Duyu Organimiz Burun Koklama Organi

Duyu Organımız Burun, Koklama Organi

Burun


Her burun deliğinin üst bölümünde koku zan vardır. Bunun içerisinde koku hücreleri bulunur. Yüzey alanı 2.5 santimetrekare kadardır. Koku hücreleri iki kutuplu hücrelerdir. Koku duyusunun oluşması için meydana gelen kimyasal olaylar dizisi tam olarak bilinme­mektedir. Maddenin buharlaşabilir nitelikte olması mutlaka olfaktör membrana ulaşması gerekir. Suda ve yağda çözünebilir nitelikte olmalıdır. Suda çözünmesi olfaktör membran üzerindeki sümüksü birikintiyi geçebilmesi için zorunludur. Yağda çözünmesi ise koku sinir­lerinin bütünüyle yağdan (lipidlerden) yapılmış olması nedeni iledir.
Koku duyusu da ileri derecede uyum gösteren duyulardan birisidir.

Dokunma, tad ve koku duyularının sağlıklı algılanması için gerekli uygulamalar:

1. Cilt temizliğine dikkat edilmelidir.
2. Hassas deri bölgelerinde boynuzsu tabaka oluşması engellenmelidir.
3. Cilde zararlı ve alerjik etkili kozmetik maddeler sürmekten kaçınmalıdır.
4. Sigara, alkol tat duyusunun etkinliğini azaltır.
5. Yemekler ağızda iyi çiğnenmelidir.
6. Aşırı asitli ve alkali içeceklerden kaçınmalıdır.
7. Burun karıştırılmamalıdır.
8. Burunda iltihaplanmalar yapacak tahrişler önlenmelidir.
9. Burna gereksiz damlalar damlatmaktan kaçınmalı, burun damlaları çok kısa süre kul­lanılmalıdır.

Burun: Burun koku alma organıdır. olfaktör bölgedeki sinir uçları nemli ortamda erimiş olan kim­yasal koku faktörlerinin yaptığı uyarıyı beyne iletirler.

Dil Duyu Organi Tatma Duyusu

Dil Duyu Organı, Tatma Duyusu Organı

Dil tad duyusu organıdır. Dilimizde bulunan tad cisimcikleri özel tad reseptörleridir. Ekşi, tuzlu, tatlı ve acı olmak üzere dört temel tad duyusu vardır. Ekşi tad hidrojen iyon kon­santrasyonuna göre algılanan bir taddır. Tuzlu tad iyonize tuzların verdiği taddı.

Tatlı şeker, glikol, alkol, aldehit ve ketonlar tarafından verilen duyudur. Acı tadı ise uzun zincirli organik maddeler ve alkaloidler verir. Bazı tatların algılanabilmesi için belirli bir konsantrasyon gerekir. Buna tad eşiği denir. Tat duyusuyla uyanan tükrük salgı refleks­leri vardır. Tad duyusu hızla uyum sağlanılan bir duyudur.

Deri Duyu Organi Dokunma Duyusu

Deri Organı, Deri Duyu Organı

Dokunma Duyusu


Deri dokunma duyusu organı olarak bilinir. Ama dokunma terimi dilimizde çok geniş anlamda kullanılmaktadır. Sadece dokunma değil, sıcaklık, duyusu da deri tarafından algı­lanmaktadır. Derimiz vücudumuzun dış etkenlerden korunması, vücut ısısının düzenlenmesi ve içinde yer alan bir çok hassas reseptör aracılığı ile çevreden bir çok uyarının beyne iletil­mesini de sağlar.

İsitme Organimiz Kulak Duyu Organi

İşitme Organımız Kulak, Duyu Organimiz Kulak

Kulaklarımız

Kulaklar dışta kulak kepçeleri ve dış kulak yoluyla başlar. Bu bölüme dış kulak denir. Daha sonra içerisinde işitme kemikçikleri (çekiç, örs, üzengi kemiklerinin yer aldığı orta kulak gelir. Dış kulak ve orta kulak, kulak zan ile ayrılır. Çekiç, ört ve üzengi kemikleri ku­lak zan ile iç kulağa açılan oval pencere arasında bir titreşim zinciri meydana getirirler. Orta kulakla dış ortam arasındaki havanın dengelenmesi östaki borusu aracılığı ile sağlanır. Uçak kalkarken meydana gelen basınç değişikliklerinin neden olduğu baskıyı kaldırabilmek için yutkunma ve sakız çiğneme gibi uygulamalar östaki borusunun etkinliğini arttırmak içindir.

İç kulakta iki ayrı bölüm vardır. Yarım daire kanalları işitme ile ilgili değil denge ile ilgi­lidir.

İç kulağın işitme ile ilgili bölümüne kohlea denir. (Salyangoz gibi kıvrımlı bir dolambaç yapı) . Bunun içerisi bir sıvı ile doludur ve sıvının içerisinde işitme sinirinin uçları yer alır. İşit­me sinir kulağı beyine bağlar. Titreşimler dış kulak, kulak zarı, orta kulak kemikçik zinciri ve oval pencere aracılığı ile kohleaya ve sıvıya ulaşır. Sıvının titreşimleri ise sinir uçlarının ses dalgalarını algılamasını sağlar.
Her iki kulağa gelen seslerin ton farkından ve seslerin kulaklara ulaşması arasındaki za­man farkı ile sesin yönünü belirleriz.

Kulaklarda dış kulak yolunun salgısı olan kulak kiri veya kulak yağı denilen madde za­manla birikip sertleşerek iletim tipinde işitme azlığına neden olabilir. Hiç bir zaman kulak ki­ri sert cisimlerle karıştırılarak temizlenmeye çalışılmamalıdır. Bu dış kulak yolunun iltihap­lanmasına neden olabilir. Yüzme vb gibi nedenlerle orta kulak ve dış kulak yolu iltihaplan olabilir. Su altında yüzerken hafif olarak kulaklara doğru basınç yapmayı unutmamak gere­kir. Kulak kemikçikleri arasındaki yapışıklıklar, zarın zedelenmesi yada delinmesi, kulak kemiklerinin birbirine yapışması işitme kayıplarına neden olabilir. İşitme sinirinin haraplanması ayrı bir sağırlık nedenidir. Sigara, alkol gibi bazı maddeler görme sinirine olduğu kadar işitme sinirine de zarar verebilir. Yersiz ve gereksiz miktarda dikkatsiz kullanılan ilaçlar da işitme kaybına neden olabilir. Kulakların işitme etkinliği işitme testleri (odyometri) ile belirlenir. Basit bir diyapazonla yapılan işitme testleri de vardır.
Bazı tip işitme kayıplarında işitme araçlarından bazılarında ise özel bazı ameliyatlardan yararlanılır.

Kulaklarımızı korumak için nelere dikkat etmeliyiz?

1. Kulaklar hiç bir zaman sert cisimlerle karıştırılmamalıdır (Piyasada satılan ve uçlarına pamuk sarılmış naylon çubuklar dahil)
2. Kulak üzerine sert darbe vurulmamalıdır.
3. Yüzme sırasında suya dalındığında kulağa doğru daha doğrusu burna doğru hafif şe­kilde hava basıncı yapmalıdır.
4. Kulak zan delik olanlar suya girerken ve yıkanırken kulaklarının deliğine mutlaka va­zeline bulanmış pamuk koymalıdır.
5. Basit kulak iltihapları bile zamanında tedavi edilmelidir.
6. Gereksiz ilaç kullanılmamalıdır.
7. Özellikle çocukların kulaklarına hekim önerisi olmaksızın damla damlatılmalıdır.

Duyu Organlarimiz Nelerdir 5 Duyu Organi

5 Duyu Organımız Hakkında, Duyu Organlarımız Nelerdir

Beş duyu organı; Görme, işitme, dokunma, tatma ve koku alma duyulan genellikle beş duyu olarak bili­nir. Bunlara istersek denge ve pozisyon (durum) duyusunu ekleyebiliriz. Görme duyusu gör­me (ışık) ve renk algılaması yapar. Koku duyusu ile hemen hemen altı bine yakın kokuyu al­gılarız. Alınan bütün duyular üst beyin merkezlerinde değerlendirilir.

Göz Duyu Organımız

Gözde dışta sklera denilen göz akı bölümü vardır. Gözün ortasındaki dairesel bölüm dı­şında bütün göz küresini kaplar. Gözün önündeki parlak bölüm korneadır. Korneanın orta­sında bulunan dairesel, renkli bölüm iristir. Ortada gelen ışığın miktarına göre daralıp genişleyebilen bir delik vardır. Bu göz bebeğidir ve irisin ortasında ışığın girmesini ayarlayan bir açıklıktır, iriste iki cins kas vardır. Bu kas gruplarından birisi göz bebeğini daraltırken diğeri genişletir, tris içerisindeki aynı renk pigmentin (boya maddesinin) varlığına ve miktarına gö­re değişik renklerdedir. Mavi gözlerde hemen hemen hiç pigment yoktur. Koyulaştıkça kah­verengiye kadar değişen renkler meydana gelir. Göz bebeğinin arkasında göz merceği bulu­nur. Göz merceği ince küçük lifçiklerle iki tarafından asılmış gibidir. Göz merceği ince ke­narlı bir mercektir. Çocukların göz mercekleri büyüklerinkine göre daha küreseldir.

Kornea ile göz merceği arasındaki boşluğa ön oda denir ve akköz humor denilen bir sıvı ile doludur. Ama göz küresini dolduran sıvı ise bundan daha kalın ve yoğun özelliktedir, vitröz humor adını alır. Ön odadaki sıvı sürekli yapılıp yıkılırken, arka odada bulunan sıvı do­ğuştan vardır. Miktarı artıp eksilmez. İkinci göz tabakası damar tabakadır. Koyu kahverengi renktedir. Gözün arkasından büyük görme siniri girer. Gözü beyne bağlayan sinir budur. Bu sinirden çıkan lifler sinir tabakasını oluşturur. Bu tabaka incedir. Sinir lifleri özel görme re­septörleri ile birlikte burada tabakalı bir yerleşim gösterir. Görme reseptöründe görme purpuru (fotokimyasal bir madde) denilen bir boya maddesi vardır. Meydana gelen fotokimya-sal reaksiyonlar daha sonra sinir uyan dalgalan halinde beyne kadar ulaşır.

Bazı kişilerde görme reseptörlerinin eksikliği ve tip değişikliğine bağlı olarak renk kör: Iüğü denilen durum meydana gelir. Genetiksel bir hastalıktır. Hemen hemen her zaman er­keklerde görülen bir hastalıktır. Kırmızı veya yeşilin tonlarının algılanmaması ile belirgin bir hastalıktır. Nadir bir renk körlüğünde ise mavi ve sarının tonlarının ayırt edilememesi söz konusudur.

Göz dibinin incelenmesi oftalmoskop denilen araçla sağlanır. Gözün kırma kusurların belirlenmesinde retinaskop denilen bir araçtan yararlanılır. Herhangi bir anda gözün göre­bildiği alan gözün çevresel görmesini belirler. Bu görme alanı perimetre denilen araçlarla be­lirlenir.

Gözün ışığın miktarına göre göz bebeğini daraltıp genişletmesinin yanısıra cismin uzak­lığına yakınlığına göre göz merceğini daraltıp genişletmesi mümkündür. Bu duruma uyum denir.

Göz çevresinde kaş, kirpik, gözkapağı, gözyaşı bezi ve göz yaşı kanalı gözlerin sağlığının korunmasından sorumlu yardımcı yapılardır. Göz yaşının fazlası göz kapağından buruna doğru uzanan ince bir kanalcıkla boşaltılır.

