Serotonin Nedir Serotonin Hormonu

Serotonin Nedir, Serotonin Hormonu

Bu üçlü içinde toplumda adı en çok bilinen, ama ne ol­duğu çok net bilinmeyen serotonin hakkında bilgi verir misiniz?

Serotonin 1948'de Page tarafından dokulardan ve öte­ki maddelerden ayrılıp bulunmuştur. Birçok sebze ve mey­vede doğal olarak bulunur. Serotoninin ön maddesi olan triptofan, besinlerden alınır. Önemli bir aminoasittir ve vücutta yapılmadığı için besinlerden alınır. Beyin dokusuna geçmesi çevresel etkenlere bağlı olarak değişir. Beyne geçen oran, alınan besinlerle doğru orantılıdır. Besinlerle alınan oran arttıkça beyne geçen miktar da artar.

Serotonin İçeren

Serotoninin insan ve hayvanlarda davranış üzerindeki etkisi 1950'li yıllardan beri biliniyor. Serotonin alıcıların­da- işlevsel bozukluk olduğunda aşağıdaki davranış bozuk­lukları ve akıl hastalıkları ortaya çıkar:

Endişe, kaygı,
Depresyon,
Cinsel işlev bozukluğu,
Akıl hastalığı,
Migren,
Uyku sorunu,
Bellek bozukluğu,
Duygulanım bozuklukları,
Mevsimlerle gelen duygulanım bozukluğu,
Obsesif-kompülsif bozukluklar,
Saldırgan davranışlar,
İntihar davranışı,
Beslenme bozuklukları,
Alkol ve madde bağımlılığı,
Panik bozukluk,
Dikkat azalmasıyla olan bozukluklar,
Çocukluk çağı ruh hastalıkları,
Orta yaşta bunamayla ortaya çıkan Alzheimer.

Stres (zorlanma) ile kaygı arasındaki ilişki nedir?, Serotonin Sendromu

Ruhbilim ve tıp alanında kaygı ile zorlanma arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk araştırmalar 1970'li yılların başların­da yapılmış, sonlarına doğru bu tür araştırmaların sayısı artmıştır.
Kaygıyı ve kaygı ile zorlanma arasındaki ilişkiyi anlat­madan önce, bu konuları içeren araştırmalarda çok rastlanan bir kavram karışıklığının üzerinde durmak istiyorum. Bu kavram karışıklığı kaygının zorlanmayla eşanlamlı kul­lanılmasından; kimi yerde kaygı yerine zorlanma, kimi yerde zorlanma yerine kaygı kavramına yer verilmesinden kaynaklanıyor.

Birçok araştırmacı gibi ben de bu iki kavramı birbirin­den ayıran kesin sınırları çizdim ve her iki kavramın ta­nımlarını ayrı ayrı verdim. Buna göre kaygı, elem doğrul­tusunda bir duygulanım durumudur. Bu duygulanım duru­mu ile zorlanma arasındaki ilişki iki biçimde olur. Dış ve iç ortamdan kaynaklanan zararlı etkenler organizmanın de­ğişik alanlarında, yapılarında zorlanma yaratır. Ruhsal alanda ortaya çıkan zorlanma belirtisi ya da tepkisi, kaygı düzeyinin yükselmesidir. Zorlanma yaratan zararlı etkenin niceliğine ve niteliğine göre kaygı düzeyi doğrudan doğru­ya ya da dolaylı olarak yükselir. Kaygı düzeyinin yüksel­mesi organizmanın öteki alanlarına, yapılarına, işlevlerine yansır, kan basıncı yükselir, iç salgı bezlerinin işlevleri ak­sar. Fizyolojik kaynaklı zararlı etken ise iç salgı bezleri, kimyasal ileticiler, bağışıklık sistemi gibi yapıların işlevleri­ni etkiler ve organizmayı zorlar. Yani kaygı düzeyinin yük­selmesi ruhsal kaynaklı zararlı etken olarak değerlendirilir. Birçok yazar ve düşünür 20. yüzyıla ve özellikle bu yüzyı­lın ikinci yarısına, "Kaygı Çağı" adını vermiştir.

Kaygı ve konsantrasyon bozukluğu, Serotonin Eksikliği

O zaman kaygının tüm dünyada yayıldığını ve bunu şartların zorladığını söyleyebilir miyiz? Evet, bunu söyleyebiliriz. Evrensel boyutta bakarsak, kaygı aslında insanın savunma mekanizmasını harekete geçiren bir çeşit adaptasyon mekanizması, ama bazen öy­lesine yoğunlaşıyor ki, patalojik boyutlara erişebiliyor.

Ruhsal sorunların gündeme geliş süreci şöyle işliyor: Önce sorun anksiyete-kaygıyla başlıyor, sonra depresyon gelişiyor ve onun sonucunda da obsesyonlar meydana ge­lebiliyor. Eğer depresyon uzun süreli olursa ve bu süreç içinde kişi bir iki kez panik atak geçirirse, bu kimi zaman panik bozukluğa dönüşebiliyor. Ve en önemlisi psikiyatrik hastalıkların beraberinde de mutlaka kaygı gözlemleniyor. Kaygılı kişiler hayatın her alanında ciddi anlamda bunu yaşıyor. Mesela işyerinde bu kaygıyı taşıdığı için işini kay­bedebiliyor ya da eşiyle sorunlar yaşıyor. Kaygı o kişiye panik yaşattığı için devamında kayıplar geliyor. Kayıplar insanı iyice çıkmaza sokuyor ve bir döngü halinde süreç uzayıp gidiyor. Kaygılı insanlar ayrıca, yeni insanlarla ta­nışmaktan da çekiniyor. Biraz da sosyal fobik olduklarını gösteriyor bu durum.

Türk toplumu için kaygılı bir toplum demek mümkün müdür?, Doğal Serotonin

Bu tüm dünya için söylenebilir. Türk toplumu da hızla kaygılı bir toplum olmaya doğru gidiyor. Bunu yapılan araştırmaların sonuçları da gösteriyor.

Giderek daha kaygılı bir toplum oluşumuzdaki neden­ler neler olabilir?

Çok basit bir yaklaşımla şu söylenebilir ki, korku ar­tık hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor. Zaten insanoğlu korku temelli yaşamayı hayatının başlangıcın­dan itibaren öğreniyor.

Türk toplumu da artık eskisi kadar birbirine güvenli topluluklardan oluşmuyor. Bunu yaşam şartları zorlu­yor. Gelecekle ilgili kaygılarımız yoğunlaştı. Ekonomik krizleri, büyük kentlerde yaşanan terör olaylarını da ne­denler arasında sayabiliriz.

Kişisel ve toplumsal kayıgıdan bahsettik de, kaygının kronikleşmesi halinde insan ne gibi sorunlar yaşar. Bunun bedeli ne olur? Serotonin Etkileri

Kaygının kronikleşmesi, kaygıyla baş başa olan insan­da birtakım psikolojik sorunların yaşanmasına yol açar. Bu sorunlar kimi zaman da psikosomatik hale dönüşür. Bu durumda kaygıyı yaşayan kişi zamanla, hayattan zevk alamaz hale gelir. Zevk alamayan insan kolaylıkla depres­yona sürüklenebildiğinden bu insan da depresyon yaşama­ya başlar. Yaşama güveni kalmadığı için yukarıda da be­lirttiğim gibi hiçbir konuda başarılı olamaz. Aile ve iş ya­şamında birçok sorunla karşılaşır.

Kaygıdan kurtulmak mümkün mü, bunun için neler yapılabilir?

Herkesin yaşamın getirdiği günlük kaygılar yaşaması kaçınılmazdır. Ancak günlük kaygıların dışında, kronik hale gelmiş kaygı bozukluğunda mutlaka doktor yardımı almak ve terapi görmek gerekiyor. Kişi tedavi olmak yeri­ne, kendi kendine bu süreci aşacağını düşünürse çok yanı­lır ve sorun giderek büyür.

