Akupunktur İle Zayıflama
Zayıflamak İçin Akupunktur Etkili Bir Yöntem mi?
Kilo vermek isteyenlerin denediği bir yol da akupunktur. Akupunkturla zayıflamak mümkün müdür?
Akupunktur, çeşitli hastalıkların tedavisinde uygulanan bir yöntem olmakla birlikte, zayıflama konusundaki bilimsel klinik araştırmalar yüz güldürücü olmamıştır. Obezitede kullanılan akupunktur yöntemi, kulak bölgesindeki noktalara iğne batırarak stimüle etmek (uyarmak) esasına dayanır. Bugüne kadar yapılan çalışmalar çok kısa süreli olup genellikle 12 haftadan azdır ve standart tedavi protokolleri yoktur. Bu konuda yapılmış bazı bilimsel çalışmalarda akupunkturun obezite tedavisinde bilimsel olarak zayıflatıcı bir etkisi gösterilememiştir. Etkisi varsa bu durum psikolojik durumun düzelmesi ve plasebo (psikolojik) etkisinden kaynaklanmıştır. Diğer ilginç bir durum ise, 12 haftadan daha uzun süreli bilimsel metot uygulanan bir klinik çalışma yapılmamasıdır.
Akupunkturla zayıfladığını ve sonra tekrar kilo aldığını belirten hastalarımızla konuştuğumuzda, hemen tamamı akupunktur sırasında düşük kalorili diyet yaptıklarını belirtmişlerdir. Bu kişilerde gözlenen kilo kaybının akupunkturdan değil, düşük kalorili diyet yapmaktan kaynaklandığı açıktır. Akupunktur kilo vermede etkili bir yöntem ise, diyet yapmadan da kilo verdirmesi gerekirdi.
Zayıflamak için satılan titreşimli aletler veya diğerleri fayda sağlıyor mu?
Zayıflatıyor diye satılan elektrik uyarıcıların, kemerlerin veya titreşim yapan aletlerin hiç faydası yoktur. Bu aletler spor yapmayı engellediği gibi bazı zararları da olabilir.
Sauna ve bazı eşofmanların da kilo verdirdiği söylenir, bu doğru mudur?
Sauna ve naylon eşofmanlarla zayıflamak mümkün değildir. Saunayla vücutta sıvı kaybı olur, ancak kilolardan sorumlu olan yağlarda değişiklik olmaz. Aynı şekilde naylon eşofman giymek de sadece su atılmasına yarar. Yağ miktarında azalma olmaz.
Bazı kadınlarda oluşan basenlerde yağ toplanması için lokal bir yöntem var mıdır?
Sadece basene yönelik zayıflama veya vücudun bir bölgesine yönelik zayıflama yoktur. Fazla kiloları verdikçe bu bölgelerde de incelme olacaktır. Buna rağmen basenleri incelmeyen kadınlarda basene yönelik egzersizler yapmakta fayda vardır. Hiç fayda görmeyenler lipektomi, liposuction, termal şort veya bazı kremlerden faydalanabilirler.
Mideye Kelepce Takarak Zayiflama
Mideye Kelepçe Tarak Zayıflama
Şişmanlık tedavisinde mideye kelepçe koyma, balon gibi yöntemler etkili mi?
Bu tür tedavi ancak şişmanlığa bağlı hastalıkları olan ve çok aşırı kilolu hastalar için bir tedavi seçeneği olabilir. Herkese uygulanacak türden yöntemler değildir. Mideye silikon bant koyma, mideyi küçültme ve mide ile bağırsak arasında baypas yapma gibi ameliyatlar yapılabilmektedir. Cerrahi tedavi için uygun şişman kişiler şöyle tanımlanabilir:
Vücut kitle indeksi 40 kg/m2'den fazla olmalıdır,
Şişmanlık en az 5 yıldır devam etmelidir,
Diyet ve ilaç tedavisi başarısızlıkla sonuçlanmalıdır,
Hasta ameliyat sonrası kontrol ve diyet programlarına uyum sağlayabilmelidir,
Hasta alkolik olmamalı veya başka önemli psikiyatrik bir hastalığı bulunmamalıdır,
Hasta 18-65 yaş arasında olmalıdır.
Şişmanlarda cerrahi tedavi, çok aşırı kilolu ve kilo kaybı olmazsa büyük sağlık problemleriyle karşılaşacak hastalar için düşünülmelidir. Ameliyat sonrası takip çok önemlidir. İlk yıl her üç ayda bir, sonra yılda bir kontrol yapılır.
Mideye balon koyma kısa süre veya 6 aylık bir süre için yapılır. Bazı kişiler bunu tolere edemez, bazıları ise tolere ederler. Yeterli kilo verildikten sonra balon çıkarılır.
Şişmanlık tedavisinde mideye kelepçe koyma, balon gibi yöntemler etkili mi?
Bu tür tedavi ancak şişmanlığa bağlı hastalıkları olan ve çok aşırı kilolu hastalar için bir tedavi seçeneği olabilir. Herkese uygulanacak türden yöntemler değildir. Mideye silikon bant koyma, mideyi küçültme ve mide ile bağırsak arasında baypas yapma gibi ameliyatlar yapılabilmektedir. Cerrahi tedavi için uygun şişman kişiler şöyle tanımlanabilir:
Vücut kitle indeksi 40 kg/m2'den fazla olmalıdır,
Şişmanlık en az 5 yıldır devam etmelidir,
Diyet ve ilaç tedavisi başarısızlıkla sonuçlanmalıdır,
Hasta ameliyat sonrası kontrol ve diyet programlarına uyum sağlayabilmelidir,
Hasta alkolik olmamalı veya başka önemli psikiyatrik bir hastalığı bulunmamalıdır,
Hasta 18-65 yaş arasında olmalıdır.
Şişmanlarda cerrahi tedavi, çok aşırı kilolu ve kilo kaybı olmazsa büyük sağlık problemleriyle karşılaşacak hastalar için düşünülmelidir. Ameliyat sonrası takip çok önemlidir. İlk yıl her üç ayda bir, sonra yılda bir kontrol yapılır.
Mideye balon koyma kısa süre veya 6 aylık bir süre için yapılır. Bazı kişiler bunu tolere edemez, bazıları ise tolere ederler. Yeterli kilo verildikten sonra balon çıkarılır.
Hizli Kilo Vermek Zararli midir?
Hızlı Kilo Vermek Sağlıklı Mı?
Hızla Verilen Kilo Geri Alınır, Sağlıklı Kilo Vermek Önemlidir
Kısa sürede ya da fazla kilo vermenin zararı var mı?
Hızlı kilo verenlerde safrakesesinde taş oluşum riski artabilir ve kandaki ürik asit düzeylerinde yükselme olabilir. Bu nedenle kilo verirken kanda ürik asit düzeyleri ölçülmeli ve safrakesesi ultrasonu yapılmalıdır. Artan ürik asit düzeyinin böbrek taşı yapmasını engellemek için kilo verirken günde en az 2 litre su içilmelidir.
Bayanlarda hızlı kilo verme âdet bozukluğuna ve hatta âdetlerin kesilmesine neden olabilir. Bu nedenle yavaş kilo vermek daha faydalıdır.
Kısa zamanda fazla kilo verenlerde saç dökülmesi, halsizlik ve bitkinlik de görülebilir. Kandaki potasyum ve sodyum düzeylerinde oluşacak değişiklikler kalp atım bozukluklarına neden olabilmektedir. Önemli olan yavaş kilo vermektir. Hızlı kilo verenler daha sonra bu kiloları tekrar almaktadır.
Davranış tedavisi nedir?
Davranış tedavisi, şişmanlık tedavisinde genellikle pek önemsenmeyen ancak çok önemli bir konudur. Diyet listesine göre beslenerek ve egzersiz yaparak bazı kişilerin kilo verdiğini bazılarının ise veremediğini görürüz. Bunun başlıca nedeni her kişinin sosyal, psikolojik ve çevre faktörlerinin farklı olmasıdır. Davranışlarda değişiklik yapma eğitimi aslında bizim en az yaptığımız veya tedavimiz-deki en önemli eksikliklerden biridir. Davranış değiştirme eğitiminin aslında bir psikolog veya sosyal hizmet uzmanı tarafından yapılması gerekmektedir. Aşırı obez kişiler daha önceki zayıflama çabaları çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlandığından artık kendilerini fazla çaba göstermenin anlamsız olduğuna inandırırlar. Hatta bir kısmı bunun genetik olduğunu ve bu yüzden kilo vermenin imkansız olduğunu düşünürler. Bu nedenle motive olamayan kişilerin bir psikolog veya psikiyatri uzmanından destek almaları faydalıdır.
Hızla Verilen Kilo Geri Alınır, Sağlıklı Kilo Vermek Önemlidir
Kısa sürede ya da fazla kilo vermenin zararı var mı?
Hızlı kilo verenlerde safrakesesinde taş oluşum riski artabilir ve kandaki ürik asit düzeylerinde yükselme olabilir. Bu nedenle kilo verirken kanda ürik asit düzeyleri ölçülmeli ve safrakesesi ultrasonu yapılmalıdır. Artan ürik asit düzeyinin böbrek taşı yapmasını engellemek için kilo verirken günde en az 2 litre su içilmelidir.
Bayanlarda hızlı kilo verme âdet bozukluğuna ve hatta âdetlerin kesilmesine neden olabilir. Bu nedenle yavaş kilo vermek daha faydalıdır.
Kısa zamanda fazla kilo verenlerde saç dökülmesi, halsizlik ve bitkinlik de görülebilir. Kandaki potasyum ve sodyum düzeylerinde oluşacak değişiklikler kalp atım bozukluklarına neden olabilmektedir. Önemli olan yavaş kilo vermektir. Hızlı kilo verenler daha sonra bu kiloları tekrar almaktadır.
Davranış tedavisi nedir?
Davranış tedavisi, şişmanlık tedavisinde genellikle pek önemsenmeyen ancak çok önemli bir konudur. Diyet listesine göre beslenerek ve egzersiz yaparak bazı kişilerin kilo verdiğini bazılarının ise veremediğini görürüz. Bunun başlıca nedeni her kişinin sosyal, psikolojik ve çevre faktörlerinin farklı olmasıdır. Davranışlarda değişiklik yapma eğitimi aslında bizim en az yaptığımız veya tedavimiz-deki en önemli eksikliklerden biridir. Davranış değiştirme eğitiminin aslında bir psikolog veya sosyal hizmet uzmanı tarafından yapılması gerekmektedir. Aşırı obez kişiler daha önceki zayıflama çabaları çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlandığından artık kendilerini fazla çaba göstermenin anlamsız olduğuna inandırırlar. Hatta bir kısmı bunun genetik olduğunu ve bu yüzden kilo vermenin imkansız olduğunu düşünürler. Bu nedenle motive olamayan kişilerin bir psikolog veya psikiyatri uzmanından destek almaları faydalıdır.
Sismanlik ve Kilo Verme Tedavisi
Şişmanlığın Teşhis ve Tedavisi
Kilo vermek isteyince hangi doktora başvurmak gerekiyor?
Kilo vermek isteyen kişiler öncelikle bir endokrinoloji uzmanına başvurmalıdır. Kilo yapan etkenlerin, hormon bozukluğu ve yeme davranış bozukluğunun önce saptanması gerekir. Aksi takdirde yapılan diyetlerle kilo vermek imkansızdır.
Şişman bir kişi hemen diyete başlamalı mı, yoksa bazı laboratuvar tetkikleri mi yaptırmalı?
Kilo vermek isteyen kişilerin önce bir endokrinoloji uzmanına başvurması gerekir. Kilolu olmanın altında yatan hormonal ve biyokimyasal nedenlerin ortaya çıkarılarak buna uygun bir zayıflama programı yapılması gerekir. Bunu yapmayıp önce diyetisyene gidilirse başarılı olma şansı azalır.
Kilolu kişilerde bizim sıklıkla isteğimiz testleri şöyle sıralayabilirim:
TSH ve serbest T4 isimli tiroit hormon testleri,
Açlık kan şekeri ve tokluk (2. saat) kan şekeri veya şeker yükleme testi (OGTT),
Kan yağları ölçümü: Total kolesterol, trigliserit, LDL, HDL kolesterol gibi kan yağlan ölçülür,
SGOT, SGPT, GGT, alkalen fosfataz gibi karaciğer testleri (karaciğer yağlanması teşhisi için),
Kanda ürik asit ölçümü,
"Cushing sendromu" dediğimiz böbreküstü bezinin fazla çalışması hastalığı şüphesi varsa 24 saatlik idrarda serbest kortizol veya kanda kortizol ve ACTH hormonlarına bakılır,
Tam kan sayımı,
EKG (kalp elektrosu),
Kanda insülin hormonu ölçümü,
Aşırı şişmanlık varsa kanda leptin hormonu ölçümü,
Tam idrar tetkiki,
Polikistik over sendromu düşünülen bir şişman kadın hastada FSH, LH, testosteron hormonları ölçülür,
Tüm batın ultrasonu yapılarak karaciğer yağlanması araştırılır,
Gaitada gizli kan bakılarak bağırsak kanseri araştırılır,
Erkeklerde PSA (prostat hastalığını teşhis etmek için) ölçümü yapılır,
Ailesel şişmanlıklarda bazı genetik araştırmalar yapılır.
İlk amaç kilo vermek
Şişmanlık tedavisinde amaç nedir?
Şişmanlık tedavisinde 3 amaç vardır:
Kilo kaybını sağlamak,
Kilo kaybı sonrası ulaşılan kiloyu devam ettirmek,
Kilo almayı önlemek.
Görüldüğü gibi ilk amaç kilo vermektir. Ancak şişman kişilerin çoğu bir süre sonra tekrar kilo aldığından, verilen kiloların tekrar alınmaması da kilo vermek kadar önemlidir.
Kilo vermeyi başarabilmiş şişman kişilere uygulanan bir ankette, bu kişilerin egzersiz yaptığı, daha az yediği (1400 kalori ve altında), şeker ve tatlıları kestiği, az yağ, çok sebze ve meyve tükettiği saptanmıştır. O halde kilo vermenin en önemli unsurları, kalorisi düşük bir beslenme, egzersiz yapmak, tatlılardan ve şekerden uzak durmaktır.
Ne kadar kilo vermek lazım? Bunun bir ölçüsü var mı?
Zayıflamada başlangıçtaki hedefimiz 6-12 aylık bir zaman içinde, vücut ağırlığının yüzde 10-15'i oranında kilo vermektir (yaklaşık 5-10 kg). Diyette uygulayacağımız 500-1000 kalorilik bir eksiklik bize haftada 0,5-1 kg verdirir.
Bu durumda hedefimiz, haftada 1 kg, ayda 4 kg vermek olmalıdır. İdeal kiloya geldikten sonraki hedef ise, bu kiloyu korumak ve tekrar kilo almamaktır.
Tedavi programına katılan kişilerin çoğu, kısa sürede yüzde 10 kilo kaybı sağlarlar, ancak bunların 2/3'ü bir yıl içinde ve neredeyse tamamı 5 yıl içinde, tekrar kilo alırlar. Bunun nedeni şişmanlık tedavisinin, şişmanlığı kesin olarak ortadan kaldıran bir tedavi olmamasıdır. Tedavi kesildiğinde (egzersiz ve diyet bırakıldığında) tekrar kilo alınır. Bu nedenle diyet ve egzersiz, yaşam biçimi haline getirilerek ömür boyu sürmelidir.
Kilo vermenin sağlığa faydası nedir?
Şişman bir kişinin kilo vermesi ömrünü uzatır ve hastalıklara yakalanma riskini büyük ölçüde azaltır.
10 kg'lık kilo kaybıyla ölüm riski yüzde 20'den fazla azalmaktadır. Yine 10 kg'lık bir zayıflamayla büyük tansiyonda 1 cmHg, küçük tansiyonda 2 cmHg'lık azalma olmaktadır. Verilen her 1 kg'la büyük ve küçük tansiyonda 0,1 mmHg düşme görülmektedir.
Şeker hastalığı varsa 10 kg zayıflayınca açlık kan şekerinde yüzde 50 oranında azalma olmaktadır.
1 kg zayıflamakla kandaki toplam kolesterol düzeyinde 2,28 mg/dl, LDL-kolesterol denen kötü kolesterolde 0,91 mg/dl ve trigliserit denen bir başka yağ türünde 1,54 mg/dl düşme olmaktadır.
Kilo verildiğinde, kan dolaşımındaki, kalp hastalığına yakalanma riskini artıran C-reaktif protein (CRP) adı verilen iltihap yapıcı proteinlerde ve kan pıhtılaşmasını artırarak kalp krizine neden olan proteinlerde de ciddi azalmalar olur.
Görüldüğü gibi kilo vermek yaşamı uzatmakta, tansiyonu düzeltmekte, yüksek olan kan yağlarını ve şekerini düşürmektedir. O halde zayıflamanın bu faydalarından yararlanmak için sağlıklı beslenme ve sporla fazla kiloları vermek için uğraşmalıyız.
Çoğu kilolu kişi aralıklarla kilo alıp veriyor. Bu durum vücuda zarar verir mi?
Diyet veya egzersizle kilo verdikten sonra, zaman içinde daha fazla kilo alma durumu ortaya çıkabilir. Bunun vücuda zararlı olduğunu belirten bilimsel çalışmalar olduğu gibi, zararlı olmadığını gösteren araştırmalar da vardır. Bununla birlikte devamlı olarak aşırı kilo alıp vermeler -ki biz buna "yo-yo sendromu" diyoruz- vücuttaki bazı hormonların, minerallerin bozulmasına yol açabilmekte ve hatta kalp ritmini etkileyerek zararlı olabilmektedir. Bu nedenle aşırı kilo alıp vermelerden kaçınmak gerekir. İdeal olanı kilo verdikten sonra zor da olsa o kiloda kalmayı başarabilmektir. Bunun için de sağlıklı beslenme ve spor yapmayı yaşantımızın bir parçası haline veya alışkanlık haline getirmek gerekir.
Kilo vermek isteyince hangi doktora başvurmak gerekiyor?
Kilo vermek isteyen kişiler öncelikle bir endokrinoloji uzmanına başvurmalıdır. Kilo yapan etkenlerin, hormon bozukluğu ve yeme davranış bozukluğunun önce saptanması gerekir. Aksi takdirde yapılan diyetlerle kilo vermek imkansızdır.
Şişman bir kişi hemen diyete başlamalı mı, yoksa bazı laboratuvar tetkikleri mi yaptırmalı?
Kilo vermek isteyen kişilerin önce bir endokrinoloji uzmanına başvurması gerekir. Kilolu olmanın altında yatan hormonal ve biyokimyasal nedenlerin ortaya çıkarılarak buna uygun bir zayıflama programı yapılması gerekir. Bunu yapmayıp önce diyetisyene gidilirse başarılı olma şansı azalır.
Kilolu kişilerde bizim sıklıkla isteğimiz testleri şöyle sıralayabilirim:
TSH ve serbest T4 isimli tiroit hormon testleri,
Açlık kan şekeri ve tokluk (2. saat) kan şekeri veya şeker yükleme testi (OGTT),
Kan yağları ölçümü: Total kolesterol, trigliserit, LDL, HDL kolesterol gibi kan yağlan ölçülür,
SGOT, SGPT, GGT, alkalen fosfataz gibi karaciğer testleri (karaciğer yağlanması teşhisi için),
Kanda ürik asit ölçümü,
"Cushing sendromu" dediğimiz böbreküstü bezinin fazla çalışması hastalığı şüphesi varsa 24 saatlik idrarda serbest kortizol veya kanda kortizol ve ACTH hormonlarına bakılır,
Tam kan sayımı,
EKG (kalp elektrosu),
Kanda insülin hormonu ölçümü,
Aşırı şişmanlık varsa kanda leptin hormonu ölçümü,
Tam idrar tetkiki,
Polikistik over sendromu düşünülen bir şişman kadın hastada FSH, LH, testosteron hormonları ölçülür,
Tüm batın ultrasonu yapılarak karaciğer yağlanması araştırılır,
Gaitada gizli kan bakılarak bağırsak kanseri araştırılır,
Erkeklerde PSA (prostat hastalığını teşhis etmek için) ölçümü yapılır,
Ailesel şişmanlıklarda bazı genetik araştırmalar yapılır.
İlk amaç kilo vermek
Şişmanlık tedavisinde amaç nedir?
Şişmanlık tedavisinde 3 amaç vardır:
Kilo kaybını sağlamak,
Kilo kaybı sonrası ulaşılan kiloyu devam ettirmek,
Kilo almayı önlemek.
Görüldüğü gibi ilk amaç kilo vermektir. Ancak şişman kişilerin çoğu bir süre sonra tekrar kilo aldığından, verilen kiloların tekrar alınmaması da kilo vermek kadar önemlidir.
Kilo vermeyi başarabilmiş şişman kişilere uygulanan bir ankette, bu kişilerin egzersiz yaptığı, daha az yediği (1400 kalori ve altında), şeker ve tatlıları kestiği, az yağ, çok sebze ve meyve tükettiği saptanmıştır. O halde kilo vermenin en önemli unsurları, kalorisi düşük bir beslenme, egzersiz yapmak, tatlılardan ve şekerden uzak durmaktır.
Ne kadar kilo vermek lazım? Bunun bir ölçüsü var mı?
Zayıflamada başlangıçtaki hedefimiz 6-12 aylık bir zaman içinde, vücut ağırlığının yüzde 10-15'i oranında kilo vermektir (yaklaşık 5-10 kg). Diyette uygulayacağımız 500-1000 kalorilik bir eksiklik bize haftada 0,5-1 kg verdirir.
Bu durumda hedefimiz, haftada 1 kg, ayda 4 kg vermek olmalıdır. İdeal kiloya geldikten sonraki hedef ise, bu kiloyu korumak ve tekrar kilo almamaktır.
Tedavi programına katılan kişilerin çoğu, kısa sürede yüzde 10 kilo kaybı sağlarlar, ancak bunların 2/3'ü bir yıl içinde ve neredeyse tamamı 5 yıl içinde, tekrar kilo alırlar. Bunun nedeni şişmanlık tedavisinin, şişmanlığı kesin olarak ortadan kaldıran bir tedavi olmamasıdır. Tedavi kesildiğinde (egzersiz ve diyet bırakıldığında) tekrar kilo alınır. Bu nedenle diyet ve egzersiz, yaşam biçimi haline getirilerek ömür boyu sürmelidir.
Kilo vermenin sağlığa faydası nedir?
Şişman bir kişinin kilo vermesi ömrünü uzatır ve hastalıklara yakalanma riskini büyük ölçüde azaltır.
10 kg'lık kilo kaybıyla ölüm riski yüzde 20'den fazla azalmaktadır. Yine 10 kg'lık bir zayıflamayla büyük tansiyonda 1 cmHg, küçük tansiyonda 2 cmHg'lık azalma olmaktadır. Verilen her 1 kg'la büyük ve küçük tansiyonda 0,1 mmHg düşme görülmektedir.
Şeker hastalığı varsa 10 kg zayıflayınca açlık kan şekerinde yüzde 50 oranında azalma olmaktadır.
1 kg zayıflamakla kandaki toplam kolesterol düzeyinde 2,28 mg/dl, LDL-kolesterol denen kötü kolesterolde 0,91 mg/dl ve trigliserit denen bir başka yağ türünde 1,54 mg/dl düşme olmaktadır.
Kilo verildiğinde, kan dolaşımındaki, kalp hastalığına yakalanma riskini artıran C-reaktif protein (CRP) adı verilen iltihap yapıcı proteinlerde ve kan pıhtılaşmasını artırarak kalp krizine neden olan proteinlerde de ciddi azalmalar olur.
Görüldüğü gibi kilo vermek yaşamı uzatmakta, tansiyonu düzeltmekte, yüksek olan kan yağlarını ve şekerini düşürmektedir. O halde zayıflamanın bu faydalarından yararlanmak için sağlıklı beslenme ve sporla fazla kiloları vermek için uğraşmalıyız.
Çoğu kilolu kişi aralıklarla kilo alıp veriyor. Bu durum vücuda zarar verir mi?
Diyet veya egzersizle kilo verdikten sonra, zaman içinde daha fazla kilo alma durumu ortaya çıkabilir. Bunun vücuda zararlı olduğunu belirten bilimsel çalışmalar olduğu gibi, zararlı olmadığını gösteren araştırmalar da vardır. Bununla birlikte devamlı olarak aşırı kilo alıp vermeler -ki biz buna "yo-yo sendromu" diyoruz- vücuttaki bazı hormonların, minerallerin bozulmasına yol açabilmekte ve hatta kalp ritmini etkileyerek zararlı olabilmektedir. Bu nedenle aşırı kilo alıp vermelerden kaçınmak gerekir. İdeal olanı kilo verdikten sonra zor da olsa o kiloda kalmayı başarabilmektir. Bunun için de sağlıklı beslenme ve spor yapmayı yaşantımızın bir parçası haline veya alışkanlık haline getirmek gerekir.
Beyinde Aclik ve Tokluk Merkezi ve Kilo
Beynimizde bulunan açlık ve tokluk merkezlerinin kilo alımında rolü nedir?
Beynimizin hipotalamus bölgesinde arkuat nukleus denen bir bölge vardır. Bu bölge vücudumuzdan gelen uyarı veya sinyalleri alarak bunları beynin diğer merkezlerine yönlendiren ve beslenmeyi düzenleyen bir doyum merkezidir. Vücudumuzdan salgılanan leptin ve insülin gibi hormonlar beynimizin bu bölgesine kan yoluyla giderek iştah üzerinde etkili olurlar. Hipotalamusun yan bölümleri ise bir yemek yeme merkezidir ve bu merkezin hasara uğraması durumunda açlık, aşırı yeme ve sonunda şişmanlık ortaya çıkar.
Hormonlarla ilgili yeni keşifler, insanların nasıl acıktığını veya nasıl tokluk duyduğunu daha iyi anlamamızı sağlamıştır. Bununla birlikte insanların neden yemek yediği, bu hormonlarla ancak kısmen açıklanabilmektedir. İnsanlar vücut ihtiyaç duyduğu için, psikolojik nedenlerle veya bilinmeyen başka nedenlerle yemek yerler.
En azından bir düzine hormon açlık ve tokluk hissi yaratmaktadır. Son yapılan keşifler kalınbağırsaktan salgılanan "PYY3-36" isimli bir hormonun doygunluk hissi verdiğini, mideden salgılanan "ghrelin" isimli hormonun yemek öncesi kanda hızla artarak yemeyi başlattığını göstermiştir. Yağ hücrelerinden salgılanan leptin hormonu ise iştah konusunda ve kilo alıp vermede insülin hormonuyla birlikte kilit bir rol oynamaktadır. Bu hormonları kontrol edebilirsek kilo vermede veya şişmanlığın tedavisinde büyük adımlar atılmış olacaktır.
Buraya kadar konuştuklarımızda leptin hormonunun şişmanlıktaki etkisini özellikle vurguladınız. Bunu biraz daha açar mısınız?
