herkesin başına gelebilir...
Tabii ki! Diğer bir durum; eğer korneada yaralanma, derin doku kaybı olduysa yine kornea nakli gerekebilir. Diyelim ki bir trafik kazası sonucunda cam parçaları dokunun içine girdi. O zaman da korneanın tekrar eski haline getirilebilmesi için eksik parçaların, eksik bir bölümün tamamlanması lazım. Yani belli bir metrekare örtü koymak ya da cam koymak lazım, bir arabanın camı gibi. İşte bu durum acildir. Bu durumda uygun kornea bulunamazsa geçici başka dokular kullanılabilir. Bunun dışında korneanın keratakonus dediğimiz bir hastalığı var. Bu hastalıkta, kornea, koni gibi bir şekle dönüşüyor. Aslında küreden bir parça gibi yuvarlak olması gerekirken, bu hastalıkta inceliyor ve koni gibi oluyor, sivriliyor ve bu da delinme tehlikesi yaratıyor. Bir enfeksiyon değil, ama korneanın yapısının ince olmasından dolayı acilen kornea nakli yapmak gerekebilir. Bunun dışındaki nakil sebepleri acil değildir, ama bir an önce insanın hayatına devam edebilmesi, görmesi, okumayı öğrenmesi, okula gitmesi, gözünün tembel olmaması, çalışması için kornea naklini, herhangi bir bulanıklık olduğu zaman yapmak gerekir. Ama tabii bunlar saatler içerisinde yapılması gereken acil durumlar değildir.
Kornea naklinden sonra, organ reddinde olduğu gibi doku reddi olabiliyor mu?
Olabiliyor, ama daha az görülüyor, çünkü korneanın damarı yok. Damar olmadığı için o kişinin genetik özelligine bağlı maddeler korneaya kolaylıkla ulaşamıyor. Bu yüzden kornea reddi, kalp reddinden daha seyrek görülen bir durum, çünkü orada kan damarı olmadığı için bu maddeler; yani kişinin kişiliğini tanımlayan maddeler, korneaya çok daha az geçiyor ve çok daha az ret olasılığı görülüyor. Buna ek olarak, yeni ilaçlarla, reddi daha kolay durdurabiliyoruz. Ancak kornea naklinden ancak bir yıl sonra esas görmeye ulaşılabiliyor, çünkü nasıl ki kazılan toprağın yerine yerleşmesi zaman alıyorsa, korneanın da tam yerine kaynaması, yerleşmesi zaman alıyor. Ve de aynı netlikte tekrar göstermeye başlaması ancak bir süre sonra olabiliyor. Yani aslında zor, uzun ve önemli bir işlem bu. O nedenle de kornea bankaları çok önemli. Çünkü bu zor işlem yapılırken kullanılan yeni korneanın uygun olması gerekli. Tabii bu arada hemen eklemem gerekiyor, göz nakli diye bir işlem yok, aslında yapılan sadece kornea nakli.
Doku uyuşmazlığı konusunda başka neler söylemek istersiniz?
Bu istenmeyen durumun gerçekleşmesini mümkün olduğu kadar aza indirmek için kornea bankalarından kornea isterken, kişilerin dokusal özelliklerini söylüyoruz. Ama bunlar dediğim gibi böbrekteki gibi tam oturması gereken özellikler değil. Önemli olan yaş, yaşın uyması.
Yaş önemli, öyle mi?
Evet, kornea naklinde alıcı ile vericinin yaşının da tutması gerekiyor.
Korneanızı koruyabilirsiniz
Aslında gözümüz birçok tehlikeye açık, değil mi?
Elbette! Mesela arabalarda kemer takmak o kadar, o kadar önemli ki! Kemer takmadığımız zaman bir kaza geçirdiğimizde, ilk olarak öndeki cama kafamızı vuruyoruz. Hele bazen ön koltuğa çocuk oturtturulduğunda, kişi sanki kendini korumak için çocuğunu oturtmuş gibi oluyor. Ya da kucağına oturtuyor. Çünkü ilk kaza anında arkadan veya önden kim vurursa vursun, cama ilk vuracak olan çocuğun kafası ve dolayısıyla gözü oluyor. İnanılmaz bir durum bu.