Tıpkı panik atakta olduğu gibi kaygı için de aynı soru­yu sormak istiyorum. Daha çok kimler kaygılı oluyor? Serotonin Depresyon

Kaygı herkesin yaşadığı bir sorun, ama kadınlar erkek­lere göre daha kaygılı oluyorlar. Belki de kadınlar sorunla­rını erkeklere göre daha net anlatabildikleri, sorunları ol­duğunu belli etmekten çekinmedikleri için. Kişilerin belirli dönemlerde kaygıya daha yatkın olduklarını da görüyo­ruz. Mesela, insanın kariyerine ilişkin önemli bir karar ve­receği durumlarda, emeklilik zamanlarında, evliliğe karar verme durumunda ya da tam tersi boşanma durumunda insanlar daha kaygılı oluyor.

Adrenalin ve Noradrenalin Nedir

Adrenalin ve Noradrenalin Nedir

Noradrenalin etkinliği nedir?

Bunu anlatmak için öncelikle adrenalinden bahsetmek gerekiyor. Adrenalin, böbreküstü bezlerinden salgılanan bir hormon. Başlıca kontrolü beyin tarafından sağlanıyor.

Stres, travma ve şok durumlarında beynimizin uyarısıyla kana yüksek miktarda salınıyor. Bu şekilde tansiyon yük­selmesine, kalp ve solunum sayısında refleks artışlara ne­den oluyor. Böbreküstü bezlerinin iç bölümü, adrenalin ve noradrenalin diye tanınan kimyasal maddeyi salgılar. Bun­lar kan dolaşımında gizlenen hormonlardır.

Adrenalinin ve noradrenalinin etkileri nelerdir?

Kalbin gerilme gücünü takviye ederek hareket kudretini artırırlar. Kandaki şeker konsantrasyonunu artırarak do­kulara fazla miktarda şeker gitmesini temin ederler. Kan pıhtılaşma oranını artırırlar. Kas yorgunluklarını azaltarak daha canlı ve devamlı fiziki gayret sarfını sağlarlar. Kan damarlarının kasılmasını sağlayıp, vücudun daha fazla kan ihtiyacı duyan kısmına kan naklini kolaylaştırırlar.

GABA bozukluğu nedir?

Bu varsayıma göre, kaygı düzeyinin yükselmesinde ve panik atağın ortaya çıkmasında GABA'nın yatıştırıcı, ya­vaşlatıcı rolünün azalması rol oynar. GABA ise kimyasal ileticiler arasında en son bulunan, güçlü engelleyici, önle­yici etkisiyle tanınan önemli bir kimyasal ileticidir.

Kaygi Nedir Kaygi Bozuklugu Tedavisi

Kaygı Nedir, Kaygı Bozukluğu

Kaygı sözcüğünün kökü nereden geliyor?

Bu sözcüğün kökü Eski Yunanca, anksietas; endişe, korku kaygı, merak anlamına gelir. Ciceron (MÖ 106-43) kay­gıyı "kalıcı, sürekli bir endişe eğilimi ve yatkınlığı" anla­mında kullanmıştır. Anksietas ile angor kavramları arasın-da ayrım yapmıştır. Anksietas, kalıcı, sürekli endişe; angor ise boğulma, geçici endişe olarak tanımlanmıştır.

Kalıcı kaygı bozukluğu

Kalıcı kaygı bozukluğu neden oluyor?

Bu kişilerin beyinlerinde serotonin maddesi az olabilir.

Tiroit, hipertiroit, hormonal bozukluklar olabilir. Çocuk­luk döneminde anne-babalarıyla çatışmaları olabilir. As­lında kalıcı kaygı bozukluğuna yol açan birçok neden sa­yılabilir. Kimi zaman insanın mesleği bile bu sorunu yara­tır. Sıkıntıların düzeyi yükselince, içinde bulunulan ortam kaygı yaratır hale geliyor ve o zaman da ortamı algılama­mız değişiyor. Eğer bazı yaşantılar bedensel, ruhsal ya da toplumsal olarak kişiye yönelmiş bir tehdit oluşturuyorsa, kaygı düzeyi fırlıyor ve savunma mekanizmaları, akla uy­durmalar iflas ediyor, çöküyor ve panik atak başlıyor.

Panik atak, bebeğin ilk duyduğu korkudur. Tüm ruhsal savunma düzenlerinden arınmış, bunlardan kurtulmuş olarak en ilkel tepkiyi ortaya çıkarıyor panik atak. Zâten panik atak ya da nöbeti sırasında, ilkel savunma tepkisi, kaçma çıkıyor ortaya. Hiçbir savunma ve düşünce düzeni­nin işin içine girmediği bir durum bu çünkü.

Kaygı Bozuklukları

Kaygı, beyindeki yapı ve işlev bozukluğunun bir sonu­cu olarak ortaya çıkabilir mi?

Başta tikler olmak üzere istemdışı zorunlu hareketlerle birlikte saplantı ve takıntıya yatkın kişilik yapısının bulun­ması, bu tip hastalıklarda beynin yapısal ve işlevsel duru­muna ilişkin araştırmaların yapılmasına yol açıyor. Örne­ğin tikleri olanların beyinlerine ilişkin araştırmaların bazı­ları beyin kabuğunda, özellikle alın loblarında görülen azalma, erime, incelme, yozlaşma beyin boşluklarında bü­yüme, genişleme olduğunu gösteriyor. Benzer yapısal bo­zukluk, kimi kaygı bozukluklarında, panik nöbetlerinde, obsesif-kompülsif nevrozlarda da bulunmuş. Ancak bun­ların rastlantı olup olmadığı da araştırılıyor. Eskiden beri kaygı bozukluklarında, panik nöbetlerinde, fobilerde, ob­sesif-kompülsif nevrozlarda kimyasal ileticilerden adrena­lin ve noradrenalin düzeylerinde artma olduğu kabul edili­yor. Son yıllarda panik nöbeti geçirenlerin limbik sistemlerinde (beyin kabuğunun altında bulunan ve insanın cinsel­lik ve beslenme gibi yaşamsal gereksinimlerini bilinç dışı davranışlarıyla ortaya çıkaran bölge) yer alan hippokam-pus bölgesinde (beynin, bellek ve duygusal davranışlarını kontrol eden bölgesi) bulunan çekirdeklerde adrenalin içe­ren hücrelerin işlevlerinde bozukluk saptanmış durumda. Araştırmalar, bu çekirdeklerdeki işlevsel bozukluğun kalı­tımla geçtiğini ortaya koyuyor. Panik nöbetlerinde, fobi­lerde, obsesif-kompülsif bozukluklarda kullanılan anti-depresan, yatıştırıcı ve beta adrenalini bloke edici ilaçların sağladığı düzelme de varsayımı doğruluyor.

Çocuklarda Kaygı

Kaygı bozukluklarına ve panik atağa yol açan kimya­sal ileticiler kuramını özetler misiniz?