Leptin hormonu 1994 yılında keşfedildi ve çoğunlukla beyaz yağ dokusundan salgılandığı ortaya kondu. Normal kişilerde, leptin hormonu yağ dokusundan salgılandıktan sonra kana karışarak beyne ulaşır ve iştahı azaltır. Şişmanlarda ise kanda leptin hormonu yüksek olmasına rağmen, iştah azalması ve zayıflama olmamaktadır. Yani şişman kişilerde leptin hormonu çalışmamaktadır. Bunun nedeni araştırıldığında, leptin hormonunun beyne yeterli oranda geçemediği ortaya konmuştur. Şişman kişilere cilt altından yapılan sentetik leptin hormonu tedavisiyle başarılı sonuçlar elde edilememiştir. Hayvanlarda yapılan yeni bilimsel çalışmalar, leptin hormonunun damar yerine burundan verilmesinin leptinin beyne geçişini artırdığını göstermiştir. İleride insanlarda yapılacak çalışmalarda burundan verilen leptinin etkili olması durumunda şişmanlık tedavisinde büyük bir adım atılmış olacaktır.
Genetik olarak leptin yetmezliği varsa bu hastalarda leptin tedavisi faydalı olmaktadır. Bizim saptadığımız leptin gen bozukluğu olan bir Türk ailesi, leptin tedavisinden fayda gördü, ancak bu tür genetik bozukluklar toplumda görülen şişmanların ancak yüzde 4 ila 6'sında bulunmaktadır.
Beynimizin hipotalamus bölgesinde arkuat nukleus denen bir bölge vardır. Bu bölge vücudumuzdan gelen uyarı veya sinyalleri alarak bunları beynin diğer merkezlerine yönlendiren ve beslenmeyi düzenleyen bir doyum merkezidir. Vücudumuzdan salgılanan leptin ve insülin gibi hormonlar beynimizin bu bölgesine kan yoluyla giderek iştah üzerinde etkili olurlar. Hipotalamusun yan bölümleri ise bir yemek yeme merkezidir ve bu merkezin hasara uğraması durumunda açlık, aşırı yeme ve sonunda şişmanlık ortaya çıkar.
Hormonlarla ilgili yeni keşifler, insanların nasıl acıktığını veya nasıl tokluk duyduğunu daha iyi anlamamızı sağlamıştır. Bununla birlikte insanların neden yemek yediği, bu hormonlarla ancak kısmen açıklanabilmektedir. İnsanlar vücut ihtiyaç duyduğu için, psikolojik nedenlerle veya bilinmeyen başka nedenlerle yemek yerler.
En azından bir düzine hormon açlık ve tokluk hissi yaratmaktadır. Son yapılan keşifler kalınbağırsaktan salgılanan "PYY3-36" isimli bir hormonun doygunluk hissi verdiğini, mideden salgılanan "ghrelin" isimli hormonun yemek öncesi kanda hızla artarak yemeyi başlattığını göstermiştir. Yağ hücrelerinden salgılanan leptin hormonu ise iştah konusunda ve kilo alıp vermede insülin hormonuyla birlikte kilit bir rol oynamaktadır. Bu hormonları kontrol edebilirsek kilo vermede veya şişmanlığın tedavisinde büyük adımlar atılmış olacaktır.
Buraya kadar konuştuklarımızda leptin hormonunun şişmanlıktaki etkisini özellikle vurguladınız. Bunu biraz daha açar mısınız?
Leptin hormonu 1994 yılında keşfedildi ve çoğunlukla beyaz yağ dokusundan salgılandığı ortaya kondu. Normal kişilerde, leptin hormonu yağ dokusundan salgılandıktan sonra kana karışarak beyne ulaşır ve iştahı azaltır. Şişmanlarda ise kanda leptin hormonu yüksek olmasına rağmen, iştah azalması ve zayıflama olmamaktadır. Yani şişman kişilerde leptin hormonu çalışmamaktadır. Bunun nedeni araştırıldığında, leptin hormonunun beyne yeterli oranda geçemediği ortaya konmuştur. Şişman kişilere cilt altından yapılan sentetik leptin hormonu tedavisiyle başarılı sonuçlar elde edilememiştir. Hayvanlarda yapılan yeni bilimsel çalışmalar, leptin hormonunun damar yerine burundan verilmesinin leptinin beyne geçişini artırdığını göstermiştir. İleride insanlarda yapılacak çalışmalarda burundan verilen leptinin etkili olması durumunda şişmanlık tedavisinde büyük bir adım atılmış olacaktır.
Genetik olarak leptin yetmezliği varsa bu hastalarda leptin tedavisi faydalı olmaktadır. Bizim saptadığımız leptin gen bozukluğu olan bir Türk ailesi, leptin tedavisinden fayda gördü, ancak bu tür genetik bozukluklar toplumda görülen şişmanların ancak yüzde 4 ila 6'sında bulunmaktadır.
Yemek Yemeyi Azaltmak İcin Protein
Proteinler tokluk hissi verir
Yemek yeme olayının başlamasını neler etkiliyor? Bunu kontrol etme imkanımız yok mudur?
Günlük yaşantımızda bize basit gibi gelen yemek yemeye başlama ve doygunluk hissi duyarak yemeği kesmemiz, aslında üzerinde uzun yıllardır araştırma yapılan ve hâlâ önemli bir kısmı tam anlamıyla bilinmeyen bir olaydır. Bu nedenle bilim adamları iştahın nasıl düzenlendiğini çözmek için uğraşmaktadırlar.
Yemeğe başlamada öğrenilmiş davranışlar, vücuttan gelen uyarılar, psikolojik etkiler, gıdanın görünümü, kokusu, lezzeti, sosyal ortam ve çevre değişiklikleri de etkendir. İnsanlar açlık hissi duymadan da yemek yemektedirler.
Aslında yemeye başlamamız, daha çok öğrenilmiş bir olaydır. Yemeğin sonlandırılması ise hormonlarla sağlanır. Yemek yedikten sonra mide şişerek gerilir ve bağırsaklardan salgılanan hormonlar doygunluk hissi yaratarak yemeği sonlandırır.
Alınan gıdanın içeriği de tokluk hissinde etkilidir. Proteinler daha fazla tokluk hissi verirken, yağlar fazla doygunluk sağlamaz. Tersine, yemeğin yağlı olması, yemeğin tadını artırarak daha fazla yemek yenmesine yol açar. Posalı gıdalar da daha tok tutar.
Gıda alımının başlaması, devam etmesi ve sonlandırılması vücudumuzdan beynimize giden bazı uyarıların etkisiyle olur. Bu sinyal veya uyanlardan en önemlileri yemek yenince kanda artan insülin hormonu ve yağ dokularından salgılanan leptin hormonudur. Ayrıca mide ve bağırsaklardan salgılanan bazı hormonların beyne etki etmesinin de rolü büyüktür.
Kandaki şeker düzeyinde geçici bir azalma, beyindeki bazı bölgeleri harekete geçirerek yeme davranışını başlatmaktadır. Ancak kandaki şeker düşüklüğünün beyin tarafından nasıl saptandığı henüz tam olarak bilinmemektedir.
Tüm bu sinyallerin karmaşık etkisiyle gıda alımında düzenleme ve böylece yeme davranışı oluşur. Bu sinyallerdeki küçük bir hata, aşırı beslenmeye yol açarak kilo alınmasını sağlar.
Beynimizin hipotalamus bölgesinde, iştahın düzenlenmesinde rol alan hormonlar daha yeni ortaya çıkarılabilmiştir, ancak her geçen gün bu bölgeden salgılanan yeni bir hormon saptanmaktadır. Bu bilimsel çalışmalarla iştahın düzenlenmesinde beynin rolü daha iyi anlaşılmış ve şişmanlık tedavisi için yeni ilaçlar geliştirme olanağı doğmuştur.
Yemek yeme olayının başlamasını neler etkiliyor? Bunu kontrol etme imkanımız yok mudur?
Günlük yaşantımızda bize basit gibi gelen yemek yemeye başlama ve doygunluk hissi duyarak yemeği kesmemiz, aslında üzerinde uzun yıllardır araştırma yapılan ve hâlâ önemli bir kısmı tam anlamıyla bilinmeyen bir olaydır. Bu nedenle bilim adamları iştahın nasıl düzenlendiğini çözmek için uğraşmaktadırlar.
Yemeğe başlamada öğrenilmiş davranışlar, vücuttan gelen uyarılar, psikolojik etkiler, gıdanın görünümü, kokusu, lezzeti, sosyal ortam ve çevre değişiklikleri de etkendir. İnsanlar açlık hissi duymadan da yemek yemektedirler.
Aslında yemeye başlamamız, daha çok öğrenilmiş bir olaydır. Yemeğin sonlandırılması ise hormonlarla sağlanır. Yemek yedikten sonra mide şişerek gerilir ve bağırsaklardan salgılanan hormonlar doygunluk hissi yaratarak yemeği sonlandırır.
Alınan gıdanın içeriği de tokluk hissinde etkilidir. Proteinler daha fazla tokluk hissi verirken, yağlar fazla doygunluk sağlamaz. Tersine, yemeğin yağlı olması, yemeğin tadını artırarak daha fazla yemek yenmesine yol açar. Posalı gıdalar da daha tok tutar.
Gıda alımının başlaması, devam etmesi ve sonlandırılması vücudumuzdan beynimize giden bazı uyarıların etkisiyle olur. Bu sinyal veya uyanlardan en önemlileri yemek yenince kanda artan insülin hormonu ve yağ dokularından salgılanan leptin hormonudur. Ayrıca mide ve bağırsaklardan salgılanan bazı hormonların beyne etki etmesinin de rolü büyüktür.
Kandaki şeker düzeyinde geçici bir azalma, beyindeki bazı bölgeleri harekete geçirerek yeme davranışını başlatmaktadır. Ancak kandaki şeker düşüklüğünün beyin tarafından nasıl saptandığı henüz tam olarak bilinmemektedir.
Tüm bu sinyallerin karmaşık etkisiyle gıda alımında düzenleme ve böylece yeme davranışı oluşur. Bu sinyallerdeki küçük bir hata, aşırı beslenmeye yol açarak kilo alınmasını sağlar.
Beynimizin hipotalamus bölgesinde, iştahın düzenlenmesinde rol alan hormonlar daha yeni ortaya çıkarılabilmiştir, ancak her geçen gün bu bölgeden salgılanan yeni bir hormon saptanmaktadır. Bu bilimsel çalışmalarla iştahın düzenlenmesinde beynin rolü daha iyi anlaşılmış ve şişmanlık tedavisi için yeni ilaçlar geliştirme olanağı doğmuştur.
Gece Yemek Yeme Sendromu
Gece Yemek
Gece Yemek Yeme Sendromu
Kilo almada sanırım geceleri aşırı yemek yeme isteği de rol oynuyor. Ülkemizde sık karşılaşılan gece yeme isteğinin nedeni ne olabilir?
Biz buna "gece yeme sendromu" diyoruz. Bu durum bir günde yenen gıdaların en azından yüzde 25 ila 50'sini akşam yemeği ile ertesi sabah arasında geçen sürede yenmesidir.
Bu kişilerde sabah kahvaltı etme isteği veya iştah yoktur. Diğer önemli bir özellik ise uykuya dalmakta zorluk çekmeleridir. Bu kişiler gece uykudan uyanır ve buzdolabına koşarak kontrolsüz bir şekilde aşırı yemek yerler.
Gece yeme durumu sıklıkla stresli kişilerde görülür ve şişmanlığa neden olur. Şişman kişilerin önemli bir kısmında gece yeme durumu vardır. Gece yeme sendromu olan kişilerde stres hormonu dediğimiz kortizol hormonunun ve beyinden salgılanan CRH hormonunun salgılanmasında ve strese verdikleri cevapta anormallik vardır.
Gece yemelerinin altında uyku bozuklukları veya uykuda nefes durması gibi hastalıklar da olabilir. Bu nedenle gece çok atıştıran ve uykudan uyanıp buzdolabına koşan kişilerde uyku bozuklukları ve uyku apnesi hastalığı olup olmadığı bir uyku laboratuvarında araştırılmalıdır.
Bu kişilerin çoğu gece yeterli uyku uyuyamadıkları için gündüzleri uyuklar vaziyette dolaşırlar. Sabahları ise sersemlemiş bir vaziyette uyanırlar ve çok öfkeli olurlar.
Bu sendromdan kurtulmanın bir yolu var mıdır?
Gece yeme sendromunun tedavisi için psikoterapinin, kas gevşeme eğitimlerinin, egzersiz yapmanın ve bazı ilaçların faydalı olduğu ortaya konmuştur.
Gece yemelerini azaltmak için şeker yükü fazla olan reçel, bal, şeker, beyaz ekmek, patates püresi, beyaz pirinç pilavı gibi gıdalar alınmamalı, egzersiz yapılmalı, gece saat 22.00'de yatılmak ve stres yaratan etkenlerden uzak durulmalıdır.
Bir de tıkanırcasına yemek yiyenler var. Bunun altında yatan neden ne olabilir?
Tıkanırcasına yemek yemek bir psikiyatrik hastalıktır. Kontrol edilemeyen aşın yemek yeme nöbetleri vardır. Şişmanların yüzde 1,3'ü ila 30,1'inde tıkanırcasına yemek yeme durumu gözlenir. İlginç olanı tıkanırcasına yeme sıklığının şişmanlığın derecesi arttıkça artmasıdır. Bu kişilerde sıklıkla depresyon belirtileri vardır ve yeme nöbetleri çoğunlukla gece ortaya çıkar. Yeme nöbetlerinin iki özelliği vardır: Belirli bir zaman içinde (örneğin 2 saat içinde) başka kişilere nazaran aynı şartlarda daha çok yemek yemek ve bu nöbetler sırasında aşırı yemek yemeyi kontrol edememektir.
Bu hastalar aşırı yeme durumundan sıkıntı duyarak pişman olurlar. Tıkanırcasına yemek yeme hastalığının teşhisi için kişinin haftada en az iki kez yeme nöbeti yaşaması ve bu durumun en az altı ay sürmesi gerekir.
Çoğu kişi tedavi olmadan düzelebilirse de bu kişilerin çoğunda aşırı kilo alma gözlenir. Bu tür yeme nöbetleri olan kişiler bir psikolog veya psikiyatri uzmanından yardım almalıdırlar.
Gece Yemek Yeme Sendromu
Kilo almada sanırım geceleri aşırı yemek yeme isteği de rol oynuyor. Ülkemizde sık karşılaşılan gece yeme isteğinin nedeni ne olabilir?
Biz buna "gece yeme sendromu" diyoruz. Bu durum bir günde yenen gıdaların en azından yüzde 25 ila 50'sini akşam yemeği ile ertesi sabah arasında geçen sürede yenmesidir.
Bu kişilerde sabah kahvaltı etme isteği veya iştah yoktur. Diğer önemli bir özellik ise uykuya dalmakta zorluk çekmeleridir. Bu kişiler gece uykudan uyanır ve buzdolabına koşarak kontrolsüz bir şekilde aşırı yemek yerler.
Gece yeme durumu sıklıkla stresli kişilerde görülür ve şişmanlığa neden olur. Şişman kişilerin önemli bir kısmında gece yeme durumu vardır. Gece yeme sendromu olan kişilerde stres hormonu dediğimiz kortizol hormonunun ve beyinden salgılanan CRH hormonunun salgılanmasında ve strese verdikleri cevapta anormallik vardır.
Gece yemelerinin altında uyku bozuklukları veya uykuda nefes durması gibi hastalıklar da olabilir. Bu nedenle gece çok atıştıran ve uykudan uyanıp buzdolabına koşan kişilerde uyku bozuklukları ve uyku apnesi hastalığı olup olmadığı bir uyku laboratuvarında araştırılmalıdır.
Bu kişilerin çoğu gece yeterli uyku uyuyamadıkları için gündüzleri uyuklar vaziyette dolaşırlar. Sabahları ise sersemlemiş bir vaziyette uyanırlar ve çok öfkeli olurlar.
Bu sendromdan kurtulmanın bir yolu var mıdır?
Gece yeme sendromunun tedavisi için psikoterapinin, kas gevşeme eğitimlerinin, egzersiz yapmanın ve bazı ilaçların faydalı olduğu ortaya konmuştur.
Gece yemelerini azaltmak için şeker yükü fazla olan reçel, bal, şeker, beyaz ekmek, patates püresi, beyaz pirinç pilavı gibi gıdalar alınmamalı, egzersiz yapılmalı, gece saat 22.00'de yatılmak ve stres yaratan etkenlerden uzak durulmalıdır.
Bir de tıkanırcasına yemek yiyenler var. Bunun altında yatan neden ne olabilir?
Tıkanırcasına yemek yemek bir psikiyatrik hastalıktır. Kontrol edilemeyen aşın yemek yeme nöbetleri vardır. Şişmanların yüzde 1,3'ü ila 30,1'inde tıkanırcasına yemek yeme durumu gözlenir. İlginç olanı tıkanırcasına yeme sıklığının şişmanlığın derecesi arttıkça artmasıdır. Bu kişilerde sıklıkla depresyon belirtileri vardır ve yeme nöbetleri çoğunlukla gece ortaya çıkar. Yeme nöbetlerinin iki özelliği vardır: Belirli bir zaman içinde (örneğin 2 saat içinde) başka kişilere nazaran aynı şartlarda daha çok yemek yemek ve bu nöbetler sırasında aşırı yemek yemeyi kontrol edememektir.
Bu hastalar aşırı yeme durumundan sıkıntı duyarak pişman olurlar. Tıkanırcasına yemek yeme hastalığının teşhisi için kişinin haftada en az iki kez yeme nöbeti yaşaması ve bu durumun en az altı ay sürmesi gerekir.
Çoğu kişi tedavi olmadan düzelebilirse de bu kişilerin çoğunda aşırı kilo alma gözlenir. Bu tür yeme nöbetleri olan kişiler bir psikolog veya psikiyatri uzmanından yardım almalıdırlar.
Depresyon ve Kilo Artisi
Depresyona bağlı kilo artışı
Stres veya depresyon kilo yapar mı?
Stres, üzüntü, sıkıntı ve yalnızlık durumunda rahatlamak için aşırı yemek yiyen veya abur cubur atıştıran insanlar çoktur. Bu durum aşırı ve kontrolsüz beslenmeye ve sonuçta kilo alımına neden olur. Bu kişiler psikolojik sıkıntılarını yemek yiyerek gideren kişilerdir ve çoğunlukla çikolata, tatlı, kuruyemiş ve şekerleme yerler. Bir süre sonra bu şekilde beslenme bir bağımlılık haline geldiğinden hızla kilo almaya başlarlar. Özellikle çikolatada bulunan maddeler beyindeki mutluluk hormonu denen seretonini artırdığından kişilerde rahatlama ve mutluluk gözlenir.
Bu kişilerin stres yönetimini öğrenmeleri, spor yapmaları, dışarı çıkıp yürümeleri, kendilerine zaman ayırmaları ve başka meşguliyetler bulmaları faydalıdır. Stresle başa çıkamayanlar bir psikolog veya psikiyatri uzmanından destek almalıdır. Depresyon ve kilo alma sıklıkla birlikte olan iki durumdur. Depresyon ilaçlarının bazıları kilo yaptığı gibi kilo vermeyi de zorlaştırmaktadır. İnsana mutluluk veren seretonini artıran gıdalar karbonhidratlar olduğu için depresyondaki kişiler karbonhidratı azaltılmış diyetler yapmamalıdır. Bunun yerine posalı karbonhidratlar, tam tahıllar, kepekli makarna ve hububatlar tercih edilmelidir. Bu kişilerde kandaki şeker düzeyi, insülin ve tiroit hormonları ölçülmeli ve buna uygun tedaviler yapılmalıdır. Kanda selenyum eksikliği varsa yerine konmalı ve omega-3 alınmalıdır. Depresyondaki kişiler egzersizden çok fayda görürler. Az ama sık yemek yemek, ara öğünler eklemek çok faydalıdır. Depresyondaki hastalarımın çoğunda hipoglisemi ve tiroit hormon bozukluğu saptadım ve tedaviden büyük yarar gördüler. Bu nedenle mutlaka şeker düşüklüğü olup olmadığı ve tiroit hastalığı araştırılmalıdır.
Kadınlar belli dönemlerde daha çok kilo alıyorlar değil mi?
Erişkin kadınlar özellikle gebelik ve emzirme döneminde, doğum kontrol hapı kullandıklarında ve menopoz döneminde kilo alırlar. Doğum sayısı arttıkça alınan kilolarda da artma olmaktadır. Bu dönemlerde kadınların kilo almamak için beslenmelerine dikkat etmeleri ve egzersizi bırakmamaları gerekir. Kilo alan bir kadının doğum kontrol ilaçlarını kullanmaması daha doğrudur.
Menopoz döneminde ortaya çıkan kilo alma olayı kanda kadınlık hormonu denilen östrojenin azalması neticesinde oluşur. Azalan östrojen hormonu çeşitli mekanizmalarla metabolizmayı yavaşlatarak kilo artışına yol açar. Menopoz tedavisi için ilaç alınsa bile kandaki östrojen hormonu tam olarak düzelmediği için menopozdaki kadınlarda kilo vermede sıkıntılar doğmaktadır. Bu hastalarda diyet, egzersiz ve bazı zayıflama ilaçları faydalı olabilmektedir.
Menopoza girdikten sonra mutlaka açlık ve tokluk kan şekeri ile tiroit hormon tetkiklerini yaptırmakta fayda vardır.
Stres veya depresyon kilo yapar mı?
Stres, üzüntü, sıkıntı ve yalnızlık durumunda rahatlamak için aşırı yemek yiyen veya abur cubur atıştıran insanlar çoktur. Bu durum aşırı ve kontrolsüz beslenmeye ve sonuçta kilo alımına neden olur. Bu kişiler psikolojik sıkıntılarını yemek yiyerek gideren kişilerdir ve çoğunlukla çikolata, tatlı, kuruyemiş ve şekerleme yerler. Bir süre sonra bu şekilde beslenme bir bağımlılık haline geldiğinden hızla kilo almaya başlarlar. Özellikle çikolatada bulunan maddeler beyindeki mutluluk hormonu denen seretonini artırdığından kişilerde rahatlama ve mutluluk gözlenir.
Bu kişilerin stres yönetimini öğrenmeleri, spor yapmaları, dışarı çıkıp yürümeleri, kendilerine zaman ayırmaları ve başka meşguliyetler bulmaları faydalıdır. Stresle başa çıkamayanlar bir psikolog veya psikiyatri uzmanından destek almalıdır. Depresyon ve kilo alma sıklıkla birlikte olan iki durumdur. Depresyon ilaçlarının bazıları kilo yaptığı gibi kilo vermeyi de zorlaştırmaktadır. İnsana mutluluk veren seretonini artıran gıdalar karbonhidratlar olduğu için depresyondaki kişiler karbonhidratı azaltılmış diyetler yapmamalıdır. Bunun yerine posalı karbonhidratlar, tam tahıllar, kepekli makarna ve hububatlar tercih edilmelidir. Bu kişilerde kandaki şeker düzeyi, insülin ve tiroit hormonları ölçülmeli ve buna uygun tedaviler yapılmalıdır. Kanda selenyum eksikliği varsa yerine konmalı ve omega-3 alınmalıdır. Depresyondaki kişiler egzersizden çok fayda görürler. Az ama sık yemek yemek, ara öğünler eklemek çok faydalıdır. Depresyondaki hastalarımın çoğunda hipoglisemi ve tiroit hormon bozukluğu saptadım ve tedaviden büyük yarar gördüler. Bu nedenle mutlaka şeker düşüklüğü olup olmadığı ve tiroit hastalığı araştırılmalıdır.
Kadınlar belli dönemlerde daha çok kilo alıyorlar değil mi?
Erişkin kadınlar özellikle gebelik ve emzirme döneminde, doğum kontrol hapı kullandıklarında ve menopoz döneminde kilo alırlar. Doğum sayısı arttıkça alınan kilolarda da artma olmaktadır. Bu dönemlerde kadınların kilo almamak için beslenmelerine dikkat etmeleri ve egzersizi bırakmamaları gerekir. Kilo alan bir kadının doğum kontrol ilaçlarını kullanmaması daha doğrudur.
Menopoz döneminde ortaya çıkan kilo alma olayı kanda kadınlık hormonu denilen östrojenin azalması neticesinde oluşur. Azalan östrojen hormonu çeşitli mekanizmalarla metabolizmayı yavaşlatarak kilo artışına yol açar. Menopoz tedavisi için ilaç alınsa bile kandaki östrojen hormonu tam olarak düzelmediği için menopozdaki kadınlarda kilo vermede sıkıntılar doğmaktadır. Bu hastalarda diyet, egzersiz ve bazı zayıflama ilaçları faydalı olabilmektedir.
Menopoza girdikten sonra mutlaka açlık ve tokluk kan şekeri ile tiroit hormon tetkiklerini yaptırmakta fayda vardır.
Karacigerde Yaglanma Belirtileri
Karaciğerde Yağlanma
Şişmanlarda Karaciğer Yağlanması Neden Sık Görülür?
Karaciğer yağlanması şişman kişilerde sıklıkla görülen bir durumdur. Karaciğer yağlanması şişmanlık dışında şeker hastalığı olanlarda, kan yağları yüksek olanlarda ve tansiyon yüksekliği bulunanlarda sık görülür. Nedeni bilinmeyen bu durumun tedavisi konusunda da kesin bir bilgi yoktur.
Karaciğer yağlanması olan hastaların çoğunda basit yağlanma vardır ve bu hastalık genellikle iyi seyreder ve siroza dönüşmez. Ancak karaciğerde iltihaplanma, yani yağlı hepatit varsa (ikinci dönem) siroz gelişebilir.
Erişkin yaştaki şişmanların yüzde 57 ila 75'inde, çocuk şişmanların ise yüzde 23 ila 50'sinde karaciğer yağlanması vardır.
Karaciğer yağlanması teşhisi konulan kişilerin çoğunda, herhangi bir şikayet ve belirti yoktur. Bir kısmı ise yorgunluk, halsizlik ve karnın sağ tarafında dolgunluk hissederler. Karaciğer yağlanması olan kişilerin karaciğerlerinde büyüme ortaya çıkar.
Karaciğer Yağlanması Büyümesi
Karaciğer yağlanması olan kişilerde AST (SGOT), ALT (SGPT), alkalen fosfataz ve GGT adı verilen karaciğer testlerinde yükselme olur. Bu testlerin yüksek çıkması o kişide karaciğerde hasar olduğunu gösterir. Karaciğerinde basit yağlanma olan hastaların yüzde 59'unda zaman içinde hastalıkta herhangi bir değişiklik olmazken, yüzde 13'ünde yağlanma kendiliğinden iyileşir. Hastaların yüzde 2 8'inde ilerleme ve siroza doğru bir gidiş olabilir.
Karaciğer Yağlanması Tedavisi
Karaciğer yağlanmasının tedavisi için hasta kilo vermeli ve buna uygun bir diyet uygulamalıdır. Beraberinde şeker hastalığı ve kan yağlarında yükseklik varsa bu hastalıkların da tedavi edilmesi gerekir. Karaciğer yağlanması olan hastaların kilo verirken yavaş kilo vermeleri çok önemlidir. Hızlı kilo verenlerde karaciğer hastalığı kötüleşir. Çocukların haftada en fazla 500 gram, erişkinlerin ise haftada en fazla 1600 gram kilo vermesi gerekir. Tedavide doktorun önereceği bazı ilaçlar kullanılabilir.
