Medikal Ozon Uygulama Yontemleri

Medikal Ozon Uygulama Yöntemleri

Sistemik Uygulamalar
Ekstra-Korporal Kan Tedavisi (Majör Otohemoterapi): Son 10 yılda majör otohemoterapi düşük riskli ozon uygulamalarının en önemli biçimi haline geldi. 'Ozon+kan' reaksiyonu, hastanın vücudunun dışında gerçekleşmekte, bundan sonra hastanın kendi kanı aktif alyuvar hücreleri ile re-infüzyona sokulmakta ve immüno- kompetan hücreler aktive olmaktadır. Bu tedavide steril, tek kullanımlık malzeme kullanılmaktadır. Uygulama kapalı, basıncı alınmış bir sistem içinde yapılır. Hastanın 50-100ml kanı alınır, organizma dışında tam olarak doğru dozda ozon ile zenginleştirilir. Özellikle yaşlılarda veya dengelenmemiş hastalarda hemodinamik bozukluk riskini önlemek için 200 ml'nin üzerindeki kan hacimlerinden kaçınılmalıdır.
Hemoliz riskinin artışı, 2,3 glukoz 6 fosfat dehidrogenaz enzim indirgenmesi ve immünokompetant hücrelerin aktive olamaması nedeniyle 80 microgr/ml ve üzeri ozon konsantrasyonlarından kaçınılmalıdır. Tedavi seanslarının sayısı ve uygulanacak ozon dozu; hastanın genel durumuna, yaşına ve esas hastalığına bağlı olacaktır. Genel kural olarak, ozon dozu her beş seansta bir artırılır ve 15 ila 20 seans arasında değişen siklüslerde verilir. Ozon-oksijen karışımı, kandan son derece ince kabarcıklar halinde geçirilir. Ozon oksijenle neredeyse anında reaksiyona girerek sıvının üzerinde toplanırsa da, reaksiyon ve reaksiyonla ortaya çıkan maddelerin herhangi bir etkisi olmaz. Kan daha sonra hastaya olağan biçimde, yani transfüzyon işlemlerinde tıbbi olarak önerilen hız olan, dakikada 60-90 damla şeklinde verilir. Ozonla çalışılırken hijyen dışında özel ozona dirençli malzeme kullanılmasına da dikkat edilmelidir. Majör otohemoterapinin en önemli endikasyonları, arteriyel dolaşım bozuklukları, enfeksiyonlar, bağışıklık yetersizliğinden kaynaklanan hastalıklar, örneğin kanser hastalarının ek tedavisi ve romatizmal hastalıklardır.
Minör Otohemoterapi: Bier'e göre kas içine uygulanan bir otohemoterapi biçimi olan minör otohemoterapinin spesifik olmayan immüno-aktivatör olarak büyük değer taşıdığı gösterilmiştir. 30 ml ozona dirençli tek kullanımlık enjektöre 10 ml ozon/oksijen karışımı doldurulur. 20mg/ml, hastanın 3-5ml kanına eklenir, karıştırılır ve çalkalanır. İntramüsküler olarak yeniden enjekte edilir. Temel endikasyonları, allerjik vakalar, akne ve furunculosisdir.
Rektal Oksijen/Ozon İnsüflasyonu: En eski sistemik ve lokal uygulama yollarından biri, ozon gazının rektal tatbikidir. Sistemik etkileri açısından ozon majör otohemoterapiye gerçek bir alternatif oluşturmuştur. Bu yöntemle yaklaşık 10-12 insüflasyonluk bir dizinin uygulanmasını takiben majör otohemoterapinin sonuçlarına benzer bir metabolik değişim saptanmıştır. Aslında aynı koşullar altında ampirik olarak şu formülü yapabiliriz: rektal oksijen/ozon insüflasyonunda tedavi başına toplam ozon miktarının üç katı yani 6,000mg ozon, majör otohemoterapideki 2,000mg'ye denk düşmektedir. Hastaya kural olarak 150-300ml oksijen/ozon karışımı tatbik edilir. Rektal insüflasyonu uygulamak için, anal sfinkterin 1-2 cm içerisine bir kateter sokulur. En önemli endikasyonları, sistemik olarak, majör otohemoterapide, özellikle de intraven reinfüzyonun damarların elvermemesi nedeniyle uygulanamadığı yaşlı hastalarda, topik olarak, bağırsaklarda proktit ve kolit gibi patolojik durumlarda ve çocuklarda, bir enfeksiyonun diğerini izlediği, bağışıklık sisteminde zayıflık olan pediatrik vakalarda uygulanmasıdır.