Eskiden beri kaygı bozukluklarının ön planda olduğu panik nöbetleri ve fobilerde adrenalin ve noradrenalin dü­zeyinde artma olduğu kabul edilmiştir. Hayvanlar ve in­sanlar üzerinde yapılan kaygı araştırmalarında söz konusu kimyasal ileticilerin önemli rolünü gösteren bulgular, veri­ler toplanmıştır. Bu kimyasal ileticiler beyindeki bir iletinin diğer sinir hücrelerine iletilmesi görevini üstlenirler.
Günümüzde kaygı ve kaygı bozuklukları ile kimyasal ileticiler arasındaki bağlantılar 3 varsayımın ortaya çıkma­sına yol açmıştır:

1. Noradrenalin etkinliği,
2. Serotonin azalması,
3. GABA (gama aminobütirik asit-nöromedyatör tutucu) bozukluğu.

Atipik Panik Atak Bozuklugu

Atipik panik atak

Panik ataktan söz edilirken Atipik panik atak diye ye­ni bir tanımlamadan da söz ediliyor. Bu nedir? * 1990'lı yıllarda başlayan bir araştırma Atipik panik atak belirtilerini ortaya çıkardı. Atipik panik atakta çok tuhaf belirtiler var. Tipik panik atak antidepresanlara ce­vap verirken Atipik panik ataklar bu ilaçlarla daha da kö­tüleşiyor. Sara ilaçlarıyla iyileşebiliyorlar. Psikiyatri dünya­sında şimdilerde, "Bunlar saraya dönüşmeyen bir tip mi" diye soruluyor. Özellikleri ise şöyle:

Işığın şiddetinin artıyor ya da azalıyor sanılması. Bu durum sarada görülür,
Seslerin yoğunluğunda artma ya da azalma olması,
Düşüncelerin hızlandığının ya da yavaşladığının sanılması,
Tanıdığı.insanı hiç görmemiş gibi olması,
Öfke patlamalarının görülmesi,
Vücudunun kendi ekseni etrafında dönüyormuş hissine kapılması.

Panik Atak Tedavisi nasıl yapılıyor?, Panik Atak Hastaları

Tedavisi için bugün biyolojik tedavide ilaç veriliyor, ama psikoterapi de yapılıyor. Panik atak yaşayanlar anti-depresan ilaçlarla tedavi ediliyor. Bu ilaçlar beyindeki nö-rokimyasal süreçleri etkiliyor. Hem psikoterapi hem de ilaç tedavisinin birlikte yapılması en doğrusu. Hastanın strese karşı toleransını artırmak için kişinin stresle baş et­mesine yönelik gevşeme çalışmaları yapmak gerekiyor.

Panik atak, panik bozukluğuna neden dönüşür?

Panik atak ve devamında panik bozukluğunun neden­leri araştırıldığında, genetik geçişlerin ve aile içi ilişkilerin, yaşam biçiminin bu sorun üzerinde ciddi etkileri olduğu görülüyor. Örneğin panik sorunu yaşayanların ailelerinde de bu sorunun görülme sıklığı çok yüksek. Bazı hormon­ların düzeyindeki değişimlerin de bu sorunu tetiklediği gö­rülüyor. Mesela, beyindeki sinir hücreleri arasında ciddi bir iletişim görevi olan serotonin seviyesindeki değişiklik­lerin de panik bozukluğuna neden olduğu bazı araştırma­cılar tarafından ortaya konulmuş. Bunların yanı sıra üst benlik tarafından aşırı bastırılan dürtüler de panik atağın yaşanmasına neden olan etkenler arasında bunuyor. Yine aileden öğrenilen davranış modelleri kişinin hayata yaklaşımını belirlediği için böyle bir atağın gelmesine ve yerleş­mesine olanak tanıyor. Bedeninse kimi zaman nedensiz olarak ortaya çıkan kalp çarpıntısı, terleme, bitkinlik gibi bazı belirtileri yanlış yorumlayarak tehlikeli görmesi de panik atağı başlatabiliyor.

Toparlamak gerekirse, panik atak bilişsel süreçleri yok ediyor diyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?

Yaşanan olaylar sırasında, insandaki tüm bilişsel süreç­lerin yarattığı beceri, yeti ortadan kalkıyor. Dolayısıyla in­san kendini denetleyecek, o andaki bu tedirgin edici fiziksel ve ruhsal belirtileri bastırabilecek, engelleyebilecek, ertele­yebilecek ruhsal ve bilişsel hiçbir süreci devreye sokamıyor. Bilişsel süreçlerde tam bir çalışamama durumu yaşanıyor.

Bilişsel süreçten neyi kastediyoruz?, Panik Atak Hakkında

Öğrenilmiş şeylerin yapılamaması durumunu, insanın algısını, dikkatini, belleğini kullanamamasını ve bunların sonucunda da tasarım ve düşüncesini ortaya koyamaması-nı kastediyoruz. Bunlar olmayınca da egemen olan kaygı­nın yarattığı olumsuz duygular ortada kalıyor. Çünkü kaygının temelinde daima ileride kötü bir şey olacak, olumsuzluk yaşanacak, beklenilmeyen, umulmayan bir şey olacak durumu var. Bu kötü şey yaşanacak duygusun­da ise evrensel ölüm korkusunun ortaya çıkması durumu var ki, bu bilişsel süreçlerle denetim altına alınamazsa in­sanda, "yok oluyorum, bitiyorum" duygusunu yaratıyor.

Panik atak genetik olabilir, Panik Atak Mide

Panik atak yaşayanların aile öykülerinden söz edersek neler söyleyebiliriz, travmatik öykülerden bahsetmek mümkün mü burada?

Bu kişilerin aile öyküsüne bakıldığında, çoğunlukla kalıtımsal olarak bunu üzerlerinde taşıdıklarını görüyo­ruz. Ancak bu, kalıtımla ilgili bir hastalığın geçişi değil, ruhsal özelliğin geçişi durumu. Bunun temelinde bu kişi­lerin aşırı kaygılı, mükemmeliyetçi, hassas, duyarlı, kay­gılı olması yatıyor ve bu duygu durumları genlerle geçi­yor. Özellikle kişinin aşırı kaygısı, kesinlikle genlerle ge­çiyor. O kaygıyı yaratan ister dışsal nedenler olsun, ister içsel nedenler olsun birtakım kimyasal maddeler çıkarı­yor ortaya. Panik atak sırasında artık biliniyor ki, beyin kimyasındaki maddelerden adrenalin, noradrenalin yük­selirken serotonin düzeyi düşüyor. Bunlarla ilgili mesaj­lar kalıtımla geliyor. O kişilerin DNA'larında bu madde­ler denetimsiz, düzensiz olarak ortaya çıkıyor. Bu kişile­rin iki yönlü şanssızlığı var. Birincisi bu duruma ilişkin kimyasal yatkınlıklarının olması, ikincisi kalıtımla gelen mükemmeliyetçi yaklaşım tarzlarının olması. Bunlara ek olarak öğrenme modellerinin de etkisi büyük oluyor. Çünkü çocukların öğrenmeleri çoğunlukla model alarak öğrenme biçiminde oluyor. Çocuk, içinde yaşadığı çevre­de özellikle çocukluk ve ilk gençlik çağında bu tür bir modelle karşılaşırsa ister istemez böyle davranmayı öğre­niyor. Hazır modelleri, davranış kalıplarını alıyor, be­nimsiyor, içselleştiriyor, mal ediyor ve o durumla karşıla­şınca bu modeli kullanıyor. Sonuçta,- bu model kaygılı ise onu kullanıyor.

Psikiyatrik bir sorun yokken panik atak ya da panik bozukluğu yaşanabilir mi?

Gayet tabii ki mümkün. Bazen de içten gelen biyolojik hastalıklar buna neden oluyor. Biyolojik hastalıklar yoksa, insanın kendi psikolojisinde sorun yoksa, panik atak ya da bozukluğu yaşamak mümkün değildir.

Dünyada en çok panik atak vakası hangi ülkede görü­lüyor, böyle bir araştırma var mı?

Böyle bir araştırma yok. Her ülkede durum hemen he­men aynı. Epidemiolojik araştırmalara bakarsak; gelişmiş, az gelişmiş ülkelere göre bir ayrım olmadığını görüyoruz. Birçok hastalıkla ilgili spekülasyon yapılıyor. Bunlara, ça­ğın getirdiği hastalıklar olarak bakılıyor, ama böyle bir şey yok. Neden böyle görüyoruz, çünkü artık teşhisi kolay, doktora giden çok. Bu nedenle böyle bakılıyor.
Aslında, milattan önce bile bu hastalık biliniyor. Mese­la Çin'de insanda ruhsal bozukluk yapan yedi türlü şey­tandan bahsediliyormuş. Bunların bazılarının kişiler üze­rinde korku ve depresyon yarattığı biliniyor. Muhtemeldir ki, bunların bir kısmı panik bozukluğu geçiren insanlardı.

