Kimyasal - Gunes ve Katran Yaniklari

Özel Bölgelerin Yönetimi

Genel yanık tedavisi ilkelerinin uygulanması ya­nında, vücudun bazı bölgelerinde değişik bakım ve tedbirler gerekir. Bunlara aşağıda kısaca değinilmiştir.

Yüz Yanığı: Yüzeyel yanıklar açık bırakılır. Hasta yü­zünü günde iki kez sabun ve su ile yıkar; daha son­ra basitrasin, silverdin, vd. pomatlar sürülerek ku­ruması önlenir. Derin yanıklarda gümüş sulfadiyazinle kapalı pansuman ve bazen, hasta için hazır­lanmış özel yüz maskeleri ile hafif kompresyon ge­rekir.

Kulak Yanığı: Yüzeyel yanıklar açık bırakılabilir, an-tibiyotikli pomadların günde birkaç kez uygulan­ması yeterli olmaktadır. Derin yanıklar da silverdin, vd. yanık pomatları ile kapalı pansuman gerekir. Ancak, yanıklı kulağın üstüne yatılması veya diğer baskı uygulamaları süpüratif kondrite ve kulak kepçesinin kaybına kadar giden gelişmelere yol açar. Bu nedenle, kulak kepçesi yanıklarında, kula­ğın dış etki ve baskılardan yumuşak pansumanlar ile korunması gerekir. Hematom oluştuğunda ilk fırsatta drenaj ile baskı kaldırılır.

Gözler
: Göz yakınında oluşan yüz yanıkların­dan kaynaklanan enfeksiyonlar ile konjunktivit ge­lişebilir. Gözleri sık sık fizyolojik serum ile irige et­mek, antibakteriel göz damlaları ve kapaklar için krem uygulamak gerekir.
Göz kapaklarının yüzeyel yanıklarında ödem nedeni ile gözler 48-74 saat kapalı kalır. Bu dönem­de gözlere serum fizyolojik irigasyonu yapılır, göz kapaklarına antibakteriel krem uygulanır; pansu­man ile kapatılır. Daha sonraki günlerde gözler açıldığında kapaklara antibakteriel krem sürülerek tedavi sağlanır.

Göz kapaklarının derin yanıklarında en ciddi tehlike ektropion gelişmesidir. Kapakların tam ka-panamaması konjunktivit, kornea kuruması, kor­neada ülser gelişmesi, panoftalmit gibi gelişmelere yol açar. Göz kapakları yanıklarında oftalmolojik konsültasyon gerekir.

El Yanığı ve yanık deri Yüzeyel yanıklarda elleri yukarı kaldıra­rak ödem gelişmesi azaltılır. Çevresel yanıklarda hastanede takib ile dolaşımın yeterli olmasını sağ­lamak gerekir. Yanık yarası, antibakteriyel yanık kremi uygulandıktan sonra kapalı pansuman ile veya özel eldivenler ile korunur. Ele tenis topu tu­tuyormuş gibi pozisyon verilir. El hareketleri için egzersiz programlarına hemen başlanır; fizik teda­vi ana tedavinin ayrılmaz parçasını oluşturur. Bu konu ayrıca 33. bölümde gözden geçirilmiştir.

Perine: Yüzeyel perine yanıkları antibiyotikli krem, silverdin, vd. ile tedavi edilebilir. Derin pe­rine yanıklarında 24-48 saatte üriner obstrüksiyon gelişmesi ihtimali büyük olduğundan hastanede
takib gerekir. Derin yanıklar silverdin pom. ve ka­palı pansuman ile takib edilir.

Özel Yanıklar

Gelişmesi, fizyopatolojik değişiklikleri ve tedavi ilkelerinin aynı olmasına karşılık bazı yanıklarda dikkati çekecek ayrıntı değişiklikleri vardır. Bu tip yanıklara ve farklı taraflarına aşağıda kısaca deği­nilmiştir.

Güneş yanıkları: Sık görülür. Geniş olmalarına karşılık çoğu kez I. derece ya da nadiren yüzeyel II. derece olurlar. Yanık bölgelere ıslak havlu koyup, vantilatör ile hava üflemek, anestezik pomatlar sürmek, soğuk su uygulamak veya anestezik etkili yanık spreyleri püskürtmek gibi tedbirlerle ağrı ge­çiştirilir. Şiddetli yanıklarda kortizonlu merhemler ile lokal reaksiyonlar azaltılabilir. Hastalara birkaç gün süre ile aspirin verilerek sistemik reaksiyonlar önlenir.

Kimyasal (asit yanığı) cisimlerle yanıklar: Yanığı yapan madde asit veya alkali olduğu takdirde yanık böl­ge özün süre bol su ile yıkanır. Geniş olanlarında duş tercih edilir. Yakan kimyasal maddenin nötra-lizanı olan ajanın yanık bölgeye lokal olarak uygu­lanmasının tedavide hiçbir değeri yoktur; hatta, ya­nığı arttırabilir. Bu kuralın tek istisnası hidroflorik asit yanıklarıdır. Hidroflorik asit yanıklarında tek antidot olan kalsiyum solüsyonları veya kalsiyum­lu pomadlar lokal olarak uygulanır. Cildden derine doğru inmiş hidroflorik asid yanıklarında 10-20 mi. kalsiyum o bölgeye enfiltre edilir.

Katran yanıkları: Katran hem o andaki sacaklığı hem de kimyasal tahrişi ile yanık yapar. Ayrıca, cilde yapışmış katranın çıkartılırken cildi tahriş et­mesi de katranın olumsuz etkilerinden biridir. Kat­ran yanıklarında katranın cildden bir an önce ve hastaya ilave bir zarar vermeden çıkartılması ilk­yardımda beklenen ilk işlerden biridir. Bunu sağla­mak için pratik bir yol, katranlı bölge üstüne buz paketlerinin 10-20 dakika kadar uygulanmasıdır. Bu süre içinde katran donup kabuk şeklinde kendi­liğinden cildden ayrılır. Bu usul ile katran çıkartıla-madığı takdirde, benzin ya da diğer petrol ürünle­rinden biri ile katran yumuşatılır ve vazelin likitli bir gazlı beze emdirilir.

Elektrik yanıkları: Elektrik akımına bağlı yanıklar diğer türlerden daha şiddetli olurlar. Yüzey­de görülen yanığın küçük olmasına karşılık derin doku nekrozları çok fazladır. Elektrik yanıklarının bu özelliğini I.V. sıvı replasmanlarında dikkate al­mak ve hesaplamada yüzeyde görülen yanık ile ye­tinmemek gerekir. Elektrik yanıkları için karakte­ristik olan hemoliz ve adale nekrozları sonucu meydana çıkan globilinler akut tübüler nekroz ge­liştirirler. 20 gm/saat mannitol ve 100-200 mEq/sa-at bikarbonat perfüzyonu ile tübüler nekroza karşı önlem gerekir.

Yara Komplikasyonlari

Yanık Komplikasyonları

Yanık, tedavisi uzun süren bir hastalık durumu­dur. Geniş III. derece yanıklarda, 21. günden sonra birkaç kez cild grefleri gerekir. Bu durum, yanık te­davisi esnasında (erken) ve tedaviden sonra uzun yıllar içinde (geç) birçok komplikasyon gelişmesine yolaçar.

Septik komplikasyonlar: Yanık tedavisi esna­sında, erken dönemde, yanık bölgesi dışında bazı organlarda enfeksiyon gelişir. Bunlar içinde en sık görüleni akciğer enfeksiyonları (bronkopnömoni, pnömoni, atelektazi, vd.) olup yanığa bağlı ölümle­rin başlıca nedenidir.

Sistit, üretrit ve periüretral abse yanıkta sık gö­rülür. Hastanın yatakta devamlı yarıyor olması, maseneye sonda konması, vd. gibi nedenler üriner enfeksiyonlara yol açar. Yanıklı hastalarda nedeni bulunmayan ateş yükselmeleri çoğu kez üriner sis­tem enfeksiyonlarına bağlı olmaktadır.

Septik tromboflebit yanıklı hastalarda sık görü­lür. IV kateterlerin 2 günden daha fazla yerinde tu­tulması veya periferik damarlardan hipertonik so­lüsyon verilmesi sonucu meydana çıkar.
Mantar enfeksiyonları geniş yanıklı hastalarda sık görülür. Geniş spektrumlu antibiyotiklerin en-dikasyon olmaksızın kullanılması olayı başlatır ve­ya şiddetlendirir. Bronşit, bronkopnömoni, üriner enfeksiyon, flebit, sepsis, vd. enfeksiyonlarda bak­terilerle beraber veya tek başına izlenir.

Akut gastroduodenal ülserasyon: Geniş yanık­lı hastalarda, travma ve stresin şiddetli seyretmesi, defans mekanizmasının bozulması, mide mukoza­sında ilk günler geçici iskemi oluşması gibi nedenlerle mide ve duodenumda akut ülserler oluşur; abondan kanama ile meydana çıkar. Bu patoloji, ta­rif eden kişiye atfen Curling ülseri olarak anılır. Hastaların erken dönemde oral beslenmeye alın­ması, nazogastrik tüb konmuş olanlara tüb yolun­dan belli aralıklarla antiasit ve sukralfat verilmesi gibi tedbirler ile ensidansı giderek azalmaktadır.

Marjolin ülseri: Yanık nedbesi üzerinde sku-amöz hücreli kanser gelişmesidir. Yanık tedavisin­den ortalama 25 sene sonra meydana çıkar; çoğu kez ekstremitelerde görülür. Kendi kendine bıra­kılmış yanık nedbelerinde, kontraktürlerde veya greftlenmiş nedbelerde oluşur. Devamlı travmaya maruz kalan yerlerdeki eski nedbelerin eksize edi­lip yerine kalın deri greftleri konması nedeniyle günümüzde giderek az görülmektedir.

Yaniklarda İlk Yardim Tedavisi

Yanık Tedavisi

Yanıklı hastanın tedavisine ilk görüldüğü an­dan itibaren başlanır, hastaneye nakli esnasında sürdürülür ve tedavi hastanede geliştirilir.

Yanıklarda İlkyardım: Yanmakta olan insanın koşarak kaç­ması durdurulur, yere yatırılır ve üstüne battaniye atılır.

I. derece yanıklar için özel tedavi gerekmez. Analjezik ve antipiretikler yeterlidir.
Ufak yanıklarda soğuk su uygulaması ile (20 dakika kadar) ağrı ve ödemi azaltmak müm­kündür.
Kimyasal yanıklar hemen, bol su ile uzun sü­re yıkanır. Yüz, göz kapakları ve gözün kim­yasal madde ile yanıklarında hastayı sırtüstü yatırıp yüzüne ve göz kapaklarına su dök­mek gerekir (Avuçla yüze su atma işlemi ye­terli olmaz). Yanık Tedavileri

% 10'dan az, II. derece yanıklarda büller ayıklanır, yara sabun veya antiseptiklerle (bir misli sulandırılmış Betadin Sol.) temizle­nip vazelinli gazlı bezlerle kapatılır.
Bir saat içinde hastaneye varabilecek hastala­ra İ.V. morfin veya dolantin ile analjezi sağ­lanır.
Yanık anından itibaren hastaneye varış için 3-5 saat geçeceği düşünülen hastalara İ.V. sı­vı transfüzyonuna başlanır ve tedaviye yol­da devam edilir.

Hastanede inisiyal tedavi: Hastaneye gelmiş hastalarda aşağıdaki işlemler uygulanır:
Solunum yollarının açık tutulması şarttır. Üst solunum yolu veya inhalasyon yanığı gelişmiş, zehirli gaz ve CO solunumu yap­mış ya da yüz ve boynunda derin yanık oluş­muş hastalara endotrakeal tüb yerleştirilir. Bu hastalara nemlendirilmiş hava solutulur, mukolitik ilaçlar verilir, bronş temizliği sağ­lanır ve enfeksiyon gelişirse uygun antibiyo­tikler verilir. CO zehirlenmesinden şüphe edilen hastalara % 100 oksijen ile suni solunum yaptırılır. Profilaktik antibiyotik ve kor-tikosteroidler yararlı olmamıştır. Analjezi ve sedasyon sağlanır (İV Dolantin 50-100 mg).

Venalardan birine büyük bir iğne ile girilir-veya cut-down yapılıp emin bir damar yolu sağlanır. Komple kan sayımları, kan grup ta­yini ve elektrolitlerin tetkiki için kan örneği alınır. Sıvı transfüzyonlarma başlanır. Tetanus profilaksisi sağlanır. Nazogastrik sonda konur, devamlı aspiras-yon yapılır, ilk iki gün ağızdan bir şey veril­mez. El yanık tedavisi
Mesane sondası koyup saatlik idrar miktarı takip edilir ve kaydedilir. İdrarda albümin, dansite ve sediment tetkiki her gün tekrarla­nır.