Eğer göz küresi normalden ' farklı genişlikte ise, göz merceği uyum yapamıyorsa (yani cisimlerin uzaklığına yakınlığına göre daralıp genişleyemiyorsa), gözün saydam kısmı matlaşmışsa, retinada haraplarına varsa, sinirde bir bozukluk varsa görme anormallikleri ortaya çıkar. Cismin görüntüsünün retinanın arkasında meydana gelmesi, yani göz merceğinin kin­ciliğinin azalmış olması yada göz küresinin enine uzunluğunun azalması hipermetropi denen duruma yol açar. Hipermetrop gözlerde ince kenarlı mercekler kullanılarak daha etkin gör­me sağlanır. Bunun aksi olur yani göz küresinin eni artar, yada göz merceğinin kırıcılığında artma olursa miyopluk meydana gelir. Miyopluğun düzeltilmesinde kalın kenarlı mercekler kullanılmaktadır.

Kornea veya göz merceği yüzeyinin düzensiz oluşu astigmatizm denen duruma yol açar. İşık ışınları değişik düzlemlerde değişik şekilde kırılırlar. Bunun sonucunda görme bulanır. Astigmatizm küresel merceklerle düzeltilir.

Günümüzde gözlük yerine kontakt lens (doğrudan kornea üzerine yerleştirilen plastik mercekler) lerde kullanılır. Günümüzde kontakt lensler çok gelişmiştir ve takan kişinin gö­zünde fark edilmez olmaktadır. Gözleri hareket ettiren kasların uyumlu çalışmaması şaşılık denen duruma yol açar. Eğer göz küreleri burna doğru kayıyorsa içe şaşılık, dışa doğru kayı­yorsa dışa şaşılık denir. Şaşılık tedavisine mümkün olduğunda erken yaşta başlanılmalıdır. Göz hastalıkları dalında uzmanlaşmış tıp dalına oftalmoloji, bu konuda uzmanlaşmış hekime ise oftalmolojist denir. Diğer ülkelerde sadece gözlük camlan ve kırma kusurları konusunda eğitilmiş yardımcı sağlık personeli de vardır.

Bel soğukluğu, frengi gibi hastalıklar gözlerde iltihaplanmalara ve körlüklere neden olabilir. Gözün en sık görülen yangısına konjuktivitis denir. Bunun bir cinsi yüzme havuzla­rında kirli sulara bağlı olarak ortaya çıkar. Göz zarlarının kızarması, şişliği ve kanlanması ile belirgin bir hastalıktır. Göz kapaklarındaki küçük salgı bezlerinin iltihaplanması arpacık ola­rak bilinen duruma yol açar.

Göz hastalıklarının en tehlikelilerinden birisi glokomdur. Körlük tehlikesi çoktur. Ön odacığı dolduran saydam sıvının sürekli yıkılıp yapıldığını belirtmiştik. Bu sıvının aşın yapılması göz içi basıncının artmasına neden olur. Bu durum tonometre denilen özel bir araçla göz içi basıncının ölçülmesiyle belirlenir. Glokomlu hastalarda önce çevresel görme azalır. Yani hekimlerin deyimi ile görme alanı daralır.

Glokomut süregen hali genellikle ağrısızdır. Belirti vermez. Milyonlarca kişi gizli glokomludur ki bunların 100.000-150.000 de bir körlükle karşılaşma olasılığı vardır. İvegen tip nadirdir. Ağrılı bir durumdur. İleri ülkelerdeki körlüklerin % 15-20 sinden glokom sorumlu­dur. Glokomda erken tanı ve tedavi çok önemlidir.

Göz merceğinde matlaşma ve beneklenme odaklarına katarakt denir. Gebelik sırasında annenin kızamıkçık geçirmesi bebekte de katarakta neden olabilir. Genellikle büyük oranda 50 yaşın üzerindekilerde görülür. Kataraktın erken belirtileri arasında yakın ve uzak görme­nin bulanması, cisimlerin eğimli görülmesi, çift görülmesi gibi durumlar sayılabilir.

Göz zedelenmelerine bağlı olarak korneanın saydamlığını yitirdiği de sık görülür. Gü­nümüzde ölülerin kornealarının alınarak başka insanlara nakledilmesi sayesinde bir çok kişi net görme şansına kavuşabilmektedir.

Bazı travma ve darbeler sinir tabakanın damar tabakadan ayrılmasına neden olur. Bu ayrılma sonucunda arada sıvı birikir. Bu sıvı biriktikçe ayrılma devam eder. Sonunda bütün sinir tabakanın tahrip olmasına yol açar. Gözün arkadan yaklaşılarak şiddetle ovulması, göze darbe vurulması bu ayrılma ve yırtılmalara neden olabilir.

Gözümüzün sağlığını nasıl korumalıyız?

1. Düzenli aralıklarla gözümüzü muayene ettirmeliyiz.
2. Her çocuk okula başlamadan önce göz hekimine götürülerek göz muayenesi yaptırılmalıdır. Blue çağında, çocukluk dönemlerinde ve erken yetişkin dönemlerde göz muayene­leri daha sık yapılmalıdır.
3. Göz bebeği aşın büyük, gözleri dışarı çıkık, gözlerinde kayma olan çocuklar mutlaka göz hekimi muayenesinden geçirilmelidir.
4. Yakın çalışma yaparken her yatım saatte bir gözler dinlendirilmelidir.
5. Gözlerde daima güvenilir mercekler kullanılmalıdır.
6. 40 yaşından sonra gözler kırma kusurları ve göz basıncı yönünden düzenli olarak mu­ayeneden geçirilmelidir. Bu hiç olmazsa bir iki yılda bir yapılmalıdır.
7. Parlak bir ışıktan kaçınmalı, omuzdan gelen aydınlatma altında okumalı ve yazmalı­dır.
8. Gözler parlak güneş ışığından korunmalıdır.
9. Doktor vermedikçe gözlerin parlaklığını artırdığı ileri sürülen kozmetik sıvılar ve göz damlaları kullanılmamalıdır.
10. Eğer gözlerdeki kaşıntı bir günden fazla sürüyorsa mutlaka hekime başvurmalıdır.
11. Kirli eller gözlere sürülmemelidir.
12. Gözler üzerine darbe vurulmamalı, gözlerin ovulması ve bastırılması biçiminde şaka yapılmamalıdır.
13. Göz ağrıları bir günden fazla sürerse hemen hekime başvurmalıdır.
14. Görme etkinliğindeki azalmalarda mutlaka göz muayenesi olmalıdır.
15. Gözlük alırken bekimin sorularına doğru cevap vermeli, cisimleri büyüten değil net gösteren gözlükler alınmalıdır.
16. İşportada satılan rastgele gözlükler kullanılmamalıdır.

Otonom Sinir Sistemi Parasempatik Sistem

Otonom Sinir Sistemi, Parasempatik Sistem, Sempatik Uyarı

Vücudumuzun iç organ işlevlerini kontrol eden bölümüne otonom sinir sistemi denir. Otonom sinir sistemi büyük oranda beyin sapı, hipotalamus ve omurilikten yönlendirilir ve kontrol edilir. Ana merkezler buradadır. İç organ reflekslerin çoğu buradan kaynaklanır. Otonom sinir sistemi sempatik ve parasempatik sinir sistemleri olmak üzere iki ana bölümde incelenir.

Otonom sinir sistemi organlardaki özel reseptörler aracılığı ile etkilerini yapar. Bunlar adrenejik ve kolinerjik reseptörler olarak adlandırılırlar. Adrenerjik reseptörler ise beta adrenerjik ve alfa adrenerjik reseptörler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kolinerjik reseptörler ise nikotinik ve muskarinik olmak üzere iki tiptir. Bu reseptörler sempatik ve para­sempatik sistem etkilerinin meydana gelmesini yönlendirerek vücut olaylarını düzenler. Be­ta ve alfa reseptörlerin belirli organları etkileyen tipleri bulunmuştur.

Sempatik uyarı gözbebeğini büyütürken parasempatik sistem küçültür. Burun, tükrük ve gözdeki salgılar parasempatik uyarı ile miktar bakımından artar. Bağırsak salgıları para-sempatik sistem tarafından çok fazla oranda uyarılır. Ter bezleri sempatik uyan ile çok mik­tarda salgı yapar. Derinin diğer salgı bezleri ve apokrin bezler sempatik uyan ile bol miktar-da salgı yaparken parasempatik uyandan etkilenmezler. Mide bağırsak kanalını kendi du­varında kendisine özel otonomik sinir ağı ve özel sinir düğümleri vardır ve yerel uyanlarla bağırsak hareketlerinin düzenlenmesini sağlar. Mide bağırsak kanalının normal fonksiyonu sempatik sinir sistemine bağımlı değildir. Bazı hastalıklarda sempatik etki hakim olabilir.

Sempatik uyarı kalbin etkinliğini ve aktivitesini çok artırır. Parasempatik uyarı ise esas olarak tersi etkiyi yapar. Kan damarları sempatik aktivite ile daralırken parasempatik aktivite ile genişlerler. Akciğerlerde gerek sempatik ve gerekse parasempatik uyarının etkisi çok azdır çünkü akciğerlere bu sistemden giden sinir lifleri çok az orandadır. Karaciğerdeki ka­nalcıklar, safra kesesi ve kanalı, idrar torbası sempatik aktivite ile baskılanır. Parasempatik uyarı ile etkinlikleri artar. Sempatik uyan ile karaciğerden şeker salıntını artar. Kandaki gli­koz seviyesi yükselir. Bazal metabolizma hızı artar. Ayrıca sempatik ve parasempatik sistem vücudun cinse! fonksiyonlarının yönlendirilmesinde de etkilidir.

Heyecan, kızgınlık, kavga döneminde saçların dikleşmesi, yüzün kızarması, kalbin hızlı artmaya başlaması, solunumun sıklaşması sempatik sinir sisteminin etkisi ile meydana gelir.
Sempatik sinir sisteminin uyarılması böbrek üstü bezi öz bölgesinden bol miktarda adre­nalin ve noradrenalin salgılanmasına yol açar. Sempatik uyarmanın etkisi büyük oranda bu maddelerin vücuttaki etkisi ile sağlanır.

Sempatik sinir sistemini tehlike anında vücudu alarma geçiren uyarıcı bir sistem olarak değerlendirebiliriz. Kan basıncının artması, göz bebeklerinin büyümesi (korku), kaslara gi­den kan akımının artması, hücre metabolizmasının hızlanması, kasta glikoz kullanımının ko­laylaşması, mental etkinliğin ve düşünme etkinliğinin artması, kan pıhtılaşma hızının artması vb gibi birçok etki vücudun tehlike anında korunmasına yönelik değişikliklerdir

Merkezi Sinir Sistemi ve Ruhsal Olaylar

Merkez Sinir Sistemi ve Ruhsal Olaylarla ilişkisi

Davranış dediğimiz olay beynin bir bölümünün değil bütün merkez sinir sisteminin top­lam etkisiyle sağlanır. Refleksler uyku, belek ve bütün beyin fonksiyonları davranışları yön­lerden etkiler yaparlar. Beyinde limbik sistem denilen bir bölüm davranışlarla yakından iliş­kilidir. Limbik sisteminde ana bölümü hipotalamustur ve ruhsal olayların vücut olayları ile bağlantısını sağladığı gibi davranışlarımızın temel belirleyicisidir de.

