Şeker Hastalığı Belirtileri Diyabet Hastalığı

Şeker Hastalığı Belirtileri, Diyabet Belirtileri ve Şeker Hastalığı Teşhisi

Şeker hastalığı, eskiden çok karmaşık bir olgu olarak kabul edilirdi. Vücut kimyasındaki tüm aksak­lıklar gibi, şeker hastalığında da vücudun yaşamsal gereksinimleri iyi bilinmeli, organların görevleri ve işlevleri çok iyi anlaşılmalıdır. İnsanı, mekanik bir nes­neyle kıyaslamak gerçi çok zordur ama, enerji gereksinimi için gerekli yakıtı bulamayan bir şeker has­tasını, benzinsiz çalışan bir arabanın motoruna benzetebiliriz.


Aradaki temel fark, şekerlinin, gereksinim duydu­ğu yakıtı, vücudunda olmasına karşın kullanamama­sı, ondan yararlanamamasıdır.

Şeker hastalığının gelişimi, çocuklarda şeker hastalığı, gençlerde insanlarda daha hızlı, erişkinlerde ve yaşlılar­da ise daha yavaştır. Çocuklarda, hastalık belirtileri yüzde 60 olayda, hastalığın başlangıcından sonraki ilk bir ay içinde, hatta bazen bir-iki hafta sonra orta­ya çıkar. Erişkinlerde ise, aylarca hastalığı taşımala­rına rağmen, ilk belirtiler ortaya çıkmaz. Çok daha başka bir nedenle doktora gittiklerinde yapılan "chech-up " sırasında şekere yakalandıklarını tesadüfen öğ­renebilirler.

Hastalığın ilk göstergelerinden biri, aşırı miktarda işeme gereksinimi ve bunun hemen yanı sıra gö­rülen susuzluktur. Bazı olaylarda, susuzluk o denli büyük boyutlara varır ki, hasta, bir gün içinde, nor­mal bir insanın içtiğinden 3-4 litre daha fazla su içer. Tuvalete gitme alışkanlığı edinmiş çocuklarda görü­len yatak ıslatmaları, eğer beraberinde aşırı su tüke­timi de varsa, kesinlikle şeker hastalığı belirtisidir. Hastaların iştahı açılır ama bununla birlikte kilo ve güç kaybı da görülür. Yaşlı insanlar, hastalığa yaka­landıklarında, sık sık halsizlikten, hiçbir neden yok­ken yorgunluktan Ve çok kolay becerebildikleri bazı işleri yapamadıklarından yakınırlar. Kaslarda, özellik­le kullanıldıkları zaman ağrılar ve sızılar baş gösterir, kimi durumlarda görme bozuklukları ortaya çıkar, deri kurur ve çöker, kilo kaybı meydana gelir.

Şeker hastasının duyduğu aşırı su gereksinimi­nin nedeni de kimyasaldır. Kullanılamayacak durum­daki şeker ve yağ asitleriyle dolan kan, bu "katı" maddelerle serum sıvısı arasındaki dengeyi sağlaya­bilmek için fazladan suya ihtiyaç duyar. Bol miktar­da su içilir. Bunun üzerine böbrekler, vücut içindeki su dengesini sağlayabilmek için bol miktarda sidik üretir. Sidikle birlikte atılan şeker, vücuttaki suyun bir kısmını da emerek, beraberinde götürdüğü için su­suzluk daha da artar. Kilo kaybının nedeni de açık­tır. Vücut, depolarını eritmektedir. Bazen kilo kaybı, ayda 6 kilo 350 grama kadar varır. Eğer hasta olan bir çocuksa, zavallı yavru anne ve babasının gözleri önünde hızla erir. Ağız yoluyla giren şeker hücrelere ulaşamadığından enerji üretimi durur ve beyin ile si­nir sistemi çok önemli bir besinden yoksun kaldığın­dan bir durgunluk ve algılama zayıflığı gözlemlenir.

Neyse ki, sidikte şeker olup olmadığını anlamak, son derece basittir. Bundan birkaç yıl önce, özel tahlil haplarının ve araçlarının geliştirilmediği yıllarda, dok­tor ya da hemşireler şeker olup olmadığını anlamak için sidiği kaynatır, içine bazı kimyasal maddeler ek­ledikten sonra renk değişikliği meydana gelip gelme­diğine bakarlardı. Bugün ise, sidikte şeker olup olmadığını anlamak için yalnızca 30 saniye yeterli. Özel şeritler, sidik içine batırıldıktan sonra meyda­na gelen renk değişimi, sidikteki şeker oranını kesin­likle saptar ve doktor, hastası için gerekli kan tahlillerini ve tedavi yöntemlerini belirler.

Şeker hastalığını belirlemek için tek yöntem, si­dik incelemesi değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi, bazı böbrek yetmezliklerinde ve özel durumlarda, si­dikte şeker bulunabilir. Şeker hastalığı olup olmadı­ğını doğrulamak için, hastanın kanının incelenmesine gereksinim vardır. Hastadan istenilen bir anda, se­kiz saatlik bir açlık döneminden sonra, yemekten iki saat sonra ve şeker yüklemesinden sonra kan alına­rak incelenir. Herhangi bir alanda alınan kandaki kan şekeri, hasta bjr insanda, normalden çok daha yük­sek olacaktır. (Örneğin yüz mililitrede 120-130 milig­ram). Açlık kan şekeri de, hastanın dolaşım siste­minde kan şekeri düzeyini normale indirgeyecek in-sülin bulunmayacağından, kuşkusuz normal birine oranla daha fazla olacaktır.

Şeker ya da glikoz yüklemesi, tanının doğrulan­ması için uygulanan en önemli yöntemlerden biridir. Bu inceleme, genellikle hastanelerde yapılır. Hasta, üç saat kadar süren inceleme süresince rahatça ya­tırılır. İncelemeden önceki sekiz saat içinde, hasta­nın hiçbir şey yememesi gereklidir. Deneyin başlan­gıcında, hastaya, vücut ağırlığının "Her kilosuna bir gram" hesabıyla saf glikoz su ile karıştırılarak içiri-lir. Glikoz yüklemesi yapılmadan hemen önce, hastadan kan ve sidik alınarak incelenir. Yüklemeden bir ve iki saat sonra da aynı işlem yinelenir. Şeker has­tasında, kan şekeri normale dönmez ve sidik şeker­le yüklenir. Sağlıklı bir kişide ise açlık düzeyi iki saat sonra normale döner ve sidikte şeker görülmez.

Ne var ki, kan şekeri sonuçları "ağırdan alan" bir eğri gösteren insanlarda —ki böylelerinin sayısı bir hayli fazladır— bu noktada bir sorun ortaya çıkar. Bu kişiler, ne tam anlamıyla şeker hastası, ne de tam an­lamıyla normaldir. "Prediyabetik" yani şeker hasta­lığına eğilimli dediğimiz bu tür insanların şeker te­davisine gereksinimleri yoktur. Ancak yine de bes­lenmelerinde aşırı şekerden kaçınmaları, kilo alma­maya özen göstermeleri, her beş yılda bir kan ve sidik şekerlerini ölçtürmeleri gereklidir.Yukarıda anlatılan glikoz yüklemesi, tatlı besin­leri ağız yoluyla alamayan kişilere, glikozun gereken oranda damardan enjekte edilmesiyle de yapılabilir.