Şişmanlarda Karaciğer Yağlanması Neden Sık Görülür?
Karaciğer yağlanması şişman kişilerde sıklıkla görülen bir durumdur. Karaciğer yağlanması şişmanlık dışında şeker hastalığı olanlarda, kan yağları yüksek olanlarda ve tansiyon yüksekliği bulunanlarda sık görülür. Nedeni bilinmeyen bu durumun tedavisi konusunda da kesin bir bilgi yoktur.
Karaciğer yağlanması olan hastaların çoğunda basit yağlanma vardır ve bu hastalık genellikle iyi seyreder ve siroza dönüşmez. Ancak karaciğerde iltihaplanma, yani yağlı hepatit varsa (ikinci dönem) siroz gelişebilir.
Erişkin yaştaki şişmanların yüzde 57 ila 75'inde, çocuk şişmanların ise yüzde 23 ila 50'sinde karaciğer yağlanması vardır.
Karaciğer yağlanması teşhisi konulan kişilerin çoğunda, herhangi bir şikayet ve belirti yoktur. Bir kısmı ise yorgunluk, halsizlik ve karnın sağ tarafında dolgunluk hissederler. Karaciğer yağlanması olan kişilerin karaciğerlerinde büyüme ortaya çıkar.
Karaciğer Yağlanması Büyümesi
Karaciğer yağlanması olan kişilerde AST (SGOT), ALT (SGPT), alkalen fosfataz ve GGT adı verilen karaciğer testlerinde yükselme olur. Bu testlerin yüksek çıkması o kişide karaciğerde hasar olduğunu gösterir. Karaciğerinde basit yağlanma olan hastaların yüzde 59'unda zaman içinde hastalıkta herhangi bir değişiklik olmazken, yüzde 13'ünde yağlanma kendiliğinden iyileşir. Hastaların yüzde 2 8'inde ilerleme ve siroza doğru bir gidiş olabilir.
Karaciğer Yağlanması Tedavisi
Karaciğer yağlanmasının tedavisi için hasta kilo vermeli ve buna uygun bir diyet uygulamalıdır. Beraberinde şeker hastalığı ve kan yağlarında yükseklik varsa bu hastalıkların da tedavi edilmesi gerekir. Karaciğer yağlanması olan hastaların kilo verirken yavaş kilo vermeleri çok önemlidir. Hızlı kilo verenlerde karaciğer hastalığı kötüleşir. Çocukların haftada en fazla 500 gram, erişkinlerin ise haftada en fazla 1600 gram kilo vermesi gerekir. Tedavide doktorun önereceği bazı ilaçlar kullanılabilir.
Metabolik Sendrom Nedir
Metabolik sendrom Nedir
Son zamanlarda "metabolik sendrom" denen bir hastalıktan çok söz edilir oldu. Bu hastalığı anlatır mısınız?
Kalp ve damar hastalıklarına neden olan hipertansiyon, şişmanlık, şeker hastalığı ve kan yağlarında yükseklik gibi hastalıkların aynı kişide bir arada görülmesine "metabolik sendrom" veya "metabolik travma" denir. Bu duruma "insülin rezistans sendromu" veya "sendrom X" adı da verilir. Aslında temel bozukluk insülin hormonunun çalışmamasıdır.
Metabolik sendromlu hastalarda karaciğer yağlanması, kanda ürik asit yüksekliği, kadınlarda polikistik över sendromu ve erkeklerde prostat büyümesi de sık görülmektedir. Temeldeki bozukluk insülin yüksekliği veya insülin hormonunun iyi çalışmaması olduğu için buna yönelik tedaviyle fazla kilolardan kurtulmak gerekmektedir.
Başka hastalıklar için kullanılan ilaçlar da kilo aldırabilir mi?
Bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar kilo aldırır. Bu ilaçlar kullanılırken beslenmeye dikkat etmeli ve hareket artırılmalıdır. Kilo artıran ilaçlar arasında şunları sayabiliriz:
Psikiyatrik hastalıklar ve depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar,
Kortizon,
Doğum kontrol hapları,
Tansiyon ve kalp hastalığı tedavisinde kullanılan beta bloker grubu adı verilen ilaçlar,
Şeker hastalığı tedavisinde kullanılan tabletler ve in-sülin tedavisi,
Epilepsi (sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar,
Alerji, grip, sinüzit tedavisinde kullanılan antihistaminik adı verilen ilaçlar.
Son zamanlarda "metabolik sendrom" denen bir hastalıktan çok söz edilir oldu. Bu hastalığı anlatır mısınız?
Kalp ve damar hastalıklarına neden olan hipertansiyon, şişmanlık, şeker hastalığı ve kan yağlarında yükseklik gibi hastalıkların aynı kişide bir arada görülmesine "metabolik sendrom" veya "metabolik travma" denir. Bu duruma "insülin rezistans sendromu" veya "sendrom X" adı da verilir. Aslında temel bozukluk insülin hormonunun çalışmamasıdır.
Metabolik sendromlu hastalarda karaciğer yağlanması, kanda ürik asit yüksekliği, kadınlarda polikistik över sendromu ve erkeklerde prostat büyümesi de sık görülmektedir. Temeldeki bozukluk insülin yüksekliği veya insülin hormonunun iyi çalışmaması olduğu için buna yönelik tedaviyle fazla kilolardan kurtulmak gerekmektedir.
Başka hastalıklar için kullanılan ilaçlar da kilo aldırabilir mi?
Bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar kilo aldırır. Bu ilaçlar kullanılırken beslenmeye dikkat etmeli ve hareket artırılmalıdır. Kilo artıran ilaçlar arasında şunları sayabiliriz:
Psikiyatrik hastalıklar ve depresyon tedavisinde kullanılan ilaçlar,
Kortizon,
Doğum kontrol hapları,
Tansiyon ve kalp hastalığı tedavisinde kullanılan beta bloker grubu adı verilen ilaçlar,
Şeker hastalığı tedavisinde kullanılan tabletler ve in-sülin tedavisi,
Epilepsi (sara) hastalığı tedavisinde kullanılan ilaçlar,
Alerji, grip, sinüzit tedavisinde kullanılan antihistaminik adı verilen ilaçlar.
Sismanlik ve Seker Hastaligi Riski
Şişman kişilerde şeker hastalığı neden daha sık görülür?
Aşırı kilolu kişilerde tipi diyabetes mellitus dediğimiz erişkin tipi şeker hastalığı oluşma riski normal kilolu kişilere göre 4 kat daha fazladır. Tip 2 diyabetli hastaların yüzde 60 ila 90'ı şişmandır. Orta derecede şişman kişilerde normal kilolu kişilere göre şeker hastalığı görülme riski 30-40 kat daha fazladır.
Şişman kişilerde şeker hastalığı gelişimine neden olan 3 esas neden vardır; bunlar kandaki insülin hormonunun yüksekliği ve etki gösterememesi, kanda yağların fazla olması ve yağ hücrelerinden şeker hastalığı yapan bazı hormonların fazla salgılanmasıdır.
Ayrıca şişmanlık derecesi arttıkça, şişmanlık süresi uzadıkça ve hızlı kilo artımı durumunda şeker hastalığına yakalanma riski artar. Vücuttaki yağların mide ve iç organların etrafında toplandığı erkek tipi şişmanlık, şeker hastalığı yönünden daha büyük risk taşır ve bu tip şişmanlar şeker hastalığına daha kolay yakalanırlar.
Şişman kişiler şeker hastalığı gelişimini önlemek için ideal kilolarına kadar zayıflamak, sağlıklı beslenmeli, yani lifli sebze ve meyveleri fazla, unlu ve şekerli gıdaları az tüketmeli, sıvıyağ kullanmalı ve ayrıca her gün en az 30 dakika yürüyüş yapmalıdır.
Aşırı kilolu kişilerde tipi diyabetes mellitus dediğimiz erişkin tipi şeker hastalığı oluşma riski normal kilolu kişilere göre 4 kat daha fazladır. Tip 2 diyabetli hastaların yüzde 60 ila 90'ı şişmandır. Orta derecede şişman kişilerde normal kilolu kişilere göre şeker hastalığı görülme riski 30-40 kat daha fazladır.
Şişman kişilerde şeker hastalığı gelişimine neden olan 3 esas neden vardır; bunlar kandaki insülin hormonunun yüksekliği ve etki gösterememesi, kanda yağların fazla olması ve yağ hücrelerinden şeker hastalığı yapan bazı hormonların fazla salgılanmasıdır.
Ayrıca şişmanlık derecesi arttıkça, şişmanlık süresi uzadıkça ve hızlı kilo artımı durumunda şeker hastalığına yakalanma riski artar. Vücuttaki yağların mide ve iç organların etrafında toplandığı erkek tipi şişmanlık, şeker hastalığı yönünden daha büyük risk taşır ve bu tip şişmanlar şeker hastalığına daha kolay yakalanırlar.
Şişman kişiler şeker hastalığı gelişimini önlemek için ideal kilolarına kadar zayıflamak, sağlıklı beslenmeli, yani lifli sebze ve meyveleri fazla, unlu ve şekerli gıdaları az tüketmeli, sıvıyağ kullanmalı ve ayrıca her gün en az 30 dakika yürüyüş yapmalıdır.
Kilo Verememek Neden Zayiflayamiyoruz
Kilo Verememek ve Kilo Vermeyi Engelleyen Nedenler
Kilo veremeyen kişilerde hormonlar dışında başka hangi nedenler araştırılmalıdır?
Neden Kilo Verilmez, Kilo verme çabası başarısızlıkla sonuçlanmışsa, bunun nedenlerini değerlendirmek gerekir. Kilo verememenin nedenleri genellikle şunlardır:
Fazla yemeye devam etmek,
Hareketi artırmamak,
Psikolojik olayların araya girmesi,
Ailede diğer kişilerin yardımcı olmaması ve sosyal baskılar,
Depresyon, tıkınırcasına yeme nöbetleri gibi yeme davranış bozukluklarının olması.
Yukarıda belirtilen durumlar varsa bunlara yönelik girişimlerde bulunmalı veya gereken tedavilere başvurulmalıdır.
Metabolizmayı hızlandırmak için neler yapılabilir?
Belirli bir yaştan sonra metabolizmamızda, yani alınan gıdaları yakma özelliğimizde bir yavaşlama olur. Alınan gıdalar yakılamadığından kilo alımı başlar. Menopoza giren kadınlarda ve 40 yaş üzeri erkeklerde metabolizma yavaşladığından göbekte yağ birikmeye başlar.
Genetik olarak metabolizmanız yavaş ise az yediğiniz halde kilo alırsınız. Metabolizmayı yavaşlatan tiroit yetmezliği, insülin yüksekliği gibi hormon bozuklukları varsa tedavi edilmesi gerekir. Yapısal olarak metabolizma yavaşlığı varsa o zaman bazı önlemlerin alınması faydalıdır. Metabolizmayı hızlandıracak ve kilo kaybını sağlayacak önlemler şunlar olabilir:
Yemeklerinizi akşam yerine daha çok sabah ve öğleyin yiyin,
Daha fazla hareketli olun ve her gün 30 dakika yürüyüş yapın,
Günde 3 defa ana öğün ve 3 defa ara öğün şeklinde yemek yiyin,
Şekerli ve unlu gıdaları azaltıp daha fazla protein alın,
Günde en az 2-2,5 litre su için ve özellikle yeşil çay tüketin.
Kilo veremeyen kişilerde hormonlar dışında başka hangi nedenler araştırılmalıdır?
Neden Kilo Verilmez, Kilo verme çabası başarısızlıkla sonuçlanmışsa, bunun nedenlerini değerlendirmek gerekir. Kilo verememenin nedenleri genellikle şunlardır:
Fazla yemeye devam etmek,
Hareketi artırmamak,
Psikolojik olayların araya girmesi,
Ailede diğer kişilerin yardımcı olmaması ve sosyal baskılar,
Depresyon, tıkınırcasına yeme nöbetleri gibi yeme davranış bozukluklarının olması.
Yukarıda belirtilen durumlar varsa bunlara yönelik girişimlerde bulunmalı veya gereken tedavilere başvurulmalıdır.
Metabolizmayı hızlandırmak için neler yapılabilir?
Belirli bir yaştan sonra metabolizmamızda, yani alınan gıdaları yakma özelliğimizde bir yavaşlama olur. Alınan gıdalar yakılamadığından kilo alımı başlar. Menopoza giren kadınlarda ve 40 yaş üzeri erkeklerde metabolizma yavaşladığından göbekte yağ birikmeye başlar.
Genetik olarak metabolizmanız yavaş ise az yediğiniz halde kilo alırsınız. Metabolizmayı yavaşlatan tiroit yetmezliği, insülin yüksekliği gibi hormon bozuklukları varsa tedavi edilmesi gerekir. Yapısal olarak metabolizma yavaşlığı varsa o zaman bazı önlemlerin alınması faydalıdır. Metabolizmayı hızlandıracak ve kilo kaybını sağlayacak önlemler şunlar olabilir:
Yemeklerinizi akşam yerine daha çok sabah ve öğleyin yiyin,
Daha fazla hareketli olun ve her gün 30 dakika yürüyüş yapın,
Günde 3 defa ana öğün ve 3 defa ara öğün şeklinde yemek yiyin,
Şekerli ve unlu gıdaları azaltıp daha fazla protein alın,
Günde en az 2-2,5 litre su için ve özellikle yeşil çay tüketin.
Testesteron ve Ostrojene Bagli Kilo Artisi
Kadınlarda yumurtalık kistleri de kilo yapar mı?
Her kist kilo yapmaz, ancak "polikistik över sendromu" denen hastalık kadınlarda kilo artışı ve şeker hastalığına yatkınlık yapmaktadır. Bu hastalarda tüylenme ve âdet bozukluğu da vardır. Teşhis için hormon tetkiklerinden ve yumurtalık ultrasonundan yararlanılır. Tedavide bu hastalığa yönelik ilaç, uygun sağlıklı diyet ve egzersiz uygulanır.
Testosterona ve östrojene bağlı kilo artışı
Kilo artışı yapan diğer hormon hastalıkları nelerdir?
Biraz önce belirttiğim gibi böbreküstü bezinin aşırı çalışması durumunda bu bezden fazla miktarda "kortizol" hormonu üretilir. Kortizol hormonunun fazlalığıysa, vücutta özellikle karın ve ensede yağ birikimine ve şişmanlığa neden olur. Bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan kortizon ilacı da aynı mekanizmayla kilo alınmasına neden olmaktadır.
Kadınlarda süt salgılatan hormon olarak bilinen "prolaktin" hormonunun fazla salgılanması da kilo almaya yol açan bir hormon bozukluğudur. Prolaktin hormonu beynimizde bulunan hipofiz bezinden salgılanır. Hipofiz bezindeki tümörler aşırı prolaktin hormonu salgıladığında âdetlerde bozulma, memeden süt gelmesi, tüylenme ve kilo alımı gözlenir.
Erkeklerde testosteron isimli erkeklik hormonunun az salgılandığı veya kadınlarda kadınlık hormonu olarak bilinen östrojen hormonunun yumurtalıklardan az salgılandığı durumlarda da kilo artışı meydana gelir. Seks hormonları dediğimiz bu hormonların azalması kilo alınmasına neden olmaktadır. Özellikle ergenlik döneminde aşırı kilo alan erkek çocuklarında seks hormon azlığı olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır.
Bunun dışında büyüme hormon azlığı ve kandaki kalsiyum düşüklüğü de kilo alımına neden olmaktadır.
Bazı virüsler veya bağırsak florası değişikliği şişmanlık yapar mı?
Bazı bilimsel çalışmalarda, "adenovirüs-36" enfeksiyonunun tavuk ve farelerde şişmanlığa yol açtığı ve insanlarda da bu virüse ait antikorların şişman kişilerde daha fazla olduğu saptanmıştır. Şişman olmayan insanlarda adenovirüs-36 enfeksiyonu sıklığı yüzde 5'ken, şişmanlarda bu oranın yüzde 20-30 olduğu belirlenmiştir. Şişmanlığa bu virüsün neden olduğunu söyleyebilmek için daha fazla araştırma yapmaya ihtiyaç vardır. Diğer bir araştırma alanı ise şişman kişiler ile normal kilolu kişilerin bağırsak flo-ralarındaki bakterilerin, yani mikropların farklı olup olmadığıdır. İlk çalışmalar bağırsak florasının şişman kişilerde farklı olduğunu göstermiştir. Bu konu çok ilginç ve üzerinde daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulan bir konudur.
Bazı şişman kişiler diyet yaptığı halde zayıflayamıyor. Bunun nedenini açıklayabilir misiniz?
Bu kişilerin zayıflayamamasının başlıca nedeni sağlıklı beslenmemeleri ve hareketi artırmamalarıdır. Bunları yaptığı halde zayıflayamayan kişilerde hormonal bir bozukluk veya genetik bir hastalık olma olasılığı yüksektir. Bu kişiler bir endokrinoloji uzmanına başvurmalıdırlar. Ayrıca kullanılan doğum kontrol hapları, depresyon ilaçları da kilo vermeyi engelleyebilir.
Sıklıkla karşılaşılan bir durum ise, belirli bir kilo verdikten sonra, daha fazla kilo verememektir. Bunun nedeni vücudun kendini koruma mekanizmasıdır. Bu koruma mekanizmalarından biri, kalori azalınca tiroit hormonu olan T4'ün T3'e dönüşümünü sağlayan 5' -deiyodinaz enziminin çalışmasında bir yavaşlama olmasıdır. T4 hormonundan T3 hormonu az oluştuğu için, metabolizma biraz yavaşlar ve bu durum da kilo vermeyi önler. Bu nedenle zayıflayamayan kişilerde tiroit hormon tetkiklerinin incelenmesi gerekir. Özellikle hipotiroidi denilen tiroit yetmezliği varsa kilo vermek çok zordur. Bu hastalığın bir endokrinoloji uzmanınca tedavisi gerekir.
Kilo vermeyi engelleyen diğer bir durum kandaki bazı minerallerin azlığıdır. Örneğin kanında kalsiyum, magnezyum ve selenyum eksikliği olan kişiler daha zor zayıflar. Bu minerallerin ölçülerek eksikse alınması kilo kaybına fayda sağlar.
Kilo vermeye başladıkça kanımızda "ghrelin" hormonu artmaya başlar ve bizi yemek yemeye yönlendirir. Beyinden salgılanan "öreksin" isimli hormon da yemek yemeyi artırmaktadır.
Görüldüğü gibi vücudumuz, salgıladığı hormonlarla, devamlı kilo vermeye karşı direnç gösterir. Belirli miktarda kilo verildikten sonra, vücut yeni duruma karşı bir denge sağlamaya çalışır ve kilo kaybı azalır, bazen durur. Bu kişiler ümitsizliğe kapılmayıp sağlıklı beslenme ve egzersize devam etmeli hatta egzersizi biraz daha artırmalıdırlar.
Kilo verirken önce hızlı bir kayıp oluyor, ama sonra kilo kaybı yavaşlıyor. Bunun nedenini öğrenebilir miyiz?
Kilo kaybının iki dönemi vardır. İlk dönem hızlıdır. Bu dönemde karaciğer ve kaslarda depolanan glikojen adındaki şekerin ve proteinlerin yıkımına bağlı olarak belirgin bir sıvı kaybı olur ve 24-48 saat içinde glikojen depoları azalırken, vücuttan su atılır. Kişi de hemen kilo verdim diye sevinir.
Bu dönemden sonra yağların yakılması evresi gelir ki, bu evrede başarılı olmak için spor yapmak, yürümek ve gün içinde hareketli olmak büyük önem taşır. Eğer bunlara dikkat edilmezse kilo kaybı durur.
Bu arada tiroit bezi hormonları çalışmayan veya kan insülin hormonu yüksek kişilerde de kilo kaybı zor olur. Bu kişilerin mutlaka bir endokrinoloji uzmanına başvurmaları ve uygun tedavi almaları gerekir.
Her kist kilo yapmaz, ancak "polikistik över sendromu" denen hastalık kadınlarda kilo artışı ve şeker hastalığına yatkınlık yapmaktadır. Bu hastalarda tüylenme ve âdet bozukluğu da vardır. Teşhis için hormon tetkiklerinden ve yumurtalık ultrasonundan yararlanılır. Tedavide bu hastalığa yönelik ilaç, uygun sağlıklı diyet ve egzersiz uygulanır.
Testosterona ve östrojene bağlı kilo artışı
Kilo artışı yapan diğer hormon hastalıkları nelerdir?
Biraz önce belirttiğim gibi böbreküstü bezinin aşırı çalışması durumunda bu bezden fazla miktarda "kortizol" hormonu üretilir. Kortizol hormonunun fazlalığıysa, vücutta özellikle karın ve ensede yağ birikimine ve şişmanlığa neden olur. Bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan kortizon ilacı da aynı mekanizmayla kilo alınmasına neden olmaktadır.
Kadınlarda süt salgılatan hormon olarak bilinen "prolaktin" hormonunun fazla salgılanması da kilo almaya yol açan bir hormon bozukluğudur. Prolaktin hormonu beynimizde bulunan hipofiz bezinden salgılanır. Hipofiz bezindeki tümörler aşırı prolaktin hormonu salgıladığında âdetlerde bozulma, memeden süt gelmesi, tüylenme ve kilo alımı gözlenir.
Erkeklerde testosteron isimli erkeklik hormonunun az salgılandığı veya kadınlarda kadınlık hormonu olarak bilinen östrojen hormonunun yumurtalıklardan az salgılandığı durumlarda da kilo artışı meydana gelir. Seks hormonları dediğimiz bu hormonların azalması kilo alınmasına neden olmaktadır. Özellikle ergenlik döneminde aşırı kilo alan erkek çocuklarında seks hormon azlığı olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır.
Bunun dışında büyüme hormon azlığı ve kandaki kalsiyum düşüklüğü de kilo alımına neden olmaktadır.
Bazı virüsler veya bağırsak florası değişikliği şişmanlık yapar mı?
Bazı bilimsel çalışmalarda, "adenovirüs-36" enfeksiyonunun tavuk ve farelerde şişmanlığa yol açtığı ve insanlarda da bu virüse ait antikorların şişman kişilerde daha fazla olduğu saptanmıştır. Şişman olmayan insanlarda adenovirüs-36 enfeksiyonu sıklığı yüzde 5'ken, şişmanlarda bu oranın yüzde 20-30 olduğu belirlenmiştir. Şişmanlığa bu virüsün neden olduğunu söyleyebilmek için daha fazla araştırma yapmaya ihtiyaç vardır. Diğer bir araştırma alanı ise şişman kişiler ile normal kilolu kişilerin bağırsak flo-ralarındaki bakterilerin, yani mikropların farklı olup olmadığıdır. İlk çalışmalar bağırsak florasının şişman kişilerde farklı olduğunu göstermiştir. Bu konu çok ilginç ve üzerinde daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulan bir konudur.
Bazı şişman kişiler diyet yaptığı halde zayıflayamıyor. Bunun nedenini açıklayabilir misiniz?
Bu kişilerin zayıflayamamasının başlıca nedeni sağlıklı beslenmemeleri ve hareketi artırmamalarıdır. Bunları yaptığı halde zayıflayamayan kişilerde hormonal bir bozukluk veya genetik bir hastalık olma olasılığı yüksektir. Bu kişiler bir endokrinoloji uzmanına başvurmalıdırlar. Ayrıca kullanılan doğum kontrol hapları, depresyon ilaçları da kilo vermeyi engelleyebilir.
Sıklıkla karşılaşılan bir durum ise, belirli bir kilo verdikten sonra, daha fazla kilo verememektir. Bunun nedeni vücudun kendini koruma mekanizmasıdır. Bu koruma mekanizmalarından biri, kalori azalınca tiroit hormonu olan T4'ün T3'e dönüşümünü sağlayan 5' -deiyodinaz enziminin çalışmasında bir yavaşlama olmasıdır. T4 hormonundan T3 hormonu az oluştuğu için, metabolizma biraz yavaşlar ve bu durum da kilo vermeyi önler. Bu nedenle zayıflayamayan kişilerde tiroit hormon tetkiklerinin incelenmesi gerekir. Özellikle hipotiroidi denilen tiroit yetmezliği varsa kilo vermek çok zordur. Bu hastalığın bir endokrinoloji uzmanınca tedavisi gerekir.
Kilo vermeyi engelleyen diğer bir durum kandaki bazı minerallerin azlığıdır. Örneğin kanında kalsiyum, magnezyum ve selenyum eksikliği olan kişiler daha zor zayıflar. Bu minerallerin ölçülerek eksikse alınması kilo kaybına fayda sağlar.
Kilo vermeye başladıkça kanımızda "ghrelin" hormonu artmaya başlar ve bizi yemek yemeye yönlendirir. Beyinden salgılanan "öreksin" isimli hormon da yemek yemeyi artırmaktadır.
Görüldüğü gibi vücudumuz, salgıladığı hormonlarla, devamlı kilo vermeye karşı direnç gösterir. Belirli miktarda kilo verildikten sonra, vücut yeni duruma karşı bir denge sağlamaya çalışır ve kilo kaybı azalır, bazen durur. Bu kişiler ümitsizliğe kapılmayıp sağlıklı beslenme ve egzersize devam etmeli hatta egzersizi biraz daha artırmalıdırlar.
Kilo verirken önce hızlı bir kayıp oluyor, ama sonra kilo kaybı yavaşlıyor. Bunun nedenini öğrenebilir miyiz?
Kilo kaybının iki dönemi vardır. İlk dönem hızlıdır. Bu dönemde karaciğer ve kaslarda depolanan glikojen adındaki şekerin ve proteinlerin yıkımına bağlı olarak belirgin bir sıvı kaybı olur ve 24-48 saat içinde glikojen depoları azalırken, vücuttan su atılır. Kişi de hemen kilo verdim diye sevinir.
Bu dönemden sonra yağların yakılması evresi gelir ki, bu evrede başarılı olmak için spor yapmak, yürümek ve gün içinde hareketli olmak büyük önem taşır. Eğer bunlara dikkat edilmezse kilo kaybı durur.
Bu arada tiroit bezi hormonları çalışmayan veya kan insülin hormonu yüksek kişilerde de kilo kaybı zor olur. Bu kişilerin mutlaka bir endokrinoloji uzmanına başvurmaları ve uygun tedavi almaları gerekir.
Tiroit Hastaligi Sismanlik İliskisi
Tiroit hastalıklarının da şişmanlıkla ilgili olduğu bilinir.
Tiroit hastalığı nasıl kilo yapıyor?
Tiroit bezi boynumuzda bulunan, kelebek şeklinde bir salgıbezidir ve metabolizmamızı kontrol eden tiroit hormonlarını salgılar. Tiroit hormonlarının T3 ve T4 olmak üzere iki tipi vardır. Bu hormonlar az salgılandığında, "hipotiroidi" dediğimiz hastalık oluşur, metabolizma az çalışır ve sonunda kilo alınır.