Limbik sistem kalp, dolaşım sistemi, vücut ısısının düzenlenmesi, vücut sıvılarının dü­zenlenmesi, rahim kasılmalarının düzenlenmesi, mide bağırsak hareketleri ve beslenme dü­zeni, ön hipofizin, kontrol edilerek bir çok hayatsal olayın yönlendirilmesi gibi işlevleri var­dır.

Ceza ödül. ağrı ağrının kalkması, hoşa giden gitmeyen deneyimlerin ana etkisi limbik sistem aracılığı ile davranışlarımızın yönlendirilmesini sağlar.

Limbik sistem vücudumuzun en ilginç ve önemli-bir bölümüdür. Fizyolojinin üzerinde en çok araştırma yapılan konularından birisidir.

Bellek (Hafiza) Nedir Bellek Cesitleri

Bellek Nedir (Hafıza), Bellek Çeşitleri

Bellek yani geçirilmiş deneyimlerin saklanarak yeniden anımsanması olayı beyin kabuk bölgesinin etkinliği ile yakından ilişkilidir. En önemli bellek özelliklerinden birisi duyusal bellektir. Duyusal uyarıların beyinde tekrar anımsanması, kısa sürede yeni duyularla karşı­laştırılarak niteliğinin belirlenmesi olayıdır. Birde kısa süreli bellek vardır. Yeni bellenen sözcüklerin, sayıların, harflerin ve diğer şeylerin anımsanmasıdır. Bir kaç saniye ile bir kaç dakika arasında değişen bir zaman süreci içerisindeki olaydır. Bir telefon rehberine baktık­tan sonra telefonu çevirirken bu rakamları hatırlayabilmemiz bu durumla ilgilidir. Genellik­le kalıcılığı da kısadır. Sözgelimi aynı kişi yeni bir telefon numarasına baksa eskisi hemen unutulur.

Birde uzun süreli bellek vardır. Beyinde bilginin depolanarak dakikalar, saatler, hatta yıllar sonra tekrar anımsanması olayıdır. Buna kalıcı bellek de denir. Zayıf etkili bilgiler ikincil bellek demlen tipte saklanır ve genellikle anımsanması zordur. Tersiyer bellek deni­len (üçüncül bellek) tipi ise çok uzun süreler sonra bile kolayca anımsanabilen etkiler için kullanılır.

Bellek konusunda tıpta büyük araştırmalar yapılmaktadır. İnsanların belleklerinin güç­lendirilmesiyle ilgili çaba ve araştırmalar sürmektedir. Dikkat olayı ile yakından ilişkili oldu­ğu belirlenmiştir.

Epilepsi Nedir Beyin İle İlgili

Epilepsi Nedir, Epilepsi İle İlgili

Beynin bir bölümünün kontrolsüz olarak, amaca uygun olmayan biçimde aktivite gös­termesine bağlı kasılmalarla giden bir durumdur.

İki türde incelenebilir. Bunlardan bir tanesi büyük epilepsi ya da büyük nöbet denilen tiptir. Kol ve bacaklarda boyunda ileri derecede kasılma gevşeme halleri ile belirgindir. Bir de beynin belirli bir bölgesinde küçük bir odağın sürekli etkinlik göstermesine bağlı yerel epilepsi yada yerel nöbetler dediğimiz hafif biçim vardır. Epilepsinin azda olsa ailesel özelliği vardır. Çocuklukta geçirilen yüksek ateş nöbetlerinin epilepsi gelişmesini kolaylaştırdığına inanılır. Küçük nöbet ise büyük nöbetlere benzer. Ancak süresi ve şiddeti daha azdır. Bunla­rın ayrıntıları tıbbın nöroloji (tipin sinir hastalıkları dalında uzmanlaşmış dalı) bölümünce de­ğerlendirilmekte ve tedavi edilmektedir. Eskiden kötü ruhların etkisine bağlanan epilepsi günümüzde kolayca kontrol edilebilen bir haftalıktır. En büyük sorun nöbet sırasında nöbet geçiren kimsenin yaralanmasının, dilini ısırıp koparmasının önlenmesidir. Napolyon, Sezar gibi bir çok taranmış kişinin epilepsili olduğu bilinmektedir.

Uyku

Sağlıklı uyku sağlıklı bir merkez sinir sistemi ile yakından ilişkilidir. Aslında uyku dedi­ğimiz vücudun dinlenme durumu sırasında bir çok önemli devreler geçirilmektedir. Uyku­nun en ağır ve dinlendirici bölümü hızlı göz hareketleri dönemi dediğimiz devredir. Bu devre bazı uyku ilaçları alındığında olmadığı için uyku ilaçlan ile sağlanan uyku dinlendirici olmaz. Vücudun dinlenmesi, hücrelerin kendisini yenilemesi için uyku çok önemlidir.

Ozel Refleksler Beyin Dalgalari

Özel refleksler

Omurilik sadece bizce bilinen diz refleksi, geri çekme gibi refleksleri değil iç organları il­gilendiren bazı özel refleksleri de yönetir. Sıcak ve soğuk etkisine bağlı olarak damar duvarının büzülmesi, terleme, bağırsağın iç refleksleri, idrar ve kalın bağırsağın boşalmasını sağla­yan refleksler buradan yönetilir.

Beyincik ve kulaktaki yarım daire kanalları vücudun dengesini sağlamakla görevlidirler. Vücud pozisyonundaki değişiklikler kaslardan kalkan bir takım uyanlarla algılanır. Beyincik hareketlerdeki hata kontrolünü da yaparak kasların amaca uygun ve hedefe varacak biçimde uyumlu hareketini sağlar.

Dikkat

Kişi uyanıkken amaçlı olarak dikkatini ve ilgisini belirli konular ve şeyler üzerinde toplayabilme yeteneğine sahiptir. Dikkatin derecesi değişiktir. Kişi çeşitli durumlarda olabilir. Hiç bir şeye dikkat etmediği dönemler olabildiği gibi, olup bitmekte olan herşey dikkatini çe­kebilir. Dikkat belirli bir noktada toplanabilir. Beyin sapı, talamus gibi merkezi sinir sistemi bölümlerinin dikkatteki etkisi çok büyüktür. Bunlardaki hastalıklar dikkat dağılmasına ne­den olur.

Beyin dalgaları

Elektroensefalogram denilen araçla beyinden bir takım elektriksel dalgaların yazdınl-ması mümkündür. Belirli durumlarda beyinden yazdırılan elektiriksel dalgaların niteliği çok değişir. Bu dalgaların değerlendirilmesiyle beyindeki bazı bozukluklar tanınabilir.

Herpes Zoster - Tic Douloureux

Bazı özel ağrılı durumlar

Aşın ağrı duyarlılığı: Ağrı reseptörlerin aşırı duyarlı olması veya bir takım yan bağlantı­larla ağrı uyarılarının kuvvetlendirilmesi aşırı ağrı duyarlılığı denen duruma yol açar. Bu kişi­ler normal kişilerin algıladığından daha şiddetli olarak ağrıyı algılarlar. Psikolojik yapıda bu­nu etkiler.

Arka beyni besleyen atardamarın darlık ve tıkanmasına bağlı olarak vücudun karşı tara­fından gelen bütün duyular azalır, yürüme güçlüğü ortaya çıkar. Zamanla vücudun karşı ta­rafındaki duyular geri döner ancak bu duyguyu elde edebilmek için normalden daha kuvvetli uyarıya gereksinme duyulur. Kişide hoşa giden ve gitmeyen bir takım duyular algılar. Özel­likle yorgunlukla ağrılı ve rahatsızlık verici duygular artar.

Herpes Zoster

Su çiçeği virüsünün omurilik arka kök ganglionlarını tutması aşın ağrı duygusuna neden olabilir. Ağrı bu omurilik bölümünün gittiği deri bölgesini (dermatom) tutar. Bazen söz ko­nusu sinirin gittiği deri bölgesinde kabarcıklar oluşabilir. Ağrı çok ileri derecede olabilir.

Tic Douloureux

Beşinci ve dokuzuncu sinirlerin gittiği yüz bölgesinde elektrik şokuna benzer şekilde ağ­rı hissi duyulup geçmesi biçimindedir. Genellikle ağrı reseptörlerinden çok mekanik resep­törlerin uyarılmasıyla meydana gelmesi nedeni ile ağız içerisindeki uyanlar da buna neden olabilir. Bu ağrının ortadan kaldırılması için bazı sinir dallarının kesilmesi bile gerekebilir.

Baş ağrısı

Dünyada en çok nedeni olan belirti baş ağrısıdır. Genellikle derin yapılardan kalkan ağ­rıların yansıması veya ağrı yapıcı maddelerin damarla taşınmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Menenjitte beyin omurilik sıvısı basıncının değişmelerinde, kabızlıkta, aşın alkol kullanı­mında, açlıkta, oksijensiz kalmaya bağlı olarak, yüksek basınç veya alçak basınçta, ortamdaki basınç değişikliklerinin ani olması halinde baş ağrısı duyulabilir. Özel bir baş ağrısı tipi'de migrendir.

Bulantı, hafif görme bulanıklığı, görsel veya duyusal sancılarla başlar. Tam mekanizma­sı bilinmeyen bir ağrıdır. Yarim baş ağrısı biçiminde belirir. Psikolojik değişikliklerin önemli etkisinin olduğuna inanılmaktadır. Burun, burun yapılarının uyarılması, kassal spazm ve di­ğer gerginlik halleri, gözdeki kırma kusurları baş ağrısı yapan önemli nedenler arasındadır.

Agri Nedir Agri Cesitleri Saglik

Ağrı Nedir, Ağrı Çeşitleri, Ağrı Sağlık

Vücuttaki bir çok bozukluk kendisini ağrı duyusu ile belli eder. Ağrı haberci bir duyu­dur ve tek başına hastalık değildir. Günümüz hekimlik anlayışı sebebi bilinmeyen ağrının ke­silmesini doğru bulmaz. Vücudun koruyucu bir duyuşudur. Ağrı nedeni belirlenirse ileride vücuda büyük zarar verebilecek bir olayın önlenmesi sağlanmış olur. Nedene yönelik tedavi ile de ağrıda ortadan kalkacaktır.

Ağrı duyusunu alan sinirler uyum göstermez. Yani ağrı devam ettiği sürece ağrıyı aynı şiddette algılamaya devam eder. Bazı reseptörler (söz gelimi koku duyusunu alan reseptör­ler) zamanla uyarıya alışırlar ve artık uyarıyı algılamaz olurlar.
Vücutta bazı bölgelerdeki ağrılar vücudun başka bölümlerinde algılanırlar. Bunlara yansıyan ağrı denir. Sözgelimi kalp ağrılarının omuzda veya çenede algılanması, mide veya safra kesesi ağrılarının vücudun başka bölgelerinde algılanması gibi. İç organlardan kaynak­lanan ağrıların büyük çoğunluğu yansıyan ağrı biçimindedir.

Kalp ağrıları, Kalp Ağrısı

Kalpteki ağrının kaynağı kalbi besleyen koroner damarın kasılmasına bağlıdır. Genel­likle omuzlarda ve omuzun arka bölgelerinde algılanabilir. Doğrudan göğüs kemiğinin altın­da bir sıkıntı ve ağrı hissi ile de kendini belli edebilir.

Yemek borusuyla ilgili ağrılar

Yemek borusundan kaynaklanan ağrılar genellikle yutağa, boynun alt bölümüne, kolla­ra ve göğsün orta bölümüne yansıyabilir.

Mide ağrıları, Mide Ağrı

Göğsün ön yüzünde veya karnın göğüs kemiğine yakın üst bölümlerinde algılanabilir. Yanma hissi biçimindedir.