Psikiyatrik sorunların tarihinde o zamanlardan bu ya­na bir sınıflandırma var değil mi?

Mesela Hipokrat depresyonları yazmış, ama bunların içinde ölümden korkan insanlar da zaman zaman varmış doğal olarak. Daha sonra tüm psikiyatri tarihi boyunca, hastalıkları belirtilerine göre sınıflandırma eğilimi sürmüş. Filozofların, bilim adamlarının bu sınıflandırmaları yapar­ken, başka isimler altında tarif ettikleri tablolarda aynen panik nöbetlerini tarif eden bulgular var.
Biliyorsunuz, Ortaçağ'da bu tür ruhsal sorunları yaşa­yıp taşkınlık, tedirginlik gösterenler, bağırıp çağıranlar vardı ve bunların bir kısmı, bunu panik atak nedeniyle ya­pıyordu. Dolayısıyla bu insanların ruhuna, kötü ruh girdi­ği düşünülerek tedavileri yapılmaya çalışılıyordu. Mesela, ruhuna şeytan girdiği düşünülen bu insanları kurtarmak için eziyet yapılıyordu. İnsanlarda ortaya çıkan, hastalık olduğu bilinmeyen bir sürü bozukluk şeytana bağlanıyor­du. Ve ruhlarına giren şeytan ya öldürülerek ya da eziyetle çıkartılıyordu. Bu hastalar o dönemlerde zincire vurulup yakılırken, bunların psikolojik hastalık olduğu ilk olarak Pinel tarafından tanımlandı.

Pinel, öncelikle gördüklerini taşkınlık ve depresyon olarak ayırdı. Bir süre sonra bunların bir kısmında düşün­ce bozukluğunun çocukluktan olduğunu fark etti. Bir kıs­mı da bu sorunu yaşlılık nedeniyle yaşıyordu. Ve bir süre sonra da bugün obsesyon veya panik dediğimiz sorunları gördü.
Hasta konuşarak değil, yaşayarak öğrenir

Bir panik bozukluğu olan kişinin tamamen iyileşmesi mümkün mü?

Evet, tamamen iyileşmesi mümkün. Bu iyileşme, terapi ve ilaçlarla sağlanabiliyor. Bunun için davranışçı, ruhsal, bilişsel tedavi gerekli. Bu tedavinin özeti, öğrenme tedavisi ki, bu kişinin kendi duygularını kontrol edecek beceri ka­zanması demek. İnsan, okuyarak da görerek de öğrenir. Öncelikle bilgilenmek gerekiyor. Bir durumla karşılaştığı­nızda onunla ilgili bilginiz varsa paniğe kapılmazsınız.

Panik atakla yaşamanın kurallarından söz edebilir mi­yiz, böyle bir şey var mıdır?

Panik atak gelmeden önce, kişide psikolojik, fizyolojik değişiklikler görülür. Kişi kendini huzursuz, endişeli, kay­gılı, sinirli hisseder. Alışılagelen duygu durumu değişir ve endişeler hızla ortaya çıkar. Mesela, "buraya gidersem kendimi kötü hissederim", "bunu yaparsam kötüleşirim" diye düşünmeye başlar. Devamında nefes alış verişlerinde değişim olur, kalp atış sayısı artar, başı uyuşur, kulakları uğuldar ve etrafı hafif dumanlı görür. Ayrıca, o güne ka-darki alıştığı duygularında bir rahatsızlık oluşur. İşte bu
durumda kişi, "panik atağım başlıyor" kaygısına düşme­sin, çünkü bunlar habercidir, ama bunları artıracak tedir­ginliğe kapılmazsa, dikkatini başka şeye vererek panik atağın gelmesinden kurtulabilir. Bu durumda en güzel te­davi, hastanın referansını kendinden bulmasıdır. Hasta konuşarak değil, yaşayarak öğrenir. Örneğin bana bin ke­re geleceğine, bir iki kere kendi başına atağı aştığını görür­se, nöbetler ortadan kalkar. Kimseden beklentisi olmadan kendini kurtarabilir.

Panik atak tedavi edilmezse ne olur?

Panik atak tedavi edilmezse sürer gider. Kişi, mutlu ola­maz sadece. Yani sanıldığı gibi kalp sorunu yaratmaz. İn­san uzun vadede ülser olmaz. Mutlaka bilinmeli ki, orga­nizmanın kendine göre korunma mekanizmaları var. Bağı­şıklık sistemiyle ilgili korunma mekanizmaları da var, ruh­sal savunma düzenleri de. Zaten bir süre sonra panik ataklar da savunma düzeni devreye sokularak düzelebili-yor ya da düzeltiliyor. Eskiden panik atağı olanlara tere­bentin verilirdi ki, kişi iltihapla uğraşırken panik atağını unutsun diye. Zaten bir süre sonra panik ataklar savunma düzeniyle düzeliyor. Terebentin aslında cilada kullanılan bir madde. Vücuda verildiğinde iltihap oluşturuyor. İşte o zaman kişinin zihni onunla meşgul olurken, işin ruhsal ta­rafı bir yana bırakılıyor. Terebentin asıl olarak kozalaklar­dan ve bazı ağaçlardan akan bir madde. Yağlı vernik üre­timinde kullanılıyor. Dediğim gibi bir süre sonra organiz­ma mutlaka kendine bir çözüm buluyor.

Panik atak ve bozukluğu geçirenler için ruh hastası de­nilebilir mi? Bu mümkün müdür, yoksa bir abartı mıdır?

Hayır, kesinlikle diyemeyiz. Dolayısıyla bu bir abartı­dan ibarettir. İnsanda doğal olarak ortaya çıkan iki türlü kaygı vardır. Bunlardan biri, sürekli kaygı denilen ve doğ­duğumuz andan itibaren bizimle yaşayan kaygı ki, bu doğ­rudan kalıtımla bize geçiyor. Kesinlikle beyin kimyasından kaynaklanıyor. Kişinin çocukluğunda, anne ve babasıyla yaşadığı ilişkiden kaynaklanıyor, bulunduğu ortamdan kaynaklanıyor. İnsanlarla iletişiminden, içinde bulunduğu durumun ona verdiği endişeden kaynaklanıyor. Bu, sürekli kaygıdır. Ama bir ruh hastalığı kesinlikle değildir.

Kaygılı insanlar panik atağa yatkın

Bu durumda bize kaygıyı tanımlar mısınız?

Kaygı denilince, insanın duygularını elem-keder doğrul­tusunda ele almasını anlıyoruz. Kaygının kendisi korkuya da benzer. Daha çok, yaşadığı her anı gelecekte kötü bir şey yaşanacakmış duygusuyla bozmaya eğilimli insanların yaşadıkları duygu durumudur. Kaygıyı daha somut olarak şöyle tanımlayabiliriz:
Geleceğe yönelik sürekli olarak kötümser bir şey­ler beklemek,
Bedenin de gerginlik içinde olması, örneğin kasla­rın sürekli gergin olması gibi,
Ruhsal olarak tedirginlik ve devamında panik hissi.
Kaygı, insanın kişilik yapısından kaynaklanan sürekli kaygılı olma hali ve duruma göre gelişen kaygı hali olarak ikiye ayrılır.

Duruma göre kaygı hali neleri içeriyor?