Nasıl yapıyorlar anlamak güç sahiden...
"Ben tutuyorum" diyor. Ne kadar tutulursa tutulsun, bir kemer kadar sağlam tutmaya imkan yok. Bazen de şoför kucağına oturtuyor, çocuk direksiyon ile kendisinin arasında kalıyor. Yani bunlar çok tehlikeli durumlar tabii. Bütün bunların dışında, zaten kazanın nereden geleceği belli olmuyor. Ama "geliyorum" diyenler var elbette.
Dünyaya açılan penceremizi, yani korneamızı konuşmaya devam ediyoruz. Korneamızı korumak için ekstra önlem alabilir miyiz?
Evet! Korneayı korumak için bir; eğer riskli bir işte çalışıyorsanız, gözlük takmanız gerekir, mesela kaynak işiyle uğraşıyorsanız, araba tamircisiyseniz ya da odun kesiyorsanız, yaptığınız iş sırasında gözünüze bir parça sıçrayacak gibiyse, mutlaka gözlük takmanız lazım. Bunun yanı sıra, enfeksiyonlara açık bir ortamda çalışıyorsanız, mesela hemşireyseniz, hekimseniz, cerrahsanız gene mümkün olduğu kadar gözlükle çalışmanız gerekir, yani etrafta risk varsa, riski engellemek için gözlük takmak şart. Bunların dışında, çocukların havai fişek, çatapat veyahut da küçük bir boru içinden üfleyerek birbirlerine kıvrılmış kâğıt atmalarını, sapanla oynamalarını engellemek lazım. Ben o minicik kıvrılmış kâğıtla delinmiş kornea ve hatta göz merceği gördüm.
O kadar tehlikeli!
O kadar tehlikeli. Bütün bunları önlemek için ailelerin dikkatli olmaları ve eğitim şart. Bunlar risk ise, riskleri ortadan kaldırmak için ya bunları yapmayacağız ya da işimiz gereği mutlaka yapmak zorundaysak, gözlük takacağız. Bunun dışında korneamızı korumak için yapmamız gereken, tabii ki kavgadan, yumruklardan veya her türlü travmadan uzak durmak.
Yani barış...
Evet, göz ve kornea sağlığı için barış şart.
Gorme Kusurlari Nelerdir
Kornea
Görme kusurları, Görme Kusuru hastalık değil
Göz sağlığı deyince bu kapsama neler giriyor? Her zaman gözün hastalığı olması gerekmiyor haliyle. Gözü, hasta hale getirmeden, nasıl sağlıklı tutabiliriz, yani koruma da giriyor kapsamına. Burada konuşacağımız bazı konular hastalıkla ilgili değil, mesela görme kusurları, hastalık değil. Bu yüzden kırma kusurlarını göz sağlığı altında düşünmemiz gerekecek. Kırma kusurları yapısal durumlardır. Nasıl bazı insanların saçı kıvırcık, bazı insanların saçı düz oluyorsa, bazı insanların gözü de miyop olabiliyor, yani doğal bir durum bu.
İsterseniz önce gözümüzün bölümleri sorusunu öne alayım. Gözümüzün birçok odacığı var. Gözümüzü büyük bir ev gibi düşündüğümüzde evin bu odalarını sayabilir misiniz?