Yanmadan sonra geçen sure ve yanık etkeni tetkik edilir, basit bir anamnez alınır, yanığın genişliği ve derinliği saptanır. Aseptik koşullarda yaranın temizlenmesi ve pansumanı sağlanır. Bunun için:

a) Ameliyata giriyormuş gibi yıkanılır ve steril eldiven giyilir.
b) Yara önce sabunlu su ve sonra irrite et­meyen antiseptiklerle (klor veya klorhek-sidin konmuş musluk suyu veya dilue edilmiş Betadin sol.) yıkanır.
c) Büller patlatılır, nekrotık epiderm parça­cıkları eksize edilir, enfeksiyon odakları drene edilir.
d) Ekstremite ve gövdede oluşan yanıklarda ülkemizde bulunan ve yanık için özel ola­rak hazırlanmış yüzevel antiseptik gü­müş sulfadiyazin krem 3-5 mm kalınlı­ğında sürülür ve üstüne gazlıbez-pamuk ile esnek bir pansuman yapıp kapatılır. Bu pansuman 24 saatte bir değiştirilir, konmuş ilaç ve döküntüler fizyolojik se­rum ile yıkanır ve yaraya yeniden aynı ilaç sürülüp kapatılır. II derece yanıklar­da bu işleme 10-20 gün kadar devam edil­diğinde yaranın tamamen iyileştiği ve ta­ze ciltle kaplandığı görülür.
e) Baş, boyun ve perine Yanıklarında, yara açık bırakılarak aynı krem veya solüsyon kaim bir tabaka yapacak şekilde sürülür ve günde 2-3 kere ilaveler yapılarak yaranın daima antibakteriel ilaç örtüsü altın­da kalması sağlanır. Her gün bir kez yara yeri fizyolojik serum ile yıkanıp ilaç ve doku döküntüleri temizlenir; tekrar aynı ilaç sürülür. II. derece yanıkların 10-20 günde tamamı iyileşir. 21 günden sonra halen açık kalmış olan yaraların cilt grefi ile kapatılması gerekir.

Eğer yanık ekstremitede ise yumuşak pansu­manın üzerine elastik bant ile genişçe sargı uygulayıp yara bölgesinde 15-25 mmHg ba­sınç sağlanarak ödem gelişmesi azaltılır.

İntravenöz sıvı tedavisi, yanık ppt: % 10 genişliğinde ve II. derece derinliğinde yanıklarda 24 saatte 2 L lak-tatlı Ringer yeterlidir. Daha geniş yanıklarda çok fazla sıvı-elektrolit-kolloid transfüzyonları gerekir. Bu hastalara verilecek sıvının niceliği ve niteliği için birçok formül önerilmiştir (Evans, Brooke, Parkland, Baxter, v.d.), Herbirinin kendine özgü fayda ve sakıncaları vardır. Aşağıda, en az mahzur­lu en pratik ve faydalı bulduğumuz formül veril­miştir. Buna göre yanıklı hastaya verilecek sıvıların hesaplanması şu şekilde yapılır:
İlk 24 saat için verilecek sıVı miktarı:
Yanık yüzeyi (%) X, Vücut ağırlığı (kg) x 4 kadar laktatlı Ringer solüsyonu.
ikinci yirmi dört saat için verilecek sıvı mik­tarı:
a) Yanık yüzeyi (%) X, Vücut ağırlığı (kg) X 1.5 kadar laktatlı Ringer solüsyonu
b) Yanık yüzeyi (%) X, Vücut ağırlığı (kg) X 0.5 kadar kolloid solüsyonu.
Üçüncü günden itibaren sıvı ihtiyacı ağızdan verilen su ile sağlanır.

Örnek: % 30 yanıklı 70 kg hasta için:
1. gün=30x7xx4=8400 mi Laktatlı Ringer
2. gün= a) 30x70x1.5=3150 mi Laktatlı Ringer
b) 30x70x0.5=1050 mi protein (Freamin, Travmamin, vd.) solüsyonu.
3. gün= ağızdan 3-4 İt. bol proteinli sıvı gıdalar. Takibeden günlerde gerektiği kadar protein ve kan transfüzyonları.

intravenöz sıvı tedavisinde bazı ölçü ve tedbir­ler daima hatırlanmalı ve uygulanmalıdır. Bunlar kısaca:
% 50'den geniş yanıklarda hesaplama % 50 gibi yapılır.
İlk gün için hesaplanan miktarın yarısını ilk 8 saat içinde vermek gerekir. Zira bu süre ka­yıpların en hızlı olduğu dönemdir.

Hematokrit % 40'm altına düşünce aralıklı kan transfüzyonlarma başlanır.
Verilmekte olan sıvı miktarı ile saatlik idrar miktarı arasındaki ilişki daima gözönünde tutulur. İdrar miktarı 50 ml/saaf ten az bulu­nursa verilen sıvı miktarı arttırılır. 75 ml/sa-at'ten fazla bulunursa azaltılır.

Yanık yarasının bakımı ve Yanık pansumanı

Yanıkta, usulüne uy­gun bir yara bakımı tedavide başarının ilk şartıdır. Başlangıçta, yaradaki yabancı cisimler uzaklaştırı­lır, yara serum fizyolojik ile yıkanır ve hastaneye nakledilecek hastaların yaralan üstüne vazelinli gaz-pamuk ile yumuşak bir pansuman yapılır.

Yanık bölgelerin pozisyonlandırılmalarında yerçekiminden yararlanarak ödem gelişmesini azaltmak gerekir. Örneğin, yüz-alın-gözkapakları-boyun-ense bölgelerindeki yanıklarda hastayı oturtmak, el-kol-bacak-ayak yanıklarında hastayı yatırmak ve yanmış ekstremiteyi vukarı kaldırmak ödemi minimuma indirir.

Yanıkta ana sorun 1. günden itibaren gelişen ya­nık yarası sepsisini önlemektir. Böylece II. derece veya III. derece yüzeyel yanıkların derinleşmesi önlenir ve hastanın cild plastisine ihtiyacı kalma­dan 10-20 gün içinde tedavi edilmesi sağlanır. Bu­nun için yanık yüzeyinde ilk günden itibaren çok etkili bir antibakteriyel tedavi uygulaması gerekir. Yanık yaraların avasküler olması, etrafındaki do­kularda ve tabanındaki sağlam dokularda gelişen ödemin dolaşımı ciddi bir şekildi- kısıtlaması nede­niyle, sistemik yoldan verilen antibayotiklerle ya­nık yarasında enfeksiyon gelişmesini önlemek mümkün olamaz. Zira o bölgede antibiyotiklerin etkili konsantrasyona ulaşmaları mümkün değildir ve bakteriler kısa sürede rezistans kazanıp flora de­ğiştirmektedirler.
Yanık yüzeyinde kuvvetli antibakteriyel etki sağlayabilecek madde, ancak yüzevel olarak sürülebilir olmalı ve aynı zamanda, a) geniş spektrum-lu olmak, b) rezistan suş gelişmesini önleyecek et­kiye sahip olmak, c) dokulardan derine inme ye­teneği fazla olmak, d) toksik olmamak, e) kolay sağlanmak ve ucuz olmak gibi birçok özellikleri içermelidir. Bu amaçla kullanılan maddelerin sayı­sı çok kısıtlı olup 1-% 0.5 gümüş nitrat sol, 2- % 0.1 gentamisin pom., 3- % 10 mafenid krem, 4- % 0.1 gümüş sulfadiyazin krem, 5- providon iyodür sol. veya kremi denenmiş; en az sakıncalı ve en çok et­kili olarak yalnızca gümüş sulfadiyazin bulun­muştur. Bu maddelerin kullanılma tarzı hep aynı olmakta; yara yüzeyine bolca konulup (3-5 mm ka­lınlığında) günde 1 kere fizyolojik serum ile yara yıkanıp bir gün önce konmuş krem ve hücre dö­küntüleri atılmakta ve ilaç uygulaması tekrarlan­maktadır. Yara vazelinli gazlı ve pamuklar ile es­nek bir pansumanla kapatılabilir veya tamamen açık bırakılabilir. Açık kalan yaralara her gün bir­kaç kere krem ilavesi gerekir. Yanık pdf

Providon iyodür sol. ülkemizde temin edilmek­tedir. Yarayı açık bırakmak ve günde 1-2 kere uy­gulamak yöntemiyle yüzeyel antibakteriyel etki sağlanabilir ve 2. derece kısıtlı genişlikte yanıklar­da başarı ile kullanılabilir.

Metabolizma ve nutrisyonel destek: Yanık ya­ralanmalarında gelişen sistemik etkiler diğer trav­ma ve yaralanmalarda olduğu gibidir; ancak, çok şiddetli seyreder ve uzun sürer. Yanıklı hastada ilk iki veya üç gün içinde, atım hacmi ve metabolizma­nın azalması ile seyreden "düşkünlük dönemi" iz­lenir. Bunu takiben "hipermetabolik dönem" başlar ve yanığın şiddetine paralel olarak 2-3 hafta sürer. Bu evrede hipertermi, hiperkinetik kan dolaşımı, aşikar protein yıkımı ve insüline dirençli hipergli-semi gelişir; kanda adrenalin, noradrenalin korti-kosteroidler çok artar. Bazal metabolik enerji ge­reksinimi iki veya üç kat çoğalır.

Adrenalin, noradrenalin, kortizol ve glukagon stres hormonları olup glikoneojenezi arttırarak enerji sağlamak, inflamatuar cevabı baskılamak, vd. gibi işlevleri vardır. Başlangıçta birkaç gün sü­re ile canlıyı korumak şeklinde gelişen bu fonksi­yon, daha sonra hipermetabolik evreyi şiddetlendi­rip hastanın hayatını tehdit eder hale gelir. Hasta­larda kilo kaybı çok hızlıdır. Bu nedenle, yanıklı hastalara nutrisyonel desteğin vakit kaybetmeden ve yeterince sağlanması gerekir.

Bu hastalar 3-5. günden itibaren ağızdan gıda alabilir hale gelirler. Artmış olan enerji ihtiyacı (40 x yanık yüzdesi) + (25 x Vücut ağırlığı) olarak hesap­lanır. Örneğin 70 kg. % 30 yanıklı hastada (40 x 30) + (20 x 70) = 3000 kalori gereklidir ve bunu bazal de­ğerlerin 2-3 misline çıkartılmış proteinin yanında şeker ve yağ ile veya piyasada satılan hazır enteral gıdalar ile sağlamak, 2 gm/günde C vitamini ve ba­zal ihtiyacın 3 misli B kompleks vermek gerekir.

Hafif yanık tedavisi

Ağızdan gıda alamayan hastalarda nazogastrik sondadan damla damla perfüze edilen, birkaç kg. süt içine eritilmiş yağ, şeker ve yumurta ile veya enteral besinler ile artmış enerji ihtiyacı kolayca te­min edilebilir. Nadiren geniş yanıklı, ihmal edilmiş ve çok zayıflamış hastalarda İ.V. hiperalimentas-yon gerekebilir.

Yanık yarasında ileri işlemler: anığı takibe-den 3-4. günlerde yara yerinde ödem azalır ve 2. derece yanık bölgelerde kan dolaşımı, kısıtlı olsa bile tekrar başlar. 3. derece yanık yarasının gelece­ğini, birbiri ardına gelişen dört unsur tayin eder. Bunlar: a) ölü dokuların kaldırılması, b) konnektif doku ve damarların rejenerasyonu, c) epitelyal ge­lişme, d) kontraktür gelişmesidir.

Derin yanıklarda ölü dokuların vara yerinden ilk fırsatta uzaklaştırılması, cerrahinin ilk işlemini oluşturur. Nekrotik kitlenin yara tabanından ken­diliğinden ayrılması, o bölgedeki kollajen doku­nun, enzimlerin yardımı ile, parçalanmasına bağlı­dır. Bu işlem, kendi haline bırakılırsa çok yavaş ge­liştiğinden, hariçten anzimatik debritman yapan ilaçlarla olayı hızlandırmak mümkün olur. Nekro­tik kısımların, o bölgeye yapılan yü/evel, ufak ke-siler ile tamamen çıkarılması (erken teğetsel eksiz-yon) işlemi çok kanamalı ve travma tik olduğun­dan, ancak yanık merkezlerinde deneyimli kişiler tarafından uygulanmaktadır.