İnsanın bir olayı ya da durumu içinde bulunduğu orta­mı tehdit eder biçimde algılamasından kaynaklanır. Keder veren, hoş hissettirmeyen, huzursuzluk yaratan duygula­nım durumudur. Bu durum insan tarafından algılanır, anlaşılır ve yorumlanır. Bu süreç içinde bilişsel işlevlerin tü­mü açıktır. Sürekli kaygıda ise insan sürekli bir kaygı ve kötü beklenti içindedir.

Sürekli kaygı bozukluğu yaşayan insanlarda ortaya çı­kan panik atağın karakteristik özellikleriyle ilgili neler söylenebilir?

Bu sorundaki temel özellik zaman zaman gelen ve ne yazık ki önceden pek kestirilemeyen nöbetlerdir. Bu bo­zukluk çoğunlukla ergenlik ya da ilk erişkinlikte birkaç kez yineleyebilir. Bazen de yıllarca sürebilir.

Bu arada sormadan edemeyeceğim. Tamamen kaygısız insan var mıdır?

Tamamen kaygısız insan yoktur. Olamaz. Hatta varsa bile onlar için aptaldır deniliyor, tabii eğer gerçekten kay­gısız durumdaysalar. Bir şeyden kaygı duymazsanız eğer, amacınız kalmaz, bir şey yapmaya motive olamazsınız. Hastalanınca ne doktora gidersiniz, ne eğitim için sınava girer veya çalışırsınız. Yani kesin olarak hiçbir şey yap­mazsınız. Türkiye'de son zamanlarda moda olan bir akım var. Herkes, stressiz bir yaşamdan söz ediyor ve bunu sağ­lamaya çabalıyor. Fakat aslında o tarif edilen stressiz ya­şam, ölümdür. Kaygısız yaşayan insanın hiçbir motivasyo­nu olmaz ki, dediğim gibi. Bir şeyi yapmak için yola çıkı-yorsanız, kaygı duyarsınız. Sürekli kaygı durumu duygusu hepimizde var. Ama bazı insanlarda bu düzey nedense da­ha yüksek.

Örneğin, gerek deprem, gerekse deprem sonrasında çı­kan post travmatik sorunları kalıcı olarak yaşayanların profiline bakılınca, aslında bu sorunları yaşayan insanla­rın eskiden de kaygı düzeylerinin yüksek olduğunu görü­yoruz. Sürekli kaygı düzeyi yüksek olmayan kişilerde kalıcı ciddi ruhsal sorunlar çıkmıyor. Kalıtımsal olarak, kaygı­ya yönelik gen yatkınlığı yoksa sorunlar kalıcı olmuyor. Yinelemek gerekirse, yapılan araştırmalar gösteriyor ki, deprem sonrasında da panik atak yaşayanlar, kaygı düzeyi yüksek insanlardı.

İlk insanda kaygı

Kaygıdan bahsetmişken ve bunun insanın genlerinde taşınan bir duygu durumu olduğunu belirtmişken, ilk in­sandaki kaygıdan bahsedebilir misiniz? İlkel insanın da duygulanım alanı, duygu dünyası, du­yusal yaşantısı olduğuna göre, o da endişe, kaygı, korku, öfke ya da neşe, sevinç, umut duyduğu anlar yaşamıştır. Başka bir deyişle ilkel insan da elem ile haz arasında yer alan duygulanım yelpazesinde bulunan bütün duygu du­rumlarını yaşamıştır. Bu duygu durumlarının coştuğunu, şiddet ve yoğunluk kazandığını gösteren davranışlar sergi­lemiş, eylemlerde bulunmuştur.

İlk insanlar, güneşin batması, yeniden doğması; ayın büyüyüp küçülmesi; aydınlığın karanlığa dönüşmesi; rüz­garın, fırtınanın, kasırganın sesi; gök gürültüsünün, şimşe­ğin, yıldırımın yarattığı bir anlık parlak ışık; karın yağma­sı, sıcağın kavurması gibi doğal olayların etkisi altında kalmıştır.
Sonlu bir varlık olan insan, sonsuz bir varlık olan do­ğaya ve evrene bağlanmış, sonlu varlığın sınırlarını aşarak sonsuz varlığa yönelme ve onunla bütünleşme çabası içine girmiştir. Bu çaba kimi kez din, mezhep, tarikat gibi mistik yaşantıyla, kimi kez bilim ve sanatla gerçekleşmiştir.
İlk insanlar doğayla, evreni dolduran gizemli güçlü varlıklarla büyü ayinleri, törenleri yaparak anlaşma, uzlaş­ma yoluna gitmeye çalışmışlardır.

Bu ayinler nasıl oluyordu?

Bu ayinler, törenler, dans, müzik ve şiirden oluşuyordu. Bedenlerini boyayan, tahtadan yapılmış maskeler takan, birtakım hareketler, jestler yapan ilk insanlar sesin, şiirin, müziğin eşliğinde birleşip bütünleşiyorlar, kendilerinden geçip duygu ve coşkuyla doluyorlar, esrime durumuna ge­çiyorlardı. Bu ayinler, törenler zamanla ilkel dinlerin kay­nağını oluşturmuştur.

İnsanlar kendileriyle gökyüzünde bulunan iyi ruhlar ve tanrılar ile yeraltında saklanan cinlerin, devlerin, kötü ruhların, şeytanların arasındaki çatışmayı, sürtüşmeyi azaltmak ve böylece yaşamına haz vermek için ayinler, tö­renler düzenlemeyi ve bunları da üstün nitelikli insanların yönetmesini düzenli biçimde sürdürmeye başlamışlardır.

Dinsel ayinleri, törenleri yöneten şamanlar gökyüzün­deki tanrı ile yeraltındaki cinlerin, devlerin, kötü ruhların, şeytanların anlaşmasını, uzlaşmasını sağlayarak yeryüzün­deki insanın kaygıdan kurtulmasını, mutlu yaşamasını sağlamaya çalışmışlardır. Kaygı, insanlık tarihi boyunca tüm insanlardaki ortak belirtidir.

Panik Atak Nöbeti ve Krizi

Panik Nöbeti ne demektir? Panik Atak Krizi

Tıp dilinde bu kelime, birdenbire ortaya çıkan bedensel ve ruhsal sıkıntılarla kendini gösteren durumu anlatmak için kullanılıyor. Panik nöbeti (panik atak) birçok bedensel ve ruhsal hastalığın başlangıcında ya da gelişimi sırasında ortaya çıkabiliyor. Sık olarak fobiler, obsesyonlar, nevroz­lar ya da başka birçok sendromla birlikte görülebiliyor. Panik atak başlı başına ayrı bir klinik tablo olarak kabul ediliyor.

Depresyon ve Panik Atak

Panik nöbetin özelliği, birdenbire, durup dururken gel­mesidir. Ne zaman geleceğini, kişi önceden kestirmekte ço­ğunlukla zorlanır. Bu nöbeti yaşayan kişi veya kişilerin normal yaşantıları izlendiğinde, yaşantılarında, ilişkilerini kurmakta bir sorunu yok gibi görünür. Her şey normal seyrinde giderken, birdenbire kişinin bedensel ve ruhsal yakınmaları başlar. Panik nöbetin temel özelliği, btı nöbet sırasında kişinin aşırı korku, telaş, endişe içinde bulunma­sıdır. Bu durumdaki kişiyle iletişim kurmak neredeyse ola­naksızdır. Bu nöbeti geçiren insanlar genellikle sonradan bunu tekrar yaşama korkusu duyarlar.

Panik Atak Nöbetleri; Neden korku duyarlar? Sanki bu durumda süreci fark etmiyorlar gibi bir izlenim bırakıyorlar değil mi?