Tiroit ameliyatı geçirenlerde, Hashimoto tiroiditi denen tiroit hastalığı olanlarda ve 50 yaş üstü kadınların çoğunda tiroit bezi yetmezliği gelişir. Bu kişilerde halsizlik, yorgunluk, el ve yüzde şişme, unutkanlık, kan yağlarında yükseklik ve en önemlisi kilo artışı görülür.
Şişman kişilerde mutlaka tiroit hormon tetkiklerinin yapılarak tiroit bezinin az çalışıp çalışmadığı kontrol edilmelidir. Tiroit bezi yetmezliği tedavi edilmeyen veya yeteri kadar tedavi edilmeyen şişman kişilerin kilo vermesi çok zordur. Bu hastalarda tiroit hormonu tedavisiyle TSH hormon düzeyinin normal sınırlarda olmasının sağlanması gerekir.
Tiroit bezinin çok çalıştığı ve zehirli guatr denen "hipertiroidi" hastalığında kişiler başlangıçta zayıftırlar, ancak bu hastalığın ilaçlarla tedavisi sırasında önemli oranda kilo alımı gözlenmektedir.
Tiroit hastalığı nasıl kilo yapıyor?
Tiroit bezi boynumuzda bulunan, kelebek şeklinde bir salgıbezidir ve metabolizmamızı kontrol eden tiroit hormonlarını salgılar. Tiroit hormonlarının T3 ve T4 olmak üzere iki tipi vardır. Bu hormonlar az salgılandığında, "hipotiroidi" dediğimiz hastalık oluşur, metabolizma az çalışır ve sonunda kilo alınır.
Tiroit ameliyatı geçirenlerde, Hashimoto tiroiditi denen tiroit hastalığı olanlarda ve 50 yaş üstü kadınların çoğunda tiroit bezi yetmezliği gelişir. Bu kişilerde halsizlik, yorgunluk, el ve yüzde şişme, unutkanlık, kan yağlarında yükseklik ve en önemlisi kilo artışı görülür.
Şişman kişilerde mutlaka tiroit hormon tetkiklerinin yapılarak tiroit bezinin az çalışıp çalışmadığı kontrol edilmelidir. Tiroit bezi yetmezliği tedavi edilmeyen veya yeteri kadar tedavi edilmeyen şişman kişilerin kilo vermesi çok zordur. Bu hastalarda tiroit hormonu tedavisiyle TSH hormon düzeyinin normal sınırlarda olmasının sağlanması gerekir.
Tiroit bezinin çok çalıştığı ve zehirli guatr denen "hipertiroidi" hastalığında kişiler başlangıçta zayıftırlar, ancak bu hastalığın ilaçlarla tedavisi sırasında önemli oranda kilo alımı gözlenmektedir.
Sismanligin Zararlari Nelerdir
Şişmanlığın sağlığımız açısından olumsuz etkileri (Zararları) nelerdir?
Şişmanlığın neden olduğu birçok hastalık vardır. Şişmanlığın olumsuz etkilerini şöyle sıralayabiliriz: Şeker hastalığı; hipertansiyon (büyük tansiyonun 13, küçük tansiyonun 8,5'ten fazla olması); kalpteki koroner damarlarda hastalık; kanda trigliserit denen yağın 150 mg/dl'den fazla olması; safrakesesi hastalığı; rahim, meme ve kalınbağırsak kanserlerinde artış; diz ve kalça eklemlerinde kireçlenme; felç; uykuda nefes durması ve horlama; karaciğerde yağlanma; astım; varis; solunum güçlüğü; şişman kadınlarda gebelik süresince bazı hastalıkların sık görülmesi; âdet düzensizlikleri; tüylenme; ameliyatların riskli olması; psikolojik stres; idrar kaçırma ve idrarla protein atılımının artması.
Hormon bozuklukları şişmanlık nedeni olabilir mi?
Bazı hormon bozuklukları kilo almanın önemli bir nedenidir. Şişman bir kişide bu hormon hastalıklarının olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır.
Şişmanlarda vücutta oluşan önemli hormon değişiklikleri nelerdir?
Kilo artışının sık görüldüğü hormon hastalıkları, sıklıkla insülin hormonunun yüksek olması, kan şekeri düşüklüğü, tiroit bezi yetmezliği veya böbreküstü bezinin aşırı çalışmasıdır.
Şişman kişilerde bazı hormonların salınımı artar bazıları ise azalır. Şişmanlarda büyüme hormonu az salgılanır ve nedeni henüz bilinmemektedir. Şişmanlarda vücutta oluşan önemli hormon değişiklikleri şunlardır:
Yemeklerden sonra pankreas bezinden aşırı insülin salgılanır; yemek dışı zamanlarda da kandaki insülin hormonu yüksektir ve etkisi azalmıştır. Kilo verememenin bir diğer nedeni kandaki insülin hormonunun yüksek olması ve iyi çalışmamasıdır. Biz buna "insülin direnci" adını veriyoruz. İnsülin hormonunun kanda yüksek olması ve hücrelere kan şekerini soka-maması nedeniyle ortaya çıkan duruma insülin direnci adı verilir. İnsülin direnci yüksek olan kişilerde, kan şekeri düşüklüğü (hipoglisemi) atakları oluşur. Bu durum şekerli şeyler yemeye yönelttiği için zayıflamak mümkün olmaz. İnsülin direncini azaltan bazı ilaçlar bu konuda faydalı olabilir. Bu konuda uygun önermeyi doktor yapmalı, doktora danışmadan bu tür ilaçlar kullanılmamalıdır.
Kandaki leptin hormonu düzeyi yüksek olmasına rağmen beyne geçerek iştahı azaltamaz ve kilo artar. Yani şişmanlarda leptin hormonu iyi çalışmaz.
Erkeklerde erkeklik hormonu olarak bilinen testosteron hormonu azalır. Kadınlarda ise testosteron artar ve tüylenme yapar.
Şişman kişilerde böbreküstü bezinden aşırı kortizol hormonu üretilir, ancak idrarla atıldığından kanda yükselmez.
Şişmanlığın neden olduğu birçok hastalık vardır. Şişmanlığın olumsuz etkilerini şöyle sıralayabiliriz: Şeker hastalığı; hipertansiyon (büyük tansiyonun 13, küçük tansiyonun 8,5'ten fazla olması); kalpteki koroner damarlarda hastalık; kanda trigliserit denen yağın 150 mg/dl'den fazla olması; safrakesesi hastalığı; rahim, meme ve kalınbağırsak kanserlerinde artış; diz ve kalça eklemlerinde kireçlenme; felç; uykuda nefes durması ve horlama; karaciğerde yağlanma; astım; varis; solunum güçlüğü; şişman kadınlarda gebelik süresince bazı hastalıkların sık görülmesi; âdet düzensizlikleri; tüylenme; ameliyatların riskli olması; psikolojik stres; idrar kaçırma ve idrarla protein atılımının artması.
Hormon bozuklukları şişmanlık nedeni olabilir mi?
Bazı hormon bozuklukları kilo almanın önemli bir nedenidir. Şişman bir kişide bu hormon hastalıklarının olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır.
Şişmanlarda vücutta oluşan önemli hormon değişiklikleri nelerdir?
Kilo artışının sık görüldüğü hormon hastalıkları, sıklıkla insülin hormonunun yüksek olması, kan şekeri düşüklüğü, tiroit bezi yetmezliği veya böbreküstü bezinin aşırı çalışmasıdır.
Şişman kişilerde bazı hormonların salınımı artar bazıları ise azalır. Şişmanlarda büyüme hormonu az salgılanır ve nedeni henüz bilinmemektedir. Şişmanlarda vücutta oluşan önemli hormon değişiklikleri şunlardır:
Yemeklerden sonra pankreas bezinden aşırı insülin salgılanır; yemek dışı zamanlarda da kandaki insülin hormonu yüksektir ve etkisi azalmıştır. Kilo verememenin bir diğer nedeni kandaki insülin hormonunun yüksek olması ve iyi çalışmamasıdır. Biz buna "insülin direnci" adını veriyoruz. İnsülin hormonunun kanda yüksek olması ve hücrelere kan şekerini soka-maması nedeniyle ortaya çıkan duruma insülin direnci adı verilir. İnsülin direnci yüksek olan kişilerde, kan şekeri düşüklüğü (hipoglisemi) atakları oluşur. Bu durum şekerli şeyler yemeye yönelttiği için zayıflamak mümkün olmaz. İnsülin direncini azaltan bazı ilaçlar bu konuda faydalı olabilir. Bu konuda uygun önermeyi doktor yapmalı, doktora danışmadan bu tür ilaçlar kullanılmamalıdır.
Kandaki leptin hormonu düzeyi yüksek olmasına rağmen beyne geçerek iştahı azaltamaz ve kilo artar. Yani şişmanlarda leptin hormonu iyi çalışmaz.
Erkeklerde erkeklik hormonu olarak bilinen testosteron hormonu azalır. Kadınlarda ise testosteron artar ve tüylenme yapar.
Şişman kişilerde böbreküstü bezinden aşırı kortizol hormonu üretilir, ancak idrarla atıldığından kanda yükselmez.
Sismanlik Cesitleri Nelerdir
Şişmanlığın çeşitleri var mıdır?
Vücuttaki yağın dağılımına göre şişmanlık, erkek tipi ve kadın tipi olmak üzere ikiye ayrılır. "Erkek tipi" ya da "elma tipi" şişmanlıkta karında, göbekte, iç organların etrafında fazla miktarda yağ vardır. Şeker hastalığı, tansiyon, kan yağlarında yükseklik, karaciğer yağlanması, koroner arter ve beyin damar hastalıkları (inme-felç) bu şişmanlık tipinde sık görülür. Bu nedenle göbekte yağ toplanmasıyla karakterize edilen bu şişmanlık türü sağlık açısından çok zararlıdır.
"Kadın tipi" veya "armut tipi" şişmanlıkta yağlar cilt altında ve kalçada birikmiştir. Kadınlarda yağların basende veya kalçada birikmesi bu tür şişmanlığı oluşturur. Bu tip şişmanlarda kalp ve damar hastalığı veya şeker hastalığı daha az görülür.
Şişman bir kişide kalp hastalığına yakalanma riski, bel çevresi ve VKİ'ye göre anlaşılır. Bel çevresi genişledikçe kalp hastalığına yakalanma riski de artar. Bel çevresi erkekte 102 cm'den, kadında 88 cm'den fazla ise, kalp hastalığına yakalanma riski yüksek demektir. Bel çevresi ne olursa olsun VKİ >35 kg/m2 ise yine kalp hastalığı riski yüksektir.
Yaş arttıkça insanlar neden kilo alır?
Yaşla birlikte kilo artışının bir nedeni, kanda pankreas bezinden salgılanan insülin hormonu ile böbreküstü bezinden salgılanan kortizol hormonunun artmasıdır. Her iki hormon da çeşitli mekanizmalarla yağ birikimini artırmaktadır. Bu hormonlar yağların parçalanmasını veya erimesini engelleyerek yağ miktarının artmasına neden olurlar. Diğer bir neden de yaşla birlikte hareketin azalmasıdır.
Yanlış yemek yeme alışkanlıklarının kilo almada etkisi nedir?
Kilo almada yanlış yemek yeme alışkanlıklarının da önemli bir yeri vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Hızlı yemek yemek, büyük lokmalar halinde yemek, az çiğnemek ve çatalı kaşığı elden hiç bırakmamak,
Öğün atlamak, öğün aralarında devamlı atıştırmak,
Televizyon seyrederken, kitap veya gazete okurken yemek yemek,
Üzüntülü ve sıkıntılı durumda aşırı yemek yemek,
Çok fazla yemek yemek,
Ziyaret ve davetlere sık katılmak, tatlı ve şeker ikramlarını reddetmemek,
Akşam yemeğinden sonra, yatıncaya kadar devamlı bir şeyler yemek,
Az su içmek,
Akşam eve gelince yemeğe kadar abur cubur yemek.
Şişmanlığa zemin hazırlayan hastalıklar
Vücuttaki yağın dağılımına göre şişmanlık, erkek tipi ve kadın tipi olmak üzere ikiye ayrılır. "Erkek tipi" ya da "elma tipi" şişmanlıkta karında, göbekte, iç organların etrafında fazla miktarda yağ vardır. Şeker hastalığı, tansiyon, kan yağlarında yükseklik, karaciğer yağlanması, koroner arter ve beyin damar hastalıkları (inme-felç) bu şişmanlık tipinde sık görülür. Bu nedenle göbekte yağ toplanmasıyla karakterize edilen bu şişmanlık türü sağlık açısından çok zararlıdır.
"Kadın tipi" veya "armut tipi" şişmanlıkta yağlar cilt altında ve kalçada birikmiştir. Kadınlarda yağların basende veya kalçada birikmesi bu tür şişmanlığı oluşturur. Bu tip şişmanlarda kalp ve damar hastalığı veya şeker hastalığı daha az görülür.
Şişman bir kişide kalp hastalığına yakalanma riski, bel çevresi ve VKİ'ye göre anlaşılır. Bel çevresi genişledikçe kalp hastalığına yakalanma riski de artar. Bel çevresi erkekte 102 cm'den, kadında 88 cm'den fazla ise, kalp hastalığına yakalanma riski yüksek demektir. Bel çevresi ne olursa olsun VKİ >35 kg/m2 ise yine kalp hastalığı riski yüksektir.
Yaş arttıkça insanlar neden kilo alır?
Yaşla birlikte kilo artışının bir nedeni, kanda pankreas bezinden salgılanan insülin hormonu ile böbreküstü bezinden salgılanan kortizol hormonunun artmasıdır. Her iki hormon da çeşitli mekanizmalarla yağ birikimini artırmaktadır. Bu hormonlar yağların parçalanmasını veya erimesini engelleyerek yağ miktarının artmasına neden olurlar. Diğer bir neden de yaşla birlikte hareketin azalmasıdır.
Yanlış yemek yeme alışkanlıklarının kilo almada etkisi nedir?
Kilo almada yanlış yemek yeme alışkanlıklarının da önemli bir yeri vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Hızlı yemek yemek, büyük lokmalar halinde yemek, az çiğnemek ve çatalı kaşığı elden hiç bırakmamak,
Öğün atlamak, öğün aralarında devamlı atıştırmak,
Televizyon seyrederken, kitap veya gazete okurken yemek yemek,
Üzüntülü ve sıkıntılı durumda aşırı yemek yemek,
Çok fazla yemek yemek,
Ziyaret ve davetlere sık katılmak, tatlı ve şeker ikramlarını reddetmemek,
Akşam yemeğinden sonra, yatıncaya kadar devamlı bir şeyler yemek,
Az su içmek,
Akşam eve gelince yemeğe kadar abur cubur yemek.
Şişmanlığa zemin hazırlayan hastalıklar
İdeal Kilo ve Boy Hesaplama
İdeal Kilo Nedir, İdeal Kilo Hesaplama
Bir kişinin şişman olup olmadığı nasıl anlaşılır?
Bir kişinin vücut ağırlığının ideal kilosunun yüzde 120'sinden fazla olması veya vücut kitle indeksinin (VKİ) 30 kg/m2'den fazla olması durumunda "şişmanlık vardır" diyoruz.
Bu konuda iki formül kullanırız:
İdeal Kilo Boy Hesabı
1. İdeal kilo formülü: Boy-100-[(boy-150)/4]. Bu formülü bir örnekle şöyle açıklayabiliriz: Boyu 160 cm olan bir kadının ideal kilosu şöyle hesaplanır:
160-100-[(160-150)/4]= 60 (10/4)= 60-2,5= 57,5 kg
Bu formül kabaca boyunuzun santim cinsinden değerinden 100 çıkarılarak bulunan rakamdan 4-5 kg çıkarılarak da elde edilir.
İdeal Kilo Hesaplaması
2. Vücut kitle indeksi: Şişmanlığı saptamak için en sık kullanılan ölçümdür. Vücut ağırlığının (kg) boyun metre cinsinden karesine bölünmesiyle (m2) bulunur (kg/m2). Vücut kitle indeksi vücut yağını kaba bir hesapla tahmin etmeye yarar ve vücut yağını yüzde 70 doğrulukta ortaya koyar.
Bunu bir örnekle şöyle açıklayabiliriz: Kilosu 54 kg, boyu ise 1,60 m olan bir kadının vücut kitle indeksi şöyle hesaplanır:
kg/m2= 54/l,602= 54/2,56= 21,09 kg/m2
Vücut kitle indeksi şöyle değerlendirilir:
VKİ 18,5 kg/m2'den az ise kilo azlığı söz konusudur,
VKİ 24,9 kg/m2'den küçük ise o kişi sağlıklıdır,
VKİ 25-29,9 kg/m2 arasında ise aşırı kiloludur,
VKİ 30-34,9 kg/m2 arasında ise hafif şişmandır (evre 1),
VKİ 35-39,9 kg/m2 arasında ise şiddetli şişmandır (evre 2),
VKİ 40 ve üstü ise çok şiddetli (morbid) şişman veya ölümcül şişmandır (evre 3).
Bu sınırlar şişmanlığın tanımı için uygun olsa da VKİ'si 19 olan bir kişinin VKİ'nin sözgelimi 24,5'ine kadar kilo alması da bir risk taşır. VKİ'si 18'den 24'e çıkan bir kişinin de aşırı kilolarını vermesi gerekir.
Bir kişinin şişman olup olmadığı nasıl anlaşılır?
Bir kişinin vücut ağırlığının ideal kilosunun yüzde 120'sinden fazla olması veya vücut kitle indeksinin (VKİ) 30 kg/m2'den fazla olması durumunda "şişmanlık vardır" diyoruz.
Bu konuda iki formül kullanırız:
İdeal Kilo Boy Hesabı
1. İdeal kilo formülü: Boy-100-[(boy-150)/4]. Bu formülü bir örnekle şöyle açıklayabiliriz: Boyu 160 cm olan bir kadının ideal kilosu şöyle hesaplanır:
160-100-[(160-150)/4]= 60 (10/4)= 60-2,5= 57,5 kg
Bu formül kabaca boyunuzun santim cinsinden değerinden 100 çıkarılarak bulunan rakamdan 4-5 kg çıkarılarak da elde edilir.
İdeal Kilo Hesaplaması
2. Vücut kitle indeksi: Şişmanlığı saptamak için en sık kullanılan ölçümdür. Vücut ağırlığının (kg) boyun metre cinsinden karesine bölünmesiyle (m2) bulunur (kg/m2). Vücut kitle indeksi vücut yağını kaba bir hesapla tahmin etmeye yarar ve vücut yağını yüzde 70 doğrulukta ortaya koyar.
Bunu bir örnekle şöyle açıklayabiliriz: Kilosu 54 kg, boyu ise 1,60 m olan bir kadının vücut kitle indeksi şöyle hesaplanır:
kg/m2= 54/l,602= 54/2,56= 21,09 kg/m2
Vücut kitle indeksi şöyle değerlendirilir:
VKİ 18,5 kg/m2'den az ise kilo azlığı söz konusudur,
VKİ 24,9 kg/m2'den küçük ise o kişi sağlıklıdır,
VKİ 25-29,9 kg/m2 arasında ise aşırı kiloludur,
VKİ 30-34,9 kg/m2 arasında ise hafif şişmandır (evre 1),
VKİ 35-39,9 kg/m2 arasında ise şiddetli şişmandır (evre 2),
VKİ 40 ve üstü ise çok şiddetli (morbid) şişman veya ölümcül şişmandır (evre 3).
Bu sınırlar şişmanlığın tanımı için uygun olsa da VKİ'si 19 olan bir kişinin VKİ'nin sözgelimi 24,5'ine kadar kilo alması da bir risk taşır. VKİ'si 18'den 24'e çıkan bir kişinin de aşırı kilolarını vermesi gerekir.
Cocuklarda Sismanlik ve Kilo Sorunu
Çocuklarda görülen şişmanlık sıklığında artış var mı?
Evet çocuklardaki şişmanlık sıklığında son yıllarda çok hızlı bir artış, hatta patlama var. Bu nedenle, eskiden erişkin yaşlarda görülen "tip 2 şeker hastalığı" artık çocukluk veya ergenlik çağında da görülmeye başlandı. Fransa'da son 10 yılda çocuklarda şişmanlık sıklığı 5 kat, ABD'de ise 1976 yılından bu yana 2 kat artmış. Aynı şekilde Türkiye'de de çocukluk çağındaki şişmanlık hızla artmaktadır.
Çocuklarda şişmanlığa neden olan faktörler nelerdir?
Çocuklarda şişmanlığın bu denli hızlı artmasında öncelikle çevre faktörlerindeki değişiklikler sorumludur. Hareketsiz bir yaşam biçiminin egemen olması, televizyon ve bilgisayar önünde fazla vakit geçirme, karbonhidratlı ve yağlı gıdalarla aşırı beslenme, çocukların okullarda dar bir çevrede kalmaları, oyun ve egzersiz yapamamaları, televizyonlarda yapılan şeker ve çikolata türü gıdaların reklamları bu artışta başlıca etkenlerdir. Günde iki saatten fazla televizyon seyreden çocukların yüzde 52'sinde aşırı kilo ve yüzde 28'inde şişmanlık saptanmıştır.
Çocuklarda Kilo Fazlalığının Nedenleri
Çocuğun doğum kilosunun fazla olması,
Annenin gebelikte sigara içmesi,
Bebeklik döneminde katı gıdalara erken başlamak,
Anne-babanın şişman olması,
Ailenin sosyal ve ekonomik yönden yetersizliği,
Haftada 11 ve günde 1,5 saatten fazla televizyon izlemek,
Okul sporlarına katılmamak,
Ev dışında oyun oynamamak,
Otomobille her gün 2 saatten fazla seyahat etmek,
Kardeşsiz olmak.
Kantinlerde meyve satışı yapılmalı
Çocukların kilo almaması için neler yapmalıyız?
Hem ailede hem de okulda yapılacak şeylerle çocukların kilo alımı engellenebilir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Okullarda çocuklara oyun ve jimnastik alanları sağlanmalıdır,
Aile bebekleri anne sütüyle beslemeye özen göstermelidir (obeziteyi yüzde 15-25 oranında azaltır),
Anne-baba sağlıklı beslenmeyi öğrenmeli ve evde uygulamalıdır, böylece çocuklar da sağlıklı beslenmeyi öğrenirler,
Çocuklara abur cubur yememesi, acıktığı zaman ve yavaş yemesi öğretilmelidir,
Çocuğun aileyle birlikte yemek yemesi sağlanmalı, mutlaka kahvaltı edilmelidir,
Aile, günlük beslenmede yağ ve karbonhidrat miktarını azaltmalıdır,
Aile, çocuğu kısıtlayıcı diyetlere sokmamalıdır,
Çocuk bir başarı kazandığında, ödül olarak şeker, çikolata gibi kalorisi yüksek gıdalar verilmemelidir,
Çocuğu cezalandırırken besin alımını kesmemek veya besinleri yasaklamamak gerekir,
Çocuklara çok su içmesi öğretilmelidir,
Çocukların kendi odalarına veya yattıkları odaya televizyon konmamalıdır,
Okullara sağlıklı beslenme ve egzersizin faydaları konusunda dersler koymalı ve okul kantinlerinde sağlıklı besinlerin satılması sağlanmalıdır. Gazoz ve kola gibi yüksek kalorili içecekler yerine, sadece su veya maden suyu satılmalı, margarinle yapılmış tost satışı yasaklanmalıdır. Kantinlerde meyve satışı yapılmalı, çocuklara bisküvi ve kek yerine meyve yeme alışkanlığı kazandırılmalıdır.
Öğlenleri yemek verilen okullarda, kilo aldırmayan ve sağlıklı yemeklerin çıkması için çaba gösterilmelidir. İngiltere ve Singapur'da yapılan okul çalışmaları başarılı sonuçlar vermiştir.
Çocukluk döneminde kilolu olanların erişkin yaşlarda kilolu olma riski var mı?
3-10 yaş arasında aşırı kilolu olan çocukların yüzde 50'sinde erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski vardır. Ergenlik çağında aşırı kilolu olanların ise yüzde 70-80'inde ileri yaşta aşırı kilo gelişmektedir. Bu nedenle çocukluk çağından itibaren fazla kilolarla mücadele etmek gerekir.
Çocuklarda görülen şişmanlık ile erişkinlerde görülen şişmanlık arasında fark var mı?
Evet, arada fark var. Çocuklar kilo aldığında yağ hücrelerinin sayısı artıyor. Erişkinlerde ise yağ hücrelerinin sayısında artma olmadan her bir yağ hücresi büyüyor.
Tedavide iş anne-babaya düşüyor
Çocuklarda şişmanlık tedavisi için ne yapılmalı?
Çocuklardaki şişmanlığın tedavisinde büyüklerde olduğu gibi önce hormonal veya genetik bir bozukluğun olup olmadığı araştırılmalıdır. İnsülin direnci veya tiroit yetmezliği ilk akla gelenlerdir. Çocukluk ve ergenlik çağında şişmanlığa bağlı insülin direnci olup olmadığını anlamak için, açlık kan şekeri ve açlık kan insülin düzeyi ölçülür. Açlık insülin düzeyinin 15-20 mlU/ml'den fazla olması veya şeker yükleme testi sırasında insülin düzeyinin 150 mlU/ml'den yüksek olması da insülin direncinin varlığını gösteren önemli bir belirtidir. İnsülin direnci bu çocuklarda ileride şeker hastalığı çıkma ihtimalinin yüksek olduğunu gösterir. Tiroit hormonları için TSH ve serbest T4 ölçümleri yapılmalıdır.
Tedavide iş çocuğa ve daha çok anne-babaya düşmektedir. Çocuğun hareketi artırılmalı, yağ ve enerji düzeyi düşük gıdalar yemesi sağlanmalı, yeme alışkanlığı değiştirilmeli ve aile üyeleri de sağlıklı beslenmeyi öğrenmelidir. Bunların dışında çocuğun çok televizyon seyretmesine izin verilmemelidir. Çocuklarda şişmanlık için ilaç tedavisi yapılmaz.
Şişman çocuklarda günlük kalori alımının yüzde 25'inden fazlasının, yemek saatleri dışındaki atıştırmalardan kaynaklandığı belirlenmiştir. Bu nedenle çocukların atıştırmaları önlenmelidir. Şişman çocukların en önemli problemlerinden biri, ergenliğe erken girmeleridir. Bu çocuklarda yürümede gecikme, kemik yaşının akranlarına göre ileri olması, vücutta pişikler ve deri iltihaplan sık görülür. Yağ dokusu artışına bağlı olarak karında çatlaklar oluşur. Erkek çocuklarında memelerde aşırı büyüme gözlenebilir.
Çocuklarda şişmanlığın ortaya çıkmasını önleyecek diyet ilkelerini şöyle sıralayabiliriz:
Bir yaşına kadar çocuğu anne sütüyle beslemek çok önemlidir. Ek besinlere erken başlamak, süte bal koymak, fazla muhallebi yedirmek çocukta kilo artışına neden olur. Hazır bebek mamalarına su konulmalı ve bisküvi eklenmemelidir. Biberon yerine kaşıkla beslenmeye önem verilmelidir.
1-6 yaş arasında, ailenin beslenme tarzı kilo alımında çok önemlidir. Ailenin sağlıklı beslenme konusunda bilgi sahibi olması gerekir. Çocuğa ödül olarak şeker ve çikolata verilmemelidir. Çocuğun mutlaka sabah kahvaltı etmesi, öğün kaçırmaması ve hareketli olması sağlanmalıdır.