Şöyle diyelim: Evin penceresi kornea. İlk önce küçük bir oda var, oraya "ön kamara" diyoruz, mesela orası mutfak olsun. Mutfağın kapısı olsun, işte tam burası da "gözbebeği". Gözbebeğinin arkasında göz merceği var, orası da öbür odanın kapısı olsun, yatak odasına kadar da her şey görülüyor olsun. Yatak odası dediğim yer "arka kamara" yani gözün daha geniş, daha büyük olan bölümü. Onun içinde de "vitreus" dediğimiz, gene şeffaf bir madde var. Yumurta akı kıvamındaki bu şeffaf madde, gözün gergin durmasını sağlıyor, aksi takdirde gözün içi boş olursa büzülür, kapanır. Tam bir küre şeklinde kalması için orada da bir madde bulunması gerekiyor, o maddeye de "vitreus" diyoruz. "Vitre", "cam" ya da vitray gibi. Şeffaf olduğunu anlatmak için bu kelimeyi kullanıyoruz.
Vitre son odacığı mı dolduruyor?
Evet! Onun arkasında ise yatak odasının duvarları var. Yatak odasının duvarları da bizim görme hücrelerimizle dolu. Işık nereye gelirse gelsin, o geldiği yere özel bir görme sağlanmış oluyor. Dolayısıyla yatak odasının ya da salonun duvarları da hücrelerle dolu, sonra o hücreler birleşiyorlar ve apartmanın kapısına doğru gidiyorlar, böylece' "göz siniri" şekilleniyor.
Göz siniri mi şekilleniyor?
Evet, göz siniri şekilleniyor. Göz siniri oradan çıktıktan sonra beyne doğru gidiyor ve gözün algılayıp hazırladığı mesajları beyne götürüyor.
Bakın işte! Beyin hemen bir şekilde devreye giriyor...
Beyne gidiyor... Ve bu, "yatak odası" ya da "salon" dediğimiz yerin duvarındaki hücreler, aslında beyindeki hücrelerle kardeş hücreler. Dolayısıyla aynı dili konuşuyorlar. Aynı dili konuştukları için biz, "Göz, beynin dünyaya açılan penceresidir" deyimini kullanıyoruz.
O zaman aslında görme, beyinde başlıyor...
Aslında görme, beyinde gerçekleşiyor. Yâni çevreden ışıklar göze geliyor, göz bunları alıp beynin aklayacağı dile sokuyor. Hücreler mesajı böyle iletiyor. Dil değişikliği oluyor. Bir dilden diğerine çeviri olduktan sonra beynin görme merkezine mesaj halindeyken gidilince asıl görme orada oluyor.
Gözümüzle değil, beynimizle görüyoruz
Yani aslında biz.
... Gözümüzle görmüyoruz, gözümüzle algılayıp iletiyoruz. Zaten göz her şeyi ters algılıyor, sonra beyin bu görüntüyü düzeltiyor.
O Gözümüzle görmüyoruz, ama...
Kamera o.
.. .Beynimizle görüyoruz.
Beynimizle görüyoruz. Yani göz, bir kamera. Beyin olmazsa tek başına görmüyor. Göz olmazsa da beyin tek başına görmüyor.
Peki, mesela diyelim ki beynimizde bir sorun var, o zaman nasıl görüyoruz?
Diyelim ki beynimizde bir tümör var, enfeksiyon var ya da başka bir hastalık var. Bu durumda göremiyoruz ya da yarım görüyoruz.
Gözümüz çok sağlıklı olsa bile mi?
Evet! Yalnız bunu da doğa şöyle ayarlamış: Her iki gözden gelen mesajları, tıpkı saç örgüsünde olduğu gibi örmüş. Dolayısıyla beynin sağ bölümünde, hem sağ gözden hem sol gözden gelen mesajlar birleşiyor. Beynin sol bölümünde de gene hem sağ hem sol gözden gelen mesajlar birleşiyor. Yani ne olur olmaz, bir göze bir şey olursa diye, öbür gözden de yararlanabilmek için saç örgüsü gibi bu göz sinirinden gelen lifler birleşmiş, örülmüş.
Bu bize verilmiş bir armağan mı sizce?
Elbette, çünkü eğer bir göz hastalanırsa, öbür göz hâlâ iki taraftan mesaj alabiliyor.