Derin yanıklarda, 21. günden itibaren, nekrotik dokuların kalkması ile beraber tabanda sağlam bir kollajen tabakası üstünde damardan zengin bir granülasyon dokusu gelişmeye başlar. Bu devrede, özellikle yüzeyel antibakteriyel ilaçların yardımı ile yara enfeksiyonu azaltılmış ise, ilk fırsatta cilt gref-lemesi ile yaranın kapatılması sağlanır. Aksi tak­dirde, granülasyon dokusunun uzun süre kalması­na müsaade edildiği nisbetle tabandaki fibröz doku artar, yarayı merkeze doğru çekip kontraksiyon ve deformasyonlarm gelişmesine sebep olur.

Küçük bir sahada oluşmuş 2. derece derin veya 3. derece yüzeyel yanıklarda kıl folikülleri, ter gud­deleri ve apokrin guddeler içinde canlı kalmış epi-tel hücrelerinden, eğer yarada enfeksiyon önlene­bilmiş ise, hızla epitel adacıkları oluşur ve birbirle­ri ile birleşerek yara yerini örter. Ancak bu işlem kı­sıtlı yüzeyler için geçerlidir ve yüz, boyun, el, avuç, dirsek, koltuk altı, diz, ayak sırtı gibi kalın ve esnek epitel gerektiren ve kontraktür gelişmesi işlemi hızlı olan bölgeler için bahis konusu olamaz.

Geniş ve derin yanıklarda, kendiliğinden iyileş­meyi beklemek yerine, 21. günden itibaren bol da­marlı olarak gelişmiş ve enfeksiyondan temizlen­miş granülasyon dokusunun cildle kaplanması yo­luna gidilir. Hastanın sırt, meme veya bacakların­dan alınan 0.25-0.40 mm kalınlığındaki grefler (otogreft) ile yaranın üstü örtülür ve bu cild birkaç gün içinde yerine yapışır.

Çok geniş yanıklı hastalarda başka insandan –tercihen kadavradan- alınmış cild greftleri (homog-reft) ile yara kaplanır. Takibeden 1 ay içinde bu greftler reddedilirken, genel hali düzeltilmiş olan hastanın uygun yerlerinden alman otogreftler ile yaranın nihai kaplanması sağlanır.

Homogreft bulunmayan, fakat geniş yanık ne­deni ile ilk fırsatta cildi kaplaması gereken hasta­larda domuz derisinden hazırlanmış özel cild örtü­sü (heterogreft), steril olarak korunmuş veya gü­müş nitrat emdirilmiş plasenta örtüsü (biyolojik pansuman) veya sentetik olarak hazırlanmış jela-tinli biyolojik örtü (Biobrane), v.d. gibi yöntemler denenmektedir. Günümüzde nihai çözüm yaranın hastanın sağlam kısımlarından alınmış cild greft­leri vasıtasıyla (aynı boyda veya file şekline getiri­lip genişletilerek) kaplanması ile sağlanmaktadır.

Yanik Nedir Yanik İzi ve Dereceleri

Yanık Nedir, Yanık İzi

Canlılar ısı, ışık, soğuk, elektrik akımı, kimyasal maddeler, v.d. ile karşılaştığında ciddi hayati tehli­keler oluşur. Ortaya çıkan patolojik durumlar ola­yın boyutlarına bağlı olarak artar ve çoğu kez tıbbi, sosyal, ekonomik ve ruhsal açıdan büyük sorunlar yaratır.

Organizmanın bölgesel olarak ateş, buhar, sıcak cisimler, vd. ile karşılaşması sonucu gelişen doku harabiyetine "Yanık" denir. Doku harabiyeti prote­inin denatüre olmasına bağlıdır; karşılaşmanın ni­celik ve niteliğiyle ilgili olarak çok değişik derinlik ve genişlikte görülür. Günümüzde, her hekimin daima karşılaşacağı sorunlardan biri olarak yanık konusu güncelliğini korumaktadır.

Meydana çıkarttığı sosyal, ekonomik ve tıbbi sorunlar nedeniyle % 20'den geniş yanıklar daima bir "felaket" niteliğindedir. "Yanığın tedavisi yan­mamaktır" sözü hala geçerlidir ve gelişmiş ülkeler, yanmayı önleyecek bütün tedbirlerin yerine getiril­mesini kanuni zorunluluk altına alarak yanıkların ensidansmı azaltmaktadırlar.

Klinik Bulgular ve Yanık Derece

Yanığın deride meydana getirdiği tahribatın de­rinliği üç derece ile, genişliği ise vücut yüzeyine göre yüzde cinsinden ifade edilir.

1. derece yanıklar: İltraviyole ışınları ile (güneş) veya kısa sürmüş alev parlaması ile olur. Cildde hi-peremi,eritem (parmakla basınca beyaz olur) ve hipertermi görülür. Yanık yerler çok ağrılıdır. Siste-
mik reaksiyonlar hafif geçer. Yanma olayı çok yü-zeyel olduğundan enfeksiyon gelişmez, epidermis dökülür ve yara bir haftada iyileşir.

2. derece yanıklar: Kaynar su ile haşlanma so­nucu meydana gelir. Epidermis tamamen tahrib olur. Derma canlı kalır ve derma altı pleksusta kon-jestiyon gelişir. Nekrotik epiderma ile sağlam der­ma arasında proteinden zengin sıvı toplanması ile "bül" oluşur. Yanık bölge çok ağrılıdır ve civarda­ki sağlam dokularda hızla ödem toplanır.

Yüzeyel II. derece yanıklar, bül gelişmesi ve ti­pik mat-parlak sedefi görünüşleri ile kolayca tanı­nır. Etkili bir yüzeyel antibakteriyel tedavi ile 21 gün içinde iyileşirler.

Derin II. derece yanıkları III. dereceden ayırdetmek zordur. Tedavisi 21 günden daha uzun sürer.

3. derece yanıklar: Ateş veya alev düşmesi, kaynar suya batma, kimyasal maddeler veya elekt­rik akımı çarpması ile olur. Bütün dermiş ve kor-yum yanmış, nekroze olmuştur. ^ anık bazen cilt al­tı, adale ve kemiğe kadar inebilir Ağrı hissi kaybo­lur. 24-36 saat içinde civar dokularda yaygın ödem gelişir. Sistemik reaksiyonlar başlar ve yanığın ge­nişliği ile doğru orantılı olarak artar, iyileşme için cild grefi yapılması gerekir.

İnhalasyon yanıkları ve Yanık İzleri: Duman veya zehirli gaz­ların inhalasyonu ile gelişir. Olaydan hemen sonra teşhisi zordur. Burun kılları yanmış, dudak, dil ve ağız mukozası kurumuş hastalarda inhalasyon ya­nıklarından şüphelenmek gerekir. 12-24 saat içinde üst solunum yollarında ödem gelişir ve ses çatallanması olur, sekresyonlar yutulamaz, solunum sa­yısı artar ve bu tablo ilerleyen saatler içinde gide­rek şiddetlenir. Uzun süre yangın dumanı içinde kalmış kişilerde uygunsuz davranış veya bilinç kaybı CO zehirlenmesine işaret eder. İki veya üç gün içinde olaya alt solunum yollarının da karış­ması ile pulmoner yetmezlik ve solunum sorunları meydana çıkar.

Bir hafta sonra veya daha geç devrede görülen solunum sorunları akciğer yanığından ziyade pnö-moni, pulmoner ödem, v.d. gibi travma sonucu ge­lişen ikincil olaylara bağlıdır.

Yanıkların genişliği: Yanık yüzeyinin genişliği­nin hesaplanmasında I. derece yanıklar dikkate alınmaz. Daha derin yanıkların genişliğini hesapla­mada dokuzlar kaidesi veya Lund-Browder şemaları kullanılır.
Yanıkların sınıflandırılması: Yanıklı hastalar­da genişlik- derinlik-tedavi üçlüsü gözönünde tu­tularak yanıklar "Ufak", "Orta", "Tehlikeli" olarak üç grupta toplanır.

Fizyopatolojik Değişiklikler, Yanık Ünitesi

Lokal etkiler: Deri vücudun en geniş organıdır. Normalde deri yoluyla 10-20 mi m2/saat kadar tuzdan fakir sıvı terleme ile kaybedilirken, derinin yanması ile kayıp 5-15 misli artar. Geniş yanıklı hastalarda günde 5-7 İt. kadar sıvı yanık yüzeyler­den buharlaşarak kaybolur. 1 litre sıvı buharlaşır­ken vücuttan 580 Kcal ısı kaybedilir. Bu nedenle, geniş yanıklı hastalarda günlük enerji ihtiyacı çok artar. Deri kaybı, hastaya fazla miktarda sıvı trans-füzyonu ve enerji sağlanmasını zorunlu kılar.

Deri, kendi yüzeyinde bulunan mikroorganiz­maların vücuda girmesini önleyen koruyucu örtü­dür. Yanmayı takiben, cildin kıl folikülleri ve ter guddeleri içinde bulunan mikroorganizmalarda hızlı proliferasyon başlar. 48 saat içinde 1 gm. dokuda 100.000.000 (108) civarında bakteri birikir. Flora, başlangıçta gram + lerden oluşur (başlıca Stafilokok). 5. günden itibaren gram - lerde artış görülür ve 1. hafta sonunda bütün floraya gram ne­gatifler hakim olur (başlıca Psödomonas). Yanık olayından 1 hafta sonrasından başlayarak 1 gm. ya­nık yarasında en az 105, ortalama 107 civarında psö­domonas bulunması durumuna "Yanık Yarası Sep-sisi" denir. Kısa zamanda lenfatik kanallar bu bak­teriler tarafından istila edilir, civardaki sağlam do­kularda vaskülit gelişir ve kanda mikroorganizma izole edilememesine rağmen ölüm, çoğu kez yanık yarası sepsisi nedeniyle olur.

Yanma ile beraber deride koagülasyon nekrozu gelişir ve o bölgenin damarları tromboze olur. Eğer yanık II. derece ise damar trombozu hafif seyreder ve 48 saat içinde rekanalizasyon başlar. Yanık III. derece ise bölgesel damar trombozu geniş ve derin olur ve ancak yanmış bölgenin altındaki sağlam dokunun yüzeyinde granülasyon dokusu gelişme­ye başladıktan sonra 3. haftadan itibaren revaskü-larizasyon başlar. Gerek yanığın direkt etkisiyle ge­lişen damar trombozları, gerekse psödomonas vas-külitlerinin geliştirdiği dolaşım bozuklukları yanık yarasında sepsis oluşmasını hızlandırıcı etkiye sa­hiptirler.

III. derece yanık için tipik olan vasküler trom-boz gelişmesi ve selüler inflamatuar cevap yoklu­ğu, II. derece yanıklar için pek geçerli değildir. II. derece yanıklarda damarların bir kısmı açık kalır ve selüler cevap bozulmaz. Ancak, ilk günden iti­baren yarada enfeksiyon için önlem alınmaz ve yü-zeyel olduğu nedeniyle yara bakımı ihmal edilirse, virulan bir mikroorganizma susu istila imkanı bu­lup açık kalmış damarlarda tromboz geliştirip II. derece yanıkları kolayca III. dereceye dönüştürür. Bu nedenle, II. derece derin veya III. derece yüzeyel yanıkların, III. derece derin yanık haline dönüşme­sini önleyebilmek için yanıkta yüzeyel antibakteri-yel mücadelenin hemen başlatılması şarttır ve bu tedavinin etkili olması gerekir.

Sistemik etkiler, Su yanık tedavisi: Yanığı takiben yanık bölgesi­ne ve civarındaki sağlam dokulara ekstrasellüler sı­vı ve plazma göçü başlar ve ilk 8 saat içinde hızlı seyreden, geniş alanı tutan ödem gelişir. Ödem miktarı, yanığın derinliği ve genişliğine paralel seyreder. Yanık bölgede kapiller permeabilitenin artması, proteinlerin ve özellikle fibrinojen gibi bü­yük moleküllü proteinlerin ödem sıvısı içine geç­mesine sebep olur. Bu proteinler polimerlerine ay­rılıp bulundukları bölgede onkotik basıncı arttıra­rak ödem miktarının fazlalaşmasına yol açarlar. Ayrıca, lokal lenfatikleri tıkayarak ödemin emilim hızını azaltırlar.

Yanığı takiben, diğer travma olaylarında oldu­ğu gibi, hücre duvarında bulunan aktif ion trans-port makinası bozulur ve kısa sürede büyük mik­tarda sodyum (20-25 mEq/L/Kg vücut ağırlığı) hücreler içine girer ve beraberinde bir miktar sıvı getirir. Gerek lokal ödem gelişmesi, gerekse hücre içine sıvı hareketi ile, damar yatağından hızla ve büyük miktarda sıvı-elektrolit kaybı olur. Bu ka­yıplar aynı süre içinde transfüzyonlar ile yerine konmazsa kısa sürede hipovolemi ve şok gelişir.