6-18 yaş döneminde çocuklar makarna ve pilav gibi karbonhidratlı gıdaları tercih ederler, sebze yemeklerini pek sevmezler. Bu nedenle aile dengeli bir beslenmede, öğün atlamamakta, sebze ve meyveden zengin bir diyette ısrar etmeli ve hububatlara ağırlık vermelidir. Çocuğa doğru beslenme alışkanlığı kazandırmak için, evde beyaz ekmek yerine tam buğday ekmeği, beyaz makarna yerine kepekli makarna tüketmelidir.
Spor yapmak da diyet kadar büyük önem taşır.
Yoğun çalışma veya sınav döneminde de gençler kilo alıyor. Bu dönemde gençler nasıl beslenmeli?
Sınav döneminde ve özellikle üniversiteye hazırlanırken gençlerimizde yorgunluk, halsizlik, uykusuzluk ve çok fazla stres vardır. Bu nedenle abur cubur yiyen, düzenli beslenemeyen öğrenciler kilo alırlar. Bu şekilde sınava giren öğrencilerin başarılı olmaları zorlaşır.
Hafızayı güçlendirmek için omega-3 alımını artırmak ve bu amaçla da haftada 3 kez balık tüketmek, sebze ve meyveyi artırmak, arada ceviz, badem veya fındık yemek gerekir, tabii yumurtayı da unutmamak faydalı olur. Kalsiyum desteği için yağsız süt ve ayran mutlaka içilmelidir.
Sınava hazırlanan gençlerde kansızlık, kalsiyum ve magnezyum gibi mineral eksikliği olup olmadığını araştırmak gerekir. Demir eksikliği olan gençlerde isteksizlik, konsantre olamama çok sık görülür. Bu tür eksiklik varsa doktorunuzun önerdiği şekilde ilaç alınması ve besin desteği gerekebilir.
Düzenli kahvaltı etmek de önemlidir. Gençlerin çoğu kahvaltı etmeden okula gitmektedir. Kahvaltı etmek başarıyı artırır. Kahve ve çayı fazla içmek veya kola alışkanlığı hafızaya zarar verir. Bunun yerine bol su veya taze meyve suyu içilmelidir. Her gün yarım saat yürüyüş yapmak da sınav başarısını artırmaktadır.
Evet çocuklardaki şişmanlık sıklığında son yıllarda çok hızlı bir artış, hatta patlama var. Bu nedenle, eskiden erişkin yaşlarda görülen "tip 2 şeker hastalığı" artık çocukluk veya ergenlik çağında da görülmeye başlandı. Fransa'da son 10 yılda çocuklarda şişmanlık sıklığı 5 kat, ABD'de ise 1976 yılından bu yana 2 kat artmış. Aynı şekilde Türkiye'de de çocukluk çağındaki şişmanlık hızla artmaktadır.
Çocuklarda şişmanlığa neden olan faktörler nelerdir?
Çocuklarda şişmanlığın bu denli hızlı artmasında öncelikle çevre faktörlerindeki değişiklikler sorumludur. Hareketsiz bir yaşam biçiminin egemen olması, televizyon ve bilgisayar önünde fazla vakit geçirme, karbonhidratlı ve yağlı gıdalarla aşırı beslenme, çocukların okullarda dar bir çevrede kalmaları, oyun ve egzersiz yapamamaları, televizyonlarda yapılan şeker ve çikolata türü gıdaların reklamları bu artışta başlıca etkenlerdir. Günde iki saatten fazla televizyon seyreden çocukların yüzde 52'sinde aşırı kilo ve yüzde 28'inde şişmanlık saptanmıştır.
Çocuklarda Kilo Fazlalığının Nedenleri
Çocuğun doğum kilosunun fazla olması,
Annenin gebelikte sigara içmesi,
Bebeklik döneminde katı gıdalara erken başlamak,
Anne-babanın şişman olması,
Ailenin sosyal ve ekonomik yönden yetersizliği,
Haftada 11 ve günde 1,5 saatten fazla televizyon izlemek,
Okul sporlarına katılmamak,
Ev dışında oyun oynamamak,
Otomobille her gün 2 saatten fazla seyahat etmek,
Kardeşsiz olmak.
Kantinlerde meyve satışı yapılmalı
Çocukların kilo almaması için neler yapmalıyız?
Hem ailede hem de okulda yapılacak şeylerle çocukların kilo alımı engellenebilir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Okullarda çocuklara oyun ve jimnastik alanları sağlanmalıdır,
Aile bebekleri anne sütüyle beslemeye özen göstermelidir (obeziteyi yüzde 15-25 oranında azaltır),
Anne-baba sağlıklı beslenmeyi öğrenmeli ve evde uygulamalıdır, böylece çocuklar da sağlıklı beslenmeyi öğrenirler,
Çocuklara abur cubur yememesi, acıktığı zaman ve yavaş yemesi öğretilmelidir,
Çocuğun aileyle birlikte yemek yemesi sağlanmalı, mutlaka kahvaltı edilmelidir,
Aile, günlük beslenmede yağ ve karbonhidrat miktarını azaltmalıdır,
Aile, çocuğu kısıtlayıcı diyetlere sokmamalıdır,
Çocuk bir başarı kazandığında, ödül olarak şeker, çikolata gibi kalorisi yüksek gıdalar verilmemelidir,
Çocuğu cezalandırırken besin alımını kesmemek veya besinleri yasaklamamak gerekir,
Çocuklara çok su içmesi öğretilmelidir,
Çocukların kendi odalarına veya yattıkları odaya televizyon konmamalıdır,
Okullara sağlıklı beslenme ve egzersizin faydaları konusunda dersler koymalı ve okul kantinlerinde sağlıklı besinlerin satılması sağlanmalıdır. Gazoz ve kola gibi yüksek kalorili içecekler yerine, sadece su veya maden suyu satılmalı, margarinle yapılmış tost satışı yasaklanmalıdır. Kantinlerde meyve satışı yapılmalı, çocuklara bisküvi ve kek yerine meyve yeme alışkanlığı kazandırılmalıdır.
Öğlenleri yemek verilen okullarda, kilo aldırmayan ve sağlıklı yemeklerin çıkması için çaba gösterilmelidir. İngiltere ve Singapur'da yapılan okul çalışmaları başarılı sonuçlar vermiştir.
Çocukluk döneminde kilolu olanların erişkin yaşlarda kilolu olma riski var mı?
3-10 yaş arasında aşırı kilolu olan çocukların yüzde 50'sinde erişkin dönemde aşırı kilolu olma riski vardır. Ergenlik çağında aşırı kilolu olanların ise yüzde 70-80'inde ileri yaşta aşırı kilo gelişmektedir. Bu nedenle çocukluk çağından itibaren fazla kilolarla mücadele etmek gerekir.
Çocuklarda görülen şişmanlık ile erişkinlerde görülen şişmanlık arasında fark var mı?
Evet, arada fark var. Çocuklar kilo aldığında yağ hücrelerinin sayısı artıyor. Erişkinlerde ise yağ hücrelerinin sayısında artma olmadan her bir yağ hücresi büyüyor.
Tedavide iş anne-babaya düşüyor
Çocuklarda şişmanlık tedavisi için ne yapılmalı?
Çocuklardaki şişmanlığın tedavisinde büyüklerde olduğu gibi önce hormonal veya genetik bir bozukluğun olup olmadığı araştırılmalıdır. İnsülin direnci veya tiroit yetmezliği ilk akla gelenlerdir. Çocukluk ve ergenlik çağında şişmanlığa bağlı insülin direnci olup olmadığını anlamak için, açlık kan şekeri ve açlık kan insülin düzeyi ölçülür. Açlık insülin düzeyinin 15-20 mlU/ml'den fazla olması veya şeker yükleme testi sırasında insülin düzeyinin 150 mlU/ml'den yüksek olması da insülin direncinin varlığını gösteren önemli bir belirtidir. İnsülin direnci bu çocuklarda ileride şeker hastalığı çıkma ihtimalinin yüksek olduğunu gösterir. Tiroit hormonları için TSH ve serbest T4 ölçümleri yapılmalıdır.
Tedavide iş çocuğa ve daha çok anne-babaya düşmektedir. Çocuğun hareketi artırılmalı, yağ ve enerji düzeyi düşük gıdalar yemesi sağlanmalı, yeme alışkanlığı değiştirilmeli ve aile üyeleri de sağlıklı beslenmeyi öğrenmelidir. Bunların dışında çocuğun çok televizyon seyretmesine izin verilmemelidir. Çocuklarda şişmanlık için ilaç tedavisi yapılmaz.
Şişman çocuklarda günlük kalori alımının yüzde 25'inden fazlasının, yemek saatleri dışındaki atıştırmalardan kaynaklandığı belirlenmiştir. Bu nedenle çocukların atıştırmaları önlenmelidir. Şişman çocukların en önemli problemlerinden biri, ergenliğe erken girmeleridir. Bu çocuklarda yürümede gecikme, kemik yaşının akranlarına göre ileri olması, vücutta pişikler ve deri iltihaplan sık görülür. Yağ dokusu artışına bağlı olarak karında çatlaklar oluşur. Erkek çocuklarında memelerde aşırı büyüme gözlenebilir.
Çocuklarda şişmanlığın ortaya çıkmasını önleyecek diyet ilkelerini şöyle sıralayabiliriz:
Bir yaşına kadar çocuğu anne sütüyle beslemek çok önemlidir. Ek besinlere erken başlamak, süte bal koymak, fazla muhallebi yedirmek çocukta kilo artışına neden olur. Hazır bebek mamalarına su konulmalı ve bisküvi eklenmemelidir. Biberon yerine kaşıkla beslenmeye önem verilmelidir.
1-6 yaş arasında, ailenin beslenme tarzı kilo alımında çok önemlidir. Ailenin sağlıklı beslenme konusunda bilgi sahibi olması gerekir. Çocuğa ödül olarak şeker ve çikolata verilmemelidir. Çocuğun mutlaka sabah kahvaltı etmesi, öğün kaçırmaması ve hareketli olması sağlanmalıdır.
6-18 yaş döneminde çocuklar makarna ve pilav gibi karbonhidratlı gıdaları tercih ederler, sebze yemeklerini pek sevmezler. Bu nedenle aile dengeli bir beslenmede, öğün atlamamakta, sebze ve meyveden zengin bir diyette ısrar etmeli ve hububatlara ağırlık vermelidir. Çocuğa doğru beslenme alışkanlığı kazandırmak için, evde beyaz ekmek yerine tam buğday ekmeği, beyaz makarna yerine kepekli makarna tüketmelidir.
Spor yapmak da diyet kadar büyük önem taşır.
Yoğun çalışma veya sınav döneminde de gençler kilo alıyor. Bu dönemde gençler nasıl beslenmeli?
Sınav döneminde ve özellikle üniversiteye hazırlanırken gençlerimizde yorgunluk, halsizlik, uykusuzluk ve çok fazla stres vardır. Bu nedenle abur cubur yiyen, düzenli beslenemeyen öğrenciler kilo alırlar. Bu şekilde sınava giren öğrencilerin başarılı olmaları zorlaşır.
Hafızayı güçlendirmek için omega-3 alımını artırmak ve bu amaçla da haftada 3 kez balık tüketmek, sebze ve meyveyi artırmak, arada ceviz, badem veya fındık yemek gerekir, tabii yumurtayı da unutmamak faydalı olur. Kalsiyum desteği için yağsız süt ve ayran mutlaka içilmelidir.
Sınava hazırlanan gençlerde kansızlık, kalsiyum ve magnezyum gibi mineral eksikliği olup olmadığını araştırmak gerekir. Demir eksikliği olan gençlerde isteksizlik, konsantre olamama çok sık görülür. Bu tür eksiklik varsa doktorunuzun önerdiği şekilde ilaç alınması ve besin desteği gerekebilir.
Düzenli kahvaltı etmek de önemlidir. Gençlerin çoğu kahvaltı etmeden okula gitmektedir. Kahvaltı etmek başarıyı artırır. Kahve ve çayı fazla içmek veya kola alışkanlığı hafızaya zarar verir. Bunun yerine bol su veya taze meyve suyu içilmelidir. Her gün yarım saat yürüyüş yapmak da sınav başarısını artırmaktadır.
Leptin Hormonu ve Sismanlik
Şişmanlıkta leptin hormonu
Sizin Türkiye'deki şişmanlarda saptadığınız genetik bozukluklar nelerdir?
1997 yılından bu yana Türkiye'deki şişmanlarda genetik bozuklukları saptamak için çalışma arkadaşlarımla beraber bir dizi bilimsel araştırma yapma olanağım oldu. Bu araştırmalarımız Türkiye'deki aşırı şişman hastaların yüzde 4 ila 5'inde melanokortin 4 reseptör gen bozukluğu olduğunu ortaya koymuştur. Bu araştırmalarımız sırasında dünyada ilk kez bir Türk ailesinde leptin hormon yetmezliğine bağlı olarak oluşan şişmanlık saptadım. Yine bu araştırmalarım sırasında şişman kişilerin yüzde 5 ila 6'sında leptin hormonunun az salgılandığını tespit ettim. Kanlarında leptin hormonu düşük şişman kişilerin, leptin hormonuyla tedavi edilme olanağı vardır. Bununla birlikte leptin hormonu şu an ilaç olarak piyasada bulunmamaktadır. Yakın gelecekte piyasada satılacağını sanıyorum. Bu nedenle şişmanlarda leptin hormonunu ölçmek faydalı olacaktır. Ancak şunu da vurgulamam gerekir: Toplumda görülen şişmanlığın çoğu tek gen bozukluğundan değil, birçok genin etkileşiminden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle sağlıklı beslenme, yaşam tarzı değişikliği ve egzersiz yapmak şişmanlık mücadelesinde en önemli araçlarımız olmaya devam edecektir.
Türkiye'de şişmanlık sıklığı ne orandadır?
2002 yılında yapılan TOHTA (Türkiye Obezite ve Hipertansiyon Taraması) çalışmasında Türkiye'de aşırı kilolu (toplu) oranı yüzde 41, şişmanlık oranı ise yüzde 25,2 olarak saptanmıştır. Görüldüğü gibi Türkiye'de şişmanlık hızla artmaktadır.
Bu rakamlardan yola çıkarak Türkiye ile ilgili nasıl bir öngörüde bulunursunuz?
Maalesef ülkemizde şişmanlık artmaya devam ediyor. Kent yaşamının insanları hareketsiz kılması, bilgisayar ve televizyon başında geçirilen saatlerin ve fast food türü gıda tüketiminin artması insanlarımızın kilo almasına neden oluyor. Artık köylerde de evde yapılan tam buğday ekmeği yerine fırınlardan alınan beyaz ekmeğin tüketilmeye başladığı ve bunun günlük gıdanın önemli bir kısmını oluşturduğu dikkate alınırsa önümüzdeki 10 yıl içinde köylü nüfusta da şişmanlık, şeker hastalığı, hipertansiyon ve kalp hastalığı görülme sıklığında önemli bir artış beklemek yanlış olmaz.
Sizin Türkiye'deki şişmanlarda saptadığınız genetik bozukluklar nelerdir?
1997 yılından bu yana Türkiye'deki şişmanlarda genetik bozuklukları saptamak için çalışma arkadaşlarımla beraber bir dizi bilimsel araştırma yapma olanağım oldu. Bu araştırmalarımız Türkiye'deki aşırı şişman hastaların yüzde 4 ila 5'inde melanokortin 4 reseptör gen bozukluğu olduğunu ortaya koymuştur. Bu araştırmalarımız sırasında dünyada ilk kez bir Türk ailesinde leptin hormon yetmezliğine bağlı olarak oluşan şişmanlık saptadım. Yine bu araştırmalarım sırasında şişman kişilerin yüzde 5 ila 6'sında leptin hormonunun az salgılandığını tespit ettim. Kanlarında leptin hormonu düşük şişman kişilerin, leptin hormonuyla tedavi edilme olanağı vardır. Bununla birlikte leptin hormonu şu an ilaç olarak piyasada bulunmamaktadır. Yakın gelecekte piyasada satılacağını sanıyorum. Bu nedenle şişmanlarda leptin hormonunu ölçmek faydalı olacaktır. Ancak şunu da vurgulamam gerekir: Toplumda görülen şişmanlığın çoğu tek gen bozukluğundan değil, birçok genin etkileşiminden dolayı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle sağlıklı beslenme, yaşam tarzı değişikliği ve egzersiz yapmak şişmanlık mücadelesinde en önemli araçlarımız olmaya devam edecektir.
Türkiye'de şişmanlık sıklığı ne orandadır?
2002 yılında yapılan TOHTA (Türkiye Obezite ve Hipertansiyon Taraması) çalışmasında Türkiye'de aşırı kilolu (toplu) oranı yüzde 41, şişmanlık oranı ise yüzde 25,2 olarak saptanmıştır. Görüldüğü gibi Türkiye'de şişmanlık hızla artmaktadır.
Bu rakamlardan yola çıkarak Türkiye ile ilgili nasıl bir öngörüde bulunursunuz?
Maalesef ülkemizde şişmanlık artmaya devam ediyor. Kent yaşamının insanları hareketsiz kılması, bilgisayar ve televizyon başında geçirilen saatlerin ve fast food türü gıda tüketiminin artması insanlarımızın kilo almasına neden oluyor. Artık köylerde de evde yapılan tam buğday ekmeği yerine fırınlardan alınan beyaz ekmeğin tüketilmeye başladığı ve bunun günlük gıdanın önemli bir kısmını oluşturduğu dikkate alınırsa önümüzdeki 10 yıl içinde köylü nüfusta da şişmanlık, şeker hastalığı, hipertansiyon ve kalp hastalığı görülme sıklığında önemli bir artış beklemek yanlış olmaz.
Kilo Alma Nedenleri
Kilo Alma Nedenleri, Neden Kilo Alınır?
Şişmanlığın giderek salgın halini almasının altında, kolay yaşam biçimi nedeniyle hareket azalması, fazla kalori alımı ve fast food türü yeme alışkanlıklarının artması önemli rol oynar.
Erişkin yaşlarda kilo almaya veya şişmanlığa neden olan başlıca faktörler hareketsizlik ve aşırı beslenmedir. Kadınlar gebelik, emzirme ve menopoz dönemlerinde daha çok kilo alırlar. Tiroit bezi yetmezliği (hipotiroidi), böbreküstü bezinin aşırı "kortizol" üretmesi ve yumurtalıklardaki kistlerle karakterize "polikistik over hastalığı" gibi hormon bozuklukları da kilo alımının önemli nedenleridir.
Evlendikten sonra düzenli yeme döneminin başlaması veya sigarayı bırakınca iştahın artması da kiloyu artıran olaylardır. Aşırı alkol tüketimi, depresyon gibi bazı sosyolojik ve psikolojik sorunlar; emeklilik, uzun yol şoförlüğü gibi meslekler ve gece vardiyasında çalışmak kilo alımında önemli etkenlerdir.
Şişmanlığın Nedenleri
Şişmanlığın ortaya çıkışında ailesel veya genetik nedenler var mı?
Şişmanlığın aileyle ilişkisi olduğu yıllardır bilinen bir gerçektir. Anne ve babası şişman olan kişilerin çocuklarında şişmanlık daha sık görülür. Şişmanlığın oluşumunda kalıtımın yüzde 35-60 oranında rol oynadığı artık bilinmektedir. Anne ve babamızdan aldığımız genetik yük, kilo alımının önemli bir nedenidir. Anne-babanın şişman olması veya şeker hastası bir anneden doğmak da kilo alma açısından risk anlamına gelir. Anne-babası aşırı kilolu çocukların yüzde 80'inde, anne ve babasından biri aşırı kilolu olanların yüzde 40'ında, anne-babası normal kilolu olanların ise yüzde 10'unda erişkin döneminde şişmanlama riski vardır.
Yapılan genetik çalışmalar, anne-babamızdan gelen bazı genetik bozuklukların, kilo alımında Önemli rol oynadığını göstermiştir.
Vücudun kilo almaya karşı yeterince kendini korumadığı, kilo vermeye şiddetle karşı çıktığı ve bu yönde mekanizmalar geliştirdiği ortaya konmuştur. Yani vücut kilo almaya karşı daha toleranslı davranmaktadır. Bu nedenle kilo vermek almaktan daha zordur.
Şişmanlığın giderek salgın halini almasının altında, kolay yaşam biçimi nedeniyle hareket azalması, fazla kalori alımı ve fast food türü yeme alışkanlıklarının artması önemli rol oynar.
Erişkin yaşlarda kilo almaya veya şişmanlığa neden olan başlıca faktörler hareketsizlik ve aşırı beslenmedir. Kadınlar gebelik, emzirme ve menopoz dönemlerinde daha çok kilo alırlar. Tiroit bezi yetmezliği (hipotiroidi), böbreküstü bezinin aşırı "kortizol" üretmesi ve yumurtalıklardaki kistlerle karakterize "polikistik over hastalığı" gibi hormon bozuklukları da kilo alımının önemli nedenleridir.
Evlendikten sonra düzenli yeme döneminin başlaması veya sigarayı bırakınca iştahın artması da kiloyu artıran olaylardır. Aşırı alkol tüketimi, depresyon gibi bazı sosyolojik ve psikolojik sorunlar; emeklilik, uzun yol şoförlüğü gibi meslekler ve gece vardiyasında çalışmak kilo alımında önemli etkenlerdir.
Şişmanlığın Nedenleri
Şişmanlığın ortaya çıkışında ailesel veya genetik nedenler var mı?
Şişmanlığın aileyle ilişkisi olduğu yıllardır bilinen bir gerçektir. Anne ve babası şişman olan kişilerin çocuklarında şişmanlık daha sık görülür. Şişmanlığın oluşumunda kalıtımın yüzde 35-60 oranında rol oynadığı artık bilinmektedir. Anne ve babamızdan aldığımız genetik yük, kilo alımının önemli bir nedenidir. Anne-babanın şişman olması veya şeker hastası bir anneden doğmak da kilo alma açısından risk anlamına gelir. Anne-babası aşırı kilolu çocukların yüzde 80'inde, anne ve babasından biri aşırı kilolu olanların yüzde 40'ında, anne-babası normal kilolu olanların ise yüzde 10'unda erişkin döneminde şişmanlama riski vardır.
Yapılan genetik çalışmalar, anne-babamızdan gelen bazı genetik bozuklukların, kilo alımında Önemli rol oynadığını göstermiştir.
Vücudun kilo almaya karşı yeterince kendini korumadığı, kilo vermeye şiddetle karşı çıktığı ve bu yönde mekanizmalar geliştirdiği ortaya konmuştur. Yani vücut kilo almaya karşı daha toleranslı davranmaktadır. Bu nedenle kilo vermek almaktan daha zordur.
Kilo Sorunu ve Sismanlik Nedir
Şişmanlık ve Kilo Sorunu Nedir?
Dilek Kaykılar Hocam önce şişmanlığın tanımından bahsedelim isterseniz... Nedir şişmanlık?
Prof. Dr. Metin Özata Şişmanlık vücudumuzda aşırı miktarda yağ birikmesidir. Ağırlığı fazla olan kişilerin hepsi şişman olarak kabul edilmez. Bazı kişilerde kas gelişimi fazlaysa bu da ağırlığı artırır. Bu nedenle şişmanlık ile ağırlık aynı anlama gelmemektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şişmanlığı, "Vücutta sağlığı bozacak ölçüde anormal veya aşırı miktarda yağ birikmesi" olarak tanımlamıştır. 18 yaşındaki erkeklerde vücut ağırlığının yüzde 15 ila 18'ini, kızlarda ise yüzde 20 ila 25'ini yağ oluşturur; erkeklerde bu oran yüzde 25'i, kadınlarda ise yüzde 30-35'i aşarsa şişmanlık ortaya çıkar. Şişmanlığın tıp dilindeki adı "obezite"dir. Obeziteyi önlemek de, kitabın son bölümünde daha ayrıntılı anlatacağımız gibi, kilo yönetimi yoluyla fazla yağlardan kurtulmak demektir.
Şişmanlık (Kilo Sorunları) bir hastalık mıdır?
Şişmanlık, çok eski çağlarda bir hastalık olarak algılanmamakta, hatta sağlık ve güç simgesi olarak görülmekteydi. Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenen eski çağlara ait kadın heykellerinin hep şişman olması bu inanışın güzel bir örneğidir. Ancak artık şişmanlığın bir hastalık olduğu, yapılan birçok bilimsel araştırmayla ortaya konmuş bir gerçektir.
Bazı kişiler durmadan kilo alıp verir. Kilo veren kişi düzenli beslenme uygulamaz veya egzersizi azaltırsa tekrar kilo alır. Bu nedenle şişmanlık, tekrarlama özelliği olan bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Başka hastalıklar gibi, şişmanlığın da nedeni vardır ve çoğu şişman hastada bu neden, aşırı beslenme ve alınan enerjiyi harca-yamama olarak gözlenir. Yakılamayan enerji vücutta yağ olarak birikir.
Peki, bu fazla yağlar neden birikir? Yağ ve Kilo Sorunları
Vücudumuzun normal bir kiloda kalması için yakabildiğimiz kadar gıda almamız gerekir. Eğer yakabileceğimizden daha fazla gıda alırsak, fazla kaloriler vücudumuzda yağ olarak birikir ve şişmanlık ortaya çıkar.
Biriken yağlar sadece yağ dokusunda mı bulunuyor?
Şişman bir kişide görülen en önemli bozukluk yağ hücrelerinin büyümesi, bu hücrelerde aşırı yağ birikmesi ve yağla dolan hücrelerde daha fazla yağ depolanamayınca bu defa fazla yağların kaslarda ve karaciğerde birikmesi ve kan dolaşımında fazla miktarda yağ asitlerinin ortaya çıkması durumudur. Bir başka deyişle şişmanlıkta, yağ hücrelerinin yanında, kaslardaki, karaciğerdeki ve kan dolaşımındaki yağ miktarı da artar.
Dilek Kaykılar Hocam önce şişmanlığın tanımından bahsedelim isterseniz... Nedir şişmanlık?
Prof. Dr. Metin Özata Şişmanlık vücudumuzda aşırı miktarda yağ birikmesidir. Ağırlığı fazla olan kişilerin hepsi şişman olarak kabul edilmez. Bazı kişilerde kas gelişimi fazlaysa bu da ağırlığı artırır. Bu nedenle şişmanlık ile ağırlık aynı anlama gelmemektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şişmanlığı, "Vücutta sağlığı bozacak ölçüde anormal veya aşırı miktarda yağ birikmesi" olarak tanımlamıştır. 18 yaşındaki erkeklerde vücut ağırlığının yüzde 15 ila 18'ini, kızlarda ise yüzde 20 ila 25'ini yağ oluşturur; erkeklerde bu oran yüzde 25'i, kadınlarda ise yüzde 30-35'i aşarsa şişmanlık ortaya çıkar. Şişmanlığın tıp dilindeki adı "obezite"dir. Obeziteyi önlemek de, kitabın son bölümünde daha ayrıntılı anlatacağımız gibi, kilo yönetimi yoluyla fazla yağlardan kurtulmak demektir.