Topikal Uygulamalar
Düşük Basınçlı Ozon Gazı Uygulaması: Lokal olarak sınırlı yaralarda, ozon gazının alt-atmosferik basınçta ve bir emme kabı altında sürekli akışının olumlu etkisi defalarca kanıtlanmıştır. Burada ozon/oksijen karışımı plastik kap biçimindeki cihazdan sürekli olarak tedavi edilecek bölgeye akıtılır. Bölge daha önce suyla ıslatılır, artık ozon geri çekilir ve katalisis aracılığıyla yeniden oksijene dönüştürülür.
Ayağın alt kısmında diyabete bağlı kangren durumlarında bir emilim kabı yerleştirmek zordur. Düşük basınçlı ozon endike olmasına rağmen plastik bot kullanılmalıdır. Hastanın bacağı kolayca botun içine yerleştirilir. Botun üst kısmı dizin üzerinde bir yerde gazı kaçırmayacak şekilde mühürlenir. Bu tip lokal ozon uygulamaları emilim kabında olduğu gibi yapılmaktadır ve kural olarak tedavinin sistemik biçimi ile bağlantılandırılır.
Ozona Dirençli Plastik Kaplarda Transkutanöz Ozon İrigasyonu: Toplardamar ülserleri ve geniş alana yayılan aşırı enfekte olmuş yaraların tedavisinde ozona dirençli plastik çanta veya torbalar kullanılır. Lezyonun aşamasına ve gelişimine göre 20-30 dakikalık dönemlerde 60 - 40 - 30 - 20 ^ g/ml konsantrasyonları kullanılır. Pürülan enfeksiyonlarda sadece 60-70 ^ g/ml kullanılabilir. Enfeksiyon kontrol altına alınıp sağlıklı granülasyon dokusu görüldükten sonra, prosedür konsantrasyonun azaltılmasını ve iyileşmeyi desteklemek için seans aralıklarının uzatılmasını içerir. Plastik torba sorunlu yere dikkatle yerleştirilir. Yara uygulama öncesi bol suyla yıkanır. Bir velkro bandı ile torbanın ağzı sıkıştırılıp gaz kaçması önlenir. Hava, açma- kapama musluğu kullanılarak torbadan çıkartılır ve belirlenmiş konsantrasyondaki ozon/oksijen karışımı ile doldurulur. Ülser veya yara bölgesinin, endike gaz karışımı miktarıyla immers edilmesi yeterlidir. Tıbbi ozonun 15 dakika süreyle uygulanması yeterlidir. Artık ozon katalizör kullanılarak oksijene dönüştürülür ve solunum yolu problemleri önlenmiş olur.
Ozonize Su Uygulaması: Ozonize su, yeni veya yakın zamanda yapılmış cerrahi müdaheleler de dahil olmak üzere enfekte olmuş yaraya karşı topikal uygulama için endikedir. Ozonize su kompresler biçiminde uygulanabilir. Aynı zamanda tamamlayıcı tedavi biçimidir. Çünkü sulu bir ortam söz konusu olduğunda polar ozon molekül aynı yapıda su molekülleri tarafından çevrilir, dolayısıyla enflamasyon, yanık ve diğer deri lezyonları gibi lokal uygulamalarda optimal bir konum arz eder. Ozonize su kompresleri, özellikle ödem oluşumu gibi enflamatuar süreçlerin başlangıç aşamalarında, hızlı ve önemli derecede ağrı giderir. Ozon lokal uygulaması hücresel metabolizmayı aktive eder, ATP'de artış sağlar ve lezyonların en yakınında olup da henüz üremeye yatkınlığını koruyan hücrelerin yeniden polarize olmalarına katkı sağlar.
Kural olarak ozonize su, çift damıtılmış sudan taze olarak hazırlanır. Bu suyun ml'si azami 20mg ozon absorbe eder, oda sıcaklığında yarı ömür süresi yaklaşık 10 saattir; dolayısıyla gün boyu kullanılması mümkündür. Buzdolabında yarı ömür 5 güne çıkar, yani ozonize suyun evde sürekli kullanılması da mümkündür. Aşırı doz mümkün değildir, çünkü kullanılan ozon miktarı suda erime özelliğiyle orantılıdır. Ancak ozonize suyun cam kaplarda, tercihen serin yerde hazırlanması, saklanması ve güneş ışığından sakınılması gerekir. Su/ozon için en önemli endikasyonlar şunlardır: yeni yaralar, enfekte yaralar, mantar enfeksiyonları, liken veya küfler, zona, herpes zoster, dış otitis.