Yanık bölgede lokal hasar nedeniyle, ilk saatler içinde hemoliz gelişir. Hemoliz miktarı yanık ge­nişliğine paralel olup bazen eritrosit hacminin % 30 kadarına erişebilir. Ancak, yanıkta başlangıçta sıvı kaybı şekilli eleman kaybından daima daha fazla olduğundan, yanıklı hastada hematokrit hep yük­sek bulunur ve eritrosit tahribim gizler. Hematok­rit yüksekliği ve kan viskositesmin artmış olması kapiller sahada dolaşımı zorlaştırır. Yanık bölge­den uzaktaki normal dokularda perfüzyon kısıtlan­ması başlar ve yanık genişliğine paralel olarak ar­tar.
Yanıklı hastada plazma hacminin azalmış olma­sı kalbin dakika hacminin azalmasına, yaygın vazokonstriksiyona, taşikardiye ve sempatoadrenal sistemin hiperaktive olmasına yol açar. Bütün bu gelişmeler yanık şokunu hızlandırıp sağlam doku­ların yanık nedeniyle olumsuz yönde etkilenmele­rine yol açar. (Sıcak su yanık)
Yanıklı hastalarda, diğer büyük travmalılarda olduğu gibi, gastrointestinal paralizi gelişir, bu du­rum birkaç gün süreli nazogastrik aspirasyonlar ile önlenir. Geniş yanıklı hastaların "r4-10'unda masif hematemez ve melena görülür (Curling ülseri) ve hastanede yanık ölümlerinin % IP'unu bu kanama­lar oluşturur.

Yanıkla beraber lökositlerin bakterisit kapasite­lerinin çok azaldığı görülür. Humoral immunite değişmeden kalır, fakat selüler immunite uzun süre depresyon geçirir. İmmun globulinlerin olaydan 2-3 hafta sonra bile deprese olduğu dikkati çekmiş­tir.

Derin Ven Trombozu - Parotit

Nörolojik Komplikasyonlar

Ameliyat esnasında veya sonrasında sepsis, ka­nama, kardiak arrest gibi nedenlerle hipotansif dö­nem geçiren aterosklerotik, yaşlı hastalarda iske-mik sinirsel hasara bağlıdır. Ayrıca aterom parçası, pıhtı, yağ ve hava embolisi, intrakranial kanama ve tromboz da diğer iskemi nedenleri olabilir.
Beyinde hafif hasar gelişenlerde bilinç 24-72 sa­at kadar kapalı kaldıktan sonra geriye döner. Şid­detli beyin hasarında ekstremite tonüs ve refleksle­rinde ve pupilla reflekslerinde değişiklikler ortaya çıkar; koma, konvülzüyon ve deserebrasyon katılı­ğı görülebilir. Postoperatif dönemde epilepsi veya metabolik bozukluklar konvülzüyonlara yol açabi­lir.

Psikiyatrik Komplikasyonlar

Yaşlı hastalarda, postoperatif psikiyatrik komp-likasyonlarda artma izlenmekte; %20'sinde deliri-um, %9'unda depresyon, %3'ünde demans ve %2'sinde fonksiyonel psikoz saptanmaktadır. Ameliyat ve hastalığın insan üzerinde yarattığı korku ve gerginliğin etiyolojide önemli rol oynadı­ğı düşünülmektedir. Özellikle mastektomi, kol ba­cak kesilmesi gibi organ kaybı, kolostomi ve trake-ostomi gibi günlük sosyal aktiviteyi etkileyen deği­şiklikler hastalarda değişik psikozlara yol açmakta­dır.

Anestezi gazlan ve analjeziklerin beyin faaliyet­leri üzerine etkilerinden dolayı erken dönemde psi­kozlar pek izlenmez. Postoperatif 3. günden itiba­ren korku, sıkıntı, endişe, depresyon veya ajitas-yon, konfüzyon, manik atak, deliryum gibi değişik­likler ortaya çıkabilir.

Derin Ven Trombozu

Uzun süren genel anestezi sırasında ve cerrahi girişimi izleyen ilk günlerdeki immobilizasyon so­nucunda bacakların derin venlerinde trombüs olu­şabilir. Derin ven trombozu için predispozan fak­törler: 40 yaşm üzerinde olmak, tromboembolik hastalık öyküsü, habis hastalıklar veya kalp-damar hastalıkları varlığı, oral kontraseptif ilaç kullan­mak, bacak travmaları, pelvis ameliyatları, şişman­lık ve varislerdir. Klinik olarak çoğunluğu sessiz seyretmesine rağmen bacakta şişlik, kızarıklık, ağ­rı, hassasiyet, ateş yükselmesi gibi bulgular vardır. Homans' belirtisi (ayağın fleksiyona zorlanması ile baldır bölgesinde ağrı) pozitiftir.

Risk taşıyan hastalarda preoperatif dönemde antikoagülan ilaçlarla profilaksi yapılır. Bu amaçla düşük molekül ağırlıklı heparin fraksiyonlarının etkili olduğu, buna karşılık kanama riskinin düşük olduğu izlenmiştir. Profilaksi için enoksiparin 40 mg/gün subkutan verilir. Ayrıca bacağı distalden proksimale saran kompresyon çorapları uygulan­masının tek başına derin ven trombozu insidensin-de %11 kadar azalmaya yol açtığı gösterilmiştir.

Postoperatif dönemde riskli hastalarda hergün bacak çevresinin ölçümü gerekir. Ameliyat sonrası dönemde hastaların erken mobilizasyonu, ayak ve bacak egzersizleri derin ven trombozunun önlen­mesinde etkili olmaktadır. Derin ven trombozu ge­liştiğinde fatal pulmoner emboliyi engellemek için antikoagülan tedaviye başlanır.

Tromboflebit: İntravenöz tedavi amacıyla ven içine yerleştirilen iğne ve kateterlerin damar içinde trombüs ve çevre dokuda enflamasyona yol açması ile ortaya çıkar. Kateterin cinsi, verilen sıvının ve ilaçların yoğunluğu ve asiditesi, bakteriyel konta-minasyon tromboflebit oluşumunu etkileyen fak­törlerdir. Periferik ven ile verilen hipertonik veya asit solüsyonlar, sitotoksik ilaçlar en sık rastlanan tromboflebit nedenidir. Genellikle kateterin takıl­masının 3. gününden sonra görülür. En fazla stafi-lokoklar tesbit edilir. Steril şartlara dikkat edilmesi, 2 günde bir kateter yerinin değiştirilmesi ile trom­boflebit oluşumunu azaltmak mümkün olmakta­dır.

Klinik olarak ateş, lokal endürasyon, ödem, has­sasiyet ve ağrı mevcuttur. Ameliyat sonrası 3. gün­den sonra en sık görülen ateş nedenidir. Kateterin çıkarılması ve alkol pansumanı ile tedavi edilir. Da­marda trombüsün infekte olması sonucu süpüratif flebit gelişebilir. Yüksek ateş, kateter yerinden pü-rülan sıvı gelmesi ve pozitif kan kültürü ile tanınır. Antibiyotik ve enfekte damarın eksizyonu ile teda­vi edilir.

Parotit

Postoperatif parotit nadiren ortaya çıkar, her iki bez eşit olarak tutulur. Olguların çoğu 70 yaşından büyük hastalarda görülür. Kötü oral hijyen, dehid-ratasyon, kanser varlığı avitaminoz, kanser ameli­yatları, antikolinerjik ilaç kullanımı kolaylaştırıcı faktörlerdir. Büyük cerrahi girişimleri izleyen ikin­ci haftada başlar. Mikroorganizmalar, özellikle Sta-filokoklar çoğalıp Stenon kanalından proksimale doğru ilerleyerek enflamasyona, kanalların tıkan­masına ve parotis bezinde çok sayıda küçük lobü-ler abselerin oluşmasına sebep olur.

Başlangıçta parotis bölgesinde ağrı ve gerginlik mevcuttur. Olay ilerledikçe yüksek ateş ve lökosi-tozla beraber parotis bölgesinde kızarıklık, şişlik iz­lenir. Palpasyonla parotis serttir. Hastaya yeterli sı­vı verilmesi, parotis salgısını koyulaştıran antikoli­nerjik ilaç kullanımının azaltılması, ağız hijyenine özen gösterilmesi olayı önler. Sert şekerlerle, çiklet­le tükrük salgısının uyarılması faydalı olur. Tedavi için, kültür ve duyarlılık testleri ile sonuç beklenir­ken stafilokoklara karşı etkili geniş spektrumlu bir antibiyotik verilir. Abse gelişirse cerrahi yolla dre­ne edilir.

Basınç Ülserleri

Yeterince beslenemeyen, uzun dönem yatakta hareketsiz kalmış hastalarda sakrum ve büyük tro-kanter gibi çıkıntılı kemiklerin bulunduğu bölgele­rin basınca maruz kalması sonucunda iskemi ve nekroz gelişir. Enfeksiyon, terleme veya inkonti-nansa bağlı ıslaklıkların basıya uğrayan deriyi tah­riş etmesi ülser gelişimine katkıda bulunur. Olay deride eritemle başlar, daha sonra nekroz ve yüze-yel ülser gelişir. Kas ve yağ dokusunun iskemiye toleransı daha az olduğundan yüzeyel bir ülserin altında daha geniş ve kemiğe kadar uzanan ülser­ler mevcut olabilir. Ülser gelişiminin önlenmesinde eğitimin önemli bir rolü vardır. İmmobil hastaların 2 saatte bir pozisyonlarının değiştirilmesi, havalı yatakların kullanımı, vücut temizliği ve cildin kuru tutulması, yeterli beslenme ve enfeksiyonla müca­dele gibi önlemler ile hastalığın insidansı çok azal­tılır.

Ülser oluşumundan sonra tedavisi güç ve mas­raflıdır. Ülserli sahanın serum fizyoljikle yıkanma­sı, günlük debridmanlar, yara yeri kültürüne uy­gun antibiyotik kullanımı, topikal antibakteriyel ajan uygulaması ile yüzeyel ülserler tedavi edilir. Derin ve komplike ülserlerde tedavi ancak cerrahi girişim ile sağlanabilir.

Karaciger Absesi – Prehepatik Sarilik

Karaciğerle İlgili Komplikasyonlar

Karaciğer abseleri: Batın içi sepsislerin sonucu olarak ortaya çıkar. Portal venin septik trombofile-biti sonucunda karaciğerde multipl, bazen soliter piyojenik abseler oluşur. Hastalarda yüksek ateş, titreme, sağ üst kadranda ağrı, hepatomegali ve duyarlılık, sarılık ve diğer sepsis belirtileri mev­cuttur. Absenin drene edilmesi ile tedavi edilir, multipl veya milier abselerin tedavisi halen güç­tür.

Karaciğer fonksiyonlarında bozukluklar: Genel anestezi altında yapılan ameliyatlardan sonra hafif sarılıktan hayatı tehdit eden karaciğer yetmezliğine kadar değişebilen karaciğer fonksiyon bozuklukla­rı %1 oranında gelişir. Rastlanma sıklığı pankre-atektomi, biliyer by-pass ve portokaval şant ameli­yatlarından sonra daha fazladır.

a) Prehepatik sarılık: Sıklıkla hemoliz ya da hema-tomların rezorbsiyonuna bağlı olarak gelişen bili-rubin yükselmesine bağlıdır. Açlık, malnutrisyon, hepatotoksik ilaçlar ve anestezi postoperatif dö­nemde karaciğerin artan bilirubin yükünü karaci­ğerden salgılama yeteneğini bozan faktörlerdir.

b) Hepatosellüler yetmezlik: Karaciğer hücre nek­rozu, enflamasyon veya geniş karaciğer rezeksi-yonları sonucunda gelişir. Benign postoperatif int-rahepatik kolestaz, uzun süre hipotansiyon geliş­miş veya fazla sayıda kan transfüzyonu yapılmış ameliyatlardan sonra görülen sarılığa denir. Hasta­nın serum alkalen fosfataz seviyesi yüksek, biliru­bin seviyesi % 2 - 20 mg arasında değişmektedir. Sarılık üçüncü haftada açılır.

c) Posthepatik tıkanma: Ameliyat esnasında safra yollarının yaralanması, unutulmuş koledok taşları, tümör obstrüksiyonu veya pankreatite bağlı olarak ortaya çıkar. Postoperatif dönemde ortaya çıkan sa­rılığın karaciğer ultrasonografisi, bilgisayarlı to­mografi, PTK ve ERCP yardımı ile sepsis, mekanik ikter ve akut kolesistit gibi düzeltilebilir bir nedene bağlı olup olmadığı ortaya konulur. Tedavi nedene bağlı olarak değişir.