Safra kesesi ağrıları

Safra kesesiyle ilgili ağrılar genellikle mide ağrılarının yakınındaki bölgelerde ve onunla aynı bölgelerde algılanmaktadır. Sağ kürek kemiğinin uç kısmındaki küçük bölgeden de algı­lanabilir.

Pankreas ağrıları, Pankreas Ağrısı

Genellikle sırtta bel bölgesinin hemen üstünde algılanır. Kuşak tarzında ağrı ile belir­gindir.

Rahim ağrıları

Karnın altında kasık bölgesine doğru ve bel bölgesinde yanlarda ağrı biçiminde algıla­nır.

Böbrek ağrıları

Göbeğin 4-5 santimetre kadar sağında veya solunda, belde ve hastalanan böbrek ve bo­şaltım organının üstüne rastlayan bölgede algılanabilmektedir. Ayrıca kalçaya, uyluğun iç böl­gesine yansıyabilir.

Reseptor Nedir

Reseptör Nedir

Reseptörler fiziksel ve fonksiyonel olarak çevresel uyarılan alıp merkez sinir sistemine ileten yapılardır. Biz daha çok fiziksel olarak çevreden uyanları alarak merkeze ileten resep­törler üzerinde duracağız. Mekanik uyarıları alan reseptörlere mekano reseptör, ısı duyusu­nu alan reseptörlere termoreseptör, dokulardaki haraplanmaları algılayan ve merkeze bildi­ren reseptörlere nociceptör, kimyasal uyanları alanlara kemoreseptör ve gözdeki ışık uyarısını alan reseptörlere elektromanyetik reseptörler denmektedir. Sinir liflerinin tek bir tipte uyan iletmesini belirleyen fizyolojik yasaya spesifik sinir enerjisi yasası denir. Myelinli sinir lifleri A, yine myelinli daha küçük sinir liflerine B, genellikle myelinsiz sinirlere C grubu lif­ler denir. Değişik sınıflandırmalar sinirleri fonksiyonel ve yapısal özelliklerine göre ayırmaktadır.

Sinaps Nedir Sinaps İletisim ve Yapisi

Sinaps Nedir, Sinaps Yapısı, Sinaps İletişim

Beyin ve sinir sistemi etkinliklerinin sinirler arasındaki sinaps denilen yapılar sayesinde sağlandığını belirtmiştik. Sinaptik yapıların değerlendirilmesi elektron mikroskobunun bu­lunmasıyla yapılabilmiştir. Değişik yapıdaki sinaptik ayaklar sinir gövdesine yakın çok az bir aralık bırakacak biçimde yerleşim gösterir. Sinapsta sinaps ayağından sinir gövdesine uyarı geçişi birtakım kimyasal aracılar aracılığı ile sağlanır. Uyana yani etkinlik sağlayıcı uyanlar norepinefrin, dopamin, serotonin gibi kimyasal aracılar inhibitör yani baskılayıcı uyanlar ise gamaaminobütirik asit, glisin gibi kimyasal aracılar kullanır.
Günümüzde yapılana araştırmalar, L-glutamat, histamin, prostaglandin, taurin, alanın gibi maddelerin de sinaptik uyarıcı ya da baskılayıcı uyarıların iletiminde rol oynayabilecek­lerini göstermiştir.

Sinirde uyarının iletilmesi bir takım yerel elektriksel değişikliklerin, sinir uzantıları bo­yunca yayılmasıyla sağlanır.

Sinirleri saran kılıfların rolü çok önemlidir. Aşırı uyan gönderilmesi; asidoz, alkaloz gi­bi kan elektrolit değişiklikleri, oksijen yetersizliği ve bazı ilaçlar snaptik iletimi önemli dere­cede etkilerler. Bunların ayrıntısına girilmeyecektir.

Beyin Omurilik Alt Beyin Sinir Sistemi

Beyinle omurilik arası bölgeler (Alt beyin bölgeleri), Beyin Sinir Omurilik

Bilinç dışı bir çok etkinlik alt beyin merkezleri tarafından yönlendirilir. Medulla, pons, orta beyin, beyincik, bazal ganglionlar, hipotalamus, talamus gibi bölümlere ayrılan alt be­yin bölgeleri atar damar kan basıncının kontrolü, solunum, denge, başın kasların uyumlu ça­lışma gerektiren hareketleri, tükrük salgılaması, yalanma, kızgınlık, heyecan, cinsel etkin­lik, ağrı. zevk duyularının algılanması sağlanabilir.

Beynin en üst ve etkin bölgesi: Yüksek korteks bölgeleri

Bejin kabuğu veya korteksi denilen bölüm adeta bir bilgi depolama merkezidir. Beynin bu bölümü diğer alt beyin bölümlerini kontrol eder. Düşünme olayı burada oluşur. Karşılaş­tırma, yargılama hüküm verme beyinde sağlanır.

Omurilik Nedir Omurilik Sinir Sistemi

Omurilik Nedir, Omurilik Sinir, Omur İlik Görevleri

Omurilik birçok önemli fonksiyonun sürdürülmesini sağlar. Duyusal sinirler omuriliğin çeşitli kesitlerinden geçerek beyne ulaşır. Otomatik ve bilinç düzeyine çıkmasına gerek ol­madan verilmesi gereken refleks cevaplar omurilik tarafından sağlanır. Kasların aşın gergin­liklerinin önlenmesinden, ani zararlı etkilerden korunmaya kadar bir çok olayda reflekslerin önemi çok büyüktür.

Gerilme refleksi kas iğciklerinden gelen gerilme duyusuna göre yönlenir. Koruma ref­leksi ağrı yapan herhangi bir uyandan vücudun veya o bölümün uzaklaştırılmasına yönelik bir reflekstir.

Beyni çıkarılmış bir hayvan hangi fonksiyonları omurilikle sürdürebilir?

1. Hayvan ayağa kalkabilir. Korunma gerektiren durumlarda bacak ve kol kaslarını ge­rebilir.
2. Yürüme ya da dörtnala hareketi yapabilir.
3. Kaşınma refleksi olabilir.
4. Kalın bağırsak ve idrar kesesi boşaltılabilir.
5. Çevresel ısı değişikliklerine damarsal cevap verebilir.

İnsanda Sinir Sistemi Nedir

Sinir Sistemi Nedir, İnsanda Sinir Sistemi İle İlgili Bilgiler

Sinir sistemi iç salgı bezlerinin salgıladığı hormonlarla birlikte vücudun temel kontrol mekanizmasını oluştururlar. Sinir sisteminin etkinliği çevreden gelen duyusal uyanların bey­ne ve diğer merkez sinir sistemi bölümlerine ulaşıp değerlendirilmesinden sonra, motor (ha­reket sağlayıcı) sinirler aracılığı ile gerekli cevabı vermesi ile sağlanır. İskelet kası merkez si­nir sisteminin değişik bölümlerince kontrol edilir. Omurilik, medulla, pons ve orta beyin bölgesi, beyincik ve beyin kabuğunun hareketleri kontrol eden bölümleri bu organlarımızın hareket ve denetiminden sorumludur. Çevreden gelen duyusal uyarıların %99 u beyinde hiç önemsenmez. Aslında beynin harekete geç emri vermesini sağlayan uyanlar toplam çevresel uyarıların sadece % 1 i kadardır.

Beynin ve diğer merkezlerin; verilen bazı cevapların dozunu kontrol edici bazen cevabı engelleyici etkileri de vardır. Sinirler arasında sinaps denilen komşuluk bağlantıları uyarıla­rın çevreye belirli özellikte iletilmesinde ve hız sağlanmasında çok önemlidir. Sinaptik etkin­liği azaltan durumlar çok önemli sonuçlara yol açar.

Bazı bilgiler beyinde depolanır ve gereğinde çevreden gelen uyanlar beyinde hafıza de­nen özellik nedeni ile depolanmış bilgilerinde değerlendirilmesiyle işlenir ve gerekli cevap sağlanır.

Beynin ve süt sinirsel merkezler adeta bir bilgi sayan andıran bir çalışma düzeni içerisin­dedir.

Bogulma Nedir Bogulma Hissi Asfiksi

Boğulma Nedir, Boğulma Hissi

Boğulan kişilerin hemen hemen üçte birinin akciğerlerine su girmemiştir. Denizden ve­ya sudan çıkarıldıktan sonra bile akciğerlerinde su yoktur. Basit olarak akciğerleri havasız kalmasına bağlı olarak boğulmuşlardır. Bu duruma tıp dilinde asfiksi denir. Çünkü su soluk borusuna girmeye başladığı anda meydana gelen refleks mekanizmalar nedeniyle soluk bo­rusu kasılır ve içeri bir damla bile suyun girmesini önler. Boğulan kişilerde önce yapay solu­num yaptırılmasının nedeni budur.

Tatlı suda boğulmalarda akciğerlere su girmesi kanın sulanmasına, ozmotik basıncın azalmasına, buna bağlı olarak alyuvarların su alarak şişmesine ve parçalanmalarına neden olur. Denizde boğulmalarda akciğerdeki suyun ozmotik basıncı çok olduğundan kanın sıvı kısmı hızla akciğerlere kayar. Amacı akciğerlerdeki sıvının ozmotik basıncını azaltmaktır. Burada tatlı su boğulmasında olduğu gibi kalp fibrilasyonu, ya da alyuvarlann erimesi değil doğrudan havasız kalmaya bağlı boğulma söz konusudur. Tatlı suda boğulmalarda hemolizin unutulmaması, ayrıca kalp etkinliğinin gözden geçirilmesi zorunludur.

Akut Dag Hastaligi (Yayla Hastaligi)

Dağ Hastalığı (yayla hastalığı), Akut Dağ Hastalığı

Bazı kişilerde yükseklerde anormal bazı fizyolojik cevaplar ortaya çıkar. Bu kişilerde alyuvar sayısı çok ileri derecede artar. Akciğer basıncı yükselir. Akciğer atardamarının basıncı çok artar. Sağ kalp büyür. Atardamar basıncı düşer ve kalp yetmezliğini gelişmeye başlar. Eğer zamanında müdahale edilmeyecek olursa bu kişilerde ölümle bile sonuçlanabilir. Spor­cuların kamp döneminde yanlarında mutlaka yakından izleyen, temel kan ve akciğer testleri­ni düzenli olarak yapan bir hekimin veya sağlık görevlisinin bulunması zorunludur.

Yükseklerde barometre basıncının birden bire düşmesi genellikle kanda yüksek basınca bağlı olarak eriyik halde bulunan gazların kabarcıklar halinde çıkmasına adeta kanın sıcak tencerede kaynayan bir su gibi kaynamasına neden olur. Gaz eriyik halden hızla gaz haline geçerek damar içerisinde dolaşmaya başlar. Bu aynen derinlerdeki bir dalganın birden bire su yüzüne çıkmasında olduğu gibi dalgıç hastalığı dediğimiz hastalığın yaptığı etkisi yapar. Gaz kabarcıkları küçük damarlan tıkayarak o bölgenin kansız kalmasına, inmelere, felçlere ne­den olabilir.