Medikal Ozon Tedavisi Yan Etkileri

Medikal Ozon Tedavisinin Yan Etkileri ve Kontrendikasyonları

Ozon tedavisinin yan etkisi yok denecek kadar azdır. Şimdiye kadar bildirilen yan etkiler uygulama hatalarına bağlı lokal komplikasyonlardır. Bazı durumlarda ozon tedavisi uygulanması sakıncalı olabilir. Bu durumlar: glukoz 6 fosfat dehidrogenaz enzim eksikliği (favizm), özellikle erken dönem olmak üzere hamilelik, anjiotensin çevirici enzim (ACE) inhibitörü tedavisi görenler, hipertiroidi, kanama bozukluğu, kontrol altına alınamayan kardiyovasküler hastalıklar ve ozona reaksiyon gösteren astım hastaları olarak sıralanabilir.

Medikal Ozon Kullanim Alanlari

Medikal Ozon Kullanım Alanları

Ozon tedavisi belirli bir miktarda oksijen/ozon karışımının vücut boşluklarına ya da dolaşım sistemine uygulanmasıdır. Bu karışım intravenöz, intramuskuler, intraartiküler, intraplevral, intrarektal ve intradiskal uygulanabildiği gibi topikal de uygulanabilir (80). Ozon tedavisinin klasik uygulaması haline gelmiş olan yöntem 1974 yılında Wolf tarafından tarif edilmiştir. Bu yöntemde; bir miktar kan (50-270 ml) vücut dışına alınarak, ozona dayanıklı bir şişede 5-10 dakika oksijen/ozon karışımıyla temas ettikten sonra tekrar aynı kişiye geri verilir (ototransfüzyon). Bu uygulama şekli major otohemoterapi olarak adlandırılmaktadır. Bu tarihten günümüze, daha çok Avrupa'da olmak üzere milyonlarca ozon ototransfüzyon tedavisi yapılmıştır.
Ozon reaktif bir molekül olduğu için tıbbi amaçlı kullanımında dikkat edilmesi gereken bazı durumlar vardır: Ozon, hiçbir zaman saf olarak verilmemeli ve belli oranda oksijenle karıştırılarak uygulanmalıdır. Bu karışımda oksijen %95'den az, ozon %5'ten fazla olmamalıdır. Normal atmosfer havasının bu karışıma girmesi engellenmelidir. Çünkü ozonun reaktif özelliğinden dolayı hava ile teması sonucu toksik bir gaz olan nitrojen dioksit (N2O2) oluşabilmektedir. Ayrıca emboliye sebep olmaması için ozon gaz olarak damar sistemi içerisine verilmemelidir. Tüm işlemler sırasında ozona dayanaklı malzemenin (paslanmaz çelik, nötral cam ve teflon) kullanılması gerekmektedir (80). Ozon, diğer gazlar (O2, CO2) gibi suda çözünebilir. Ozon oksijene göre 1,6 kat daha yoğun ve suda çözünürlüğü 10 kat daha fazla olan bir moleküldür. Saf suda diğer gazlar gibi Henry kanununa göre çözünür. Çözünmesi ısıya, basınca ve konsantrasyonuna bağlıdır. Biyolojik sıvılarda ise ozon oksijenden farklı olarak hızlıca biyomoleküller ile reaksiyona girer
Dolayısı ile majör otohemoterapi esnasında uygulanan ozon/oksijen karışımındaki ozon afinite sırasıyla çoklu doymamış yağ asitleriyle, antioksidanlarla ve sistein gibi sülfhidril (SH) grubu taşıyan tiyol bileşikleri ile reaksiyona girer. Ozonun miktarına bağlı olarak karbonhidratlar, proteinler (dolayısıyla da enzimler), DNA ve RNA da bu reaksiyondan etkilenebilir. Tüm bu bileşikler ozon karşısında elektron donörü gibi davranarak oksitlenirler. Sonuçta süperoksit (^), hidrojen peroksit (HO) ve hipoklorik asit (HClO) gibi reaktif oksijen türevleri (ROT) oluşur. Bu reaksiyonlardan en önemlisi doymamış yağ asitlerinin oksidasyonudur.
Ozonun biyolojik etkilerini açıklamak için yapılan çalışmalarda daha çok majör otohemoterapi tedavisi model alınmıştır. Majör otohemoterapi esnasında uygulanan ozon/oksijen karışımındaki ozon plazmada hızla çözünür. Daha önce bahsedildiği gibi sıvılardaki çözünürlüğü fazla olan ozonun bir kısmı plazmada bulunan antioksidanlar ile reaksiyona girerek bunların miktarlarını azaltır. Bu anlık olaylar sırasında çeşitli reaktif oksijen türevleri de oluşabilmektedir. Bu radikallerin yarı ömrü çok kısa olduğu için, daha kan hastaya geri verilemeden, yani ototransfüzyondan önce bunlar ortadan kalkarak yerlerini lipit oksidasyon ürünlerine bırakırlar. Bu ürünler, büyük oranda kandaki hakim hücre olan eritrositlerin membranlarının oksidasyonu ile ortaya çıkar. Eritrosit membranındaki doymamış yağ asitleri oksidasyona çok duyarlıdır. Yukarıda formülünde gördüğümüz üzere, bu reaksiyonlar sırasında ortaya çıkan hidrojen peroksit, molekül yapısı itibariyle radikal olmayan oksitleyici bir moleküldür.
Hidrojen peroksitin ozonun tedavi edici etkinliklerinin en azından bir kısmından sorumlu - ikincil habercisi gibi davrandığı kabul edilmektedir. İlk etkilerinden biri eritrositlerde 2,3-difosfogliserat düzeyini artırma yoluyla hemoglobin-oksijen ayrışma eğrisinin sağa kaymasına ve böylece oksijenin dokulara daha kolay bırakılmasına neden olmasıdır. Plazmada konsantasyonu artan hidrojen peroksit kolayca hücrelerin içine diffüze olarak; lökosit ve endotelial hücrelerde çeşitli interferon, interlökin ve transforme edici büyüme faktörü (TGF) yapımını da artıran uyarıları tetikler (94). Lipit oksidasyon ürünlerinin yarı ömürleri ise saatlere varabilmekte, dolayısıyla ömrü çok kısa olan reaktif oksijen türevlerinin ilk etkileri sonrasında ozonun gecikmiş etkilerinden sorumlu tutulmaktadır. Uzun yarı ömürlerinden dolayı bu ürünler ototransfüzyon ile vücuda verilmiş olur ve dolaşım yoluyla dokulara ulaşarak buralarda çeşitli biyolojik etkiler gösterirler.
Majör otohemoterapi tedavisi yapılmadan önce kanın antikoagülan verilerek hazırlanması gerekir. Çünkü ozon doza bağlı olarak trombosit fonksiyonlarının artışına neden olmaktadır. Trombosit fonksiyonlarındaki artışın bazı yararlı sonuçları da olmaktadır. Aktive olmuş trombositler içlerinde bulunan büyüme faktörlerini salarak iskemi ve ülserli hastalarda iyileşmeye olumlu katkı sağlar.
Ozonun konsantrasyonuna bağlı olarak artan kuvvetli okside edici özelliği nedeniyle belli bir orandan sonra vücut için de toksik etkisi olabileceği gerçeğini unutmamak gerekmektedir. Doğal olarak, organizmadaki antioksidan savunma sistemleri ozon oksidasyonuna karşı koyacaktır. Plazmanın sahip olduğu geniş antioksidan kapasite ve eritrositlerdeki antioksidan enzimler nedeniyle, kan ozon toksisitesine karşı en dirençli dokudur. Majör otohemoterapi uygulamaları sırasında plazmada çözünen ozonun burada bulunan antioksidanlar (bilirubin, askorbik asit, SH grubu taşıyan glutatyon ve albumin) ile reaksiyona girerek bunların konsantrasyonunu azaltmaktadır (95). Öte yandan, majör otomemoterapi sonucu ortaya çıkan reaktif oksijen türevleri artışı ve antioksidanların azalması geçici bir durumdur. Bocci ve Carlo, yaptıkları çalışmada değişik dozlarda (20,40,60,80 ^g/ml) ozon uygulanmış kanlarda dozla doğru orantılı olarak glutatyon ve total antioksidan seviyesinde azalma, lipit peroksidasyonu ve okside glutatyon düzeyinde artma olduğunu göstermiş, uygulamanın 20 dakika sonrasında ise antioksidan düzeylerinin eski haline döndüğünü tespit etmişlerdir.