Kabızlık ve Dışkı Pekişmesi

Kabızlık: Cerrahi girişimlerden sonra sık görü­len bir komplikasyondur. Hastanın operasyonu iz­leyen ilk günlerde ağızdan yeterince beslenememe-si, uzun süre yatakta hareketsiz kalması, barsak pe-ristaltizminin azalmış veya kaybolmuş olması, de-hidratasyon gelişmesi ve yaşlılık kabızlık oluşumu­nu kolaylaştırıcı faktörlerdir. Hasta defekasyona çı­kamadığından ve karında bir şişkinlik olduğundan şikayetçidir. Tedavisinde hafif laksatifler, laksatif lavmanlar, mobilizasyon yeterli olur.
Dışkı pekişmesi: Ameliyatlardan sonra kronik hipomotilite ve rektal dolgunluğu algılama hisinin bozulması sonucunda gelişir. Yaşlılarda daha sık olarak görülür. Megakolon, parapleji gibi predis-pozan hastalığa sahip gençlerde de olabilir. Posto-peratif dönemde opium analjeziklerin ve antikoli-nerjik ilaçların gereğinden fazla kullanımı olayı şiddetlendirir. Tanı rektal tuşede taşlaşmış dışkı kitlesinin palpasyonu ile konur. Tedavi dışkı kitle­sinin lavmanlarla yumuşatılmasını takiben par­makla parçalanarak çıkartılması ile sağlanır.

Stoma Komplikasyonlari – Parastomal Fitik

Stoma Komplikasyonları

Gastrointestinal sistemin her hangi bir yerin­den, besleme sağlamak veya distaldeki anastomo-zu korumak ya da kanser nedeniyle distal barsak segmenti çıkartıldıktan sonra pasaj devamlılığını temin etmek amacıyla kalıcı veya geçici olarak bar-sağm karın duvarına ağızlaştırılmasma stoma de­nir. Gastrointestinal sistemde enflamatuar tıkayıcı hastalıklarda ve barsak hazırlığı tamamlanmadan gerçekleştirilen barsak rezeksiyonu + anastomoz işleminde anastomozu korumak için proksimalden barsak pasajının saptırılması amacıyla stoma yapı­lır. Besleme amacıyla feeding jejunostomi veya dis­tal rektum kanserlerinde Miles ameliyatı sonucu kalıcı kolostomi yapılır.


Yara enfeksiyonu: Genellikle stoma yapılması es­nasında asepsi ve antisepsi tekniğine uygun çalış­mama, barsağa konan sık dikişler veya damarların bağlanması sonucu oluşan duvar nekrozu enfeksi­yondan sorumludur.
Stoma nekrozu: Barsak duvarının teknik neden­lerle yeterli beslenememesi, dolaşımın bozulacak kadar gergin olması ya da karın duvarındaki sto-mal açıklığın damarları sıkacak kadar dar olması, stoma nekrozunun önde gelen nedenlerindendir.

Parastomal fıtıklar: Stoma çevresindeki batın du­varında oluşan defektlerdir; büyük olan ve içinde intestinal yapıların bulunduğu fıtıkların cerrahi yolla onarılır.

Mukoza prolapsusıı: Stomanm proksimalindeki barsağm stomadan dışarı doğru çıkmasıdır. Stoma­nm proksimalindeki mezonun karın yan duvarına tesbit edilmediği veya yetersiz tespit edildiği tak­dirde görülür.
Striktür: Stomanm dar yapılması, nekroz veya enfeksiyon en önemli nedenleridir. Striktürler dila-tasyonlarla tedavi edilebilir veya striktüre neden olan deri dokusu eksize edilir.

Dermatit: İntestinal içeriğin deriyle teması sonu­cunda ortaya çıkar. Derinin temiz tutulması, çinkolu pomatlar kullanılması ve hastanın ishale neden olan gıdalardan kaçınılmasıyla engellenir.

Gastrointestinal Komplikasyonlar

Gastrointestinal Komplikasyonlar

Kanama: Kanama, ameliyatları takiben görülen bir komplikasyondur. Ameliyat sahasında kana­malar genellikle yetersiz hemostaza bağlı olur. Hi­potansiyon, taşikardi, drenlerden kan gelmesi, so­ğuk ve soluk bir cilt, terleme ve ajitasyon bulgula­rında kanama düşünülür ve hastaya sıvı ve kan transfüzyonları ile destek tedavisine başlanır.

Gastrointestinal cerrahi girişim sonrası yapılan anastomozlardan da kanama olabilir. Özellikle mi­de ameliyatlarından sonra anastomozdan intralu-minal kanama olabilir ve nazogastrik tüpten taze kan gelmesiyle tanınır. İlk tedavi buzlu serum fiz-yolojkle mide lavajı ve kan transfüzyonu olmakta­dır. Eğer 1500 ml/24 saatten fazla kan geliyorsa, kanama 72 saatten uzun sürmüşse ve transfüzyona rağmen vital bulgular stabilize edilemiyorsa cerra­hi girişim gerekir. Önceden var olan ülserlerden veya acil cerrahi girişim yapılan ve septik şoklu hastalarda akut eroziv gastrit (stres ülseri) nede­niyle de kanama görülür.

Bulantı ve kusma: Ameliyatı takip eden saat ve günlerde bulantı ve kusmaya neden olan birçok faktör mevcuttur (Tablo 13/2). En sık görülen ne­den anestezik maddelerin merkezi etkileridir; anti-emetiklerle tedavi edilir. Diğer nedenlere bağlı kus­malarda, kusma içeriğinin görünümü, kokusu, miktarı ve sıklığı tanıda yardımcıdır. Sık sık ve az miktarda siyah renkte kusmalar mide dilatasyonu-nu düşündürür. Ameliyattan 3-4 gün sonra başla­yan kusmalarda barsak motilite bozukluğu veya ileus dan şüphe edilir.

Hıçkırık: İstemli olarak durdurulamayan, ara­lıklı diafragma kasılmasıdır.

Metabolik kökenli hıçkırıklarda, hastayı 5-10 dakika bir kese kağıdı veya balona teneffüs ettirerek kendi karbondioksi­tini solutmak suretiyle tedavi sağlanabilir. Lokal ir-ritasyona bağlı hıçkırıklarda klorpromazin, karba-mazepin gibi ilaçlar yapılır, ilaçlara cevap verme­yen hıçkırıklarda frenik sinir blokajı denenir. Hıçkı­rığa neden olan bir patoloji saptanırsa buna yönelik tedavi sağlanır.

İntestinal hipomotilite ve paralitik ileus: Batın ameliyatları için yapılan laparotomilerden sonra peristaltizm geçici olarak azalır; mide peristaltizmi 24-48, kolon hareketleri ise 48 saat sonra geriye dö­ner. Genellikle 2-3 gün içerisinde barsak peristaltiz­mi başlar. Bu, hastalar tarafından hafif kramplar, gaz seslerinin duyulması ve acıkma hissiyle ifade edilir. Peristaltizmin geriye dönüşü mideden başla­yarak rektosigmoide doğru olur Barsak peristaltiz-minin başlaması bazen gecikebilir. Bu durumda paralitik (adinamik veya uzamış) ileustan bahsedi­lir. Paralitik ileus nedenleri arasında antikolinerjik ilaçların alımı, ağrı kesici ve trankilizan kullanımı olabildiği gibi karın içinde kan ve abse bulunması, barsaklarda inflamasyon, hipopotasemi, hipoalbü-minemi olabilir. Potasyum düşüklüğü (özellikle 2.5 mEq/L'nin altında) düz kas fonksiyonunda bozuk­luk yaparak uzun süren paralitik ileus nedeni olur. Hipoalbumineminin de (3.0 g/100 ml'nin altında) barsak fonksiyonları ve motilite üzerine olumsuz etkili olduğu bilinmektedir. Barsak hareketlerinin olmayışı lümen içinde sıvı ve gaz birikimine yol açarak barsakların distansiyonuna neden olur. Dis-tansiyon sonucu barsak duvarında dolaşım bozu­lur, sıvı ve elektrolit emilimi yapılamaz ve klinik tablo daha da kötüleşir.

Nedene yönelik tedavi ile beraber nazogastrik tüple dekompresyon, hastaya erkenden yürütme, prokinetik ilaçların (Sisapirid gibi) kullanımı moti-litenin geri dönüşümünde etkili olur. Bu tedavilere rağmen barsak motilitesi geri dönmüyorsa total pa-renteral beslenme ile destek gerekir.

Akut mide dilatasyonu: Özellikle üst karın ame­liyatlarından sonra, genel anesteziyi takiben mide­nin gaz ve sekresyon ile dolması sonucu meydana çıkar. Özellikle, astımlılarda, maske ile uyutulan bebek ve çocuklarda, resüsitasyon esnasında zorlu asiste solunum uygulanan yetişkinlerde sık görü­lür.

Hava ve sıvı ile dolan mide büyüdükçe duode-numa basarak, mide çıkışını mekanik olarak engel­ler ve giderek artan mide içi basıncı venöz dönüşü engelleyerek mukozada ödeme ve kanamalara ne­den olur. Eğer bu dönemde tedavi edilemezse iskemik nekroz ve perforasyon gelişebilir, ileri derece­de genişleyen mide diafragmayı yukarı iterek sol akciğer tabanını kollabe eder, kalbe bası yapar, in-ferior vena kavayı sıkıştırır. Hastalarda huzursuz­luk, sıkıntı, çarpıntı, terleme, hıçkırık izlenir; karın şiş ve gergindir. Sık sık az miktarda kusma görü­lür. Kusmuğun içeriği, kahverengi, siyah, yeşil -kahverengi görünümü ve kendine özel kokusu tanı koydurucudur.

Gelişen sıvı ve elektrolit kaybı sonucunda has­tada hipovolemik şok, hipokloremi, hipopotasemi ve hidrojen iyon kaybı nedeniyle metabolik alkaloz olur. Nasogastrik sonda ile midedeki sıvı ve gaz dı­şarı alınıp dekompresyon sağlanır ve sıvı-elektrolit eksikliği giderilir.

Postoperatif kolesistit: Akut postoperatif kole-sistit herhangi bir cerrahi girişimden sonra gelişe­bileceği gibi daha sık olarak gastrointestinal cerra­hi ve endoskopik sfinkteroplastiden (%3-5) sonra görülür. Bu hastaların yaklaşık %70-80'inde safra kesesinde taş bulunmaz. Karaciğer tümörlerinden hepatik arter yoluyla yapılan mitomisin ve floksu-ridin tedavisinden sonra kimyasal kolesistit gelişe­bilir. Safra stazı, iskemi ve enfeksiyon gibi nedenler kolesistit oluşumunda rol oynayabilir. Genellikle konservatif tedaviye cevap vermezler. Karın cerra­hisine bağlı klinik tablo ile karıştığı için tanı çok zordur. Tedavi için kolesistektomi gerekir.

Pankreatit: Postoperatif pankreatit, akut pank-reatitlerin %10'unu oluşturur. Pankreas çevresinde yapılan ameliyatlarda pankreas travması veya pankreas biopsisi sonucu gelişebilirse de ERCP iş­leminde, paratiroid cerrahisi ve böbrek transplan­tasyonundan sonra da görülebilir. Etyolojide daha çok pankreasın kendisine veya besleyen damarları­na yönelik mekanik travmalar sorumlu tutulmak­tadır.

Kısa süre önce karın ameliyatı geçirmiş kişiler­de postoperatif pankreatit tanısını koymak zordur. Adinamik ileus bulguları saptanması, hiperamila-zemi ve abdominal tomografi ile tanı konulur. Ödematöz pankreatitten, nekrozitan pankreatit tablosuna kadar değişebilen kliniğe sahiptir. Posto­peratif pankreatitlerin mortalitesi %40'a çıkabil­mektedir. Tedavisi diğer pankreatitlerde olduğu gibidir.