Akrobasi gösterileri sırasında havacının yerçekimi etkisinin yanısıra santrifüj kuvvetle­rinin etkisi altında kalması da çok önemlidir. Bu gibi etkiler altında ne yapılacağını iyi bilme­yen havacının büyük tahribata uğraması, önemli sağlık sorunlarının ortaya çıkması hatta ölebilmesi mümkündür. Uzayda yolculuk yapacak olan astronotların çok yakın sağlık deneti­minde tutulmalarının nedenlerinden birisi de budur. Uzay gemilerindeki ortam özellikleri günümüzde büyük bir araştırma konusudur. Uzaydaki ağırlıksızlık sorunu (yerçekimi etkisi­nin kalkması) ayrı bir sorundur. Günümüzde en hızlı gelişen tıp dallarından birisinin havacı­lık ve dalma fizyolojisi olması bu nedenledir.

Dalgıçlık ta benzer solunum sorunları ve kan gaz basınç değişikliklerine bağlı önemli et­kiler görülür. Yüksek nitrojen basıncına bağlı narkoz hali, yüksek basınçta oksijen alındığı takdirde meydana gelen anestezi hali çok önemlidir. Sanıldığı gibi saf oksijen solumak insan­ların yaşamasını sağlayıcı olumlu etki yapmaz. Yüksek basınçtaki oksijenin de önemli sant­ral sinir sistemi bozukluklarına yol açma tehlikesi vardır.

Deniz altından kaçma, kurtulma, dalgıç aracı ile dalma, basınçlı hava ile dalma, çıplak dalma hepsi de ayn ayrı değerlendirmeleri gerektiren uygulamalardır.

Hipoksi Nedir

Hipoksi Nedir

Solunan havadaki oksijenin azlığı, kassal hastalıklara bağlı olarak solunum etkinliğinin azalması ve akciğerlere alınan hava miktarının yetersizliği, hava yolu direncinin azalmasına bağlı olarak meydana gelen solunum sorunları, difüzyon kapasitesinin azalması, kansızlık, dolaşım yetersizlikleri, zehirlenmeler hipoksi nedeni olabilir. Nedene göre müdahale yapılmalıdır.

Hemoglobine bağlanmış olan oksijen miktarının azlığı sonucu deri ve özellikle mukoz membranların morarmasına siyanoz denmektedir ve önemli bir solunum yetersizliği bulgu­sudur.

Havacılık, dağcılık, paraşütle atlama, dalma gibi spor ve meslek alanları solunum siste­mi ile yakından ilişkilidir. Yüksek seviyelerde havadaki oksijen miktarında azalma olur. De­niz seviyesinde havanın oksijen basıncı 160 mmHg iken, yükseklikle birlikte 18 mmHg'ya ka­dar düşer. Oksijen yetersizliğinin insan üzerindeki ilk etkisi gece görme etkinliğinin daha doğrusu alaca karanlıkta görebilme yeteneğinin azalmasıdır. 2400-2500 metreye kadar solu­num hızında artım meydana gelmez. Atardamar kanındaki oksijen satürasyonu % 95'e düş­tükten sonra oksijen basıncına duyarlı kemoreseptörler uyan göndermeye başlar. 3600 met­reyi aştıktan sonra baygınlık, uyku hali, bitkinlik, bulantı hissi, bazen kusma bazan da üfori hali (nedensiz neşe) görülür. Yükseklik arttıkça belirtilerin şiddetinde artma olur. Yüksek­likle birlikte mental etkinlik azalır. Karar etkinliği ve yeterliliği bozulur. Oksijen yetersizliği hali devam ettikçe derin koma hali gelişebilir. Bu nedenle yüksek seviyelerde uçmakta olan uçaklarda kalbin basıncı çevre basıncı düştükçe fizyolojik etkinlik düzeyine göre ayarlanır ve oksijen basıncı istenilen düzeyde tutulur.

Sporcular bazen yüksek seviyelerde uzun süre kamp yaptırılırlar. Uzun süreli olarak yükseklerde kalmanın önemli fizyolojik etkisi vardır (Bizim toplumumuzda yaylaya çıkma) Yükseklerde oksijen az olduğu için vücudun fizyolojik işlevlerini yerine getirebilmesi için mutlaka bunu karşılayacak bir takım fizyolojik uyumlara gereksinme vardır. Tıp dilinde bu fizyolojik uyum olaylarına aklimatizasyon denir. Solunum hızı artımı ilk uyum değişikliğidir. Daha sonra oksijen eksikliğinin yarattığı uyarılara bağlı olarak alyuvar sayısında artma olur. Kanın hematökriti 40-45'ten 60'ın üzerine çıkar. Kan hacmi beşte birle dörtte bir oranında artar. Bu 2-3 haftada ulaşılan bir fizyolojik değişikliktir. (Yükseklerde on onbeş günlük veya bir kaç günlük kampın niçin yararsız bir uygulama olduğu burada açıkça görülmektedir). Di-füzyon kapasitesi artar. Damar özellikle kılcal damarların sayısında artma meydana gelir. Hücrelerde mitokondrilerin ve oksidatif enzimlerin sayısında anma görülür.

Solunum Merkezi Sinirsel Kontrol

Solunumun Sinirsel Kontrol Merkezleri

Sinir sistemi kandaki oksijen ve karbondioksit basınç değerlerine göre vücudun solu­num gereksinimi düzenleyebilme yeterliliğine sahiptir. Medullada solunum ritmini belirle­yen, bir merkezle solunumun durmasını ve alınmasını sağlayan merkezler vardır. Bunlar cengeli olarak çalışarak vücudun yeterli solunum hızını belirler ve gerekli oksijen ve hayva­nın alınmasını sağlarlar. Beyin ödemi, beyin tümörleri, anestezi, bazı uyuşturucu ilaçlar so­lunum merkezini olumsuz etkilerler.

Çeşitli nedenlerle solunum merkezinin baskılanması solunumun bozulmasına ve orta­dan kalkmasına neden olabilir. Bu durumda solunum merkezini uyana ilaçlarla solunum ye­niden başlatılır. Solunum düzenindeki anormallikler periyodik solunum düzensizliklerine yol açar. Kişi kısa bir dönem derin olarak soluk alır ya da giderek derinleşen şekilde solunu­mu artar sonra birden kesilir bir dönem hiç solunum almadıktan sonra solunum aynı şekilde yeniden başlar. Değişik solunum düzensizlikleri vardır. En çok bilinenlerden birisi Cheyne Stokes solunumu denilen solunum tipidir. Solunum hafif başlar giderek derinleşir sonra gi­derek azalır ve ara verir daha sonra tekrar başlar. Biot solunumu denilen tipte ise solunum bir süre normal sürdükten sonra birden bire kesilir. Daha sonra yeniden aynı şekilde başlar.

Hekimler solunum yetersizliklerini değerlendirerek bir çok hastalığa tanı koyarlar. Ay­rıca spirometre ile ölçülen akciğer hacim ve kapasiteleri, kan gaz konsantrasyonlarının tayin edilmesi de solunumla ilgili değerlendirmelerle büyük kolaylık sağlar. Norma! solunuma he­kimlik dilinde öpne, normalden hızlı sayıdaki solunuma takipne, normalden yavaş solunum sayısına ise bradipne denir. Oksijensiz kalmaya anoksi denir. Oksijen miktarının azalmasına ise hipoksi denir. Kanda oksijen yokluğu anoksemi azlığı ise hipoksemi olarak adlandırıl­maktadır.

Solunum yetersizliğine neden olan faktörler çok çeşitlidir. Solunum kaslarının felci, ha­va yolundaki tıkanıklıklar, doku direncindeki bozulmalar, akciğer ve göğsün genişleyebilme kapasitesindeki azalım, solunum zarlarının alanının azalması, solunum zarlarının kalınlığı­mın çeşitli yapısal ve fonksiyonel değişikliklere bağlı olarak artması, akciğerlerden dokulara oksijen naklindeki yetersizlikler, kanın oksijen ve karbondioksit taşıma kapasitesinde azalma, hemoglobin eksikliği, alyuvarların sayısındaki azalma, dolaşım yavaşlamaları belirli düzeylerde solunum yetersizliğine neden olabilir.

Yaşla birlikte çeşitli etkenler, sigara, süregen enfeksiyonlar alveol bölmelerinin harabolmasına ve bu bölmelerin yırtılması sonucu alveollerin birleşmesine, böylece solunum yüzeylerinin azalmasına yol açar. Buna anfizem den­mektedir. Alveollerin kan hücreleri ve sıvı ile dolmasına yol açan her türlü akciğer iltihabına zatüre (pnömoni) denir. Özellikle çocuklarla ölümle sonuçlanan önemli bir hastalıktır. Yaş­lılarda ise geçirilen her pnömoni akciğer fonksiyonlarının daha da azalmasına, dolayısı ile kalbin ve dolaşım sisteminin etkilenmesine neden olabilir. Zamanında tedavi edilmelidir. Çocuklarda kızamık sonrası gelişen zatüre çok önemlidir. Aslında kızamığa bağlanan ölüm­lerin çoğu kızamık sonrası zatüreye bağlıdır. Alvollerin sönmesine atelektazi deir. Hava yolu tıkanıklıkları, akciğerlerin dışarıdan baskı altında kalması, alveolleri döşemekte olan sürfek tan sıvıların eksikliği akciğer kollapsına yol açar. Sürfaktan denilen maddenin alveollerin gergin ve solunum etkinliğini sağlayabilecek düzeyde tutulmasına neden olduğunu biliyoruz. Kişinin ortamda bulunan alerjen maddelere karşı doğuştan sahip olduğu aşın duyarlı­ğın yol açtığı süregen bir hastalık ta bronşiyal astımdır. Alerjik reaksiyona bağlı olarak kü­çük bronşçukların duvarları şişer ve havanın alveollerden atılabilmesi güçleşir. Tüberküloz basilinin neden olduğu tüberküloz (verem) hastalığı ülkemiz için hala sorun olan önemli bir akciğer sorunudur. Tüberküloz hastalığından sonra meydana gelen iltihabi değişmeler akci­ğerlerin genişleyebilirle yeteneğini azaltırken, solunum membranında yaptığı yapısal deği­şiklikler alveolle kan arasındaki gaz alışverişini azaltır. Kalbin sol tarafının pompalama yete­neğinin azalması akciğerlerde sıvı birikmesine ve solunumun çok zorlaşmasına neden olur. Buna akciğer ödemi denir. Tipin önemli acil müdahale sorunlarından birisidir.

Oksuruk Refleksi Akciger Solunum

Öksürük Refleksi

Öksürük refleksi çok önemli bir reflekstir. Solunum yollarındaki ve akciğerlerdeki ya­bancı maddelerin salgılarla karışarak atılmasında çok yararlıdır ve bir çok solunum yolu tıka­nıklığı da öksürük refleksi sayesinde önlenir. Bronşlar ve soluk borusu yabancı cisimlere kar­şı çok duyarlıdır. Bu gibi yabancı cisimler duvarla temas eder etmez önce akciğerlerimizin içerisine iki buçuk litre kadar haya alınır ve soluk borusunun çıkışı sıkıca kapanır. Daha sonra karın ve sırt kaslarının yardımı ile akciğerlerdeki basınç giderek artar ve yabancı cisim öksü­rük refleksi ile dışarı fırlatılır. Doktorlar öksürükle gide hastalıklarda öksürüğün refleks ola­rak ortadan kaldırılması yerine hastalığı tedavi ederken öksürüğü kolaylaştırın (balgam söktürücü, ekspektoran) maddeler vermeyi yeğlerler.

Burun yollarındaki yabancı maddeler ise hapşırma refleksi ile atılır. Hapşırma refleksi de öksürüğe benzer.

Konuşma

Konuşma solunumla yakından ilişkili bir olaydır. Beyin kabuğundaki özel konuşma merkezleri, beyin sapındaki solunum merkezleri, ağız ve burun boşluğundaki akistik özellik­ler (ses yansımaları) ve ses tellerinin titreşimleri ile konuşmayı sağlarlar. Ses telleri enine titreşek sesleri oluşturur. Ses tellerinin yapısı sesin karakterini belirler.