Şişmanlık (Kilo Sorunları) bir hastalık mıdır?
Şişmanlık, çok eski çağlarda bir hastalık olarak algılanmamakta, hatta sağlık ve güç simgesi olarak görülmekteydi. Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenen eski çağlara ait kadın heykellerinin hep şişman olması bu inanışın güzel bir örneğidir. Ancak artık şişmanlığın bir hastalık olduğu, yapılan birçok bilimsel araştırmayla ortaya konmuş bir gerçektir.
Bazı kişiler durmadan kilo alıp verir. Kilo veren kişi düzenli beslenme uygulamaz veya egzersizi azaltırsa tekrar kilo alır. Bu nedenle şişmanlık, tekrarlama özelliği olan bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Başka hastalıklar gibi, şişmanlığın da nedeni vardır ve çoğu şişman hastada bu neden, aşırı beslenme ve alınan enerjiyi harca-yamama olarak gözlenir. Yakılamayan enerji vücutta yağ olarak birikir.
Peki, bu fazla yağlar neden birikir? Yağ ve Kilo Sorunları
Vücudumuzun normal bir kiloda kalması için yakabildiğimiz kadar gıda almamız gerekir. Eğer yakabileceğimizden daha fazla gıda alırsak, fazla kaloriler vücudumuzda yağ olarak birikir ve şişmanlık ortaya çıkar.
Biriken yağlar sadece yağ dokusunda mı bulunuyor?
Şişman bir kişide görülen en önemli bozukluk yağ hücrelerinin büyümesi, bu hücrelerde aşırı yağ birikmesi ve yağla dolan hücrelerde daha fazla yağ depolanamayınca bu defa fazla yağların kaslarda ve karaciğerde birikmesi ve kan dolaşımında fazla miktarda yağ asitlerinin ortaya çıkması durumudur. Bir başka deyişle şişmanlıkta, yağ hücrelerinin yanında, kaslardaki, karaciğerdeki ve kan dolaşımındaki yağ miktarı da artar.
Zayiflama ve Kilo Kontrolu
Şişmanlık ve Kilo Sorunu Nedir?
Kilo Alma Nedenleri, Neden Kilo Alınır?
Şişmanlıkta leptin hormonu
Çocuklarda Şişmanlık Nedenleri ve Tedavisi
İdeal Kilo Nedir, İdeal Kilo Hesaplama
Şişmanlığın Çeşitleri
Şişmanlığın Sağlığa Zararları
Tiroit Hastalığı ve Şişmanlık
Yumurta Kisti, Testosteron ve Östrojene Bağlı Kilo Artışı
Kilo Vermeyi Engelleyen Nedenler
Şişmanlık ve Şeker Hastalığı
Metabolik Sendrom
Karaciğerde Yağlanma
Depresyona Bağlı Kilo Artışı
Gece Yemek Yeme Sendromu
Proteinler Tokluk Hissi Verir
Beyindeki Açlık ve Tokluk Merkezleri
Şişmanlığın Teşhis ve Tedavisi
Hızlı Kilo Vermek Sağlıklı Mı?
Mideye Kelepçe Tarak Zayıflama
Akupunktur İle Zayıflama
Beyaz Ekmeğin Zararları
Nasıl Bir Diyet Yapılmalı
Düşük Kalorili Gıdalar
Zayıflama Diyeti ve Ara Öğünler
Diyet ve Karbonhidratlar
Glisemik İndeksi ve Şeker Yükü
Kilolu ve Şeker Hastalığı Olan Kişilerde Diyet
Trans Yağ ve Trans Yağ Asitleri
Akdeniz Tipi Beslenme ve Diyet
Harvard Tipi Beslenme ve Diyet
Kötü Beslenme Alışkanlıkları
Açlık Atakları, Abur Cuburu Önlemek
Diyet Çeşitleri; Zone, Atkins, Mognitac Diyetleri
Kırmızı Etin Zararları
Kan Şekeri Düşüklüğü
Kan Şekeri Neden Düşer
Gıdaların Doygunluk İndeksi
Diyet Yaparken İlaçların Etkisi
Konjuge Linoleik Asit (CLA)
Asetil L - Karnitin
Şişmanlık Tedavisinde Yeni İlaçlar
Obezite Aşısı
Kilo Alma Nedenleri, Neden Kilo Alınır?
Şişmanlıkta leptin hormonu
Çocuklarda Şişmanlık Nedenleri ve Tedavisi
İdeal Kilo Nedir, İdeal Kilo Hesaplama
Şişmanlığın Çeşitleri
Şişmanlığın Sağlığa Zararları
Tiroit Hastalığı ve Şişmanlık
Yumurta Kisti, Testosteron ve Östrojene Bağlı Kilo Artışı
Kilo Vermeyi Engelleyen Nedenler
Şişmanlık ve Şeker Hastalığı
Metabolik Sendrom
Karaciğerde Yağlanma
Depresyona Bağlı Kilo Artışı
Gece Yemek Yeme Sendromu
Proteinler Tokluk Hissi Verir
Beyindeki Açlık ve Tokluk Merkezleri
Şişmanlığın Teşhis ve Tedavisi
Hızlı Kilo Vermek Sağlıklı Mı?
Mideye Kelepçe Tarak Zayıflama
Akupunktur İle Zayıflama
Beyaz Ekmeğin Zararları
Nasıl Bir Diyet Yapılmalı
Düşük Kalorili Gıdalar
Zayıflama Diyeti ve Ara Öğünler
Diyet ve Karbonhidratlar
Glisemik İndeksi ve Şeker Yükü
Kilolu ve Şeker Hastalığı Olan Kişilerde Diyet
Trans Yağ ve Trans Yağ Asitleri
Akdeniz Tipi Beslenme ve Diyet
Harvard Tipi Beslenme ve Diyet
Kötü Beslenme Alışkanlıkları
Açlık Atakları, Abur Cuburu Önlemek
Diyet Çeşitleri; Zone, Atkins, Mognitac Diyetleri
Kırmızı Etin Zararları
Kan Şekeri Düşüklüğü
Kan Şekeri Neden Düşer
Gıdaların Doygunluk İndeksi
Diyet Yaparken İlaçların Etkisi
Konjuge Linoleik Asit (CLA)
Asetil L - Karnitin
Şişmanlık Tedavisinde Yeni İlaçlar
Obezite Aşısı
Ozel Tup Bebek Merkezleri
Sağlık Bakanlığı'nın 9.5.2006 Tarihi İtibariyle Ruhsat Verdiği Tüp Bebek Merkezleri Listesi
Sağlık Bakanlığı, 9 Mayıs 2006 tarihinde ruhsat verdiği tüp bebek merkezlerini açıkladı. Listede 78 adet tüp bebek merkezi bulunuyor.
İl Bazında Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri (ÜYTE)
Özel Tüp Bebek Merkezleri
Adana B.Ü. Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi (Seyhan Hastanesi)
Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Adana Özel Adana Tüp Bebek Merkezi
Adana Prof. Dr. M. Turan ÇETİN Tüp Bebek Merkezi
Ankara Anatolia Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi
Ankara Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ankara Başkent Hastanesi Üniversitesi Tıp Fakültesi ÜYTE Merkezi
Ankara Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Hastanesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Ankara Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ÜYTE Merkezi
Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Ankara Gürgan Clinic Yardımcı Üreme Teknikleri Merkezi
Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ankara Nisan Sağlık Hizmetleri
Ankara Özel Ankara Tüp Bebek Merkezi
Ankara Özel Centrum Klinik ÜYTE Merkezi
Ankara Özel GEN-ART Kadın Sağlığı ve Üreme Biyolojisi
Ankara Özel Güven Hastanesi
Ankara Maya Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi
Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Antalya Antalya Özel Anadolu Hastanesi ÜYTE Merkezi
Antalya Özel Antalya ÜYTE Merkezi
Bursa Bahar Hastanesi Jinemed - Bursa Tüp Bebek Merkezi
Bursa Kadın Hastalıkları Kısırlık ve Tüp Bebek Merkezi
Bursa Özel Ren Tıp Merkezi
Bursa SORANUS Kadın Hastanesi ve Doğ. Merk.
Denizli Özel Denizli Sağlık Hastanesi
Diyarbakır-Özel Metropol Hastanesi ÜYTE Merkezi
Erzurum Özel Erzurum Şifa Hastanesi ÜYTE Merkezi
Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Gaziantep Özel Konukoğlu ÜYTE Merkezi
İstanbul Eurofertil Üreme Sağlığı Merkezi
İstanbul Ferticenter İstanbul Tüp Bebek Merkezi
İstanbul International Hospital Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezi
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi İnfertilite Ana Bilim Dalı
İstanbul Özel Kalamış Tıp Merkezi
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
İstanbul J.F.K. Hastanesi
İstanbul Jinemed Tıp Merkezi ÜYTE Merkezi
İstanbul Marmara Üniversitesi T. F Kadın Hastanesi ve Doğum AD
İstanbul Metropolitan Florance Nigtingale Hastanesi
İstanbul Özel 29 Mayıs Hastanesi
İstanbul Özel Acıbadem Hastanesi
İstanbul Özel Alman Hastanesi
İstanbul Özel Amerikan Hastanesi
İstanbul Özel Batı Bahat Hastanesi ÜYTE Merkezi
İstanbul Özel Dr. Pakize İ. Tarzi Hastanesi
İstanbul Özel Fertijin ÜYTE Merkezi
İstanbul Özel Hattat Hastanesi
İstanbul Özel İstanbul Cerrahi Hastanesi
İstanbul Özel İstanbul Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi
İstanbul Özel Kadıköy Şifa Hastanesi
İstanbul Özel Medical Park Hospital
İstanbul Özel Medicana Hospital
İstanbul Özel Memorial Hastanesi
İstanbul Özel Nisa Hastanesi ÜYTE Merkezi
İstanbul Özel Şafak Hastanesi
İstanbul Özel Türkiye Gazetesi Hastanesi
İstanbul Özel Yıldız Tabya Bilge Hastanesi UYTE Merkezi
İstanbul Süleymaniye Doğum ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
İstanbul Yeditepe Üniversitesi Hastanesi ÜYTE Merkezi
İstanbul Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
İzmir Ege Üniversitesi Aile Planlaması Kısırlık ve Araştırma Uygulama Merkezi
İzmir Özel Ege Tüp Bebek Merkezi
İzmir Özel İrenbe Tıp ve Tüp Bebek Merkezi
İzmir Özel Kent Hastanesi
İzmir Özel Smyrna Art Tüp Bebek Merkezi
İzmir Özel Şifa Hastanesi
Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kayseri Özel Kayseri Sevgi Hastanesi ÜYTE Merkezi
Kocaeli Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi ÜYTE Merkezi
Konya Özel Selçuklu Hastanesi
Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi
Malatya Özel Doğu Fertil Tüp Bebek Merkezi
Sakarya Özel Adatıp hastanesi
Samsun İlk Adım Üreme Sağlığı Merkezi
Trabzon Özel Karadeniz Hastanesi ÜYTE Merkezi
Sağlık Bakanlığı, 9 Mayıs 2006 tarihinde ruhsat verdiği tüp bebek merkezlerini açıkladı. Listede 78 adet tüp bebek merkezi bulunuyor.
İl Bazında Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri (ÜYTE)
Özel Tüp Bebek Merkezleri
Adana B.Ü. Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi (Seyhan Hastanesi)
Adana Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Adana Özel Adana Tüp Bebek Merkezi
Adana Prof. Dr. M. Turan ÇETİN Tüp Bebek Merkezi
Ankara Anatolia Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi
Ankara Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ankara Başkent Hastanesi Üniversitesi Tıp Fakültesi ÜYTE Merkezi
Ankara Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Hastanesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Ankara Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ÜYTE Merkezi
Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ankara Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Ankara Gürgan Clinic Yardımcı Üreme Teknikleri Merkezi
Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Ankara Nisan Sağlık Hizmetleri
Ankara Özel Ankara Tüp Bebek Merkezi
Ankara Özel Centrum Klinik ÜYTE Merkezi
Ankara Özel GEN-ART Kadın Sağlığı ve Üreme Biyolojisi
Ankara Özel Güven Hastanesi
Ankara Maya Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi
Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Antalya Antalya Özel Anadolu Hastanesi ÜYTE Merkezi
Antalya Özel Antalya ÜYTE Merkezi
Bursa Bahar Hastanesi Jinemed - Bursa Tüp Bebek Merkezi
Bursa Kadın Hastalıkları Kısırlık ve Tüp Bebek Merkezi
Bursa Özel Ren Tıp Merkezi
Bursa SORANUS Kadın Hastanesi ve Doğ. Merk.
Denizli Özel Denizli Sağlık Hastanesi
Diyarbakır-Özel Metropol Hastanesi ÜYTE Merkezi
Erzurum Özel Erzurum Şifa Hastanesi ÜYTE Merkezi
Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Gaziantep Özel Konukoğlu ÜYTE Merkezi
İstanbul Eurofertil Üreme Sağlığı Merkezi
İstanbul Ferticenter İstanbul Tüp Bebek Merkezi
İstanbul International Hospital Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezi
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi İnfertilite Ana Bilim Dalı
İstanbul Özel Kalamış Tıp Merkezi
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
İstanbul J.F.K. Hastanesi
İstanbul Jinemed Tıp Merkezi ÜYTE Merkezi
İstanbul Marmara Üniversitesi T. F Kadın Hastanesi ve Doğum AD
İstanbul Metropolitan Florance Nigtingale Hastanesi
İstanbul Özel 29 Mayıs Hastanesi
İstanbul Özel Acıbadem Hastanesi
İstanbul Özel Alman Hastanesi
İstanbul Özel Amerikan Hastanesi
İstanbul Özel Batı Bahat Hastanesi ÜYTE Merkezi
İstanbul Özel Dr. Pakize İ. Tarzi Hastanesi
İstanbul Özel Fertijin ÜYTE Merkezi
İstanbul Özel Hattat Hastanesi
İstanbul Özel İstanbul Cerrahi Hastanesi
İstanbul Özel İstanbul Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi
İstanbul Özel Kadıköy Şifa Hastanesi
İstanbul Özel Medical Park Hospital
İstanbul Özel Medicana Hospital
İstanbul Özel Memorial Hastanesi
İstanbul Özel Nisa Hastanesi ÜYTE Merkezi
İstanbul Özel Şafak Hastanesi
İstanbul Özel Türkiye Gazetesi Hastanesi
İstanbul Özel Yıldız Tabya Bilge Hastanesi UYTE Merkezi
İstanbul Süleymaniye Doğum ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
İstanbul Yeditepe Üniversitesi Hastanesi ÜYTE Merkezi
İstanbul Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
İzmir Ege Üniversitesi Aile Planlaması Kısırlık ve Araştırma Uygulama Merkezi
İzmir Özel Ege Tüp Bebek Merkezi
İzmir Özel İrenbe Tıp ve Tüp Bebek Merkezi
İzmir Özel Kent Hastanesi
İzmir Özel Smyrna Art Tüp Bebek Merkezi
İzmir Özel Şifa Hastanesi
Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kayseri Özel Kayseri Sevgi Hastanesi ÜYTE Merkezi
Kocaeli Özel Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi ÜYTE Merkezi
Konya Özel Selçuklu Hastanesi
Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi
Malatya Özel Doğu Fertil Tüp Bebek Merkezi
Sakarya Özel Adatıp hastanesi
Samsun İlk Adım Üreme Sağlığı Merkezi
Trabzon Özel Karadeniz Hastanesi ÜYTE Merkezi
Tup Bebekte Cogul Gebelik Onlenir Mi?
Tüp Bebekte Çoğul Gebelik Önlemek Mümkün Mü?
Burada, her kliniğin kendi "implantasyon oranını" belirlemesi gerekiyor. "İmplantasyon oranı," transfer ettiğiniz embriyonun tutunma oranı demek. Bunu hesaplamak mümkün. Eğer kliniğin "implantasyon oranı" yüksekse o zaman, fazla sayıda embriyo transfer etmeye gerek yok. Son dönemde Sağlık Bakanlığı, 3'ten fazla embriyo transfer etmeyi de yasakladı. Ancak, bu ne kadar uygulanıyor doğrusu bilmiyorum. Bunun birtakım istisnai durumları bazı hastalar için elbette olacak. İstisnaları konuşmuyorum, genelden bahsediyorum.
Çoğul gebeliklerde istenmeyen durumlar gelişiyor mu?
Olmaz mı var tabii. İkiz gebelikte prematüre yani çocuğun yoğun bakım ihtiyacı hissetmesi oranı, tekil gebeliğe göre 2 kat artmış iken, üçüz gebelikte bu 5 kat artıyor. O zaman çok iyi düşünmemiz lazım. Çoğul gebelik, bazı bebeklerde kalıcı hasarlara yol açabiliyor. Yeni doğan yoğun bakım ünitelerinin gerekliliği ortaya çıkıyor. Yeni Doğan Yoğun Bakım Üniteleri kurmak da Tüp Bebek Merkezi kurmak kadar pahalı bir yatırım. Eğitimli ve tecrübeli personel çok önemli. Bu da ülkeye ekstra bir yük getiriyor işin doğrusu. Sonuç olarak "çoğul gebelik" için şunu söyleyebilirim: İki tane belki kabul edebiliriz. Çünkü annenin iki tane göğsü var çocuğu emzirebilmek için. İki tane kolu var çocuğu tutabilmek için. Ama ikizin üzerindeki çoğul gebeliklerde problem yaşanıyor.
"Çoğul gebelik olursa, bunları, anne karnında gebelik ilerlemeden sonlandırmak mümkündür. Onun için biz çok sayıda embriyo transfer edelim. Gerekirse sonlandırırız" yaklaşımına ne diyeceksiniz?
Bu her zaman için doğru bir yaklaşım değil. Çünkü eğer üçün üzerinde gebelik varsa, bunların mutlaka azaltılması öneriliyor. Mesele, üçüzden ikize indirmek kararının verilmesi. Tavsiye etmek ile mutlaka arasında bir fark var. Bu işlem, pek de masum olmayan bir işlem. Artı çiftlere, psikolojik olarak da birtakım yükler getirebilen bir işlem. Onun için hastalar embriyo transferi yapılırken, "Gebe kalayım da nasıl olursa olsun. Eğer çoğul gebelik olursa, nasıl olsa doktorum bir çaresine bakar" diye düşünüyorlar. Oysa çiftin daha önceden düşünüp kararlı gelmesinde fayda var. Çünkü biz ekip olarak hastaya, "Sizin şu kadar embriyonuz var. Sizin özellikleriniz göz önüne alındığında bu embriyolardan transfer edilmeye layık olan şu kadar tanesi var. Sizin yaş grubunuzda bizim kliniğimizin gebelik oranlarına ve tecrübemize göre, transfer edeceğimiz embriyo sayısı şu olmalı. İki tane transfer edersek gebe kalma oranınız şu kadar" gibi bir konuşma yapıyoruz. Hastalar bize itiraz edebiliyorlar ve hatta çoğul gebelik riskini dikkate almayabiliyorlar. Hastaların iyi yönlendirilmesi gerekiyor. Tabii son karar her zaman hastanındır.
Burada, her kliniğin kendi "implantasyon oranını" belirlemesi gerekiyor. "İmplantasyon oranı," transfer ettiğiniz embriyonun tutunma oranı demek. Bunu hesaplamak mümkün. Eğer kliniğin "implantasyon oranı" yüksekse o zaman, fazla sayıda embriyo transfer etmeye gerek yok. Son dönemde Sağlık Bakanlığı, 3'ten fazla embriyo transfer etmeyi de yasakladı. Ancak, bu ne kadar uygulanıyor doğrusu bilmiyorum. Bunun birtakım istisnai durumları bazı hastalar için elbette olacak. İstisnaları konuşmuyorum, genelden bahsediyorum.
Çoğul gebeliklerde istenmeyen durumlar gelişiyor mu?
Olmaz mı var tabii. İkiz gebelikte prematüre yani çocuğun yoğun bakım ihtiyacı hissetmesi oranı, tekil gebeliğe göre 2 kat artmış iken, üçüz gebelikte bu 5 kat artıyor. O zaman çok iyi düşünmemiz lazım. Çoğul gebelik, bazı bebeklerde kalıcı hasarlara yol açabiliyor. Yeni doğan yoğun bakım ünitelerinin gerekliliği ortaya çıkıyor. Yeni Doğan Yoğun Bakım Üniteleri kurmak da Tüp Bebek Merkezi kurmak kadar pahalı bir yatırım. Eğitimli ve tecrübeli personel çok önemli. Bu da ülkeye ekstra bir yük getiriyor işin doğrusu. Sonuç olarak "çoğul gebelik" için şunu söyleyebilirim: İki tane belki kabul edebiliriz. Çünkü annenin iki tane göğsü var çocuğu emzirebilmek için. İki tane kolu var çocuğu tutabilmek için. Ama ikizin üzerindeki çoğul gebeliklerde problem yaşanıyor.
"Çoğul gebelik olursa, bunları, anne karnında gebelik ilerlemeden sonlandırmak mümkündür. Onun için biz çok sayıda embriyo transfer edelim. Gerekirse sonlandırırız" yaklaşımına ne diyeceksiniz?
Bu her zaman için doğru bir yaklaşım değil. Çünkü eğer üçün üzerinde gebelik varsa, bunların mutlaka azaltılması öneriliyor. Mesele, üçüzden ikize indirmek kararının verilmesi. Tavsiye etmek ile mutlaka arasında bir fark var. Bu işlem, pek de masum olmayan bir işlem. Artı çiftlere, psikolojik olarak da birtakım yükler getirebilen bir işlem. Onun için hastalar embriyo transferi yapılırken, "Gebe kalayım da nasıl olursa olsun. Eğer çoğul gebelik olursa, nasıl olsa doktorum bir çaresine bakar" diye düşünüyorlar. Oysa çiftin daha önceden düşünüp kararlı gelmesinde fayda var. Çünkü biz ekip olarak hastaya, "Sizin şu kadar embriyonuz var. Sizin özellikleriniz göz önüne alındığında bu embriyolardan transfer edilmeye layık olan şu kadar tanesi var. Sizin yaş grubunuzda bizim kliniğimizin gebelik oranlarına ve tecrübemize göre, transfer edeceğimiz embriyo sayısı şu olmalı. İki tane transfer edersek gebe kalma oranınız şu kadar" gibi bir konuşma yapıyoruz. Hastalar bize itiraz edebiliyorlar ve hatta çoğul gebelik riskini dikkate almayabiliyorlar. Hastaların iyi yönlendirilmesi gerekiyor. Tabii son karar her zaman hastanındır.
Tup Bebek İlac Tedavisi
Tüp Bebekte Gebelik İçin İlaç Tedavisi?
1990'ların ortalarında, "İlaç kullanmayı ortadan kaldırarak, hiç ilaç kullanmadan tüp bebek yapmak mümkün müdür" tarzında birtakım araştırmalar başladı. Bu konuda yapılan araştırmalar sonucunda ilk bebek, 1994 yılında Kore'de doğdu. Arkasından bu çalışma Avustralya'da tekrar edildi. İlaç kullanmadan gerçekleşen ilk gebelik, Kore'de elde edildi. Sezaryen sırasında yumurtalıktan alman olgunlaşmamış yumurtaların, laboratuvar ortamında olgunlaştırılıp, başka bir hastaya (yumurta bağışı tarzında düşünün) transfer edilmesiyle gerçekleşti. 1991'de ilk kez Kore'de uygulanmaya başlanan bu teknik Kuzey Amerika'da da denendi. Ama başlangıç çalışmaları çok başarılı değil. 1999 yılına kadar bu şekilde yapılan 56 tane vaka bildirildi. Bunlardan sadece 2 tane gebelik elde edilebildi.
Demek ki...
Çok da başarılı değil gibi. 1999 yılında Kanada'da benim de içinde bulunduğum bir ekip ile birlikte böyle bir çalışma yaptık. Sonuçlarımızı dünyanın en saygın, en itibarlı dergilerinden bir tanesinde yayımladık. Dünyada o güne dek 56 vakada toplam 2 gebelik elde edilmişken bizim 20 hastada 25 siklus'ta elde ettiğimiz başarı oranımız yüzde 40 idi. 20 hastada 25 deneme sonunda 10 tanesinde gebelik elde etmiştik. Bu sonuç, o güne kadar bu konuda yapılmış dünyadaki en başarılı çalışmaya ait. Bunu devam ettirdik ve şu anda belli bir yere geldi, oturdu. Burada yapılan işlem şu: Normalde biz klasik tüp bebek hastalarına ilaçlan vererek yumurtaları olgun hale getiriyoruz. Aldığımız yumurtaları, gerek mikroenjeksiyon olsun gerek klasik IVF yardımıyla dölledikten sonra elde ettiğimiz embriyoları rahme transfer ediyoruz. İlaçsız tüp bebek denemesinde ise, aldığımız yumurtaların tamamı "olgunlaşmamış yumurta." Bunları laboratuvar ortamında olgunlaştırıyoruz. Bu olgunlaştırma süreci, 24 ila 48 saat sürüyor. Olgunlaştırdıktan sonra tüp bebekte ya da mikroenjeksiyonda yaptığımız gibi elde ettiğimiz embriyoları rahim içerisine transfer ediyoruz. Bu şekilde gebelikler elde ediliyor. Bu gebeliklerde, doğan bebeklerle ilgili birtakım soru işaretleri vardı. Oysa bugün, bu yöntemle doğan bebeklerde ne doğal yollardan ne de klasik ilaç kullanılarak doğan bebeklerden daha fazla bir anormallik olmadığı da ortaya çıktı. Dolayısıyla bu bir alternatif tedavi yöntemi olsa bile ne yazık ki herkese uygun değil.
1990'ların ortalarında, "İlaç kullanmayı ortadan kaldırarak, hiç ilaç kullanmadan tüp bebek yapmak mümkün müdür" tarzında birtakım araştırmalar başladı. Bu konuda yapılan araştırmalar sonucunda ilk bebek, 1994 yılında Kore'de doğdu. Arkasından bu çalışma Avustralya'da tekrar edildi. İlaç kullanmadan gerçekleşen ilk gebelik, Kore'de elde edildi. Sezaryen sırasında yumurtalıktan alman olgunlaşmamış yumurtaların, laboratuvar ortamında olgunlaştırılıp, başka bir hastaya (yumurta bağışı tarzında düşünün) transfer edilmesiyle gerçekleşti. 1991'de ilk kez Kore'de uygulanmaya başlanan bu teknik Kuzey Amerika'da da denendi. Ama başlangıç çalışmaları çok başarılı değil. 1999 yılına kadar bu şekilde yapılan 56 tane vaka bildirildi. Bunlardan sadece 2 tane gebelik elde edilebildi.
Demek ki...