Anastomoz kaçağı ve fistül: Gastrointestinal sistemin devamlılığını sağlamak amacıyla yapılan anastomozlardan kaçak ve fistül gelişebilir. Yüksek mortalite ve morbiditeyle seyreder. Anastomoz ka­çakları acil girişimlerde, preoperatif dönemde iyi hazırlanmamış hastalarda ve uzamış intraoperatif hipotansiyon ve hipotermi durumlarında daha sık görülür. Anastomozun gergin olması, anastomoz yapılan barsak uçlarında kanlanmanın iyi olmama­sı, distalde obstrüksiyon, yetersiz proksimal de­kompresyon gibi patolojiler olaya yol açar. Anasto­moz kaçakları erken dönemde ateş, taşikardi, löko-sitoz ve ileus bulgularıyla ortaya çıkar. Tanı klinik muayene, ultrasonografi, tomografi ve pasaj grafisi ile konur, erken tanı ve tedavi hayat kurtarıcıdır. Tedavide amaç intraabdominal sepsisten korun­madır. Eğer kaçak küçük ise ve ameliyatta anasto­moz sahasına yerleştirilmiş olan dren yeterli drena­jı sağlayabiliyorsa; hasta nazogastrik dekompres­yon, geniş spektrumlu antibiyotik, total parenteral beslenme tedavisiyle ikinci operasyona gerek kal­madan tedavi edilir.

Eğer sepsis kontrol edilemiyor, drenaj yetersiz ve batında yaygın hassasiyet mevcut ise relaparatomi yapılır. Kontaminasyonu az, genel durumu sta-bil, barsak kanlanması yeterli vakalarda reeksizyon ve tekrar anastomoz tercih edilir. Genel durumu kötü, hipotansif ve septik hastalarda, yaygın peri­tonit bulguları saptanırsa gastrointestinal devamlı­lığı saptırıcı girişimler (anastomozun proksimalin-den stoma) uygulanır.

Fistül, gastrointestinal girişim sonrası dikişler-deki yetersizlik sonucu sızan içeriğin keşi yeri veya drenlerden vücut dışına gelmesidir. Fistül ne kadar yukarı barsak segmentlerine ait ise ve gelen sıvı miktarı yüksekse mortalite ve morbiditesi de o ka­dar artar. Postoperatif 4. veya 5. günlerde yara ye­rinde ağrı ve pürülan bir drenajla başlar. 24 saat sonra yaradan intestinal içeriğin gelmesiyle tanınır. Postoperatif fistüller genellikle enflamatuar barsak hastalıkları, kanser veya intraabdominal yapışık­lıkların açıldığı operasyon tiplerinde daha fazla gö­rülür. Gastrointestinal fistüllerin tedavisinde genel prensip kayıpların karşılanması, sepsisin tedavisi ve beslenme desteğinin sağlanmasıdır. Distalde obstrüksiyon ve enfeksiyon bulguları olmayan ol­gularda total parenteral beslenme ve somatostatin tedavisiyle, genellikle 3-5 haftada fistüller spontan kapanır; beş haftadan uzun süren olgularda cerra­hi girişim düşünülür.

İdrar Retansiyonu - Uriner Enfeksiyon

Üriner Sistem Komplikasyonları

İdrar retansiyonu: Ameliyat sonrası dönemde ilk 12 saat içinde hastalar idrar çıkarırlar. Erkekler­de idrar retansiyonu daha sık görülür. Perianal, rektal ve pelvik ameliyatlardan ve spinal anestezi­den sonra sıklıkla idrar retansiyonu gelişir. Keza, abdominoperineal rezeksiyonlardan sonra pelvik pleksus travmatize olduğundan mesaneye sonda konur ve 7-10 gün tutulur sonra mesane jimnastiği yapılarak çıkarılır. Mesane 500 mi. idrarla dolduğu zaman kontraksiyon yapamaz ve boşalamaz. idrar yapma zorluğu sıkılgan kişilerde, yaşlı prostat hi-pertrofili ve yatalak hastalarda sık görülür.

Ameliyattan 12 saat sonra idrar yapmamış has­talara mesane sondası konur. Mümkün olan en kü­çük sonda kullanılır. İki kezden fazla idrar retansi-yonu gelişen hastalara Foley sondası konur ve en az 2-7 gün yerinde bırakılır. Uretral yoldan sonda konamayan hastalara suprapubik sistofiks kateter yerleştirilir.
Üriner enfeksiyon: İdrar yolunun önceden kon-taminasyonu, üriner retansiyon ve aletlerle yapılan işlemler üriner sistem enfeksiyonu için risk oluştu­rurlar. Genellikle idrar sondası çıkarıldıktan 48 sa­at sonra dizüri ve ateş görülür. Piyelonefritte yük­sek ateş ve lomber bölgeye vuran ağrı ve subileus belirtileri olur. Tanı idrar tahlili ve kültür ile konur.

Cerrahi girişimden önce üriner sistem kontami-nasyonun önlenmesi, enfeksiyon varsa tedavisi, id­rar retansiyonunun giderilmesi ve steril şartlara dikkat edilerek sonda takılması ile profilaksi sağla­nır. Rezidüel idrar kalmasının önlenmesi, uygun antibiyotik verilmesi ve hastanın aldığı sıvının artı­rılması ile tedavi edilir.
Oligüri: Erişkinlerde idrar miktarının 20 ml/sa-atin altına düşmesidir. Prerenal, renal ve postrenal nedenler sonucu oluşur. Postoperatif oligüri en sık prerenal nedenle gelişir. En sık görülen prerenal nedenler: kanama, dehidratasyon, diyare, üçüncü boşlukta sıvı toplanması (barsak tıkanması, pank-reatit, yumuşak doku travmaları) gibi nedenlerle plazma hacminin azalmasıdır. Postrenal nedenler ise prostat hipertrofisi, retroperitoneal tümör veya böbrekte taş ya da tümör olabilir. Oligüride tedavi sebebe yönelik olur.

Akut böbrek yetersizliği: Böbrek hasarı nede­niyle fonksiyonların bozulmasına akut böbrek ye­tersizliği denir. Başlangıçta oligüri gelişir, sonra sa­atlik idrar miktarı 0.5 ml/kg'm altına iner. Kanda üre ve kreatinin yükselir. Kanama, dehidratasyon, sepsis, çok sayıda kan transfüzyonu, hemoliz, uzun süreli hipotansiyon, böbrek arteri civarında yapılan ameliyatlar, daha önce kronik böbrek hastalığı var­lığı, nefrotoksik ilaçların kullanımı gibi faktörlerin bir veya bir kaçının etkilemesi ile böbrekte yetersiz kan akımı sonucu akut tübüler nekroz gelişir.

Böbrek fonksiyon bozukluğu düzeltmek için sı­vı ve elektrolit dengesi sağlanır. Sepsise neden olan enfeksiyonun tedavisi yapılır. Nefrotoksik ilaçların verilmesi durdurulur. Sıvı replasmanı ile idrar miktarı artmaz ise mannitol, dopamin veya furose-mid gibi maddelerle diürez artırılır. Tedavi ile id­rar akımı sağlanamaz ise ve plazma potasyum sevi­yesi 7 mEq/L'nin üzerine çıkarsa hemodializ veya periton dializi uygulanır.

Kardiyovaskuler Komplikasyonlar

Kardiyovasküler Komplikasyonlar

Aritmi, kalp yetersizliği, hipertansiyon, kapak hastalıkları, aort stenozu gibi durumlar ameliyat öncesi belirlenir ve gerekli tedbirler alındıktan son­ra hasta ameliyat edilir. Ameliyat sonrası hastalar monitörize edilerek takip edilir. Bu hastalarda ameliyat sonrası komplikasyon gelişme riski yük­sektir. Anemi gibi kalp dışı patolojiler de oksijen transportunu bozarak kardiyak komplikasyona yol açabilirler. Ameliyat sonrası aritmi, miyokard en­farktüsü, miyokard yetmezliği, hipertansiyon, hi­potansiyon gibi tehlikeli komplikasyonlar gelişebi­lir.

Hipotansiyon: Ameliyat sonrası kanama en önemli nedenidir. Taşikardi, terleme, taşipne, zayıf ve filiform nabız, sıkıntı hissi gibi belirtiler olur. Santral venöz basınç düşer. Hızlı sıvı ve kan replas-manma rağmen hipotansiyon düzelmiyorsa kana­manın devam ettiği düşünülür.

Aritmi: Özellikle toraks ameliyatlarından sonra ilk 3 gün içinde görülür. Ayrıca hipokalsemi, hi­poksemi, alkaloz ve dijital toksisitesi sonucu oluşa­bilir. Bazen miyokard enfarktüsü öncüsü olabilir. Hastalarda göğüs ağrısı, çarpıntı ve dispne şikayet­leri izlenir. Tanı EKG ile konur. Hızlı ventriküler cevaplı atriyal flatter veya fibrilasyonlu hastalara dijital verilir. Hipokalsemi varsa tedavi edilir. Diji­tal tedavisine cevap vermeyen hastalara kardiover-sion yapılır. Ventriküler prematüre atımlar sıklıkla hipoksi, hiperkapni, ağrı ve sıvı yüklenmesi sonu­cu görülür. Oksijen, sedasyon, analjezi ve sıvı elektrolit dengesi düzeltilerek tedavi edilir.

Miyokard enfarktüsü: Ameliyat sonrası görül­me sıklığı %1'den azdır. Ancak, yaşlılarda artar. Aort ameliyatları ve endarterektomi ameliyatların­dan sonra %5-12 civarında görülür. Önceden kalp şikayetleri olanlarda görülme oranı %6, daha önce kalp şikayeti olmayanlarda %0.04 civarındadır. Mi­yokard enfarktüsü geçiren hastalar 3 ay içinde ameliyat edilirse yeniden enfarktüs geçirme riski %25 iken, 6 ay sonra ameliyat edilirse bu oran %10'a düşer; 6. aydan sonra %5 'dir.

Ameliyat sonrası enfarktüs hipotansiyon, şok ve hipoksi gibi hazırlayıcı faktörler sonucu oluşur. Göğüs ağrısı, aritmi ve hipotansiyon görülür. Tanı, EKG değişiklikleri, serum kreatin fosfokinaz ve MB izoenzimi yükselmesi ile konur. Postoperatif miyo­kard enfarktüsünde %35'den fazla mortalite riski vardır. Korunmak için ameliyat öncesi hastaların iyi değerlendirilmesi gerekir. Yüksek riskli hastala­ra talium sintigrafi veya koroner anjiografi yapılır.

Tedavi için hasta yoğun bakımda monitörize edilir. Solunum desteği yapılır. IV morfin ile ağrı ve sıkıntı giderilir. Tromboembolik komplikasyon-ları önlemek için antikoagülan tedaviye başlanır. Kalp yetersizliği gelişirse dijitalize edilir.

Solunum Komplikasyonlari - Alektazi

Solunum Komplikasyonları

Göğüs ve karın ameliyatlarından sonra görülen komplikasyonların en sık rastlananı solunum siste­mine ait olanlardır. Ameliyat sonrası ölümlerin % 5-30'undan sorumludur. Pelvis ve diğer alt karın ameliyatlarından sonra solunum komplikasyonu oranı düşüktür. Kronik bronşit, amfizem, astım, si­gara, yaşlılık, şişmanlık ve kalp hastalıkları gibi faktörler riski artırır.

Uyandırma döneminde yetersiz solunum: Anesteziden uyandırma döneminde yetersiz solu­num ve gaz alışverişinin azalmasına yol açan çeşit­li faktörler bulunmaktadır. Anestezik maddelerin etkisinin uzaması sonucu solunum merkezinin deprese olması, PaCC^'nin artmasına ve PaC^'nin düşmesine neden olur. Sigaranın ameliyattan önce bırakılması, derin solunum egzersizleri (Triflo), bronş genişleticileri ve antibiyotik verilmesi, ödem ve kalp yetersizliğinin tedavisi gibi preoperatif ha­zırlıklar postop dönemde solunum komplikasyon-larınm azalmasında önemlidir. Üst karın ameliyatlarında keşi ağrısına bağlı yüzeyel solunumu önle­mek için sistemik analjezik veya keşi yerine lokal anestezik uygulaması çok etkili olur.

Atelektazi: En sık görülen solunum komplikasyonudur. Ameliyat sonrası ilk 48 saatte görülen ateşin %90 sebebidir. Karın ve toraks ameliyatı ge­çirenlerde, yaşlı, şişman, sigara içen ve solunum hastalığı olan hastalarda daha sık görülür. Yüzeyel solunum, anestezinin silier kirpiksi hareketleri ya­vaşlatması, diyafragma hareketlerinin yetersizliği, üst karın ve toraks ameliyatlarında ağrının solu­num ve öksürmeyi kısıtlaması bronş ve bronşiyol-lerdeki sekresyonun anlamamasına yol açar ve 1 mm'den küçük bronşioller kapanır. Bu durum ak­ciğerin bir bölümünün kollabe olmasına yol açar. Kollabe olmuş akciğer segmentlerinde kan dolaşı­mı santiar yolu ile olduğundan kanın oksijenlen-mesi azalır. Kan oksijen seviyesi düşer (PaC>2 70 mmHg'nın altına). Hipoksiye bağlı taşipne nede­niyle PaCC"2 normal bulunur. Atelektazik segment-te infeksiyona eğilim artar.
Atelektazinin ilk belirtisi ateş, taşipne ve taşi-kardidir. Fizik muayenede diyafragmada yüksel­me, akciğer kaidelerinde yaş railer, solunum sesle­rinde azalma görülür. Akciğerin bir lobunda ate­lektazi olmuş ise o taraftaki sesler kaybolur.