Ozon Tedavisi Nedir

Ozon Tedavisi Nedir

Ozon, oksijenin doğada yüksek enerjili elektrik akımına ve ultraviyole ışınlarına maruz kalması sonucunda oluşan, (Os) üç oksijen atomundan oluşan renksiz, keskin kokulu doğal bir gazdır. Oksijen molekülünün kararlı haline karşın ozon, kararsız bir moleküldür. İsmi Yunanca "koklamak" manasına gelen ozein'den gelir. Ozon gazını alman kimyacı Christian Friedrich Schönbein 1839 yılında keşfetmiştir. Keşfinden sonraki ilk yıllarda dezenfeksiyon amacıyla kullanılmıştır. 1860 yılında Monaco şehrinin su arıtma tesisinde dezenfeksiyon amacıyla ozon kullanılmaya başlanmıştır. Ozonun bu dezenfekte edici etkisi güçlü okside edici özelliğinden kaynaklanmaktadır. Sadece virüs ve bakterileri öldürmekle kalmaz tüm mikroorganizmalar ve toksinlerini de okside edebilir. Ozon ayrıca fenolleri, pestisitleri, deterjanları, kimyasal atıkları ve aromatik bileşikleri de etkili şekilde nötralize edebilir
Ozon kimyasal yapısı itibariyle radikal özelliği taşımamakla birlikte, florin ve persülfattan sonra, bilinen üçüncü en güçlü oksidan maddedir (80). Ozon özellikle atmosferin üst tabakalarında oldukça bol bulunan bir moleküldür. Atmosferdeki ozonun %90'ına yakını, yer yüzeyinden yaklaşık 20- 50 km yüksekte bulunan stratosfer tabakası içinde yer alır. Geri kalan %10'luk ozon miktarı ise 10-15 kilometreler arasındaki troposfer tabakası içinde bulunmaktadır. Atmosferde stratosfer tabakası içerisinde bulunan ozon, ultraviyole radyasyonunun etkisiyle bir taraftan oluşurken, öbür taraftan da yok edilmektedir. Bu işlem ultraviyole radyasyonun değişik frekanslarında meydana gelir
Çok reaktif bir gaz olan ozon canlılar için toksiktir. Akciğer ve gözler ozonun toksik etkisine en hassas organlardır. Gözdeki irritasyonu ve akciğere etkileri konsantrasyon, sıcaklık, nem ve maruz kalınan süreye bağlı olarak değişir. Düşük konsantrasyonda ozon inhalasyonu, boğazda irritasyon ve buna bağlı öksürüğe neden olabilir. Yüksek konsantrasyonlardaki inhalasyon ise bronşiyal mukoza ve pnömosit hücresi hasarına bağlı akciğer ödemine kadar varabilir.