Yani diyelim ki, beynimizin bir bölgesinde tümör var ve bu tümör gözün görmesini etkiliyor. O zaman demek ki gözümüzde her şey mükemmel olsa bile...
Evet, görmemiz bozuluyor. Yok da olabilir. Problem sağ beyindeyse, yani beynin sağ bölümündeyse, o zaman her iki gözün sol tarafında, görme alanının sol tarafında problem oluyor, yani tamamen körlük olmuyor. İşte saç örgüsü bunu sağlıyor.
O zaman sohbetimize dünyaya açılan penceremize, yani korneaya geri dönerek devam edelim. Kornea nedir?
Kornea, hakikaten gözün dünyaya açılan penceresi, aslında beynin de. Saat camı gibi, saatimizin önünde bir cam var. İşte kornea, o bölüm; yani biz karşıdan bakınca, korneayı görmüyoruz, ancak yandan bakınca ya da mikroskopla bakınca görüyoruz. Çünkü kornea şeffaf.
Şeffaflığı önemli, değil mi?
Şeffaf olmasa göremeyiz. Cam gibi. Kornea çok ince bir doku aslında. Aşağı yukarı tırnak kalınlığında, ama şeffaf. Şeffaf olması, içinde damar olmamasına bağlı.
Korneanın içinde damar yok
Hiç damar yok mu?
Hiç damarı yok.
Damar yoksa kanama da yok, değil mi?
Kanamıyor, ama yaşaması, canlı kalması için oksijen lazım. Oksijenini havadan, gözyaşından ve çevresindeki damarlardan alıyor. Bu nedenle de korneanın şeffaflığını koruyabilmesi çok önemli. Kornea; kendi kendine yaşıyor, nefes alıyor, oksijen alıyor. O, oksijeni kendi yaşamı için kullanıyor, şeffaf kalmasını sağlıyor, oksijeni kullandıktan sonra ortaya çıkan artıklarını da atıyor. Artıklarının bir kısmını yine bir miktar gözyaşıyla da gözün içine doğru atıyor, ama devamlı nefes alıyor, yani böyle diyebiliriz.
O dünyaya açılan pencerenin dışındaki her şey bize görüntü olarak geri dönüyor, değil mi?
Dışarıdaki ışıklar ve ışıklarla beraber her türlü görüntü, kornea şeffaf olduğu için yansımadan geçiyor. Tabii bir miktar kırılmaya uğruyor, ama önünde bir engel olmadığı için geri yansımadan, ışıklar gözün içine girmiş oluyor. Önemli olan ışık zaten. Gözün, korneanın arkasında boş bir oda var. O boş değil, içinde sıvı var. Işık o içi sıvı dolu odacıktan geçiyor. Biz oraya, "ön kamara" diyoruz, gemi kamaraları gibi. Ondan sonra göz merceğinden geçiyor. Daha sonra gözün içindeki "vitreus" dediğimiz bölümden geçiyor ve nihayet gözün gören noktasına varıyor. Yani ışınlar bir yol kat ediyor. Ama eğer kornea şeffaf olmasaydı, hiçbir şey yapmak mümkün değildi, yani önce bir evin penceresinin temiz olması lazım, sonra perdesi açık olacak, sonra içerisi yeterince havalandırılmış, bol oksijenli olacak ki biz içeride otururken, dışarıyı görebilelim veya dışarıdan biri bizi görsün.
Enteresan! Bölümlemeyi çok güzel yaptınız, çünkü pencereleri silmezsek ışık içeriye giremeyecek. Dolayısıyla, zaten o şeffaf tabaka, işlev dışı kalmış olacak. Peki ya kornea nakilleri yapılıyor mu?
Neden kornea nakli yapmamız lazım? Eğer bir enfeksiyon varsa, bu enfeksiyon durdurulamıyorsa, o zaman kornea eriyor ve deliniyor. Delinen bir göz, mikroplara açık bir ortam demek.
Delinen bir göz.