Akciger Solunum Sistemi Burun Solunum

Akciğerler ve Solunum Sistemi

Akciğerler solunum organlarıdır. Solunum sandığımız gibi akciğerlerde başlayan ve orada biten basit bir olay değildir. Aslında çok karmaşık bir çok fizyolojik mekanizmanın et­kisi ve kontrolü altındadır. Havanın akciğerlere girip çıkması, akciğerlerde alveollerde kanla hava arasındaki gaz alışverişi, daha sonra alınan gazların hücrelere kadar taşınması, hücre düzeyinde bu gazların alınıp verilmesi ayrı ayrı mekanizmalardır. Soluk alırken karın kasları, kaburgalar arasındaki kaslar, kürek kemiklerini hareket ettiren kaslar, omurga kaslan görev alır. Soluk verirken karın kasları, kaburgalar arasındaki kasların bir bölümü ve bazı sırt kas­ları etkindir. Soluk alma aktif bir olaydır. Soluk verme ise bunu izleyen pasif bir olaydır. An­cak zorlu soluk verme sırasında yardımcı bir takım kasların gücünden yararlanırız.

Akciğerlerdeki alveollerin yüzeyinde alveol yüzey gerilimini sağlayarak bunların büzül­mesini önleyen sürfektan denilen bir madde vardır. Bu maddenin yapısındaki bozukluklar ve eksikliklikler önemli solunum sorunlarına neden olabilir. Akciğerlerin genişleyebilme kapa­sitesine kompliyans denir. Alveol içerisindeki basıncın her birim artmasına akciğerlerin ha­cım olarak genişleyebilme oranıdır.

Akciğerde özel bazı hacım değerleri ölçülerek akciğer fonksiyonlarının değerlendiril­mesine çalışılır.

1. Her normal solunumda alınıp atılan hava miktarına tidal hacım denir ve yetişkin bir erkekte 500 santimetre küptür.
2. Normal soluk aldıktan sonra kendimizi zorlayarak alabildiğimiz hava miktarına so­luk alma yedek hacmi denir. Yetişkin bir erkekte üç litre kadardır.
3. Normal bir soluk verdikten sonra kendimizi zorlayarak atabildiğimiz hava miktarına ise soluk veriş yedek hacımı denmektedir.
4. Ne kadar kendimizi zorlarsak zorlayalım atamadığımız bir hava miktarı vardır ki bu­na kalıcı hacim ya da artık hacım denir.
5. Tidal hacımla soluk alış yedek hacminin toplamına soluk alış kapasitesi denir. (3500 mi)
6. Soluk veriş yedek hacmi ve kalıntı hacım (artık hacım) toplamına ise fonksiyonel ka­lıntı kapasite denir. (2300 ml)
7. Soluk alış yedek hacmi, soluk veriş yedek hacmi ve tidal volümün toplamına ise vital kapasite denmektedir. (4600 ml)
8. Toplam akciğer kapasitesi akciğerlerin en büyük çaba ile genişleyebildiği ve içine alabildiği en büyük hava miktarıdır. (5800 ml)

Bu hacım ve kapasiteler kadınlarda; erkeklere göre beşte birle dörtte bir arasında azal­maktadır. Bu değerlerler,
Atletik yapılı kişilerde daha fazladır. Zayıf kişilerde daha azdır.

Artık hacım akciğerlerdeki solunum olayı için önemli bir miktardır. Ancak bunun fazla olması yani akciğerlerimizde kendimizi ne kadar zorlarsak zorlayalım atamadığımız hava miktarının çok artması önemli akciğer hastalıklarının göstergesidir.

Vital kapasite ölçülmesi, solunum kaslarının gücünü, akciğerlerin ve göğsün genişleye-bilme kapasitesini belirler. Yetişkin bir erkekte 4.6 litre kadında ise 3.1 litredir. Boy uzunlu­ğu vital kapasiteyi arttırır. Şişman kişilerde azalır. Atletlerde 6-7 litreyi bulan bir değerdir.

Bu ölçümler spirometre denilen aygıtla yapılır. Günümüzde spirometreler çok gelişmiş­tir. Her sporcu ve sağlıklı kişinin akciğer sorunlarının değerlendirilmesinde, olumsuz etken­lerin (sigara vb) etkisinin belirlenilmesinde bu ölçümü yaptırmalarında yarar vardır.

Solunum yollarını dolduran hava miktarına ölü boşluk havası denir. Çünkü normalde bu miktar solunum olayında rol oynamaz. Gelen havanın ölü boşluk havasıyla karışıp ısın­ması ve değişimin kolaylaşması gibi işlevleri vardır. Her solunum sırasında akciğerlere girip alveollere ulaşan hava miktarı tidal volümden ölü boşluk hacminin çıkarılmasıyla bulunan değere eşittir.

Burnumuzun solunum olayındaki görevi, Burun Solunum

Burun bir koku organı olmasının yanısıra solunumda da önemli rolü bulunan bir organı­mızdır. Hava burundan geçerken nemlendirilir, ısıtılır ve süzülür. Adeta akciğerlerimize gi­recek havanın vücut koşullarına uydurulmasına yarayan özel bir yapıdır. Soluk borusundaki nemli salgılar ve ayrıca titrek tüyler havanın içerisindeki parçacıkların tutularak alveollere ulaşmasını engeller. Titrek tüyler birer yürüyen merdiven gibi uçlarına takılan tanecikleri yukarı doğru iletirler ve öksürük ve balgamla atılmasını sağlarlar. Sigara bu titrek tüyleri yapış­tırarak solunum fonksiyonunun bozulmasına neden olur.

Eklem ve Kemik Eklem Sistemi

Eklemler, Kemik ve Eklem, Eklem Sistemi

Kemikler birbirleri ile eklemler aracılığı ile bağlantı kurar. Eklemler sayesinde vücudun iskeleti hareket sınırını genişletir. Kemiklerin uçları ince zarlarla örtülüdür. Bazılarında bir kıkırdak yastık olabilir. Eklemlerde bulunan dayanıklı fibröz bağlar, kemiklerin birbiri ile bağlantısını sağlar. Bunlar eklemin bütünlüğünün sağlanmasına dayardım eder. Eklem ke­miklerinin yapısı ve bağların yerleşimi eklemlerin hareket sınırını belirler. Eklemleri bir kapsül çevirir. Bu kapsülün içerisi, sinovya denilen kaygan sıvıyı sağlayan bir örtü ile kaplan­mıştır. Eklem yüzeylerinin yaygınlaşmasını sağlayan bu salgı, hareketi kolaylaştırır ve aşın­mayı önler.

Eklemler, serbest hareket eden, kısmen hareket eden ve hareketsiz eklemler olarak sı­nıflandırılabilir. Bazıları hemen her yöne hareket sağlarken bazdan, ancak bir yöne hareket imkânına sahiptir. Eklemler yapılarına göre de sınıflandırılabilir. Omuz ve kalçadaki gibi bil­ya ve yuva tipi eklemler her yöne hareket edebilir. Dirsek ve dizdeki menteşe tipi eklemler bir yöne hareket edebilir. Ön kol kemiklerinin e! bilek kemikleri ile yaptıkları eklemler, bir eksen üzerinde dönebilen eklemlerdir. El ayası kemikleri, kayan tipte eklemlerdir. Bilek ve ayak bileği eklemleri, açısal eklemler olarak adlandırılır.


Kas kirişleri, eklemler ve kemikler bir bütün olarak davranırlar. Eklemlerin birisinin yapısal bozukluğu diğer yapı ve eklemleri de olumsuz etkiler.

Eklemlerin normal hareket yönünün tersine zorlanması zedelenmelere, kopmalara yol açar. İncinmeler olur. Eklem bağlarının zedelenmesinden, kıkırdak kopmalarına kadar de­ğişen sonuçlar olabilir. İncinmelerde eklem sıvı artar ve eklemler şişer. Hareketler ağrılı hale gelir. Bazen çıkık denen durumlar meydana gelebilir. Çıkıkta kemikler eklem içerisindeki normal durumlarından ayrılırlar. Yuvalarından çıkarlar. Bazı özel yöntemlerle yerleştiril­dikten sonra eklem geçici olarak tespit edilir.
Dizlerde menisküs denilen özel bir kıkırdak yapı vardır. Ayak sabit kalırken, hızla diz­den dönme yapılırsa menisküslerden birisi yırtılabilir. Futbolcular, tek ayak üzeride dönerek topa vururken dikkat etmezlerse menisküs yırtığı olabilir. Bu durumda ameliyatla gerekli te­davi yapılır.

Eklem yakınında küçük bazı keseler vardır. Bunlara bursa denir. Bursalar kas kirişleri arasında yer alır ve bunlann kemikle ve birbirleri ile sürtünmesini önler. Dizde, kolda, omuzda bu tip bursalar vardır. Birçok değişik nedenlerle bursalarda iltihaplanmalar olabilir. Bu iltihaplanmalar eklemin hareketini kısıtlayacak boyutlara varabilir. Bu tip eklem sorunlarına hekimlik dilinde bursit denir. Eklemin dinlendirilmesi ve hekimin önerilerine uyulma­sı gerekir.

Eklemler kemiklerin birbirleriyle bağlantı bölgeleridir. Sağlıklı harekette eklemlerin yapılarının çok büyük önemi vardır. Resimde kalça eklemi ve eklemi sağlamlaştıran kaslar görülmektedir. Eklem bağlarının ayrıntılı isimleri özellikle verilmemiştir. Vücudumuzda binlerce kas, eklem, kemik ve yapı özel latince isimlerle isimlendirilirler. Bu isimler belirli meslek gruplarının bilimsel çalışmalarında kul­landıkları isimlerdir.

Yaşlılarda.eklem yüzündeki kıkırdak yapı bozulur. Kemik uçları, kıkırdağın kireçlen­mesine bağlı olarak zor hareket eder. Hareketler ağrılıdır. Hareketli bir ömür sürmek bu du­rumun gelişmesini geciktirir hatta önler.

EKLEMLERİN VE VÜCUDUN EN BÜYÜK DÜŞMANLARI HAREKETSİZLİK, HATALI DURUŞ VE ŞİŞMANLIKTIR.

Postur Nedir Postur Bozuklugu Sebepleri

Duruş (Postür Nedir), Postür Analizi

Duruşa tıp dilinde postür denir. Kişinin okurken, yürürken, veya ayakta vücuduna ve iskelet sistemine verdiği şekli anlatır. Kaslar, iskelet sistemi, beyin, sinirler uyum içerisinde etkileştiği sürece sorun yoktur. Ancak bunlar arasında uyumsuzluk doğuran her durum önemli sağlık sorunlarına yol açar.

Duruş alışkanlıklarımız hatalı ise bu uyumu kendimiz de bozabiliriz. Hareketsizlik, iş hayatında zorunlu olarak belirli bir duruş biçiminde çalışma, önemli duruş sorunlarına yol açabilir.
Bir madencinin duruşu ile bir piyanistin duruşu elbette ki farklıdır. Ancak sağlıklı duruş ve yürüme için gerekli kurallar herkes için aynıdır. İş gereği hatalı duruşların yaratacağı bozuklukların önlenmesine de bu kurallar yardımcı olur.