Omuz Periartriti Tanisi ve Tedavisi

Omuz Periartriti Tanısı ve Tedavisi

Olguların sıklıkla spontan başlangıçlı, istirahatte olan, hareketle artan, gece uykudan uyandıran şiddetli ağrısı vardır. Omuz EHA'sı tüm yönlerde aktif ve pasif olarak kısıtlanmıştır. Tanı için omuz elevasyonunun 100 dereceden az olması, eksternal rotasyonda ise %50 kısıtlılık bulunması gerektiğini düşünen araştırmacılar vardır, ancak bu konuda tam bir görüş birliği yoktur (7, 8, 9). Hareketlerde gerçek bir kısıtlanma vardır, hareket sonu hissi, sert bir lastiğin iki ucu tarafından sıkıştırıldığında alınan hisse benzetilen kapsüler paterndedir (8, 9). Bu durumda ayırıcı tanıda her olguya mutlaka omuzun karşılaştırmalı direkt radyografisi çekilmelidir. Radyografi omuz periart ritinde genellikle normaldir
Subakromiyal enjeksiyon testi (SET) ayırıcı tanıda yardımcıdır. SET olgu oturur ya da yatar pozisyondayken anterolateral olarak subakromiyal boşluğa %2'lik 5 ml lidokain (10) veya %1'lik 10 ml lidokain veya %0,5'lik 2-3 ml bupivakain (8) enjeksiyonu ile yapılır. Enjeksiyondan bir saat sonra olgular ağrı ve hareket açıklığı yönünden tekrar değerlendirilir. Ağrıda %50'nin üzerinde azalma ve hareket açıklığında tama yakın artış olması durumunda SET pozitif olarak değerlendirilir. Ağrı ve hareket açıklığında belirgin iyileşme saptanmamasında ise SET negatif olarak değerlendirilir ve SSS ekarte edilir
Rutinde yapılan laboratuvar tetkikleri de hematolojik, inflamatuvar, enfeksiyöz hastalıkların ayırıcı tanısında yardımcıdır (8, 10). Bu değerlendirmelerin sonucunda; omuz EHA'sı aktif ve pasif tüm yönlerde kısıtlı olan, direkt grafide ve laboratuvar tetkiklerinde özellik saptanmayan, SET negatif olarak değerlendirilen, diğer omuz patolojileri dışlanan olgulara omuz periartriti tanısı konulur (8, 10). Diğer bazı görüntüleme yöntemleri de tanıya yardımcıdır. En önemli yardımcı görüntüleme yöntemi artrogramdır. Artrogramda normalde görülen bisipital tendon kılıfı, aksiller boşluk ve subskapular bursa omuz periartritinde görülmez, kapsül kontrakte görünümdedir. Kontrast maddenin enjekte edilen volümü normale göre %60-90 azalmıştır. Artrogram %80-90 tanı koydurucudur ancak invaziv bir yöntem olması nedeniyle pratikte kullanımı sınırlıdır (75). Manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tanı koymada geçersizdir. Ancak altta yatan rotator kaf patolojilerini değerlendirmede önemlidir (11, 12). Ultrasonografi parsiyel ve komplet rotator kaf yırtıklarının gösterilmesinde değerlidir (76). MRG artrografide enjekte edilen kontrast maddenin azalması, kontrast madde enjeksiyonu sırasında direnç hissedilmesi ve olgunun ağrısının artması, klinik uyumlu ise omuz periartriti tanısı lehine değerlendirilir (77).
Omuz Periartriti Tedavisi

En iyi tedavi omuz periartritinin oluşmasını önlemektir. Herhangi bir ağrılı durumda veya kronik hastalıkta omuzun erken mobilizasyonu sağlanmalıdır. Tedavide amaç; ağrıyı azaltmak, EHA'yı yeniden sağlamak ve fonksiyonel aktiviteyi korumaktır. Tedaviyi düzenlerken omuz periartritinin evresi göz önünde bulundurulmalıdır. Tedavinin uzun süreceği belirtilerek olgular baştan bilgilendirilmelidir. İlk yapılması gereken ağrı kontrolüdür. Basit analjezikler, antienflamatuvar ilaçlar (13), subakromiyal ve intraartiküler steroid enjeksiyonlar, fizik tedavi modalitelerinden transk utanöz elektrik stimülasyonu, yüzeyel soğuk ve sıcak uygulamalar analjezik amaçlı kullanılırlar.

Standart konservatif tedavi yaklaşımı içinde egzersizler tedavinin en önemli bölümünü oluşturur. Evre 1'de EHA'yı geliştirmek için Codman egzersizleri ile başlanılır
İnflamatuvar evre geçince, yani ikinci evrede klinik olarak hastanın istirahat ve gece ağrısı azalınca, ağrı sınırlarında tüm yönlere aktif ve pasif germe egzersizlerine geçilir. Egzersizler sırasında ağrı olabilir. Egzersiz öncesi basit analjezik ilaçlar, yüzeyel ve derin ısıtıcı tedavi yöntemleri, analjezik etki ve eklem çevresi yumuşak dokularda gevşeme sağlayarak egzersize yardımcı olur. Egzersiz sonrası buz uygulaması da inflamasyon ve ağrıyı azaltır. En az 6 hafta süren tedaviden sonra ağrı azalmazsa, kolun 90 dereceden fazla elevasyonu sağlanamazsa diğer tedavi yöntemleri denenmelidir
Genel kabul görmüş bir tedavi şekli olmadığından farklı yöntemler kullanılabilir. Bunlar arasında, supraskapuler sinir blokajı, sistemik kortikosteroidlerin kullanımı ve adrenokortikotopik hormon uygulaması, lokal enjeksiyonla kapsüler distansiyon ve rüptür tedavisi, anestezi altında manüplasyon ve cerrahi kapsülotomi uygulamaları sayılabilir.