...Delinen bir göz, bütün enfeksiyonlara ve bütün mikroplara açık bir ortamdır ve kaybedilir, yani göz büzüşür. Bir organ kaybı olur, kol kaybı gibi bir durum bu. Aslında, vücutta hiçbir dokunun açık kalmaması lazım. Bu kornea için de geçerli. Böyle bir durumda acilen kornea nakli yapmak gerekebilir.
Görme kusurları, Görme Kusuru hastalık değil
Göz sağlığı deyince bu kapsama neler giriyor? Her zaman gözün hastalığı olması gerekmiyor haliyle. Gözü, hasta hale getirmeden, nasıl sağlıklı tutabiliriz, yani koruma da giriyor kapsamına. Burada konuşacağımız bazı konular hastalıkla ilgili değil, mesela görme kusurları, hastalık değil. Bu yüzden kırma kusurlarını göz sağlığı altında düşünmemiz gerekecek. Kırma kusurları yapısal durumlardır. Nasıl bazı insanların saçı kıvırcık, bazı insanların saçı düz oluyorsa, bazı insanların gözü de miyop olabiliyor, yani doğal bir durum bu.
İsterseniz önce gözümüzün bölümleri sorusunu öne alayım. Gözümüzün birçok odacığı var. Gözümüzü büyük bir ev gibi düşündüğümüzde evin bu odalarını sayabilir misiniz?
Şöyle diyelim: Evin penceresi kornea. İlk önce küçük bir oda var, oraya "ön kamara" diyoruz, mesela orası mutfak olsun. Mutfağın kapısı olsun, işte tam burası da "gözbebeği". Gözbebeğinin arkasında göz merceği var, orası da öbür odanın kapısı olsun, yatak odasına kadar da her şey görülüyor olsun. Yatak odası dediğim yer "arka kamara" yani gözün daha geniş, daha büyük olan bölümü. Onun içinde de "vitreus" dediğimiz, gene şeffaf bir madde var. Yumurta akı kıvamındaki bu şeffaf madde, gözün gergin durmasını sağlıyor, aksi takdirde gözün içi boş olursa büzülür, kapanır. Tam bir küre şeklinde kalması için orada da bir madde bulunması gerekiyor, o maddeye de "vitreus" diyoruz. "Vitre", "cam" ya da vitray gibi. Şeffaf olduğunu anlatmak için bu kelimeyi kullanıyoruz.
Vitre son odacığı mı dolduruyor?
Evet! Onun arkasında ise yatak odasının duvarları var. Yatak odasının duvarları da bizim görme hücrelerimizle dolu. Işık nereye gelirse gelsin, o geldiği yere özel bir görme sağlanmış oluyor. Dolayısıyla yatak odasının ya da salonun duvarları da hücrelerle dolu, sonra o hücreler birleşiyorlar ve apartmanın kapısına doğru gidiyorlar, böylece' "göz siniri" şekilleniyor.
Göz siniri mi şekilleniyor?
Evet, göz siniri şekilleniyor. Göz siniri oradan çıktıktan sonra beyne doğru gidiyor ve gözün algılayıp hazırladığı mesajları beyne götürüyor.
Bakın işte! Beyin hemen bir şekilde devreye giriyor...
Beyne gidiyor... Ve bu, "yatak odası" ya da "salon" dediğimiz yerin duvarındaki hücreler, aslında beyindeki hücrelerle kardeş hücreler. Dolayısıyla aynı dili konuşuyorlar. Aynı dili konuştukları için biz, "Göz, beynin dünyaya açılan penceresidir" deyimini kullanıyoruz.
O zaman aslında görme, beyinde başlıyor...
Aslında görme, beyinde gerçekleşiyor. Yâni çevreden ışıklar göze geliyor, göz bunları alıp beynin aklayacağı dile sokuyor. Hücreler mesajı böyle iletiyor. Dil değişikliği oluyor. Bir dilden diğerine çeviri olduktan sonra beynin görme merkezine mesaj halindeyken gidilince asıl görme orada oluyor.