Vücudun duruşuna bozan sebepler nelerdir? Postür Bozukluğu

1. İnsanlar, belirli bir dönemden sonra hareketi bırakmakta, en kısa uzaklıklara bile taşıtlarla gitmektedirler. Giderek hareketsizleşen, kilo alan kişilerin kann kaslarında yağlanma olur. Bu iskelet sistemini olumsuz etkiler.
2. İş gereği vücudun belirli bölümlerinin aşın kullanımı duruşta bozulmalara yol açar. İş sonrası ve aralarında egzersizle bu olumsuzluklar giderilir.
3. Blue çağından, yani ergenlik döneminden önceki hızlı büyümede duruşta hatalara yol açabilir. Hızla boy atan ergen kişi duruşun önemini de bilmiyorsa giderek kamburunu çıkartarak, öne eğilerek yürüme alışkanlığı kazanır. Bunu özenti ile de yapabilir.
4. Sürekli ayakta duran kişilerde yorgunluk sonucu duruş bozulur. Omuzlar sarkar. Ağırlık zaman zaman tek ayak üzerine verilir.
5. Ayak yaylarında çöküklük olan kişilerde duruş bozulur.
6. Ruhsal çöküntülerde kaslar duruma uyar. Kişinin kendine güveni arttığında yürüyüşünün dikleşmesi aslında beyinle kas gruplan arasındaki bağlantıyı çok iyi gösterir.
7. Oturulan sandalye ve kullanılan araçların sağlıksız oluşu
8. Çok dar elbiselerin, kemerlerin ve ayakkabıların giyilmesi
9. Çok yumuşak yatakta yatılması. Bu alışkanlık ileride kas, eklem ve kemik ağrılarına da neden olur.
10. Bele korse, sargı, kuşak sarılması. Bunlar karın kaslarının güçlerini kaybetmesine, yağlanmasına yol açar. Şişmanlığı kolaylaştırır. Dolayısı ile duruş bozulur.


İyi bir duruş nasıl olur?

İyi bir duruşta kişi, rahat, kollarını yana sarkıtmış, eğilmeden başına bir kitap, koyduğunda kitap düşürülmeden yürüyebilecek ahenkte olmalıdır. Omuzlan birbirine uyumlu olmalı, bel içe çökmemelidir. Boyun öne eğilmemelidir. Dizler düzgün olmalı, gergin Ve zorlayıcı durumda tutulmamalıdır.

Yürüme, duruşun bozulmasına neden olan veya duruşun düzelmesini sağlayan çok önemli bir uygulamadır. Yürürken ritmik ve uyumlu yürümelidir. Ayaklar yerde sürünmemeli, her adımın hakkı verilmelidir. Yürüme olayı ayaklar üzerinde vücudun kaydırılması-dır. Adım atılırken kollar ve vücudun diğer bölümleri ile denge sağlanırken vücut ağırlığı bir ayaktan diğerinin üzerine kayar. Yürümede ayak başparmağı çok önemlidir. Ayak başparmağı dışa veya içe dönük durumda ise yürüme zorlaşır. Sağlıksız ayakkabı ayak parmaklarının biçimini bozan, ayak yaylarını zorlayan önemli bir etkendir. Aşağıdaki egzersizler yürümede ve ayak sağlığında çok yararlıdır:

1. Ayaklar arasında 15 santimetre açıklık bulunacak biçimde durulur. Daha sonra, ayakların dış kenarına basarak ayaklar birleştirilir veya ayakların kenarına basılarak yürünür.
2. Ayaklar 25 santimetre kadar açıldıktan sonra yerden ayaklarla bir şey tutmak isteni­yormuş gibi kavrama hareketi yapılmaya çalışılır. Yere bir bilya veya kurşun kalem konula­rak ayak parmaklan ile alınmaya çalışılır
3. Ayak başparmakları, mümkün olduğu kadar öne doğru uzatılmış durumda tutular ve bu durum korunarak yürümeye çalışılır.
4. Duvardan 50 santimetre kadar uzakta durulur. Yüz duvara dönüktür. Başparmaklar olabildiğince karşıyı gösterecek şekilde gerilir. El ayaları duvara dayanır. Eller, baş hizasının biraz üzerinde yerleşmiş olmalıdır. Bundan sonra başparmaklar mümkün olduğunca gergin tutulmaya devam edilerek burun duvara dayanıp, vücut tekrar geriye itilir. Vücut geriye iti­lirken yavaş hareket edilmelidir.

Bu gibi hareketler ayaklardaki yayların durumunun düzelmesine, yürümenin daha ahenkli olmasına yardım eder. Televizyondaki jimnastikçilerin yürüyüşlerine dikkat edilirse normal kişilerden çok farklı yürüdükleri görülür. Onlar, hareketlerin hakkını verebilmek için duruşlarını en mükemmel düzeye çıkarmışlardır. Onları taklit ederek yürümek çok ya­rarlıdır. Başınıza bir kitap koyduğunuzda hiç düşürmeden yürüyecek bir ahenk sağlanmalı­dır.

Sınıfta ve iş yerinde oturuş da önemlidir. Dik durmalı, dik oturmalı biç bâr zaman kam­bur, sarsak, omuzlar sarkıtılarak yürünmemelidir.

Yerden bir şey kaldırılırken hiç bir zaman belden bükülmemeli, dizler bükülüp, cisim kavrandıktan sonra dizlere ağırlık verilerek kaldırılmalıdır.

Kemik Gelisimi İcin Kemiklerin Gelisimi

Kemik Gelişimi İçin Neler Gereklidir?, Kemiklerin Gelişimi

Kemiklerin gelişmeleri ve kendilerini yenileyebilmeleri için yeterli miktarda kalsiyum, fosfor mineraline gerek vardır. Süt en önemli kalsiyum ve fosfor kaynağıdır. Büyüyen bir çocukta sütün niçin önemli bir besin olduğu bu nedenle kolay anlaşılır. İkinci zorunlu ihtiyaç D vitaminidir. Bu minerallerin etkin olarak emilmesini ve kullanılmasını sağlar. Yumurta sarısında, karaciğerde, balık yağında bol bulunur. Süt ve taze sebzeler de bundan zengindir. Asıl etkin biçimi deride güneş ışığının etkisiyle meydana gelir. Bütün canlılar, besinlerle D vitamini öncüsü maddeler alırlar. Bunların vücutta etkin hale gelebilmesi için derinin güneş ışığı ile teması gerekir. D vitaminin eksikliği, çocuklarda raşitizm, büyüklerde ise osteomalazi denilen kemik hastalıklarını yapar.

Kemik gelişiminde önemli üçüncü madde hormonlardır. Hipofiz bezinin büyüme hormonu, tiroid salgı bezinin tiroid hormonu, cinsiyet hormonlan (androjen ve estrojen), paratiroid salgı bezinin hormonu sayılabilir. Bu hormonların eksikliği ve fazlalığı kemikler üzerine olumsuz etkiler yapar.
Kemikler kullanıldıkça güçlenir.


Kuvvetli kemiklere sahip olmanın diğer bir kuralı kemiklerin etkin olarak kullanımıdır. Hareketlilik, kemiklerin biçimlenmesine ve güçlenmesine yardım eder. Hekimler, yaşlı hastaların yatalak olmasını istemezler. Çünkü kemikler giderek gücünü ve direncini kaybeder. Bacaklarını çok kullanan kişinin bacak kemikleri güçlenir. Kollarını etkin olarak kullanan kişinin kollarının kalınlaşması da bundandır. Kullanılan kemikler büyür, kullanılmayanlar incelir. Bazen kırıklarda zorunlu olarak kemikler alçıya alınır. Alçıdan çıktıktan sonra kullanılmayan kemiğin inceldiği ve zayıfladığı görülür. Alçı alındıktan sonra hekimin önerdiği egzersizler, kolun yeniden eski kabalığına kavuşmasını sağlar.

Kemikler çeşitli darbelerle kırılabilir. Çocuklarda yaş ağaç kırığı oluşması kolay iyileşmeye yardımcı olur. Kırık iyileşmesi sırasında kırığın çevresinde önce bir tepki dokusu oluşur. Buna yardımcı olabilmek için kırık uçlan uç uca getirilmelidir. Kırık ve çıkıkçılar bir kısım incinmeleri kırık olduğunu ileri sürerek sararlar. Ama gerçek kırıkları çoğu kez hatalı yerleştirirler. Yerleştirirken kırık uçlarının damar ve sinirleri koparmasına, organın artık düzelmeyecek biçimde sakat kalmasına yol açarlar. Günümüzde bazı çıkıkçılar halkı aldatabilmek için röntgen de çektirirler. Sargı için kullandıktan maddeler iltihaplanmaları kolaylaştırır. Kırık ve çıkık kuşkularında bu gibi kişilere gitmek çok tehlikelidir. Her yıl kırık ve çıkıkçı veya sınıkçı olarak bilinen bu kişilerin sebep olduğu yüzlerce sakatlık zor ameliyatlarla düzeltilmeye çalışılmaktadır. Sağlıkla ilgili sorunlarımızda yetkisiz ve bilgisiz kişilerin müdahalesine imkân vermemeli, onların önerilerine göre hareket etmekten kaçınmalıdır.

Kemik Yapisi Kemiklerin Yapisi

Kemik Yapısı, Kemiklerin Yapısı

Kemiklerimiz canlı ve cansız bölümlerden oluşur. Kemiğin canlı bölümleri, kıkırdak hücreleri, kemik hücreleri, fîbröz bağ dokusu, kan damarları ve sinirlerdir. Kıkırdak ve kemik hücreleri mineral kalıntıları ile çevrelenmiştir. Bu mineraller jelatin içerisinde çökelir. Genellikle kalsiyum karbonat ve kalsiyum fosfat yapısındadırlar. Yetişkin bir kişide, canlı, öğeler toplam kemik yapısının üçte birini, cansız öğeler ise üçte ikisini oluşturur. Küçük bir bebekte kemiklerin büyük çoğunluğu kıkırdak halindedir. Çocuklarda iskelet sisteminin daha esnek ve dış etkilere karşı daha dirençli olmasını sağlayan bir yapı özelliğidir bu. Büyüklerde kemikler kuru bir ağaç dalının kırılması gibi kopma biçiminde ikiye ayrılır. Oysa küçük çocuklarda; kemikler, yaş ağaç dalı gibi bir tarafta bütünlüğünü sürdürecek biçimde kırılır. Buna, yaş ağaç karığı denir.

Kıkırdağın, minerallerin çökelmesiyle sertleşmesine kemikleşme denir. Kemikleşme ilerledikçe kemikler, daha sert ve daha büyük ağırlıklara dirençli hale gelir. Fakat kırılma olayı daha kolaylaşır. Yaşlılarda kemiklerin canlı bölümü çok azalmıştır. Onlarda en ufak bir düşme sonucu önemli tanklar meydana gelmesinin nedeni budur.

İnsan Kemik yapısındaki kıkırdak, geçici kıkırdak ve kalıcı kıkırdak olmak üzere iki şekilde bulunur. Geçici kıkırdak kemiğin oluşumunda öncülük yapar. Kalıcı kıkırdak ise hayat boyu özenliğini korur. Dış kulak kıkırdağı, burun kıkırdağı, soluk borusu kıkırdakları kalıcı kıkırdağa örnek verilebilir. Omurları birleştiren omurga diskleri de kıkırdak yapılardır. Kalıcı kıkırdaktan yapılmış bu gibi yapılar, iskelet sistemine direnç ve sanki bir amortisör gibi esneklik verirler. Burnumuzdaki kıkırdak yapı olmasaydı, en ufak bir darbede burun kırılabilirdi.