Omuz Periartriti Nedir

Omuz Periartriti Nedir

Adheziv kapsülit literatürde donuk omuz (frozen shoulder), skapulohumeral periartrit, adheziv bursit, periartikuler fibrosit, Duplay periartriti, aderan obliteratif bursit gibi isimlerle de anılmaktadır (36, 58). Omuz periartritinde temel olay, skapulohumeral eklem kapsülünde oluşmuş inflamasyondur. Omuz eklemi etrafındaki yumuşak dokuların da duruma eşlik etmesi sonucu eklemde ağrı, pasif ve aktif normal eklem hareketlerinde kısıtlanma meydana gelir. Skapulatorasik eklem de glenohumeral eklem gibi ağrılıdır. Omuz periartriti klinik olarak incelendiğinde herhangi bir patolojik bulgu yoktur. Kas iskelet sistemiyle ilgilenen hekimlerin sık karşılaştığı bir patolojidir. Kendini sınırlayan bir patoloji olmasına rağmen, klinik iyileşme 6-24 ay sürebilmektedir. Bu sürecin sonunda bazı olgularda, kronik ağrı ve kalıcı hareket kısıtlılığı gelişebilir. Uzun süren ağrı ve hareket kısıtlılığına bağlı olarak psikolojik bozukluklar ile günlük yaşam, spor ve iş aktivitelerinde kayıplar meydana gelebilir. Bu nedenle patolojinin erken tanınması, olguların bilgilendirilmesi ve uygun tedavinin düzenlenmesi önemlidir.
Epidemiyoloji ve Omuz Periartriti Belirtileri
Omuz periartritinin prevalansı, tahmini zor olmasına karşın nondiabetiklerde %2-3 oranında görülür. Diabetes mellitus ile adheziv kapsülit arasında sıkı bir ilişki saptanmıştır. Bridgeman yaptığı çalışmada, diabetes mellitusta % 10,8 oranında donuk omuz bulmuştur. Donuk omuz sendromu orta yaşlılarda (ortalama 6.dekad) ve daha çok kadınlarda kolun uzun süre vücudun yanında kalmasını gerektiren omuz travmaları, kolun askıya alınması, bisipital lezyonlar, diabetes mellitus, tiroid hastalığı, karsinom veya tüberküloz gibi pulmoner hastalık, miyokard infarktüsü ve diğer kardiak hastalıklar, serebrovasküler hastalık, brakialji, servikal spondiloz, romatoid artrit gibi nedenlerle ortaya çıkar. Adheziv kapsülitin refleks sempatik distrofinin bir komponenti olduğu da ileri sürülmüştür. Diğer omuzun tutulumu takip eden 5 yıl içinde %6-17 oranında saptanır ve aynı omuzda rekürrens nadirdir
Sınıflandırma
Donuk omuzun doğal seyri 3 evreden oluşmaktadır:
Evre 1- Ağrılı faz: Ağrının şiddetli olduğu ve omuz hareketlerinde kısıtlılığın yavaş yavaş başladığı evredir. Yaklaşık 3-8 ay sürer.
Evre 2- Adheziv faz: Ağrı bu fazda azalır, fakat eklem hareket kısıtlılığı giderek artar. 4-6 ay sürer.
Evre 3- Rezolusyon fazı: Ağrı azalır, eklem hareketlerinde yavaş ve dereceli bir şekilde düzelmeye başlar. Bütün hastalık dönemi 1-3 yıl sürebilir.

Omuz Eklemi Biyomekanigi

Omuz Eklemi Biyomekaniği

Omuzun normal eklem hareket açıklıkları; fleksiyon 180°, ekstansiyon 45°, abduksiyon 180°, adduksiyon 45°, dış rotasyon 90°, iç rotasyon 90°'dir. İç ve dış rotasyon değerleri, hasta yatar pozisyonda dirsek 90° fleksiyon ve kol 90° abduksiyon pozisyonunda iken ölçülen değerlerdir.
Kol yana sarkıtılmış, el ayası vücuda yapışmış ve baş parmak önde olacak şekilde dururken omuz abduksiyonu 180° olduğu halde, el ayası dışa, baş parmak arkaya bakacak şekilde yani kol iç rotasyonda iken abduksiyon yapılırsa hareket 90°'den fazla yapılamaz. Buna Codman paradoksu denir
Omuz kol kompleksinin hareketlerini iki ana grupta toplamak mümkündür.
Art. Glenohumeralis İle Yapılan Hareketler
Elevasyon, internal ve eksternal rotasyon, horizantal fleksiyon ve ekstansiyondur.
Elevasyon
Teorik olarak vücudun yan kısmındaki kolun yukarı kaldırılmasıdır. 180°'lik bir harekettir. Posterior yönde elevasyon ise ortalama 60°'dir. Kolun elevasyonu tek bir hareket olmayıp kompleks bir harekettir ve üç planda incelenir
Hareket Düzlemi
Scapula'nın margo medialis'i orta hattan 5-6 cm uzaktadır. Scapula frontal düzlemde medio-lateral, postero-anterior olarak yerleşmiştir ve frontal düzlemle yaptığı açı 30°'dir. Yani nötral elevasyon scapula düzleminde gerçekleşir. Bu düzlem vücut düzlemi ile 30°'lik açı yapar. Bu açı caput humeri'nin 30°'lik retroversiyonu ile kompanse edilir. Scapula ekseni ile clavicula ekseni arasında 60°'lik bir açı vardır (52, 53). Fleksiyon sagittal planda, abduksiyon koronal planda elevasyondur.
Skapulatorasik Ritm
Total elevasyon art. glenohumeralis ve skapulatorasik bağlantıda oluşan hareket kombinasyonu ile oluşur. Bu oran 2:1'dir, yani her 3°'lik elevasyonun 2°'si art. glenohumeralis'den, 1°'si skapulatorasik bağlantıdan yapılır. Fakat bu oran elevasyonun her derecesinde aynı değildir. Art. glenohumeralis 60° fleksiyona ve 30° abduksiyona geldikten sonra scapula harekete katılmaya başlar. Scapular hareketin 120° ve üstünde çok yavaşladığı ve kaybolduğu görülür. Bu nedenle baş üzeri pozisyonda acromion ile humerus arasında potansiyel bir sıkışma vardır.
Rotasyon Merkezi
Caput humeri ile fossa glenoidalis arasındaki hareket kayma ve yuvarlanma kombinasyonu şeklindedir. Yuvarlanma art. glenohumeralis'in tek hareketi değildir. Eklemde aynı zamanda kayma hareketi de görülür. Scapula daha kompleks bir hareket zinciri yapmaktadır. İlk 60°'ye kadar scapula yerinde kalır ya da merkezini değiştirmeden minimal rotasyon yapar. Rotasyon merkezi 120°'ye kadar spina scapula üzerinde iken bu derecenin üstünde fossa glenoidalis'e doğru yer değiştirir.