Çok da başarılı değil gibi. 1999 yılında Kanada'da benim de içinde bulunduğum bir ekip ile birlikte böyle bir çalışma yaptık. Sonuçlarımızı dünyanın en saygın, en itibarlı dergilerinden bir tanesinde yayımladık. Dünyada o güne dek 56 vakada toplam 2 gebelik elde edilmişken bizim 20 hastada 25 siklus'ta elde ettiğimiz başarı oranımız yüzde 40 idi. 20 hastada 25 deneme sonunda 10 tanesinde gebelik elde etmiştik. Bu sonuç, o güne kadar bu konuda yapılmış dünyadaki en başarılı çalışmaya ait. Bunu devam ettirdik ve şu anda belli bir yere geldi, oturdu. Burada yapılan işlem şu: Normalde biz klasik tüp bebek hastalarına ilaçlan vererek yumurtaları olgun hale getiriyoruz. Aldığımız yumurtaları, gerek mikroenjeksiyon olsun gerek klasik IVF yardımıyla dölledikten sonra elde ettiğimiz embriyoları rahme transfer ediyoruz. İlaçsız tüp bebek denemesinde ise, aldığımız yumurtaların tamamı "olgunlaşmamış yumurta." Bunları laboratuvar ortamında olgunlaştırıyoruz. Bu olgunlaştırma süreci, 24 ila 48 saat sürüyor. Olgunlaştırdıktan sonra tüp bebekte ya da mikroenjeksiyonda yaptığımız gibi elde ettiğimiz embriyoları rahim içerisine transfer ediyoruz. Bu şekilde gebelikler elde ediliyor. Bu gebeliklerde, doğan bebeklerle ilgili birtakım soru işaretleri vardı. Oysa bugün, bu yöntemle doğan bebeklerde ne doğal yollardan ne de klasik ilaç kullanılarak doğan bebeklerden daha fazla bir anormallik olmadığı da ortaya çıktı. Dolayısıyla bu bir alternatif tedavi yöntemi olsa bile ne yazık ki herkese uygun değil.
Preimplantasyon Genetik Tani
"Preimplantasyon Genetik Tanı" nasıl bir gelişme kaydetti?
Bu gelişme mikroenjeksiyon kadar hızlı olmadı. "Preimplantasyon genetik tanı" hâlâ sadece belli yerlerde yapılabiliyor. Bugün itibariyle 23 kromozomun tamamını test etmeye yetmiyor. Sadece 8 kromozom test edebiliyor. Ancak, özel bazı durumlar varsa, kişinin bu taranan 8 kromozomun dışındaki kromozomların bir tanesinde anormallik varsa, o kromozomları da test etmek mümkün. Bir nebze elbise dikmeye benziyor, yani konfeksiyondan hazır almaktan değil de elbiseyi özel olarak kişiye dikmek gibi bir uygulama. Bu konuda yapılacak işler var. Dolayısıyla günümüze doğru gelişmeleri takip ederken bunlara rastlıyoruz.
"Preimplantasyon genetik tanı" hakkında biraz daha geniş bilgi verebilir misiniz? Oldukça önemli ve hayati bir konu.
Genetik, biyolojinin kalıtım ve çeşitlilikle ilgilenen dalı. Genetik madde hücre çekirdeğinde bulunan DNA (deoksiribonükleikasit) molekülüdür. Kalıtımın işlevsel birimi olan genler DNA molekülü üzerindeki nükleotid dizileridir. DNA molekülünün proteinlerle bir araya gelerek oluşturduğu yapılar kromozom olarak adlandırılır. İnsan hücreleri 46 kromozom içerir. Bunların 23 tanesi anneden 23 tanesi babadan gelir. Cinsiyeti belirleyen kromozomlar "X" ve "Y" kromozomları olarak adlandırılır. (46 "XX" dişi / 46 "XY" erkek). Genetik materyalde meydana gelen her türlü mutasyonlar (değişimler), artma ve azalmalar zararlı etkilere yol açıyorsa, genetik hastalık olarak nitelendiriliyor. Genel olarak genetik hastalıkların sıklığı ile ilgili bilgi vermek oldukça zordur.
Çünkü genetik hastalıkların bir kısmı yaşamın ileri dönemlerine kadar belirti vermeyebilir. Örneğin gut, "koroner arter hastalığı," diyabet gibi multifaktöriyel kalıtım gösteren hastalıkların sıklığının belirlenmesi güçtür. Buna karşılık sayıları 6 bine yaklaşan tek gen hastalıklarının tüm aykırı doğumlar içinde görülme sıklığı yüzde 1 kadardır. Yeni doğan döneminde kromozom anomalisi görülme oranı ise yüzde 0,56 olarak saptanmıştır. Gebeliğin ilk 3 ayında bebek kaybıyla sonuçlanan kendiliğinden oluşan düşüklerin yüzde 50-60'ında bir kromozom anomalisi vardır. Erişkin dönemde de tüm kanserlerin yüzde 1 kadarı bir genetik faktöre bağlıdır. Bu durumda, 25 yaş temel alındığında, toplumun yüzde 5'inin genetik faktörlerin önemli rol oynadığı bir hastalıktan etkilendiği görülmektedir. Genetik hastalıkların tanı ve tedavisinde son yıllarda kaydedilen hızlı gelişmeye karşın, halen tedavisi imkansız ya da ölümcül birçok genetik hastalığın önlenmesinde "Genetik Danışma ve Doğum Öncesi (Prenatal) Tanı" en etkin yöntemlerdir.
Bu gelişme mikroenjeksiyon kadar hızlı olmadı. "Preimplantasyon genetik tanı" hâlâ sadece belli yerlerde yapılabiliyor. Bugün itibariyle 23 kromozomun tamamını test etmeye yetmiyor. Sadece 8 kromozom test edebiliyor. Ancak, özel bazı durumlar varsa, kişinin bu taranan 8 kromozomun dışındaki kromozomların bir tanesinde anormallik varsa, o kromozomları da test etmek mümkün. Bir nebze elbise dikmeye benziyor, yani konfeksiyondan hazır almaktan değil de elbiseyi özel olarak kişiye dikmek gibi bir uygulama. Bu konuda yapılacak işler var. Dolayısıyla günümüze doğru gelişmeleri takip ederken bunlara rastlıyoruz.
"Preimplantasyon genetik tanı" hakkında biraz daha geniş bilgi verebilir misiniz? Oldukça önemli ve hayati bir konu.
Genetik, biyolojinin kalıtım ve çeşitlilikle ilgilenen dalı. Genetik madde hücre çekirdeğinde bulunan DNA (deoksiribonükleikasit) molekülüdür. Kalıtımın işlevsel birimi olan genler DNA molekülü üzerindeki nükleotid dizileridir. DNA molekülünün proteinlerle bir araya gelerek oluşturduğu yapılar kromozom olarak adlandırılır. İnsan hücreleri 46 kromozom içerir. Bunların 23 tanesi anneden 23 tanesi babadan gelir. Cinsiyeti belirleyen kromozomlar "X" ve "Y" kromozomları olarak adlandırılır. (46 "XX" dişi / 46 "XY" erkek). Genetik materyalde meydana gelen her türlü mutasyonlar (değişimler), artma ve azalmalar zararlı etkilere yol açıyorsa, genetik hastalık olarak nitelendiriliyor. Genel olarak genetik hastalıkların sıklığı ile ilgili bilgi vermek oldukça zordur.
Çünkü genetik hastalıkların bir kısmı yaşamın ileri dönemlerine kadar belirti vermeyebilir. Örneğin gut, "koroner arter hastalığı," diyabet gibi multifaktöriyel kalıtım gösteren hastalıkların sıklığının belirlenmesi güçtür. Buna karşılık sayıları 6 bine yaklaşan tek gen hastalıklarının tüm aykırı doğumlar içinde görülme sıklığı yüzde 1 kadardır. Yeni doğan döneminde kromozom anomalisi görülme oranı ise yüzde 0,56 olarak saptanmıştır. Gebeliğin ilk 3 ayında bebek kaybıyla sonuçlanan kendiliğinden oluşan düşüklerin yüzde 50-60'ında bir kromozom anomalisi vardır. Erişkin dönemde de tüm kanserlerin yüzde 1 kadarı bir genetik faktöre bağlıdır. Bu durumda, 25 yaş temel alındığında, toplumun yüzde 5'inin genetik faktörlerin önemli rol oynadığı bir hastalıktan etkilendiği görülmektedir. Genetik hastalıkların tanı ve tedavisinde son yıllarda kaydedilen hızlı gelişmeye karşın, halen tedavisi imkansız ya da ölümcül birçok genetik hastalığın önlenmesinde "Genetik Danışma ve Doğum Öncesi (Prenatal) Tanı" en etkin yöntemlerdir.
Adet Yasi - Adet Ne Zaman Gorulur
Âdet Yaşı Kaçtır, Adet Ne Zaman Görülür
Ortalama yaklaşık 13 yaş. Annesi kız çocuğunun elinden tutup getirir; "Çocuğun âdetleri ile ilgili problem var" diye. Oysa henüz normal hormon düzeni oturmamıştır. Hormonlar vücutta dalgalanmalar göstererek salgılanıyorlar. Bu dalgalanmaların yerleşip belli aralarla salgılanabilir hale gelmesi bir süreç gerektirir. Bu süreç içerisinde her şey normale dönecektir. Genç kızlıktan, daha doğrusu çocukluktan genç kızlığa geçiş bir süreç. İşte, önce meme gelişimi başlıyor, ardından kıllanma başlıyor, ondan sonra âdet görmeye başlıyor filan gibi; yani nasıl orada bir süreç varsa, bu hormon salgısının da düzenli hale gelmesi ve yumurtlamanın düzenli hale gelmesi yıllar içerisinde olan bir şey. Dolayısıyla burada bir anormallik yok. Genellikle bu yaş grubunda bu hormonlardaki dalgalanmaların yerine oturmamış olması ile ilgili âdet düzensizlikleri oluyor. Böyle bilinirse aile panik yaşamıyor. Bunun normal olduğu bilinmeli. Bu anormalliği de düzeltecek birtakım ilaçlar var. Bunun tam tersi ise ileri yaş grubunda yaşanıyor. 40'lı yaşları geçtikten sonra menopoza yakın hanımlarda böyle bir âdet düzensizliği varsa, bunun altında kanser aramak gerekebilir. Rahim içini döşeyen endometrium dediğimiz tabakanın kanseri olabilir. Oradan parça alarak patolojide incelettirmek lazım. Bunu yapmamak tıbbi hatadır. Mutlaka yapılması gereken bir şey. Gördüğünüz gibi ikisi de âdet düzensizliği, ikisinde de anormal bir kanama var. Bir tanesine kürtaj yapmanız gerekiyor, ötekine böyle bir şey yapmak gerekmiyor. 30'lu yaşlarda, yani üreme çağındaki hastalarda da bunun nedenini araştırıp, nedene yönelik tedavi gerekiyor. Hastanın çocuk isteğinin olup olmaması bu tedaviyi belirliyor. Çocuk isteği olmayan bir hanıma, örneğin doğum kontrol hapı vererek âdetleri düzene sokmayı amaçlıyoruz. Çocuk isteyen bir hanıma ise yumurtlamayı düzenlemek için ilaç veriyoruz. Çünkü bu âdet düzensizliklerinin yüzde 90'nda altta yatan neden yumurtlamanın olmaması. Yüzde 10'unda ise yumurtlama olmasına rağmen âdet düzensizliği olabiliyor. Bunun nedenini iyi araştırmak gerekiyor. Bunun için testler yapmak gerekiyor.
Ortalama yaklaşık 13 yaş. Annesi kız çocuğunun elinden tutup getirir; "Çocuğun âdetleri ile ilgili problem var" diye. Oysa henüz normal hormon düzeni oturmamıştır. Hormonlar vücutta dalgalanmalar göstererek salgılanıyorlar. Bu dalgalanmaların yerleşip belli aralarla salgılanabilir hale gelmesi bir süreç gerektirir. Bu süreç içerisinde her şey normale dönecektir. Genç kızlıktan, daha doğrusu çocukluktan genç kızlığa geçiş bir süreç. İşte, önce meme gelişimi başlıyor, ardından kıllanma başlıyor, ondan sonra âdet görmeye başlıyor filan gibi; yani nasıl orada bir süreç varsa, bu hormon salgısının da düzenli hale gelmesi ve yumurtlamanın düzenli hale gelmesi yıllar içerisinde olan bir şey. Dolayısıyla burada bir anormallik yok. Genellikle bu yaş grubunda bu hormonlardaki dalgalanmaların yerine oturmamış olması ile ilgili âdet düzensizlikleri oluyor. Böyle bilinirse aile panik yaşamıyor. Bunun normal olduğu bilinmeli. Bu anormalliği de düzeltecek birtakım ilaçlar var. Bunun tam tersi ise ileri yaş grubunda yaşanıyor. 40'lı yaşları geçtikten sonra menopoza yakın hanımlarda böyle bir âdet düzensizliği varsa, bunun altında kanser aramak gerekebilir. Rahim içini döşeyen endometrium dediğimiz tabakanın kanseri olabilir. Oradan parça alarak patolojide incelettirmek lazım. Bunu yapmamak tıbbi hatadır. Mutlaka yapılması gereken bir şey. Gördüğünüz gibi ikisi de âdet düzensizliği, ikisinde de anormal bir kanama var. Bir tanesine kürtaj yapmanız gerekiyor, ötekine böyle bir şey yapmak gerekmiyor. 30'lu yaşlarda, yani üreme çağındaki hastalarda da bunun nedenini araştırıp, nedene yönelik tedavi gerekiyor. Hastanın çocuk isteğinin olup olmaması bu tedaviyi belirliyor. Çocuk isteği olmayan bir hanıma, örneğin doğum kontrol hapı vererek âdetleri düzene sokmayı amaçlıyoruz. Çocuk isteyen bir hanıma ise yumurtlamayı düzenlemek için ilaç veriyoruz. Çünkü bu âdet düzensizliklerinin yüzde 90'nda altta yatan neden yumurtlamanın olmaması. Yüzde 10'unda ise yumurtlama olmasına rağmen âdet düzensizliği olabiliyor. Bunun nedenini iyi araştırmak gerekiyor. Bunun için testler yapmak gerekiyor.
Yumurta Dondurma İslemi
Yumurta dondurma İşlemi
Yumurta dondurma işleminin Türkiye'de bazı yasal sınırlamaları var. Yumurta ve sperm bankacılığı yasak olduğu için dondurma işlemi ancak tıbbi zorunluluk halinde ve yalnızca kişinin kendisine kullanılmak üzere yapılabiliyor. Kanser tedavisi olma durumunda, erken menopoz riskinde ve yumurtalık ameliyatları öncesinde üreme fonksiyonlarını kaybetme riski olan kadınlarda dondurma işlemi yapılabiliyor. Sperm veya yumurta dondurma işlemi, tıbbi gerekçe olmadan isteğe bağlı yapılamıyor. Saklanan yumurta ileri yaşta da kullanılabilir. Çünkü rahim yaşlanmaz. Yumurta dondurulduğu anda saati durur. 30 yaşında dondurulduysa kadın 40 yaşma bile gelse yumurta 30 yaşında kalır. İleri yaşta hamile kalmanın zor olmasının sebebi yumurtanın da yaşlanmış olmasıdır ki bunu daha önce anlattım.
Olgun yumurtalar donduruluyor
İlk Tüp Bebek
İlk önce sperm mi başarıyla dondurulmuştu?
Evet doğru. İlk olarak sperm başarıyla dondurulup çözüldükten sonra embriyo dondurulmasına başlandı ve rutin olarak uygulamaya konuldu. Dondurulmuş ve çözülmüş insan embriyosundan elde edilen ilk gebelik 1983 yılında Trounsen tarafından bildirildi. Bu ilk başarıdan sonra dünyada birçok merkezde yumurta dondurma teknolojisinin geliştirilmesi için çalışmalar yapıldı. Yumurta büyük ve karmaşık bir yapı olduğundan düşük ısılara karşı çok hassastır. İlk çalışmalarda olgun olmayan yumurtaların dondurulması önerilirken, bugün yapılan çalışmalarda olgun olan yumurtaların dondurma işlemine daha dayanıklı olduğu gösterilmiştir. Toplama işlemi sonrasında yumurtalar etrafındaki hücrelerden temizlenir ve normal olan olgun yumurtalar dondurulur.
Dondurma işlemi esnasında ısının hangi hızla azalacağı, hangi koruyucu maddenin kullanılacağının seçilmesi çok önemlidir. Yumurta dondurma işleminden sonra, dondurulmuş yumurtalar sıvı nitrojen içerisine (-196°C) konulur. Sıvı nitrojen içerisindeki yumurta genetik olarak uzun süre bozulmadan kalabilir. Yumurta dondurma-çözme sonrası doğan bebeklerde bir sakatlık görülmedi. İlk zamanlarda çözme işlemi sonrasında yüzde 60 yumurta canlı kalırken günümüzde bu oran yüzde 80-90'lara ulaştı. Aynı zamanda, yumurta çözme işlemi sonrasında başlangıçta düşük olan döllenme oranları mikroenjeksiyonun kullanılmaya başlamasıyla birlikte arttı.
Yumurta dondurma işleminin Türkiye'de bazı yasal sınırlamaları var. Yumurta ve sperm bankacılığı yasak olduğu için dondurma işlemi ancak tıbbi zorunluluk halinde ve yalnızca kişinin kendisine kullanılmak üzere yapılabiliyor. Kanser tedavisi olma durumunda, erken menopoz riskinde ve yumurtalık ameliyatları öncesinde üreme fonksiyonlarını kaybetme riski olan kadınlarda dondurma işlemi yapılabiliyor. Sperm veya yumurta dondurma işlemi, tıbbi gerekçe olmadan isteğe bağlı yapılamıyor. Saklanan yumurta ileri yaşta da kullanılabilir. Çünkü rahim yaşlanmaz. Yumurta dondurulduğu anda saati durur. 30 yaşında dondurulduysa kadın 40 yaşma bile gelse yumurta 30 yaşında kalır. İleri yaşta hamile kalmanın zor olmasının sebebi yumurtanın da yaşlanmış olmasıdır ki bunu daha önce anlattım.
Olgun yumurtalar donduruluyor
İlk Tüp Bebek
İlk önce sperm mi başarıyla dondurulmuştu?
Evet doğru. İlk olarak sperm başarıyla dondurulup çözüldükten sonra embriyo dondurulmasına başlandı ve rutin olarak uygulamaya konuldu. Dondurulmuş ve çözülmüş insan embriyosundan elde edilen ilk gebelik 1983 yılında Trounsen tarafından bildirildi. Bu ilk başarıdan sonra dünyada birçok merkezde yumurta dondurma teknolojisinin geliştirilmesi için çalışmalar yapıldı. Yumurta büyük ve karmaşık bir yapı olduğundan düşük ısılara karşı çok hassastır. İlk çalışmalarda olgun olmayan yumurtaların dondurulması önerilirken, bugün yapılan çalışmalarda olgun olan yumurtaların dondurma işlemine daha dayanıklı olduğu gösterilmiştir. Toplama işlemi sonrasında yumurtalar etrafındaki hücrelerden temizlenir ve normal olan olgun yumurtalar dondurulur.
Dondurma işlemi esnasında ısının hangi hızla azalacağı, hangi koruyucu maddenin kullanılacağının seçilmesi çok önemlidir. Yumurta dondurma işleminden sonra, dondurulmuş yumurtalar sıvı nitrojen içerisine (-196°C) konulur. Sıvı nitrojen içerisindeki yumurta genetik olarak uzun süre bozulmadan kalabilir. Yumurta dondurma-çözme sonrası doğan bebeklerde bir sakatlık görülmedi. İlk zamanlarda çözme işlemi sonrasında yüzde 60 yumurta canlı kalırken günümüzde bu oran yüzde 80-90'lara ulaştı. Aynı zamanda, yumurta çözme işlemi sonrasında başlangıçta düşük olan döllenme oranları mikroenjeksiyonun kullanılmaya başlamasıyla birlikte arttı.
Tup Bebek Fiyatlari ve Maliyeti
Tüp Bebek Fiyatları ve Tüp Bebek Maliyeti
Tüp bebek tedavisinin ortalama maliyeti nedir diye sorarsam kolay bir cevabı olmayacak belki ama?
Ortalama ilaç maliyetleri kliniklerin hitap ettikleri hasta kitlesine göre değişiyor. Kaba bir tahmin yapayım: Ortalama 2.000 ila 3.000 YTL arasında.
Her bir deneme mi?
Her bir denemede için yaklaşık 3.000 YTL (Tüp Bebek Fiyatı) diyelim. Tekrar söylüyorum: Kimi hastalarda biraz daha düşük kimi hastalarda biraz daha yüksek olabilir bu rakam. İşlem maliyetine gelince, burada her klinik kendi maliyetini kendisi biliyor. Diğer klinikler hakkında bir şey söylemek bana düşmez. Bu konuda devlet IVF için 1.000 YTL, IVF+ICSI için 1.200 YTL'lik destek veriyor. Fiyatlar 2006'ya ait, bunu gözden kaçırmamak lazım. Dokuz Eylül Üniversitesi Tüp Bebek Merkezi'nde, hastanenin diğer bölümlerinde olduğu gibi hastadan kullanılan malzeme kadar para alınıyor. Dolayısıyla hastanın aldığı devlet desteği, tüp bebek yapmasına yetiyor. Bizim fiyatlarımız asla bir özel merkez kadar olamaz. Tüp bebek denemesinde dışarıdaki kliniklerde ortalama 2.500-3.000 USD civarında hastane parası almıyor. Bizim hastanede hastanın cebinden maksimum 1.000 YTL çıkıyor. Bizim merkezimizde hiç sosyal güvencesi olmayan bir hastanın IVF işlemi için cebinden yaklaşık 2.000 YTL çıkıyor.
İnsanlara evrensel bir fiyat verelim. O zaman siz, bir Amerika fiyatını söyleyin isterseniz, Almanya fiyatı verin, Türkiye'den de yaklaşık bir fiyat verin. Fiyatlar çok değişiyor mu?
Değişiyor, çok değişiyor. Amerika'da fiyatlar çok yüksek. İlaçların fiyatları da çok yüksek, işlem maliyeti de, hastanenin aldığı para da çok yüksek. Türkiye daha ucuz. Türkiye'de hastanelerin aldığı para da, ilaç maliyeti de daha düşük. Kendimden örnek vereyim; Kanada'da çalışırken, bir şekilde bana ulaşan Türk hastalar olduğu zaman, "İlaçlarınızı Türkiye'den alıp yanınızda getirin. Ancak gümrükten geçirmek kolay olmaz çünkü yasak. Bu riski göze alarak getirebilirsiniz" diye uyarıyordum.
Çünkü bizim ülkemizdeki ilaç fiyatı, Kanada'dan, Kuzey Amerika'dan çok daha ucuz. Hatta bir ara Türkiye'nin civarındaki Arap ülkelerinde bizden daha ucuzdu. Hastalar özellikle Güneydoğu'da yaşayan hastalar oradan ilaçlarını getirirlerdi. Yani ülkeden ülkeye ilaçlarda farklılıklar olabiliyor. Türkiye'de devlet, kimlerin tüp bebek tedavisini destekleyebileceğini belirlemiş vaziyette. Herkese kayıtsız şartsız destek vermiyor. Örneğin bir tane çocuğunuz varsa, sizin tüp bebekten devlet desteği ile ikinci bir çocuk sahibi olma şansınız yok. Benim öyle bir hastam var. Hanımın bir tane çocuğu var. Arkadan gebe kalmış, dış gebelik olmuş ve bir tüpü alınmış. Bir daha gebe kalmış gene dış gebelik, öbür tüpü de alınmış. İki tüpü de yok. Yani bu hanımın tüp bebek tedavisi dışında doğal yollarla gebe kalma şansı hiç yok. Ama devlet, "Senin bir tane çocuğun var. Ben sana devlet desteği vermem" diyor. Bu hasta, tüp bebek tedavilerini tümüyle cebinden yaptırıyor. Bu bir haksızlık bana göre. Bu tür kısıtlamalar söz konusu. Ama biz yine de buna şükrediyoruz. Devletin tüp bebek tedavisi kıstaslarına uygun hastaların, ilaç maliyetinin yüzde 80'ini karşılaması mucize gibi bir şey. Klasik IVF tedavisinde 1.000 YTL, mikroenjeksiyon için 1.200 YTL destek veriyor. Bunun üzerinde fark kalıyorsa klinikler bunu hastadan alıyorlar. Ama biz, işlemlerimizde, hastane maliyeti olarak söylüyorum, sadece kullandığımız malzeme fiyatına iş yapıyoruz. Başarı oranlarını sordunuz. Tüp bebeğin rakamları çok tehlikeli rakamlar. Öyle rakamlar görüyorum ki hayret ediyorum. Geçici bir dönem için bir grup hastada çok başarılı rakamları yakalamış olmak mümkün. Bu sizin genel rakamınızı yansıtmaz. Tedavinin başarısına etki eden birtakım faktörler var. Bunlardan bir tanesi kadının yaşı. Dolayısıyla yaş gruplarına göre başarı oranlarına bakabilirsiniz.
Tüp bebek tedavisinin ortalama maliyeti nedir diye sorarsam kolay bir cevabı olmayacak belki ama?
Ortalama ilaç maliyetleri kliniklerin hitap ettikleri hasta kitlesine göre değişiyor. Kaba bir tahmin yapayım: Ortalama 2.000 ila 3.000 YTL arasında.
Her bir deneme mi?
Her bir denemede için yaklaşık 3.000 YTL (Tüp Bebek Fiyatı) diyelim. Tekrar söylüyorum: Kimi hastalarda biraz daha düşük kimi hastalarda biraz daha yüksek olabilir bu rakam. İşlem maliyetine gelince, burada her klinik kendi maliyetini kendisi biliyor. Diğer klinikler hakkında bir şey söylemek bana düşmez. Bu konuda devlet IVF için 1.000 YTL, IVF+ICSI için 1.200 YTL'lik destek veriyor. Fiyatlar 2006'ya ait, bunu gözden kaçırmamak lazım. Dokuz Eylül Üniversitesi Tüp Bebek Merkezi'nde, hastanenin diğer bölümlerinde olduğu gibi hastadan kullanılan malzeme kadar para alınıyor. Dolayısıyla hastanın aldığı devlet desteği, tüp bebek yapmasına yetiyor. Bizim fiyatlarımız asla bir özel merkez kadar olamaz. Tüp bebek denemesinde dışarıdaki kliniklerde ortalama 2.500-3.000 USD civarında hastane parası almıyor. Bizim hastanede hastanın cebinden maksimum 1.000 YTL çıkıyor. Bizim merkezimizde hiç sosyal güvencesi olmayan bir hastanın IVF işlemi için cebinden yaklaşık 2.000 YTL çıkıyor.
İnsanlara evrensel bir fiyat verelim. O zaman siz, bir Amerika fiyatını söyleyin isterseniz, Almanya fiyatı verin, Türkiye'den de yaklaşık bir fiyat verin. Fiyatlar çok değişiyor mu?
Değişiyor, çok değişiyor. Amerika'da fiyatlar çok yüksek. İlaçların fiyatları da çok yüksek, işlem maliyeti de, hastanenin aldığı para da çok yüksek. Türkiye daha ucuz. Türkiye'de hastanelerin aldığı para da, ilaç maliyeti de daha düşük. Kendimden örnek vereyim; Kanada'da çalışırken, bir şekilde bana ulaşan Türk hastalar olduğu zaman, "İlaçlarınızı Türkiye'den alıp yanınızda getirin. Ancak gümrükten geçirmek kolay olmaz çünkü yasak. Bu riski göze alarak getirebilirsiniz" diye uyarıyordum.