Bir kemik uzunluğuna kesilecek olursa, en dışta periost denilen ve kemiğin ana gövdesini saran bir zar yapı görülür. Kemiğin kan damarlarından en zengin bölümü burasıdır. Bu damarlar, periostu delerek kemiğin iç bölümlerine de ilerler. Periost, kemiğin beslenmesini ve kendisini yenilemesini sağlar. Kemiğin sertleşmesine, hücrelerin üremesine kırılan kemiğin onarılmasına katkıda bulunur.

Kemiklerin iki ucunda eklem kıkırdağı denilen kaygan bir yapı bulunur. Hareket sırasında kemiklerin uç uca değerek aşınmasını engeller. Bunun altında kemiğin uçtaki bölümünde sünger kemik yapısı vardır. Sünger gibi gözenekli olduğu için bu isim verilmiştir. Bunların içerisinde kan yapımında görev alan kırmızı kemik iliği vardır. Kemiğin ortasındaki boşlukta ise büyük oranda yağ dokusundan ibaret sarı kemik iliği vardır. Kemik iliğinin bu tipinde de zengin kan damarları bulunur ve bir kısım akyuvarların yapımında görev alır.

Kemik gövdesinin ana yapısını periostun yaptığı sert kemik dokusu oluşturur. Çok sayıca havers kanalındaki kan damarlan kemiğin beslenmesini sağlar.

Kemiklerin Gorevleri Kemik Gorevi

Kemiklerin Görevleri, Kemik Görevi

Kemikler vücudun desteklenmesini ve dik durmasını sağlar. Birer kaldıraç kolu gibi vücudun hareketini sağlarlar. Hayatî organlar kemikten yapılmış kafesler içerisindedir. Kalbi, akciğerleri koruyan göğüs kafesi, beyni koruyan kafatası gibi, Kalsiyum, fosfor gibi önemli mineraller kemikte depolanır ve gerektiğinde kana salınarak kanda hayatî olayların sürebilmesini sağlayacak düzeyde tutulurlar. Kemik iliği alyuvarları ve bazı akyuvarları yapar. Ana damar ve sinirlerin korunması da kemikler sayesinde mümkün olur.

İnsanda İskelet Sistemi ve Kemik Sayisi

İnsanda İskelet Sistemi ve Kemikler

Çok kişi vücudumuzdaki kemiklerin dinamik olmayan katı bir doku kütlesinden ibaret olduğunu sanmaktadır. Oysa vücudun en dinamik, nerede ise hemen her gün değişik etkilere göre biçimlenen bir sistemini oluşturur. İskelet sistemi cansız bir doku değildir. Kan damarları, sinirlerle desteklenen, büyüyen, gelişen, kalınlaşıp, incelenen bir yapıdır. Kendisini onarır, yeniler, gördüğü işlere göre biçimlenir. Olumsuz davranışlar, kısa sürede kemiklerde hatalı gelişmelere yol açabilir.


İnsan Vücudundadik Kemik Sayısı; Vücudumuzda 206 adet kemik vardır. Bunlar büyüklük, şekil ve görev bakımından önemli değişiklikler gösterir. Eğer kaynaşarak tek bir yapı oluşturan kemikler aynı olarak sayılırsa bu sayı artar. Vücudumuzdaki kemikler orta kulakta bulunan küçük kemikçiklerden, bacaklarımızdaki uzun ve büyük kemiklere kadar değişen iriliktedir. Kemiklerin bazıları uzun, yuvarlak bazıları yassıdır.

İskelet sistemi, baş, gövde, kalça, kollar ve bacaklar; uygun kemik parçalarının bir araya gelmesiyle meydana gelir. Uzun kemikler, kol kemikleri, bacak kemikleri gibi kemiklerdir. El, ayak, bilek, parmak ve omurga kemiklerine, kısa kemikler denir. Yassı kemikler ise, kafa, kaburga ve kürek kemikleri gibi kemiklerdir.

İdrar Torbasi ve Nefroloji Nedir

İdrar Torbası

Böbreklerde yapılan idrar, idrar torbasında toplanır. Torbanın duvarı belirli hacme kadar dolduktan sonra yine mesaneden (idrar torbası) başlayan işeme refleksleri harekete geçerek boşaltılmasını sağlar. Bu refleks bir olaydır. Böbrekleri idrar torbasına bağlayan kanalcıklar sinirden çok zengindir. En ufak bir tahriş veya zorlanma, böbreklerde meydana gelen taşın idrar torbasına doğru inmesi sırasındaki yırtılmalar ileri derecede ağrı yapar.

İdrar torbasına giden sinirlerin kesilmesi işeme refleksinin ortadan kalkmasına, mesanenin dolarak taşması şeklinde idrar damlatma olaylarına neden olur. Frengi gibi hastalıklarda omuriliğin arka köklerinde meydana gelen bozukluklar da bu duruma yol açar.

Bazan idrar torbasına giden sinirlerin çıktığı omurilik bölgesinin üzerinde omurilikte keşi olacak olursa, bu refleksler, merkez sinir sistemince değil, karın derisinden yapılan yerel uyarılarla sağlanabilir.

Beyin kökünde ve omurilikte meydana gelen haraplanmalar kontrol edilmeksizin sık sık idrara çıkmaya neden olabilir. Glomerulusların ivegen iltihabı, tübüllerin ivegen haraplanması ya da tıkanıklıkları ivegen böbrek yetmezliği denilen duruma yol açar. Böbreklerde zehirli etki yapan maddeler, şiddetli böbrek kansızlığı, yanlış kan verme sonucu meydana gelen böbrek bozuklukları da buna yol açabilir. Böbreklerin ileri derecede iltihapla dolması (pyelonefrit), glomerul iltihabının süregenleşmesi de böbrek yetmezliklerine neden olur. Bu hastalıkların sonucunda bazen böbreklerin yapması gereken görevleri yapacak yapay aygıtlarla müdahale etmek gerekir. Bu gibi araçlar ve yöntemler kullanılarak kanın temizlenmesine dializ denilir. Günümüzde böbrek nakli ameliyatları da gelişmektedir.

Doku tiplendirmesi yöntemleri geliştikçe, gelecekte çok daha sık yapılabilecek olan böbrek nakilleri ülkemizde birçok merkezde yapılabilmektedir. Yukarıda saydıklarımızdan başka birçok özel böbrek hastalığı ve sorunu vardır. Böbrekteki süzme mekanizmalarının her kademesinde meydana gelecek böbrek hastalıkları konusunda uzmanlaşmış tıp dalı vardır. Buna nefroloji denir. Kadınlarda idrar yolları ve erkekte idrar yollan ve üreme sistemi konusunda uzmanlaşmış tıp dalı ise üroloji bilim dalıdır.

Ph Nedir Ph Degeri Nedir

pH nedir, Ph Değeri Nedir

İnsan vücuduyla ilgili fizyolojik olayları anlatırken sık sık sıvı elektrolit dengesinden ve elektrolitlerin öneminden söz etmiştik. Elektrolitlerin dengesi ve kandaki değişimleri hidrojen iyon derişiminin negatif logaritması olan pH değerinin sabit tutulmasını sağlayan metabolik olaylarla düzenlenir. Normal atardamar kanının pH'sı 7.4'dür. İnsan vücudundaki kanın pH'sında aşırı oynamalar çok önemli metabolik etkilere yol açar. pH'nın bu değerin altına düşmesi asidoz üstüne çıkması ise alkaloz denilen duruma neden olur. Vücutta ani pH değişikliklerini önlemek üzere önemli tampon mekanizmalar vardır.

Kandaki fazla asit veya alkali madde böbreklerin ve solunum merkezinin uyarılması sayesinde idrarla atılır. Gereğinde asit ve baz fazlalığını nötürleştiren tampon maddeler düzeltici etki sağlar. Akciğer ve böbreklerin ana işlevleri aslında vücut asit baz dengesinin korunmasıdır. Bunların ayrıntılı mekanizmaları için fizyoloji kitaplarına bakınız.

Susama Nedir

Susama Nedir

Vücud sıvı ve elektrolit dengesinin düzenlenmesinde susama duygusunun çok büyük etkisi vardır. Önemli bir duyudur. Vücuttaki sıvı miktarını her gün alınan ve atılan sıvılar belirler. Bu nedenle ishal vb. gibi hastalıklarda kaybedilen suyun zamanında yerine konması bir çok olumsuz duruma düşmesini önler.

Bobreklerin Gorevleri Nefron Nedir

Böbrekler, Böbreklerin Görevleri ve Boşaltım Sistemi

Böbrek Görevleri; Böbreklerin iki ana işlevi vardır: Birincisi vücut metabolizması sonucunda meydana gelen atık maddelerin boşaltılması ikincisi ise vücut sıvılarının bileşimlerinin büyük çoğunluğunun kontrol edilmesi. Metabolik ve fizyolojik gereksinimlerin sürdürülebilmesi için gerekli koşullar altında tutulması da böbreklerin görevidir.

Vücudumuzda iki böbrekte iki buçuk milyona yakın nefron vardır. Her nefron birer idrar yapım birimi olarak görev alabilir. Nefronunun glomerulus denilen bölümünde sıvılar süzülür ve uzun tübölde süzülen sıvı idrara çevrilir. Süzülen ve yapılan idrar pelvise doğru akar. Böbrekte kabuk ve öz bölümü olmak üzere iki ana bölüm vardır. Kan getirici atardamarcıkla glomerulusa girer ve götürücü atardamar aracılığı ile glomerulusu terkeder. Glomerulusu basit olarak tanımlamak istersek Bowman kapsülü tarafından çevrelenmiş kılcal damar ağıdır. Bowman kapsülüne süzülen sıvı proksimal tübül, henle kulpu, toplayıcı tübül ve toplama kanalı boyunca ilerler. Süzülme ve geri emilme olayları sonucunda idrarda böbrek pelvisine doğru akar. Nefron, böbrekten geçen kanın istenmeyen maddelerden süzülmesini sağlayan temel birim olarak görev yapmaktadır. Özellikle üre, ürik asit, kreatinin ve üratlar böbreklerle atılır. Ayrıca diğer iyonlardan normalin üzerinde miktarda olanlar da plazma seviyesi istenilen düzeyde tutulacak biçimde atılıp korunarak gerekli denge sağlanır.

Glomerülden süzülme hızı (Glomerular filtration rate)

Her dakikada bütün nefronlarda meydana gelen süzüntü miktarına glomerülar filtrasyon hızı denmektedir. Normalde dakikada 125 santimetreküptür. Özel yöntemlerle bunun ölçülmesi böbrek fonksiyonlarının değerlendirilmesinde bir ölçüt olarak kullanılır. Bir de klerens vardır. Klerens, böbreklerin plazmayı bir maddeden temizleyebilme hızıdır. Günümüzde inülin denilen maddenin klerensi ölçü olarak kullanılır. Paraaminohippurik asit gibi maddeler kullanılarak böbreklerden kan akım miktarı da hesaplanır.

Atılan idrar miktarını belirleyen bir çok faktör vardır. Bazı etkiler, söz gelimi kan hacmindeki değişiklikler, antidiüretik hormon denilen hormonunun salgılanma derecesi, hızlı ve çabuk değişikliklere neden olabilir. Temelde böbreklerden atılan idrar miktarı atardamar basıncı tarafından yönlendirilen belirli olaylar dizisinin etkisi altındadır. Böbrek işlevleri kan basıncını yakından etkileyen sonuçlar verir. Böbreklerin birbirini izleyen olaylar dizisi sayesinde kan hacmi de sabit tutulur.