Gözümüzle değil, beynimizle görüyoruz
Yani aslında biz.
... Gözümüzle görmüyoruz, gözümüzle algılayıp iletiyoruz. Zaten göz her şeyi ters algılıyor, sonra beyin bu görüntüyü düzeltiyor.
O Gözümüzle görmüyoruz, ama...
Kamera o.
.. .Beynimizle görüyoruz.
Beynimizle görüyoruz. Yani göz, bir kamera. Beyin olmazsa tek başına görmüyor. Göz olmazsa da beyin tek başına görmüyor.
Peki, mesela diyelim ki beynimizde bir sorun var, o zaman nasıl görüyoruz?
Diyelim ki beynimizde bir tümör var, enfeksiyon var ya da başka bir hastalık var. Bu durumda göremiyoruz ya da yarım görüyoruz.
Gözümüz çok sağlıklı olsa bile mi?
Evet! Yalnız bunu da doğa şöyle ayarlamış: Her iki gözden gelen mesajları, tıpkı saç örgüsünde olduğu gibi örmüş. Dolayısıyla beynin sağ bölümünde, hem sağ gözden hem sol gözden gelen mesajlar birleşiyor. Beynin sol bölümünde de gene hem sağ hem sol gözden gelen mesajlar birleşiyor. Yani ne olur olmaz, bir göze bir şey olursa diye, öbür gözden de yararlanabilmek için saç örgüsü gibi bu göz sinirinden gelen lifler birleşmiş, örülmüş.
Bu bize verilmiş bir armağan mı sizce?
Elbette, çünkü eğer bir göz hastalanırsa, öbür göz hâlâ iki taraftan mesaj alabiliyor.
Yani diyelim ki, beynimizin bir bölgesinde tümör var ve bu tümör gözün görmesini etkiliyor. O zaman demek ki gözümüzde her şey mükemmel olsa bile...
Evet, görmemiz bozuluyor. Yok da olabilir. Problem sağ beyindeyse, yani beynin sağ bölümündeyse, o zaman her iki gözün sol tarafında, görme alanının sol tarafında problem oluyor, yani tamamen körlük olmuyor. İşte saç örgüsü bunu sağlıyor.
O zaman sohbetimize dünyaya açılan penceremize, yani korneaya geri dönerek devam edelim. Kornea nedir?
Kornea, hakikaten gözün dünyaya açılan penceresi, aslında beynin de. Saat camı gibi, saatimizin önünde bir cam var. İşte kornea, o bölüm; yani biz karşıdan bakınca, korneayı görmüyoruz, ancak yandan bakınca ya da mikroskopla bakınca görüyoruz. Çünkü kornea şeffaf.
Şeffaflığı önemli, değil mi?
Şeffaf olmasa göremeyiz. Cam gibi. Kornea çok ince bir doku aslında. Aşağı yukarı tırnak kalınlığında, ama şeffaf. Şeffaf olması, içinde damar olmamasına bağlı.
Korneanın içinde damar yok
Hiç damar yok mu?
Hiç damarı yok.
Damar yoksa kanama da yok, değil mi?
Kanamıyor, ama yaşaması, canlı kalması için oksijen lazım. Oksijenini havadan, gözyaşından ve çevresindeki damarlardan alıyor. Bu nedenle de korneanın şeffaflığını koruyabilmesi çok önemli. Kornea; kendi kendine yaşıyor, nefes alıyor, oksijen alıyor. O, oksijeni kendi yaşamı için kullanıyor, şeffaf kalmasını sağlıyor, oksijeni kullandıktan sonra ortaya çıkan artıklarını da atıyor. Artıklarının bir kısmını yine bir miktar gözyaşıyla da gözün içine doğru atıyor, ama devamlı nefes alıyor, yani böyle diyebiliriz.
O dünyaya açılan pencerenin dışındaki her şey bize görüntü olarak geri dönüyor, değil mi?