Evet, onlarla iletişim kurmak zordur, ama panik nöbeti geçiren kişinin yaşadığı süreçler onu zorlar. Yani fiziksel olarak zorlar. Mesela ağzı kurur, boğazından bir şey geç­meyecek sanır, kalbi çok hızlı çarpmaya başlar, tansiyonu yükselir, başı dönmeye başlar, elleri titrer, kendine hakim olmakta zorlanır, bütün vücudu donacak kadar soğur, gözbebekleri büyür, bitkinleşir, her şeye karşı duyarlılaş-maya başlar, devamında sindirim faaliyetleri artar. Tüm bunlar, kişinin aslında farkına vardığı durumlardır.

Panik atak yaşayan kişi, yaşadığı bu süreçlerden rahat­sız olur, çünkü onları o anda ve sonrasında çok kötü algı­lar. O anda, ölüm korkusu çok hakim olduğu için yaşama sevincini kaybeder. Ve o, artık tedirgin biridir.

Panik Atak Kalp Krizi

Panik atak geçiren insanlar genellikle o sırada kalp krizi geçirmekten korkar. Böyle birçok hastamız gece boyun­ca hastane hastane dolaşır, sonuçtan ikna olmaz ve sabaha kadar bu hastane ziyaretleri sürer, ama sonunda bir şekil­de bitkin düşer.

Panik nöbetlerle birlikte görülen diğer psikolojik so­runları sıralayabilir miyiz?
Panik atakla birlikte agorafobi, çeşitli fobiler, genel kaygı bozukluğu, anksiyete, obsesif-kompülsif bozukluk, post travmatik bozukluk görülebilir.

Panik nöbetin fizyolojik ve ruhsal belirtileri

Panik nöbetin başlıca belirtileri nelerdir?

Bu nöbetin iki temel alanda ortaya çıkan belirtileri var. Bunların bir kısmı daha öncelik taşıyan belirtilerdir ki, bunlar fiziksel ya da fizyolojik belirtiler olarak adlandırılı­yor. Bir de ruhsal belirtileri var.

Öncelikle fizyolojik belirtileri sıralayalım isterseniz? Elbette. Bu belirtileri şöyle sıralayabiliriz:
Solunum güçlüğü çekmek,
Kalpte aşırı çarpıntı hissetmek,
Göğüste ağırlık hissinin yaygınlaşması,
Kalp atış sayısının birdenbire çok yüksek rakamla­ra ulaşması,
Göğüste basınç ve ağrı yaşanması,
Boğulma ve tıkanma duygusu içine girmek,
Ani gelen baş dönmesi,
Göz kararması,
Vücudu dengede tutmakta zorlanmak,
Bununla birlikte bir düşme duygusu yaşamak,
Vücut ısısının birden düşmesi veya yükselmesi,
Ellerde yanma hissi oluşması,
Vücutta titremeler olması,
Sıcak havada bile üşüme hissinin yoğunlaşması,
Mideye bir şey çöküyor hissi,
Avuç içlerinde terleme,
Her tarafta sıcaklık hissetmek,
Ellerde titreme,
Diz ve bacaklarda güçsüzlük veya esneklik,
İç titremesi, titreme duygusu,
Ağız kuruluğu,
Boğazda yumruk hissi,
Bulantı veya ishal,
Gerçekdışılık hissi ("rüyada gibiyim"),
Açık olarak (net olarak) düşünememe,
Kısmen felce uğramışlık duygusu.
Panik Atak Tansiyon

Gerçekdışı bazı duygu ve düşünceler de bu belirtilerin ruhsal alanına işaret eder.

Peki, o zaman ruhsal alanda görülen sıkıntılar ve deva­mındaki belirtiler nelerdir?

Ruhsal alanda en fazla görülen şey, ciddi bir ölüm kor­kusunun varlığıdır. Bu korku kişinin tüm benliğini kaplar. Zaten bütün kaygı bozukluklarının psiko dinamiğinde ölüm duygusunun yarattığı korkunç bir dehşet vardır. Ay­rıca bu korkulara şu duygular da eşlik eder:
"Ölmek üzereyim",
"Kalp krizi geçiriyorum",
"Aklımı yitirmek üzereyim",
"Kendimden geçmek üzereyim",
"Tıkanmadan öleceğim",
"Nefes almam mümkün olmayacak",
"İnme inecek, felç olabilirim",
"Kontrolümü kaybediyorum",
"Tansiyonum çok yükseldi, beyin kanaması geçir­mek üzereyim."

Savunma düzeni bir anda altüst olur, Panik Atak Anksiyete

Ancak bu ölüm korkusu insanların çoğunda yok mu­dur zaten? Çünkü biliyoruz ki birçok insan ölüm korkusu ile hayatın çekiciliğini bir arada yaşamaya çabalıyor?

Evet, kesinlikle vardır. Bu duygu tüm insanlarda bulu­nuyor hatta. Ama savunma düzeniyle bu duygu ve korku hep ertelenir, engellenir, denetlenir ve nihayetinde yaşamı sürdürebilmek için bastırılır. İnsan bu duyguyu bastırmak için kendine çeşitli uğraşlar, amaçlar bulur. Ancak panik atak sırasında bu savunma düzeni bir anda ve beklenmedik bir biçimde altüst olur. Bu korkunun önüne geçebilecek, onu bertaraf edebilecek tüm düşünceler silinir. Bu nedenle, ruhsal olarak ölüm duygusu insanın bedenine, ruhuna ha­kim olur, onu bezdirir. O zaman kişi, bu korkuyu bazı rahatsızlıklarla perdelemeye çabalar. Bazen, "Kalp hastalığım var, öleceğim" diye çıkar ortaya, bazen, "Aklımı kaybedi­yorum" diye çıldırma noktasına gelir ve hiçlik duygusuyla dolar. Bazen sorun bir amansız hastalık olarak görünür. Ki­şi kendini mutlaka ölüme götürecek bir amansız hastalığın pençesinde kabul eder. Ve panik dediğimiz duyguyla tüm iradi, bilişsel davranışların kaybı çıkar ortaya.

Panik Atak Nefes

Ölüm duygusu tüm insanlarda var dediniz, ama insan nasıl bir psikolojik yapıda olmalı ki, böylesine kuvvetli pa­nik yaşasın?

Bir kere ölüm duygusu tüm insanlarda ortak, evrensel genel ve yaygın bir durum. Hatta insan dünyaya geldiği ve bilinçlenmeye başladığı andan itibaren, yaşama duygusu­nun yanında, ölüm duygusunu da beraber götürür. Öyle ki, bazı ruh bilim öğretileri, temelde insana her şeyi yaptı­ranın ölüm duygusu olduğunu söyler. Ve onlara göre, her yaptığımız eylem, bundan kurtulmak, bunu düşünmemek içindir. İnsan biraz durup kendini kurcalasa, biraz yalnız kalıp düşünse zaten bu korku doğal olarak çıkıyor ortaya. Dediğim gibi her insanın korkusu vardır, ama korkusu olanlarla konuşunca, bu insanların neden korktuğu çıkı­yor ortaya. İster uçak, ister böcek, ister gök gürültüsü ol­sun fark etmez, her korku altında ölüm korkusunu barın­dırıyor. Ben hastalarıma kimi zaman soruyorum. Örneğin, "Hastalanırsam diye korkuyorsun, hastalansan ne olur" diyorum. Verdiği cevap, "Ölürüm" oluyor. Bayılmaktan korkan hasta da ölmekten korkuyor aslında.