Erken mobilizasyon, öksürtme, yatakta pozis­yon değiştirme, derin solunum egzersizleri (Triflo) gibi basit tedbirlerle atelektezi gelişmesi önlenebi­lir. Sırta kuvvetli perküsyon, öksürtme ve nazotra-keal aspirasyonla hava yolu açılarak tedavisi sağla­nır. Müküs çözücü ve ekspektoran ilaçlar verilir. Postüral drenaj uygulanır. Bronkodilatatör ve mu-kolitik ilaçların inhalasyon yoluyla verilmesi ve so­lunum havasının nemlendirilmesi çok etkili olmak­tadır. Büyük bir bronşun atelektazisi intrabronşiyal endoskopik aspirasyonla tedavi edilir.

Akciğer aspirasyonu: Erken ameliyat sonrası reflekslerin henüz tam olarak dönmediği uyanma döneminde kusmuk, kan, cerahat veya sekresyon-larm solunum yollarına aspire edilmesi ile gelişir. Kafa travmalı hastalar, hamileler ve karın içi basın­cın arttığı ve mide motilitesinin azaldığı hastalar ve barsak tıkanması olanlarda aspirasyon riski fazla­dır. Aspirasyon sonucu hastaların %50'sinde pnö-moni gelişir ve mortalitesi yüksektir.

Aspirasyona bağlı hasarın derecesi aspire edilen sıvının miktarı, pH'sı ve sıklığına bağlıdır. Eğer as­pire edilen sıvının pH'sı 2.5'un altında ise kimyasal pnömoni gelişir. Klinik olarak taşipne, yaş railer ve hipoksi başlar. Siyanoz, nefes darlığı ve apne izle­nir. Akciğer grafisinde lokal hasar ve infiltrasyon tesbit edilir.

Aspirasyondan korunmak için hastaların elektif ameliyatlardan 12 saat önceden aç bırakılması, mi­de obstrüksiyonu veya ileus nedeniyle ameliyat edilecek kişilerin ameliyattan önce nasogastrik son­da ile midelerinin boşaltılması, ameliyat öncesi tek doz H2 reseptör antagonistlerinin verilmesi gibi tedbirlerle profilaksi sağlanabilir. Aspire edilen materyel, endotrakeal tüpten veya brokoskop yar­dımı ile geri emilir. Bronşların serum fizyolojikle ir-rigasyonu sağlanır. Bronkodilatör ilaçlar verilir. Akciğer ödemini önlemek için kortikosteroidler (Hidrokortizon 30 mg/kg/gün) verilir. Pozitif ba­sınçlı solunum uygulanır. Profilaktik antibiyotik verilir.

Pnömoni: Postoperatif ölümlerin en sık nedeni­dir. İntraperitoneal enfeksiyonu olan ve uzun süre­li ventilasyon desteği gereken hastalarda risk yük­sektir. Atelektazi, aspirasyon, orofaringeal kirlen­me ve sekresyon önemli predispozan faktördür. Ameliyat sonrası erken dönemde öksürük refleksi bronşları yeterince temizleyemez. Ayrıca endotra­keal entübasyon mukosiliyer sisteme zarar verir. Alveolar makrofajlarm fonksiyon yeteneği, akciğer ödemi, oksijen verilmesi ve kortikosteroid ilaçlar gibi faktörlerin etkisiyle bozulur ve antibakteriyel savunmayı zayıflatır. Postoperatif pnömoninin ya­rıdan fazlasına gram negatif bakteriler sebep olur. Bunların kaynağı orofaringeal sekresyondur. Pse-udomonas aeroginosa ve klebsiella gibi solunum makinalarına yerleşen bakteriler inhalasyon yoluy­la akciğerlere ulaşarak enfeksiyonlara yol açabilir.

Klinikte yüksek ateş, taşipne, trakeobronşiyal sekresyonun artması izlenir ve tedavi edilmediği zaman sepsis bulguları eklenir. Solunum seslerinin dinlenmesinde yaş railer, ve solunum seslerinin azalması tesbit edilir. Akciğer grafisinde yaygın ve­ya lober enfiltrasyon alanları görülür.

Pnömoniden korunmak için orofaringeal sek-resyonlarm temizlenmesi, hava yolunun açık tutul­ması, aspirasvonun önlenmesi, derin solunum yaptırılması, hastanın öksürtülmesi ve solunum egzer-zisi yaptırılması gerekir.

Akciğer ödemi: Pulmoner kapiller hidrostatik basıncı, plazma onkotik basıncından fazla olursa sı­vı alveollerin içine dolmaya başlar ve akciğer öde­mi oluşur. Ameliyat sonrası dönemde akciğer öde­mi, yaşlı hastalarda ve çocuklarda sıvı yüklenmesi, yaşlılarda myokard enfarktüsüne sekonder myo-kard yetmezliği, sol kalp yetmezliği, sepsis, karaci­ğer yetmezliği gibi nedenler sonucu oluşur. İlerle­yen dispne, taşipne, hava açlığı gibi semptomlar iz­lenir. Dinlemekle akciğer kaidelerinde yaş railer duyulur. Boyun venleri belirgin hale gelir. Santral venöz basınç 20 cm H2O'dan yüksek bulunur. Ak­ciğer grafisinde yaygın konjesyon saptanır.

Yaşlı ve kalp hastası olanlarda hipoksiye engel olma, aşırı sıvı yüklemeden kaçınma, sıvı verilir­ken santral venöz basıncın kontrol edilmesi gibi tedbirler olayı önler. Tedavi için sıvı kısıtlanır, fu-rosemid gibi diüretikler verilir. Düşük doz dopa-min (2-5 mikrogr/kg/gün) İV perfüze edilir. Kalp yetmezliği saptanırsa dijitalize edilir. Bu tedavilere cevap gecikirse pozitif basınçlı ventilasyon uygula­nır.

Akciğer embolisi ve enfarktüsü: Ameliyat son­rası dönemde ekstremitelerde oluşan, subklinik seyreden veya semptomları olan derin ven trombo-zu sonucu bir trombüsün veya uzun kemik kırıkla­rı sonucu yağ embolilerinin pulmoner arter veya dallarınından birini tıkaması sonucu akciğerde en­farktüs oluşur. Genellikle ameliyat sonrası 7.-10. günlerde görülür. Taşipne, taşikardi, hemoptizi ve yan ağrısı gibi klinik belirtiler verir. Bazen sadece taşipne ve anksiyete izlenir. Akciğer grafisinde ak­ciğer parankiminde üçgen tarzında yoğunluk artışı görülür. Tanı, akciğer sintigrafisi veya akciğer anji­ografisi ile konur. Pulmoner arterin büyük dalları­nın birinde emboli, hastanın birden kaybedilmesi­ne neden olur.

Tedaviye antikoagülan ajanlar ile başlanır. He-parin günde 20.000 Ü verilir. Profilaktik antibiyotik verilir. Nazal oksijen uygulanır veya gerekirse en­dotrakeal tüp yerleştirilerek solunuma yardım edi­lir. Pulmoner arterin büyük dallarından birinin tı­kanmasında streptokinaz ve ürokinaz gibi fibrino-lifik ajanlarla embolusun eritilmesi denenebilir. Antikoagülan tedaviye rağmen emboli tekrarlamakta ise, hastanın hayatının tehdit edici durum varsa vena kava inferior içine şemsiye şeklinde filt­re yerleştirilir veya vena kava inferior bağlanabilir.

Adult respiratuar distres sendromu (ARDS):

Akut solunum yetmezliği, yağ embolisi, sepsis, yaygın pnömoni, akciğer kontüzyonu, mültipl transfüzyonlar, aşırı sıvı verilmesi, dissemine intra-vasküler koagülopati, aspirasyon pnömonisi, akut pankreatit ile veya bu faktörlerin kombinasyonu sonucu oluşur. Bu faktörlerin etkisi ile hipoventi-lasyon gelişir, oksijen perfüzyonu ve alveoler oksi­jen diffüzyonu bozulur. Akciğerdeki değişiklikler alveol duvarındaki kapillerlerden interstisyuma sı­vı geçişi ile başlar. Interstisyel kapiller membranm daha fazla bozulması ile sıvı geçişine protein geçişi de eklenir. Akciğerde arterio-venöz fistüllerin sayı­sı artar. Akciğer ventilasyon hacmi ve fonksiyonel rezidüel hacim azalır. Solunan oksijen konsantras­yonunun artmasına duyarsız hipoksemi meydana çıkar. Alveoller sıvı ile dolar ve ilerleyici olarak kol-laps gelişir. Hastalarda taşipne, huzursuzluk, hi­poksemi, konfüzyon ve ilerleyici dispne izlenir. Er­ken dönemde pozitif basınçlı ventilasyon yapılır. Sepsis, vd. gibi esas hastalığa yönelik tedavi yapı­lır.

Periton Komplikasyonlari - Hipoperiton

Periton Komplikasyonları

Hemoperiton Nedir: Karın cerrahisinden sonra ilk 24 saatte gelişen şokun en önemli nedeni kanamadır. Genellikle hemostazla ilgili teknik bir sorundan kaynaklanır veya koagülopati, ameliyatta masif transfüzyon, ameliyat öncesi antikoagülan kullan­ma ve karaciğer sirozu nedenleriyle protrombin eksikliği rol oynayabilir, ilk 24 saat içinde taşikardi, hipotansiyon ve idrar miktarında azalma gibi hipo-volemi belirtileri izlenir.

Erken postoperatif şok ve hipotansiyonun ayırı­cı tanısında pulmoner emboli, aritmiler, pnömoto-raks, miyokard enfarktüsü ve şiddetli allerjik reak­siyonlar dikkate alınır. Bu hastalıkların olmadığı tesbit edildikten sonra trasfüzyonlar ile damar ya­tağı doldurulur. Hipotansiyon devam ederse hasta ameliyata alınır ve relaparatomi yapılır. Karın boş­luğundan kan ve pıhtı birikmiş ise temizlenir. Ka­nama odağı saptanarak hemostaz yapılır. Karın se­rum fizyolojikle yıkanarak kapatılır.

Dren komplikasyonları: Drenler periton boşlu­ğunda safra, kan gibi sıvı birikimini dışarıya akıt­mak veya karın içi abse gelişmelerinde abse dere-najını sağlamak için kullanılır. Sert drenler yumu­şak dokuda nekroza, kanamaya veya barsak fistül-lerine neden olabilir. Bunları önlemek için yumu­şak lateks veya silikon drenler tercih edilmektedir. Dren yerleri daima bakteri kontaminasyonu için uygun alanlardır. Dren yerlerinin bakımı steril şartlarda yapılır ve drenler daima kapalı sisteme bağlanır.

Yara Komplikasyonlari – Hematom Seroma

Yara Komplikasyonları

Hematom: Yetersiz hemostaz yapılan, hipertan­siyonu olan, aspirin ya da antikoagülan alan veya koagülopatisi olanlarda, massif transfüzyon yapı­lanlarda yarada kan ve pıhtının toplanması sonucu hematom oluşur. Hematom yara kenarlarında ka­barma, yara bölgesinde morarma, ağrı, şişlik ve ya­ra kenarlarından kan sızması şeklinde görülür.

Tiroid, paratiroid ve karotis ameliyatlarından sonra oluşan hematomlar büyüyebilir ve trakeaya bası yapabilir. Mastektomi sonrası flep altına olu­şan kanamalar geniş bir alan olması nedeniyle hi-povolemiye neden olur.
Tanı konduğunda steril şartlarda yara açılır ve hematom boşaltılır, kanamaya neden olan damar bağlanarak hemostaz yapılır. Yara yeri tekrar dre­ne edilir. Yüzeyel yaralarda oluşan hematom bir­kaç dikiş alınarak boşaltılır. Kanama devam ederse yara tamamen açılarak hemostaz yapılır.