Omuz Kaslari Nelerdir

Omuzun Kasları Nelerdir

Omuz kasları m. deltoideus, m. subscapularis, m. supraspinatus, m. infraspinatus, m. teres major ve m. teres minor olmak üzere altı adettir. Bu kaslardan m. supraspinatus, m. infraspinatus, m.teres minor ve m. subscapularis'in tendonları rotator kaf adında bir yapı oluşturur. Bu yapı omuz eklemi kapsülüne yapışarak omuz eklemini önden, yukarıdan ve arkadan kuvvetlendirir

Fossa supraspinata'nın medial 2/3'ünden ve bu kası örten fascia'nın kalın olan medial bölümünden başlar. Lateral'e doğru uzanan kas lifleri tuberculum majus'un en üst kısmında sonlanır. Kasın inervasyonu n. suprascapularis tarafından sağlanır. Kasın fonksiyonu ise kola ilk 15 derecelik abduksiyon, fleksiyon ve dış rotasyon yaptırmaktır
Fossa infraspinata'nın medial 2/3'ünden ve üzerini örten fascia'dan başlar. Lateral'e doğru uzanan kas lifleri tuberculum majus'un orta kısmında sonlanır. Kasın inervasyonu n. suprascapularis tarafından sağlanır. Kasın fonksiyonu kola dış rotasyon yaptırmaktır
Scapula'nın ön yüzünde bulunan fossa subscapularis'in medial 2/3' ünden ve margo lateralis scapula'dan başlar. Lateral'e doğru uzanan kas lifleri tuberculum minus ile eklem kapsülüne karışarak sonlanır. Kasın inervasyonu n. subscapularis tarafından sağlanır. Kasın fonksiyonu kola iç rotasyon yaptırmaktır
M. Teres Minor
Scapula'nın dış kenarının 2/3 yukarı kısmından ve komşu fascia'lardan başlar ve lateral'e doğru uzanıp tuberculum majus'un alt kısmına yapışarak sonlanır. Kasın inervasyonu n. axillaris tarafından sağlanır. Kasın fonksiyonu ise kola dış rotasyon ve zayıf olarak da adduksiyon yaptırmaktır
M. Teres Major
Scapula'nın dış kenarının 1/3 alt kısmından, angulus inferior'dan ve buraya komşu fascia'lardan başlar. Yukarı ve dış tarafa doğru uzanıp crista tuberculi minoris'te sonlanır. Kasın inervasyonu n. subscapularis tarafından sağlanır. Kasın fonksiyonu kola adduksiyon, iç rotasyon ve ekstansiyon yaptırmaktır
M. Deltoideus
Üç parçalı olan bu kasın pars clavicularis adlı ön kısmı, clavicula'nın lateral 1/3'ünden, pars acromialis adlı orta parçası, acromion'un lateral kenarından ve pars spinalis adlı arka kısmı ise spina scapula'dan başlar. Kasın üç parçası da humerus'un tuberositas deltoidea'sında sonlanır. Kasın inervasyonu n. axillaris tarafından sağlanır. Kasın üç bölümü birlikte çalıştığı zaman kola abduksiyon yaptırır. Ayrıca kasın ön kısım lifleri kola fleksiyon ve iç rotasyon, arka kısım lifleri ise kola ekstansiyon ve dış rotasyon yaptırır