Panik atağı açısından kadın-erkek riskleri ne kadardır? Kadınların erkeklere göre hastalığa yakalanma riski üçte iki. Panik bozukluğun en yaygın görüldüğü yaş gru­buna yine ortalama açısından baktığımızda, 25 yaş civarında. Fakat panik atak veya agorafobi hayatın herhangi bir döneminde ortaya çıkabiliyor. Mesela, panik bozuklu­ğunun çocuklarda ve erken ergenlerde ortaya çıktığına dair raporlar da var. Panik bozukluğu teşhisi konmuş hastaların dörtte üçünde agorafobinin de buna eşlik ettiği görülüyor. Agorafobili hastaların üçte ikisinde başlangıç­ta herhangi bir panik atak hikayesi bulunmuyor. Toplum­sal araştırmaların konusu olan agorafobi çalışmalarında (Eaton ve Keyl, 1990), panik bozukluğu olmayan agora­fobilerin sayısı ise hastaların yarısını oluşturuyor. Bu ça­lışmalar arasındaki farklılıkların nedeni tam olarak bili­nemiyor. Ancak biliyoruz ki, birçok hasta tablosunda agorafobinin başlangıcı aşamasında travmatik bir olayın olduğu gözleniyor.

Panik atak sırasında duygulanımda ortaya çıkan belir­tiler, bulgular nelerdir? Panik Atak Belirtileri

Genel olarak panik atak sırasında ileri derecede endişe, kaygı, korku, aşırı duyarlılık gibi duygu durumları hakim­dir. Panik atak, durumluk kaygı düzeyinin birdenbire art­ması, yükselmesi sonucu ortaya çıktığı için, bu kişilerde sürekli kaygı ve durumluk kaygı düzeyinin yüksekliğine göre duygulanım belirtileri, yakınmaları görülebilir.

Ve bu durumdan kaçma ya da savaşma kararının alın­ması, bunların gerçekleşmesi için yapılan girişimler, du­rumluk kaygı düzeyini genellikle yükseltir. Duygulanım alanını birdenbire büyük bir korku kaplar. Bu korku, de­diğimiz gibi daha çok kalp ya da ruh hastası olmak, kendi denetimini yitirmek, delirmek gibi düşünceleri içerir. So­nuçta ise göğüste sıkışma, soluk alıp vermede zorluk his­setme gibi bedensel belirtilerle, kaygının düzeyi iyice artar. Nöbete bağlı belirtiler artar gider, bunların süresi de uzar. Bayılma, endişe gibi duygular da artar. Yani kaygı korku­yu tetikler ve sürekli kaygıya dönüşür.

Uyum bozuklukları, Panik Atak Baş Dönmesi

Zorlanmanın getirdiği ruhsal bozukluklar ve bunların panik atakla ilişkisi nedir?

Ruhsal, toplumsal nitelikli zararlı etkenin yarattığı zor­lanma sonucu ortaya çıkan ve insanın toplumsal uyumu­nu, iş verimini azaltan ruhsal tepkiler uyum bozukluğu grubu içinde toplanmıştır.
Uyum bozukluklarına tanı koyabilmek için şu ölçütler aranıyor:

Saptanabilen, tanınabilen, ruhsal ve toplumsal ni­telikli zararlı bir etkenin bulunması,
Zararlı etken ile ortaya çıkan uyum bozukluğu arasında üç-dört aylık bir sürenin bulunması,
Zorlanmaya karşı alışılagelenden, beklenenden daha fazla ve uzun süreli tepki verilmesi,
Bireyin toplumsal uyumunun ve iş veriminin bo­zulması,
Daha önce geçirilen bir ruhsal bozukluğun ya da hastalığın yeniden ortaya çıkması.
Zorlanmaya bağlı uyum bozukluklarını başlıklar altın­da toplarsak neler söyleyebilirsiniz? Zorlanmaya bağlı uyum bozukluklarını şöyle sıralaya­biliriz:
Ruhsal çöküntünün etkin olduğu duygu durumuy­la birlikte olanlar,
Kaygılı duygu durumunun etkin olduğu duygu du­rumuyla birlikte olanlar,
Karmaşık duygulanım ve coşku durumuyla birlik­te olanlar,
Ataklarla birlikte olanlar,
Karmaşık duygu durumu, coşku ve ataklarla iç içe olanlar,
Çalışma, iş veriminin azaldığı uyum bozuklukları,
İçe kapanmayla birlikte olan uyum bozuklukları,
Temel özelliği olmayan uyum bozuklukları.

Ruhsal ve toplumsal nitelikli zararlı etkenler, kişilik ya­pısının özellikleri ve yatkınlığına göre korkulara, saplantılı ve takıntılı bozukluklara ve ruhsal çöküntülere yol açabilir.

En sık ve en önemli sıkıntı bozukluklarının başında pa­nik atak ya da nöbeti durumu gelir. Bunlar, ne zaman ve nerede ortaya çıkacağı belli olmayan nöbetlerdir.

Sözünü ettiğiniz bu panik nöbetleri çoğunlukla ilk ne zaman ortaya çıkar?

İlk panik nöbetleri çoğunlukla gençlik çağının sonun­da, erişkinlik çağının da başlangıcında ortaya çıkar. Orta yaştan sonra başladığı çok nadir görülür. Ruhsal çözümle­me öğretisi panik nöbetlerini, erken yaşta ana-baba kaybı ya da aileden ayrılmakla açıklar.

Panik Atak Geçer

Panik atağın toplumda görülme oranı nedir?

Panik atak, kadınlarda erkeklere göre 2-3 kat daha sık görülüyor. Panik atağın toplumda görülme oranı yüzde 1,5 ile 3 arasında. Örneğin, bu sorunu yaşayanların dörtte üçü kadınlar. Panik atak kadınlarda yüzde 2,1, erkeklerde yüz­de 0,6 oranında görülüyor. Dünya nüfusunun onda biri ya­şamı boyunca bir kez olsun panik atak geçiriyor ve bunla­rın altıda biri panik bozukluğu olarak kalıyor. Değişik has­talıklara bağlı olarak ortaya çıkan panik atakların ve "sı­nırlı belirtili atakların" ise yüzde 15 ila 20 olduğu biliniyor.

Panik Atak Bozukluğu

Panik atak denildiğinde, ilk akla gelen fiziksel belirtile­ri ve bunların sebeplerini açıklayabilir misiniz?
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Nefes almakta güçlük yaşanır,
Hemen hemen kaygı yaşanan tüm durumlarda nefes alma sorunu da bununla aynı anda ortaya çıkar,
Sanki biraz sonra nefes alamayacak gibi hissetme, nefesin hızlı alınıp verilmesi sorunu yaşanır ve bu düzensizlik genellikle göğüs kaslarının gerilmesine bağlıdır,
Soluk alamamak kadar aşırı bir şekilde soluk alıp verme durumu da panik atakta görülür,
Ve bütün bu gerilimlerin sonunda bedenin güçsüz kalması durumu yaşanır,
Kişi bitkin düşer, bu arada kan şekeri düştüğü için de bitkinlik hissedilebilir,
Yaşanan aşırı kaygılı durumdan dolayı vücuttaki kaslardan bazıları aşırı gerilir, bunun sonucunda sindirimi yapan kaslar da gerildiği için sindirim hızlanabilir, mideye kramplar girebilir,
Enseden başlayan bir baş ağrısı görülür,
Bu hareketliliğin sonucunda kalp atım hızı da deği­şime uğrar, genellikle aşırı hızlanır, bu da baş dönmesine neden olur.

Panik Atak Hastaligi Nedir

Panik Atak Nedir?, Panik Atak Forum

Türkiye'de bu isim farklı kul­lanılıyor, çünkü hastalığın asıl adı panik bozukluk. Bu tar­tışma, 1990'ların başından beri devam ediyor. Konuya ilişkin en somut açıklamayı, Ankara Üniversitesi Hacette­pe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Orhan Öztürk yapmış ve şunları yazmıştı: "Ülkemizde son yıllarda panik bozukluğunda görülen panik nöbeti karşılığında, bu duru­ma panik atak denmesi halk arasında da yaygınlaştı. Köylü-kentli hastalardan, 'Bende panik atak hastalığı var' den­diğini sık işitiyorum. İki tıbbi sözcüğün bu denli kısa süre­de, bu denli yozlaştığını hiç görmemiştim. Sanırım hem panik, hem atak gibi iki keskin sözcük sıkıntılarını anlat­maya çalışan hastalara çekici geliyor. Atak sözcüğünün asıl anlamını bilmeden benimsemişler. Kimi hekimler de çeviri yaparken, panik bozukluğu, panik atak olarak yazıp kullandılar. Ve yanlış kullanım yaygınlaştı." Her ne kadar bunun doğrusu panik atağı ise de artık panik atak tanım­laması yerleştiği için bizde okurlarımızın kafasını karıştır­mayalım ve bundan sonra açıklamalarımızda panik atak tanımlamasını kullanalım.