Seroma: Yarada kan ve cerahat dışında sıvı top-lanmasıdır. Seromalar, sıklıkla mastektomi gibi de­ri flebi kaldırılan veya lenf disseksiyonu yapılan aksiller ve inguinal girişimler sonrası oluşur. Sero­ma oluşumunu önlemek için kapalı emici drenler yerleştirilir. Dren çıkarıldıktan sonra bazen dren deliklerinin tıkanması nedeniyle drenajın durması mümkündür; veya ağzı açık kalan lenfatik kanal­lardan ameliyat bölgesine lenfatik akım devam ederek birikir. Bunun sonucu ameliyat bölgesinde dolgunluk ve gerginlik olur. Muayenede bu bölge­de şişlik, kabarıklık ve flüktüasyon saptanır. Bu bölgeye ponksiyon yapılırsa sıvı aspire edilir.
Seromalar yara iyileşmesini geciktirdiği ve bak­teri çoğalmasına uygun bir ortam oluşturduğu için boşaltılmaları gerekir. İğne ile aspirasyon ve ba­sınçlı pansuman tatbik etmek gerekir. Buna rağ­men tekrarlayan seromalar geliştiğinde yeniden kapalı emici dren yerleştirilir. Tekrarlayan seroma-larda seroma boşaltıldıktan sonra boşluğa sklero-zan bir solüsyon (150 mi. serum fizyolojik içinde 1 gr. tetrasiklin) enjekte edilerek boşluk yüzeyinin yapışması sağlanır.

Yara enfeksiyonu: Bakterilerle kontamine olmuş yaralarda enfeksiyon gelişmesi için bakterilerin sa­yısı ve virulansı ile vücudun bu bakterilere karşı direnci arasında bir dengesizlik olması gerekir. Ay­rıca, bakterinin çoğalabilmesi için yarada kan, se-röz sıvı, nekrotik doku, avasküler alan veya yaban­cı cisim bulunması gerekir. Yara enfeksiyonlarına en sık stafilokokkus aureus neden olur; daha az sıklıkla ajan streptokok, psödomonas, proteus ve klebsielladır. Yara enfeksiyonunu etkileyen çevre, hasta ve cerrahi teknikle ilgili çok sayıda faktör vardır

Yara enfeksiyonunun önlenmesinde ameliyat bölgesinin temizliği ve hazırlanması ile başlanır. Genellikle hemen ameliyat öncesi cilt traşı yapılır. Gastrointestinal cerrahi girişim yapılacak hastalar­da barsak temizliği yara infeksiyonunu azaltır. Pro-filaktik antibiyotik uygulaması gastrointestinal, üriner ve solunum sistemi cerrahisinde yara enfek­siyonunun önlenmesinde çok yarar sağlamaktadır. Dikkatli cerrahi teknik ve yara drenajı yara enjeksi­yonunu azaltan önemli bir faktördür.

Yarada enfeksiyon genellikle ameliyat sonrası 4-8. günlerde ortaya çıkar. Yara enfeksiyonunda ilk belirti ateş olup, daha sonra yarada ağrı, kızarıklık, sıcaklık artması, şişlik saptanır. Hastada taşikardi, genel durumda bozulma gibi sistemik belirtiler or­taya çıkar. Derinde oluşan enfeksiyonlarda şişlik, kızarıklık gibi belirtiler daha geç görülür.

Cerahat oluşan yara enfeksiyonlarında, yaranın açılarak cerahatin drene edilmesi ve temizlenmesi şarttır. Bu esnada kültür ve antibiyogram için steril bir tübe örnek alınır ve antibiyogram cevabına gö­re uygun bir antibiyotiğe geçilir. Antibiyotik, en­feksiyonun çevre dokulara yayılmasını engellemek için verilir. Streptokok enfeksiyonları genelde cera­hat oluşturmadıkları ve sellülit şeklinde enfeksiyo­na yol açtıkları için yalnızca antibiyotik ile tedavi edilirler.

Yara ayrılması ve evisserasyon: Ameliyat yara­sının kısmen veya tamamen ayrılmasına yara ayrılması, karın duvarının tüm tabakalarının ayrılması sonucu karın içi organların dışarı çıkmasına evisse­rasyon . denir. Yara ayrılması karın ameliyatların­dan sonra %l-3 oranında görülür. Yara ayrılmasın­dan sorumlu birçok sistemik ve lokal faktörler var­dır.

1- Sistemik faktörler: Yara ayrılması 45 yaşın al­tında %1.5, 45 yaşın üstünde ise %5.4 oranında gö­rülür. Beslenme bozukluğu, hipoproteinemi, şiş­manlık, diabet, immunosüpresyon varlığı, kanser­liler, sarılık ve kemoterapi alan hastalarda yara ay­rılması daha sıktır.

2- Lokal risk faktörleri: Yaranın uygunsuz kapa­tılması, karın içi basıncın artması, vd. gibi faktörler yara iyileşmesini etkileyen risk faktörleridir. Yara­nın tabakalar halinde kapatılması en önemli faktör­dür. Keşi katlarının dikkatli bir şekilde karşılıklı di­kilmesi gerekir.

Karın içi basıncını artıran durumlarda yara ay­rılması riski artar. Kronik akciğer hastalığı, asitli siroz, şişmanlık ve ameliyat sonrası ileus gibi du­rumlarda karın içi basıncı artarak yara ayrılmasına ve evisserasyona yolaçar. Yarada enfeksiyon ve hematomun varlığında da yara ayrılması riski ar­tar.

Yara ayrılması tek bir faktörden ziyade bir çok faktörün etkilemesi sonucu oluşur. Genellikle %85'i ameliyatın 4-5. gününde görülür. İlk belirti yaradan kanlı bir sıvının gelmesidir. Hastada şid­detli bir öksürme veya öğürme ile birlikte birden evisserasyon oluşur. Yarası açılmış veya evisseras­yon gelişmiş hastanın dışarı çıkan barsakları ıslak steril bir kompres ile kapatılır ve hemen ameliyata alınır. Dışarı çıkan organlar yıkanıp temizlendikten sonra yara kaim monoflaman dikiş materyeli ile ka­patılır. Evisserasyonun kapatılmasından sonra in-sizyonel herni gelişme oranı yüksektir.

Ameliyat Sonrasi Komplikasyonlari

Ameliyat Sonrası Komplikasyonları; Komplikasyon Nedir

Ameliyat edilen hastalarda anestezinin bitimi ile hastanın tamamen iyileşip hastaneden çıkabile­cek hale geldiği dönem arasında, yapılan cerrahi iş­lem ile veya sistemlerle ilgili olarak ortaya çıkan so­runlar ameliyat sonrası "postoperatif" komplikas-yonlar olarak adlandırılır Komplikasyonların gö­rülme sıklığı ve önem derecesi çok sayıda faktörle etkilenir. Bunlar arasında hastanın yaşı, beslenme ve genel durumu, ameliyat öncesi hazırlığın niteli­ği, anestezinin yöntem ve süresi, ameliyat tekniği, ameliyat gerektiren hastalığın kendisi, kalp yeter­sizliği, obtrüktif akciğer hastalığı, diabet, böbrek yetersizliği gibi hastalıkların olup olmayışı, ameli­yatın acil veya elektif koşullarda yapılıp yapılma­dığı sayılabilir.

Ameliyat Komplikasyon

Ameliyat sonrası komplikasyonların önlenmesi, ameliyat öncesi dönemde hastanın iyi değerlendi­rilmesi, komplikasyonlara yol açan risk faktörleri­nin iyi bilinmesi ve onlara uygun tedbir alınması ile olur. Elektif ameliyatlardan önce sigaranın bıra­kılması sağlanır. Hastada beslenme bozukluğu var­sa, özellikle albümin seviyesi 3 gr/lOOml.'nin altın­da ise enteral veya parenteral beslenme ile destek­lenir. Antikoagülan (aspirin, kumadin) alan ve he­matolojik hastalığı olan hastaların değerlendirilme­si yanında aspirinin bir hafta önce kesilmesi gere­kir. Hastaya solunum egsersizleri öğretilir.

Ameliyat sonrası komplikasyonların erken dö­nemde saptanması, ameliyatla ilgili alanlarla birlikte diğer sistemlerin de düzenli olarak ameliyatı yapan ekip tarafından kontrol edilmesi ile mümkün olur.

Vücut Isısı Sorunları

Ateş, ön hipotalamusta bulunan vücudun ter-moregülasyon merkezinin çeşitli pirojenler tarafın­dan duyarlılığının bozulması sonucu oluşur. Ateşe bakteri, virüs veya mantarlar tarafından oluşturu­lan pirojenler ve bu organizmaların bizzat kendile­ri, toksinleri veya bunlara karşı lökositler tarafın­dan salgılanan interlökin gibi mediatörler sebep ol­maktadır. Mediatörler termoregülatör merkezin duyarlılığını artırınca, kan ısısı buna hemen cevap veremez, vasokonstrüksiyon nedeniyle ilk dönem­de titreme ve ciltte soğukluk olur.

Hipertermi: Ameliyat sonrası ilk 24 saatte görü­len ateş her zaman infeksiyon belirtisi değildir. Vü­cudun ameliyat travmasına karşı normal cevabıdır. Büyük cerrahi girişim geçiren hastaların yaklaşık % 40'mda görülür. Septik şok, idrar miktarında azal­ma ve inflamasyon gibi sistemik bulgular olmadık­ça önemli değildir. Ateş, 48 saat kadar devam eder­se kaynağının araştırılması gerekir. Solunum yolla­rının temizlenememesi nedeniyle bu dönemde en sık görülen ateş nedeni atelektazidir. Transfüzyon reaksiyonu, bazı ilaçlar, hematom, dehidratasyon, miyokard enfarktüsü, pankreatit, tirotoksikoz gibi durumlar da ameliyat sonrası dönemde ateşin yük­selmesine neden olur. Tedavi, ateşin nedenine yö­nelik olur. İlk 24-48 saat içinde görülen ateş, genel­de solunum komplikasyonları veya kateter ile ilgi­li olur. Yarada sellülitin varlığı da araştırılır.

72 saatten sonra izlenen ateşin en sık nedeni, ya­ra infeksiyonudur. Ayrıca, sondalı hastalarda üri-ner sistem infeksiyonları, tromboflebit, pnömoni, ameliyat sahasında abse, ağız hijyenine dikkat et­meyen dehidrate yaşlı hastalarda parotis iltihabı ve santral ven kateterine bağlı olarak ateş yükselmesi olabilir. 5. günden sonra ateş yükselmesi yarada enfeksiyon yoksa, anastomoz kaçağı ve karın içi ab­se yönünden değerlendirilmeyi gerektirir.
Habis hipertermi: Anestezide adale gevşetici süksinil kolin, halotan gibi inhalasyon anestetikleri ve lokal anestetik olarak kulanılan procainamid gi­bi ilaçların verilmesinden sonra nadir olarak görü­lebilir. Elektrolit bozukluğu, metabolik asidoz ve hiperkalsemi gelişir. Ateş hızla 42 dereceye kadar yükselir. Hiperkapni ve aritmi gelişir. Dantrolene 1 mg/kg İV verilir. Gerekirse tekrarlanır. Aynı ilaç akut dönemden sonra 1 mg/kg günde 4 kez oral verilir. Yüzeyel soğutma, buzlu serum fizyolojikle mide lavajı ve lavman ile vücut ısısı düşürülmeye çalışılır. Hastanın elektrolit dengesizliği ve asidozu hızla düzeltilir. Solunuma destek sağlanır. Hiper-terminin devam etmesi fatal olabilir.

Hipotermi Nedir, Hipertermi Tedavisi

Genel anesteziden sonra uyanma döneminde hastaların yaklaşık %25'inde titreme ve üşüme görülür. Ameliyatta ısı kaybına yol açan bir çok faktör vardır (Tablo 13/1). Ameliyat esnasında bebekler, küçük çocuklar ve yaşlıların vücut ısıları­nın düşmesi daha kolaydır. Böyle hastaların özofa-gus veya rektumdan vücut ısıları takip edilir. Hi-potermide ısı kaybının azaltılması ve ısı yapımının artırılması için periferik vazokostrüksiyon ve titre­me gibi istenmeyen refleksler oluşur. Metabolik asidoz ve miyokard yetersizliğine yol açabilir. Hi-potermide anestezi gazlarının atılması zorlaşır.
Ameliyatlarda hipotermiye neden olmamak için oda ısısı 21 derecenin üzerinde tutulur. Çocuk-


larda ve yaşlılarda alüminyum folyo veya elektrik­li battaniyelerle ekstremiteler sarılır ve ısı kayıpları önlenir.
Ameliyat sonrası ortaya çıkan hipoterminin te­davisi için battaniye veya ısı lambaları kullanılır. Titremesi olan hastalara meperidin (dolantin) gibi ilaçlar yapılır.

Ameliyatta Isı Kaybı Nedenleri

Ameliyathanenin soğuk olması Vücudun hareketsizliliği Kan ve serumların soğuk verilmesi Ameliyat alanın açık olması Ameliyatın uzaması
Karm ve toraks ameliyatlarında organların uzun süre açıkta kalması