Çünkü bizim ülkemizdeki ilaç fiyatı, Kanada'dan, Kuzey Amerika'dan çok daha ucuz. Hatta bir ara Türkiye'nin civarındaki Arap ülkelerinde bizden daha ucuzdu. Hastalar özellikle Güneydoğu'da yaşayan hastalar oradan ilaçlarını getirirlerdi. Yani ülkeden ülkeye ilaçlarda farklılıklar olabiliyor. Türkiye'de devlet, kimlerin tüp bebek tedavisini destekleyebileceğini belirlemiş vaziyette. Herkese kayıtsız şartsız destek vermiyor. Örneğin bir tane çocuğunuz varsa, sizin tüp bebekten devlet desteği ile ikinci bir çocuk sahibi olma şansınız yok. Benim öyle bir hastam var. Hanımın bir tane çocuğu var. Arkadan gebe kalmış, dış gebelik olmuş ve bir tüpü alınmış. Bir daha gebe kalmış gene dış gebelik, öbür tüpü de alınmış. İki tüpü de yok. Yani bu hanımın tüp bebek tedavisi dışında doğal yollarla gebe kalma şansı hiç yok. Ama devlet, "Senin bir tane çocuğun var. Ben sana devlet desteği vermem" diyor. Bu hasta, tüp bebek tedavilerini tümüyle cebinden yaptırıyor. Bu bir haksızlık bana göre. Bu tür kısıtlamalar söz konusu. Ama biz yine de buna şükrediyoruz. Devletin tüp bebek tedavisi kıstaslarına uygun hastaların, ilaç maliyetinin yüzde 80'ini karşılaması mucize gibi bir şey. Klasik IVF tedavisinde 1.000 YTL, mikroenjeksiyon için 1.200 YTL destek veriyor. Bunun üzerinde fark kalıyorsa klinikler bunu hastadan alıyorlar. Ama biz, işlemlerimizde, hastane maliyeti olarak söylüyorum, sadece kullandığımız malzeme fiyatına iş yapıyoruz. Başarı oranlarını sordunuz. Tüp bebeğin rakamları çok tehlikeli rakamlar. Öyle rakamlar görüyorum ki hayret ediyorum. Geçici bir dönem için bir grup hastada çok başarılı rakamları yakalamış olmak mümkün. Bu sizin genel rakamınızı yansıtmaz. Tedavinin başarısına etki eden birtakım faktörler var. Bunlardan bir tanesi kadının yaşı. Dolayısıyla yaş gruplarına göre başarı oranlarına bakabilirsiniz.
Tup Bebek Tedavisi Yan Etkileri
Hocam, tüp bebek tedavisinin uzun vadeli yan etkileri var mıdır?
Yumurtalıkların uyarılmasının meme ve yumurtalık kanserinde risk artışına neden olabileceği ileri sürülmekle birlikte bu durum henüz kanıtlanmamıştır. İnfertilitenin kendisi her iki kanser türü için de risk faktörü olduğundan bazı araştırmalarda gözlenen risk artışının tedaviden mi yoksa infertiliteden mi kaynaklandığı bilinmemektedir. Bu konudaki çalışmalar ve uzun süreli takipler hâlâ devam etmektedir. IVF tedavisi alan ve gebe kalamayan kadınların normal yıllık jinekolojik kontrollerini ve mamografilerini (yaşına göre) ihmal etmemeleri önerilir.
Yumurtalıkların uyarılmasının meme ve yumurtalık kanserinde risk artışına neden olabileceği ileri sürülmekle birlikte bu durum henüz kanıtlanmamıştır. İnfertilitenin kendisi her iki kanser türü için de risk faktörü olduğundan bazı araştırmalarda gözlenen risk artışının tedaviden mi yoksa infertiliteden mi kaynaklandığı bilinmemektedir. Bu konudaki çalışmalar ve uzun süreli takipler hâlâ devam etmektedir. IVF tedavisi alan ve gebe kalamayan kadınların normal yıllık jinekolojik kontrollerini ve mamografilerini (yaşına göre) ihmal etmemeleri önerilir.
Tup Bebek Tedavisi İptal Edilebilir Mi?
Tüp Bebek tedavisinin iptal edilmesi mümkün mü?
Mümkünse hangi şartlarda?
Yumurtalıkların cevabı yetersiz olabilir ve tedaviniz yumurta toplama işleminden önce iptal edilebilir. Yumurtalıklar içinde gelişmiş folliküller olmasına rağmen içinden yumurta çıkmayabilir. Bu durumun 2 temel edeni vardır. Foliküllerin içinde yumurta olmayabilir (boş folikül sendromu). Bu durum hastaların yüzde Tinden daha azında görülür. Ya da foliküller yumurta toplama işleminden önce zamansız olarak çatlayabilir. Bu durum ise uygulanan stimülasyon protokolüne bağlı olarak hastaların yüzde 2-5'inde görülür. Yumurtalar döllenmeyebilir. Bu durum mikroenjeksiyon çağında son derece nadirdir. Ancak hastaların yüzde 2-5'inde anormal yumurtalara bağlı olarak döllenme gerçekleşmeyebilir. Döllenen yumurtalar bölünmeyebilir. Bu durum da son derece nadirdir ve genelde yumurta bozukluğuna bağlıdır. Azospermik erkekte ameliyat ile sperm bulunamayabilir. Böyle bir durumda tedavi yumurta toplama işleminden önce iptal edilir. PGD yapılan olgularda normal bir embriyo bulunamayabilir. Böyle bir durumda embriyo transferi yapılmaz.
Mümkünse hangi şartlarda?
Yumurtalıkların cevabı yetersiz olabilir ve tedaviniz yumurta toplama işleminden önce iptal edilebilir. Yumurtalıklar içinde gelişmiş folliküller olmasına rağmen içinden yumurta çıkmayabilir. Bu durumun 2 temel edeni vardır. Foliküllerin içinde yumurta olmayabilir (boş folikül sendromu). Bu durum hastaların yüzde Tinden daha azında görülür. Ya da foliküller yumurta toplama işleminden önce zamansız olarak çatlayabilir. Bu durum ise uygulanan stimülasyon protokolüne bağlı olarak hastaların yüzde 2-5'inde görülür. Yumurtalar döllenmeyebilir. Bu durum mikroenjeksiyon çağında son derece nadirdir. Ancak hastaların yüzde 2-5'inde anormal yumurtalara bağlı olarak döllenme gerçekleşmeyebilir. Döllenen yumurtalar bölünmeyebilir. Bu durum da son derece nadirdir ve genelde yumurta bozukluğuna bağlıdır. Azospermik erkekte ameliyat ile sperm bulunamayabilir. Böyle bir durumda tedavi yumurta toplama işleminden önce iptal edilir. PGD yapılan olgularda normal bir embriyo bulunamayabilir. Böyle bir durumda embriyo transferi yapılmaz.
Tup Bebek Dogum ve Hamilelik
Tüp Bebek Doğum ve Hamilelik
Hocam, inseminasyon (aşılama) dedik, IVF dedik. Mikroenjeksiyon dedik; yani bunların tümü yardımla üremenin basamakları mı oluyor?
Basamakları değil. Her biri bizi ayrı bir üreme yöntemine götürüyor. Yumurtlaması düzenli olmayan bir hanıma ilaç vererek bunu düzene soktuğumuz zaman da bir bakıma yardımcı oluyoruz. Ya da erkeğin spermi yeterli olmadığı için normal temasla eşini gebe bırakma şansı düşük olan erkeğin sperminin alınıp yumurta ile buluşmasını sağlayacak aşılama da bir yardım. Ya da hem yumurtayı hem spermi, vücut dışına alıp dışarıda bunu dölleyip, dölledikten sonra döllenmiş olan yumurtayı (embriyo) rahim içerisine yerleştirmek (IVF - tüp bebek) de bir tür yardım. Yardımla Üreme Yöntemi dediğimiz zaman sadece "tüp bebek" anlamak yanlış.
Siz, Yardımla Üreme Yöntemlerinde ağırlıklı olarak neyi tercih ediyorsunuz? İlaçlar size ne kadar katkı sağlıyor? Yoksa genelde alet, cihazlar, hekimlik bilgisi ve becerisi yetiyor mu? Fiziki ortamın yani tüp bebek merkezinin de önemi var hiç kuşkusuz. Hekimin deneyimi Önemli. İlaçlar bu sürecin hangi bölümünde destek sağlıyor? Sanırım ilaçlar belli bir aşamadan sonra çok da faydalı değil.
Bazı durumlar var ki ilacın da yapacağı bir şey yok. Bunu yumurta rezervini anlatırken konuştuk. Yumurtalığın içerisinde yumurta yoksa yeni yumurta üretebilecek bir ilaç henüz icat edilmedi. Keşke bunu ben icat edebilsem de Nobel Tıp Ödülü'nü kazansam. İlaçlar sadece var olan potansiyeli ortaya çıkartmak konusunda fayda sağlıyor. Mesela bizim Poor Responder dediğimiz kötü cevap veren bir grup hasta var. Bunu işte, "yumurta rezerv testleri" ile önceden belirlemek mümkün. Bu hastalarda da ilaç tedavisinin yapabileceği şey sınırlı. Yani hastada cevap çok kötüyse ikinci denemede mükemmel cevap alınacakmış gibi bir beklentiye sokmak doğru bir yaklaşım değil. İkinci denemede de birinciye benzer bir sonuçla karşılaşılabilir. Buna hazırlıklı olmakta fayda var. İyi bir cevap alınırsa elbette hekim de bundan çok mutlu olur, hasta da mutlu olur. Kitabımızın ileri bölümlerinde bu işin ilaçsız yapılıp yapılamayacağını konuşacağız. Halen yaptığımız şey, klasikleşmiş ilaçlar verilerek, ayda bir olan yumurta üretimine müdahale etmek. Suni bir program oluşturarak bir yerine daha fazla sayıda yumurta elde etmek. Burada ideal rakam 5 ila 15 arası. Bu rakam daha da aşağılara çekilmeye başlandı günümüzde.
Teknolojideki gelişmeler sayesinde artık tek bir embriyo transfer ederek, tek bir gebelik oluşturabilmeyi hedefliyoruz. Bu amaçlanıyor. Embriyo sayısını azaltacaksak eğer çok fazla yumurta almamıza gerek kalmıyor ister istemez.
Hocam, inseminasyon (aşılama) dedik, IVF dedik. Mikroenjeksiyon dedik; yani bunların tümü yardımla üremenin basamakları mı oluyor?
Basamakları değil. Her biri bizi ayrı bir üreme yöntemine götürüyor. Yumurtlaması düzenli olmayan bir hanıma ilaç vererek bunu düzene soktuğumuz zaman da bir bakıma yardımcı oluyoruz. Ya da erkeğin spermi yeterli olmadığı için normal temasla eşini gebe bırakma şansı düşük olan erkeğin sperminin alınıp yumurta ile buluşmasını sağlayacak aşılama da bir yardım. Ya da hem yumurtayı hem spermi, vücut dışına alıp dışarıda bunu dölleyip, dölledikten sonra döllenmiş olan yumurtayı (embriyo) rahim içerisine yerleştirmek (IVF - tüp bebek) de bir tür yardım. Yardımla Üreme Yöntemi dediğimiz zaman sadece "tüp bebek" anlamak yanlış.
Siz, Yardımla Üreme Yöntemlerinde ağırlıklı olarak neyi tercih ediyorsunuz? İlaçlar size ne kadar katkı sağlıyor? Yoksa genelde alet, cihazlar, hekimlik bilgisi ve becerisi yetiyor mu? Fiziki ortamın yani tüp bebek merkezinin de önemi var hiç kuşkusuz. Hekimin deneyimi Önemli. İlaçlar bu sürecin hangi bölümünde destek sağlıyor? Sanırım ilaçlar belli bir aşamadan sonra çok da faydalı değil.
Bazı durumlar var ki ilacın da yapacağı bir şey yok. Bunu yumurta rezervini anlatırken konuştuk. Yumurtalığın içerisinde yumurta yoksa yeni yumurta üretebilecek bir ilaç henüz icat edilmedi. Keşke bunu ben icat edebilsem de Nobel Tıp Ödülü'nü kazansam. İlaçlar sadece var olan potansiyeli ortaya çıkartmak konusunda fayda sağlıyor. Mesela bizim Poor Responder dediğimiz kötü cevap veren bir grup hasta var. Bunu işte, "yumurta rezerv testleri" ile önceden belirlemek mümkün. Bu hastalarda da ilaç tedavisinin yapabileceği şey sınırlı. Yani hastada cevap çok kötüyse ikinci denemede mükemmel cevap alınacakmış gibi bir beklentiye sokmak doğru bir yaklaşım değil. İkinci denemede de birinciye benzer bir sonuçla karşılaşılabilir. Buna hazırlıklı olmakta fayda var. İyi bir cevap alınırsa elbette hekim de bundan çok mutlu olur, hasta da mutlu olur. Kitabımızın ileri bölümlerinde bu işin ilaçsız yapılıp yapılamayacağını konuşacağız. Halen yaptığımız şey, klasikleşmiş ilaçlar verilerek, ayda bir olan yumurta üretimine müdahale etmek. Suni bir program oluşturarak bir yerine daha fazla sayıda yumurta elde etmek. Burada ideal rakam 5 ila 15 arası. Bu rakam daha da aşağılara çekilmeye başlandı günümüzde.
Teknolojideki gelişmeler sayesinde artık tek bir embriyo transfer ederek, tek bir gebelik oluşturabilmeyi hedefliyoruz. Bu amaçlanıyor. Embriyo sayısını azaltacaksak eğer çok fazla yumurta almamıza gerek kalmıyor ister istemez.
Tup Bebek Asilama Nedir
Tüp Bebek Nedir
Yardımla Üreme Yöntemleri, Tüp Bebek Gebelik
İnseminasyon (Aşılama), IVF, Mikroenjeksiyon
"Yardımla Üreme Teknikleri" dediğimiz zaman çerçeveye sadece tüp bebek girmiyor. Örneğin biraz önceki bölümlerde siyah ve beyaz bölgeler gibi gri bölgelerden söz ettiniz. Nedir bunlar?
Sperm sayısı az ama henüz tüp bebek ihtiyacı gösterecek kadar kötü değil. Ya da hanımın düzenli yumurtlaması yok. Düzenli yumurtlamasını ilaç tedavisiyle sağlamak mümkün. Dolayısıyla bütün bunlar da onların üremesine yardım ediyor. Mesela, sperm ve yumurtanın buluşmasını kolaylaştırmak. Bunun için en iyi hareket eden ve en iyi şekle sahip olanını özel bir yöntemle seçebiliyoruz. Buna "sperm yıkama" (swim up) diyoruz. Spermleri seçip bunları bir enjektör içerisine doldurup rahmin içine koyduğumuz zaman, spermin kat edeceği mesafeyi kısaltıyoruz. Böylelikle yumurta ile spermin buluşması kolaylaşıyor. Bütün bunlara "Yardımla Üreme Yöntemleri" dense de bilimsel olarak bu terim sadece vücut dışında döllenmeyi ifade etmektedir. Burada nerde duracağımızı bilmek son derece önemli. Bugünkü bilgilerimize göre tıp eskisinden daha farklı bir hale geldi. Artık hastalarımıza "Kanıta Dayalı Tıp" denilen bir kavramla yaklaşıyoruz. Yaptığımız işin bir kanıtı olması lazım. Bu da çeşitli çalışmalarla ortaya koyuluyor. Bu çalışmaları analiz edip baktığınız zaman, eğer bir çift inseminasyon yani birçok hastanın bildiği adıyla "aşılama" adayı ise bunu kesin olarak göstermemiz lazım. Spermin yıkanması, temizlendikten sonra en iyilerinin seçilip rahim içine yerleştirilmesi işlemine inseminasyon diyoruz. Burada yumurtlamanın da ilaçlarla kontrol altında tutulduğunu unutmayalım. Çünkü ayda tek bir yumurta üretmeye programlanmış kadın metabolizmasını verdiğimiz ilaçlarla birden daha fazla sayıda yumurta geliştirecek şekilde programlıyoruz. Bu programda genellikle 2 ya da 3 yumurta üretmeyi tercih ediyoruz.
Aşılamada 4 denemeyi geçmeyin (Tüp Bebek Aşılama)
Aşılama tüm olumsuzlukları ortadan kaldırmaya yarıyor sanki?
Hem evet hem hayır. Burada hem hanıma hem de eşine tedavi uyguluyoruz. 2-3 yumurta geliştirecek şekilde ilaç verip, spermin en iyilerini seçip bir enjektör içerisine doldurup rahmin içine veriyoruz. İnseminasyon işlemi sonucu hanımın ilk 3 deneme sonunda (kanıta dayalı tıp perspektifine göre) gebe kalabilme olasılığı yaklaşık yüzde 75. Dört deneme sonunda bu oran 82'ye çıkıyor. Ondan sonra bir plato çiziyor ve çok artış olmuyor. Dolayısıyla, 4 denemeden daha fazla aşılama yapmak hakikaten akıntıya kürek çekmek gibi bir şey.
Tüp Bebek Başarı
Tüp Bebek İçin Dört denemeden sonra olmuyorsa çok zorlamamak daha mı iyi?
Eğer gebe kalabilecekse aşılama için söylüyorum: İlk 3 veya 4 deneme sonunda zaten kalıyorlar. Dolayısıyla 3 yada 4 denemeden fazlası zaman ve para kaybından başka bir şey değil. Daha iyi bir teknik olan klasik tüp bebek tedavi yöntemine (IVF) geçiyoruz. IVF yani kelime anlamıyla Invitro Fertilizasyon (döllenmenin vücut dışında gerçekleştirilmesi) işlemi sırasında yumurtanın içinde bulunduğu kaba belli sayıda sperm konuluyor. Böylece bu spermin yumurtanın içine girmesi ve döllenmeyi gerçekleştirmesi beklenir. Ama bu işlem laboratuvar ortamında gerçekleşiyor. IVF uygulanabilmesi için yeterli kalitede sperm ve yumurta bulunmalıdır. Aksi takdirde ICSI uygulanmasına karar verilir. Son zamanlarda kimi merkezlerde daha yüksek döllenme elde etmek amacıyla herkese ICSI uygulaması tercih ediliyor ancak bu pek doğru değil. Bunları yaparken tanıyı çok doğru koymak ve sonra çiftlerle oturup bütün bunları paylaşmakta yarar var. Tanıyı koydukta sonra ne yapacağımıza hasta ile birlikte karar veriyoruz: "Sizin, şöyle bir durumunuz var. Şu nedenle çocuğunuz olmuyor. Bunun üstesinden gelebiliriz. Bu yöntemin başarı ihtimali bu kadar, maliyeti bu kadar. Şu yöntemin maliyeti bu kadar başarısı bu kadar. Ve bu yöntemler uygulanırken başınıza gelebilecek istenmeyen durumlar da şunlardır" gibi birtakım açıklamalar yapıldıktan sonra karar tümüyle çifte kalıyor. Hekim ve hasta birlikte karar veriyor gibi görünse bile hekim asla yönlendirici olmamalı. "Size şu tedavi yapılması gerekir" demek asla doğru değil. Çünkü çiftler eğer önerilen tedavinin başarılı olacağına inanmazlarsa bir şekilde tedaviyi yarım bırakıyorlar. Oysa baştan itibaren bilirlerse kendileri için en doğrunun ne olduğunu, o tedaviye devam ediyorlar. Ama bazı durumlar var ki o zaman da hastayı yeterince aydınlatmak lazım. Varsayalım elimizde üç ya da dört tane tedavi çeşidi var. İlk ikisinin o hastalığa cevap vermeyeceği bilimsel olarak gösterilmiş, bunu açık olarak söylemek lazım ve doğrudan üçüncü ya da dördüncü basamaktan başlamak gerekebiliyor. Bugün için klasik tüp bebekte aldığımız yumurtaları sperm ile bir kap içerisinde karıştırıyoruz ve bu yumurtanın bu sperm tarafından döllenmesini bekliyoruz. Bunun birçok aşaması var. "Mikroenjeksiyon" ya da sperm enjeksiyonunun kısaltması olan ICSI, spermin yumurtanın içine girip, döllenmeyi gerçekleştiremeyeceğine karar verilmesi halinde uygulanıyor. Intra sitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) yönteminde yumurta toplandıktan bir süre sonra dışındaki hücrelerden temizlenir. Hazırlanan örnekten seçilen tek bir sperm yumurtanın içine enjekte edilir.
Yardımla Üreme Yöntemleri, Tüp Bebek Gebelik
İnseminasyon (Aşılama), IVF, Mikroenjeksiyon
"Yardımla Üreme Teknikleri" dediğimiz zaman çerçeveye sadece tüp bebek girmiyor. Örneğin biraz önceki bölümlerde siyah ve beyaz bölgeler gibi gri bölgelerden söz ettiniz. Nedir bunlar?
Sperm sayısı az ama henüz tüp bebek ihtiyacı gösterecek kadar kötü değil. Ya da hanımın düzenli yumurtlaması yok. Düzenli yumurtlamasını ilaç tedavisiyle sağlamak mümkün. Dolayısıyla bütün bunlar da onların üremesine yardım ediyor. Mesela, sperm ve yumurtanın buluşmasını kolaylaştırmak. Bunun için en iyi hareket eden ve en iyi şekle sahip olanını özel bir yöntemle seçebiliyoruz. Buna "sperm yıkama" (swim up) diyoruz. Spermleri seçip bunları bir enjektör içerisine doldurup rahmin içine koyduğumuz zaman, spermin kat edeceği mesafeyi kısaltıyoruz. Böylelikle yumurta ile spermin buluşması kolaylaşıyor. Bütün bunlara "Yardımla Üreme Yöntemleri" dense de bilimsel olarak bu terim sadece vücut dışında döllenmeyi ifade etmektedir. Burada nerde duracağımızı bilmek son derece önemli. Bugünkü bilgilerimize göre tıp eskisinden daha farklı bir hale geldi. Artık hastalarımıza "Kanıta Dayalı Tıp" denilen bir kavramla yaklaşıyoruz. Yaptığımız işin bir kanıtı olması lazım. Bu da çeşitli çalışmalarla ortaya koyuluyor. Bu çalışmaları analiz edip baktığınız zaman, eğer bir çift inseminasyon yani birçok hastanın bildiği adıyla "aşılama" adayı ise bunu kesin olarak göstermemiz lazım. Spermin yıkanması, temizlendikten sonra en iyilerinin seçilip rahim içine yerleştirilmesi işlemine inseminasyon diyoruz. Burada yumurtlamanın da ilaçlarla kontrol altında tutulduğunu unutmayalım. Çünkü ayda tek bir yumurta üretmeye programlanmış kadın metabolizmasını verdiğimiz ilaçlarla birden daha fazla sayıda yumurta geliştirecek şekilde programlıyoruz. Bu programda genellikle 2 ya da 3 yumurta üretmeyi tercih ediyoruz.
Aşılamada 4 denemeyi geçmeyin (Tüp Bebek Aşılama)
Aşılama tüm olumsuzlukları ortadan kaldırmaya yarıyor sanki?
Hem evet hem hayır. Burada hem hanıma hem de eşine tedavi uyguluyoruz. 2-3 yumurta geliştirecek şekilde ilaç verip, spermin en iyilerini seçip bir enjektör içerisine doldurup rahmin içine veriyoruz. İnseminasyon işlemi sonucu hanımın ilk 3 deneme sonunda (kanıta dayalı tıp perspektifine göre) gebe kalabilme olasılığı yaklaşık yüzde 75. Dört deneme sonunda bu oran 82'ye çıkıyor. Ondan sonra bir plato çiziyor ve çok artış olmuyor. Dolayısıyla, 4 denemeden daha fazla aşılama yapmak hakikaten akıntıya kürek çekmek gibi bir şey.
Tüp Bebek Başarı
Tüp Bebek İçin Dört denemeden sonra olmuyorsa çok zorlamamak daha mı iyi?
Eğer gebe kalabilecekse aşılama için söylüyorum: İlk 3 veya 4 deneme sonunda zaten kalıyorlar. Dolayısıyla 3 yada 4 denemeden fazlası zaman ve para kaybından başka bir şey değil. Daha iyi bir teknik olan klasik tüp bebek tedavi yöntemine (IVF) geçiyoruz. IVF yani kelime anlamıyla Invitro Fertilizasyon (döllenmenin vücut dışında gerçekleştirilmesi) işlemi sırasında yumurtanın içinde bulunduğu kaba belli sayıda sperm konuluyor. Böylece bu spermin yumurtanın içine girmesi ve döllenmeyi gerçekleştirmesi beklenir. Ama bu işlem laboratuvar ortamında gerçekleşiyor. IVF uygulanabilmesi için yeterli kalitede sperm ve yumurta bulunmalıdır. Aksi takdirde ICSI uygulanmasına karar verilir. Son zamanlarda kimi merkezlerde daha yüksek döllenme elde etmek amacıyla herkese ICSI uygulaması tercih ediliyor ancak bu pek doğru değil. Bunları yaparken tanıyı çok doğru koymak ve sonra çiftlerle oturup bütün bunları paylaşmakta yarar var. Tanıyı koydukta sonra ne yapacağımıza hasta ile birlikte karar veriyoruz: "Sizin, şöyle bir durumunuz var. Şu nedenle çocuğunuz olmuyor. Bunun üstesinden gelebiliriz. Bu yöntemin başarı ihtimali bu kadar, maliyeti bu kadar. Şu yöntemin maliyeti bu kadar başarısı bu kadar. Ve bu yöntemler uygulanırken başınıza gelebilecek istenmeyen durumlar da şunlardır" gibi birtakım açıklamalar yapıldıktan sonra karar tümüyle çifte kalıyor. Hekim ve hasta birlikte karar veriyor gibi görünse bile hekim asla yönlendirici olmamalı. "Size şu tedavi yapılması gerekir" demek asla doğru değil. Çünkü çiftler eğer önerilen tedavinin başarılı olacağına inanmazlarsa bir şekilde tedaviyi yarım bırakıyorlar. Oysa baştan itibaren bilirlerse kendileri için en doğrunun ne olduğunu, o tedaviye devam ediyorlar. Ama bazı durumlar var ki o zaman da hastayı yeterince aydınlatmak lazım. Varsayalım elimizde üç ya da dört tane tedavi çeşidi var. İlk ikisinin o hastalığa cevap vermeyeceği bilimsel olarak gösterilmiş, bunu açık olarak söylemek lazım ve doğrudan üçüncü ya da dördüncü basamaktan başlamak gerekebiliyor. Bugün için klasik tüp bebekte aldığımız yumurtaları sperm ile bir kap içerisinde karıştırıyoruz ve bu yumurtanın bu sperm tarafından döllenmesini bekliyoruz. Bunun birçok aşaması var. "Mikroenjeksiyon" ya da sperm enjeksiyonunun kısaltması olan ICSI, spermin yumurtanın içine girip, döllenmeyi gerçekleştiremeyeceğine karar verilmesi halinde uygulanıyor. Intra sitoplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) yönteminde yumurta toplandıktan bir süre sonra dışındaki hücrelerden temizlenir. Hazırlanan örnekten seçilen tek bir sperm yumurtanın içine enjekte edilir.