Panik bozukluk ve panik nöbeti, Panik Atak Hastalığı

Yani Türkiye'de panik bozukluk ve panik nöbeti kav­ramı yanlış ifade ediliyor öyle mi?

Ülkemizde, toplumda, hatta hekimler arasında "kaygı bozukluğu" (anksiyete disorder) tanımı içinde yer alan "pa­nik bozukluğu nöbeti" (panik disorder) karşılığı olarak, dil­bilgisi açısından hatalı olan, doğrusunun "panik atağı" ol­ması gereken "panik atak" kelimesi, genel ve yaygın biçim­de kullanılıyor. Bu nedenle panik bozukluğu terimini kul­lanmayı uygun görüyoruz. Bilindiği gibi "panik atak" (pa­nik atağı), yaygın kullanılan tanı ölçütlerinde anksiteye bo­zukluğunu tanımlar. Ve anksiyete disorders başlığı altında bulunuyor. Bu başlık altında panik atağı içeren ve onunla birlikte seyreden psikiyatrik sorunlar ise şunlar:
Agorafobi olmadan panik bozukluk,
Agorafobiyle birlikte panik bozukluk,
Panik bozukluğu olmadan agorafobi,
Özgül fobi,
Sosyal fobi,
Obsesif-kompülsif bozukluk,
Postravmatik stres bozukluğu,
Akut stres bozukluğu,
Yaygın anksiyete bozukluğu,
Başka nedene bağlı kaygı bozukluğu,
Model kullanımına bağlı kaygı bozukluğu,
Başka türlü adlandırılamayan kaygı bozukluğu.

Panik Atak Nasıl

"Panik" kelimesinin kökeni mitolojik bir öyküden ge­liyor. Bu mitolojik öyküyü anlatır mısınız?

Pan, Yunan mitolojisinde kırın ve çobanların tanrısı olarak anılır. Yan keçi yarı insan şeklinde tasvir edilir. Kır­larda aniden insanların karşısına çıkıp görüntüsüyle insanları korkuttuğu için "panik" sözcüğü buradan türemiştir. Tanrı Pan efsanesi ve kişiliği hakkında Behçet Necatigil'in 200 Soruda Mitologya'daki anlatımı şöyledir: "Dağlık Ar-kadia'da küçükbaş hayvanların, çobanların tanrısı. Keçi ayaklı Pan, Hermes'in oğludur. Tanrıların, çokluk, insan kılığında değil de hayvan kılığında düşünüldüğü ilk za­manlarda Pan da keçi kafalıydı, sonradan bu keçi kafasın­da sadece boynuzlar ve sakalı bırakılarak insan yüzü ol­du." Azra Erhat'ın Mitoloji Sözlüğü'nde ise Pan şöyle tanımlanıyor: "Pan, çoban kavalını sever, azgın tekeler gibi güzel nympha'larm peşine düşerdi. İnsanların, hayvanların uyuduğu kızgın, ıssız yaz öğlelerinde birdenbire, beklen­medik gürültüler koparır, dört bir yana 'panik' korkular saçardı. Maraton savaşı gecesi Persleri bu şekilde paniğe uğrattığı için, Atinalılar savaştan sonra tanrı Pan'a Akra-polis eteğinde bir tapınak yaptılar. Pan sözü Yunancada 'bütün' anlamına geldiğinden mistikler, sonraları Pan'ı her şeyi yapabilir bir tanrı payesine çıkardılar."

Panik Atak Destek

Günümüze dönersek, tıp literatüründe doğrusu, panik bozukluğu olabilir, ama halk bu sorunu panik atak olarak tanıdığına göre yaygın adıyla devam edelim ve soralım. Panik atakla ilgili demografik özellikler neler? Öncelikle şunu bilmek gerekiyor ki, panik bozukluğu her yaşta başlayabilir. Ancak en sık olarak görüldüğü ve ortaya çıktığı yaş aralığı ise 20 ila 30 arasındadır. Panik atak açısından dünyada yapılan araştırmalara bakıldığın­da, bu sorunu yaşayanlar arasında çok büyük sosyokültü­rel farklılıklar olmadığı görülüyor. Bununla birlikte belki yaşam koşullarının ağır olmasından dolayı, şehirde ya­şayan insanlar, kırsal bölgelerde yaşayanlara oranla daha sık panik atak geçiriyor. Evli insanlarda, dul ya da boşan­mış insanlara göre daha az görülüyor.

Panik atak, bir akıl hastalığı değil

Neredeyse tüm insanlığın sorunu haline gelen panik atağı tanımlar mısınız?

Yukarıda da belirttiğim gibi, panik ataktan önce, panik atağın ne olduğunu mutlaka anlamak gerekiyor. Bu önem­li bir ayrıntı. "Panik atak" göğüste ağrı hissi, kalpte ola­ğandışı bir çarpıntı, terleme, baş dönmesi, kendini kaybet­me korkusu, nefes alamıyormuş gibi boğazının tıkanması ve sonucunda ölüm korkusunun hakim olduğu bir tablo­dur. Bu atağı geçiren kişiler öncesinde bazı belirtiler hisset-seler de genelde atak öyle hızlı gelir ki, kişi bu atağa hazır­lıklı olamayabilir. Panik atak öncelikle bir ruhsal sorun olarak algılanmalı. Yani bir akıl hastalığı değil kesinlikle. Kısaca belirtmek gerekirse, ruhsal hastalıklar iki temel gruba ayrılır. Bunlardan bir kısmı psikoz-akıl hastası dedi­ğimiz, bir kısmı da genel kaygı bozukluğu ya da duygu durum bozukluğu dediğimiz grubu oluşturur. Panik atak ise genel kaygı bozukluğu içinde yer alan bir ruhsal sorun olarak çıkar karşımıza. Panik atağın kendini göstermesi daha çok ruhsal ve fiziksel belirtilerle olur.

Panik Atağı

Bu atakların süreleri ne kadardır?

Süresi, atağın gücüne bağlı olarak değişiyor tabii ki. Bir panik atak ya da nöbeti yarım saat "kadar sürebilir ve bu ataklar çok kısa süre içinde, mesela 10 dakikada, atağın en tepe noktasına ulaşabilir. Panik bozukluğu durumunda biraz daha farklı bir tablo vardır. Çünkü bozukluk süre­since, zaman zaman ortaya çıkan ve ne yazık ki tekrarla­yan ataklar vardır.

Tam olarak anlamak gerekirse, panik atağı karşımıza çıkaran sebepler nelerdir?
Panik atağın ortaya çıkışında bazen hiçbir neden bu­lunmuyor ne yazık ki. Kişi, kelimenin tam anlamıyla bir­denbire neye uğradığını şaşırıyor. Bazen de durum tam ter­sine olup, daha önceden insanın hayatında var olan takın­tılar, korkular, kaygılar, saplantılar nedeniyle ortaya çıkı­yor. Şöyle ki, bir korkunun, saplantının etkisi altında, o saplantının, korkunun boyutları artarsa ya da onu artıran bazı koşullar, ortamlar içine girilirse bu nöbet ortaya çıka­biliyor. Kaygılar insanın atak-nöbet geçirmesine ciddi ola­rak zemin hazırlıyor.