Omuzun Kemik Yapisi

Omuzun Kemik Yapısı

Clavicula nedir

S harfi şeklinde olan bu uzun kemik, 1. costa'nın hemen üzerinde ve horizontale yakın bir pozisyonda bulunur. Pektoral kemer kemiklerinden ventral taraftakidir. Medial'de manubrium sterni ve 1. kıkırdak costa ile eklem yapan extremitas sternalis, lateral'de ise acromion ile eklem yapan extremitas acromialis adları verilen iki ucu vardır . 2/3 medial kısmı konveks, 1/3 lateral kısmı konkavdır. Alt yüzünde bağların ve kasların insertio izleri vardır
Scapula nedir
Pektoral kemer kemiklerinden dorsal tarafta olanıdır ve 2-7. costa'lar hizasında bulunur. Yassı kemiklerden olup iki yüzü, üç kenarı ve üç de açısı vardır (36, 37, 38, 39). Fossa axillaris'e bakan dış kenara margo lateralis denir. Bu kenar kemiğin en kalın kenarıdır ve buraya kuvvetli kaslar yapışır. Columna vertebralis tarafında bulunan iç kenara margo medialis denir. Burası kemiğin en uzun ve en ince kenarıdır. Üst kenar yani margo superior kısadır ve kemiğin dış köşesinden çıkan processus coracoideus'un tabanına kadar uzanır (39, 40). Bu kenarda, processus coracoideus'un medial'inde incisura scapula denilen küçük bir çentik vardır. İç ve dış kenarların birleştiği yerde kemiğin alt köşesi yani angulus inferior bulunur. Bu köşenin kenarları kalın ve kabarıktır. Üst ve iç kenarların kesiştiği köşe angulus superior'dur. Dorsal yüzünde arkaya doğru çıkıntı yapan spina scapula vardır. Spina scapula margo medialis'de üçgen şeklinde olan ve trigonum spina adı verilen bölgeden başlar
Spina scapula'nın acromion denen serbest dış ucu, clavicula ile eklem yapar. Acromion, omuz çıkıtısını oluşturur. Processus coracoideus ile aralarında uzanan ligamentum coracoacromiale ile birlikte omuz eklemini üstten destekler. Scapula'nın angulus lateralis denen, üst ve dış kenarlarının kesiştiği köşede, caput humerusi ile eklem yapan armut biçimindeki cavitas glenoidalis bulunur. Cavitas glenoidalis'in üst tarafında tuberculum supraglenoidale, alt tarafında ise tuberculum infraglenoidale adı verilen kabarıntılar yer alır (41). Bu kabarıntılardan üstte olan tuberculum supraglenoidale'ye m. biceps brachii'nin caput longum'u, altta olan tuberculum infraglenoidale'ye ise m. triceps brachii'nin caput longum'u yapışır (40). Processus coracoideus, cavitas glenoidalis üzerinde öne ve yukarı doğru uzanır. Scapula'nın iç bükey olan facies costalis'ini fossa subscapularis oluşturur. Arka yüz spina scapula ile ikiye ayrılmıştır. Daha küçük olan üstteki çukura fossa supraspinata, daha büyük olan alttaki çukura ise fossa infraspinata denir. Her iki çukuru aynı isimli kaslar doldurur. Ayrıca, spina scapula m. deltoideus için origo, m. trapezius için insertio yeridir
Humerus nedir
Tüm uzun kemiklerde olduğu gibi humerus da extremitas proximalis, extremitas distalis ve corpus humeri olmak üzere üç bölümde incelenir. Extremitas proximalis scapula, extremitas distalis ise ön kol kemikleri ile eklem yapar. Extremitas proksimalis'deki en önemli yapı, scapula ile eklem yapan caput humeri'dir. Caput humeri'nin dış tarafında iki çıkıntı bulunur. Bunlardan büyük olan arkadaki tuberculum majus'tur ve buraya m. supraspinatus, m. infraspinatus ve m. teres minor tutunur. Çıkıntılardan daha küçük olan öndekine ise tuberculum minus adı verilir ve buraya m. subscapularis tutunur. Her iki tüberkül aşağıya doğru birer krista ile uzanır ve bunlara crista tuberculi majoris et minoris denir. İki krista arasında meydana gelen oluğa sulcus intertubercularis adı verilir. Bu oluktan m. biceps brachii'nin caput longum'unun tendonu geçer. Caput humeri yukarıya ve içe bakar. Bundan dolayı başın yönü ile humerus corpus'unun uzun ekseni arasında açıklığı içe, yani gövdeye bakan 130°'lik bir açı meydana gelir
Humerus corpus'u yukarı parçada silindir şeklindedir. Burada kemiğin dış tarafında tuberositas deltoidea adı verilen pürtüklü bir alan görülür ve burası m. deltoideus'un yapıştığı alandır. Tuberositas deltoidea'nın altında yukarıdan aşağıya ve arkadan öne doğru uzanan bir oluk görülür. Sulcus nervi radialis denen bu oluktan n. radialis ve a. profunda brachii geçer. Kemiğin extremitas distalis denen alt ucu geniş ve yassıdır. Burada iç ve dış tarafta birer çıkıntı görülür. İç taraftakine epicondylus medialis, dış taraftakine ise epicondylus lateralis denir. Epicondylus medialis'in arka tarafında n. ulnaris'in geçtiği sulcus nervi ulnaris adı verilen oluk dikkati çeker. Humerus'un extremitas distalis'inin ön yüzünde iki çukur görülür. Çukurlardan dış taraftakine fossa radialis, iç taraftakine fossa coronoidea denir. Arka yüzde trochlea'nın üstünde fossa olecrani denilen bir çukur vardır

Omuz Eklemi Anatomisi

Omuz Eklemi Anatomisi

Omuz eklemi, omuzdan parmak ucuna kadar uzanan mekanik kaldıraç halkasının ilk bağlantısıdır. Omuz eklemini oluşturan komponentler, diğer eklemlerle karşılaştırıldığında vücudun en karmaşık eklem komponentleridir. Omuz ekleminde ortaya çıkan hareket, tek bir eklemin hareketi ile değil, omuz eklemine komşu olan diğer eklemlerin de belirli derecelerde harekete katılması ile oluşmaktadır. Omuz ekleminin hareketlerini değerlendirirken hareketlerin diğer eklemleri de ilgilendirmesi nedeni ile omuz eklemi değil, omuz-kol kompleksi teriminin kullanılması daha doğru olur.
Gövde iskeletinin üst bölümü ile yakın ilişkisi olan pektoral kemer kemikleri; articulatio acromioclavicularis yardımıyla üst ekstremitenin hareketli kısımlarını gövdeye bağlar. Bu kemiklerden clavicula omuz kuşağını önden, scapula ise arkadan kuşatır. Clavicula ve scapula'nın oluşturdukları kemer cingulum membri superioris olarak isimlendirilir. Her iki clavicula manubrium sterni ile eklem yaparak gövdeye bağlanır. Scapula'nın gövdeye bağlanmasını ise kaslar sağlar. Scapula ile clavicula'nın dış uçları da birbirleriyle eklemleşir. Üst ekstremitenin omuza bağlanması scapula ile humerus'un yaptığı eklemle sağlanır