Dışarıdaki ışıklar ve ışıklarla beraber her türlü görüntü, kornea şeffaf olduğu için yansımadan geçiyor. Tabii bir miktar kırılmaya uğruyor, ama önünde bir engel olmadığı için geri yansımadan, ışıklar gözün içine girmiş oluyor. Önemli olan ışık zaten. Gözün, korneanın arkasında boş bir oda var. O boş değil, içinde sıvı var. Işık o içi sıvı dolu odacıktan geçiyor. Biz oraya, "ön kamara" diyoruz, gemi kamaraları gibi. Ondan sonra göz merceğinden geçiyor. Daha sonra gözün içindeki "vitreus" dediğimiz bölümden geçiyor ve nihayet gözün gören noktasına varıyor. Yani ışınlar bir yol kat ediyor. Ama eğer kornea şeffaf olmasaydı, hiçbir şey yapmak mümkün değildi, yani önce bir evin penceresinin temiz olması lazım, sonra perdesi açık olacak, sonra içerisi yeterince havalandırılmış, bol oksijenli olacak ki biz içeride otururken, dışarıyı görebilelim veya dışarıdan biri bizi görsün.
Enteresan! Bölümlemeyi çok güzel yaptınız, çünkü pencereleri silmezsek ışık içeriye giremeyecek. Dolayısıyla, zaten o şeffaf tabaka, işlev dışı kalmış olacak. Peki ya kornea nakilleri yapılıyor mu?
Neden kornea nakli yapmamız lazım? Eğer bir enfeksiyon varsa, bu enfeksiyon durdurulamıyorsa, o zaman kornea eriyor ve deliniyor. Delinen bir göz, mikroplara açık bir ortam demek.
Delinen bir göz.
...Delinen bir göz, bütün enfeksiyonlara ve bütün mikroplara açık bir ortamdır ve kaybedilir, yani göz büzüşür. Bir organ kaybı olur, kol kaybı gibi bir durum bu. Aslında, vücutta hiçbir dokunun açık kalmaması lazım. Bu kornea için de geçerli. Böyle bir durumda acilen kornea nakli yapmak gerekebilir.
Goz Sagligi Bilgileri Anasayfa
Görme Kusurları
Kornea Nakli ve Ameliyatı
Kontakt Lens Bağımlılığı
Göz kuruluğu
Retina
Göz Kırma Kusuru
Televizyon, Bilgisayar ve Göz
Göz Kayması (Şaşılık)
Yetişkinlerde Göz Kayması
Bebeklerde ve Çocuklarda Göz Hastalıkları
Göz Yaşlanması
Katarak Tedavisi
Glokom Hastalığı (Göz tansiyonu)
Şeker Hastalığının Göz'e Etkisi
Sarı Nokta Hastalığı
Göz Sorunları Hakkında Sorulan Sorular
Gözde Kızarıklık ve Kızarma
Lazerle Göz Tedavisi
Göz Nörolojisi
Nöro Oftalmoloji
Renk Körlüğü
Geçici Görme Kaybı
Sürekli Görme Kaybı
Beyin Hastalıkları ve Göz
Kornea Nakli ve Ameliyatı
Kontakt Lens Bağımlılığı
Göz kuruluğu
Retina
Göz Kırma Kusuru
Televizyon, Bilgisayar ve Göz
Göz Kayması (Şaşılık)
Yetişkinlerde Göz Kayması
Bebeklerde ve Çocuklarda Göz Hastalıkları
Göz Yaşlanması
Katarak Tedavisi
Glokom Hastalığı (Göz tansiyonu)
Şeker Hastalığının Göz'e Etkisi
Sarı Nokta Hastalığı
Göz Sorunları Hakkında Sorulan Sorular
Gözde Kızarıklık ve Kızarma
Lazerle Göz Tedavisi
Göz Nörolojisi
Nöro Oftalmoloji
Renk Körlüğü
Geçici Görme Kaybı
Sürekli Görme Kaybı
Beyin Hastalıkları ve Göz